• Sonuç bulunamadı

İslam, Evrim ve Darwinizm

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "İslam, Evrim ve Darwinizm"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İslam, Evrim ve Darwinizm

Subboor Ahmad

Bugünkü İslam, Evrim ve Darwinizm sohbetine hoş geldiniz. İlk bahsetmek istediğim şey bu resim. Coca Cola’nın kırmızı, beyaz tasarımı ve yazı tipini gördüğümüzde direkt olarak kola olduğunu, markasının ne olduğunu fark ederiz. Eğer dünyada bir tane Darwin’in evrimini temsil eden resim varsa, muhtemelen bu gelişerek ilerleyen grup resmidir. Bunu en başta söylememin sebebi bu meselenin asıl amacının Darwin evriminin nasıl takip edildiği ve aslında toplum tarafından nasıl algılandığının arasında büyük fark olduğunu göstermek. Ve bu da Darwinizmle alakalı en sembolik resim fakat eğer özellikle bu resimle ilgili başlıca laik akademisyenlerin eserlerini okursanız, bunun Darwinizm evrimiyle ilgili yanlış bir betimleme olduğunu söylerler. Bu resmin yanlış olduğunu söylerler. Yanlış demelerinin sebebi de Darwin’in evrim teorisinin ilerlemeye yönelmemesidir.

Kalıtsal olarak daha büyük, daha karmaşık, daha akıllı olmak gibi bir şey yok. Sadece hayatta kalma ve üremeyle ilgili. Evrimci biyolog ve Nature’ın kıdemli editörlerinden olan Henry Gee’nin “The Accidental Species” adlı kitabında bu resim var ve bunun tamamen yanlış olduğunu söylüyor. Biz, insanlar olarak, evrimsel bir sürecin zirvesinde, en üst noktasında değiliz. O, bu resmin “Büyük Varoluş Zinciri” olarak bilinen ve dinî düşünceye benzer bir şeye ait olduğunu söylüyor. Yanlış olduğunu söylüyor yani. Aynı şekilde Michael Ruse’ın Cambridge Üniversitesi’nden “The Philosophy of Human Evolution”da yine bu resmi kullandığını ve Darwinci bakış açısından evrimin böyle oluşmadığını söylediğini görürsünüz. Bunları başta söylememin nedeni Darwin’in evrim teorisinın nasıl takip edilip ve aslında nasıl algılandığının ne kadar yanlış anlaşıldığını anlamanızda yardımcı olması içindi. Bugün de paradigmanin yön değiştirmesiyle ilgili olacak.

İşte bugün bahsedeceğim beş şey Bilim ve Kesinlik. Bilim kesinliğe mi götürür?

Sonuçları taşlara kazınıyor mu? Hiç değişmeyecek şeyler mi? İkincisi, Darwinci evrimin günümüzdeki gidişatı. Olasılı bir taslağa temellendirildiği için diğer evrimci biyologlar tarafından meydan okunan birkaç varsayımları, tartışmaları ve alternatifleri var.

Ayrıca Tanrının varlığı ve Darwinci evrimden de bahsedeceğim. Ateizm ve evrim arasındaki ilişki Darwinci bakış açısı nedir? Neden Darwinci evrim eşsiz? Çünkü, başlıca laik akademisyenlere göre bu tarihteki bilimsel bir teoriden dinî, siyasi ve de etiksel bir sisteme dönüştürülen tek bilimsel teori. Nasıl oldu peki bu? Son olarak İslam ve evrim arasındaki ilişkiyi anlatacağım. İslam ve Darwinizmi. Esas sonucu size en baştan verecek olursam... Darwin’in evrim teorisine karşı İslam’ın tutumu nedir?

Bu soruyu çok basit bir şekilde “Herhangi bir bilimsel teoriye karşı İslam’ın tutumu

(2)

nedir?” diye sorarak cevaplayabiliriz, Sadece Darwin’in evrim teorisi değil yani.

Müslümanlar olarak tutumumuz, laik akademisyenlerin tutumuyla aynıdır, O da bilimin model, teori ve paradigmalar üzerinde çalışmasıdır. Size kesinlik vermez. Yani müslümanlar olarak bunu bilimde egemen bir teori, paragima ve model olarak kabul edebilirsiniz ama ama kesinlikle doğru dememize ya da inanmamıza gerek yok. Bugün tüm bahsedeceğim kişiler başlıca laik akademisyenler olacak, akıllı tasarım ya da yaratılışçılıkla alakalı değil. Hepsi başlıca laik akademisyenler olacak.

İlk yapmamız gereken şey bilimin ne olduğu hakkında konuşmak, çünkü bilimin ne olduğu hakkında birçok yanlış kanı var. Eğer bana bilimin ne olduğunu sorarsanız çıkmaz ayın son çarşambasına kadar burada kalırız; bu çok derin bir konu. Ama çok basit bir görüşle bilim, gözlem yaparak hipotezler kullanarak ve o hipotezleri

gözlemlere karşı test edip ve zamanla defalarca hipotezleri test edip bir teori ortaya çıkarmak diyebilirim. Ve bilimde çıkabileceğiniz en üst seviye kesinlik; teoridir. Bazen günlük dilimizde de teoriler hakkında konuşuruz, “Teorime göre Ay’a çıkmadık, benim teorim şöyle, benim teorim böyle.” “Kennedy’yi kimin vurduğu hakkında teorim var,”

gibi bu şekilde kullanıyoruz. Fakat bilimsel literatürde teori gerçekten önemli bir şeydir. Ivır zıvır bir fikir değil yani. “Şöyle bir fikrim var, şöyle bir ideam, teorim var,”

değil. Bilimde test edilen ve genel olarak kabul edilen hipotezler vardır, daha sonra teori seviyesine yükseltilir. Neden bilim şaşırtıcı? Çünkü işe yarıyor ve bu bizim her zaman faydalandığımız bir şey. Isaac Newton’ın denklemlerini görüyorsunuz. Bunlar 200 yıl işe yaradı ve olağanüstü bir şekilde kesindi. Ve biz de Newton’ın

denklemlerine, kanunlarına dayalı olarak Ay’a çıktık. İlginç olan ise, bilim işe yarasa bile kesinlikle doğru olduğu anlamına gelmemesi.

Bilimin neden kesinliğe götürmemesinin iki temel sebebinden bahsedeceğim. İlki tümevarım problemi olarak bilinir, size daha kolay hatırlamanız için Siyah Kuğu Problemi’ni vereceğim. Farz edelim ki bir bilimadamı kuğuların hangi renk olduğunu bulmak istiyor bu yüzden durmadan kuğuların hangi renk olduğu fikrini test ediyor ve sonuç olarak tüm kuğuların beyaz olduğu kanısına varıyor çünkü karşılaştığı tüm kuğular beyazdı. Yani sınırlı bir gözlem yaparak genel bir sonuca varıyorsunuz. Ama ilerde her zaman bir siyah kuğuyla karşılaşabilirsiniz, yeni çıkmış bir veri sizin önceki sonuçlarınıza meydan okuyabilir. Bu Siyah Kuğu Problemi ya da Endüksiyon

Problemidir.

İkinci olarak, aynı gözlemlerin birçok alternatif teorilere yol açması sorunudur. Bir dağılım grafiği hayal edelim, tüm veriler farklı noktalarda grafik halinde çizilmiş. Şimdi bu odadaki herkese bu dağılım grafiğini verip “size göre bu verinin en iyi temsilini çizin,” deseydim buradaki bir kardeş düz bir çizgi, arkadaki kardeş bir sinüs dalgası, ortadaki kardeş çan eğrisi çizebilirdi. Herkes aynı gözleme dayalı farklı alternatif çizgiler çizebilir. Hatırlayın, bu noktalar gözlemlerdir. Yani, aynı gözlemler için alternatif teoriler mümkün.

