Bilim ve Diyet
sayı
01
nisan 2020
Röportaj: Murat Baş
Adipokinler ve Obezite Ramazanda Beslenme
Çocuklara Doğru Beslenme Alışkanlığı Kazandırma
Depresyon ve İşlenmiş Besinler
Ceviz Suyu Zayıflatır Mı?
İrritabl Bağırsak Sendromu
Yeme Bozuklukları
Kahve ve Sağlık Üzerine Etkisi
Tam Tahıllı Ekmek
Sürdürülebilir Beslenme
Sirkadiyen Ritim
Ek Gıdaya Geçiş Dönemi Mikrobiyota ve Obezite
Beslenme ve Sağlık Dergisi
Bilim ve Diyet
Editör
Zeyneb YILDIRIM
y ld r mzeyneb@gma l.com Yazarlar
Aslıhan KOÇ
Büşra ÖZKANOĞLU Eda YEKELER
Elif YILDIZ Esra TOPAY Feyza YILDIRIM Gamze ALTINTAŞ Kübra KÜÇÜKÇERÇİ Kübra ZEYDANLI
Rabia Betül KARAHAN Şeyma SELVİ
Şeyma YALÇIN Zeyneb YILDIRIM Zeynep Şilan CEYLAN Tasarım
Zeyneb YILDIRIM Kübra KÜÇÜKÇERÇİ Kapak Resmi
Zeyneb YILDIRIM
Sosyal Medya Sorumlusu Feyza YILDIRIM
b l m.ve.d yet@gma l.com nstagram/b l mved yetderg s nstagram/b l mved yet
nstagram/b l mved yetkayser facebook/b l mved yett
Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.
© Her hakkı saklıdır.
Bir yıldan biraz fazla oldu Kübra Zeydanlı’nın güzel fikriyle ilk toplantımızı yapalı, “Bilim ve Diyet” ailemize adını koyalı. Mesleki olarak birlikte olmak ve bilimsel veriler ışığında hareket etmek amacıyla demiştik, ilk toplantıda topluluğun amaçlarını belirlerken. İlk günden beri içinde olmaktan büyük keyif aldığım canım topluluk…
Yeni gelenler, hiç gitmeyenler, biraz durup devam edemeyenler, sosyal medyadan takip edenlerimiz derken epey de büyüdük, yürüdük, öğrendik, öğrenmeye de davam ediyoruz. Şimdi, bu dergi de enerjisi bitmeyen genç ekibimizin fazlaca heyecanlı, biraz tedirgin ama kendinden emin bir adımı. Bu adım büyüsün dünyayı gezsin istiyoruz, heyecanımıza ortak olun istiyoruz.
Bu dergiyle amacımız sağlıklı beslenmeye, sağlığa dair bilimsel ve güncel bilgiyi kendimiz araştırırken sizlerle de paylaşmak, nasıl faydalı olabilirizin derdine düşmek, mesleğe dair dertleşmek…
Son olarak “Neden dergi?” konusunu Cemil Meriç’in şu güzel cümleleriyle cevaplamak isterim: “Kitap fazla ciddi, gazete fazla sorumsuz.
Dergi hür tefekkürün kalesi. Belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap, çok defa tek insanın eseri, tek düşüncenin yankısı; dergi bir zekâlar topluluğunun. Bir neslin vasiyetnamesidir dergi;
vasiyetnamesi, daha doğrusu mesajı.”
Makale, röportaj, tarif, belgesel ve kitap incelemelerinden oluşan dergimizi siz okuyucularımıza sunarken önerilerinize, fikirlerinize, yapıcı eleştirilerinize her daim açık olduğumuzu belirtmek isterim. Dergimizi beğenmeniz ve bir sonraki sayıda buluşmak dileğiyle…
Dyt. Zeyneb YILDIRIM
Blm ve Dyet / Beslenme ve Sağlık Dergs / Nsan-Mayıs-Hazran 2020
Editörden
iç in d ek ile r
Blm ve Dyet / Beslenme ve Sağlık Dergs / Nsan-Mayıs-Hazran 202003
05 07 11 13 15 16 17 20 21 23 25 29 33 35 40 41 43 45 48 49
51
DİYETİSYEN ARAŞTIRMA BİRLİĞİ NEDEN KURULDU?
SAĞLIKTA GÜNCEL OLAYLAR RÖPORTAJ: MURAT BAŞ TAM TAHILLI EKMEK
CEVİZ SUYU ZAYIFLATIR MI?
MUCİZE BESİNLER: ELMA TARİF: TEPSİ BROWNİE
KAHVE VE SAĞLIK ÜZERİNE ETKİSİ SÜRDÜRÜLEBİLİR BESLENME
TAMAMLAYICI BESLENMEYE GEÇİŞ DÖNEMİ YEME BOZUKLUKLARI
İSRAF ETME
DEPRESYON VE İŞLENMİŞ ÜRÜNLER KİTAP İNCELEME: PKOS VE BESLENME ADİPOKİNLER VE OBEZİTE
TARİF: EV YAPIMI TEREYAĞI MİKROBİYOTA VE OBEZİTE SİRKADİYEN RİTİM
İRRİTABL BAĞIRSAK SENDROMU
FİLM/BELGESEL İNCELEME: JUST EAT IT ÇOCUKLARA DOĞRU BESLENME
ALIŞKANLIĞI KAZANDIRMA RAMAZANDA BESLENME
Ne kadar popüler bir meslek olsa da diyetisyenler iş hayatında pek çok sorunla karşılaşmaktadır. Herkesin beslenme hakkında yorum yapması, birkaç kilo verenin kendini diyetisyen sanması, diyetisyenin ve tıbbi beslenme tedavisinin sağlık personelleri tarafından yeterince önemsenmemesi, atamaların azlığı, işsizlik oranının fazla olması yaşanılan başlıca sorunlar arasındadır. Ancak bu sorunların temelinde diyetisyenlerin yeterince bilgi birikimine sahip olmaması, sadece kilo kontrolü üzerine çalışması ve bu konuda yaptığı paylaşımlarla mesleği yanlış tanıtması, kamuoyunda güven oluşturamaması, meslektaşlarıyla sürekli bir rekabet halinde olması yani aslında diyetisyenin kendisi bulunmaktadır.
Bir yıl önce diyetisyenlerin bilimsel bilgiyle sürekli iç içe olması, farklı alanlarda uzmanlaşarak hastalıklarda tıbbi beslenme tedavisine yönelmesi, mesleki birlik ve beraberliğinin sağlanması ve mesleğin hak ettiği ilgiyi görebilmesi için bu grubu kurduk. Grubumuzda bilimsel bilgileri okuyor, paylaşıyor ve tartışıyoruz. Hepimiz farklı alanlara yönelmeye ve o alanda uzmanlaşmaya çalışıyoruz. Toplantılarımızda zaman zaman güncel konular hakkında beyin fırtınası yapıyor zaman zaman da birbirimize eğitimler veriyoruz. Sosyal medya hesaplarımızda yaptığımız paylaşımlarla meslektaşlarımıza ve halka bilimsel bilgiler sunuyoruz, diyetisyen kimliğinin kilo kontrolünden ibaret olmadığını göstermeye çalışıyoruz. Çalışmalarımıza Ankara’da başlasak da Kayseri’de bir destek grubumuz kuruldu ve daha büyük bir aile olduk. Hedeflerimiz arasında her şehirde destek gruplarımızın olması, diyetisyenler arasında bilimsel bilgiyi ve alanlaşmayı yaygınlaştırma, dergi/kitap yayınlayarak daha çok insana ulaşma, mesleki birlikteliği artırma bulunuyor. Siz de Bilim ve Diyet ailemize katılmak isterseniz sosyal medya hesapları veya mail aracılığı ile bize ulaşabilirsiniz.
D y t . K ü b r a Z E Y D A N L I
DİYETİSYEN ARAŞTIRMA
BİRLİĞİ NEDEN KURULDU?
Besinler ilacınız, ilacınız besinler
olsun.
HİPOKRAT
Sosyal mesafe (Social distancing), halk sağlığı yetkilileri tarafından bulaşıcı bir hastalığın yayılmasını durdurmak veya yavaşlatmak için yapılan bazı eylemlere uygulanan bir terimdir. El sıkışmamak, kalabalıklardan uzak durmak, insanlarla araya belirli bir mesafe koymak, hasta hissedildiğinde evinde olmak gibi geniş bir yelpazeyi tanımlar.
Kısıtlamalar altında, herkes evde kalmalı ve sadece zorunlu nedenler olduğunda çıkmalıdır. Eğer dışarı çıkmak zorunda kalırsanız sosyal mesafeyi korumak için diğer insanlara en fazla 2 metre yaklaşmalısınız. Yeni tip koronavirüs nedeniyle hayatını kaybedenlerin çoğunu yaşlı ve bağışıklık sistemi zayıf olanlar oluştursa da virüsün yayılmasındaki en etkili grubun sosyal olarak en aktif grup olan gençler olduğu biliniyor. Bu nedenle sosyal mesafeye özellikle gençlerin dikkat etmesi gerekiyor.
Kişisel karantina ve izolasyon sosyal mesafenin birer çeşidi. Kişisel karantinada kişi kendini iyi hissettiği halde daha önce virüse maruz kalmış olma ihtimaline karşı kendini diğer insanlardan ayırıyor. Kişisel izolasyonda ise kişinin hastalık belirtileri gösterdiği andan itibaren başkalarına bulaştırmamak için uyguladığı yöntem.
