• Sonuç bulunamadı

1.BÖLÜM ÖLMEK İSTİYORUM

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "1.BÖLÜM ÖLMEK İSTİYORUM"

Copied!
73
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1.BÖLÜM

ÖLMEK İSTİYORUM

Tik tak Tik tak Tik tak

Sessizliği bozan tek şey akrep ve yelkovanın sesiydi. Zaman akıyordu. Sahi gerçekten akıyor muydu? Aksine zaman durmuştu. Benim için durmuştu.

Annemin ölümü ile babamın nefretini kazandım. Ben Alya Keskin.

Hayatım boyunca aşağılanmayı, hor görülmeyi ve köle gibi kullanılmayı hak etmedim ki ben. Babamın bana olan öfkesi her geçen gün büyüyordu.

Babam anneme aşıktı. Herkesten herşeyden o kadar çok seviyordu ki onun için herşeyi göze alabilirdi. Benim varolmamam bile. Annem ben doğarken öldü. Ve bunun suçlusu benmişim gibi onu ben öldürmüşüm gibi

davranıyordu. Ama benim bir suçum yoktu. Bende annesiz büyüdüm. Babam ise var ama yok gibi. Bana bir kere bile sarılmadı. Saçımı okşamadı. Hatta kızım bile demedi. Beni bu evde bir çöp gibi gördü. Akşamları eve çoğu zaman içkili geliyordu ve beni her gördüğünde elinde ya kemer yada başka bir şey ile durmadan, acımadan dövüyordu. Artık buna dayanamıyorum.

Bu yaşıma kadar ben hiç yaşamadım. Sadece acı ve gözyaşının ne demek olduğunu iyi bilerek bu zamana kadar gelebildim. Neden böyle olmak zorunda lanetli miyim? Hani derler ya 'Ben doğarken ağlamışım' benimki de o hesap.

Lisede okulu bıraktım. Babam yüzünden 'Çalış bir işe yara okusanda senden bir halt olmaz' diyerek beni okuldan aldı. Bir Cafe'de iş buldum iyi kötü elime

(2)

bir kaç kuruş para geçiyor ama onu da babam elimden alıyor. Kendini iyice içkiye kumara vurdu. Bana her baktığında iğrenir gibi bakıyordu. İçim o kadar çok acıyorduki hiç yaşamamayı dilerdim. Keşke ama keşke annem yerine ben ölseydim... Kim ister ki babasının kızına böyle davranmasını...

Sabah cafe’ye saat sekizde gidecektim o yüzden yataktan kalkmaya çalıştım.

Her yerim ağrıyordu. Babam dün gece yapacağını yapmıştı yine ve yine

acımadan vurmuştu. Artık sesimi bile çıkarmıyorum. Yalvarsam bile daha sert vuruyordu. Yataktan canımın acısına rağmen kalktım. Banyo'ya gidip rutin işlerimi hallettim. Altıma siyah pantolon üzerime beyaz bir gömlek giyip odamdan çıktım. Salona baktığımda babamın evde olmadığını fark ettim.

Bende vakit kaybetmeden evden çıktım. Cafe'ye yürüyerek gitmeyi tercih ettim. Biraz uzak ama yürümek iyi geliyor ve kendimi biraz olsun acılarımdan uzak tutuyordu.

Cafe'ye geldiğimde direk önlüğümü giyip işimin başına geçtim. Kapıdan Mina'nın geldiğini görünce bana el sallayarak yanıma geldi. Mina ile Cafe'de tanıştım çok iyi biri benim aksime güzel bir hayatı ve ailesi var. Mina

"Alya geç kaldım değil mi? Acaba çok mu geç kaldım. Off ne yapsam patron kesin beni işten atacak"dedi. Telaşlıyken çok değişik konuşabiliyordu. Ama işten atılacak endişesiyle, umarım atılmazdı.

"Sakin ol. Bence hemen patronun yanına git özür dile. Eminim anlayışla karşılar" dedim. Bana ümitsiz gözlerle bakarak.

"Tamam dua et benim için. Allah’ım ne olur kovulmayayım. Amin" dedi ve korka korka patronun odasına gitti. Umarım atılmaz çok tatlı bir kız ve benim tek arkadaşım. İçeri bir grup müşteri gelince hemen yanlarına gidip siparişleri aldım. Daha sonra hızlı bir şekilde siparişlerini getirdim. Mina'nın odadan çıktığını görünce hemen yanına gittim.

"Sakın bana kovuldun deme" dedim. Mina ilk başta suratı düştü. Bir an kesin kovuldu derken. Sırıtmaya başladı.