(3)

Bu dağılım grafiği problemidir ve Siyah Kuğu Problemi’yle birlikte bu iki şey bizi ve bilim filozoflarını, ittifakla, bilimin kesinliğe, mutlağa yol açmadığıyla ilgili uzlaşmaya götürüyor. Bilim sonradan değiştirilen çalışma modellerine götürüyor. Bilim

kanıtlamaz, sadece çürütür. Değişmeyen şey ise doğrudan gözlemdir, yerçekiminin varlığı, suyun hidrojen ve oksijenden oluştuğuyla ilgili gözlemlerimiz var, resimde de trilobite ile ilgili bir gözlem var. DNA’nın genetik bir kod olduğuyla ilgili gözlemlerimiz de var. Bu gözlemler değişmez, yani kesindir. Bazen gözlem ve bilimsel teori

karıştırılır, biz bilimin kesinliğe götürdüğünü söyleriz çünkü dünyanın şeklini biliriz, ya da bilim kesinliğe götürür çünkü DNA’yı keşfettik. Gözlemler bilime ve sözdebilime yol açabilir. Yani yıldızlarla ilgili gözlem yapabilir, hareketleriyle alakalı teori

oluşturabilirsiniz. Esas olarak astronomi gibi. Ama yıldızları gözlemleyip astroloji gibi sözdebilim de oluşturabilirsiniz. Bilim gözlemden daha fazlasıdır. “Bilim kesinliğe götürür; çünkü timsahın kuyruğunun uzunluğuna bakın, bu değişmez, değil mi?”

diyenlere dikkat edin. Bu bir gözlemdir. Biz bilimsel teorilerden bahsediyoruz. Bilimsel teoriler kesin değildir, bilimsel gözlemler elbette değişmez, hep öyledirler. Fizik, kimya, biyolojiden beri bilim tarihi bu paradigmaların yön değiştirdiğini gösteriyor.

Thomas Khun, çok önemli bir bilim filozofudur, dönüm noktası olan “Sturcture of Scientific Revolutions” kitabını çıkardı ve bilimin bu paradigma değişimlerinden geçtiğini gösterdi.

Paradigma değişimimiz nedir? Şu iki resmi bilirsiniz, iki yüz birbirine bakar, başka bir açıdan bakarsanız vazo gibidir. Bu psikolojide de bilindiği gibi tam bir gestalt

değişimidir. Dünya görüşünün tamamen değişmesidir ve bu da tam olarak uzun zamandan beri bilimdeki süreçtir. Bilimdeki paradigma değişimine dair klasik örneklerden biri olan Newtoncudan Einsteincı Fizik’tir. Newton’ın teorisi, evren modeli 200 yıl işe yaradı. Üstüste onaylanmış kesin öngörüleri vardı ve eğer

Newton’ın evren modelini kullanarak öngörüde bulunup “Bu gezegen bu zamanda, bu günde nereye gidecek,” diyip Dışarı çıkıp gözlemleseniz, gerçekten bulurdunuz. Fakat Einstein geldi ve Siyah Kuğu Problemi ve Dağılım Grafiği Problemi ile fizikte bir

paradigma değişimi oluşturdu. Evet, Newton belki 200 yıl çalışmış olabilir ama yerçekiminin yer-zaman kurvatüründen (eğim) dolayı ona göre artık çekme kuvveti değil itme kuvveti olduğunu söyledi, bu da Newton’ın fizik anlayışından tamamen farklı. Kütlenin tanımı bile değişti, tüm hesaplamaları yapan ve yeniden onaylatan bir bilim adamın hayal edin, bir başkası gelip “Kardeşim, kütle tanımın aslında yanlış açıklanmış, Einstein böyle olduğunu gösterdi,” dese şok olurdu çünkü üzerinde çok iyi çalışıyordu. Bunun gibi, zaman ve mekan, Newton’a göre, sabit varsayılıyordu.

Einstein gelip dinamiklerini gösterdi. Değişen zaman-mekan kurvatörleri var. Yani bu çok temel olan, kesin gözüyle bakılan, insanların kelimenin tam anlamıyla doğru olduğuna inandığı konseptlerin hakikati yansıtmadığı gösterildi. Bu da bilimde olan bir şeydir, bilimdeki paradigma değişimine dair klasik bir örnektir. Teoriler yanlış olsa bile işe yarayabilir. Newtoncu mekanik dışında, bu Filojiston Teorisi’dir.

(4)

Bu kimyada nitrojeni keşfetmek için kullanılan bir teoridir fakat sonradan gözden çıkarıldı. Teoriler birbiriyle çelişse bile işe yarayabilir. Şu an günümüzde, fizik dünyasında Einstein tarafından tasarlanmış çok başarılı İzafiyet Teorisi var. Ayrıca Kuantum Mekaniği de yine çok başarılı. Fakat ikisinin temel varsayımları birbirine aykırı düşüyor. İkisi birlikte doğru olamaz fakat bilim insanları “Bunu buna tercih edeceğim,” demiyorlar. “İkisini de kullanalım,” diyorlar. Bugün bile, fizikte çok güçlü olan iki teori arasında bir çözümlenmemiş çelişki var. İkisinin de öngörücü kapsamları var ama ikisi birlikte doğru olamaz. Bu yüzden Kuantum Yerçekimi ya da buna benzer bir teori oluşturdular ama henüz başaramadılar.

Bilim işe yarasa bile değişir ve tarihsel olarak herhangi bir bilim felsefesiyle ilgili bir kitap okusanız, şuna benzer bir şey bulacaksınız, bu Oxford Üniversitesi, “Philosophy of Science, A Very Short Introduction”dan: "Tarih boyunca, şu an yanlış olduğuna inandığımız fakat deneysel olarak da oldukça başarılı olan birçok durum var" Yine bu da Cambridge Üniversitesi yayınından “Bilim adamlarının her zaman yapacağı en iyi şey (teoriler arasında) karşılaştırmalı muhakeme yapmaktır.” Dağılım Grafiği’nde birinin çan eğrisi, birinin sinüs dalgası olduğunu düşünelim: Bu bilimin ulaşabileceği en üst seviye olmasına rağmen, bir bilim insanının yapabileceği en iyi şey birini diğerine seçmektir. Yine başka bir Oxford Üniversitesi’nin standart felsefe kitabından “Bilim, değiştirilebilir. Bu yüzden bilimsel kanıt hakkında konuşmak tehlikelidir,” “çünkü size sonuçların kesin, daimi olduğu fikrini verebilir.” Yani bu ihtilaflı olan bir şey değil.

Bugün dünyada en çok tanınmış Darwinist bile, Oxford Üniversitesi’nin profesörü olan Richard Dawkins, “Bir Şeytan’ın Papazı” kitabında itiraf ediyor: “21. yüzyılda

başarımızı zorlayıp Darwinizmi terk etmemize sebep olacak ya da tanınmayacak halde değiştirecek yeni hakikatler gelecekte keşfedilebilir.” Darwin’in evrim teorisinin çok fazla yanlış kanısı var, bazen kanıtları atlayan, teoriden öte konuşan taraftarları var.