Sosyal Mesafe
Sağlıkta Güncel Olaylar
Dyt. Zeyneb YILDIRIM
Soframızdaki Tehlike: Pestisit
Greenpeace Akdeniz’in 20 Ocak 2020’de hazırladığı “Soframızdaki Tehlike: Pestisit” raporunda 2019 yılı Ağustos, Ekim ve Kasım aylarında Türkiye’de faaliyet gösteren beş büyük market ve bir semt pazarından alınan 30’ar adet domates, yeşil biber ve salatalık olmak üzere toplam 90 örnek incelendi. Gıda örneklerinde 620 farklı çeşit pestisit kalıntısı incelendi ve 90 adet domates, yeşil biber ve salatalık örneklerinin % 15,6’sında (14’ünde) ürünlerde kullanılması yasak pestisit kalıntısı tespit edildi. 90 örneğin yarısında (% 52) hormonal sistem üzerinde etkili bir ya da birden fazla sayıda pestisit kalıntısı, yarısında (% 49) sucul canlılar, arılar, algler ve faydalı böcekler açısından çok zararlı olan pestisitlerin kalıntısı tespit edildi. Marketlerden alınan örneklerin pestisit kalıntıları açısından pazarlardan alınan örneklere kıyasla yüzde 14 farkla daha fazla risk içerdiği görüldü.
S E P T E M B E R 2 0 2 0 , I S S U E 1 T H E V O İ C E
Türkiye Arı Yetiştiricileri Birliği eski Genel Başkanı Mustafa Sarıoğlu, Türkiye'de 1 milyon 200 bin tonun üzerinde sahte balın üretildiğini,
merdiven altı üretimle bu rakamın 2,5 milyon tona çıktığını ifade ediyor. 19 Şubat 2020 tarihli Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği kapsamında bal aromalı şurup diye adlandırılan sahte balların yasaklanmasının ardından Sarıoğlu
“İnsanlarımızı sessizce öldürüyorlardı. Artık hiçbir şekilde 'aroma' adı altında bal ismi kullanılmayacak.” diyor. Sarıoğlu sahte balın cam gibi bir görünüme sahip olduğunu belirterek "Gerçek bal mutlaka kristalize olur.
Kavanozun içinde berrak görünmez Çünkü içerisinde polen ve diğer maddeler vardır, cam gibi olmaz. Ama glikoz cam gibidir. Parmağınızı bile batıramazsınız.” diyor. Gerçek bal; kristalize olan ve donan ayrıca yedikten sonra tadı 15-20 saniye daha damakta kalan bal olarak tanımlanıyor.
Sıcaklık: Grip virüsünün yaz aylarında dış mekanlarda uzun süre yaşayamadığını biliniyor fakat bunun yeni tip Koronavirüs için geçerliliği henüz belli değil. Çarşafları ve havluları 60 derece sıcak suda yıkamak iyi bir fikir çünkü bu kumaşlardaki virüsü öldürebilir. Ancak aynı şey cildimiz için geçerli değil; vücudumuzu ısıtmaya çalışmanın ya da güneşte durmanın virüse karşı etkili bir yöntem olması uzmanlarca mümkün görülmüyor.
Ev Yapımı Dezenfektan: El temizliğinin öneminin belirtilmesiyle bazı ülkelerde el dezenfektanı kıtlığı ortaya çıktı ve bunun sonucunda sosyal medyada ev yapımı el dezenfektanı tarifleri ortaya çıkmaya başladı. Ancak bilim insanları bunların cilt temizliğinde kullanılmaması gerektiğini ifade ediyor. Alkol bazlı el jelleri genellikle yüzde 60-70 alkol içermesine karşılık cilde verdiği zararı engellemek için nemlendiriciler içeriyor. Bilim insanları evde etkili bir el dezenfektan jeli yapılamayacağını belirtiyor.
Sarımsak: BBC'de yer alan habere göre özellikle Facebook üzerinden sarımsak yemenin virüse yakalanmayı engelleyeceğine dair birçok paylaşım yapıldığı örülüyor. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre sarımsak "genel olarak mikroplara karşı etkili olabilen bazı özellikler taşıyan sağlıklı bir gıda" fakat sarımsak yemenin insanları yeni tip Koronavirüs'ten koruduğuna dair hiç bir kanıt yok.
15 Dakikada Bir Su İçmek: Hava yoluyla yayılan virüsler vücuda nefes aldığımızda soluğumuzla veya ağız yoluyla girer. Sürekli su içmenin virüsleri yıkayıp atması ile bunlardan kurtulma şansımız maalesef yok. Ancak besinlerle olan ilişkimizde olduğu gibi suyu da sağlığımız için yeterli ve dengeli tüketmeliyiz.
Bazen en zararsız görünen tavsiyeler bile yanlış anlaşılıp abartılırsa zararlı olabilir.
Örneğin Çin'de yayımlanan bir habere göre 1,5 kilo çiğ sarımsağı yediği için boğazı ciddi derecede tahrip olan bir kadın hastaneye kaldırılmış. Genel olarak meyve ve sebze yemenin, su içmenin sağlıklı olduğunu biliyoruz. Ancak belirli bir gıdanın virüse karşı koruyucu olduğuna dair bir kanıt yok.
Koronavirüs Hakkında Dikkate Almamanız Gereken Hurafeler Gerçek Bal
COVID-19 Virüsünün taç şeklindeki sivri uçlarının elektron mikroskobundan alınan görüntüsü. (Fotoğraf: ABD Hastalık Kontrol Merkezi)
Röportaj
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Merhabalar. Yalova, 1970 doğumluyum. İlk-orta ve lise öğrenimimi Yalova’da
tamamladıktan sonra 1994 yılında Hacettepe Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden mezun oldum. Mezun olduktan sonra 6 ay kadar Ankara Özel Bayındır Hastanesi’nde çalıştım ve
sonrasında Araştırma Görevlisi olarak Hacettepe Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik
Bölümü'nde 5 yıl çalıştım. 1999 yılında Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik
Bölümü’nün ilk çalışanı olarak göreve başladım ve 14 yıl görev yaptım. Daha sonra bir değişime ihtiyacım olduğunu fark edip gelen teklif üzerine Acıbadem Mehmet Ali Aydınlar
Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nü kurdum ve 7 yıldır görevime Bölüm Başkanı olarak devam ediyorum. Aynı zamanda 2 yıldır Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı olarak da görev
yapıyorum.
Yeni mezun diyetisyenler ve geleceğin diyetisyenlerine neler önerirsiniz?
Sizler, bizlere göre çok daha şanslısınız. Bilgiye ulaşmanız çok kolay. Ufkunuz daha geniş. Bu nedenle, bizlerden çok daha iyi yerlere gelme şansınız var.
Sizlere tavsiyem, İngilizceyi çok iyi öğrenin, fırsatınız oldukça yurt dışında deneyim kazanmaya çalışın. Yani dünya insanı olmayı hedefleyin. Kendinizle yarışın.
Yaptığınızın doğru olduğuna inanıyorsanız eleştirilere kulak asmayın. Bilimsel gerçeklerden de asla uzaklaşmayın.
MURAT BAŞ le Mesleğe ve Kar yer ne Da r B r Sohbet
Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr.
Murat BAŞ ile hem mesleğe dair hem de mikrobiyata üzerine bir konuşma gerçekleştirdik.
Röportaj: Dyt. Zeyneb YILDIRIM, Stj. Dyt. Kübra KÜÇÜKÇERÇİ
Toplumda fazla popüler olmasına karşın
desteklemediğiniz beslenme alışkanlıkları var mı, varsa bunlar hakkındaki
düşünceleriniz nelerdir?
Biz hep diyetin kişiye özel olduğunu söylüyoruz. Mesela;
ketojenik diyet, glutensiz diyet veya intermittant fasting diyet herkes için uygun değildir. Bu nedenle “hastalık yoktur, hasta vardır” ifadesini çok seviyorum.
Bazen hastanın yararına olacağını düşündüğünüz, ama hiç
onaylamadığınız bir diyet programını da uygulamak zorunda kalabilirsiniz. Ancak, topluma mesaj verirken söylemlerimize dikkat etmek zorundayız. Genel anlamda Akdeniz Beslenmesi gibi benimseyen sürdürülebilir beslenme modelleri toplumun geneli için en doğru seçenektir.
Mikrobiyota ile ilgili birçok çalışmanız bir de kitabınız var, sizce beslenme açısından mikrobiyotayı bu kadar önemli kılan ne?
Öncelikle mikrobiyota ifadesini açıklamak isterim. Mikrobiyota içimizde ve dışımızda yaşayan tüm mikroorganizmalara (bakteriler, virüsler, mayalar ve parazitler gibi) verdiğimiz isimdir.
Türkiye’de diyetisyenliğin mevcut durumu ve geleceği için ne düşünüyorsunuz?
Önümüzdeki yıllarda her yıl 6.000 civarında diyetisyen mezun olacak. Eğitim kalitesi
birbirinden farklı bu kadar diyetisyenin istihdam edilmesi çok zor. Mezunların bilgi
seviyeleri oldukça düşük. Herkes popüler olmanın peşinde ama bu yolda hata yapan çok fazla diyetisyen var. Mesleğimizin deformasyona uğradığını düşünüyorum. Özellikle sosyal medyada diyetisyenlik mesleğinin hakkını verenlerin yanında, diyetisyenliği gösteri yapmak zannedenler de olduğunu
görüyoruz. Aşırı bilgi kirliliği var ve herkesin kafasının karışık olduğunu düşünüyorum.
Diyetisyenlik eğitiminde standart yok ve diyetisyenler arasında ciddi boyutta bilgi düzeyi farklılıkları bulunuyor. Bu nedenle, böyle devam ederse mesleğimizin ivme kaybedeceğini düşünüyorum. Gelecekte bu kadar mezunun iş bulması çok zor. Bu nedenle yeni iş alanları
yaratılmalı ve uzmanlık alanları belirlenmeli. Gelecekte TUS benzeri bir sınav ile
diyetisyenlerin kendi içlerinde ayrılmaları gerektiğini
düşünüyorum.
