• Sonuç bulunamadı

Yaşayan Şehir!Yaşayan Şehir!

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yaşayan Şehir!Yaşayan Şehir!"

Copied!
96
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sayı: Yaz ’10/9

Evlenmek bir başkadır Beşiktaş’ta Aydınlanmanın Bilgesi: İlhan Selçuk Candan Erçetin’in Beşiktaş’ı Kuşaklar boyu Beşiktaşlı: Güreli Ailesi Gelenek: Yıldız Porselen

Yaşayan Şehir!

Yaşayan Şehir!

(2)

02 B+ YAZ

Leyla Gencer Heykeli Açılışı, 13 Temmuz 2010

(3)

B+ YAZ 03

D

okuzuncu sayıya ulaştık. İlkeleri- mizden ve sizlerin beğeni düzeyin- den ödün vermeden yepyeni bir B+

Dergisi sunmanın keyfini paylaş- mak istiyorum. Geride kalan dergi serüvenimize dikkatlice göz atan- lar, B+ Dergisi’nin, yayıncılık anlayışının merkezine Beşiktaş kentini ve kentlisini koyduğunu fark ede- ceklerdir. Elbette bu farklı ve zengin “kent dergisi”ni sizlerin teşvikleri, sahip çıkması ve değerli aydın ve sanatçılarımızın destekleriyle yarattık.

Bazen bu ilgi ve katılımın son derece üst söylemlere, deyim yerindeyse seçkin edebi metinlere dönüştü- ğünü görerek mutlu oluyorum. Örneğin İlhan Selçuk heykelini Beşiktaş’a kazandırmak için işbirliği yaptı- ğımız, ünü uluslararası arenaya taşmış değerli sanat- çımız Mehmet Aksoy, bu sayıda yer alan söyleşisin- de heykeli şöyle tanımlıyor:

“Işığın üzerinde dolaştığı, gezindiği, zıpladığı, kaya- rak hızlandığı, harmoni içinde dans ettiği, kontrast- larla kızan, dramatikleşen heykel kütlesini oluştu- ran formlar ışık taşıyıcıları, ışık tutucularıdır. İşte hey- kel de üzerinde ışığın su gibi dolaştığı, şeklini aldığı bu ışık satıhlarının, yani formların sanatçı formasyo- nuna, kişiliğine ve zevkine göre değişen kompozis- yonlarından başka bir şey değildir.”

Dergimizin sayfaları arasında çoğu zaman son de- rece çarpıcı ve alçakgönüllü anlatımlar yer alıyor.

Yine bu sayıda Yıldız Porselen Fabrikası tanıtılırken

“ustalar”dan söz ederek satır başı yapıyor arkadaşı- mız, şöyle yazıyor: “Atölye sessiz. Ustalar sözü ka- pının ardında bırakıp işe koyulmuş.” Sözü kapının arkasına bırakmak, üreterek yaşamakla, gösteri ya- parak yaşamanın arasındaki farkı çok iyi betimliyor bana göre. Buna bir de değerli sanatçımız, Beşiktaş kentlisi Candan Erçetin’in sözlerini ekleyelim: “Bu hayata konuşarak öğrenmeye değil yaşayarak öğ- renmeye geldiğimize inanıyorum!”

Bu tür felsefi söyleyişler -yarattığı düşünsel ve ruhsal etki bir yana- insan varlığı açısından kentimizin nasıl zengin bir birikime sahip olduğunu gösteriyor. Zeki, okur-yazar, ülke sorunlarına ve dünyada olup biten- lere duyarlı bu birikim; birbirimizle paylaşacak sözü olmak, birbirimizi etkileyerek daha güzel ve özgür- lükçü bir yaşamı inşa edebilmek açısından özel bir şans. Bir yerel yönetici olarak da bu şans bize, daha özenli ve daha kaliteli hizmet üretme sorumluluğu getiriyor.

Nitekim Beşiktaş Belediyesi olarak hizmetlerimi- ze getirdiğimiz standartlar her geçen gün yükseli- yor. Standart kavramının içerisine hakça ve insanca bir paylaşım hukukunu da yerleştirdiğimizi belirtmeli- yim. Şimdilerde moda olan genelgeçer demokratlık elbette bizlerin giyeceği bir elbise değil. Yönetme- nin ve var olmanın özüne “insan odaklı” bir hizmet ve adalet anlayışını yerleştirmeden demokrat oluna- cağına inanmamız olanaksız. Bu gösteriler olsa olsa söylemi demokrat, eylemi baskıcı-gerici bir sahteci- lik olur. Bu tiplerin dönekliği bir yana, yarattıkları kav- ram kargaşası da giderek bir toplumsal korkuya ve kaosa dönüşebiliyor.

Değerli kentlimiz İlhan Selçuk’un bu kaos ortamın- dan neler çektiğini yine bir kentlimiz ve değerli bir ağabeyimiz olan Altan Öymen şöyle özetlemiş B+

Dergisi’nde yer alan yazısında:

“İlhan Selçuk’a isnad edilen ‘suç işlemek için örgüt- lenmek’, ‘hükümeti devirme’ye, ‘Meclis’in görevini yapmasını önlemeye teşebbüs’ etmek gibi suçların hiçbir kanıtı yok. Ama bunun sebebi, İlhan Selçuk’un suçsuz olması değil, ‘zeki’ olması. Zekâsı sayesinde suç kanıtlarının ele geçirilmesini önlüyor.

Özetle: Türkiye’nin en usta, en tutarlı yazarlarından biri olan İlhan Selçuk’un ölmeden önceki gözaltına alınışının ve Ergenekon mahkemesi önünde sanık hale getirilişinin nedeni böyle bir ‘gerekçe’.

Madem ki zekidir, öyleyse suç işlemiş ve bunu giz- lemiştir.

Evet, İlhan Selçuk’un bütün ‘haslet’lerinin yanında

“zeki” olduğu muhakkaktı.

Ama zeki olmanın bir iddianamede ‘suç kanıtı’ sayıldı- ğı, herhalde ilk defa görülüyor. Ve bu ‘ilk’in herhalde ül- kemizin adalet tarihinde unutulmaz bir yeri olacak...”

Toplumsal sarsıntılar, siyasal tutarsızlıklar ya da eko- nomik krizler zaman zaman toplumların esenliğini ve dirliğini bozabilir, kuşkular yaratabilir. Puslu havayı seven fırsatçılar da böylesi ortamlarda çalışmayı, fit- ne ve fesat üretmeyi görev bilirler. Ancak Beşiktaş kentlileri olarak biliyoruz ki, koşullar ne olursa olsun, aydınlık ve ilerici hedeflerimiz mutlaka hayata geçe- cektir. Türkiye, işi gücü olan, karnı tok insanların; is- tediği okula gidebilen gençlerin; kültür ve inancını özgürce geliştiren, yönetimlerle adil ve insanca iliş- kiler kuran yurttaşların ülkesi olacaktır. Bunun nesnel temelleri vardır. Tarihsel kaynağımız Cumhuriyetimiz ve Atatürk ilkeleridir. İnsan kaynağımız da bu tarihsel mirasın bize armağan ettiği “fikri hür, vicdanı hür” ku- şaklardır. Beşiktaş, işte bu özgür düşünceli ve özgür vicdanlı insanların kentidir.

Unutmayalım ki, aydınlıklar kuşku ve korkuyu sevmez!

Esen kalın, aydınlıkta kalın!

Aydınlıklar

kuşku ve korkuyu sevmez!

İsmail ÜNAL

Beşiktaş Belediye Başkanı

(4)

İMTİYAZ SAHİBİ Beşiktaş Belediyesi adına

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal YÖNETİM YERİ

Beşiktaş Belediyesi

Nisbetiye Mahallesi Aytar Caddesi Başlık Sokak No: 1

34340 Levent, İstanbul www.besiktas.bel.tr - 444 44 55 YAYIN TÜRÜ

Dergi/Yaygın YAYIN KURULU

Hasan Özgen, Yüksel Türkili, Füsun Türkvan, Görkem Kızılkayak PROJE YÖNETMENİ

Hasan Özgen EDİTÖR Görkem Kızılkayak

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Gülçin Tahiroğlu

GÖRSEL YÖNETMEN Nadir Mutluer

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Ayla Çiringel

YAZI İŞLERİ

Gülçin Tahiroğlu, Nilüfer Oktay, Ayla Çiringel, Rüya Kalıntaş SAYFA YAPIM

Engin Ak

KATKIDA BULUNANLAR Yalçın Çiringel, Nevzat Yücel,

Aybüke Sakaoğlu, Gökçe Biliciler, Başak Barış FOTOĞRAFLAR

Görkem Kızılkayak, Erdem Aydın, Burak Görgün, Şenol Kaşıkçı YAPIM

NDR Tasarım ve Reklamcılık Tic. A.Ş.

Merkez Mahallesi, Sarmaşık Sokak.

Mart Plaza No:24/1 Kağıthane/İstanbul Tel: 0212 321 11 12

BASKI

Promat Matbaacılık 0212 622 63 63 BASKI TARİHİ

Eylül 2010

Kapak Fotoğrafı: Pınar Gediközer BEŞİKTAŞ KENTLİSİ’ NİN DERGİSİ Yaz ’10 / 9

04 B+ YAZ

03 Başkan’ın Beşiktaşlılara Mesajı

26 Yarışma

En Güzel Bahçe, Balkon ve Teras Yarışması sonuçlandı

42 Albüm: Pınar Gediközer Düğünden kareler

52 Bir Usta

Mehmet Aksoy: “İlhan Selçuk”u aydınlık bir pencerenin önünde düşünüyorum”

10 16-19 Mayıs

“Bağımsızlık İçin İlk Adım”

etkinlikleri bu yıl da coşkuyla gerçekleşti.

Sergi, konferans, belgesel film, halkın katılımıyla gerçekleşen yürüyüş görülmeye değerdi.

10

06 Ustaya Saygı

Aydınlanmanın Bilgesi, İlhan Selçuk’un ardından.

Altan Öymen’in kaleminden İlhan Selçuk:Yarım Yüzyıllık Dostluk.

06

20 Bir Semt: Kültür Mahallesi Dünü, bugünü…

20

28 Sanatçı Gözüyle Candan Erçetin

çocukluğundan geleceğine doğru uzandı.

28

32 Asırlık Gelenek

Yıldız Porselen kapılarını B+’ya açtı.

32

38 Benim Beşiktaş’ım Güreli Ailesi ile yaşananlara dair…

38

(5)

Geçmişten bugüne...