Şimdi orada oturduğunuzu, benim de burada size Darwin’in Evrim Teorisi hakkında ders anlattığımı düşünün, bir Darwinciyim ve size “Bakın arkadaşlar, biyokimyaya, genetiğe, anatomiye, psikolojiye, sosyolojiye, morfolojiye, dile, biyocoğrafyaya ya da fosil kalıntılarına, paleoantropolojiye, biyolojideki her alt alanlara baksanız sizi tek bir sonuca götürür o da Darwin’in evrim teorisinin doğru olduğudur desem, Bu da bazı Darwinistlerin reklamını yaptığı birtakım algıdır. Popüler kitaplar ve sosyal medya ile de tanıtımını yapıyorlar. Ama Darwin’in Evrim teorisi hakkında söyleyebileceğimiz ittifakla fikir birliğine varılan ve hiçbir evrimci biyolojistin meydan okuyamayacağı en az üç şey var.

Biri, Darwin’in Evrim Teorisinin olasılı bir taslağa temellendirilmesidir. Diğer evrimci biyolojistler tarafından karşı çıkılan birçok varsayımı olmasıdır. Diğeri de alternatif, tartışmalar ve en temel fikirlerinde bile uyuşmazlık olmasıdır. Ve bunların hepsi başlıca laik akademisyenlerin taslağındadır. Yani, olasılı taslak, varsayım ve

tartışmalar. Hepsine tek tek geleceğim. İlk yapmamız gereken şey evrim ve Darwinci

(5)

evrimi ayırmak. Zamanla değişen genel bir biyolojik zincir olarak evrim, en az 3-4 bin yıllık insan tarihinde biliniyor, yazılıyor, kaydediliyor, hakkında düşünülüyor, hakkında teoriler kuruluyordu. Antik Çin’den, Hindistan’daki Brahmanlardan, antik

Yunanistan’dan gelen biyolojik değişimden bahseden belgelerimiz var. Ama genel olarak zamanla değişen ve gözlemle biyolojik değişime inanmakla Darwin’in evrim teorisi arasında bir fark var. 1809’da Fransız biyolojist olan Jean-Baptiste Lamarck,

“Türlerin Kökeni”nden 50 yıl önce, evrim, evrimin tarihi ve mekanizması hakkında kapsamlı bir teori yayınladı. Aslında evrim tarihi birçok sonsuz kökenli yaşamın paralel bir şekilde meydana gelen bir tedbiriydi. Ayrıca edinilmiş özelliklerin kalıtımı olan bir mekanizmaydı. Ondan 50 yıl sonra Darwin, 1859’da, Lamarck’tan farklı tekrar bir evrim teorisi yayınladı, ki bu da tarih açısından tam bir paradigma değişimiydi; birçok paralel evrim sırası yerine o reddederek tek bir kökenin ve hayat ağacının olduğunu, bunun da hareket ettirici kuvvetin doğal seçilimle olduğunu söyledi. Yani evrim ve Darvinizm arasında bir fark var. Bunu vurgulamamın sebebi şu, “Darwinci evrim kesinlikle doğru,” diyen Meşhur Darwinciler var ve onlara neden kesinlikle doğru olduğunu sorduğunuzda, size hayat ağacının ve onun hareket ettirici kuvvetinin doğal seçilimle olduğu kanıtını vermiyorlar, Sadece “Kelebeklere bakın, değişiyorlar;

bakterilere bakın, değişiyorlar” diyorlar. “İnsanlara bakın, cilt tonlarımız coğrafi

dağılımımızın bir ürünü, bunların hepsi evrimdir!” Evet ama zaten kimse inkar etmiyor ki. Hiç medeni dünyadan biriyle iletişimde bulunmamış Amazonlar’daki en ilkel insan bile biyolojik değişimi, evrimin bir gözlem olduğunu kabul eder. Bundan

bahsetmiyorum. Darwinci evrim hayat ağacından ve itici güç olan doğal seçilimdir. Bu da teorik bir taslaktır ve kesinlikle doğru değildir. Tam tersi olan, sadece gözlemden ibaret olan evrim doğrudur.

Başlıca laik akademisyenlere göre yaklaşık olarak dört milyar yıldır bu gezegene ne olduğunu hesaplamak epey zor. Hakemli dergi olarak bilinen bilimde verilen bir analojiye göre, bu Leo Tolstoy’un “Savaş ve Barış” kitabının konusunu rastgele seçilmiş 13 sayfada anlamaya çalışmak gibidir. Bu kitap elinizde diyelim, bayağı kalın bir kitap, yarım milyon kelime var ve rastgele seçilmiş 13 sayfa var ve odadaki herkese tek tek bir kopyasını veriyorum ve size “13 sayfa var, diğer tüm sayfalar boş, şimdi diğerlerini doldurun,” diyorum. Neler oldu, nasıl başladı, nasıl bitti, hangi karakter gidiyor, hangi karakter geliyor... Hepiniz bana farklı hikayeler verirdiniz. İşte aynı sorun fosil kayıtlarında da, Dünya’nın yaşam tarihinde de var. Dört milyar yıl önce olan bir şey hakkında bir senaryo oluşturmak inanılmaz bir şekilde zordur.

İkinci olarak, National Science Foundation’ın geçen yıl Mayıs 2016’da yayınladığı bir çalışmaya göre, Canlı türlerinin %99.999’u gözlemlenmemiştir. Bu da esasen

verilerimiz, fosiller ve bugün yaşayan hayvanlar ve bugün varolan biyolojik yaşam kapsamında tek bildiğimiz şey %0.0001’dir. Bu ne demek? Esas olarak Leo Tolstoy’un

“Savaş ve Barış”ın steroidlerde olması ya da burada gördüğünüz gibi Dağılım Grafiğinin steroidlerde olması. Bu inanılmaz bir şekilde zor. Bu yüzden evrimci

(6)

biyolojistler Dünya’daki yaşam tarihine bakıp, birçok alternatif çelişkili fikirler

buldular. Bazıları bakıp, Darwin’in gibi, “Tüm canlıların tek bir kaynağı vardı ve bu tek kaynak da hayat ağacıdır,” demişlerdi. Evrensel ortak bir soy yani. Diğerleri, Neo- Lamarckcı evrime inananlar, Lamarck’ın düşündüğü gibi, birçok evrim çizgisinin, kökenin, hayat tedbirinin olduğunu söylediler. Bugün hayat ağacının yanlış olduğunu söyleyen Carl Woese, bilirsiniz, onun için yaşamın üçüncü bölümü olan arkeayı keşfeden çok önemli bir evrimci biyolojist olduğunu söylerler. Ve o bunun bir ağ olduğunu söyler. Bu hayat ağacı değil, bir ağdır. Bu ağ fikri de son 20 yıldır var.

Bundan önce hayat ağacı genel olarak herkes tarafından kabul ediliyordu. Bazıları da bunun kademeli, azar azar artan aşamalı bir değişim olduğunu söylüyor, Klasik Darwinizm yani. Bazıları da “Hayır, bu çok hızlı bir değişim,” diyor. Bazıları, Lamarck gibi, ilerleyiş olduğunu söylüyor, bazıları da, Klasik Darwinizm gibi, ilerleme yok diyor.