Her bölgenin farklı mikrobiyotası vardır. Bağırsak mikrobiyotası vücudumuzdaki en fazla mikroorganizmayı barındırdığı için biz daha çok ondan bahsediyoruz. Çünkü bağırsak mikrobiyotasında bizimle birlikte ortak bir yaşam süren ve yaklaşık 1.5-2 kilogram ağırlığa sahip olan bir topluluk bulunuyor.
Günümüzde yaygın olarak görülmeye başlayan otoimmün hastalıklar, diyabet, kalp ve damar hastalıkları, despresyon ve obezite gibi birçok sağlık
probleminin kaynağı bağırsak mikrobiyotasındaki
dengesizliklerin olduğuna dair elimizde birçok kanıt bulunuyor.
Yani bağırsaklarınız ne kadar sağlıklı mikroorganizmaların hakimiyetinde ise genel sağlığınız da o kadar iyi olur diyebilirim.
Eğer bağırsak mikrobiyotanız sağlıklı mikropların egemenliği altında ise siz de sağlıklı oluyorsunuz. Aksi durumda birçok hastalık için tehlike çanları çalmaya başlıyor. Sindirim sistemimizin hem önemini bilmiyoruz, hem de bize ait değilmiş gibi hakkında konuşmak bile istemiyoruz. Oysa sindirim sistemimiz bize sağlımız hakkında uyarılar veren birçok fonksiyona sahip. Kötü
beslendiğimiz bir akşamın ertesi sabahında bize gaz ve şişkinlik ile cevap verebiliyor. Vücudumuzda toplam 100 trilyon civarında mikroorganizma bulunuyor ve bunların %95’i bağırsakta yer alıyor. Ben onlara mikroişçiler adını veriyorum. İçimizde bir fabrika olduğunu
düşünebilirsiniz.
SOSYAL MEDYADA DİYETİSYENLİK MESLEĞİNİN HAKKINI VERENLERİN YANINDA,
DİYETİSYENLİĞİ GÖSTERİ YAPMAK ZANNEDENLER DE
OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ.
Bu fabrikaya gerekli olan ham maddeyi dışarıdan biz yolluyoruz.
Bu ham maddeler yediğimiz ve içtiğimiz tüm yiyecekler ve içecekler. Sindirim sonrası, bağırsağımızdaki fabrikaya gelen yiyecekler, fabrikanın işçileri olan mikroorganizmalar
tarafından işlenmeye devam eder.
Ve sonrasında farklı ürünler ortaya çıkmaya başlar. Eğer yedikleriniz sağlıklı ise, üretilen ürünler de sağlıklı olur. Ama sağlıksız bir beslenme alışkanlığınız varsa, üretilen ürünler de sağlıksız olur ve bu ürünler genel sağlığınızı etkiler.
Okurlarımıza sağlıklı
bağırsaklar için verebileceğiniz tavsiyeler nelerdir?
Bağırsak mikrobiyotasını etkileyen birçok etmen
bulunuyor. Genetik özelliklerimiz bunların başında yer alıyor.
Genetik özelliklerimizi nasıl anne ve babamızdan alıyorsak,
bağırsak mikrobiyotasının temeli de anneden geliyor. Bu nedenle anne ne kadar sağlıklı bir bağırsak mikrobiyotasına sahip ise bebeğin başlangıç
mikrobiyotası da o kadar sağlıklı oluyor diyebiliriz. Asıl önemli olan ise, doğum itibariyle başlayan beslenme süreci. Anne sütü bebeğin bağırsak
mikrobiyotasının
şekillenmesindeki en değerli besindir. Çünkü anne sütü hem prebiyotik hem de
probiyotiklerden zengindir ve bebeğin bağırsak
mikrobiyotasının temelini oluşturur. Sonrasında ek besinler ile devam eden süreçte bebeğin bağırsak mikrobiyotası yaklaşık 3 yaşında tamamen şekillenmiş olur. Yani beslenme alışkanlıkları bağırsak mikrobiyotasının
şekillenmesinde ve
sürdürülmesinde %50’den fazla bir etkiye sahiptir. O zaman sağlıklı beslenme alışkanlıkları bağırsak mikrobiyotamızı sağlıklı bir hale getirebilir. Bunun için en ideal beslenme tarzı Akdeniz Diyeti’dir. Çünkü Akdeniz Diyeti hem prebiyotik, hem de
probiyotikler açısından zengindir.
Diğer yandan eğer bozulmuş bir bağırsak mikrobiyotasını tamir etmek istiyorsak bunun için kitabımda oluşturduğum mkrobiyota diyeti devreye giriyor. Aslında önce
bir gastroenteroloji uzmanına danışıp bağırsak geçirgenliği olup olmadığının saptanması yerinde olur. Bu zonulin testi adı verilen bir test ile saptanabiliyor. Eğer bağırsak geçirgenliği yüksek düzeyde ise, mikrobiyota diyeti ile bağırsak yüzeyinin
toparlanması için 2 haftalık bir süre gluten, laktoz ve şekerden uzak bir beslenme uyguluyoruz.
İkinci aşamada yavaşça prebiyotik ve probiyotiklerden zengin bir beslenme programı ile devam ediyoruz. Üçüncü aşamada bağırsak mikrobiyotasını
yeniliyor ve son aşamada
Akdeniz Diyeti’ne bağlanarak bağırsak mikrobiyotasının sağlığını sürdürülebilir hale getiriyoruz. Öncelikle eklenmiş şeker içeren tüm yiyecek ve içecekleri beslenme
alışkanlıklarından çıkarıyoruz.
İşlenmiş etler (salam, sucuk, sosis gibi), vücutta inflamasyona neden olan yağlar (tereyağı, Ayçiçek yağı gibi), Batı tarzı beslenme olarak ifade edebileceğimiz fast- food ürünler, fruktoz içeren yiyecekler ve içecekler, hatta yapay tatlandırıcı içeren yiyecekler ve içecekler, özellikle ilk aşamada gluten ve laktoz içeren yiyecek ve içecekleri beslenme
programından çıkarıyoruz. Bunun nedenini şöyle açıklayabilirim:
Eğer bağırsak geçirgenliği artmışsa, bağırsak yüzeyinde hasar vardır. Bağırsak yüzeyinde bizim için yararlı olan besin öğelerinin kana geçmesini sağlayan güvenlik kapıları bulunur. Ancak, hatalı beslenme alışkanlıkları, antibiyotik kullanımı, bazı ilaçlar (mide koruyucular gibi), aşırı stresli yaşam ve kötü hijyen
koşulları gibi durumlar bağırsak mikrobiyotasını bozar ve beraberinde bağırsakta bulunan bu güvenlik kapıları açık kalır.
KENDİNİZLE YARIŞIN.
YAPTIĞINIZIN DOĞRU OLDUĞUNA İNANIYORSANIZ ELEŞTİRİLERE KULAK ASMAYIN.
BİLİMSEL GERÇEKLERDEN UZAKLAŞMAYIN.
BESLENME ALIŞKANLIKLARI BAĞIRSAK MİKROBİYOTASININ
ŞEKİLLENMESİNDE VE SÜRDÜRÜLMESİNDE %50’DEN
FAZLA BİR ETKİYE SAHİPTİR.
Kapılar açık kaldığında kana geçmemesi gereken zararlı maddeler de kana geçmeye başlar ve vücutta inflamasyon durumu gelişir. İnflamasyon, vücudun iltihaplanmasıdır ve bütün hastalıkların temelini oluşturur.
Bu nedenle önce açık kapıları tamir etmemiz gerekir ki, açık bir kapıya her şey zarar verdiğinden bir süre bazı besin gruplarını tüketmeye ara vermemiz gerekir.
Aksi taktirde kanayan yaraya sürekli tuz basıyor durumu meydana gelir ve yara iyileşmez.
Bugün Murat Baş’ın meslekte bu kadar bilinen bir isim olmasını sağlayan 3 özelliğini söyleyebilir misiniz?
En zor soru bu sanırım. Bilineyim diye bir çabam olmadı. Ben sadece işimi en iyi şekilde yapmaya ve mesleğimi en iyi şekilde icra etmeye çalıştım. Bu başarmak için yaptığım 3 özelliği şöyle sıralayabilirim. Birincisi, kendim gibi oldum ve
meslektaşlarıma hep sevgiyle yaklaştım. İkincisi, başkaları hakkında konuşmak yerine, hep daha çok çalışmayı ve üretmeyi tercih ettim. Üçüncüsü ise; sosyal zekası yüksek bir insanım. İnsan ilişkilerine önem veririm. Bilgimi de herkesle paylaşırım.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Bana yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Çok çalışmak zorundayız. Hep birlikte mesleğimizi daha iyi yerlere getirmek için el ele vermeliyiz.
Mesleğimizde aykırı sesler artmaya başladı. Ancak, eğer aynı dilde konuşabilirsek başarıya ulaşabiliriz.
Ben mesleğimize başka mesleklerin zarar verdiğini düşünmüyorum. Mesleğimize zarar verenler, bu mesleğin içinde olanlar. Farklı olmaya çalışmakla, saçmalıyor durumuna düşmek arasındaki ince çizgiyi
unutmamamız gerekiyor. Sizleri yakından tanımasam da hepinizi sevgiyle kucaklıyor ve harika bir gelecek diliyorum.
HEP DAHA ÇOK ÇALIŞMAYI VE ÜRETMEYİ TERCİH ETTİM.
