• Sonuç bulunamadı

KOMÜNİST PARTİ MANİFESTOSU

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KOMÜNİST PARTİ MANİFESTOSU"

Copied!
28
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KOMÜNİST PARTİ MANİFESTOSU

Karl MARX Friedrich ENGELS

Türkçesi:

Sinan Jabban

(2)

Elinizdeki Komünist Parti Manifestosu Karl Marx & Friedrich Engels, Werke, Cilt 4, sf:

459-493; Dietz Verlag Berlin, 1974 esas alınarak ve bugüne dek Türkçeye yapılan diğer Manifesto çevirileriyle karşılaştırılarak Almanca aslından çevrilmiştir. Metne internetten ulaşmak için: http://www.marxists.org/deutsch/archiv/marx-engels/1848/manifest/ index.

htm

Önsözler için (İngilizce): http://www.marxists.org/archive/marx/works/1848/communist- manifesto/preface.htm#a1

Patikakitap: 01

Kuram: 01

Komünist Parti Manifestosu Özgün Adı:

Manifest der Kommunistischen Partei Birinci Basım: 2013

Türkçesi:

Sinan Jabban Baskı Öncesi Hazırlık

Patikakitap ISBN: 978-605-63617-1-5

Sertifika no:

26829 Baskı:

Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.

Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No.: 244 Topkapı/İstanbul Tel.: 0212 612 31 85

Sertifika No.: 12156 Patikakitap

Osmanağa mah. Serasker Cad.

Erol Apt. No:39 Kat:3 Kadıköy-İstanbul Tel: 0216 337 75 04

e-posta:info@patikakitap.com.tr www.patikakitap.com.tr

(3)

KOMÜNİST PARTİ MANİFESTOSU

Karl MARX Friedrich ENGELS

Türkçesi:

Sinan Jabban

(4)
(5)

İÇİNDEKİLER

1872 Tarihli Almanca Basımına Önsöz ...7

1882 Tarihli Rusça Basımına Önsöz...9

1883 Tarihli Almanca Basımına Önsöz ...11

1888 Tarihli İngilizce Basımına Önsöz ...13

1890 Tarihli Almanca Basımına Önsöz ...19

1892 Tarihli Lehçe Basımına Önsöz ...25

1893 Tarihli İtalyanca Basımına Önsöz ...27

KOMÜNİST PARTİ MANİFESTOSU...29

I

BURJUVALAR VE PROLETERLER...31

II

PROLETERLER VE KOMÜNİSTLER...49

III

SOSYALİST VE KOMÜNİST YAZIN 1. Gerici Sosyalizm ...61

a) Feodal Sosyalizm...61

b) Küçük Burjuva Sosyalizmi...64

c) Alman Sosyalizmi ya da “Gerçek Sosyalizm”...66

2. Muhafazakâr Sosyalizm ya da Burjuva Sosyalizmi...69

3. Eleştirel-Ütopyacı Sosyalizm ve Komünizm...71

IV

KOMÜNİSTLERİN ÇEŞİTLİ MUHALEFET PARTİLERİNE GÖRE KONUMU...77

(6)
(7)

1872 Tarihli Almanca Basımına Önsöz

Uluslararası bir işçi örgütü olan ve o dönemin koşulları al- tında zorunlu olarak gizli faaliyet yürüten Komünistler Birliği, 1847 senesinde Londra’da gerçekleştirilen kongresinde aşağıda imzası bulunan bizleri, partinin detaylı bir teorik ve pratik programını kaleme almakla görevlendirdi. Elyazmaları 1848 Şubat Devrimi’nden birkaç hafta önce basım amacıyla Londra’ya ulaştırılan elinizdeki Manifesto, işte böyle oluşturuldu. İlkin Almanca basılan metnin, yine bu dilde Almanya’da, İngiltere’de ve Amerika’da en az on iki ayrı basımı yapıldı. İngilizcesi 1850 senesinde Londra’da, Bayan Helen Macfarlane’in çevirisiyle, Red Republicandergisinde yayımlandı. 1871’de de ABD’de üç ayrı çevirisi yapıldı. Fransızcası, 1848 Haziran Ayaklanma- sı’ndan kısa bir süre önce Paris’te, yakın zamanda da New York’taki Le Socialisteisimli dergide yayımlandı. Yeni bir çeviri de hazırlık aşamasında. İlk baskısını Almanya’da yapan Lehçe Manifesto, kısa süre sonra Londra’da da çıktı. 1860’larda Ce- nevre’de Rusça bir çevirisi yayımlanmıştı. Hazırlanışından kısa bir süre sonra Dancaya çevrildi.

Geçtiğimiz 25 sene içerisinde pek çok şey değişikliğe uğra- mışsa da, Manifesto’da ortaya konan genel ilkeler bugün de doğruluklarını koruyorlar. Belki, şurada ya da burada kimi ay- rıntılar düzeltilebilir. Manifesto’nun sayfalarında da belirtildiği üzere, bu ilkelerin pratiğe geçirilmesi her zaman ve her yerde, mevcut tarihsel koşullara bağlıdır. Bu yüzden de II. Bölüm’ün sonundaki devrimci önlemlere özel bir ağırlık vermenin lüzumu yoktur. Şayet bugün kaleme alınmış olsaydı, bahsi geçen bölüm

(8)

pek çok yönüyle farklı olurdu. 1848’den bu yana modern sa- nayinin gösterdiği muazzam ilerleme ve bununla birlikte işçi sınıfının parti örgütlenmesinin gelişimi göz önünde bulundu- rulacak olursa; Şubat Devrimi’nden ve daha da önemlisi pro- letaryanın tarihte ilk kez, iki koca ay boyunca, siyasi iktidarı elinde bulundurduğu Paris Komünü’nden edinilen pratik de- neyimler göz önünde bulundurulacak olursa, bu programın kimi ayrıntılarının eskimiş olduğu söylenebilir. Komün dene- yimi, “işçi sınıfının hâlihazırda bulunan devlet aygıtını ele ge- çirerek onu kendi amaçları doğrultusunda kullanmasının müm- kün olmadığını” kanıtlamıştır [Bu meselenin daha detaylıca irdelenişi için 1871 tarihli “Fransa’da İç Savaş: Enternasyonal İşçi Örgütü Genel Kurulu’nun Açıklaması”na bakınız]. Dahası, 1847’den sonrasını kapsamıyor oluşundan ötürü, sosyalist ya- zının eleştirisi de yetersiz kalmaktadır. Komünistlerin çeşitli muhalefet partilerine göre konumlanışlarına dair görüşler ise (bkz. IV. bölüm), ilkesel açıdan doğru olmakla birlikte, siyasi durum büsbütün değiştiği ve tarihin gelişimi orada bahsi geçen partilerin hatırı sayılır bir kısmını yeryüzünden süpürüp attığı için pratik açıdan eskimiştir.