"Kovulmadım. Alya inanabiliyor musun kesin patron beni kapının önüne atar diyordum. Şansa bak şerbetli miyim ne?" dedi. Mina’nın neşesi beni mutlu ediyordu. O benim sahip olduğum en değerli ve tek arkadaşımdı.

"Eğer biraz daha konuşursan kesin atılacaksın. O zaman da şerbetliyim dersin herhalde" dedim. Birden telaş yaparak.

(3)

"O zaman ben işimin başına geçeyim. Sende daha fazla beni oyalama hadi herkes iş başına" dedi. Ve önlüğünü giyerek işinin başına geçti. Alem bu kız ya bu durumda bile komik olabiliyor. Neyse bende işimin başına geçerek

çalışmaya başladım. Bugün sakindi fazla gelip giden olmadı. Zaten insan çalışınca saat'in nasıl geçtiğini anlamıyordu. Paydos etme saat'i de gelirken önlüğümü çıkardım. Ardından Mina da yanıma gelip önlüğünü çıkardı.

"Alya bugün bir şeyler yapalım mı? Zaten çokta yorulmadık. Sana bir

dondurma ısmarlayım ne dersin?" dedi. Dondurma yemek hiçte fena bir fikir gibi görünmüyordu. Ama eve de geç gitmek istemiyorum. Babamın sağı solu belli olmaz. Üzülerek Mina'ya baktım.

"Mina gelmezsem kızmazsın değil mi? Eve erken gitmem lazım. Hem uygun bir zamanda sana ben hem yemek hem de dondurma ısmarlarım" dedim.

Mina başta suratı düşsede sonra bana baktı.

"Söz mü? Ama bak tatlı da isterim" dedi. Sırıttım. Ne kadar da fırsatçı bir arkadaşım var.

"Söz. Benim tatlı cadım. Ama eğer beni biraz daha oyalarsan vazgeçicem"

dedim. Mina aceleyle beni öperek sarıldı.

"Aman vazgeçeyim deme. Hadi hoşçakal Alya bol bol para biriktir ihtiyacın olacak. Güle güle" dedi. Mina uzaklaşırken ne kadar da çıkarcı olduğunu düşündüm. Ama o çıkarcı benim en iyi dostum ve yüzümü güldürebilen tek arkadaşımdı.

***

Eve geldiğimde anahtarla kapıyı açarak içeri girdim. Salondan sesler

geliyordu. Hemen koşarak salona gittim. Babam çıldırmış gibi eline ne geçerse atıyordu. Sinirden gözü dönmüş gibi. Her yeri dağıtıp duruyordu. Beni bile fark etmedi. Babama doğru ilerlemeye başladım.

"Baba ne yapıyorsun?" dedim. Babam beni fark edince öfke saçan gözleriyle bana baktı. Öfkesi kat be kat artarken gözündeki morluk izini gördüm. Belli ki birilerinden dayak yemişti. Ben artık babamı tanıyamıyordum”. Zaten hiç tanımamıştım da. Babam bu sefer sehpanın üzerinde duran vazoyu alıp duvara fırlattı.

(4)

"Delirttin lan beni. Sen beni delirttin. Herşey senin yüzünden başıma geliyor.

Keşke ama keşke sen ölseydin. Lanet sana olsun. Doğduğun güne lanet olsun…" dedi. Her zaman yaptığı gibi öfkesi yine banaydı. Kustuğu öfkesi ile gözlerim dolarken canımın ne kadar yandığının farkında bile değildi. Bana olan öfkesi her zaman tazeydi.

"Ne yaptım ben sana? Neden beni hiç sevmiyorsun? Ya benim bir suçum yok ki. Yok. Neden bana böyle davranıyorsun? Neden…" diyerek bu sefer bağıran ben oldum. Bıktım. Yoruldum artık. Babam söylediklerime kızmış olacak ki sağ gözü seyirmeye başladı. Ve bana ürkütücü bir şekilde yaklaştı.

"Senin varlığın bile suç. Sen yaşamayı bile hak etmiyorsun. Sadece bir çöpsün.

Neden yok olup gitmiyorsun? Seni görmeye bile dayanamıyorum" dedi. Beni daha ne kadar yaralayacaktı ki. Görmüyor mu benim de acı çektiğimi? Annemi özlüyorum. Neden acımı görmüyor? Neden beni de düşünmüyor? Ben ne günah işledim de başıma bunlar geliyor. Hiç bitmeyecek mi? Bende mutlu olmak istiyorum.

"Annemin ölümünden beni suçlu tutuyorsun. Ama onu ben öldürmedim"

dedim. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken babam kolumu sertçe sıktı.