TAM TAHILLI EKMEK
açısından zengin bir besin kaynağıdır (2). Şimdi birlikte buğday unundan elde edilen ekmeğin temel taşı olan bir buğday tanesini inceleyelim.
Buğday tanesi fiziksel olarak kepek (kabuk), endosperm ve rüşeymden (embriyo) oluşur (Şekil 1).
Kepek tahıl tanesinin dış kısmını oluşturup tanenin yaklaşık
%14,5‘ini oluşturur. Bu kısımda nişasta olmayan karbonhidratlar, bitkisel kimyasallar yanında vitaminler ve mineraller daha yoğundur. Kabuğun altında bulunan endosperm kısmı tanenin %83’ünü oluştururken aynı zamanda enerji deposudur. Tanenin yaklaşık
%2‘sini oluşturan rüşeym
(embriyo) protein, lipit, vitamin ve
Dyt. Şeyma SELVİ
Sofralarımızda ve kültürümüzde önemli bir yere sahip olan ekmeğin tarihi insanlık tarihi kadar eskidir.
Bazı sosyal bilimcilere göre ekmek medeniyetin ilk adımıdır.
Soframızda eksik olmayan ekmek ülkemizde tahıl tüketiminin başında yer almaktadır. Günlük enerjimizin ortalama %50'si ekmek ve tahıl ürünlerinden gelmektedir (1).
Toplumumuzda ekmeği, beyaz ekmek, tam buğday ekmeği, çavdar ekmeği, mısır ekmeği gibi farklı türlerde tüketiriz. Ekmek temel bileşen olarak un, su, tuz ve mayadan oluşur. Buğday unundan elde edilen ekmek, karbonhidratın yanı sıra %8-12 protein,%1-5 yağ,
%1-2 kadar mineral içerir ve özellikle B grubu vitamini
mineraller açısından endosperme oranla daha yoğundur. Tam tahıl ifadesi de tahıldaki bu 3 bileşeni belirtir. Tanenin bu üç
bölümündeki öğelerin yoğunluğu birbirinden farklı olduğu için öğütülme ile birbirinden kolayca ayrılabilir (3). Bu durum birçok besin öğesinde önemli kayıplara neden olmaktadır. Özellikle düşük randımanlı unlardan yapılan ekmeklerde örneğin, beyaz
unlardan elde edilen ekmeklerde bu kayıpların daha da arttığı
bilinmektedir. Bu da gösteriyor ki tam tahıllı buğday unu beyaz una göre daha çok posa, vitamin ve mineral içermektedir. Ayrıca B grubu vitaminler için de iyi bir besin kaynağıdır (Tablo 1) (3).
11 dakika içinde ulaşır (4). Ayrıca sofralarımızda tükettiğimiz beyaz ekmeğin beyazlatılmasında kullanılan benzoyl peroksit gibi kimyasalların ve E472 kodlu katkı maddelerinin kanserojen etkisi olduğu öne sürülmektedir (4).
Tam tahıllı veya işlenmemiş buğdaydan yapılan ekmeğin glisemik indeksi ve glisemik yükü saflaştırılmış veya beyaz unla yapılan ekmeğe göre daha azdır (5). Düşük glisemik indeksli beslenmenin insülin salınımını azaltırken, kan lipit
konsantrasyonunu da düşürdüğü klinik çalışmalarda
gösterilmiştir(6). Bu durum da bizim iştah ve kilo kontrolü yapmamızı kolaylaştırır.
Sonuç olarak; ülkemizde tahıl ürünü olarak en çok tüketilen besinlerden biri olan ekmeğin çeşidine karar verirken faydalarını göz önünde bulundurduğumuzda, beyaz ekmeğe göre daha fazla posa içeren, vitamin ve mineraller açısından daha zengin olan tam tahıl unundan yapılan ekmeğe soframızda daha fazla yer vermeliyiz.
Dolayısıyla soframızda tükettiğimiz ekmeğin miktarının yanında türüne de dikkat etmeli ve beslenmemizde özellikle tam tahıllı ekmek
tüketimine yer vermeliyiz. Tam tahıllı ekmeğin sağlık üzerine etkilerini incelediğimizde, yapılan çalışmalar gösteriyor ki tam tahıl tüketen bireylerde kronik
hastalıkların riski önemli derecede azalmaktadır. Kalp hastalıkları riskini %25-36, Tip II diyabet riskini %21-27, GİS kanserleri riskini %21-43, Obezite riskini %47 oranında düşürdüğü öne
sürülmektedir (4). Tam buğday ekmeğinin yoğun ve sert olması nedeniyle çiğneme sayısı daha fazladır. Hızla yutulamaz. Besinleri çok çiğnediğimiz için de leptin hormonu tam görev yaparak iştahı azaltır ve doygunluk hissi beyne
KAYNAKLAR
1. Yücecan, S. (1992). Türklerde Beslenme Kültürü. Dördüncü Milletlerarası Yemek Kongresi, Konya Kültür ve Turizm Vakfı Yayını, Konya.
2. Aktaş, N., Özdoğan, Y. (2016). Gıda ve beslenme okuryazarlığı. Harran Tarım ve Gıda Bilimleri Dergisi, 20(2): 146-153.
3. Şanlıer N. 2012. Tam tahıl ürünleri ve sağlık üzerine etkileri. Tam Buğday Ekmeği Yaygınlaştırma Sempozyumu, ss. 48-54, Ankara.
4. Doğanay H, Coşkun O. (2012).
Tarım Coğrafyası (2. Baskı), Pegem Akademi, Ankara.
5. Atkinson, F.S., Foster-Powell, K., Brand-Miller, J.C. (2008).
International tables of glycemic ındex and glycemic load values. Diabetes Care, 31: 2281–2283.
6. Kim .J., (2009). Glycemic Index Revisited. Korean Diabetes J.,33(4):261-266.
"Yapılan çalışmalar gösteriyor ki tam
tahıl tüketen bireylerde kronik hastalıkların riski
önemli derecede azalmaktadır..”
Tablo 1. Tam buğday unu ve beyaz unun besin içeriği Şekil 1. Buğday tanesinin anatomisi
DOĞRU
BİLİNEN
YANLIŞLAR
CEVİZ SUYU ZAYIFLATIR MI?
Ceviz önemli bir yağ asidi olan omega 3 içermektedir. Ayrıca vitamin E ve polifenoller gibi çeşitli biyoaktif bileşikler de içermektedir. Ceviz sert kabuklu kuruyemiş grubu içerisinde yer alan, antioksidan içeriği yüksek, antiinflamatuar bir besindir (1, 2). Yaşlanmayı geciktirme, alzheimerı yavaşlatma ve hafızayı güçlendirme gibi özellikleri vardır (3). İçerdiği polifenoller ile kardiyovasküler sistem disfonksiyonu ve hasarında, metabolik sendrom, diyabet, enflamasyonla ilişkili çeşitli patolojiler ve kanser üzerinde faydalı etkiler gösterdiği bilinmektedir (1).
PEKİ ASIL SORUMUZA GELİRSEK CEVİZ VEYA CEVİZ SUYU ZAYIFLATIR MI?
Rock ve arkadaşlarının yapmış oldukları çalışmada obez veya hafif şişmanlardan oluşan 100 kişilik grup üzerinde, düşük kalorili diyet
uygulanmış ve enerjinin %15’i cevizden gelecek şekilde diyete eklenmiştir.
Kontrol grubunda sadece düşük kalorili diyet uygulanmıştır. Her iki çalışma grubunda da vücut ağırlığının, vücut kitle indeksinin ve bel çevresinin azaldığı tespit edilmiştir. Her iki diyet stratejisine yanıt olarak kilo kaybı kardiyovasküler hastalık risk faktörlerindeki iyileşmelerle ilişkili olsa da, cevizle zenginleştirilmiş diyet LDL-C ve sistolik kan basıncı üzerinde daha olumlu etkiler gösterdiği görülmüştür (4). Bu çalışmadan şu sonucu
çıkarabiliriz. Kilo verme hepimizin bildiği gibi tek bir besini ekleyerek veya çıkartarak oluşan bir durum değildir. Eğer aldığımız enerji harcadığımız enerjiden az olursa kilo verme görülür.
Stj. Dyt. Feyza YILDIRIM
eksiklikleri oluşabilmektedir (6).
Ceviz suda bekletilince, cevizde bulunan fitik asit ve lektin suya geçer. Lektin bağırsak duvarına yapışarak bazı besinlerin emilimini engeller ve bağırsak geçirgenliğini arttırır. Yani cevizi suda bekleterek lektin ve fitik asiti ayrıştırmış oluyoruz. Böylece cevizin
sindirilebilirliği de artmış oluyor.
Fakat lektin ve fitik asit içeren suyu içmek size ne yazıkki yarardan çok zarar getirebilir. Suda bekletmiş olduğunuz cevizi yiyin ama suyunu içmeyin. Veya hiç suda
bekletmeden 2 adet ceviz ve yanına bir bardak su içebilirsiniz.
Kolesterolün düşmesinde, sağlıklı beslenmede, zayıflamada su çok önemlidir. Günlük su tüketiminiz yeterli miktarda olduğu sürece ve sağlıklı beslendiğiniz sürece değişik kürlere ihtiyacınız kalmayacaktır.
Sağlıklı ve dengeli beslenmeyi öğrenmek istiyorsanız internette yazan bilgileri uygulamak yerine bir diyetisyenden size özel
beslenme planını öğrenebilirsiniz.
Böylece istediğiniz kiloya daha kolay bir şekilde ulaşabilir ve hastalıklardan uzak yaşamınızı sürdürebilirsiniz.
KAYNAKLAR
1- Sánchez-González, C., Ciudad, C. J., Noe, V., & Izquierdo-Pulido, M. (2017).