Yine de, Manifesto değiştirmeye artık hakkımızın bulun- madığı tarihsel bir belge niteliğini almıştır. Belki ileriki bir ba- sımına 1847 ile günümüz arasında bulunan boşluğu dolduran bir giriş bölümü eklenebilir; ama bu baskı öylesine beklenme- dikti ki, böyle bir çalışma yapmaya fırsatımız olmadı.

Karl Marx & Friedrich Engels 24 Haziran 1872, Londra

(9)

1882 Tarihli Rusça Basımına Önsöz

Komünist Parti Manifestosu’nun ilk Rusça baskısı Mikhail Bakunin tarafından çevrilmiş ve 1860’ların başında Kolokol’un basımevinden çıkmıştı. O zamanlar Batı, Manifesto’nun Rusça baskısını sadece edebi bir ilginçlik olarak görüyordu; ama böy- lesi bir anlayışı sürdürmek günümüzde mümkün değildir.

Metnin, Komünistlerin çeşitli muhalefet partileri ile olan ilişkilerinin ele alındığı son bölümünde proleter hareketin o dönemde (Aralık 1847) ne denli sınırlı bir alanı kapsadığı açıkça gözler önüne serilmektedir. Bu bölümde Rusya ve ABD’ye değinilmemiştir bile. O zamanlar Rusya, tüm Avrupa gericili- ğinin son büyük yedek gücünü teşkil ediyordu. ABD ise göç yoluyla Avrupa’daki proleter fazlalığını emiyordu. Her iki ülke de Avrupa’ya hammadde sağlıyordu ve oranın ürünlerinin sü- rüme sokulduğu birer pazardı. Bu yüzden bu ülkeler -öyle ya da böyle- Avrupa’da mevcut olan düzenin dayanaklarıydı.

Bugünse koşullar nasıl da farklı! Kuzey Amerika, tam da Avrupa’dan gelen göçler sebebiyle, bugün rekabeti ile Avru- pa’daki –gerek büyük gerekse küçük çaplı- toprak mülkiyetini temellerinden sarsan devasa bir tarımsal üretim gücü edinmiştir.

Aynı zamanda, bu göçler sayesinde ABD, muazzam sınaî kay- naklarını kısa sürede Batı Avrupa’nın, özellikle de İngiltere’nin, şimdiye dek sanayi üzerinde var olmuş olan tekelini kıracak güç ve çapta değerlendirmeyi başarmıştır. Bu iki durumun da Amerika üzerinde devrimci etkileri vardır. Ülkedeki siyasi ya- pının temeli olan küçük ve orta çaplı toprak sahiplerinin mül- kiyeti, dev çiftliklerle girilen rekabeti artık kaldıramıyor; bir

(10)

yandan da sanayi bölgelerinde kitlesel bir sanayi proletaryası oluşuyor ve sermaye olağanüstü bir biçimde yoğunlaşıyor.

Gelelim Rusya’ya! 1848-49 Devrimleri esnasında Avrupalı prensler kadar Avrupa burjuvazisi de uyanışa geçen proletaryaya karşı yegâne kurtuluşun Rus müdahalesi olduğunu düşünü- yordu. Çar, Avrupa gericiliğinin başı ilân edilmişti. Bugünse Çar Gaçina’da1devrimin bir savaş esiridir, Rusya ise Avrupa’daki devrimci faaliyetlerin öncüsüdür.

Komünist Manifesto’nun amacı, modern burjuva mülkiye- tinin kaçınılmaz ve yaklaşmakta olan çözülüşünü duyurmaktı.

Oysa Rusya’ya baktığımızda, hızla gelişmekte olan kapitalist vurgunculuğun ve yeni yeni gelişmekte olan burjuva mülkiye- tinin karşısında toprağın yarısından fazlasının köylülerin ortak mülkiyetinde olduğunu görüyoruz. Şimdi önümüzdeki soru şudur: Her ne kadar büyük ölçüde zayıflatılmışsa da, ilkel bir toprak mülkiyeti biçimi olan Rus obşçina’sından2, daha ileri bir biçim olan komünist ortak mülkiyete doğrudan bir geçiş mümkün müdür? Yoksa bu yapı da Batı’nın tarihsel evrim sü- recinde görülen çözülüş aşamasından geçmek zorunda mıdır?

Bugün bu soruya verilebilecek tek cevap şudur: Eğer Rus Devrimi, batıdaki proleter devrimin işareti olur da, bu iki dev- rim birbirini tamamlayacak şekilde gelişirse, Rusya’daki mevcut ortak toprak mülkiyeti komünist gelişime hizmet edecek bir başlangıç noktası olabilir.

Karl Marx & Friedrich Engels 21 Ocak 1882, Londra.

1 Mart 1881’de Rus Çarı II. Alexander, Narodnaya Volya (Halkın

İradesi) adlı örgüt tarafından öldürülmüştü. Halefi III. Alexander benzer bir akıbetten korktuğu için Gaçina’dan dışarı çıkmıyordu.

2 O dönem Rusya’daki köy topluluklarına verilen isim.

(11)

1883 Tarihli Almanca Basımına Önsöz

Ne yazık ki, bu basımın önsözünü tek başıma imzalamak durumundayım. Avrupa ve Amerika işçi sınıfının başka her- hangi bir kimseye olduğundan fazlasını borçlu olduğu Marx, Highgate Mezarlığı’nda yatıyor ve mezarının üzerinde ilk otlar bitmeye başladı. Onun 14 Mart 1883 tarihindeki ölümünden sonra, Manifesto’yu yeniden gözden geçirmek ya da metne ek- lemeler yapmak düşünülemez bile. Ama şunu açıkça belirtmeyi zorunlu görüyorum:

Manifesto boyunca ele alınan temel düşünce, tarihin her evresinde iktisadi üretimin ve bunlardan zorunlu olarak doğan toplumsal yapının, o devrin siyasi ve düşünsel tarihinin zeminini teşkil ettiği; bunun bir sonucu olarak (ilkel komünal toprak mülkiyetinin çözülüşünden bu yana), tüm tarihin sınıf müca- delelerinin, yani toplumsal evrimin çeşitli aşamalarında sömüren ile sömürülen, egemen ile ezilen sınıfların arasındaki mücade- lenin tarihi olduğu; ama bu mücadelenin artık sömürülen ve ezilen sınıfın -proletaryanın- toplumun tamamını sömürüden, baskıdan ve sınıf mücadelelerinden kurtarmaksızın sömüren ve ezen sınıftan -burjuvaziden– kendisini kurtarmasının müm- kün olmadığı bir aşamaya vardığı yönündedir. Bu temel dü- şünce tamamıyla ve sadece Marx’a aittir3.