"Kapa çeneni. Sus. Zaten başıma ne geldiyse hep senin yüzünden geldi. Ama artık bu kadar kurtulucam senden" dedi. Kolumu öyle bir sıkıyordu ki

koparacak gibiydi. Babamın elinden kurtulmaya çalışarak…

"Bırak baba kolum acıyor. Yeter artık bırak" diye isyan ettim. Ve son gücümle babamı ittim. Kolumu bırakmasıyla dengesini kaybedip ileri doğru sendeledi.

Düşmemek için son anda koltuğa tutundu. Şimdi öldürecek gibi bakıyordu.

"Öldüreceğim lan seni" demesiyle bana tokat atması bir oldu. Tokatın etkisiyle yere düşerken çok sert vurmuştu. Babam dinmeyen öfkesiyle bu sefer karnıma vurmaya başladı. "Sen kimsin? Sen kimsin ki beni itiyorsun aptal. Ne yapayım lan şimdi ben sana? Söyle şuracıkta öldüreyim mi seni?" o kadar sert vuruyordu ki sanki kızı değilmişim gibi, düşmanına vurur gibi vuruyordu. Dayanamayıp bacağından tuttum.

"Dur lütfen dur artık" diye yalvardım. Durdu. Hemen durmasına şaşırırken tuttuğum ayağını çekti. Bana bir süre öylece baktı. Ve belli belirsiz kafasını sallayarak...

"Sana ne yapacağımı biliyorum ben. Bugün senden kurtulacağım" dedi. Beni kollarımdan tutup yerden kaldırdı. Karnımın ağrısından ayakta zor

(5)

duruyorken ne demek istediğini anlamamıştım. Babam daha sonra beni bileğimden tutarak zorla arabaya bindirdi. Eski püskü gri bir arabamız vardı.

Babamda arabaya binerek sürmeye başladı. Korkudan konuşamıyordum.

Nereye götürüyordu beni? Ne yapacak bana? Kurtulcam senden diyordu.

Neden böyle konuşmuştu. Cesaretimi toplayıp konuşmaya karar verdim.

"Nereye götürüyorsun beni?" dedim. Bana bakmadan "Kapa çeneni" dedi.

Arabayı sürmeye devam etti. Daha fazla konuşmaya cesaretim olmadığından susup yolu izlemeye başladım.

***

Babam depo gibi bir yerde durdu. Tenha ve ürkütücü bir yere benziyordu.

Neden buraya geldik? Babamın böyle bir yerde ne işi olurdu?

"Burası neresi? Neden beni buraya getirdin?"

"Konuşmada yürü" dedi. Arabadan çıkarken benim tarafımı da açıp kolumdan tutarak sürüklemeye başladı.

Babamın öfkeden adeta gözü dönmüş gibi beni bileğimden sürükleyerek deponun içine soktu. Her yerde kan lekeleri vardı. Deponun ortasında ise bir adam vardı. Takım elbiseli uzun boylu sert bakışlarıyla bir insanı öldürecek derecede bir yapıya sahipti. O gözlerden korkmuştum. Babam bir anda beni adamın önüne doğru fırlattı. Şaşkınlıkla bakarken canımın acısından çok babamın sözleri acıttı.

"Al sana olan borcum" dedi. Hala şok olmuş bir şekilde bakarken adam

gözlerini bana dikti. Kaşlarını olabildiğince daha çok çatarken bense daha yeni sesimi bulmuş gibi yaşlı gözlerimle babama baktım.

"Baba yapma... Bana bunu yapma" dedim fısıldayarak. Sonra sert bakışlı adam.

"Borcun karşılığında bana kızını mı veriyorsun? Hem de öz kızını"

"Kızım olması onu satmayacağım anlamına gelmez. Şimdi borcumu ödemiş oldum" dedi. Acımasızca. Beni bir eşyaymış gibi tanımadığım bir adama verdi.

Hemde borcu karşılığında. Yerde hiç kıpırdamadan sadece ağlıyordum. Ben bunu hak edecek ne yaptım? Bu kadarı çok fazlaydı.

(6)

"Doğrusu şaşırmadım kızını verecek kadar adam olmadığını biliyordum.

Borcun silindi. Bakalım bir dahakinde verecek kızın olacak mı?" dedi. Babam sinirlenmiş olacak ki elini yumruk yapmış sıkıyordu.

"Sana borcumu ödedim öyle ya da böyle. Artık adamlarını çek üzerimden"

dedi. Ben sanki yokmuşum gibi kendi aralarında konuşuyorlardı. Üstelik bir eşya gibi bahsediyorlardı benden. Kendime az da olsa gelmeye çalışırken etrafıma baktığımda içerde birkaç tane daha takım elbiseli adam da vardı.

