SÜNBÜL-ZÂDE
VEHBÎ
HAYATI
Asıl adı Mehmed’dir. Maraşlı Sünbül-zâde ailesinden şair Râşid Efendi’nin oğlu, yörenin meşhur
müftülerinden Mehmed Efendi’nin torunudur.
Şiirlerinde Vehbî mahlasını kullanan şairin doğum
tarihi kesin olarak belli olmamakla beraber, yazdığı
bir kasîdeden 1133/1718 yılında doğduğu tahmin
edilmektedir. Temel eğitimini memleketi Maraş’ta
aldıktan sonra daha iyi imkânlar elde etmek üzere
İstanbul’a gitmiştir.
Önceleri müdderrislik yapan Vehbî, devlet
büyüklerine sunduğu kasîde ve tarihleriyle adını duyurmuş; kadılık mesleğine de bu vesile ile adım atmıştır.
Yaş ve Bükreş’te on yedi yıl kadılık yapan; Eflak, Boğdan ve Siroz’da bulunan Vehbî, şiirleriyle
şöhret bulduktan ve ilim çevreleri tarafından tanındıktan sonra, bir ara devletin resmî
yazışmalarında görevlendirilmiştir.
III. Mustafa döneminde, dostluğunu kazandığı
Yenişehirli Osman Efendi ve Reîsülküttâb İsmail Bey
gibi önemli iki devlet adamının himâyesine giren Vehbî, 1182/1768’de hâcegânlık sınıfına terfi ettirilmiş; bu
meslekte yedi yıl görev yapmıştır.
I. Abdülhamid döneminin başlarında İran’a, Bağdat Valisi Ömer Paşa ile Kerim Han Zend arasında ortaya çıkan bir anlaşmazlık dolayısıyla elçi olarak
gönderilmiştir. Vehbî’nin Kerim Han tarafından
kandırıldığı, devletin menfaatlerini koruyamadığı, temsil görevinin gerektirdiği vasıflardan uzak
bulunduğu gibi dedikoduların İstanbul’a ulaşmasından
sonra idamı emredilmiştir
Vehbî, dostları Osman Efendi ve İsmail Bey’in yardımlarıyla gizlice İstanbul’a gelmiş ve padişahı medh etmek üzere
yazdığı “Tannâne” adlı meşhur kasîdesini
kaleme almıştır. Bu sırada suçsuz olduğu
da ortaya çıkan şair affedilmiştir.
Bir süre kendisine görev verilmeyen Vehbî,
Sadrazam Halil Hâmid Paşa tarafından yeniden kadılık görevine atanmıştır.
Şair, Kırım Hanı Şahin Giray’ın idamı sırasında
Rodos’ta kadıdır. Vehbî, “Tayyâre” adıyla meşhur olan kasîdesini, Şahin Giray’ın idam edilmesi
üzerine bu adada yazmıştır. Sonrasında Silistre nâibliği, Avusturya seferi sırasında Ordu-yı
Hümâyûn kadılığı nâibliği yapan Vehbî’nin Eski Zağra’daki kadılığı döneminde, gayr-ı ahlâkî bazı davranışlarda bulunduğu iddiasıyla evinin
basıldığı ve bir süre tutuklu kaldığı bilinmektedir.
Bu olay üzerine görevinden azledilen şair, III.
Selim döneminde yeniden müreffeh bir hayata kavuşmuştur. Sultan Selim, şaire çeşitli
hediyeler vererek iltifatta bulunmuş; önce
Manisa, daha sonra Siroz kadılığına atamıştır.
Manastır ve Bolu kadılıklarından sonra şair
İstanbul’a dönmüştür. İleri yaşında damla (gut) hastalığına yakalanan Vehbî, 14 Rebîülevvel
1224/29 Nisan 1809 tarihinde ölmüştür.
Edirnekapı dışında defnedilmiştir.
ESERLERİ VE ŞAİRLİĞİ
Sünbül-zâde Vehbî, Dîvân’ını 1205/1790 yılında tamamlayarak III. Selim’e sunmuştur. Şairin
Dîvân’ı üzerine S. Ali Beyzadeoğlu bir doktora
tezi hazırlamıştır. Eser Ahmet Yenikale tarafından yayımlanmıştır.
Lutfiyye, Vehbî’nin oğlu Lutfullah için yazdığı, nasihat-nâme türünde manzum didaktik bir
eserdir. 1181 beyittir.