3 İngilizce çevirinin önsözünde şöyle yazmıştım: “Darwin’in teorisi

biyolojiyi nasıl etkilemişse, bu önerme de tarihi benzer şekilde etkileyecektir. 1845 öncesinde ikimiz de bu noktaya adım adım

(12)

Bunu pek çok kez dillendirdim; ama şimdi bu açıklamanın Manifesto’da da yer alması gerekli hale gelmiştir.

Friedrich Engels

28 Haziran 1883, Londra.

yaklaşıyorduk. Kendi başıma buna ne ölçüde yaklaştığımı “İn- giltere’de İşçi Sınıfının Durumu” adlı metnimde görmek mümkündür; ama 1845 baharında Brüksel’de Marx’la tanıştığımda, o bu önermeyi olgunlaştırmıştı ve bana neredeyse burada ifade et- tiğim kadar açık bir şekilde sunmuştu.” [Engels’in 1890 tarihli Al- manca basıma notu].

(13)

1888 Tarihli İngilizce Basımına Önsöz

Manifesto, ilkin sadece Almanlardan oluşan ama daha sonra uluslararası bir nitelik kazanan ve 1848 öncesi Kıta Avrupa’sının siyasi ortamında zorunluluk gereği faaliyetlerini gizli yürüten Komünistler Birliği’nin programı olarak yayımlanmıştı. Birliğin 1847 Kasımında gerçekleştirilen kongresinde Marx ve Engels bütünlüklü, teorik ve pratik bir parti programını kaleme almakla görevlendirilmişlerdi. Ocak 1848’de Almanca kaleme alınan Manifesto’nun elyazması, Fransa’daki 24 Şubat Devrimi’nden birkaç hafta önce Londra’da basımevine gönderilmişti. Fransızca çevirisi Haziran 1848’deki ayaklanmaların kısa süre evvelinde Paris’te basılmıştı. Bayan Helen Macfarlene’e ait ilk İngilizce çeviri ise 1850 senesinde Londra’da, George Julian Harney’in Red Republican’ında çıkmıştı. Ayrıca Danca ve Lehçe baskıları da yapılmıştı.

Proletarya ile burjuvazi arasındaki ilk büyük muharebe olan 1848 Paris Haziran Ayaklanması’nın yenilgisi ile birlikte, Avrupa işçi sınıfının siyasi ve toplumsal özlemleri bir kez daha geri plana itilmişti. Ondan sonra, tıpkı Şubat Devrimi’nden önce olduğu üzere, egemenlik mücadelesi sadece mülk sahibi sınıfın farklı kesimleri arasında gelişti; işçi sınıfı ise siyaset sahnesinde kendisine bir alan açabilmek için mücadele vermek durumunda kaldı ve orta-sınıf radikallerin aşırı kanadı konumuna indir- gendi. Bağımsız proleter hareketler, yaşam belirtileri göster- dikleri her yerde acımasızca bastırılıyorlardı. Bu kapsamda, Prusya polisi Komünistler Birliği’nin o zamanlar Köln’de bu- lunan Merkez Komitesi’nin izini sürdü. Üyeler tutuklandılar

(14)

ve 18 ay hapis yattıktan sonra Ekim 1852’de mahkeme karşısına çıkarıldılar. Bu ünlü “Köln Komünist Davası” 4 Ekim’den 12 Kasım’a dek sürdü. Yargılananlardan yedisi üç ilâ altı yıl arası kalebentlik cezalarına çarptırıldılar. Kararın hemen ertesinde birlik, kalan üyeler tarafından resmi olarak dağıtıldı. Manifesto ise unutulmaya yüz tutmuş görünüyordu.

Avrupalı işçiler egemen sınıflara bir kez daha saldırmak için gerekli gücü topladıklarında, Enternasyonal İşçi Örgütü tarih sahnesindeki yerini aldı; ama Avrupa ve Amerika’nın tüm mi- litan proleterlerini tek bir çatı altında birleştirme amacıyla oluş- turulan bu örgüt, Manifesto’da ortaya konan ilkeleri benimse- diğini bir anda ilân edemezdi. Enternasyonal’in programı, İngiliz sendikacılarına, Fransa, Belçika, İtalya ve İspanya’daki Proud- honculara ve Almanya’daki Lassalle yandaşlarına kendisini ka- bul ettirecek kadar geniş olmalıydı4. Bütün partilerin kabulünü gören bir program oluşturan Marx, birleşik eylemlerin ve kar- şılıklı tartışmaların sonucunda işçi sınıfının geçireceği düşünsel gelişime sonsuz güven duyuyordu. Sermayeye karşı verilen mücadelede baş gösteren olaylar ve iniş çıkışlar, zaferlerden ziyade yenilgiler, insanların kafalarındaki her derde deva for- müllerin geçersizliğini ister istemez ortaya koyacak ve işçi sı- nıfının kurtuluşu için gereken gerçek koşulların daha bütün- lüklü bir biçimde kavranmalarına olanak tanıyacaktı. Marx haklı çıktı. Enternasyonal 1874’te dağıldığında, işçiler 1864’teki işçiler değillerdi. Fransa’da Proudhonculuk, Almanya’da ise Lassallecılık hızla güç kaybediyordu. Muhafazakâr İngiliz işçi sendikaları bile - her ne kadar çoğu yıllar önce Enternasyonal

4 Lasalle bizlere kendisini Marx’ın bir öğrencisi olarak gördüğünü,

dolayısıyla Manifesto’yu savunduğunu söylemiştir her zaman;

ama 1862-1864 yılları arasında yürüttüğü ajitasyon çalış- malarında devlet destekli kooperatif atölyeler talep etmekten öteye gitmemişti [Engels’in önsöze notu].

(15)

ile bağlarını koparmışsa da - öyle bir noktaya evrilmişlerdi ki, geçtiğimiz sene Swanwsea’de başkanları W. Bevan “Kıta Avru- pası sosyalizminin artık kendilerini korkutmadığını” dile geti- rebiliyordu. Gerçek şudur ki: Manifesto’nun ilkeleri bütün ül- kelerin işçileri arasında ciddi şekilde yaygınlaşmıştır.

Böylelikle Manifesto bir kez daha ön plana çıkmış oldu.