B+ YAZ 05

Artı

besiktasarti@besiktas.bel.tr

“Odamda iki kardeş, Biri dün, biri yarın…

Ve ben aralarında, bir köprüyüm onların…”

Cumhuriyet’in şairlerinden Kemalettin Kamu’nun anlamlı dizeleri Akatlar Kültür Merkezi’nde yankı- landığında Oktay Ekinci’nin sunumu devam edi- yordu. Sunumun başlığı; “Cumhuriyet Devrimi Anadolu’nun Devrimi”ydi. Önemli saptamalar- da bulundu Ekinci ve Yargıtay Onursal Cumhu- riyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun sözleriyle son noktayı koydu: “Atatürk her sorunun çözü- münde ve devlet yönetiminde eleştirel akıldan ve bilimden ayrılmamamızı öğütlemişti. Unut- tuk. Atatürk, bize ulusal onurun ne demek ol- duğunu ve her koşulda nasıl korunması gerek- tiğini öğretmişti. Unuttuk...”

Beşiktaş Belediyesi’nin “Bağımsızlık İçin İlk Adım Etkinlikleri” bu yıl da dört gün boyunca sürdü. Her gün için anlam yüklü, farklı bir et- kinlik hazırlandı. İlk kez düzenlenen bir sergide Bandırma Vapuru ile Samsun’a doğru yola çı- kan Mustafa Kemal Paşa’nın silah arkadaşları tek tek tanıtıldı. Adlarını bile bilmediğimiz kah- ramanlardı onlar… Sergiye ilgi büyüktü…

Kurtuluş Savaşımızın Beşiktaş’ta başladığı ve dalga dalga Anadolu’ya yayıldığı gerçeği bir kez daha vurgulandı.

Yakın tarihimiz bilinmeyenlerle dolu hâlâ…

O nedenle de aralanan her kapı ulusal belleği- mize yeni yeni değerler katıyor. Beşiktaş Bele- diyesi toplumsal belleğimizi taze tutuyor.

Beşiktaş’ta her ailenin fotoğraf albümü geçmi- şe doğru bir el uzatıyor. Beşiktaş kentlisi gele- ceğe olduğu kadar, geçmişine de sahip çıkıyor.

B+’da sizlerle her sayıda bu özel anıları paylaş- maktan mutluluk duyuyoruz.

Bu sayıda aralanan kapı Güreli Ailesi’ne ait.

Baker Tilly Güreli Yeminli Mali Müşavirlik ve DenetimYönetim Kurulu Başkanı Hüsnü Gü- reli çok özel anılarını paylaştı bizimle. Milli Mü- cadele yıllarında telgrafçı olan dedesinin hi- kayesinden bugünlere doğru uzandık onun-

la…Ulusal belleğimize güçlü bir portre olarak yer- leşenlerden biri de gazeteci İlhan Selçuk’tu. Onu kaybettik… Topluma malolmuş bir isimdi… Beşik- taş Belediyesi onun anısını yaşatmak adına yap- tırmayı düşündüğü heykelin yapımını, adı ulusal sı- nırları aşmış bir sanatçıya; Mehmet Aksoy’a verdi.

“Aydınlanmanın Bilgesi”, Mehmet Aksoy’un elle- rinde nesiller boyu yaşatılacak.

Mehmet Aksoy; “Heykele ruhunu katan adam...”

Onu B+’nın sayfalarında daha yakından tanıya- caksınız.

Bu sayıda mercek altına aldığımız Kültür Ma- hallesi, Beşiktaş’ın kişi başına en çok yeşil alanı olan mahallelerinden biri. Nereye dönseniz kar- şınıza bir park çıkar burada... Yeşilin hayata sız- dığını gözlersiniz rahatlıkla...

Bir kez Beşiktaş’ta yaşandı mı onu terk etmek o kadar da kolay değil. Bu durumu anlatan en güzel sözler Behçet Necatigil’in kızı yazar Ayşe Sarısayın’dan geliyor: “Yokuş yukarı çıkma ça- baları boşuna. Beşiktaş’ın orta yeri insanı bir mıknatıs gibi kendine çekiyor. Baba evinden ayrılmalar bumerang dönüşleriyle sonuçlanıyor her seferinde.”

Birbirinden farklı konuları ile B+ yine sizler için, sizlere özel hazırlandı.

Geçmişten bugüne uzanan mazisi ile Beşiktaş kentlisi olmak bir ayrıcalık. Sizlerle bu duygula- rı paylaşmak bizleri mutlu kılıyor.

Hoşça kalın

64

64 Birikim

Behçet Necatigil’in kızı, yazar Ayşe Sarısayın’la Beşiktaş 56 Şenlik

Geleneksel Bebek ve Arnavutköy Şenlikleri

86 Haberler

Beşiktaş’ta gerçekleşen etkinliklerden özetler 92 Rehber / 24 saat 82 Sempozyum

Uluslararası Metal Heykel Sempozyumu.

68 Kent ve Spor Alp Özgen’in yazısı

78 Yaşam

Üç kuşak Hareket Sitesi Parkı’nda buluşuyor

72 Kazanım: Ortaköy Meydanı Yeni düzenlenen Ortaköy El Sanatları Çarşısı

60 Beşiktaş’ta Sinema

Köyiçi’ndeki Yazlık Sinema.

56

82

(6)

06 B+ YAZ

Ustaya saygı

Yazı: GÜLÇİN TAHİROĞLU Fotoğraflar: CUMHURİYET GAZETESİ ARŞİVİ

Aydınlanmanın Bilgesiydi

Yaşamı onurlu bir mücadele içinde geçen İlhan Selçuk,

Hacıbektaş’ta Aydınlar Mezarlığı’nda yatıyor...

(7)

B+ YAZ o7

A

ydınlanma savaşçısı, Türk medyasının usta kalemi, Cum- huriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi ve Başyazarı İlhan Sel- çuk yaşamını yitirdi. Soluğu hiç tükenmeden, köşesinde kendine has üslubu ile yaşamını yazı yazmaya adayan bir gazeteciydi. İlhan Selçuk 1950’de İstanbul Üniversite- si Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Avukatlık, matbaacılık, der- gi ve gazetelerde yazı işleri müdürlüğü yaptı. İlk yazıları 1952 yılında 41 Bu- çuk isimli mizah dergisinde çıktı. 1963 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde ça- lışmaya başladı.

12 Mart Muhtırası’ndan sonra, 9 Mart 1971 darbe teşebbüsüne katıldığı ge- rekçesiyle gözaltına alındı. 12 Mart 1971 muhtırasına giden süreçte Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Devrim Gazetesi etrafında toplanan ve içlerinde 27 Mayıs Darbesi’ni yapan Milli Birlik Komitesi’nden emekli Korgeneral Ce- mal Madanoğlu’nun da bulunduğu Milli Demokratik Devrimciler, o döne- min siyasi partilerinin demokrasi anlayışının bir oyalamaca olduğunu ileri sürerek ulusçu-devrimci yöntem olarak ifade edilen ilkeler doğrultusunda parlamento dışı muhalefeti savunuyorlardı.

1971’de İlhan Selçuk, Oktay Kurtböke ile beraber sıkıyönetim mahkeme- sinde yargılandı. 12 Mart döneminde Ziverbey Köşkü’nde yaşadığı sorgu- lama günlerini bir kitapta topladı. Kitapla birlikte Ziverbey Köşkü’nde yapı- lan işkence iddiaları ilk defa anlatılmış oldu.

Selçuk, köşkteki işkence iddiasını ifadesinin içine akrostiş yöntemiyle giz- lice yerleştirmişti. Yazdığı her cümlenin sondan ikinci kelimesinin baş harfi yukarıdan aşağı sıralandığında “işkence altındayım” cümlesi çıkıyordu.

Selçuk, yaşadığı işkenceyi yazdığı kitapta şöyle anlatıyordu: “Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Birileri beni yere yatırmış ço- raplarımı çıkarmıştı. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacakları- mı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma… Sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım, ancak fa- lakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz (…) Ta kemiklerine işleyen bir acı duyuyor insan. Başlangıçta bağırmamak için kendimi tutuyor, dişlerimi sıkıyordum. Ama sonra kendimi bıraktım, çünkü, ne kadar çabalarsan ça- bala sesine gem vuramıyorsun.”

İlhan Selçuk yaşadığı işkenceyi asla unutmadı, aksine yaşadıkları onun mü- cadelesine ivme kazandırdı. Selçuk, Türkiye İnsan Hakları Kurumu

(TİHAK) kurucu üyeleri arasında yer aldı.

1997 yılında Sertel Demokrasi Ödülü’ne layık görüldü.

İlhan Selçuk 21 Mart 2008 günü sabah saat 04.30’da Ergenekon dava- sı operasyonları kapsamında gözaltına alındı, muhtelif zamanlarda yapılan telefon görüşmeleri delil olarak sunuldu. İlhan Selçuk 22 Mart’ı 23 Mart’a bağlayan gece saat 01.30’da serbest bırakıldı.

Selçuk’un sağlık durumu Ergenekon davasında gözaltına alındıktan sonra bozulmaya başladı. Bu dava, ölümünü hızlandıran bir süreci tetikledi. Onu sabahın köründe gözaltına alıp 24 saat uyumadan ayakta tuttular. Ölümü- nü apaçık bir cinayet olarak nitelendiren çok oldu.

14 Ağustos 2009 günü rahatsızlanarak Vehbi Koç Amerikan Hastanesi yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alındı, beyin damar tıkanıklığına bağlı olarak kısmi felç geçirdiği saptandı. 10 gün hastanede kalan Selçuk 21 Ha- ziran 2010’da çoklu organ yetmezliği nedeniyle saat 13.35’te hayata göz- lerini yumdu.

Kemal Kılıçdaroğlu / CHP Genel Başkanı

Düşünce ve ideallerinden ödün vermeyen bir yiğitti. Türkiye’de say- gın bir yazar kimliğini koruyan, haksızlıklara karşı direnen Türk bası- nının çok önemli kalemiydi. Ergenekon operasyonu sürecinde bü- yük acılar çekti ve onun izleri bugünkü ortamı hazırladı. O süreci İl- han Selçuk’a yaşatanlar sanıyorum büyük bir vicdan azabı içindedir.

İlhan Selçuk, Türk basın ve düşünce tarihinin önemli bir simgesidir.

Önder Sav / CHP Genel Sekreteri

Bazı yazarlar, düşünürler, topluma yön veren insanlar, kalemler var- dır. Nadir yetişen, eğilip bükülmeden düşünen ve bunları yazan biriy- di. Sadece Cumhuriyet ailesi değil Türk toplumunun, Türkiye’de de- mokratik laik Cumhuriyet’in ilke ve devrimlerine yürekten inanan tüm insanların meşalesiydi. Onun yerinin dolmayacağını düşünüyorum.