Health benefits of walnut polyphenols: An exploration beyond their lipid
profile. Critical reviews in food science and nutrition, 57(16), 3373-3383.
2- Dikmen, D. (2015). Sert Kabuklu Kuruyemişler ve Sağlık Üzerine
Etkileri. Beslenme ve Diyet Dergisi, 43(2), 174-182.
3- Pribis, P., & Shukitt-Hale, B. (2014).
Cognition: the new frontier for nuts and berries. The American journal of clinical nutrition, 100 (suppl_1), 347S-352S.
4- Rock, C. L., Flatt, S. W., Barkai, H. S., Pakiz, B., & Heath, D. D. (2017). Walnut consumption in a weight reduction intervention: effects on body weight, biological measures, blood pressure and satiety. Nutrition journal, 16(1), 76.
5- Ayaz, T., Şahin, S. B., Şahin, O. Z., Özyurt, N., & AKIN, A. (2015).
Dislipidemide Ceviz veya Ceviz Suyunun Yeri. Journal of Kartal Training &
Research Hospital/Kartal Egitim ve Arastirma Hastanesi Tip Dergisi, 26(3).
6- Bilgiçli, N. (2002). Fitik Asitin Beslenme Açısından Önemi ve Fitik Asit Miktarı Düşürülmüş Gıda Üretim Metotları. Selcuk Journal of Agriculture and Food Sciences, 16(30), 79-83.
Bu çalışmada kilo vermeyi düşük kalorili diyet uygulanması açıklamaktadır. Ancak cevizin kolesterol ve kardiyovasküler hastalık üzerine olumlu etkileri göz ardı edilemez. Ayaz ve arkadaşları tarafından 2015 yılında yapılan bir çalışmada ceviz, ceviz suyu kürü ve dislipidemi diyetinin dislipidemi üzerindeki etkisi araştrılmıştır.
Ceviz ve ceviz suyu kürünün dislipidemi üzerindeki etkisi anlamsız bulunmuştur. Sadece dislipidemi diyetinin etkili olduğu bulunmuştur (5). Zayıflama diyetinde de sadece tek bir besini eklemek sizin zayıflamanızı sağlamaz. Size özel olarak
hazırlanmış, kalori kısıtlaması olan, dengeli bir beslenme zayıflamanızı sağlayacaktır. Ceviz sağlıklı beslenmenin içerisinde yer alan bir besindir. Zayıflamanın temelinde de vücudu sağlıklı besleyerek, olması gereken kilosuna ulaştırmak olduğu için zayıflama diyetlerinde ceviz yer alabilir. Cevizin
kabuğunda fitik asit bulunmaktadır.
Fitik asit vücutta çinko, demir, kalsiyum gibi bazı minerallere bağlanarak emilmesini engeller.
Bunun sonucunda vücutta mineral
Dergimizin bu köşesinde gündemde olan, herkesin doğru
bildiği beslenme yanlışlarından bahsediyoruz. Doğrusunu merak
ettiğiniz beslenme bilgileri varsa bize mail aracılığı ile iletebilirsiniz.
Böylece sonraki ‘Doğru Bilinen Yanlışlar’ köşesinde sizin göndermiş olduğunuz soruları
araştırabiliriz.
ELMA
MUCİZE BESİNLER
Bazı insanların fruktoz diyip geçtiği şu güzelim meyve içinde 300'den fazla bileşik barındırıyor. Kendisi ayrı, çekirdeği ayrı kabuğu ayrı mucize!
Bir tane orta boy elma yaklaşık 80 kalori enerji veriyor.
Elmanın kabuğu neredeyse tamamen liften oluşuyor.
İçinde kuersetin adında bir bileşik var ki son yıllarda üzerinde birçok bilimsel çalışma yapıldı.
Hücrenin içindeki stres oluşumunu emgellemekte böylece her hastalığın başlangıcı diyebileceğimiz çok önemli tepkimelerin oluşumunu azaltmaktadır. Obezitenin, leptin direncinin, insülin direnci ve diyabetin oluşmasını, LDL ve oxLDL'nin (kötü kolesterol) artışını engellemektedir.
Antikanserojendir. Bir çalışmada farelere 1-3-6 tane elma eşdeğeri verilmiş: Meme kanseri gelişme riski %17- %39- %44 oranında düşmüştür. Hatta elmanın meme kanseri olanlarda tümör miktarını 6 ay sonra %25 azalttığı bulunmuştur.
Kuersetin özellikle prostat ve akciğer kanserinde etkili bulunmuştur.
Lif içeriğiyle kolon kanserine karşı da koruyucudur.
5 yıl süren bir çalışmada polifenol alımının kalp astalıklarından koruduğu bulunmuştur. Çalışmada bu polifenollerin en
önemlileri; soğan, elma ve çay olarak gösterilmiştir.
Elma güçlü bir antioksidandır.
Beyin aktivitesi üzerinde etkilidir. Oksidatif hasarı azaltarak Alzheimer gibi beyin hastalıklarında olumlu etkisi bulunur.
Yaşlanmayı önler (Antiaging).
Cildi güzelleştirir, cilde parlaklık verir.
Dyt. Kübra ZEYDANLI
Y A P I L I Ş I
TEPSİ BROWNİE
Dyt. Şeyma YALÇIN
1 su bardağı tam buğday unu 1 su bardağı süt
6 yemek kaşığı kakao 1 tatlı kaşığı kabartma tozu 1 paket vanilin
250 gram (1 paket) kuru hurma 3 yemek kaşığı tahin
ÜZERİ SOS İÇİN:
1 paket bitter çikolata
5-6 adet ceviz veya istenilen bir kuruyemiş
Hurmalar sıcak suda 15 dk bekletilir. Çekirdekleri çıkartılır ve blendırdan geçirilir. Daha sonra tahin ve süt eklenir tekrar blendırdan geçirilir. Un, kakao, vanilin ve kabartma tozu eklenir.
En son yağlı kâğıt serili küçük kare bir borcam veya kaba spatula yardımıyla kek yayılır. 180 derece fırında (alt-üst) 20-22 dk pişirilir.
Soğuduktan sonra üzeri için: çikolata benmari usulü eritilip en son dövülmüş cevizler eklenir.
Çikolatanın soğumasını bekleyin (15-20 dk) servis ediniz. Afiyet olsunnn.
M A L Z E M E L E R
KAHVE VE
SAĞLIK ÜZERİNE ETKİSİ
birbirinden farklı kimyasal bileşime sahiptir. Arabica, daha fazla lipit içerirken, robusta ise daha fazla kafein ve polifenol içermektedir (3).Kahvenin olumlu ve olumsuz fizyolojik etkilerinin anlaşılması için biyoaktif bileşenlerin vücuttaki etkilerinin anlaşılması
gerekmektedir (4). Bunlar
klorojenik asit, kafein, diterpenler, kafeik asit, trigonellin ve
melanoidindir (5). Kahve üretim aşamaları sırayla kahve
çekirdeğinin toplanması, kurutma, kavurma, öğütme, ektraksiyondur.
Bu aşamalar sonucunda son ürün kahve elde edilir (6).
Kavurma işlemi sırasında kahvenin antioksidan polifenolleri içeriği azalmaktadır (7). Kahvenin öğütme aşamasından sonra gelen
Stj. Dyt. Esra TOPAY
Kahvenin tarihi Afrika’da başlamış olup ticaret, seyahatler, savaşlar yoluyla tüm dünyaya yayılmıştır.
Kahve içme kültürü 11. yüzyıldan günümüze kadar sosyal bir içecek olma özelliği ile farklı akımlar halinde taşınmıştır ve petrolden sonra en yüksek ticaret payına sahip ikinci ürün olarak
günümüzdeki yerini almıştır (1).
Uluslararası Kahve Organizasyonu (International Coffee Organization) verilerine göre kahve tüketimi her yıl büyük bir ivmeyle artmaktadır ve verilere göre ülkemiz kişi başı 400 gr/yıl tüketim değeri ile dünyada 104. sırada yer almıştır (2). Kahve çekirdeğinin 2 ana kaynağı vardır. Bunlar Coffee arabica ve robusta olarak bilinen C.
carephore’dir. Bu iki yeşil çekirdek
ekstraksiyon aşaması hazırlanacak kahve türüne göre kaynatma, demleme ve basınç uygulama olarak değişiklik gösterir (8). Türk kahvesi kaynatma, filtre (instant/
hazır) kahve demleme, geleneksel İtalyan kahvesi espresso ise basınç yönteminin uygulandığı kahve türlerine birer örnektir (9).
Kavurma işlemi sırasında kahvede bulunan klorojenik asit içeriği azalmaktadır. (10).
Kahve ve Klorojenik Asit İçeriği Kahve antioksidan özelliğiyle öne çıkan klorojenik asitten en zengin kaynak konumundadır (11).
Klorojenik asit kahvenin
antioksidan özellik göstermesinde öne çıkan en önemli polifenoldür (12).
etkilerini göstermektedir. Ayrıca kafein denince akla ilk olarak kahve gelmesine rağmen çay, yeşil çay, kakaolu içecekler, enerji içecekleri de diyetin kafein kaynağıdır (14).
Kahve ve Diterpenler İçeriği Kahveol ve kafestol bu grupta yer almaktadır. Bu iki molekülün etkisi daha çok kahvenin hazırlama yöntemine göre değişmektedir.
Kaynatılarak hazırlanan Türk kahvesinde ve french press kahve türlerinde diğer kahve türlerine göre yüksek konsantrasyonda bulunurlar. Bunun nedeninin su ve kahve etkileşiminin fazla olması olarak gösterilmektedir.