1850’den bu yana Almanca metin İsviçre’de, İngiltere’de ve Amerika’da birkaç kez yeniden basılmıştır. 1872’de New York’ta İngilizceye çevrilmiş ve Woodhull and Claflin’s Weekly’de çık- mıştı. Bu İngilizce çeviriden yola çıkarak New York’taki Le So- cialiste tarafından bir de Fransızca çevirisi yapılmıştı. O za- mandan beri, az ya da çok çarpıtılmış şekilde, en az iki kez daha İngilizceye çevrildi ve Amerika’da yayımlandı. Bunlardan biri de İngiltere’de yeniden basıldı. Bakunin tarafından yapılan ilk Rusça çeviri, 1863’te Herzen’in Cenevre’deki Kolokol ba- sımevinden çıkmıştı. Yiğit Vera Zasuliç tarafından yapılan bir diğer Rusça çevirisi ise, 1882’de, yine Cenevre’de yayımlanmıştı.

1885’te Kopenhag’daki Socialdemokratisk Bibliothektarafından Danca çevirisi yayımlandı, aynı yıl Paris’te Le Socialistetara- fından bir kez daha Fransızcaya çevrildi. Bu Fransızca bası- mından yapılan İspanyolca çeviri 1886 senesinde Madrid’de basıldı. Bana anlatılana göre bundan birkaç ay evvel İstanbul’da basılması planlanan Ermenice çevirisi ise, yayıncı Marx’ın ismini taşıyan bir kitabı basmaktan korktuğu ve çevirmen de yapıtın kendi adıyla yayınlanmasını reddettiği için günışığına çıkamadı.

Başka dillere yapılan çeviriler olduğunu işittim; ama bunları görebilmiş değilim. Böylece, Manifesto’nun tarihinin modern işçi sınıfı hareketinin tarihini yansıttığı görülmektedir. Şüphesiz, bu metin şu anda sosyalist yazının en yaygın, en enternasyonal ürünüdür, Sibirya’dan Kaliforniya’ya milyonlarca emekçinin benimsediği ortak programdır.

Ne var ki, yazıldığı dönemde, bu metne “Sosyalist Mani- festo” ismini koyamazdık. 1847 senesinde sosyalist denildi-

(16)

ğinde, ya İngiltere’deki Owenciler ve Fransa’daki Fourierciler gibi, basit birer tarikat derekesine indirgenmiş, yok olmaya yüz tutmuş çeşitli ütopyacı sistemlerin destekçileri ya da sermayeye ve kâra dokunmaksızın, her türden toplumsal sorunu üstün- körü yöntemlerle onarma iddiasını taşıyan muhtelif toplumsal düzenbazlar geliyordu akla. Her iki durumda da bunlar işçi sınıfı hareketinin dışında bulunan ve destek için “okumuş” sı- nıflara yüzünü dönen insanlardı. İşçi sınıfının, siyasi alt üst oluşların tek başlarına yetersiz olduklarını düşünen ve toplu- mun baştan aşağı dönüştürülmesi gerektiğini savunan kesimleri ise kendilerine komünist diyorlardı. Bahsi geçen, kaba, yon- tulmamış ve salt içgüdülere dayalı bir komünizm olmasına rağmen, meselenin özüne değiyordu ve Fransa’da Cabet’nin, Almanya’da ise Weitling’in ütopyacı komünizmini var edecek kadar kuvvetliydi işçi sınıfı arasında. Yani, 1847’de sosyalizm bir orta-sınıf hareketi iken, komünizm bir işçi sınıfı hareketi idi. Kıta Avrupası’nda sosyalizm “saygın” bir dünya görüşüydü, komünizmse bunun tam tersiydi. Biz baştan beridir “işçi sını- fının kurtuluşu kendi eseri olmak zorundadır” şeklinde bir anlayışa sahip olduğumuzdan, benimsememiz gereken isim açıktı. Dahası, biz o zamandan beri bu ismi reddetmeyi bir kez olsun düşünmüş değiliz.

Manifesto ortak çalışmamız olmasına rağmen, metnin çe- kirdeğini oluşturan temel önermenin Marx’a ait olduğunu be- lirtmeyi yükümlülüğüm bilirim. O önerme şudur: tarihin her evresinde iktisadi üretim ve değişim ilişkileri ve bunlardan zo- runlu olarak doğan toplumsal yapı, o devrin siyasi ve düşünsel tarihinin zeminini teşkil etmektedir ve o çağın siyasi ve düşünsel tarihi de ancak bu zemin aracılığıyla anlaşılabilir; dolayısıyla, bütün insanlık tarihi (ilkel kabile toplumunun ve ortak toprak mülkiyetinin çözülüşünden bu yana), sınıf mücadelelerinin, yani sömüren ile sömürülen, egemen ile ezilen sınıfların ara- sındaki çekişmelerin tarihidir; ama bu mücadeleler tarihi, türlü

(17)

evrimsel süreçlerden geçerek, artık sömürülen ve ezilen sınıfın -proletaryanın- toplumun tamamını her türlü sömürüden, baskıdan, sınıfsal farklılıktan ve sınıf mücadelesinden nihai olarak kurtarmaksızın, sömüren ve ezen sınıftan -burjuvazi- den– kendisini kurtarmasının mümkün olmadığı bir aşamaya varmıştır.

Darwin’in teorisi biyolojiyi nasıl etkilemişse, bu önerme de tarihi benzer şekilde etkileyecektir. 1845 öncesinde ikimiz de bu noktaya adım adım yaklaşıyorduk. Kendi başıma buna ne ölçüde yaklaştığımı “İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu” adlı metnimde görmek mümkündür; ama 1845 baharında Brük- sel’de Marx’la tanıştığımda, o bu önermeyi olgunlaştırmıştı ve bana neredeyse burada ifade ettiğim kadar açık bir şekilde sun- muştu.

1872 tarihli Almanca basıma ortak kaleme aldığımız ön- sözden aşağıdaki parçayı alıntılıyorum:

“Geçtiğimiz 25 sene içerisinde pek çok şey değişikliğe uğ- ramışsa da, Manifesto’da ortaya konan genel ilkeler bugün de doğruluklarını koruyorlar. Belki, şurada ya da burada kimi ay- rıntılar düzeltilebilir. Manifesto’nun sayfalarında da belirtildiği üzere, bu ilkelerin pratiğe geçirilmesi her zaman ve her yerde, mevcut tarihsel koşullara bağlıdır. Bu yüzden de II. Bölüm’ün sonundaki devrimci önlemlere özel bir ağırlık vermenin lüzumu yoktur. Şayet bugün kaleme alınmış olsaydı, bahsi geçen bölüm pek çok yönüyle farklı olurdu. 1848’den bu yana modern sa- nayinin gösterdiği muazzam ilerleme ve bununla birlikte işçi sınıfının parti örgütlenmesinin gelişimi göz önünde bulundu- rulacak olursa; Şubat Devrimi’nden ve daha da önemlisi pro- letaryanın tarihte ilk kez, iki koca ay boyunca, siyasi iktidarı elinde bulundurduğu Paris Komünü’nden edinilen pratik de- neyimler göz önünde bulundurulacak olursa, bu programın kimi ayrıntılarının eskimiş olduğu söylenebilir. Komün dene- yimi, “işçi sınıfının hâlihazırda bulunan devlet aygıtını ele ge-