Anti emperyalizm mücadelesinin önemli kilometre taşlarından biriydi.

Ali Sirmen / Cumhuriyet Gazetesi Yazarı

İlhan Selçuk Türkiye’de aydınlanmanın öncülerinden, bunun için mücadele eden insanların önde gelenlerinden biriydi. Bunun için bir ömür verdi. Hapishanelerde büyük mücadeleler yaşadı. Son ola- rak kendisini Ergenekon’dan gözaltına almaya çalıştılar. Bu iddiala- ra karşı da direndi. Bizim tanışıklığımız 40 yıldan öncesine uzanır.

Ben İlhan Selçuk’u tanırdım. İlhan Selçuk bizim idol yazarlarımızdan biriydi.

Yalçın Küçük / Yazar

Sadece şunu söyleyebilirim: Herkes gitti yalnız kaldım meyhanede.

Prof. Dr. Mümtaz Soysal / Yazar

Ne söylenebilir. Bu durumda konuşmak çok zor. Herkesin er geç gittiğini düşünmekten başka tesellimiz yok. Belki geç gitmek çok

daha zor ve acı. Çünkü kavga arkadaşlarınız, dostlarınız, sevgiliniz gözünüzün önünde kayboluyor. Özellikle birlikte mücadele ettiyse- niz daha zor…

Sabih Kanadoğlu /Yargıtay eski Başsavcısı

İlhan Selçuk’un vefatı Cumhuriyet Gazetesi ve okurları için büyük bir kayıp. Türkiye Cumhuriyeti yalnız bir yazarını değil, özverili bir evladını, bir felsefecisini, önemli bir aydınını kaybetti. Tüm Türkiye Cumhuriyeti’nin başı sağ olsun.

Emin Çölaşan / Yazar

Türkiye’de gazetecilerin dönek olmasının moda olduğu dönemde, yıllardan beri aynı çizgisini bozmayan, saygın, onurlu, yurtsever bir gazeteci ağabeyimizdi. Ve birileri tarafından hiç utanmadan ve sıkıl- madan terörist olduğu iddia edildi. O nedenle gözaltına alındı, ce- zaevinde yattı bir süre ve ne yazık ki bir hastane odasında yaşamı- nı yitirdi. Büyük bir insandı, örnek bir gazeteciydi. İlhan Ağabey’e Allah’tan rahmet diliyorum.

Orhan Erinç / Cumhuriyet Vakfı Başkanı

İlhan Selçuk demokrasinin, insan haklarının, Anadolu aydınlanması- nın, Atatürk devrimlerinin yeniden yaşama geçirilmesinin ve yaşatıl- masının savaşını verdi. O nedenle de ülkeyi yönetenler ya da kendi- lerini güçlü sananlar İlhan Selçuk’u bir düşman gibi görmeyi yeğledi- ler. Onun 12 Mart’tan beri yaşadıklarında da bu bakışın etkisi vardır.

İlhan Selçuk gazeteciliği ilkelerinden ödün vermeden yapmanın, ki- şisel çıkarlara alet etmememin somut örneği oldu. İlhan Selçuk’un Cumhuriyet Gazetesi’nin bugünlere gelmesinde de emeği büyüktür.

Onun enerjisi ve mücadelesiyle bugünlere gelen Cumhuriyet Gaze- tesi bundan sonra da onun izinden, yayın ilkelerinden taviz verme- den yoluna devam edecektir.

Aydınlanmanın bilgesiydi

İlhan Selçuk ve Oktay Kurtböke Askeri Mahkemede...

(8)

08 B+ YAZ

İ

lhan Selçuk, basınımızın ve edebiyat hayatımızın en usta kalemle- rindendi. Basının yanında “edebiyat”ı da vurgulamamın nedeni şu:

Her yazısı, liselerin edebiyat derslerinde, bir olayın veya bir düşün- cenin en iyi nasıl anlatılabileceğinin örneği olarak okutulabilirdi...

Olay veya düşünce karmaşık da olsa, nasıl basite indirgenebilece- ğinin, anlaşılır hale getirilebileceğinin örneği olarak...

Kısa kısa cümleler... Çok sık satırbaşları... Soyut kavramları somutlaştırma- lar... Kısa fıkra anlatımları...

Bunlar, Selçuk’un yazı tekniğindeki ustalığının öğelerindendi.

Böyle teknik ustalıkla yazılmış yazılarının içeriğinde ise, güçlü bir mantıkla idealizmin sentezinden oluşan tutarlılık vardı.

İlhan Selçuk solcuydu, aydınlanmacıydı. Atatürk devrimlerine inanırdı... Onların korunmasını ve Türkiye’nin, bağımsız bir devlet olarak çağdaşlaşma yolunda ilerlemesine devam etmesini isterdi. Buna aykırı hareketlere ve Cumhuriyet’in ilke ve kurumlarını tahrip etme eğilimlerine karşı çıkmayı görev sayardı.

Avukatlıktan dergiciliğe

Onu 1950’lerin sonlarında tanıdım. O vakte kadarki hayatının özeti şuydu:

1925’te İzmir’de dünyaya gelmişti. Subay olan babasının görev yerleri değiş- tikçe, Anadolu’nun değişik kentlerine taşınmışlardı. Ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte öğrenim gördükleri okullar da, bu taşınmalara göre değişmişti.

Liseyi Adana Erkek Lisesi’nde, üniversiteyi İstanbul Hukuk Fakültesi’nde okumuştu. Turhan Selçuk diş hekimliği öğrenimi görüyordu, fakat asıl me- rakı karikatüreydi. Mizahçı yanı daha çocuk yaşlarındayken gelişmişti.

Aslında İlhan Selçuk’un da mizah yanı güçlüydü. O da karikatür denemele- ri yapar ama daha çok mizahi yazılar yazmaya ilgi duyardı. Bu eğilimi, ilerde on yıllar boyunca yazacağı siyasi yazılara da yansıyacak, mizahi üslubu ya- zılarını daha da renkli kılacaktı.

1950’lerin başlarında iki kardeş, bir vesileyle Akbaba dergisinin sahibi Yu- suf Ziya Ortaç’la tanıştı. Turhan dergiye karikatürler çizmeye, İlhan da onun- la birlikte Bâbıâli’ye gidip gelmeye, yazar-çizerlerle tanışmaya başladı.

İlhan Selçuk fakülteyi bitirince, önce bir süre avukatlık yaptı, bir yandan da küçük fıkralar yazmaya başladı. Bunları yayınlayan ilk gazete Yeni İstanbul’du.

Bu başlangıcın arkasından iki kardeş birlikte bir karikatür dergisi çıkarma- ya karar verdiler. 1952’de bir yayınevinin katkısıyla “41.5” adlı dergiyi çıkar- dılar. Dergide karikatür çizenler arasında, Turhan Selçuk’la birlikte, Bedri Koraman, Altan Erbulak, Ali Ulvi gibi zamanın genç karikatüristleri de vardı.

“41.5”un satışı başlangıçta iyi gitti. Özellikle siyasi karikatürleriyle ilgi çekti.

Fakat yayınevi sahibi, karikatürlerdeki eleştirilerin dönemin iktidarını kızdı- racağından endişe ediyordu. Bir süre sonra dergiyi kapattı.

Konuk Yazar: ALTAN ÖYMEN

Yarım Yüz Yıllık Dostluğun Ardından...

CHP eski Genel Başkanı, Gazeteci, Yazar Altan Öymen 1950’li yıllardan beri

tanıdığı yakın dostu İlhan Selçuk’u anlattı.

(9)

B+ YAZ o9 1956’da bir süre Akbaba dergisi kadrosunda çalıştıktan sonra oradan ay-

rılarak “Dolmuş” adında ikinci bir karikatür dergisi çıkardılar. Yazarları ara- sında Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Refi Cevat Ulunay, Selami İzzet Sedes, Bü- lent Oran da yer almıştı.

O derginin de, gene hükümete yönelik mizahi eleştiriler yüzünden başı dertten kurtulamadı. Defalarca toplatıldı. Yazarları, çizerleri hakkında so- ruşturmalar, davalar açıldı. Bu davalardan İlhan Selçuk da nasibini aldı. Ko- münistlik yaptığı iddiasıyla takibata uğradı.

Sonuçta “Dolmuş” da kapandı.

Selçuk ve Cumhuriyet

İlhan Selçuk’la tanışmam, Dolmuş’un kapanmasından sonraydı. Ben Ankara’da Ulus gazetesindeydim. O da, biraz gecikmiş olarak askerliğini Yedek Subay Okulu’nda yapmak için Ankara’ya gelmişti. Birbirimizi, gaze- tecilik camiası içinde ismen tanıyorduk. Şahsen de tanıdık... Ve ondan son- ra dostluğumuz hayat boyunca devam etti. Bir dönem de Cumhuriyet’te birlikte çalıştık.

İlhan askerlikten sonra bir süre Akşam ve Tanin gazetesinde yazdı. Ama yazılarının geniş bir okur kitlesiyle buluşması, 1962’de Cumhuriyet yazarlı- ğına geçmesiyle başladı.

O yıldan sonra artık ömrü boyunca Cumhuriyet yazarıydı. Kimisi hapiste yatmanın, kimisi gazetedeki iç anlaşmazlıkların sonucu olarak zorunlu hale gelen birkaç “ayrılık dönemi” hariç...

Adı, gazetenin sahibi ve başyazarı Nadir Nadi’yle birlikte Cumhuriyet’le özdeşleşti.

Nadir Nadi’nin vefatından sonra ise sorumluluğu daha da arttı. Gazetenin yeni bir oluşum içinde imtiyaz sahipliğini üstlendi.

Cumhuriyet’in, karşı karşıya kaldığı çeşitli güçlüklerin üstesinden gelmesin- de ve ülkemizin en kıdemli gazetesi olarak yayın hayatına başarıyla devam etmesinde, İlhan Selçuk’un payı büyüktür.

Suç ve zekâ

Hayatının son yıllarında başına gelen, daha doğrusu “başına getirilen” bü- yük haksızlığa gelince...

Onu Radikal’deki bir yazımda anlatmıştım. Burada da kısaca değineyim.

Ergenekon davası iddianamesinde hakkında yazılanları ben de oku- dum. İlhan Selçuk’un ‘suç’unun somut olarak ne olduğu yazılmıyor. Ama Selçuk’un ‘zeki olduğu’ yazılıyor.

Zeki olduğunun kanıtı olarak da 1972-1973 yılları arasında tutuklanarak yargılandığı bir dava hatırlatılıyor.