Filtre ve instant kahve türlerinde ise işleme sürecinde
uzaklaştırılmaktadır. Özellikle filtre kahvede kahveol ve
kafestolün filtre kağıdından çok az miktarda geçtiği belirtilmiştir (16).
Klorojenik asit, antioksidan ve antienflamatuar etkilerin yanı sıra (12) anti-diyabetik, anti-kanserojen ve anti-bakteriyel özellikleri ile sağlık üzerindeki olumlu etkilerini göstermektedir (13).
Diğer bir yandan, reaktif oksijen türleri ve inflamasyonun
kardiyovasküler hastalıklar, diyabet, kanser gibi kronik hastalıkların patogenezinde yer aldığı da bilinmektedir. Klorojenik asit, serbest radikalleri temizleyerek oksidatif stresle savaşabilen, metal şelatör görevi gören, lipit
peroksidasyonunu azaltır. Bu sayede plazmanın antioksidan kapasitesini arttırır (13).
Kahve ve Kafein İçeriği Kafein merkezi sinir sistemi uyarma, metabolizma ve solunum hızında artma, termojenik etki, diüretik etki ve kan basıncında akut yükselme olarak fizyolojik
KAYNAKLAR
1. Kaya, G., Toker, S. (2019), Kahve Tüketim Alışkanlıklarının İncelenmesi:
İstanbul Örneği, International Journal of Economics, Politics, Humanities &
Social Sciences, 2(3), 2636-8137.
2. International
Coffee Organization, Latest facts and figures about the global coffee trade from the International Coffee Organization, 2015.
3. Cagliani LR, Pellegrino G, Giugno G, Consonni R. 2013. Quantification of Coffea
arabica and Coffea canephora var. robusta in roasted and ground coffee blends.
Talanta 106:169–173.
4. A. Cano-Marquinaa, J.J. Tarínb, A.
Canoc, The impact of coffee on health, 2013, Maturitas, 75, 7–21.
5. Iziar A. Ludwig et. Al., Coffee:
biochemistry and potential impact on Health, Food Funct., 2014, 5, 1695–1717.
6. Parliament TH, Stahl HB. 2005. What makes the coffee smell so good? Chem Tech 25:38–47.
7. Saltan, F.Z, Kaya H. (2018), Kahve: Bir Farmakognozik Derleme, FABAD J.
Pharm. Sci., 43, 3, 279-289
8. Yüksel Z, Avcı E, Erdem YK. (2010), Characterization of binding interactions between green tea flavonoids and milk proteins. Food Chem 121:450–456.
9. Parras P, Martı´nez-Tome´ M, Jimenez AM, Murcia MA. (2007), Antioxidant capacity of coffees of several origins brewed following three different procedures. Food Chem 102:582–592.
10. J. Godos et al., 2014, Coffee components and cardiovascular risk:
beneficial
and detrimental effects, Food, Science and Nutrition, 65/8, 925-936.
11. Nkondjock, A. (2009). Coffee consumption and the risk of cancer: An overview. Cancer Letters, 277(2), 121–
125.12. George SE, Ramalakshmi K, Mohan Rao LJ (2008) A perception on health benefits of coffee. Crit Rev Food Sci Nutr 48(5):464–486.
Tablo 1: Kahve türlerinin kafein bileşimi (14,15)
"Kahve antioksidan özelliğiyle öne çıkan klorojenik asitten en zengin
kaynak
konumundadır.”
13. Tajik N, Tajik M, Mack I, Enck P, 2017, The potential efects of chlorogenic acid, the main phenolic components in cofee, on health: a comprehensive review of the literatüre, Eur J Nutr., 56:2215–
2244.
14. Nieber, K. (2017), The Impact of Coffee on Health, Planta Med, 83(16):
1256-1263
15. Diyetisyen Dünyası
16. Saniye Sözlü ve ark., 2017, Kahve Tüketimi ve Bazı Hastalıklarla İlişkisi, Sdü Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 8/2, 33- 39
17. Rodríguez-Artalejo, F., López- Garcíave, E. (2018), Coffee Consumption and Cardiovascular Disease: A Condensed Review of Epidemiological Evidence and Mechanisms, J. Agric. Food Chem., 66, 5257−5263.
18. van Dam RM, Feskens EJM. Coffee consumption and risk of type 2 diabetes mellitus. Lancet. 2002;360(9344): 1477–
1478.
19. Kempf K, Herder C, Erlund I, et al.
Effects of coffee consumption on subclinical inflammation and other risk factors for type 2 diabetes: a clinical trial. Am J Clin Nutr. 2010;91(4): 950–
957.20. Zhao Y, Wang J, Ballevre O, Luo H, Zhang W. 2012. Antihypertensive effects and mechanisms of chlorogenic acids.
Hypertens Res 35: 370–374.
21. Miners JO, McKinnon RA. 2000.
CYP1A. In: Levy RH, Thummel KE, Trager WF, Hansten PD, Eichelbaum ME, editors. Metabolic drug interactions. New York (NY): Lippincott Williams &
Wilkins. p 61–73.
22. Ong KW, Hsu A, Tan BK. 2013, Anti- diabetic and anti-lipidemic effects of chlorogenic acid are mediated by ampk activation. Biochem Pharmacol, 85, 1341–1351.
23. O’Keefe JH, Bhatti SK, Patil HR, DiNicolantonio JJ, Lucan SC, Lavie CJ.
Effects of habitual coffee consumption on cardiometabolic disease, cardiovascular health, and allcause mortality. J Am Coll Cardiol 2013; 62(12): 1043-51.
24. Narita Y, Inouye K. 2009. Kinetic analysis and mechanism on the inhibition of chlorogenic acid and its components against porcine pancreas alpha-amylase isozymes I and II. J Agric Food Chem 57:
9218–9225.
25. Adisakwattana S, Chantarasinlapin P, Thammarat H, Yibchok-Anun S. 2009. A series of cinnamic acid derivatives and their inhibitory activity on intestinal alpha-glucosidase. J Enzyme Inhib Med Chem 24:1194–1200.
26. European Food Safety Authority.
EFSA Panel on dietetic products, nutrition and allergies (NDA). Scientific opinion on the safety of caffeine. EFSA Journal 2015; 13: 4102–4107
Kahve ve Sağlık İlişkisi Kahvenin sağlık üzerindeki olumsuz etkileri kafein içeriğine bağlı olarak kan basıncındaki artış (17) ve diterpen içeriğine bağlı olarak da serum kolesterol seviyelerini yükseltmesiyle (10) ilişkilendirilmiştir. Ancak diterpenler üzerine yapılan çalışmalarda çakışan sonuçların varlığı nedeniyle daha çok araştırmaya ihtiyaç olduğu kaynaklarda belirtilmektedir (16).
Kahvenin sağlık üzerine olumlu etkileri insülin duyarlaştırıcı (18) ve antienflamatuar (19) ve
antioksidan etkilere sahip biyoaktif bileşikler içermesiyle (özellikle klorojenik asitler grubu)
ilişkilendirmektedir.
Görüş farklılıklarının oluşmasını çekirdek halden tüketime kadar olan kahve işleme süreçleri, kahvenin hazırlanma yöntemi, kahve çekirdeğinin türü ve kahve bileşikleri gibi faktörler
etkilemektedir (5).
Kahve tüketimi ve kardiyovasküler hastalıklar, hipertansiyon arasındaki ilişkiyi inceleyen çalışma sonuçları değerlendirildiğinde; 3 farklı hipotez kurulabilmektedir. İlki düzenli kahve tüketim alışkanlığı olan bireylerin kafeine karşı bir tolerans geliştirmiş ve kan basıncında ılımlı etkilere sahip olabileceğidir. İkinci olarak ise kahvenin içeriğindeki antioksidan aktivite gösteren fenolik bileşenler, minerallerlerin kafeinin pro- hipertansif etkisini
engelleyebileceği yönündedir (20).
Üçüncü olarak ise kafeine olan duyarlılığın bireyden bireye
değişebileceği yönündedir. Bireysel duyarlılık 5 farklı faktöre bağlıdır:
genetik polimorfizim, karaciğerde kafeinin metabolize olmasından
sorumlu CYP450 enzim sisteminin indüksiyon ve inhibisyonu, bireysel faktörler (vücut ağırlığı, cinsiyet, yaş vb.), karaciğer hastalığı varlığı ve kafeinin bağlandığı adenozin reseptör sayısı (21).
Kahve ve tip 2 diyabet arasındaki ilişki ise özellikle kahvenin içeriğindeki kafein ve klorojenik asit içeriğine dayandırılmaktadır.
Klorojenik asitin adenozin monofosfat aktive edici protein kinazı aktive ederek hücresel enerji dengesini düzenleyici, hepatik glukoz üretimini ve yağ asiti sentezini baskılayarak yararlı metabolik etkilere öncü olduğu raporlanmıştır (22). Ayrıca, klorojenik asit gibi kahvenin içerisindeki antioksidanların glukoz metabolizmasını ve insülin duyarlılığını
geliştirebileceği kabul edilmektedir (23). Diyabet oluşumunu
engelleyici olarak diğer bir mekanizma intestinal glikoz emilimini inhibe etmesi olarak görülmektedir. Bunu karbonhidrat sindiriminden sorumlu 2 anahtar enzim olan a-amilaz (24) ve a-glikosidaz (25) enzimlerini inhibe ederek yaptığı
raporlanmıştır.
Sonuç olarak; kahve tüketimi ve sağlık üzerindeki etkileri
değerlendirildiği takdirde EFSA(European Food Safety Authority)’nın önerisi olarak sağlıklı bireylerde günde 4 bardak ılımlı kahve tüketimi (diğer kafein kaynakları tüketilmeksizin,
yaklaşık 300- 400 mg kafein) yeterli ve dengeli bir diyetin parçası olabilir. Ancak gebeler için ise tüm kaymaklardan alınan kafein miktarı 200 mg olarak
sınırlandırılmalıdır (26).