(18)

çirerek onu kendi amaçları doğrultusunda kullanmasının müm- kün olmadığını” kanıtlamıştır [Bu meselenin daha detaylıca ir- delenişi için 1871 tarihli “Fransa’da İç Savaş: Enternasyonal İşçi Örgütü Genel Kurulu’nun Açıklaması”na bakınız]. Dahası, 1847’den sonrasını kapsamıyor oluşundan ötürü, sosyalist ya- zının eleştirisi de yetersiz kalmaktadır. Komünistlerin çeşitli muhalefet partilerine göre konumlanışlarına dair görüşler ise (bkz. IV. bölüm), ilkesel açıdan doğru olmakla birlikte, siyasi durum büsbütün değiştiği ve tarihin gelişimi orada bahsi geçen partilerin hatırı sayılır bir kısmını yeryüzünden süpürüp attığı için pratik açıdan eskimiştir.

Yine de, Manifesto değiştirmeye artık hakkımızın bulun- madığı tarihsel bir belge niteliğini almıştır.”

Elinizdeki çeviri, Marx’ın Kapital’inin hatırı sayılır bir kısmını çeviren Bay Samuel Moore’a aittir. Beraber üzerinden geçtik, ben tarihsel atıfları izah eden kimi notlar ekledim.

Friedrich Engels 30 Ocak 1888, Londra.

(19)

1890 Tarihli Almanca Basımına Önsöz

Yukarıdaki önsözün yazılışından bu yana5 Manifesto’nun başından - burada da bahsedilmesi gereken - pek çok şey geç- tiği için yeni bir Almanca basımı zorunlu hale gelmiştir.

1882’de Cenevre’de Vera Zasuliç’in6 çevirdiği, önsözünü Marx’la birlikte kaleme aldığımız, ikinci bir Rusça basımı çıktı.

Ne yazık ki, orijinal Almanca metin kaybolduğu için, metne çok bir şey kazandırmayacağını bilsem de, Rusçadan bir kez daha çevirdim. Önsöz şöyle:

“Komünist Parti Manifestosu’nun ilk Rusça baskısı, Mikhail Bakunin’in çevirisiyle, 1860’ların başında Kolokol’un basım- evinden çıkmıştı. O zamanlar Batı, Manifesto’nun Rusça bas- kısını sadece edebi bir ilginçlik olarak değerlendiriyordu; ama böylesi bir anlayışı sürdürmek günümüzde mümkün değildir.

Metnin, Komünistlerin çeşitli muhalefet partileri ile olan ilişkilerinin ele alındığı, son bölümünde proleter hareketin o dönemde (Aralık 1847) ne denli sınırlı bir alanı kapsadığı açıkça gözler önüne serilmektedir. Bu bölümde Rusya ve ABD’ye de- ğinilmemiştir bile. O zamanlar Rusya, tüm Avrupa gericiliğinin son büyük yedek gücünü teşkil ediyordu. ABD ise göç yoluyla Avrupa’daki proleter fazlalığını emiyordu. Her iki ülke de Av- rupa’ya hammadde sağlıyordu ve oranın ürünlerinin sürüme

5 Kastedilen “1883 Tarihli Almanca Basımına Önsöz”dür.

6 Metni çevirenin Vera Zasuliç değil, Georgi Plekhanov olduğunu

Engels daha sonradan öğrenmiştir.

(20)

sokulduğu birer pazardı. Bu yüzden bu ülkeler, öyle ya da böyle, Avrupa’da mevcut olan düzenin dayanaklarıydı.

Bugünse koşullar nasıl da farklı! Kuzey Amerika, tam da Avrupa’dan gelen göçler sebebiyle, bugün rekabeti ile Avru- pa’daki –gerek büyük gerekse küçük çaplı- toprak mülkiyetini temellerinden sarsan devasa bir tarımsal üretim gücü edin- miştir. Aynı zamanda, bu göçler sayesinde ABD, muazzam sınaî kaynaklarını kısa sürede Batı Avrupa’nın, özellikle de İngiltere’nin, şimdiye dek sanayi üzerinde var olmuş olan te- kelini kıracak güç ve çapta değerlendirmeyi başarmıştır. Bu iki durumun da Amerika üzerinde devrimci etkileri vardır.

Ülkedeki siyasi yapının temeli olan küçük ve orta çaplı toprak sahiplerinin mülkiyeti, dev çiftliklerle girilen rekabeti artık kaldıramıyor; bir yandan da sanayi bölgelerinde kitlesel bir sanayi proletaryası oluşuyor ve sermaye olağanüstü bir bi- çimde yoğunlaşıyor.

Gelelim Rusya’ya! 1848-49 Devrimleri esnasında Avrupalı prensler kadar Avrupa burjuvazisi de uyanışa geçen proletaryaya karşı yegâne kurtuluşun Rus müdahalesi olduğunu düşünü- yordu. Çar, Avrupa gericiliğinin başı ilân edilmişti. Bugünse Çar Gaçina’da devrimin bir savaş esiridir, Rusya ise Avrupa’daki devrimci faaliyetlerin öncüsüdür.

Komünist Manifesto’nun amacı, modern burjuva mülkiye- tinin kaçınılmaz ve yaklaşmakta olan çözülüşünü duyurmaktı.

Oysa Rusya’ya baktığımızda, hızla gelişmekte olan kapitalist vurgunculuğun ve yeni yeni gelişmekte olan burjuva mülkiye- tinin karşısında toprağın yarısından fazlasının köylülerin ortak mülkiyetinde olduğunu görüyoruz. Şimdi önümüzdeki soru şudur: Her ne kadar büyük ölçüde zayıflatılmışsa da, ilkel bir toprak mülkiyeti biçimi olan Rus obşçina’sından, daha ileri bir biçim olan komünist ortak mülkiyete doğrudan bir geçiş müm- kün müdür? Yoksa bu yapı da Batı’nın tarihsel evrim sürecinde görülen çözülüş aşamasından geçmek zorunda mıdır?

(21)

Bugün bu soruya verilebilecek tek cevap şudur: Eğer Rus Devrimi, batıdaki proleter devrimin işareti olur da bu iki devrim birbirini tamamlayacak şekilde gelişirse, Rusya’daki mevcut ortak toprak mülkiyeti komünist gelişime hizmet edecek bir başlangıç noktası olabilir.

Karl Marx & Friedrich Engels 21 Ocak 1882, Londra.”

Yine bu dönemde Cenevre’de Manifest Kommunistyczny başlıklı Lehçe bir basımı yapıldı.