Benim burdan acilen çıkmam gerekiyor. Biran önce burdan kaçmalıyım.

"Seni bu kadar korkuttular demek. Ölüm korkusu tatmak sana iyi gelmiş. Bir daha böyle işlere kalkışmadan bir kez daha düşünürsün" dedi. Demek babam bunun için sinirliydi gözündeki morluğu bu adamlar yapmıştı. Zaten ne kadar tehlikeli oldukları belliydi. Babamın bildiği halde bile bile beni bu adama vermesi. Yani bir insan bırak bir hayvan bile yavrusunu vermezdi.

"Borcumu da ödedim. Artık rahat bırakın beni" dedi. İlk defa onu korkmuş görüyorum. Ama neden beni bu adama verip gidiyor. Hiç mi acımıyordu bana?

"Özgürsün artık. Şimdi s*tir ol git burdan ve bir daha sakın karşıma çıkma"

dedi. Hayır, beni burda bırakıp gidemez. Gitmemeli. Bu korkutucu adamın eline bırakamaz. Bana bu kadarını da yapamaz. Ayağa zar zor kalkmaya çalıştım. Babam arkasına dönmüş gidiyordu.

"Baba dur... Beni burda bırakıp gidemezsin" diye bağırdım. Ona yetişmeye çalışırken…

"Tutun şunu" dedi. İki adam yanıma gelip beni iki kolumdan tuttu. Ellerinden kurtulmaya çalıştım. Babam beni umursamadan kapıya doğru ilerledi.

"Baba dur... Bana bunu yapamazsın. Bu kadar acımasız olamazsın" dedim ağlayarak. ‘’Ben senin kızınım. Senin kızın…’’diye bağırdım. Boğazım

yırtılırcasına bağırdım. O adam bana duygusuz bir şekilde bakarken babam arkasına dönüp baktı.

"Sen hiçbir zaman benim kızım olmadın. Sen sadece bir hiçsin. Koca bir hiç"

dedi. Bana olan bu sözleri ile bir kez daha öldüm ben bugün. Dizlerimin üzerine çöktüm. Gözlerimden yaşlar boşalırken çenem titriyordu.

"Yapma baba. Yalvarırım beni bu adamların eline bırakıpta gitme. Hiç mi acımıyorsun bana" dedim ağlayarak son kez. Lütfen bitsin artık bu işkence, biri beni vursun ben artık ölmek istiyorum.

(7)

"Üzerimdeki ağırlıktan kurtuldum. Şimdi ne halin varsa gör" dedikten sonra giderken arkasına bile bakmadı. Beni bu adamların eline bırakıpta nasıl gider.

Nasıl.

"Gitme ne olur gitme. Korkuyorum gitme... Baba..."dedim ve ellerimi yere vurarak yumruk yaptım. Bunu yapamazdı. Hayır hayır ben onun kızıyım bunu yapamaz. Yapmamalı. Lanet olsun. Lanet olsun senin kızım olduğum için.

Bedenim sarsılırcasına ağladım. Sanki boğazımı sıkıyorlardı. Dayanamıyorum.

Anne, anne nerdesin? Babamın bana yaptıklarını görüyor musun? Ben şimdi ne yapacağım? Hıçkırıklarım boğazımda düğümlenirken beni sattığı adam yanıma gelip kaşları çatık bir şekilde bana baktı.

"Kalk ayağa" dedi. Onu dinlemedim. Ve ona bakmadan ağlamaya devam ettim. "Sana kalk ayağa dedim" dedi ve kolumdan sert bir şekilde tutup kaldırdı. Babamın daha önce sıktığı yeri tutunca acı içinde inledim.

"Bırak beni... Ne olur bırak gideyim" dedim. Ama gözlerimin içine sert bir şekilde baktı.

"Sakın beni bir daha ikiletme. Ayrıca hiçbir yere gidemezsin. Bundan sonra benimsin"

"Ben senin değilim" diye bağırdım. Bana öyle bir baktı ki. Öldürecek gibiydi.

"Merak etme bana karşı gelmemeyi öğreneceksin." dedi. Korkuyorum.

Çektiğim onca şey yetmezmiş gibi birde bu adamın eline düştüm. Ben artık acı çekmek istemiyorum. Sadece gidip bir yerde hıçkırarak ağlamak istiyorum.