Sürdürülebilir beslenme, artık günümüzde çok da uzak
olmadığımız bir kavram haline geldi. Mevcut beslenme biçimimiz, çeşitliliği zayıf, tarımsal yoğunluğu destekleyen ve teşvik eden, obezite salgınına karşı küresel bir eğilimi kötüleştiren yüksek enerjili besinlere dayandığı için sürdürülebilirliğe aykırı olarak ele alınmaktadır. Peki bu sürdürülebilirlik nedir? FAO; ‘sürdürülebilir beslenme, doğa ve insan kaynaklarını en iyi şekilde kullanırken, biyolojik çeşitliliğe ve ekosisteme karşı koruyucu ve saygılı, kültürel olarak kabul edilebilir, ulaşılabilir, ekonomik ve satın alınabilir, besinsel açıdan yeterli, güvenilir diyetlerdir’ şeklinde tanımlamaktadır. Yani beslenme aslında birçok yönden sağlığımızı etkilediği kadar tarımı, ekonomiyi, kültürü ve en önemlisi gelecek neslin şartlarını etkilemektedir. Bu yüzden sürdürülebilir
beslenmenin pek çok açıdan bir yaşam biçimi olarak benimsenmesi gerektiği ortadadır. Peki bu beslenme biçimini hayatımıza dahil etmek için neler yapmalıyız?
*Yeterli, dengeli ve çeşitli şekilde beslenmeli
*Hayvansal kaynaklı proteinlerin (yumurta, et, süt vb.) yerine bitkisel protein kaynaklarını tercih etmeli
* Özellikle en çok karbon ayak izine neden olan büyükbaş hayvan etini sınırlandırmalı
*Sürdürülebilir balıkçılık ile mevsiminde avlanmış balıkları tercih etmeli
*Günde en az 5 porsiyon sebze meyve tüketmeli
*Mevsiminde besin tüketmeli ve ithal besinlerden uzak durmalı
*Baklagillerin, tam tahılların tüketimini arttırmalı
* Fındık, ceviz veya badem gibi yağlı tohumlara beslenme de yer vermeli
*Yerel besinleri tüketmeye ve yerel üreticiden satın almaya özen göstermeli
* Satın aldığımız besinleri doğru koşullarda muhafaza etmeli ve israf etmemeli
*Poşet, plastik vb kullanımını azaltmalı geri dönüşüme izin veren ürünleri tercih etmeli
Sonuç olarak ‘sürdürülebilir beslenme’ konusunda daha fazla bilinçlenmeli ve bir adım da biz atarak sürdürülebilirliğe destek olmalıyız.
S Ü R D Ü R Ü L E B İL İR B E S L E N M E
Dyt. Büşra ÖZKANOĞLU
Bebeğin hem böbrek hem de gastrointestinal
fonksiyonları besinleri metabolize edebilecek olgunluğa 4. aydan sonra ulaşmaktadır.
İlk 6 ay sadece anne sütü bebeğin ihtiyaçlarını karşılamaktadır, tamamlayıcı besinlere 6. ayda başlanmalıdır. Ancak bazı bebekler 6. aydan önce tamamlayıcı besine ihtiyaç duyabilir. Bu durumda
doktor ve diyetisyen kontrolünde 4-6 ay arasında başlanabilmektedir. Tamamlayıcı besinlerle birlikte
anne sütü verilmeye devam edilmelidir!
TAMAMLAYICI BESLENMEYE GEÇİŞ DÖNEMİ
Stj. Dyt. Kübra KÜÇÜKÇERÇİ
İLK 6 AY SADECE
ANNE SÜTÜ
Anne sütü ile beslenen bebeklerde allerji ve kronik hastalık görülme riski daha azdır.
Solunum sistemi enfeksiyonları ve astım görülme riski daha azdır.
Anne sütü alan bebeklerde gastrointestinal enfeksiyonlar, menenjit, bakteriyemi
görülme riski daha azdır.
Anne sütü alan çocuklarda obezite riski daha düşüktür.
Anne sütü probiyotik özelliklerinden
dolayı bebeğinizi enfeksiyonlardan korur.
Anne sütü düşük sodyum ve protein içeriğiyle böbrekleri yormaz. İlk 6 ay bebeğin protein ihtiyacını karşılamak için tek başına yeterlidir.
Anne sütü; içeriğindeki proteinlerin vücut proteinlerine dönüşüm oranı %100 olan tek besindir.
Kaynak: Fewtrell et al. (2017). Complementary Feeding:
ESPGHAN. Journal of Pediatric Gastroenterology and Nutrition, 64(1), 119–132.
Anoreksiya Nervoza Bulimiya Nervoza
Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu Pika
Geri Çıkarıp Çiğneme (Ruminasyon) Kaçıngan/ Kısıtlayıcı Yeme Bozukluğu
Hayatta kalmak için en temel gereksinimlerimizden biri olan beslenme;
biyolojik, psikolojik ve toplumsal bileşenlerin bütününden oluşur. Bu faktörler insanların beslenme biçimlerinde değişikliklere sebep olmaktadır.
Günümüzde yeme bozuklukları en yaygın olan psikolojik rahatsızlıkların başında gelir. Yeme bozuklukları içerisinde anoraksiya nervoza, bulimiya nervoza ve son yıllarda tanımlanan tıkınırcasına yeme bozukluğu gibi psikiyatrik hastalıklar bulunmaktadır. Bu hastalıklar ruhsal kaynaklı olmasına rağmen bedensel belirtileri ön planda ciddi bir ruhsal problemdir.
İnsanların yeme bozuklukları geliştirmesi birçok nedenle bağlantılıdır. Aile içi şiddet, düşük benlik saygısı, duygu durum bozuklukları, madde
kullanımı, obezite, Obsesif-Kompulsif Bozukluk (OKB), depresyon, kötü olaylara maruz kalma gibi yaklaşımlarla açıklanmaktadır.
Amerikan Psikiyatri Birliği’nin 2014 yılında güncellenmiş DSM-V kriterleri olarak yayınlanan Psikiyatrik Hastalıklar Tanısal ve İstatiksel El Kitabı’nda “Beslenme ve Yeme Bozuklukları” son olarak aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
İlk olarak bu yazımızda beslenme ve yeme bozuklukları hastalıklarından anoreksiya nervozadan başlayarak nelerin bu hastalığa sebep olduğunu inceleyeceğiz. İlerleyen yazılarda diğer yeme bozukluklarından da bahsedeceğiz.
YEME BOZUKLUKLARI
A N O R E K S İ Y A N E R V O Z A
Aşırı derecede zayıf olmalarına karşın yine de aynada kendilerini aşırı şişman görürler. Kilo almaktan ve şişman olmaktan aşırı korkarlar. Bazen günde sadece bir elma veya sadece su ile beslenmelerini yaparlar çünkü aldıkları her kalorinin onları aşırı şişman yapacağı düşüncesine sahiptirler.
Eğer çevrenizde anoreksiyalı insanlar varsa onlara bir uzmana başvurması hakkında bilgilendirelim. Psiko destek ve doktor yardımı alan insanlar kendilerini daha iyi hissederler.
PSİKOLOĞUN KÖŞESİ
Uzm. Psk. Rabia
Betül KARAHAN
Aşırı zayıf olmalarına rağmen kilo almaktan aşırı derecede korkma, Vücut dış görünüşüne dair düşünce bozukluğu ve kendi düşüncesine tamamen bağlanma,
Normal kiloda kalmayı devamlı reddetmek, Kiloyu takıntı haline getirmek,
Kilo alımını engellemek için farklı birçok yola başvurmak (kusmak, idrar söktürücü kullanmak),
Zamanla birlikte adet görememe, Nefes almada zorlanma,
Kansızlık ve diğer sağlık sorunlarına neden olur.
http://www.psikiyatri.org.tr/halka-yonelik/32/yeme-bozukluklari https://nptipmerkezi.com/yeme-bozukluklari
Fairburn CG, Mphil DM, Cooper Z ve ark. (1999) Risk factors for anorexia nervosa:
Three integrated case-control comparison. Arch Gen Psychiatry, 56:468-476.
https://www.e-psikiyatri.com/her-yonuyle-anoreksiya-nervoza
Hastalığın bazı özellikleri şunlardır:
Anoreksiya nervozanın tedavisi çeşitli şekillerde yapılabilir. Öncelikli olarak bir doktora başvurulmalı ve bedenin genel özelliklerini içerecek olan chech-up yaptırılmalıdır. Doktorlar genel fiziksel eksiklikleri göz önüne alarak iyileşme sürecine büyük katkı sağlayabilir. Doktor bireyi mutlaka bir uzman psikiyatriste ve sağlıklı bir kilo alım süreci için diyetisyene yönlendirecektir. Böylelikle kişi hem psikolojik hem de fiziksel olarak daha sağlıklı bir bakış açısına ve görünüme sahip
olabilecektir. Hastalığın tedavisinin, ciddi ve uzun uğraşlar gerektiren bir süreç olduğu ve düzenli aralıklarla kontrollerin yapılması gerektiği unutulmamalıdır.
Yararlanılan Kaynaklar:
Dünya Sağlık Örgütü sınıflandırmasına göre;
İsraf edilen gıda, dünyada açlık çeken
868 milyon insanı doyurmaya yetecek
miktarın 4 katı.
Dünya'nın yıllık yiyecek üretiminin 3'te 1'i yani yılda 1,3
milyar ton gıda israf ediliyor.