Ayrıca, 1885’te Kopenhag’daki Socialdemokratisk Bibliot- hek’te Danca bir çevirisi de çıktı. Maalesef bu metnin eksiksiz olduğunu söylemek güç; çevirmene zor geldiğini tahmin ede- bileceğimiz bazı temel bölümler çıkarılmış ve kimi yerlerinde özensizlikler görülebiliyor. Çeviriye bakıldığında, çevirmenin biraz daha çaba sarf etmiş olması halinde çok daha nitelikli bir eser ortaya koyabileceği görülebildiğinden o özensizlikler daha da sevimsizce göze batıyor.

1886’da Paris’te Le Socialiste’te yeni bir Fransızca basımı yapıldı; bunun şimdiye dek çıkanlar arasında en iyisi olduğu söylenebilir.

Aynı yıl, bu Fransızca çeviriden İspanyolca bir çeviri yapıldı ve Madrid’deki El Socialista’da çıktı. Sonra da broşür olarak şu isimle tekrar basıldı: Manifesto del Partido Communista por Carlos Marx y F. Engels, Madrid, Administracion de El Socia- lista, Hernan Cortes 8.

İlginç bir olay olarak da şundan bahsedeyim: 1887’de Er- menice çevirisinin elyazması İstanbul’daki bir yayınevine su- nulmuş. Ne var ki, adamcağız Marx’ın ismini taşıyan bir metni basmaya cesaret edemediğinden tercümanın adını yazarınkinin yerine yazmayı önermiş; ama tercüman bunu reddetmiş.

(22)

Az çok hatalı Amerikan çevirilerinin biri ya da diğeri İngil- tere’de birçok defa basıldıktan sonra, nihayet 1888’de aslına uygun bir çeviri çıktı. Çevirmeni, dostum Samuel Moore’du ve baskıya verilmeden önce bir sefer de birlikte geçtik üzerinden.

Başlığı şöyle: Manifesto of the Communist Party, by Karl Marx and Frederick Engels. Authorized English translation, edited and annotated by Frederick Engels, 1888, London, William Reeves, 185 Fleet Street, E.C.Bu basımdaki notlardan kimilerini elinizdeki basıma da ekledim.

Manifesto’nun kendine has bir tarihi olduğu söylenebilir.

İlk çıktığı dönemde bilimsel sosyalizmin (ilk önsözde bahsi geçen çevirilerden de anlaşılacağı üzere) sayıca pek de fazla olmayan öncülerince coşkuyla karşılanmış; ama Parisli işçilerin Haziran 1848’deki yenilgisini takip eden gerici dalga tarafından geri plana itilmiş ve Kasım 1852’de Köln komünistlerinin hü- küm giymesi ile birlikte “kanunen” aforoz edilmişti. Şubat devrimi ile başlayan işçi hareketinin sahneden çekilmesi ile birlikte Manifesto da perde arkasına itilmiş oldu.

Avrupalı işçiler egemen sınıflara bir kez daha saldırmak için gerekli gücü topladıklarında, Enternasyonal İşçi Örgütü tarih sahnesindeki yerini aldı. Amacı, Avrupa ve Amerika’nın tüm militan proleterlerini dev bir ordu olarak birleştirmekti. Bu yüz- den de Manifesto’da ortaya konan ilkelerden yola çıkamazdı.

Enternasyonal’in öyle bir programı olmalıydı ki, bu program İngiliz sendikacılarına, Fransa, Belçika, İtalya ve İspanya’daki Proudhonculara ve Almanya’daki Lassalle destekçilerine açık kapı bırakmalıydı. Marx – Enternasyonal tüzüğünün giriş bö- lümü olan - bu programı Bakunin ve anarşistlerin bile takdir ettikleri bir ustalıkla kaleme aldı. O, Manifesto’daki ilkelerin nihai zaferinin işçi sınıfının geçireceği düşünsel gelişime bağlı olduğunu düşünüyor, ancak birleşik eylemlerin ve tartışmaların kaçınılmaz bir sonucu olabilecek bu gelişime sonsuz güven du- yuyordu. Sermayeye karşı verilen mücadelede baş gösteren olay-

(23)

lar ve iniş çıkışlar - zaferlerden ziyade yenilgiler - bu mücadeleye katılanların kafalarındaki her derde deva reçetelerin geçersizliğini ister istemez ortaya koyacak ve bu insanların işçi sınıfının kur- tuluşu için gerekli olan gerçek koşulları daha bütünlüklü bir biçimde kavramalarına olanak tanıyacaktı. Marx haklı çıktı. En- ternasyonal 1874’te dağıldığında, işçiler 1864’tekiyle aynı işçiler değillerdi. Latince kökenli diller konuşulan Avrupa ülkelerinde Proudhonculuk, Almanya’da ise buraya has Lassallecılık hızla güç kaybediyordu. O zamanın aşırı muhafazakâr İngiliz işçi sendikaları bile adım adım öyle bir noktaya varıyorlardı ki, 1887’de Swanwsea Kongresi’nin başkanı şöyle diyebiliyordu:

“Kıta Sosyalizmi artık bizi korkutmuyor.” Ama 1887 senesine gelindiğinde Kıta Sosyalizmi neredeyse tamamıyla Manifesto’da ortaya konan teoriden ibaretti. Bu yüzden, Manifesto’nun tarihi, modern işçi sınıfının 1848’den günümüze olan tarihini bir öl- çüde yansıtmaktadır. Şüphesiz, bu metin şu anda sosyalist ya- zının en yaygın, en enternasyonal ürünüdür, Sibirya’dan Cali- fornia’ya milyonlarca emekçinin benimsediği ortak programdır.

Ne var ki, yazıldığı dönemde, bu metne “Sosyalist Mani- festo” ismini koyamazdık. 1847 senesinde sosyalist denildiğinde akla iki tür insan geliyordu. Bir yanda İngiltere’deki Owenciler ve Fransa’daki Fourierciler gibi çeşitli ütopyacı sistemlerin des- tekçileri vardı. Bunlar o tarihte basit tarikatlara dönüşmüşlerdi ve son nefeslerini veriyorlardı. Öte yandaysa sermayeye ve kâra zerre dokunmaksızın, her türden toplumsal sorunu üstünkörü yöntemlerle onarma iddiasını taşıyan bin bir çeşit toplumsal düzenbaz bulunuyordu. Her iki durumda da bunlar, işçi sınıfı hareketinin dışında bulunan ve destek için daha ziyade “oku- muş” sınıflara yüzünü dönen insanlardı. İşçi sınıfının, salt siyasi alt-üst oluşların yetersiz olduğunu düşünen ve toplumun baştan aşağı dönüştürülmesini talep eden kesimleri ise o zamanlar kendilerine komünist diyorlardı. Bahsi geçen, kaba, yontul- mamış ve salt içgüdülere dayalı bir komünizmdi; ama iki tür

(24)

ütopyacı komünizmi var edecek kadar kuvvetliydi: Fransa’da Cabet’nin “İkaryacı” komünistlerini ve Almanya’nın Weitling- cilerini. Yani, 1847’de sosyalizm bir burjuva hareketi iken, ko- münizm bir işçi sınıfı hareketi idi. Sosyalizm, en azından Kıta Avrupası’nda nispeten saygın bir dünya görüşüydü, komü- nizmse bunun tam tersi. Biz başından beridir “işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olmak zorundadır” [bkz: Enternasyonal’in Genel Kuralları] anlayışında karar kılmış olduğumuzdan, be- nimsememiz gereken isim açıktı. Dahası, biz o zamandan beri bu ismi reddetmeyi bir kez olsun düşünmüş değiliz.

“Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” Bu sözleri bundan 42 sene önce, proletaryanın kendi talepleri ile ileri çıktığı ilk Paris Devrimi’nin arifesinde tüm dünyaya duyurduğumuzda pek az yerden yanıt gelmişti. Oysa 28 Eylül 1864’te, Batı Avrupa’daki çoğu ülkenin proleterleri, şanlı anısı belleklerden asla silinme- yecek olan Enternasyonal İşçi Örgütü’nün çatısı altında bir araya gelmişlerdir. Enternasyonal’in ömrünün dokuz seneyle sınırlı kalmış olduğu doğrudur; ama bütün ülkelerin proleterleri arasında yarattığı ebedi birliğin hâlâ canlı olduğuna ve her za- man olduğundan daha güçlü bir şekilde yaşadığına bugünden daha iyi bir kanıt yoktur. Çünkü bugün, ben bu satırları kaleme alırken, Avrupa ve Amerika proletaryası ilk kez tek bir ordu olarak, tek bir bayrak altında, tek bir dolaysız amaç – ilkin Enternasyonal’in 1866 Cenevre Kongresi’nde ve daha sonra 1889 Paris İşçi Kongresi’nde ilân edilen standart 8 saatlik iş- gününün yasal olarak uygulamaya geçirilmesi – için seferber olan savaşçı birliklerini gözden geçiriyor. Bugünkü görkemli gösteri bütün ülkelerin kapitalistlerine ve toprak sahiplerine, bütün ülkelerin proleterlerinin gerçekten de birlik halinde ol- duğunu gösterecektir.

Friedrich Engels 1 Mayıs 1890, Londra.

(25)

1892 Tarihli Lehçe Basımına Önsöz

Manifesto’nun yeni bir Lehçe basımına gereksinim duyul- ması çeşitli yönleriyle düşündürücü bir durumdur.

Öncelikle, son zamanlarda Manifesto’nun Avrupa kıtasındaki büyük sanayinin gelişiminin bir tür göstergesi haline gelmiş olması dikkat çekicidir. Bir ülkedeki büyük sanayi geliştiği öl- çüde, o ülkedeki işçilerin, işçi sınıfı olarak mülk sahibi sınıflar karşısındaki konumlarına dair aydınlanma özlemleri, dolayısıyla da Manifesto’ya gösterdikleri talep, artmaktadır. Yani, bir ül- kenin lisanında basılan ve dolaşıma sokulan Manifesto nüsha- larının sayısı aracılığıyla o ülkedeki işçi hareketinin durumu kadar, ülkedeki büyük sanayinin gelişmişlik seviyesi de oldukça isabetli bir şekilde ölçülebilir.

Buna uygun olarak, Manifesto’nun yeni bir Lehçe basımı Polonya’da sanayinin kesin bir ilerleme sergilediğini göster- mektedir. Bundan on yıl önceki basımından bu yana böylesi bir ilerlemenin gerçekleşmiş olduğundan da şüphe duyulamaz.

Rus Polonyası -Kongre Polonyası- Rus İmparatorluğu’nun bü- yük sanayi bölgesi halini almıştır. Rus büyük sanayisi çeşitli yerlere –bir kısmı Finlandiya Körfezi’nin çevresine, bir diğer kısmı merkeze (Moskova ve Vladimir’e), üçüncü bir kısmı Ka- radeniz ile Azak Denizi’nin sahillerine, daha başka kısımları ise başka yerlere- dağılmışken, Polonya sanayisi nispeten ufak bir bölgede yoğunlaşmıştır ve bu yoğunluktan doğan avantajların ve dezavantajların etkisindedir. Rakip Rus üreticiler, Polonya’yı Ruslaştırma özlemlerine rağmen, Polonya’ya karşı koruyucu gümrüklerin uygulanmasını talep ederken bu üstünlüklerin

(26)

bilincinde olduklarını göstermişlerdir. Dezavantjlar ise - Po- lonyalı üreticiler ve Rus devleti açısından – Polonyalı işçiler arasında hızla yayılan sosyalist fikirlerde ve Manifesto’ya artan ilgide vücut bulmaktadır.

Ama Polonya sanayisinin Rusya’nınkini geride bırakan bu hızlı gelişimi, Polonya halkının bitmek bilmez yaşam gücünün yeni bir kanıtı, yaklaşmakta olan ulusal kurtuluşunun yeni bir teminatıdır. Bağımsız ve güçlü bir Polonya’nın bir kez daha kurulması sadece Polonyalıları değil, hepimizi ilgilendiren bir meseledir. Avrupalı uluslar arasında samimi bir işbirliği, ancak bu ulusların her birinin kendi yurdunda özerk olması ile müm- kündür. Proletaryanın bayrağı altında gelişen; ama proleter sa- vaşçıların burjuvazinin işini tamamlamalarından öteye gideme- yen 1848 Devrimleri –vasiyet infaz memurları Louis Bonaparte ve Bismarck aracılığıyla– İtalya’nın, Almanya’nın ve Macaristan’ın bağımsızlıklarını güvence altına almışlarsa da, 1792’den bu yana devrim uğruna bu üç ülkeden çok daha fazlasını yapmış olan Polonya, 1863’te kendisinin on misli kuvvetteki Rusya’ya yenik düştüğünde tek başına bırakılmıştı. Soyluluk, Polonya’nın ba- ğımsızlığını ne muhafaza edebildi, ne de kazanabildi; bugün, burjuvazi açısından da bu bağımsızlık, en hafif ifade ile önem- sizdir. Yine de, Polonya’nın bağımsızlığı Avrupalı ulusların uyum içerisindeki bir işbirliği açısından zorunludur. Bu, ancak Polonya proletaryası tarafından kazanılabilir ve sadece onun ellerinde güvencededir. Çünkü Polonyalı işçiler kadar, Avru- pa’nın geri kalan tüm işçileri de Polonya’nın bağımsızlığına ih- tiyaç duymaktadır.