"Gitmek istiyorum lütfen bırak beni. Beni zorla bir yere götüremezsin"

dediğimde kulağıma doğru eğilerek…

"O zaman izle ve gör" dedi ve bakışlarını arkadaki iki adama çevirerek. "Alın şunu arabaya götürün" demesiyle iki adam gelip beni kolumdan tutup arabaya doğru sürüklemeye başladı.

"Bırakın beni. Lütfen bırakın. Kimse yok mu? Yardım edin..." diye bağırmama rağmen hiç kimse yoktu. Bu ıssız yerde tek bir Allah’ın kulu bile yoktu. Beni arabanın içine fırlattıkları gibi gaza bastılar.

***

(8)

Arabada ne kadar tepinsemde hiçbir işe yaramamıştı. Beni nereye

götürecekler? Bana ne yapacaklar diye düşünürken araba durdu. Tam etrafa göz gezdirecekken birden arabanın kapısı açıldı. Ben ürkek bir şekilde

bakarken o kolumdan tuttuğu gibi beni köşk gibi bir eve doğru sürüklemeye başladı. Etrafa bakma fırsat bile vermeden beni bodrum katına çekiştirip pis kokulu bir odaya fırlattı. Canım acırken o başımda dikildi. Zorlukla ayağa kalktım. Korkuyorum hem de çok korkuyorum. Bana ağır ağır yaklaşmaya başladı.

"Ben BULUT DEMİR… Bu ismi aklına kazı. Sen bundan sonra benimsin..." dedi.

Daha sonra arkama geçip kulağıma doğru eğildi. Nefesi boynuma çarpıyordu.

İçim titredi. "Varlığımı her daim hissedeceksin.

Nefesim her zaman sana bu derece yakın olacak. Ölmek isteyeceksin. Ama buna izin vermeyeceğim.

Varlığım... Nefesim... Dokunuşum...

Seni yakıp kül edicek...’’

(9)

2.BÖLÜM

KARANLIK

Karanlık... Her yer karanlıktı. Karanlıktan korkan biri olarak kendimi hep karanlıkta bulmuştum. Ruhum, bedenim sanki can çekişiyordu. Aydınlığa giden yol var mıydı?

Beyazı görebilecek miydim?

Hayatım aydın olabilecek miydi?

Beyaz bir sayfa açabilecek miydim?

Ya da karanlığın içinde çürüyüp gidecek miyim?

Acılarım son bulacak mıydı?

Yoksa daha yeni mi başlıyordum acıların en büyüğünü çekmeye...

Karanlık bir odada yaklaşık 5 gündür bu pis odada tutuluyorum. Babamın borcuna karşılık beni verdiğinden beri yeni celladım BULUT DEMİR olmuştu. O günden sonra onu hiç görmedim. Ama bana olan son sözleri aklıma gelince korkuyordum bana neler yapabileceğini düşündükçe içim ürperiyordu.

Babamın beni acımasız birine verecek kadar benden bu kadar nefret ettiğini bilmiyordum. Bunu yapacak kadar kötü olduğunu hiç düşünememiştim. Bana yaptığı onca şeye rağmen böyle bir şeyi yapabileceğini tahmin dahi

edemezdim. Bir baba ne olursa olsun kızına nasıl böyle bir şeyi yapar. Bile bile nasıl cehennemin tam ortasına atar. Hayatım boyunca hep ızdırap çekerken bu kadarı da fazla değil mi?

Bunların hepsi bir rüya olmalı. Sanki şimdi uyanıcam ve bana kocaman sarılan bir annem ve bahçede mangal yapan babam, küçük kardeşlerim. Ne güzel böyle kocaman bir ailem olması hayattaki en çok istediğim şeydi.

(10)

Ama bunların hepsi bir rüya asla gerçekleşmeyecek bir rüya, ben asla mutlu olamayacağım. Bu lanet yerden kurtulamayacağım. Hayallerim asla

gerçekleşmeyecek. Burda ölüp gideceğim. Mezarım bile olmayacak. Ben sessiz sessiz içimdeki düşüncelerde ağlarken içeri bir adam girip yanıma geldi ve hemen kolumdan tutup beni ayağı kaldırdı.

"Yürü gidiyoruz" diyerek kapıya doğru sürüklemeye başladı. Neler oluyor nereye götürüyor beni ne yapacaklar bana?

"Bırak kolumu nereye götürüyorsun beni? " dedim kolumu kurtarmaya çalışarak. Ama karşımdaki adam bu sefer daha çok sıktı kolumu.

"Kapa çeneni" dedi. Beni merdivenlerden yukarı doğru sürüklemeye başladı.

"Yoksa beni bırakacak mısınız?" diye bir umutla sordum. Tabi bir umut diye düşündüm.