Tuhaf-i Vehbî, 882 beyitten meydana gelen Farsça-Türkçe bir lugattir. Nuhbe-i Vehbî ise Arapça-Türkçe manzum bir lugattır. 1948
beyitlik bu mesnevî üzerinde Necmetin Yurtseven tarafından bir doktora tezi
hazırlanmıştır.
Şevk-engîz mizahla karışık cinselliği konu alan, sonunda ise ilâhî aşkla tamamlanan 785
beyitlik bir mesnevîdir.
Vehbî’nin telif ettiği eserlerden birisi de,
kendisinin belirttiği üzere bir yangında yok olan
Münşeât’ıdır.
Oldukça üretken olan ve farklı türlerde
eserler kaleme alan Vehbî, medrese eğitimi almış, Arapça ve Farsçayı bu dillerin
manzum sözlüğünü yazacak kadar iyi bilen bir şairdir. İranlı şairler arasında Hâfız’ı çok beğenen Vehbî’nin; Türk şairlerden ise
Nef‘î, Nâbî, Sâbit ve Nedîm’in etkisinde
kaldığı görülür. Hayatı hakkında bilgi veren kaynaklarda ön plana çıkan husus
Vehbî’nin zevk ve safâya düşkün biri
olduğudur.
Bu durum, şairin eserlerine de yansımıştır.
Şânizâde tarafından Türk mizahının sembol
kişilerinden olan İncili Çavuş’a benzetilen Vehbî için zevk ve eğlenceye düşkünlük, saklanılacak bir durum değildir. Bu sebepledir ki Vehbî bazı şiirlerinde, kaba ve cüretkâr bir dil kullanmıştır.
Bununla beraber şairin genel anlamda, kıvrak zekâsını kullanarak kelimeleri özenle seçtiği, anlatacaklarını edebî sanatlar ve bazı söz
oyunları eşliğinde okuyucunun hayal dünyasına
ısmarlayarak aradan çekildiği görülür.
Vehbî, yaşadığı döneminde “reîsü’ş-şuarâ”
olarak adlandırılarak takdir edilmekle beraber, bazı kaynaklarda lirizmden yoksun oluşu ve
kuvvetli bir şair olmadığı yönünde
eleştirilmiştir. Muallim Nâcî, şairin bazı şiirlerini
“hafif” ve “soğuk” olarak nitelendirirken, Ziya Paşa gazellerini “dağda yetişen kokusuz
güller”e benzetir. Gibb, Vehbî’nin kasîdelerini
“ilhamdan yoksun, sıkıcı olduğu kadar da bayağı ve soluksuz” olarak tanımlar. Şairin
gazellerini daha başarılı bulan Gibb; bunların
zekâ parıltılarıyla, alışılmışın dışında hayallerle
süslendiğini söylemiştir.
Sünbül-zâde Vehbî şiirlerinde; mahallî kelime ve deyişleri bolca kullanan, atasözlerinden
yararlanan, edebî sanatlara ve mazmunlara vâkıf, duygu ve düşüncelerini samimi ve açık bir şekilde ifade eden bir şairdir. Vehbî; Dîvân şiirinin zirveleri olarak kabul edilen Fuzûlî, Bâkî, Nef’î ya da Nedîm gibi şairlerin ulaştıkları
seviyeye çıkamamakla beraber, kolayca şiir
söyleme kudretine sahip, iyi bir söz ustası, âlim
bir şair olarak kabul edilmiştir.
KAYNAKÇA
Beyzâdeoğlu, Süreyya Ali, Sünbülzâde Vehbî, İklim Yayınları, İstanbul 1993.
Fâik Reşâd, Eslâf, (I-II), Âlem Matbaası, İstanbul 1311-1312.
Gibb, E. Wilkinson, Osmanlı Şiir Tarihi, (I-II), Çev.: Ali Çavuşoğlu, Akçağ Yayınları, Ankara 1999.
Muallim Nâcî, Osmanlı Şairleri, Haz.: Cemal Kurnaz, Akçağ Yayınları, Ankara 2000.
Şânîzâde Mehmed Atâullâh, Târîh, (I-IV), İstanbul 1284.A
Yenikale, Ahmet, Sünbül-zâde Vehbî-Dîvân, Ukde Yayınları, Kahramanmaraş 2011.