Friedrich Engels

10 Şubat 1892, Londra.

(27)

1893 Tarihli İtalyanca Basımına Önsöz

Komünist Parti Manifestosu’nun yayımlanış tarihinin Milano ve Berlin’deki devrimlerin başlangıç tarihi olan 18 Mart 1848’e denk düşmüş olduğu söylenebilir. Bu tarih, biri Avrupa’nın, öbürü ise Akdeniz’in ortasında bulunan, o zamana dek bölün- müşlüğün ve iç karışıklıkların bir sonucu olarak zayıf düşmüş ve bu yüzden de yabancı boyunduruğu altına girmiş iki ulusun silahlı başkaldırı tarihidir. İtalya, Avusturya İmparatoruna bağ- lıydı; Almanya ise daha dolaylı –yine de etkili- bir biçimde tüm Rus topraklarının çarının boyunduruğu altındaydı. 18 Mart 1848’deki olayların sonucu olarak İtalya ve Almanya bu gurur kırıcı vaziyetten kurtulmuşlardır. Bu iki büyük ulus 1848’den 1871’e kendilerini bir kez daha toparlayıp bir şekil doğrulmuşlarsa bu, Marx’ın dediği üzere, 1848 Devrimi’ni bas- tıranların kendi isteklerine rağmen devrimin vasiyet hüküm- lerinin infazcıları olmak zorunda kalmış olmalarından ötürüdür.

Bu devrim, her yerde işçi sınıfının eseriydi: barikatları kuran da, devrimin bedelini canıyla ödeyen de işçi sınıfıydı. Hükümeti devirirken burjuva sistemini de alaşağı etmeye kesinlikle kararlı olanlarsa sadece Paris işçileriydi. Onlar, kendi sınıfları ile burju- vazi arasındaki uzlaşmaz çelişkinin bilincindeydiler; ama ülkedeki iktisadi ilerleme ve Fransız işçi yığınlarının düşünsel gelişimi ülkede toplumun yeniden yapılandırılmasının mümkün olacağı seviyeye henüz ulaşmamıştı. Bu yüzden, son tahlilde, devrimin meyvelerini kapitalistler sınıfının topladığını söyleyebiliriz. Diğer ülkelerde - İtalya, Almanya ve Avusturya’da – ise işçiler, sürecin başından beri, burjuvaziyi iktidara getirmekten başka bir şey

(28)

yapmadılar. Gelgelelim, hangi ülkede olursa olsun, ulusal ba- ğımsızlık olmaksızın burjuva iktidarı olamaz. Bu sebeple 1848 Devrimi, o ana dek birlik ve bağımsızlıktan yoksun olan ülkelere –İtalya, Almanya, Macaristan – birlik ve bağımsızlık getirmek zorundaydı. Şimdi sıra Polonya’da.

Böylelikle, 1848 Devrimi sosyalist bir devrim olmamasına rağmen sosyalist devrimin yolunu açmış, zeminini hazırlamıştır.

Burjuvazi son kırk beş yılda tüm ülkelerde büyük sanayiye ivme katarak kitlesel, yoğunlaşmış ve güçlü bir proletaryayı yaratmış;

böylece de, Manifesto’nun ifadesini kullanacak olursak, kendi mezar kazıcılarını yaratmıştır. Bütün ulusların birliği ve bağım- sızlığı sağlanmaksızın ne proletaryanın uluslararası birliği, ne de bu ulusların ortak hedeflere yönelik barışçıl ve akla uygun işbirliği sağlanabilir. 1848 öncesinde mevcut olmuş olan siyasi koşullarda İtalyan, Macar, Alman, Polonyalı ve Rus işçilerin birleşik, ulus- lararası eylemlere giriştiklerini bir düşünsenize!

O halde, 1848’de verilen mücadele boşuna verilmediği gibi, bizi o devrimci dönemden ayıran kırk beş sene de boşa geç- memiştir. Meyveleri olgunlaşmaktadır. Dilerim, Manifesto’nun orijinal metninin yayımlanmasının uluslararası devrimi müj- deleyişi gibi, bu çevirinin yayımlanması da İtalyan proletarya- sının zaferini müjdeler.

Manifesto kapitalizmin geçmişte oynadığı devrimci rolün hakkını tamamıyla vermektedir. İlk kapitalist ulus İtalya’ydı.

Feodal ortaçağın sona erdiği, modern kapitalist çağın başladığı döneme dev gibi bir figür damgasını vurmuştu: Bir İtalyan’dı bu, ortaçağın son, modern çağınsa ilk şairi olan Dante’ydi. Bu- gün, tıpkı 1300’de olduğu gibi, yeni bir tarihsel döneme yak- laşmaktayız. İtalya bizlere, yeni çağın, proletaryanın çağının doğuşuna damgasını vuracak yeni bir Dante verecek midir?

Friedrich Engels 1 Şubat 1892, Londra.

Referanslar

Benzer Belgeler

BİR SIRA TAŞ BİR SIRA AHŞAP OLMAK ÜZERE MÜNAVEBELİ/ALMAŞIK DUVAR TEKNİĞİ İLE İNŞA EDİLEN YAPININ YÜKSEKLİĞİ 18 ZİRAYA ÇIKARILIR.. KUZEY-BATI CEPHE ESKİ

Tüm olumlu yönlerine karşın, sağlık hizmetlerinin genel idareye bağlı bir biçimde örgütlenmesi, hizmeti nüfus esasına göre düzenle- meme ve tedavi edici hizmetlerle

Doğaya ve onun ekolojik dengesine dayanarak hareket ediyormuş gibi yapan rejim, kârlılığı sürekli genişletme zorunlulu ğuyla beraber, ekosistemleri dengeyi bozucu

• Müktesebatın benimsenmesi, uygulanması ve idare edilmesi için kamu yönetiminin kapasitesinin özellikle eğitim ile yasal olmayan göç ve yasal olmayan insan ve

Çalışmamız üç bölümden oluşup giriş bölümünde, Türkiye Cumhuriyeti’nde işçi hakları ve gelişimini incelemeden önce Osmanlı’ dan gelen tarihsel mirasın kazanımları ve

kabuledilmeyecektir.”denilerek İslam’ın dışındaki dinlerin varlığından da bahsedilir.Böylece Kur’an’da din kavramıyla özel anlamda İslam, genel anlamda ise bütün

Eğer reçeteli ya da reçetesiz herhangi bir ilacı şu anda kullanıyorsanız veya son zamanlarda kullandıysanız lütfen doktorunuza veya eczacınıza bunlar hakkında bilgi

Mezun olmak için tezli yüksek lisans programlar›nda al›nmas› gereken ders say›s› toplam› / Tezli yüksek lisans program