O davada Selçuk, ünlü Ziverbey Köşkü’nde gördüğü işkenceyi “akrostiş”

yoluyla kayda geçirmişti. (Ziverbey’de el yazısıyla yazdırılan ifadesini o şe- kilde yazmıştı ki, ifadenin her cümlesinin belirli kelimelerinin belirli harfle- ri biraraya getirilince, o ifadeyi “işkence altında” verdiğini anlatan bir cüm- le ortaya çıkıyordu.)

Ergenekon iddianamesinde bu olay hatırlatılarak “şüpheli” İlhan Selçuk için şöyle deniliyor:

“Buradan, şüphelinin ne kadar uyanık ve zeki olduğu anlaşılmıştır. Ergene- kon terör örgütü içindeki faaliyetlerinde de hiçbir zaman açık vermemeye çok dikkat ettiği, örgütün gizlilik ilkesine maksimum uyduğu anlaşılmıştır.”

“Bunu hatırlatmamızın nedeni, şüphelinin en çok sorgulanmalarda ve ifa- delerinde ne kadar tecrübeli ve profesyonel olduğunu vurgulamak içindir...”

İddianamede, böylece “zeki, tecrübeli ve profesyonel” olduğu saptanan Selçuk’un Ergenekon davası sırasındaki izlenişinde de, aynı şekilde dav- randığı, “cep telefonu kullanmadığı”, “sabit telefondan yaptığı görüşmeler- de de çok dikkatli konuştuğu” belirtiliyor. Bunun sonucu olarak da, “Örgüt- sel yapıyı deşifre edebilecek her türlü söz ve tavırdan uzak durduğu”nun

“tespit” edildiği bildiriliyor.

Bunlara benzer daha pek çok “tespit”i içeren iddianameden çıkan sonuç şu:

İlhan Selçuk’a isnad edilen “suç işlemek için örgütlenmek”, “hükümeti de-

virmek”, “Meclis’in görevini yapmasını önlemeye teşebbüs etmek” gibi suçların hiçbir kanıtı yok. Ama bunun sebebi, İlhan Selçuk’un suçsuz ol- ması değil, “zeki” olması. Zekâsı sayesinde suç kanıtlarının ele geçirilme- sini önlüyor.

Özetle: Türkiye’nin en usta, en tutarlı yazarlarından biri olan İlhan Selçuk’un ölmeden önceki gözaltına alınışının ve Ergenekon mahkemesi önünde sa- nık hale getirilişinin nedeni böyle bir “gerekçe”.

“Madem ki zekidir, öyleyse suç işlemiş ve bunu gizlemiştir.”

Evet, İlhan Selçuk’un bütün “haslet”lerinin yanında “zeki” olduğu muhakkaktı.

Ama zeki olmanın bir iddianamede “suç kanıtı” sayıldığı, herhalde ilk defa görülüyor. Ve bu “ilk”in herhalde ülkemizin adalet tarihinde unutulmaz bir yeri olacak.

Eğer İlhan Selçuk yaşayıp bu iddianame karşısındaki savunmasını mahke- me önünde yapabilseydi, bunu da, o unutulmaz mizah gücüyle en iyi o de- ğerlendirebilirdi.

Onu ve kendisinden üç ay önce kaybettiğimiz ağabeyi değerli karikatürist Turhan Selçuk’u sevgiyle, saygıyla, rahmetle anıyoruz.

Bu arada evinden de söz edeyim. İlhan Selçuk Beşiktaşlıydı. Yani, Beşiktaş ilçesi sınırları içinde oturuyordu. Takım olarak herhangi bir takımı tutmazdı. Gençliğinde futbol oynamıştı. Ama futbolu bir takımın taraftarı olarak seyretme alışkanlığını edinmemişti.

Beşiktaş’taki evi, Ulus’ta, Gazete Muhabirleri Kooperatifi’nce ya- pılan evler arasındaydı.

Bu, apartmanın kapısından girince ilk kattaki orta boy bir daireydi.

Bir salonu, üç odası vardı. Ev, değerli eşi rahmetli Handan Selçuk tarafından büyük bir zevkle döşenmişti.

Tabii, her köşesi içi kitap dolu kitaplıklarla kaplıydı.

İlhan’ın yazı masasının bulunduğu odanın kanepesi, misafirler gel- diğinde yatak haline geliyordu. Ankara’da otururken İstanbul’a ge- lişlerimden birkaçında beni de orada misafir etmişlerdi.

İlhan Selçuk, gündüzleri, her biri büyük bir ustalıkla işlenmiş şiir gibi yazılarını o odada yazardı.

Gazeteye, yazısını yazdıktan sonra giderdi. Yazıyı yazı işleri servi- sine vermeden önce bazen, güvendiği bir-iki arkadaşına okuturdu.

Eğer bir öneriyle karşılaşır ve onu kabul ederse, yazıda ona göre değişiklik yapardı.

Ama yazıyla ilgili titizliği onunla da bitmezdi. Yazısını, sayfaya girip basılacak hale gelmesinden önce bir kere daha okurdu.

İlhan Selçuk, Ağabeyi Turhan Selçuk’la

B+

(10)

10 B+ YAZ

Bağımsızlık İçin İlk Adım Etkinlikleri

Kahramanlara Sayg›!

Mustafa Kemal'le birlikte Bandırma Vapuru'na binerek bir tarih yazan silah arkadaşları ve mürettebat ilk kez bir sergide tanıtıldı.

Yazı: GÜLÇİN TAHİROĞLU Desen: UFUK GÜRGENÇ

B

eşiktaş Belediyesi Mustafa

Kemal’i izleyenleri “Bağımsızlık İçin İlk Adım” sergisinde birara- ya getirdi.

Serginin amacı, bizlere bağım- sız ve özgür bir vatan armağan edenleri asla unutmamak, Türkiye Cumhuriyeti’ni çok zor ko- şullar altında kuranları ve bize emanet edenleri gelecek kuşaklara anlatmaktı.

Beşiktaş Belediyesi tarihin izini sürmeye devam ediyor. 16 Mayıs 1919 günü Türk ulusunun kade- rini belirleyen günlerden biridir.

Ümmetten ulus olmaya, tutsaklıktan özgür- lüğe, sömürge olmaktan bağımsızlığa geçi- şin ilk adımlarının atıldığı gündür. Çünkü o gün Beşiktaş’ta tarihin akışını değiştirecek bir olu-

şum gerçekleşir. O gün azgın ve engel tanıma- yan emperyalizme direnecek, onu dizginleye- cek ve ülkesinden fırlatıp atacak bir büyük is- yanın başladığı gündür. Mazlum uluslar için ba- ğımsızlık güneşinin doğduğu gündür. Bu güneş, Beşiktaş’tan doğar. Mustafa Kemal Atatürk’ün tam yedi yılını paylaştığı Beşiktaş’tan!..

Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal bu ko- nuda şunları söylüyor: “Bu nedenle Bağımsız- lık Savaşı’mızın ilk adımının Beşiktaş’ta atıldığı- nı söylüyoruz. İlk adımı atan kişinin hemşehrimiz Mustafa Kemal olduğunu söylüyoruz. Bu onurla yaşamanın, bu onuru yaşatmanın bu başlangıca ve felsefeye sahip çıkmanın ciddi bir görev oldu- ğunu söylüyoruz. Üstelik bu görev sadece ulusal alanda daraltılacak bir görev değil, bu görev ev- rensel bir insanlık görevidir.”

Başkan’ın da vurguladığı gibi bu görev, bağım- sız yaşamak isteyen, bu uğurda mücadele eden her ulusla, her halkla paylaşılacak bir şenliktir!

Beşiktaş Belediyesi iki yıldır bu gerçeği çeşit- li etkinliklerle kutluyor. Bu yıl onlardan biri “Ba- ğımsızlık İçin İlk Adımı Atanlar Sergisi’ydi.

Sergide, Bandırma Vapuru ile tehlikelerle dolu bir yola uğurlananlar, bağımsızlık için ilk adımı atanlar, emperyalizme karşı ilk isyanı örgütleyen- ler, özgürlük için öne düşenler tek tek anıldı. On- ları unutmak, Başkan Ünal’ın sözleriyle, “Musta- fa Kemalleri unutmak namertlikti, ihanetti.”

Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olarak kabul edi- len tarih, Beşiktaş’tan Bandırma vapuru ile ha- reket eden Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı, 19 Mayıs 1919’du. O tarihte Galata rıh- tımları Fransızların, Sirkeci rıhtımları da İngiliz- lerin işgali altındaydı. Samsun’a hareket nokta- sı Beşiktaş olmalıydı. Mustafa Kemal, o neden- le Akaretler’de oturan annesi Zübeyde Hanıme- fendi ve kız kardeşi Makbule Hanımefendi’ye veda etmek için Beşiktaş’taki evine gitti. Onlar- la bir süre görüştükten sonra karargâhı ile be- raber, Beşiktaş Vapur İskelesi’nden askeri bir bota bindi, Kız Kulesi açıklarında bekleyen Ban- dırma Vapuru’na geçerek, Süvari İsmail Hakkı Kaptan’a hareket emri verdi.

(11)

B+ YAZ 11

(12)

12 B+ YAZ

1- İsmail Hakkı (Durusu)/Bandırma Vapuru Kaptanı: 1871’de Kayseri’de doğdu. Kendi- si gibi kaptan olan Hacı Ahmet Efendi’nin oğludur. 1891’de yatılı ticari Bahriye Mektebi’ni bitirerek Kayseri gemisine stajyer kaptan olarak atandı. Daha sonra çeşitli gemilerde 3.

ve 2. kaptan olarak görev yaptı. 1915’te Doğan vapurunun batması üzerine, 1918 yılın- da Ankara vapuruna 2. kaptan olarak atandı. 1 Mayıs 1919 günü İsmail Hakkı Kaptan Bandırma Vapuru kaptanlığına atandı. O tarihe kadar Marmara hattında çalışan 41 yıllık bu eski vapur Karadeniz’in hırçın dalgalarına dayanacak güçte değildi. Bir süreden beri Haliç’te çürümeye terk edilmişti. İsmail Hakkı Kaptan verilen emir üzerine kısa bir hazır- lık döneminden sonra vapuru harekete hazır hale getirdi ve mürettebatıyla, Mustafa Ke- mal ve arkadaşlarını Samsun’a ulaştırmayı başardı.