Her ne deseniz kuramsal ve olasılı bir taslak olmak zorunda. Ayrıca, başka çok önemli olan şey şu, eğer size insanların ve doğada varolanların özelliklerinin nasıl geldiğini sorsam, genellikle belgesel izlediğinizde ya da bir kitap okuduğunuzda size bir senaryo verir. Ama doğru olduğunu nereden bilirsiniz? Birçok kez “Nasıl varoldum? Bu, şu nasıl meydana geldi?” sorularıyla karşılaşırız. “Belki bundan, şundan dolayı olmuştur,”

deriz. Bu senaryolar kulağa pek mantıklı geliyor ama sorun bizim onların gerçekten doğru olup olmadığını bilmememiz. Harvard’da çok önemli bir evrimci biyolojist ve yine başlıca laik akademisyenlerden olan Richard Lewontin, kendisi ateisttir. Yanısıra Stephen J. Gould da Harvard’tan. İkisi de evrimci biyolojistdir ve “İşte Öyle

Hikayeleri”ni popüler hale getirdiler. Mesele Rudyard Kipling’in “İşte Öyle

Hikayeleri”ne kadar gidiyor. Kitapta filin nasıl uzun hortuma sahip olduğuyla ilgili, bir timsah ısırıp suya doğru çekiyor ve böylece çektikçe hortum uzadıkça uzuyor. İşte bu bir “İşte Öyle” hikayesidir. Neden Richard Lewontin, Stephen J. Gould ve diğerleri bu evrimsel senaryolara “İşte Öyle Hikayeleri” diyorlar? Sadece gerçekten test

edemedikleri için! Eğer bir özellik hakkında konuşsam insanların, bizim kimyamız, genetiğimiz, anatomimiz kapsamında birçok özelliğimiz var, ama eğer size bir özellik söylesem; Vücudumuzun her yerinde kan damarlarımız var. Ve damarlar bariz bir şekilde yalıtılmış, tüm vücudunuza direkt sızdırmıyor. Ama vücudunuzdaki bir kısım hariç; orada bir sızma var. Kulağa korkunç geliyor ama gerçekten bir sızma var. Kan beyin bariyeriniz var ve arasından geçen bir damar ve az bir sızıntı var. Olan şey ise çıkan kanın beyin tarafından test edilmesi. Ve beyninizin vücudunda toksin olup olmadığını test etmesi. Eğer beyninizde gerçekten toksin varsa ve Oxford’da gece geç saatte kebab yediyseniz, ismini söylemeyeceğim çok ünlü bir kebabçıda, sinemaya yakın olan, sinemanın karşısında, oraya yıllar önce hep giderdim. Diyelim ki yemekte bir sağlıksız bir şey var, ki biliyorum ki olmaz, orası bayağı iyi bir yer. Diyelim ki oldu, vücudunuz bu sızıntı sayesinde onu keşfedebilir ve sonra da etkisini yatıştıracak bir tepki oluşturabilir. Bu özellik nasıl evrildi? Bir Darwiniste sorsanız “Belki olan şu, buydu,” derler, buna da “Öyle İşte Hikayeleri” deniyor. Bir tane daha “Öyle İşte”

(7)

hikayesi anlatacağım; o da renk tercihi. Tamam mı? Burada bana yardımcı olan bir kardeşin mavi olan ceketi ve diğer kardeşin kırmızı başörtüsü var. Evrimci biyologlar, Darwinistler insanın her özelliğini açıklamak zorundalar. Biyokimya, genetik, anatomi, psikoloji sosyolojiyi doğal seçilim kapsamında açıklamaları gerek. Peki nasıl renk tercihini açıkladılar? Çünkü erkekler maviyi sever ve kadınlar kırmızıyı sever. Bazı evrimci biyolog ve teorisyenler şöyle bir senaryo oluşturdular: Yaklaşık olarak bir milyon yıl insanlar avcı-toplayıcı toplumda yaşadıkları için erkeklerin dışarı çıkıp avlandığı için mavi gökyüzünü bekliyorlardı, bu yüzden maviyi sevmeye başladılar.

Yani maviyi sevenlerin hayatta kalması daha muhtemel çünkü çıkıp avlanacaklar. Çıkıp doğal bir su kaynağına gitseler yine maviyi görüyorlar. Ayrıca maviyi sevme geni, mutasyonu, nesilden nesile aktarılacak çünkü çıkıp avlananların hayatta kalması daha muhtemel. Evde olan kadınlar da, erkekler gidip bir mamut öldürüp getirince birçok kırmızı renk görüyorlardı. Yani kırmızı renkle ilişki içerisinde olan kadının da kırmızı renk seçmesi daha muhtemel çünkü onu fark edecekler. Ayrıca kadınlar dışarı çıktığında yiyecek arıyorlar, değil mi? Bu senaryoya göre yani, bir milyon yıl önce.

Erkekler avlanırken kadınlar çıkıp kırmızı renk olan dut, çilek, elma topluyorlar. Yani erkeğin mavi rengini kadının da kırmızı rengini sevdikleri fikrini böyle çıkardılar. Bilim insanı, ateist ve evrimci düşünen, bir filozof yani çok yönlü bir bilim insanı olan Raymond Tallis, şahane bir adamdır, bu belirli senaryoya meydan okuyor ve

“Arkadaşlar, hadi ama, bu hiç mantıklı değil!” diyor. Kadınların kırmızı rengi sevmesi ve erkeklerin mavi rengi sevmesi çok güncel bir hadisedir. 150 yıl önce tam buradaki Victoria Avrupası’nda erkekler kırmızı rengi severken, kadınlar mavi rengi seviyordu.

Sadece 150 yıl önce tam tersiydi yani. Bu yüzden “Alice Harikalar Diyarında”da mavi bir elbisesi var ve şövalyeler pembe, kırmızı gibi tonlarda giyiniyorlardı. O da “Bakın, bu ‘Öyle İşte’ senaryosu hiç mantıklı değil.” Bunu vurgulamamın sebebi popüler belgesellerde her zaman duyduğumuz teorik olarak mümkün olan ve teorik bir hikaye ya da yapının farkını söylemek. Bilirsiniz, “İnsanlar düzgün yürümeyi nasıl öğrendi?”

gibi sorularda “Bu, şu olmuş olabilirdi,” gibi “Öyle İşte Hikayeleri” onları test

edemiyor. Teorik olarak mümkün olanla ve gerçekte ne olduğu arasında bir fark var.

Başka bir şey de, Darwin’in teorisi ve hayat ağacı fikrinin temel bir varsayıma dayalı olmasıdır. Bu temel bir varsayım homolojidir (benzeşiklik). Homoloji, bir benzerlik varsa onu ortak soya atfeden varsayımdır. Bir insana ve şempanzeye bakıp “Bakın, benzerlik var bu yüzden ortak bir ata var,” demeleri bu sebeptendir. İlk bilmemiz gereken şey bunun bir varsayım olduğudur. Tamam mı? Buna karşı hiçbir kanıt olmasa bile bu bir varsayımdır ve biri bunun mantıklı olduğunu söylerse, sorun olmaz. Ama bu kesinlikle doğrudur diyemezsiniz, sadece bir varsayım çünkü. 67 milyon yıl önce kimse insan şempanze atasının ayrımını görmedi. Birkaç yıl önce de insan şempanze atası 67 milyon yıl değil 20 milyon yıl önce ayrıldı dediler. Bu da 40 milyon yıllık bir düzeltme oluyor. Diyeceğim o ki, o zamanlarda bu ayrımı görecek kimse yoktu. Ama bununla beraber, hayat ağacını kurmak için kullanılan homoloji (benzeşiklik) varsayımının, yani

(8)

benzer şeyleri alıp birlikte koyduğunuzda ortak ata olması, bir homolojinin tam tersi olan ve benzerliklerin ortak soydan gelmesinin imkansızlığını gösteren bir homoplazisi (karşıolgusalı) var. Ve tüm biyolojik dünyada, biyokimyasal, genetik, anatomik

düzeyde homoplazilerimiz var. İşte birkaç klasik örnekler. Bir yarasanın ve bir kuşun kanadı var. Bu ortak soydan ötürü değil, homoplaziden ötürüdür. Aynı şekilde, yine fiziksel özellik olarak eğer genetiğe bakarsanız, yarasada ve yunus balığınında da ekolokasyon geni ve sistemi var. Yani baksanız genleri aynı fakat bu ortak soydan değil homoplaziden kaynaklanıyor, homolojiden değil. Yakın zamanda Andrew Inkpen tarafından Doolittle için yayınlanmış “Molecular Phylogenetics and the Perennial Problem of Homology” adlı bir yazıda esas olarak “Büyük bir sorunumuz var, benzer şeylere bakıp ortak bir atamız var diyoruz ama genetik olarak da ortak atadan kaynaklı olması mümkün olmayan birçok özelliğimiz var.”