Gıda israfı her yıl
yaydığı 3,3 milyon ton karbondioksit ile iklim
değişikliğine sebep olmakta.
İ S R A F
E T M E !
Canlıya, besine ne kadar saygı duyuyoruz? Bir yemeği atmadan önce onun nereden geldiğini ne kadar düşünüyoruz ya da düşünüyor muyuz? Dünya genelinde ortalama bir tabak yemek önümüze gelene kadar 1600 km yol yapıyor.
Dünya’nın yaklaşık %40’ı bizi doyurmak için kullanılıyor. Her gün 10 milyar insana yetecek kadar gıda üretiliyor.
Her 9 kişiden 1’i yaşamını sağlıkla sürdürebilmesi için gerekli olan besinlere ulaşamazken dünyanın yıllık yiyecek üretiminin üçte biri çöpe gidiyor yani her yıl 1,3 milyar ton gıda israf ediliyor. İsraf edilen gıda dünyada açlık çeken 868 milyon insanı doyurmaya yetecek miktarın 4 katı.
İsraf edilen gıdaların ekonomik değeri yaklaşık 1 trilyon dolar.
Eğer gıda israfı bir ülke olsaydı, bu ülke ABD ve Çin’den sonra dünyanın en çok karbondioksit üreten ülkesi olacaktı. Gıda israfı yaklaşık 3,3 milyar ton karbondioksit yaymakta ve bunun etkisi ile küresel iklim değişikliği hızlanmaktadır.
Bu süreçte bilinmesi gereken ve farkındalık oluşturması gereken konu, gelecek nesiller ve dünya için konunun ne derece önemli olduğuna dikkat çekmek olmalıdır.
Kaynak: Artık, N., Şireli, T., Türkyılmaz, M., 2016. Gıda israfı, açlık sorunu ve sürdürüleblilir gıda projeksiyonları.
Ankara Halk Ekmek ve Un Fabrikası A.Ş. Ekmek Dergisi, 111-125.
Dyt. Zeyneb YILDIRIM
NİSAN
Erik * Çilek * Çağla * Elma
MAYIS
Erik * Çilek * Çağla * Elma
* Böğürtlen
HAZİRAN
Çilek * Şeftali * Dut * Kayısı
* Kiraz * Yeni Dünya * Yeşil Erik * Ahududu
MEYVELER
NİSAN
Bakla * Bezelye * Biberiye
* Brokoli * Dereotu * Ebegümeci * Enginar * Havuç * Isırgan Otu * Ispanak * Kuşkonmaz * Limon * Marul * Pancar * Roka * Semizotu * Şalgam
* Taze Soğan * Tere * Nane * Maydanoz
MAYIS
Asma Yaprağı * Bakla * Barbunya * Bezelye * Biberiye * Deniz börülcesi * Domates * Taze Soğan * Nane *
Ebegümeci * Enginar * Hindiba * Marul
* Semizotu * Taze Soğan * Isırgan Otu * Roka * Kuşkonmaz * Madımak
HAZİRAN
Asma Yaprağı * Bakla * Bamya * Bezelye * Börülce * Biber (Çarliston ve Dolmalık) *
Dereotu * Domates * Enginar * Taze
Fasulye * Marul * Patates * Rezene * Taze Kabak * Salatalık * Semizotu * Taze Soğan
SEBZELER
DEPRESYON VE
İŞLENMİŞ ÜRÜNLER
nüfusunun % 4,4’ünün
depresyondan muzdarip olduğu, 2015 yılında depresif bozuklukların dünya genelinde 50 milyondan fazla insanı etkilediği tahmin edilmektedir. Depresyon ölüm riskini de etkilediği için büyük bir halk sağlığı sorunudur (2,3,4).
Birçoğumuz beslenme
yetersizlikleri ile fizyolojik hastalık arasındaki bağlantıyı kolayca anlayabilirken çok azımız beslenme ve zihinsel bozukluklar arasındaki bağlantının farkındadır. Birçok Asya ve Amerika ülkesinde genel popülasyonun diyeti çoğu besleyici maddeden, özellikle de temel vitamin, mineral ve omega-3 yağ asitlerinde genellikle eksiktir.
Zihinsel bozukluklardan muzdarip
Dyt. Aslıhan KOÇ
Depresyon günümüzde çok yaygın görülen zihinsel bozukluklardan biridir. Dünya Sağlık Örgütü depresyonu; en az iki hafta boyunca günlük aktiviteleri yapamamaya eşlik eden, kalıcı hüzün ve
normalde zevk aldığınız aktivitelere olan ilginin kaybı ile karakterize yaygın bir zihinsel bozukluk olarak tanımlamıştır (1). Depresyonun biyokimyasal bazlı ve duygusal köklü olduğu düşünülmektedir.
Depresyon dünya çapında 350 milyondan fazla insanı
etkilemektedir ve diğer ruh sağlığı problemleri ile birlikte, küresel engellilik için ana katkıyı oluşturmaktadır. Dünya
hastaların diyetlerinin önemli bir ortak özelliği de yine bu besin maddelerinden eksik olmalarıdır.
Diğer yandan depresif bireyler genelde kötü gıda seçimleri yaparak depresyona katkıda bulunabilecek yiyecekleri tüketirler. Sonuç olarak beslenme depresyonun oluşumunda olduğu kadar ciddiyeti ve süresinde de kilit bir rol oynayabilmektedir (4).
Depresyon-Diyet İlişkisi Birçok araştırma depresyon ve metabolik sendrom, obezite, tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar arasındaki ilişkiyi kuvvetle desteklemektedir. Yakın tarihli prospektif çalışmalar, yüksek fast-food tüketimi, unlu mamuller İşlenmiş Besin Tüketimi
Depresyonu Tetikler mi?
ortaya çıkmış olur. Son olarak, bitkisel yağlarda baskın olan omega-6 batı diyetinde, genellikle fast-food gibi ticari ürünlerde, tahılla beslenen hayvan ürünlerinde bolca bulunur. Omega-6
proinflamatuar serinin temel öncüsüdür. Periferik kandaki omega-6 ve omega-3 dengesizliği, majör depresyon patofizyolojisi ile ilişkili olan pro-inflamatuar sitokinlerin aşırı üretilmesine neden olabilir (4).
Bu konuda yapılmış en kapsamlı çalışmalardan biri olan Fransa'da yapılan Nutri Net Sante
çalışmasında beslenme önerilerini yansıtan birçok diyet indeksinin depresif semptomlar geliştirme riski ile ilişkisi gözlemlenmiştir.
Sosyodemografik veriler ve yaşam tarzı verileri için düzenlenen ana modelde, diyetteki ultra işlenmiş besin* yüzdesi ile depresif belirtilerin riski arasında güçlü ve doğrusal bir ilişki gözlenmiştir.
Diyetteki ultra işlenmiş besin yüzdesindeki % 10'luk artış,
depresif belirtilerdeki % 21 artış ile ilişkiliydi. Beslenme düzenleri ve diyetle alınan besin ögeleri için (karbonhidratlar, lipitler ve sodyum), hastalık durumları veya CDS skoru için daha fazla
düzeltme yapıldığında bile ilişki büyük ölçüde değişmedi.
Takip sırasında antidepresanların kullanımı ve CES-D skorunun temel değerinin hesaplanmasından sonra ilişki zayıfladı ancak yinede önemli kaldı. Ultra işlenmiş besin tüketimi ve depresyon arasındaki bağlantı kısmen işlenme sırasında kullanılan veya üretilen bazı besin olmayan bileşenlerin etkisiyle açıklanabilir. Ultra işlenmiş besinlerin içeriğindeki katkı
maddeleri (özellikle emülgatörler), ve tatlılar gibi 'işlenmiş bir gıda
modelinin' daha yüksek bir
depresyon riski ile ilişkili olduğunu göstermiştir (3,4).
Fast-food ve unlu mamüllerdeki trans yağ asitlerin yüksek içeriği, bu diyet modellerinin potansiyel olumsuz etkilerinin temel sebebidir.
Trans yağ asitleri LDL- kolesterolün artması, HDL- kolesterolün azalması, pro-
enflamatuar değişiklikler ve endotel disfonksiyonu ile ilişkilidir. Bu olumsuz biyolojik değişiklikler, depresyon üzerinde olası zararlı etkilere katkıda bulunabilir. Ayrıca 'işlenmiş gıda diyeti', tipik olarak yüksek bir serbest radikal üretimi ve pro-inflamatuar durumların yanı sıra bağırsak geçirgenliğine sebep olabilir . Bunlara ek olarak doymuş yağ asitleri veya toplam yağ bakımından zengin diyetler zayıf bilişsel yetenek ile de ilişkilidir.
Yeni bir ön-klinik çalışma, şeker ve yağ açısından zengin bir diyet ile ağırlık değişikliklerinden bağımsız hipokampal inflamasyonda bir artışla ilişkili olduğu, hipokampusa bağlı bellek bozukluğu ve oksidatif stresle sonuçlandığını gösterdi (4).
Depresyon kronik düşük dereceli bir enflamatuar yanıtla
ilişkilendirilirken, daha yüksek seviyelerde sistemik inflamasyon depresyon riskini artırabilir. Batı diyet modelinin güçlü bir
inflamasyon kaynağı ve daha yüksek CRP seviyeleri ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Ek olarak, 'Batı' diyeti yüksek glisemik indeksli gıdalar ve yüksek glisemik yüklü besinler içerir. Yüksek glisemik indeksli gıdalar metabolik bozukluklarla ve oksidatif stresin artmasıyla ilişkilidir. Bunlar DNA hasarı ve telomer kısalmasına sebep olur, sonuçta majör depresyon