2- Refet (Bele)/Kurtuluş Savaşı Komutanlarından: Refet Bele TBMM Hükümeti’nin ilk Dahiliye ve Milli Müdafaa Vekili. 1899’da Harp Okulu’nu ve 1912’de Harp Akademisi’ni birincilikle bitirdi. Trablusgarp ve Balkan Savaşları’na katıldı. I. Dünya Savaşı’nda Filistin Cephesi’nde görev yaptı. 16 Mayıs 1919’da 3. Kolordu Komutanı olarak Sivas’a gitmek üzere Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Bandırma vapuruyla Samsun’a doğru yola çık- tı. 23 Haziran 1919’da Mustafa Kemal Paşa tarafından hazırlanan Amasya Genelgesi’ni imzalayanlar arasında yer aldığından 13 Temmuz 1919’da İstanbul Hükümeti’nce görev- den alındı. 23 Temmuz’da katıldığı Erzurum Kongresi’nde Heyet-i Temsiliye üyeliğine seçildi.

3- Muzaffer (Kılıç)/1897 İstanbul – 1959 Ankara Mustafa Kemal’in yaveri. Harp oku- lundan mezun olduktan sonra Galiçya ve Filistin Cepheleri’nde savaştı. Filistin’de Ye- dinci Ordu Müfettişliği yaveriyken Yedinci Ordu’ya komuta eten Mustafa Kemal’in karargâhına geçti ve onunla birlikte Samsun’a çıkan subaylar arasında yer aldı. Erzu- rum ve Sivas Kongreleri’nde Heyet-i Temsiliye çalışmalarında Mustafa Kemal’in sivil karargâhında kaldı. Ankara’ya geldikten sonra da bu görevini sürdürdü. Cumhuriyet’in ilânından sonra terfi ederek yüzbaşı oldu. Çankaya’daki görevi yanı sıra 1928’de Ankara Hukuk Mektebi’ni bitirdi. 1930’a dek Mustafa Kemal’in yaverliğini yaptı. 1939-1943 ara- sı Giresun milletvekili olarak Meclis’te bulundu.

4- Ali Şevket (Öndersev)/1884 Selânik - 1940 İstanbul 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çı- kan heyet içinde yer alan, Mustafa Kemal’in emir subayı. Askerî öğrenimini tamamla- dıktan sonra katıldığı I. Dünya Savaşı’nda Mustafa Kemal’in karargâhında görev yap- tı. Mustafa Kemal’in emir subayı olarak Mayıs 1919’da Anadolu’ya hareketten önce İstanbul’da tanıdığı, subay ve kâtip arkadaşlarından güvendiklerini Millî Mücadele’ye ka- tılmak için göreve davet etti. 1935’te Gümüşhane milletvekili olarak TBMM’ye seçildi.

Soyadı Kanunu sonrası “Öndersev” soyadını aldı.

5- Mustafa Vasfi (Süsoy)/1876 Tokat – 1934 Ankara Atatürk’le birlikte Samsun’a çıkan heyet içinde yer alan asker; Birinci TBMM Tokat milletvekili. 1893’te gönüllü olarak or- duya katıldı. Başarılı hizmetleri nedeniyle rütbesi teğmenliğe yükseltildi. Arnavutluk ve Rumeli’deki birliklerde görev yaptı. 1905’te üsteğmen, 1911’de yüzbaşı oldu. Balkan ve I. Dünya Savaşı’na katıldı. I. Dünya Savaşı’nda Mustafa Kemal Paşa’nın Karargâh Komutanlığı’nı yaptı. Dokuzuncu Ordu Müfettişliği Karargâh Komutanı olarak, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Samsun’a çıktı. Birinci TBMM’ye Tokat milletvekili olarak seçildi.

Cephedeki hizmetleri nedeniyle İstiklâl Madalyası’yla ödüllendirildi.

6- Kâzım (Dirik)/1880 Manastır–1941 Edirne Kurtuluş Savaşı komutanlarından. 1900’de Harp Okulu’ndan mezun oldu. 1912’de Harp Akademisi’ni bitirdi. Balkan Savaşı sırasın- da Çatalca Cephesi’nde yaralandı. I. Dünya Savaşı’nda bir süre Çanakkale’de bulunduk- tan sonra Suriye’de Dördüncü Ordu Menzil Müfettişliği’ne atandı ve Adana’dan Süveyş Kanalı’na dek uzanan çok geniş bir bölgeye yayılan bu görevini başarıyla yerine getir-

di. Savaşın sonlarına doğru Gazze Cephesi’nde tümen komutanlığı yaptı. Mütareke dö- neminde İstanbul’a geldi. Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine Dokuzuncu Ordu Mü- fettişliği Kurmay Başkanlığı’na getirildi; onunla birlikte Samsun’a ve oradan Erzurum’a geçti. Erzurum Mevki Komutanlığı ve Vali Vekilliği, 15. Kolordu Komutan Vekilliği yap- tı. TBMM Hükümetince Gürcistan temsilciliğine atandı. Batum’u geri alan kuvvetlere ko- muta etti. Sakarya Savaşı’ndan önce, merkezi Konya’da bulunan Batı Anadolu Menzil Müfettişliği görevi sonrası Millî Müdafaa Vekilliği’ne getirildi. 1925’te rütbesi generalliğe yükseltildi. 1925’te Bitlis, 1926’da İzmir valiliği yaptı. 1928’de askerlikten emekliye ayrıldı.

1935’te Trakya Umumî Müfettişliği’ne atandı ve ölümüne dek bu görevini sürdürdü. Kur- tuluş Savaşı’ndaki hizmetleri TBMM tarafından İstiklâl Madalyası’yla ödüllendirildi.

7- Hüsrev (Gerede)/1886 Edirne-1962 İstanbul 1919’da Mustafa Kemal ile birlikte Samsun’a çıktıktan sonra Erzurum ve Sivas kongrelerine katılan Birinci TBMM Trabzon Milletvekili. Harp Akademisi’ni kurmay yüzbaşı olarak bitirdi (1908). I. Balkan Savaşı’nda 7. Tümen kurmay başkanlığı yaptı (1912). I. Dünya Savaşı’nda Şark Cephesi’ne gönde- rildi (1914-1917) ve Kafkas Orduları Harekât Şube Müdürlüğü’nde bulundu. Kâzım Ka- rabekir Paşa’nın kolordusunda Kurmay Başkanlığı yaptı. Daha sonra, Mustafa Kemal Paşa’nın kurmay heyetinde yer aldı ve onunla birlikte Samsun’a gitti. Ankara’da topla- nan Birinci TBMM’ye Trabzon milletvekili olarak katıldı. İstiklâl Savaşı yıllarında Bolu ve dolaylarında genel müfettişlik ve komutanlık yaptı. Bolu isyanı sırasında Gerede olayla- rında gösterdiği başarıdan dolayı kendisine Atatürk tarafından “Gerede” soyadı verildi.

İstiklâl Savaşı sırasında ve savaştan sonra bir süre Ankara Mevki Kumandanlığı göre- vinde bulundu. Cumhuriyet döneminde askerlikten ayrılarak Budapeşte, Sofya, Tahran, Tokyo, Berlin ve Rio de Janeiro’da büyükelçi sıfatıyla Türkiye’yi temsil etti. Urfa (1934- 1936) ve Sivas milletvekili (1942-1947) olarak TBMM’de görev yaptı.

8- Kemal (Doğan) / 1879 Üsküp - 1951 İstanbul Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında Mus- tafa Kemal ile birlikte Samsun’a çıkan heyette yer alan asker ve siyaset adamı. 1900’de Harp Okulu’nu bitirdi. Osmanlı ordusunun değişik kademelerinde görev yaptı. Balkan ve I. Dünya savaşlarına katıldı. Dokuzuncu Ordu Müfettişliği Topçu Komutanı olarak Mus- tafa Kemal ile birlikte Samsun’a çıkan heyette yer aldı. Kurtuluş Savaşı’nda değişik gö- revler üstlendi. Sivas Kongresi’nden sonra Çukurova bölgesine gönderildi. Kozanoğ- lu Doğan Bey takma adıyla Şarkî Kilikya Cephesi Kumandanı sıfatıyla görev yaptı. Kur- tuluş Savaşı sonrasında Topçu ve Nakliye Okulu Komutanlığı, Erzurum ve Çanakka- le Müstahkem Mevki Komutanlığı, 2. ve 3. Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulundu.

1941’de kendi isteğiyle emekli olduktan sonra sekizinci dönem sonuna dek Ağrı ve Kırk- lareli milletvekili olarak parlamentoda yer aldı.

9- Refik (Saydam)/1882 İstanbul–1942 İstanbul 1905’te Askerî Tıbbiye’yi doktor yüzba- şı olarak bitirdikten sonra Gülhane Askerî Hastanesi’nde ve çeşitli birliklerde hekim ola- rak görev yaptı. I. Dünya Savaşı’nda Sahra Sıhhiye Müfettişi Yardımcılığı’na atandı.Do- kuzuncu Ordu Müfettişliği Sıhhiye Reis Yardımcısıyken, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Samsun’a giden heyet içinde yer aldı. Dokuzuncu Ordu Müfettişlik Karargâhı’nın lağve- dilmesi üzerine Erzurum Askerî Hastanesi’ne atandı; fakat Mustafa Kemal Paşa’dan ay- rılmayarak onunla birlikte Sivas ve Ankara’ya geldi. Birinci TBMM’ye Bayazıt milletveki- li olarak seçildi ve ölümüne dek parlamentoda kaldı. Cumhuriyet hükûmetlerinin hemen hepsinde görev aldı. Türkiye’de birçok sağlık tesisinin yapımı ve kanunlarının çıkarılma- sı, bakanlığı döneminde gerçekleşti. 1939’da Başbakanlığa getirildi ve 1942’ye dek gö- revini sürdürdü.

10- Cevat Abbas (Gürer) / 1887 Niş–1943 Yalova Mustafa Kemal Atatürk’ün baş- yaveri, Birinci TBMM Bolu milletvekili. 1908’de Harp Okulu’nu bitirdi. Trablus- garp, Balkan ve I. Dünya savaşlarına katıldı. Üsteğmen rütbesiyle katıldığı Çanak- kale Savaşı’nda, Mustafa Kemal’in yaveri oldu. 19 Mayıs 1919’da Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’nın başyaverliğini yaptı ve Samsun’dan Erzurum’a varıncaya dek Mustafa Kemal Paşa’nın yazışmalarını yö-

1 2 3 4

5 6 7 8

Bandırma Vapuru’nda tarih yazanlar

(13)

B+ YAZ 13 netti. Erzurum Kongresi sonrası seçilen Heyet-i Temsiliye’nin başkâtipliğine ge-

tirildi.Birinci TBMM’ye Bolu milletvekili olarak katıldı. Yüzbaşı rütbesiyle Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Yozgat Ayaklanması’nın bastırılmasında yararlılıklar gösterdi. Bu çalışmalarından dolayı İstiklâl Madalyası’yla ödüllendirildi ve 1923’te rütbesi binba- şılığa yükseltildi. 1920-1939 arası beş dönem Bolu milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı. Kurtuluş Savaşı’nın bitiminden hemen sonra 1924’te, İş Bankası’nın kurucuları arasında yer aldı. Mustafa Kemal Paşa’nın yakınlarından biri olarak, Çan- kaya Köşkü’nün devamlı konukları arasında yer aldı.