"Boşa hayal kurma burdan ölsende çıkamazsın. Rüyanda görsende inanma.

Bulut Demir'in elinden kurtulmak o kadar kolay değil" dedi. Hayallerim birden suya düştü. Nasıl bir yer burası sanki hapishane ama o bile yanında bin kat daha iyidir. Bir ara dengemi kaybedip düştüğümda beni götüren adam hiç umursamadan tekrar kaldırıp aynı şekilde sürüklemeye devam etti. En sonunda evin salonu gibi bir yere getirip beni koltuğa fırlattı. "Uslu dur ve sakın yanlış birşey yapma" dedikten sonra gitti. Koltuktan hafif doğrularak etrafa incelemeye başladım. İlk geldiğimde inceleme fırsatım olmamıştı.

Salonu geniş baya da lüks bir yere benziyordu etraftaki herşey ben pahalıyım diye bas bas bağırıyordu sanki. Acaba niye getirdi beni buraya? Burdan

kaçmam gerek. Bir an önce kaçmanın bir yolunu bulmalıyım. Ayağa kalkıp camdan dışarı bakmaya karar verdim. Sanırım burası dağ evi gibi bir yerdi.

Etrafa baktığım da bir sürü korumalar vardı. Sanki kaçman imkansız diye bağırıyordu. Ne yapıcam şimdi ben? Her şey daha zor olmak zorunda mı?

"Kaçma planları yapmak senin gibi aciz bir kız için bile fazla aptalca" dedi arkama dönerek sesin sahibine baktım. Bulut Demir yani celladım. İlk gördüğümdeki gibi takım elbiseli ve o sert bakışları ile bana bakarak tekli koltuğa oturdu. "Otur" diye emir verdi. Bir an ayakta olduğumu bile unuttum.

Ellerim titriyordu neden bu kadar korkuyorum bu adamdan. Hala

oturmadığımı görünce kaşları çatıldı. Bende daha fazla ayakta kalmamak için korkarak koltuğa oturdum.

(11)

"Beni bırak. Ne olur gideyim burdan" dedim. Belki biraz da olsa merhameti vardır. Ama hiç öyle görünmüyordu. Sanki duygu denilen şey onda yokmuş gibi.

"Gitmek yok bunu aklından çıkar. Babanın seni bana vermesiyle artık burdaki eşyalardan bir farkın yok. Ayrıca ben benim olanı asla bırakmam" dedi. Eğer şimdi korkmasaydım bu lafın altında kalmazdım ama onun elinde ve onun evindeyim. Bana eşyasın dedi, ne yani burda kölesi olarak mı kullanacak?

"Bana ne yapacaksın?" diye sesim titreyerek sordum. Kaderime razı olmuş gibi. Bulut derin bir nefes alarak arkasına yaslandı.

"Güzel sana ne yapacağımı merak etmen seni az da olsa zeki olduğunu

gösteririr. Senin sahibinken senin tek yapman gereken şey bana itaat etmek"

dedi. Gözlerini gözlerime sabitleyerek. Hemen gözlerimi başka yere çevirdim.

"Beni bırak. Bak babamın borcu ne kadar varsa sana her ay öderim. Yeter ki bırak beni" dedim. Bulut ayağa kalkarak yanıma gelip tam önümde durdu.

"Alya Keskin 20 yaşındasın ve bir cafe'de çalışıyorsun. Bana baban'ın borcunu bir cafe'de çalışarak ödeyebileceğini mi sanıyorsun. Bir pavyonda çalışsan bile o parayı bana ödeyemezsin" dedikten sonra yanıma oturarak yüzünü bana iyice yaklaştırdı. Nefesi yüzüme çarpıyordu. "Baban'ın borcunu senden öyle bir alıcam ki her gün, her saniye bana dur diye yalvaracaksın" dedi. Daha da yakınıma gelerek. Yüzü yüzüme yakın bir şekilde gözlerime baktı. Bense put kesilmiş gibi donmuş bir vaziyette öylece kala kaldım. Daha sonra kendime gelerek omuzlarından itip hemen ayağa kalktım.

"Hayır... Ben senin kölen değilim. Beni burda zorla tutamazsın buna hakkın yok" diye bağırdım. Kimse beni burda zorla tutamaz. Kimsenin bedelini ödemek zorunda değilim. Bulut ayağa kalktı elini yumruk yaptığını gördüm.

Yanıma hızlı bir şekilde gelerek boynumdan tuttuğu gibi beni duvara itti. Eli hala boynumdaydı.

"Bana bak, hala anlayamadın galiba burdan çıkış yok...