Başka bir klasik örnekse kılıç dişli kaplan ve keseli kılıç dişli kaplan, bu büyüleyici şeyi Google’da aratabilirsiniz. Google’da aratıp ikisine baktığınızda, yüzeysel bir bakışla ikisinin de aynı olduğunu görürsünüz. Sanki ikisi de tıpatıp aynı hayvanmış gibi görünür. Fakat biri Kuzey Amerika’da diğeri Güney Amerika’da ve keseli kılıç dişli kaplan ve kılıç dişli kaplan birbirleriyle etkileşip üremediler. İkisi de farklı kökleri olan farklı cinsler. Aslında ikisine bakarsanız, kılıç dişli kaplan çok benzer görünüyor fakat bir kanguruya keseli kılıç dişli kaplandan daha çok benziyor. Böylece homoloji

sorununu görmüş oluyoruz, bu bir kördüğüm (Quagmire) Quagmire Family Guy’daki adam değil yani, bu büyük bir batalık. Üstesinden gelinmesi gereken büyük bir sorun.

Homoloji ve homoplaziyle ilgili insanlara göre biraz daha özel olarak örnekler var.

Birçok kez şu çok basit anlatıyı duyarız: “Şu insana bakın, şu kafatasına bakın ya da şu dirseğe bakın. Şempanzeye çok benziyor! Demek ki ortak bir ata var!” Yine

söylüyorum, bu bir varsayım ve bu varsayımlara yönelik homoplazi gibi karşıolgusalları biliyoruz. İnsanlar açısından bakarsak, inanılmaz karmaşık ve belirlenmiş bir dilimiz var. İnsanlara dil açısından en yakın olan, şempanzeler değil çünkü onlar

homurdanırlar, doğadaki en yakın canlılar ötücü kuşlardır. Dil açısından insanlara en yakın olanlardır. Bu homolojiden değil homoplaziden kaynaklı. İkinci olarak,

şempanzeler en fazla 100 kişilik gruplarda yaşarlar, 100den daha fazlası olmaz. Fakat insanlara toplumsal davranış açısından en yakın olanlar karıncalardır. Karıncalar milyonluk koloniler halinde yaşarlar, tüm karıncalar genelojik olarak bağlantılıdırlar, hepsi kardeştirler. Bu gerçekten çok ilginç, şempanzeler en fazla 100 kişilik

topluluklarda yaşar ve karmaşık sosyal yapıları yoktur. Karıncaların karmaşık yapıları, ekonomileri, savaşları, kölelik sistemi hatta cenaze törenleri bile var. Toplumsal davranış açısından insanlara en yakın tür budur. Bu homoloji değildir, homoplazidir.

Fakat bu bilgiler hep gözardı ediliyor.

Homoloji ve homoplazi konusunu özetlemek için bazen çok basit bir anlatı duyarsınız:

“Bakın, bu benzer, bu da benzer; o zaman ortak bir ata var! Olması lazım!” Yaratıcıya inanmayan başlıca laik akademisyenlere göre bile bu kesinlikle doğru değil, olasılı bir

(9)

taslaktan baz alınmış. Cambridge Üniversitesi'nde yayınlanmış "Evidence and Evolution" aynen şöyle diyor: “Peşi sıra gelen bu iki düşünce de deneyimsizdir:

‘İnsanlar ve şempanzelerin çok benzedikleri için ortak bir atası olmalıdır,’ ve ‘İnsanlar ve mantarlar çok farklı oldukları için bağımsız bir şekilde ortaya çıkmışlardır.’ Bir olasılı taslak içerisinde, ikisi konuda da ‘olmalıdır’ olamaz. Olasılı taslak kısmını bitirelim, şimdi varsayım kısmına geçelim. Darwinci evrimin baz aldığı birçok varsayım var. Ki iyi bir şey çünkü her bilimsel teorinin varsayımı vardır. Bunu buraya koymamın sebebiyse bu varsayımlara meydan okunması. Burada evrimin hareket ettirici kuvvetinin doğal seçilimine karşı çıkılıyor. Genlerin dikey olarak iletilmesi, bugün yatay gen transfer sürecini biliyoruz. Merkezi gen görüşlerini biliyoruz. Bencil gen görüşü de grup seçilimi tarafından karşı çıkılıyor. Aşamalı değişim de dönüşlü süreç tarafından karşı çıkılıyor.

Hayatımda hiç başlıca evrimci biyologların hayat ağacına hayat ağı ile karşı çıkacağını göreceğimi düşünmezdim. “Kazanılmış özellikler kalıtsal değildir.” Richard Dawkins’in 1980 baskılı kitabı “Gen Bencildir” kendi halinde olan özelliklerinizin, şu an

hayatınızda yaptığınız şeylerin çocuklarınızı etkilemeyeceğini açıkça söylüyor. Aslına bakarsanız böyle olmadığını gösteren süreci keşfettik. Mutasyonların rastgele olması.

Evrimci biyolojistlere göre bazı mutasyonlar rastgele olabilir ama en faydalı mutasyonlar yönlendirilmiş olanlardır, rastgele değildirler.

Oxford profesörü Denis Noble’a göre “Neo- Darwinizmin tüm merkezî varsayımları çürütülmüştür.” Şimdi, burada Denis Noble’a katılıyorum demiyorum ama Oxford’da tanınmış bir evrimci biyolog, orada uzun zamandır profesör, bildiğim kadarıyla

yaratıcıya ya da başka bir şeye inanmıyor ve “Bu doğru değil,” diyor. İlerde

bahsedeceğimiz alternatif modellere inanıyor. İkinci olarak, Darwinci evrim için en az beş tam teşekküllü alternatif var ve bu çok önemli. Çünkü insanlar genelde

Darwinizmin ve evrimin eş anlamlı olduğunu söyler, hayır değiller. Darwin’in evrim teorisine inanmayan ve ateist olan, tanınmış evrimci biyologlar tarafından Darwinci evrim için en az beş meşhur, köklü ve bütün alternatif sunulmuştur. Bunlar, Doğal Genetik Mühendisliği Tarafından Olan Evrim. Chicago Üniversitesi’nden James Shapiro tarafından önerilmiştir. 210 yıllık Lamarck’ın evriminin yeniden ele alınmış versiyonu olan Neo-Lamarckian Evrimi, Mendelian Mutasyonu olarak da bilinen Mutasyon Dürtülü Evrim, Stewart Kaufman tarafından önerilen Özdüzenleme Tarafından Olan Evrim, ve Lynn Margaret tarafından önerilen kazanılmış olan genomların kalıtsallığı olan Simbiyotik Evrim. Bu beş alternatifi tek tek inceleyecek kadar vaktim yok ama hepsine ait kitaplar bulabilirsiniz ve bunların hepsi Darwin’in evrim teorisine karşı tam teşekküllü alternatiflerdir. Evrimin Üçüncü Yolu isimli bir projemiz var. Üçüncü Yol deniyor çünkü projedeki tüm kişiler Oxford, Cambridge, MIT, Princeton, Harvard Üniversiteleri, Avrupa, Amerika, Çin’den, dünya çapındaki tüm biyologlar. Üçüncü yol diyorlar çünkü bu biyologlar yaratılışçılık, akıllı tasarım, tanrı gibi şeylere inanmıyorlar. Onları bir kenara atıyorlar, Darwinci evrimi de kabul edemiyorlar çünkü mantıklı değil; eğer bu, şu konuyu ele alırsak tüm varsayımları

(10)

uzak düşüyor. O yüzden evrimin üçüncü bir yolu olması gerektiğini söylüyorlar.