11- Memduh (Atasev) Dördüncü Sınıf Kâtib/İstanbul 1895-1939 Atatürk’le Samsun’a çıkanlardan biri olan Şifre Kâtibi Yardımcısı Memduh (Atasev) Bey (1895)’de Beykoz (İstanbul)’da doğmuştur. 1919 Mayıs’ında, Beykoz Askerî Kun- dura Fabrikası’nda Dördüncü Sınıf Askerî Kâtib olarak çalıştığı sırada, arkada- şı Piyade Yüzbaşısı Ali Şevket (Öndersev), onu Anadolu’ya geçmek üzere Mus- tafa Kemal Paşa Karargâhı’nda vazife kabulüne davet ve teşvik ediyor. Müfettiş- lik Emir-Subayı seçilmiş bulunan Şevket Bey tarafından Mustafa Kemal Paşa’ya tanıştırılan Memduh Bey, böylece 9. Ordu Müfettişliği Karargâhı’na girmiş ve öle- ne kadar Atatürk’ün maiyetinde hizmet görmüştür. Soyadı Kanunu çıktığı zaman kendisine “ATASEV” diye soyadı almış bulunan Memduh Bey, Atatürk’ün ölü- münden kısa bir müddet sonra vefat etmiştir. 1926 arası Eskişehir milletvekili ola- rak TBMM’de yer aldı.

12- İsmail Hakkı (Ede)/Edirne 1886–İstanbul 1943 Atatürk’le Samsun’a çıkan- lardan Kurmay Mülhakı Yüzbaşı Sâdıkoğlu İsmail Hakkı (Ede), (1905) yılı devre- sindeki Harbiye mezunlarındandır. Çanakkale Harbi’ne katılan İsmail Hakkı, bu sı- rada Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’in maiyetinde çalışmış ve büyük komu- tanı ile ilk olarak burada tanışmıştır. Halep’te Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde bulunmuştur. Mustafa Kemal Paşa Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey’i de Kurmay Mülha- kı olarak vazifelendirmiş.19 Mayıs 1919’da Atatürk’le Samsun’a çıkarak karargâh heyetinde Amasya, Erzurum ve Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa’nın yanında çalış- mış ve Hey’et-i Temsîliye’nin Ankara’ya intikalinden sonra, vazife ile İstanbul’a gön- derilmiş ve (Felâh) adlı gizli grupta çalışmaya başlamıştır. Felah Grubu’ndan son- ra İcra Vekilleri Hey’eti’nde, Başbakanlık’ta Rauf Orbay ve İsmet İnönü ile; Dâhiliye Vekâleti’nde de Recep Peker ve Cemil Bey’lerle çalışmış ve sonra İstanbul’a gel- miş, İstanbul Belediye Müfettişi olarak İstanbul’da 1943’de vefat etmiştir. İstiklâl Madalyası vardır.

13- Ali Mümtaz (Tünay)/1885 Silifke–1946 Bursa Mustafa Kemal Paşa’yla birlikte Samsun’a giden heyet içinde, emirsubayı yardımcısı olarak yer alan asker, 1905’te Harp Okulu’nu bitirdi. Balkan Savaşı’nda Edirne kalesinin savunulmasıyla görev- lendirildi. Kalenin düşmesi üzerine Bulgarlar tarafından esir alındı. Mustafa Ke- mal, Samsun’a hareketinden önce, karargâhını kurarken Ali Mümtaz’ı emirsubayı yardımcısı olarak yanına aldı .1925’te 8. Kolordu 2. Tabur Komutan vekilliğinden emekliye ayrıldı.

14- İbrahim Tâli Öngören/1875 İstanbul-1952 İstanbul 16 Mayıs 1919’da Atatürk’le birlikte İstanbul’dan Samsun’a giden heyet içinde yer alan askerî hekim, İkinci TBMM Diyarbakır milletvekili. 1893’te Askerî Tıbbiye’den tabip yüzbaşı olarak mezun oldu.

1898’de cerrahî ihtisasını tamamlayarak Haydarpaşa Askerî Hastanesi’nde operatör ola- rak göreve başladı. Balkan Savaşı’nda Samsun Redif Fırkası ile Çatalca Muharebesi’ne katıldı. İkinci Ordu Sıhhiye Reisi, Yıldırım Orduları Grubu Sıhhiye Müfettişi olarak Mus- tafa Kemal Paşa’yla birlikte çalıştı. Dokuzuncu Ordu Sıhhiye Müfettişi göreviyle Musta- fa Kemal Paşa ile birlikte Samsun’a çıktı. 1920’de Ermenistan harekâtı sırasında Doğu Cephesi Sıhhiye Reisliği yaptı. Aynı yıl Sovyetler Birliği’ne gönderilen ilk resmî heyette danışmanlık yaptı. Heyetin Türkiye’ye dönmesinden sonra temsilci olarak Moskova’da kaldı. Millî Savunma Bakanlığı Sağlık Dairesi Başkanlığı yaptıktan sonra, Batum’a kon-

solos olarak atandı; 1923’e dek süren bu görevi sırasında Ermenistan ve Gürcistan’la imzalanan barış antlaşmalarını hazırlayan kurulda görev aldı. 1924’te Varşova’ya elçi ola- rak atandı. 1926’da Diyarbakır milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi. Doğu Anadolu’da kurulan Birinci Genel Müfettişlik Bölgesi’ne genel müfettiş olarak atandı. (1927) Daha sonra Diyarbakır (1936-1946) ve Elâzığ (1946-1950) milletvekili olarak yeniden parla- mentoya girdi. 1934’te kendisine Atatürk tarafından “Öngören” soyadı verildi.

15- Mehmed Arif (Ayıcı) Kurtuluş Savaşı komutanlarından. Mustafa Kemal’le birlikte Samsun’a çıkan heyette yer aldı. 1902’de Harp Okulu’nu, 1905’te Harp Akademisi’ni bitirdi. 1909-1911 yılları arası Almanya’da meslekî öğrenim gördü.

1909’da Şark Orduları Menzil Müfettişliği Kurmay Başkanlığı’na ve aynı yıl 11.Tü- men Komutanlığı’na atandı. Balkan, I. Dünya ve Kurtuluş (29 Haziran 1922’ye ka- dar) savaşlarına katıldı. 1922’de 3. Kolordu Komutanlığı’na atandı. 1922-1926 ara- sı Eskişehir milletvekili olarak TBMM’de yer aldı.

16- Ârif Hikmet (Gerçekçi)/1894 İstanbul–1970 İstanbul Mustafa Kemal’le bir- likte Samsun’a giden heyette yer alan asker. Harp Okulu’nun son sınıfındayken I.

Dünya Savaşı’na katıldı. Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’ne atanan Mustafa Kemal’in karargâhında görevlendirildi ve Refet Bey’in (Bele) emir subaylığına getirildi. Kur- tuluş Savaşı boyunca çeşitli ayaklanmaların bastırılmasında ve cephe savaşların- da görev aldı. Savaştan sonra Harp Okulu’nda öğrenimini tamamladı. 1930’da İs- tanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi; 1947’de tuğgeneralliğe, 1951’de de tümgeneralli- ğe yükseldi.

17- Faik (Aybars) Birinci Sınıf Kâtip/İstanbul 1880–İstanbul 1945 19 Mayıs 1919 sa- bahı Müfettişlik Karargahı Şifre Katibi olarak Atatürk’le Samsun’a çıkanlardan biri bulu- nan Faik Bey, Mehmed Arif Bey’in oğludur. Devlet hizmetine girmiş Faik Bey, Balkan Savaşı’da Çanakkale Kuvva-i Mürettebe Kumandanlığı Erkan-ı Harbiyesi emrinde va- zife görmüş ve Edirne ileri harekatına katılmıştır. Birinci Dünya Harbi’nde önce Menzil Müfettişliği’nde, sonra Genelkurmay Şifre Kalemi’nde vazifelendirilmiş; Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine 9. Ordu Müfettişliği Karargahı Şifre Memurluğu’na tayin edilerek, onunla birlikte Anadolu’ya geçmiş ve Milli Mücadele’ye katılmıştır. Ankara’ya geldikten sonra, Milli Savunma Bakanlığı Zat İşleri Dairesi’nde ve çeşitli kolordular emrinde vazife gören Faik Bey, 1932 yılında isteği ile Ordu’dan ayrılarak Sağlık ve Sosyal Yardım Ba- kanlığı İskan Genel Müdürlüğü mutemedliğine geçmiştir. Bu vazifedeyken 1944 yılında yaş tahdidi dolayısıyla emekliye ayrılmıştır.

18- Abdullah (Kunt) 19- Hayati Bey

1. İsmail Hakkı (Durusu) / Kaptan 2. Üsküdarlı Tahsin / İkinci Kaptan

3. Mehmet oğlu Hacı Süleyman / Çarkçıbaşı 4. İsmail / Gemi Katibi

5. Hasan Reis / Lostromo

6. Göreleli Ali oğlu Basri / Serdümen 7. Göreleli Şükrü oğlu Temel / Serdümen 8. Rizeli Süleyman oğlu Mahmut / Ambarcı 9. Silivrili Hasan oğlu Mehmet / Ambarcı 10. Süleyman oğlu Cemil / Tayfa 11. Hüseyin oğlu Rahmi / Tayfa 12. Mesut oğlu Temel / Tayfa

13. Muharrera oğlu Hacı Tevfik (Ulusu) 1. Kamarot

14. İbrahim oğlu Mehmet / Kamarot 15. Mustafa oğlu Halit / Kamarot yamağı 16. Koyunhisarlı Yusuf oğlu Halit / Ateşçi 17. Rizeli Arif oğlu Mansur / Ateşçi 18. Osman oğlu Hacı Hamdi / Aşçı 19. Hasan oğlu Mehmet / Kömürcü 20. Mehmet oğlu Ömer Faik / Kömürcü 21. İsmail Hakkı / Vinççi

22. Ali oğlu Galip / Vinççi

Bandırma Vapuru mürettebatı

9 10 11 12

13 14 15 16

(14)

14 B+ YAZ

B

eşiktaş Belediyesi’nin Levent Kültür Merkezi’ndeki “Ba- ğımsızlık İçin İlk Adım” etkinliklerine katılan mimar, gazete- ci Oktay Ekinci, Kurtuluş Savaşı’nın ilk adımının Beşiktaş’ta atıldığını söyledikten sonra Cumhuriyet Devrimi’nin Anadolu’nun devrimi olduğunu vurguladı. Oktay Ekinci’nin tarihsel bir bütünlük içinde yorumladığı değerli konuşması- nı sizlerle de paylaşmak istiyoruz. Oktay Ekinci, B+’nın sorularını yanıtladı.