Benimsin ve bunu o küçük aklına iyice sok. Sakın bir daha bana sesini yükseltme yoksa o ses tellerini söküp alırım. Anladın mı beni" dedi

kükreyerek. Gözlerinden ateş fışkırıyordu sanki. Eli hala boynumdaydı ama sıkmıyordu. Korkarak ona baktım. Ama ne olursa olsun beni sindirmesine izin vermicem. Bana böyle davranmasına izin veremem.

(12)

"İstemiyorum. Bu evde ve senin gibi bir psikopatın yanında asla

kalmayacağım" dememle bana tokat atması bir oldu. Öyle sert vurdu ki kendimi yerde bulmuştum. Ağlıyordum. Yanağım çok acıyordu. O bana vurmuştu. Bulut bana doğru eğildi elini saçıma geçirip sert bir şekilde çekti.

Acıdan çığlık atarak "Ahh bırak" diyerek ağlamam şiddetlendi. Bulut saçımdan tutarak yüzümü kendine yaklaştırdı.

"Bu ev senin mezarın olacak. Ve ölmen gerektiğinde bizzat ben kendi ellerimle öldürücem seni... Ama o zamana kadar acıların en büyüğünü yaşatacağım sana. Bu acı yanında bir hiç kalır. Köpek gibi yalvaracaksın bana..." dedikten sonra ellerini saçımdan çekip ayağa kalktı. Neden bana bu kadar kötü

davranıyordu? Ben ona hiç birşey yapmadım ki. Bir insan nasıl bu kadar acımasız olurdu.

"Ne yaptım ben sana? Ne istiyorsun benden?" ağlayarak ona baktım. O ise duygusuz bir şekilde bana bakıyordu.

"Sen babanın borcu karşılığında satın aldığım birisin... Bu yüzden sana istediğim herşeyi yapabilirim. Daha doğrusu babanın bedelini senden

çıkartıyorum. Bakalım ne kadar dayanabileceksin..." dedi. Yerime iyice sinip ağladım. Daha ne kadar ağlayabilirim. Neden herşeyi ben ödemek

zorundayım. Ben kimseye bir şey yapmadım. Hiç kimseyi incitmedim. Neden ben neden bıktım. Her şeyden herkesten bıktım. Bulut bana doğru eğilerek kolumdan tutup kaldırdı.

"Bırak... Yalvarırım bırak" diye yalvarırken beni dinlemeden merdivenlerden yukarı doğru çıkarmaya başladı. Ne, ne yapacak bana. Korkuyorum çok korkuyorum. Bulut bir odanın kapısını açarak beni içeriye doğru fırlattı.

Dengemi kaybedip düştüm. Ayağım acımıştı.

"Bundan sonra bu evin hizmetçisisin. Saat sekizde akşam yemeğim hazır olsun. Bu odada senin. Dolapta kıyafetler var git bir duş al iğrenç kokuyorsun.

Sakın yanlış birşey de yapma ya da yap sen bilirsin. Bedelini fazlasıyla ödersin.

Şimdi uslu bir kız ol ve dediklerimi yap" dedi. Bana bakarak, bende

korkumdan sadece kafa sallamakla yetindim. Korkmamdan memnun olacak ki. Daha sonra devam ederek "Güzel. Unutma saat sekizde hazır olacak. Eğer bir dakika bile geçerse orasını sen düşün" dedikten sonra gitti. Dediklerini yapmak zorunda olduğumun farkındayım. Yani mecburum. Bana iğrenç kokuyorsun dedi. 5 gündür banyo yapmıyorum. Normal değil mi iğrenç kokmam.

(13)

Bir de üstüne hizmetçim olacaksın dedi ve kim bilir daha neler isteyecek benden. Ama kaçacağım burdan hemde bu akşam. Yerden kalkarak odayı inceledim. Tek kişilik bir yatak vardı. İçerisi küçük ama yine de güzeldi.

Genelde gri ve beyaz renkler odaya hakimdi. Bulut'un kıyafetler dolapta demesiyle dolapta ki kıyafetlere baktım. Zaten az vardı iki üç parça elbise alt çekmeceyi açtığımda iç çamaşırı vardı. Pislik herif yanaklarımın kızardığına eminim. Bir pantalon ve bir tişört alıp bir de utanarak iç çamaşırı aldım.