Yaratılışçılık, akıllı tasarım ya da Darwinci evrim olamaz. Buradaki şeylere katılıyorum demiyorum ve dürüst olmak gerekirse eğer onların araştırma makalelerine,

kitaplarına bakarsanız yayınlanan her şeye bakmaktan yıllarınızı harcarsınız. Bunu vurgulamamın tek sebebi devam eden tartışmayı göstermek. Gerçekten olasılı bir taslağa dayalı, varsayımlar ve tartışmalar ve alternatifler var. Bulduğum en inanılmaz şeyse yaşamın üçüncü bölümü olan arkeayı keşfeden Carl Woese, sadece hayat ağacına ya da hayat ağına karşı gelmedi, ayrıca doğal genetik mühendisliği tarafından olan evrime inanıyordu ki bu da Darwinci evrimin bir alternatifidir.

Şimdi ilerliyoruz, olasılı taslağı, varsayımları, tartışmaları bitirdik, şimdi Yaratıcı ve Darwinizm kısmına geçiyoruz. Bilinmesi gereken çok çok önemli şey şu, muhakkak olarak eğer yaratıcı yoksa ve naturalizm doğruysa o zaman Darwinci evrim mantık bakımından doğru olmak zorundadır. Kafada şekillendirmesi pek zor ve uzun bir cümle oldu. Eğer yaratıcı yoksa, eğer tek naturalizm doğruysa, elimizde tek doğa varsa, Proto-Darwinizm gibi, Darwinci yaşam tarihi gibi bir şey, mantık bakımından doğru olmak zorundadır. Çünkü yaratıcı yok, insanlar ve tüm doğa hayat ağacı gibi bir şekilde varlar gibi. Bu 3000 yıl önce antik Hinduların bile vardığı noktaydı. Padma Purana 3000 yıl önceye ait eski bir Hindu yazısıdır, Bu yazıda, inanılmaz bir şekilde, hayat ağacından bahsediyor. İnsan şempanze atalarından bahsediyor. İnsanlar ve maymunların ortak bir atası olduğundan. Neden bu görüşü ileri sürdüler? Çünkü naturalizme ve doğal süreçlere inanıyorlardı. Önceden bahsettiğim “homoloji”yi ve insan şempanze atalarını kullandılar. Çok önemli olan şey ise, biyolojide doğruluğu kabul edilerek, Darwinci yaşam tarihi mantık bakımından doğru olmak zorundadır.

Evrim biyoloğu profesör Gareth Nelson’ın söylediği bu. Bu arada Darwinizme de inanıyor. “Bir atamızın olması gerek,” diyor yani insanların, insan olmayan bir atası olması gerek. “Aralarından seçeceğiz. Neden? Çünkü olmaları gerektiğini biliyoruz ve onlar da en iyi adaylar.” En iyi adaylar olduğunu nasıl bildiniz? Yine homolojiye dayanarak. Ve yine biyolog Richard Lewontin aynı noktaya değiniyor ve şu ifadeye bakın; kesinlikle çarpıcı: "Genel kanının aksine her ne kadar konuya yabancı olanları şaşırtsa da önceki bağlılıklarımız tarafından; maddesel açıklamalar üreten bir

sorgulama vasıtası ve düşünceler oluşturmaya mecbur bırakılıyoruz. Buna ek olarak;

materyalizm (maddecilik) mutlak bir gerçektir. Bizim için ilahi bir güce izin verme söz konusu değildir. "Bu sebepten ötürü artık şimdi ateizm ve Darwin’in evrim teorisi arasındaki ilişkiyi görebilirsiniz. Çünkü eğer ateizm doğruysa, bilimi bir kenara koyalım şimdilik, Darwinci yaşam tarihi mantık bakımından doğru olmak zorundadır. Şimdi sondan ikinci kısma geçeceğiz. Darwinci evrim eşsizdir. Neden eşsizdir? Çünkü bilim tarihinde geçerli bir bilimsel teoriden tam teşekküllü bir dine siyasi ve sonra da ahlaki sisteme değiştirilen tek teoridir. Bunu söyleyen ben değilim, başlıca evrimci

biyologlara, tarih bilimcilerine ve filozoflarına göre bu. Ekranda üç karakter var, üçü de bilim alanından çıkıp tam teşekküllü bir din alanına girmiş olan Darwin’in evrim

(11)

teorisi hakkında size farklı bir kavrayış sağlayacak. Sol tarafta evrimci biyolog ve ateist olan Julian Huxley var. Darwinizmle ilgili olan “Religion Without Revelation” (Vahiysiz Din) adında bir kitap çıkardı. UNESCO Birleşmiş Milletler’de ilk başkandı. 1980’lerdeki

“Kör Saatçi” kitabında Richard Dawkins, çarpıcı bir itirafta bulunarak “Darwin’den önce ateist olmak mantıksal olarak makul olabilirdi, ama Darwin’den sonra anlayarak entellektüel olarak tatmin olmuş ateistler olduk.” Dine karşı en bilindik polemiğiyle

“Tanrı Yanılgısı” kitabında bile, kitabın ana bölümündeki ana sav, oluşturduğu altı nokta Darwinizmle ilgili. Hareket ettirici kuvvet budur. Aşağıda da Michael Ruse var.

Oxford Üniversitesi’nde yakın tarihte yayınladığı kitabın adı bile kendini ele veriyor zaten: “Darwinism as Religion” (Din Olarak Darwinizm) Darwinizm’e inanıyor; bir ateist ve naturalist; kitapta “En başından günümüze kadar Darwinizm, Hıristiyanlık gibi başlıca dinlere karşı tam teşekküllü bir alternatiftir.” diyor. İkinci olarak, ahlaki sistem olarak Darwinizm var. Bu genellikle gözden kaçan Darwinci evrimin bir kısmı.

Şimdi size “Biliyor musunuz? Ben İzafiyet Teorisine inanıyorum,” ya da boşverin,

“Yerçekime inanıyorum,” dediğimi hayal edin. Yerçekimi işe yarıyor çünkü. Değil mi?

“Ama yerçekimi Birleşik Krallık hariç her yerde, tüm evrende işe yarıyor ve Birleşik Krallık’ta da yerçekimi sadece bir yerde işe yaramıyor orası da bu üniversitedeki bu odada. Burası hariç dünyada her yerde işe yarıyor,” desem... “Keçileri kaçırmışsın galiba, ne diyorsun sen? Nasıl istisna olabilir?” dersiniz. Eğer Darwin’in evrim teorisi doğruysa o zaman böyle bir şey de mantık bakımından doğru olmak zorundadır. Şimdi de karşımızda insan evriminin 12 aşaması var. Altta 6 çeşit büyük maymun ve

yukarıda da 6 çeşit insan tipi var. Şimdi; 6. ve 7. adım arasındaki fark şu: 6. adım arkalarda da olan kardeşlerimiz gibi Afrikalı bir erkek. Aslına bakarsanız, bu salonda aşağı yukarı her çeşit insan var, değil mi? 1’den 6’ya kadar... Aşağı doğru indiğinizde 1 numara bir Kafkasyalı. Kafkasyalı ve Afrikalı arasındaki mesafe 5 adım. Afrikalı ve maymun arasındaki mesafe ise 1 adım. Şimdi salondaki biri bu doğal olarak ırkçı diyebilir. Bu zamanında ve Darwin’in kendisi tarafından bile kabul edilen bir fikirdi.