Anadolu İsyanı nasıl başladı ve nasıl adım atıldı?

O.E: Mustafa Kemal ve arkadaşları Bandırma Vapuru ile yola çıkıyorlar Beşiktaş’tan. 1919 Mayıs’ının son haftası; Mustafa Kemal Samsun’dan Anadolu’ya, Yunan da İzmir’den Aydın’a ilerliyor. İşgali hazmedemeyen efelerle, Osmanlı’nın “geri çekilin” emrini dinlemeyen subaylar Çine’de bu- luşurlar. Çine bir direniş karargahına dönüşür.

57.Tümen Komutanı Albay Şefik’in askerleri ile Kıllıoğlu Hüseyin ve Yörük Ali Efe’nin kızanları, Kuvayi Milliye’nin ilk neferleri olurlar.

Devrimler tarihine bakacak olursak, neler görürüz?

O.E: Devrimler tarihinde halklar daima “sarayın askerleri”yle çatıştılar. Fran- sız Devrimi’nde kralın askerleri acımasız katliamlar yaptı. Rusya’da Ekim Devrimi, Çar’ın “saray ordusu”yla savaşılarak gerçekleşti.

Kurtuluş Savaşı’nda manzara neydi?

O.E: Halkla askerin çatışmadığı, ulusun askerleştiği tek sivil devrimdir Kur- tuluş Savaşımız. Bu bir tek Anadolu’da yaşandı dünya yüzünde…

Cumhuriyet Devrimi ulusal kuvvetlerin, Kuvayi Milliye’nin işgalcileri kovma- larıyla gerçekleşebildi. Asker sarayın değil, ulusundu.

Ordu devletin değil, halkındı ve paralı değil gönüllüydü. Osmanlı’nın son kadıları, Cumhuriyet’in ilk hakimleriydi. Osmanlı’nın valileri Cumhuriyet’in valileri oldular. Cumhuriyet’i de onlar ilan ettiler.

O dönemde dünyaya bakarsak

O.E: Rusya’dan Uzak Asya’ya, Anadolu’dan Afrika’ya dek, 20. yüzyıl dev- rimler çağıydı… Özgürlük savaşlarıyla devrimlerini gerçekleştiren ülkeler arasında, ulusal liderine en bağlı ülke Türkiye’ydi. Çünkü, bayrağını değiş- tirmedi, tarihsel değerlerini yadsımadı, geçmişine sahip çıkarak geleceğe yürüdü. Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Havza’da yaptığı konuşmada- ki ifadelerini hatırlayalım. “Bağımsızlık bana atalarımdan miras kaldı” diyor- du Mustafa Kemal. Emekli Tümgeneral Celal Erikan’ın kitabında bunlar ay- rıntılarıyla anlatılmıştır.

Bayrak altında toplanmak önemliydi, diğer ülkeler neler yapıyordu o sırada?

O.E: Irkçı Nazi devleti ulusal bayrağı değil parti bayrağını kullandı. Sovyet Devrimi parti bayrağıyla yapıldı, ulusal bayrak terk edildi. Küba’da ise bay- rak özgürlüktü. 26 Temmuz’da Moncada Kışlası’na baskın yapıldı. Küba devrimcileri Cumhuriyet devrimcilerini örnek aldılar. Çünkü bayrağımız Cumhuriyet Devrimi’yle birlikte, Anadolu’nun ortak özgürlük ve bağımsız- lık simgesiydi.

Osmanlı Hanedanı’nın torunlarının suskunluğunu nasıl yorumluyorsunuz?

O.E: Evet, devriklerin sürgünde sustukları tek devrimdi bu. Gittiler ama ko- nuşmadılar; kıyafet devrimini yeğlediler, Cumhuriyet’le çatışmadılar. Os- manlı kimliklerini asla siyasallaştırmadılar.

İslam dünyası açısından devrime bakarsak, neler söyleriz?

O.E: Halifelikten vazgeçebilen tek laik devrimdi, tek İslam toplumuydu. Tek- kelerin yerini halkevleri aldı. Halkevlerinde farklı kültürlerden ustalar, sanatçı- lar vardı. Bestekar hafızlar, sanatçı imamlar 18 yıl boyunca Türkçe ezan oku- dular. Ozanlar kuşaklar boyu Anadolu birlikteliğinin mimarları oldu. Pir Sultan olup düzene başkaldırdı. Yunus Emre olup gönüllere seslendi. Köroğlu olup Bolu Bey’ine direndi. Karacaoğlan olup sevdayı anlattı ve Ruhi Su olup Ana- dolu birlikteliğinin tarihsel ezgilerini devrimci ruhu ve duruşuyla kuşaktan kuşa- ğa sevdirdi. Ortak türküler söyledi Anadolu halkı kuşaklardır…

Anadolu’daki kültür farkının sırrı neydi?

O.E: Anadolu’daki kültür farkının sırrı mozaik değil alaşımdır... Anadolu, gü- vendir. Kars’ta Malakanlar mesela. Çar’ın askeri olmayı kabul etmeyerek Anadolu’ya sığındılar; Kars ve köylerinde 70 yıl Türkiye Cumhuriyeti’nin Karslı yurttaşları olarak yaşadılar.

“Bağımsızlık İçin İlk Adım” etkinliklerine katılan Oktay Ekinci, Beşiktaşlılara Kurtuluş Savaşı’nın tarihsel gelişimini anlattı.

“Cumhuriyet Devrimi Anadolu’nun Devrimidir”

Söyleşi: GÜLÇİN TAHİROĞLU

Oktay Ekinci:

(15)

B+ YAZ 15

Anadolu’luk ortak kimlik

Anadolu Hıristiyanı, Anadolu Müslümanı, Anadolu Rumu, Anado- lu Ermenisi, Anadolu Gürcüsü, Anadolu Yahudisi, Anadolu Türkü, Anadolu Kürdü, Anadolu Arabı, Anadolu Süryanisi yaşamıyla, gele- neğiyle, kültürüyle, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan ırkdaşla- rından veya dindaşlarından farklıdır

Anadolu birlikteliği için neler söylemiştir Atatürk?

O.E: Şöyle demiştir: “Osmanlı ül- kesinde yaşayan bütün Müslü- manlar birbirlerine karşı saygı ve özveri duygularıyla dolu, etnik ve sosyal haklarıyla bulundukları yöre koşullarına bütünüyle bağlı öz kar- deştirler.” Sivas Kongresi’nin 1 numaralı kararı budur.

1922 yılında şöyle de demiştir:

“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep aynı cevherin damarlarıdır.”

Anadolu beraberliktir! Batı birey- ci, Anadolu toplumcudur. Batı- lı çimende güneşlenir, Anadolu çı- nar altında söyleşir. Batının dan- sı, Anadolu’nun halayı vardır. Ana- dolu kentlerinin ortak değerlerine baktığınız zaman; komşuluk, so- kak, mahalle, hemşehrilik kavram- ları ile karşılaşırsınız. Birlikteliğin mekanlarını “kadınlar pazarı”nda, sokak düğünlerinde görürsünüz…

Anadolu’luk antik çağdan bu yana sinmiş bu topluma…

O.E: Anadolu’nun Antik Çağ bilgeliği kentlerde yaşandı. Miletoslu Tales, piramitlerin yüksekliğini gölgeleriyle ölçüyordu. Sinoplu Diyojen, dar so- kakta İskender’in komutanıyla karşılaşınca, komutan: “Çekil… Ben bir ser- seri için kenara çekilmem” dediği zaman, Diyojen, “Ben çekilirim…”yanıtını verebilmiştir ta o çağda. Assoslu Aristotales, okulundaki bir öğrencisinin,

“Lider adil mi olmalı, cesur mu?” sorusu karşısında şu yanıtı vermiştir: “Ada- let olduğu zaman, cesarete gerek kalmaz.” Aristo’nun öğretmeni Platon,

“Karanlıktan korkan bir çocuğu kolaylıkla hoş görebiliriz. Yaşamdaki asıl trajedi, yetişkinlerin aydınlıktan korkmasıdır” demiştir.

Bu yüreklilik, bu dik duruş etkiliyor insanı…

O.E: Anadolu’nun bir de Ortaçağ Aydınlığı vardır. Ömer Hayyam’ı hatırlaya- lım: “Dinlerin sana vaat ettiği cennet, yaratılmış olduğun bu toprakların üze- rindedir” diyor. Ya Hacı Bektaş Veli neler söylüyor:”Okunacak en büyük ki- tap insandır.” Mevlana’ya dönersek: “Kendini bilmeyen bir alim ne menem bir alimdir; olsa olsa malumat yığmış zalimdir.”

Tarih öncesinin ıssız dünyasına baktığımızda da insanlığın en eski ortak ya- şam ve yerleşim merkezlerini görürüz.

Atatürk bu zenginliğin bilincindeydi ve bunu söylemlerinde de yansıtıyordu, öyle değil mi?

O.E: Bağımsızlık için yola çıkan Birinci İcra Vekilleri Heyeti’nde (Bakan- lar Kurulu) kültürel gelişme ve tarihsel mirasın korunması görevi Maarif Vekaleti’ne verildi. Kurtuluş Savaşı’nı yönetecek meclisin onayladığı ilk hü- kümet programında şunlar yer aldı: “Halk kitlesinden lügatları toplayarak dilimizin kamusunu yapmak, bizde ruh-ı milliyeyi nemalandıracak aşarı ta- rihiye, edebiye ve içtimaiyeyi erbabına yazdırmak, asarı atikai milleyi tescil ve muhafaza eylemek…”

Atatürk bugünkü Türkçe’ye çevirecek olursak diyordu ki: “Bir vatanın sa- hibi olmanın yolu, o topraklarda yaşanmış tarihi olayları bilmek, doğmuş uy- garlıkları tanımak ve sahip olmaktan geçer.” Ardından da Cumhuriyet’in ta- rih bilincini çok iyi vurgulayan o tarihi sözünü söyledi: “Biz 5 bin yıldır bu topraklardayız…”

Cumhuriyet’in ilk kalkınma bankalarına Anadolu uygarlıkla- rının isminin verilmesi de boşuna değildi elbette, değil mi?

O.E: Elbette Cumhuriyet’in kalkınma bankaları Sümerbank ve Etibank’tı.

Mustafa Kemal Atatürk, “Geçmiş bilinmezse, gelecek bilinemez. Geçmiş, modern bir devlet kurmada en iyi örnektir” diyordu. Böyle bakınca da ra-

hatlıkla Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin kültür olduğunu söyleyebiliriz. Yu- nan ordularının İzmir’i ateşe verdiği günlerde, Amerikan Konsolosluğu İzmir Lisesi depolarında korunan Sardis kazısı eserlerini New York Metropolitan Müzesi’ne göndermişti. Zaferden sonra Atatürk, Müzeler Müdürü Halil Ed- hem Eldem’i göndererek 1924’te eserleri geri aldı. Türkiye’de arkeoloji uzma- nı olmadığı için devlet bursuyla yurtdışına öğrenciler gönderildi. Ekrem Akur- gal, Sedat Alp, Arif Müfit Mansel, Halet Çambel Atatürk’ün Türkiye’ye arma- ğanlarıdır. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 17 yılda 25 arkeoloji müzesi açıldı.

Atatürk diyor ki: “Eski milletler büyük çalışmalar sonunda kendilerine has birer mimari stil yaratmışlardır. Bize asrın bütün düşünce ve ihtiyaçlarına ce- vap verecek, ruhlarımızı okşayacak bir modern mimari lazımdır. Fakat bu modern mimari, diğer milletlerin taklitçiliği değil, yurdumuza has, Türklüğe özgü bir mimari olmalıdır. Bize orijinal bir modern Türk mimarisi lazımdır.”

Cumhuriyet’in kimlikli yapıları vardır ama ya sonra neler olmuştur?

O.E: Ortak kültür mirasının korunmasının bilincine varılmayan, gelecek ku- şaklara devretme yükümlülüğüne duyarsız kalınan bir toplumda kültür mira- sının yok olması kaçınılmazdır. Uzun yıllardır bilgisizlik ve umursamazlık so- nucu birçok kültür varlığı yok edilmiş, bazı alanlar da sit alanından çıkartılmış, bu nedenle de elde kalanların korunması giderek büyük önem kazanmıştır.

Kültür varlıklarının işlev kazandırılarak korunması yerine, turizmi teşvik ba- hanesi altında ranta dönüştürülmek istenmesinden endişe duyulmaktadır.

Kurtuluş Savaşımız halkın askerle

çatışmadığı, ulusun askerleştiği

tek sivil devrimdir

Unuttuk!

Yargıtay Cumhuriyet eski Başsavcısı Sabih Kanadoğlu şöyle di- yor: “Atatürk her sorunun çözümünde ve devlet yönetiminde eleşti- rel akıldan ve bilimden ayrılmamamızı öğütlemişti. Unuttuk. Atatürk, bize ulusal onurun ne demek olduğunu, her koşulda nasıl korunma- sı gerektiğini öğretmişti. Unuttuk.

(16)

16 B+ YAZ

Beşiktaş, Türk modernleşme tarihinde önemli izlerin yer aldığı bir yerleşimdir.

Gerek tarihsel, gerekse mekânsal ve yönetsel değişimlerin merkezidir!

“bağımsızlık tarihimiz”in kozalandığı ve “ilk adım”ın atıldığı yerdir.

Yine, yeniden bir başlangıç!

Yazı: HASAN ÖZGEN*

Y

ıl, 1918

Hasta adam, yorgun ve yalnızdır!

Altı yüz yıllık tarihiyle üç kıtaya yayılmış bir imparatorluk olan Osmanlı, çözülüş ve çöküş evresinde üst üste uğ- radığı yenilgi ve kayıplarla büyük bir travma yaşamış, kar- şı karşıya kaldığı devasa sorunları çözemez hale gelmiş, bir imparatorluğun en önemli gerçekliği olan ‘irade’den yoksun kalmıştır.

Son 150 yıldır yaşanan onca değişim ve yenileşme çabası, “rötuş” olmanın ötesinde bir işe yaramamıştır. Çünkü bu çabalar, Bâbıâli ve çevresinin öte- sine, yaşamın gerçek dönüştürücü unsurlarına ulaşamamış, Jön Türkler ve karşıtları arasında körler ve sağırlar diyaloğuna dönüşmüştür.

15. yüzyılda Rönesans (yeniden doğuş) hareketiyle Avrupa, Doğu Avru- pa ve Batı Asya’daki birçok ülkede filizlenen modern yaşam ilişkileri, karanlık Ortaçağ’ı sonlandıracak olan süreci başlatmıştır. Dört yüzyıl boyunca yaşanan altüst oluşlar bu ülkelerdeki halk topluluklarını uluslaşma sürecine sokmuştur.

Ancak, binlerce yıl çeşitli uygarlıklara beşiklik etmiş olan Anadolu, köhne- yen ‘yaşam ilişkileri’ ve onun hayatı yöneten aygıtları nedeniyle bir türlü ‘ka- der’ ini değiştirememiştir.

O günlerden kalma bir deyiş, hem halkın çaresizliğini, hem de Anadolu’nun değişemeyen yönetsel ve sosyal sistemini çok güzel dile getirir:

Şalvarı şaltak Osmanlı Eğeri kaltak Osmanlı Eken de yok, biçen de yok Yemede ortak Osmanlı

Kıta Avrupası’nda ve Doğu Avrupa – Asya bölgesinde değişmeye baş- layan ülkeler “yeni ilişkiler” ini ulusal sınırlarının dışına taşıdılar ve gittikleri coğrafyalarda bu ilişkileri sürdürmek için “askeri ve siyasi” zor kullanmaya başladılar. Tarihte yeni topraklara ve bilinmeyen coğrafyalara ulaşım olarak bildiğimiz bu süreçler, Kıta Avrupası’nda 15. yüzyılda yaşanmaya başlayan

“yeni toplumsal ilişkiler”in doğal devamı olarak gelişti.

19. yüzyılın başlarına gelindiğinde Bâbıâli duruma bir çekidüzen vermek için önce Islahat, sonra Tanzimat Fermanı ile ilan edilen ve arka planında birçok kurumsal ve sosyal reform ve düzenlemeyi içeren süreci başlattı.

Yeni gelişmelerle eski toplumun kabuk değiştirmesi gerekiyordu. 1908 Meşrutiyet ilanı bu değişimin habercisi idi. Tamamına ermek için 15 yıl daha beklemek gerekecekti.

20. yüzyıl, ulusların kader savaşlarını verdiği, ulusal mücadele tarihlerinin yazıldığı bir dönem olma özelliğini, böylesi halk hareketlerinin mücadele koşullarının olgunlaşmasından almaktadır. Bugünden bakıldığında bu dö-

Hükümet kapısını kuşatan nümayişler / Meşrutiyet Dönemi (Hükümet Kapısı - Bâb-ı Âlî / M. Nermin Haskan - Çelik Gülersoy)

(17)

B+ YAZ 17 nemde milli sınırlar içinde onlarca bağımsızlık savaşının verildiği veya te-

mellerinin atıldığı çok açık bir biçimde görülür.

Gelişmeler ‘hasta adam’ı ve Anadolu halkını sürekli meşgul eder ve kendi sorunlarına çözüm bulamayan Osmanlı, üç kıtaya yayılan siyasal yapılan- masının her bir tarafından sürekli darbeler alarak geri çekilir. Bu geri çekil- me üç yüzyıl boyunca sürer ve büyük bedellere mal olur. Anadolu halkı sü- rekli kırılır ve elinde avucundaki zaten yetersiz olan maddi gücü tükenir. Sa- vaşlar o denli uzun, kayıplar o denli büyüktür ki, çekilen acılar hâlâ söyledi- ğimiz ağıtlara dönüşür:

Kışlanın önünde redif sesi var Bakın çantasında acep nesi var Bir çift kundurayla bir de fesi var.

Ah o Yemen’dir, gülü çimendir Giden gelmiyor, acep nedendir?

İşte böyle bir ‘hükümet hali’ emperyal ulusların iştahlarını iyice kabartmış, şartların uygun olduğu zamanın gelmesi ile arka arkaya verilen kayıplar Os- manlı İmparatorluğu’nun gündemine düşmeye başlamıştır. Ve nihayet 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Ateşkes Antlaşması ile Osmanlı yönetimi ta- mamen acze düşmüştür. Osmanlı İmparatorluğu artık ölümünü bekleyen bir ‘hasta adam’dır.

Elbette bütün bu olanlar karşısında, Bâbıâli’ye yakın çevrelerden ve için için kaynayan Anadolu’dan tepkiler yükselmeye başlar.

Birinci Dünya Savaşı yenilgisinin maliyeti 30 Ekim 1918 tarihinde imzala- nan Mondros Ateşkes Antlaşması’na yansır. Ardından son darbe olarak 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Anlaşması dayatılır ve elde kalabilen vatan parçası olan Anadolu, emperyalistlerce işgal edilir.

Referanslar

Benzer Belgeler

KOMİSYON GÖRÜŞÜ : Yapılan inceleme neticesinde; 5393 Sayılı Belediye Kanununun 18’inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile Mahalli İdareler Bütçe ve

2) Âcil çıkış penceresi olan her pencere, tavan veya tabandaki çıkış kapakları, servis kapılarının âcil durumdaki açılma yöntemleri; görsel ve / veya

Mercin, L., & Dilli, R. Bilecik Belediyesi Yaşayan Şehir Müzesi içerik yönetimi sanat tarihi eğitim ve danışmanlık teknik desteği projesi. Çocuk müzeleri ve

Gürsu Belediyesinin 2020 Mali Yılı Performans Programı ile Performans Esaslı Gelir Gider Bütçesinin, Kanun ve Yönetmeliklere göre Bütçe Kararnamesinin madde

Madde meclis üyeleri Nuri DÖNMEZ ile Bayram KOÇ’un ret oylarına istinaden meclise katılanların Oyçokluğu ile kabul edilmiştir.. Madde 2 – Belediye bütçesinin gelirleri

Bölge farkı gözetmeksizin asgari 50 milyon TL üzerindeki, ithalata bağımlılığı azaltacak yatırımlarda alınacak makine ve teçhizat için KDV ve gümrük

Kuramsal bilgiler doğrultusunda kente ve meydana ai- diyet duymada etkili olan faktörler; mekansal deneyime bağlı davranışsal faktörler, mekansal organizasyon ve kentsel imaj

Belediyenin ihtiyacı olan taşınmazların takas yolu ile elde edilmesi: belediye hizmetlerinde ihtiyaç duyulup da mülkiyeti belediyeye ait olmayan taşınmazların kıymet