Kanıtı da burada. Bu resim Ernst Haeckel tarafından yayınlanmış bir kitaptan, ki kendisi de Darwin’le aynı dönemde yaşayan, birbirleriyle iletişim halinde olan, Darwinizm’in Almanya’da başlıca destekçilerindendir. Aslına bakılırsa, Ernst Haeckel insan evrimi hakkında kitabını yayınladı ve Darwin de “İnsanın Türeyişi” adlı kendi insan evrimi hakkındaki kitabını yayınladı ve Darwin “Eğer bilseydim...” Ernst

Haeckel’in kitabına eleştirisi bu, “Eğer Ernst Haeckel’ın bu kitabı yazacağını bilseydim,

‘İnsanın Türeyişi’ni yazmazdım.” Ve o sadece bu tip aşırı ırkçı fikirleri onaylamadı, ayrıca, şimdi herkes Amazon’a girip indirebilir, “İnsanın Türeyişi”nde kendisi

Afrikalıları maymun ayaklı tasvir etti. Gelecekte medeni ırk olan Kafkasyalıların yabani ırkların soylarını tamamen bitireceğini anlatır, 2. kısımdan 6. kısıma kadar olan yani.

Ben muhtemelen 4. kısımdayım çünkü sakallarım var. Yani hepimizin başı dertte, belki 2. numaradakiler hayatta kalabilir, şu Çinli gibi görünen Malezyalı kardeşim gibi. Ama onun dışındaki herkes yok edilecek. “İnsanın Türeyişi”nde açık ve belirgin bir şekilde

(12)

ırkçı fikirler var. Kaçınılmaz bir şey bu. Eğer Darwin’in evrim teorisi doğruysa ve bunu insanlara uygularsanız, insanlar arasında bir hiyerarşi var, değil mi? Bundan kaçacak yer yok. Charles Darwin’in çocuğu ve bu ülkedeki öjenik biliminin (soyarıtımı) babası olan Leonard Darwin; çok ilginç bir şey söylüyor. “Gelecekte karşılaşacağımız en zor şeylerden biri, yabanı ırklarla ne yapılacağını düşünmektir.” O da 2. adımdan 6. adıma kadar. 20. yüzyılın başında Avrupalı kaşifler tarafından Kongo’da keşfedilen Afrikalı bir adam olan Ota Benga vardı, Ailesi öldürüldü, zavallı adamı New York’taki bir insanları koydukları bir hayvanat bahçesine attılar ve Afrikalı bir erkek olan 6. ve tam bir

maymun olan 7. adımdaki kayıp örnek olduğu için geçit töreni yapıldı. Yani onun 6. ve 7. aşama arasında olduğuna inanıyorlardı. Sonuç olarak Ota Benga intihar etti ve dünya çapında kutlanan birçok eksik halka yaşamından sadece “biriydi.” İkinci Dünya Savaşı sonrası bunların hepsi örtbas edildi, kimse artık bununla ilgili konuşmak

istemedi. Aslına bakarsanız, Cambridge Üniversitesi’nde yayınlanan “İnsan Evriminin Felsefesi”ni okuyordum ve bu konudan bahsetmelerini bekliyordum.

Bayağı büyük bir iş başardılar, yan çizdiler. “Konunun yanına bile yaklaşmak

istemedik, Michael Ruse’ın yazdığı tek şey ‘Hepimiz Afrikalıyız,’ demesiydi,” şeklinde.

Tabii ki hepimiz bu resimde Afrikalıyız! Çünkü evrim 12. aşama başlıyor, Doğu

Afrika’dan yani ve yukarı doğru çıkıyor. Kimse bu resmin ‘Hepimiz Afrikalıyız’ dediğini inkar etmiyor.

Asıl soru Darwinizme göre hiyerarşinin varolup olmadığı. Apaçık bir şekilde de olduğu görülüyor. Ama bahsettiğim gibi, bu Darwinistlerin geçmişte ne olduğuyla ilgili ve kabul etmeleri gerektiği şeyle, yani insanların hiyerarşik sisteme ait olmaları hakkında konuşmak istemediği bir konu. Ayrıca Darwinizm siyasi bir sistem haline de geldi, “A Darwinian Left” (Darwinci Sol) “Political Gene” (Siyasi Gen) gibi kitaplar var. Ayrıca Joseph Stalin kendisini ateizme sürükleyen şeyin “Türlerin Kökeni”ni okumak olduğunu itiraf etmiştir ve devasa bir siyasi katliamdan sorumluydu; Rusya’da milyonlar öldü ve kendisi “Doğal seçilimi toplumsal sınıfa uyguluyordum,” demiştir.

Darwin’in, yazılarında bile, o zamandaki müslüman bir imparatorluk olan Osmanlı Türklerinden bahsederken, Avrupalılarla savaştıklarında ve Avrupalılar onları bir savaşta yendiğinde, Charles Darwin “Yabani ırklar,” yani yabani Türkler “Medeni Avrupalılar tarafından yenilip bozguna uğratılmıştır,” demiştir. Neden? Çünkü yabaniler ve yabaniler kendilerinden üstün olan beyazlar tarafından ezip geçilir.

“Türlerin Kökeni”nde apaçık belli olan bir tahmin geliştirerek medeni ırkların tüm dünyaya egemen olacağını söylemiştir. İşin aslına bakarsanız üç kıtada zaten olan bir şeyi ortaya çıkarıyordu. Avustralya’da, Güney ve Kuzey Amerika ve Afrika’da

yabaniler(!) ortadan kaldırılıyordu. “Türlerin Kökeni”nde ayrıca siyasi bir yorum da bulursunuz. Son olarak, önceden de bahsettiğim gibi İslam, Evrim ve Darwinizmden bahsetmek istiyorum. Biz müslümanların yapması gereken çok, çok önemli şey Dünya’daki yaşam tarihiyle ilgili Hıristiyan öğretisini kabul etmeyip onların yaptığını yapmamaktır. Bilirsiniz, Hristiyanlar genelde akıllı tasarımın reklamını yaparlar ve

(13)

“Bakın, Dünya’daki tüm türler ve farklı cinsler değişmezler,” derler. Biz müslümanlar için önemli olan şey Allah’ın (cc) Kur’an’da “Bilmediğiniz bir şey hakkında

konuşmayın,” (İsra, 36) demesidir. Yani, insanlar ve insan nesli açısından, biz müslümanlar olarak tereddüt etmeden insanların ve şempanzelerin dini bağlamda ortak bir soyu olmadığına inandığımızı söyleyebiliriz. İnsanlar ve maymunlar arasında.

Ama diğer biyolojik yaşam açısından Kur’an’da bir bilgi yok. Bir balina bir memeli gibi karadan mı evrildi? İmkân dahilinde! Bilmiyoruz. Ama kesinlikle olmadı da diyemeyiz, ki bu İncil müfessirlerinin onaylamadığı bir şeydir; “Hayır, kesinlikle olmamıştır,”

derler.

O zaman, biz müslümanlar olarak, ve özellikle evrimsel biyoloji okuyanlar olarak, ne yapmalıyız? Size arkadaşımın uyguladığı pratik bir tavsiyede bulunacağım. Arkadaşım Dr. Farid Khan, videolarını IERA Channel’da da bulabilirsiniz, bir evrimci biyolog, elhamdulillah Cambridge’den doktorası var, bu alanda çalışıyor ve hayat kurtarmaya çalışıyor, hayatındaki evrimci biyolojide çalışmaya itiş gücü Kur’an’daki “Kim birinin hayatını kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış olur,” (Maide, 32) ayeti.

Çünkü evrimin amacı zaten budur, tüm literatüre baktığınızda teknik literatürde yani, diğerlerini boşverin, insan şempanzeleri ya da hayat ağacı hakkında konuşmuyorlar ki!

Sadece hayat kurtarma, yeni antibiyotik meydana getirme, penisilinin gittikçe

tükenmesi ve daha birçok şey hakkında konuşuyorlar. Biz müslümanlar olarak çalışma, teori, paradigma modeli olarak Darwinci evrimi kabul edebiliriz. Ama bu kesinlikle doğru olduğunu kabul ettiğimiz anlamına gelmiyor. Çünkü laik akademisyenler bile bunun varsayımları olan ve en temel fikirlerinin tartışmaya yol açtığı olasılı bir taslağa dayatıldığını kabul ediyorlar. Yani bunu yaygın bir fikir olarak kabul edebiliriz, ama kesinlikle doğru olarak kabul etmek zorunda değiliz. Bilim filozofu ve ateist olan David Stove “Darwinian Fairytales” (Darwinci Masallar) adlı kitabında Darwinci evrime insanların eğilimi diyor. Yani bu sadece hayatta kalma ve üreme değil. “Bakın, biyolojideki en iyi genel idea ve teori olsa bile,” ki kabul de ediyor, “Daimi doğru değildir,” diyor. Yani biz müslümanlar da aynısını yapıyoruz. Bu derste size bunları anlattım, en en önemli kısım ilk kısımdı çünkü Dağılım Grafiği Problemi ve Siyah Kuğu hakkında konuştum sonra neden Darwinizmin varsayım ve tartışmalar ile olasılı bir taslakta temellendirildiğini söyledim. Ama bunu yapmama gerek yoktu.

Eğer Siyah Kuğu ve Dağılım Grafiği Problemini anlarsanız, otomatik olarak Darwinci evrimin sabit durum teorisi ya da sicim teorisi ya da bilimde herhangi bir teorinin daimi doğru olamayacağını bilirsiniz. Ve neden varsayım ve tartışmalar ile olasılı bir taslakta temellendirildiğini açıkladım. Ve son olarak da bitirmek istediğim konu buydu. Birkaç asır önce fizik ve biz müslümanların inancı arasında bir çekişme vardı.

Fizikçiler sabit durum teorisinde evrenin başlangıcı olmadığına inandılar ve Kur’an evrenin bir başlangıcının olduğu hakkında gayet net. Şimdi de sabit durum teorisi paradigma değişimine uğradı ve 17 farklı modeliyle Big Bang teorisi elimizde. Ve bu Kur’an’la daha çok aynı hizada. Ama biz müslümanlar olarak 50, 60, 70 sene önce

(14)

sabit durum teorisi Einstein gibi insanlar dahil olmak üzere kabul edildiğinde Bunun yanlış olduğu hakkında her fizikçiyle tartışmamız mı gerekirdi? Hayır! Sadece “Bu fizikte genel bir fikir ve biz müslümanlar olarak bunu çalışma, teori, paradigma modeli olarak kabul ediyoruz. Kesinlikle doğru olduğuna inanmıyoruz,” demelliydik. “Belki gelecekte buna karşı çıkacak bir şey çıkar.” Ki gerçekten oldu da. Ne yazık ki, bu alanda müslümanlar hristiyanları takip edip buna inananlara meydan okumaya çalışıyor. Bu, bunu yapmanın doğru bir yolu değil. İslamî olarak doğru olan, -ve müslüman olmasanız bile- anlamanız gereken şey bilimin size sadece değişebilen çalışma modeli vermesidir. Ve bilimle diğer dini inançlara sahip olan ya da olmayan tüm insanlardan daha fazla ilgilenmekle ilgili bir sorumluluğumuzun olduğunu

anlamamız lazım. Neden? Çünkü bilim bir metod olarak İslam dünyasından gelmiştir.

Tarihteki ilk bilim insanı, başlıca laik akademisyenler, David C. Limburg gibi tarihçilere göre bile tarihteki ilk bilim insanı ve bir bilimsel metod oluşturan ve hala günümüzde kullanıp tüm teknolojimize katkısı olan kişi yaklaşık olarak bin yıl önce yaşamış olan Hasan İbn-i Heysem’dir. Francis Bacon, Galileo gibi karakterlerden yüzyıllar önce... ve kendisi sadece bilim insanı değil ayrıca Kur’an alimiydi. Biyografisinde söylediği şeylerden biri de onu bilime iten gücün Allah’a (cc) daha yaklaşma isteği olmasıydı.

Amacı buydu. Fakat ne yazık ki günümüzde bilim ateizmle ilişkilendiriliyor. Ama

bildiğimize göre, insan vücudunda ya da evrende daha fazla bir şeyler keşfettiğimizde, bu sizi Allah’a (cc) yaklaştırmalıdır, uzaklaştırmamalıdır. Bilim “nasıl” olduğunu açıklar, Allah(cc) ise öncelikle bize her şeyin “neden” var olduğunu açıklar. Yani “nasıl”

olduğunu keşfetmek “neden”ine karşı çıkmaz. Dediğim her iyi şey yaratan

Allah(cc)’tandır, yaptığım tüm hatalar bendendir. Dinlediğiniz için Allah sizi hayırla mükafatlandırsın.

Video iERA kanalından alınıp Genç Müslümanlar tarafından tercüme edilmiştir.

Videoyu Youtube kanalımızdan izleyebilirsiniz.

(youtube.com/gencmuslumanlarhd)

Referanslar

Benzer Belgeler

Evrim kuramının gerçe ği yansıtmadığı yolundaki savlar bundan elli yıl önce kulağa hoş gelebilirdi.. Artık

• Fare ve sıçan büyüme hormonu geni için ortalama nükleotid değişim hızı 8x10 -9.. Moleküler

yy’da Maya şehirlerinde bulunan hiyerogliflerin (Maya Kodeksleri) dinsel, bilimsel, tarihsel ve astrolojik birçok bilgiyi içermesine rağmen, ilkel ve hurafeye dayalı

 1- Evrimin erken ve sıklıkla olduğu kabul edilmiştir: Yaşayanların farklı formlar şeklinde değiştiği fikri dünya tarihi içerisinde çok eskilere kadar uzanmaktadır ve en

“bu çok sıkıcı işlemler tipik olarak daha çok tür ve çok daha fazla özellik içeren gerçek filogenetik analizler söz konusu olunca bilgisayar programları ile

-çerçeve kaymasına neden olup, protein işlevini yok edebilir -kontrol bölgesine girer, ifadeyi değiştirebilir, engelleyebilir -konak genin mutasyon hızını arttırabilir.

Alel sıklığı ya da Genotip sıklığında meydana gelen değişimlere neden olan etmenler evrimin mekanizmalarıdır. Evrim kuramını anlamak için burada kullanılacak olan

Sarıların oranının 0’a yaklaşması 100’e yaklaşmasından daha olasıdır Kahverengilerinde 100’e yaklaşması daha olasıdır ve bu oran %80’dir... Bölüm 10