Banyoya girip güzel bir duş aldım. Az da olsa rahatlamıştım. Sıcak su insanı rahatlatıyor bu kesin. Kıyafetlerimi giyerek yatağın üstüne oturdum. Saat'e baktığım da 6:30 olmuştu. Şok oldum kaç saat'tir banyo'daydıım ben. Saat sekizde yemek yapacaktım. Bulut eğer bir dakika bile geçerse orasını da sen düşün demişti. Korkmazsam yapmazdım ama korkuyorum işte. Hemen ayağa kalkıp odanın kapısını açarak aşağıya indim. Kimse yoktu. Acaba mutfak nerde? Etrafa iyice baktıktan sonra mutfağı buldum. Hemen buz dolabını açarak neler yapabilirim ona baktım. Dolapta yok yok istediğin herşeyi burda bulabilirsin. En iyisi tavuk ve türlü yapmak. Zaten yemek yapmayı kendi

başıma öğrenmiştim. Neyse vakit kaybetmeden yemekleri yapmaya başladım.

Birde salata yaptım. İnşallah yemekte bir sorun çıkmazdı. Hazır yemek yaparken biraz da atıştırıyordum. Burdan kaçmam için gücüm kuvvetim yerinde olması gerek. Hızlı bir şekilde yemekleri yaparken. Saat sekiz'e geldiğini gördüm. Acele etmeliyim. Hemen ocağı kapatıp sofrayı kurmaya başladım aceleyle. İnşallah geç kalmam. Son olarak suyu da koydum. Oh be herşey tamam. Rahat bir nefes aldım. Dış kapı açıldığında bakışlarımı kapıya doğru çevirdim. Bulut gelmişti. İçeri girip önce bana sonra sofraya bakıp yukarı çıktı. Niye gitti ki şimdi dengesiz ya hem saat sekizde hazır olsun diyor.

Şimdi de gidiyor. Biraz bekledikten sonra Bulut geri geldi anladığım kadarıyla üzerini değiştirmişti. Çünkü üzerinde sadece gömlek ve pantalon vardı.

Masaya doğru gelerek sandalye'yi çekip oturdu.

"Servisi yap" dedi. Bende dediğini yapıp servisi yaptım. Bulut yemeğini yerken bende öylece masanın yanında durmuş onu izliyordum. Ben yokmuşum gibi yemeğini rahat bir şekilde yiyordu. Benimse tek yapabildiğim şey ayakta dikilmekti. Ayaklarım ağrımıştı. Daha fazla ayakta duramayacağımı anlayınca sandalyeyi çekip oturdum. Oturmamla Bulut'un bakışları üzerimde hissettim

"Sana oturman gerektiğini kim söyledi?" dedi. Kaşları her zamanki halini alarak.

"Şey ben yoruldumda o yüzden oturdum" diyebildim. Bulut elindeki çatalı sert bir şekilde masaya vurarak ayağa kalktı.

(14)

"Kalk lan ayağa" dedi bağırarak. Öyle bağırmasıyla anında ayağa kalktım. Niye bu kadar sinirlendi ki. Daha sonra devam ederek "Kendini ne sanıyorsun sen?

Basit birinin masamda oturabileceğini mi sanıyorsun?" dedi aynı şekilde bağırarak.

"Be-Ben özür dilerim" dedim kekeleyerek. Kahretsin neden bu kadar bağırdı ki. O gerçekten çok korkutuycuydu.

"Siktir git lan odana. Sakın odandan çıkayım deme. Defol..." diye adeta kükredi. Öyle bağırmasıyla daha da korkmuştum. Bana hala sert bir şekilde bakarken bende adımlarımı yukarı odama doğru ilerlemeye başladım. Odama geldiğimde kapımın arkasında oturup ağlamaya başladım. Her günüm böyle mi geçecek benim. Daha ne olduğunu bile anlamadan bağırmaya başladı.

Bana hep küçümseyici bakışları var. Bende ne bekliyorsam babam'ın beni borcu karşılığı verdiği adamdan. Ama bugün kurtulucam ondan. Yeni bir hayata başlayacağım. Yerimden kalktım ve yatağıma geçtim. Gece yarısı herkes uyuduktan sonra kaçıcam. Umarım sabah ki gibi fazla koruma olmaz.

Biraz gözlerimi dinlendirmek amaçlı yatağıma yatıp gözlerimi kapattım.

***

Hafifçe gözlerimi aralayarak yataktan kalktım. Saat'te baktığımda gece yarısı birdi. İşte tam zamanı ayağa kalkıp banyoya gidip yüzümü yıkadım. Sonra yavaşça odamın kapısını açtım. Çok sessiz olmam gerekiyordu. Odadan yavaşça çıkarak merdivenlerden aşağıya indim. Etraf karanlıktı. Ama yine de içeriye bahçenin ışığı yansıyordu o yüzden çokta karanlık değildi. Yavaş yavaş mutfağa doğru ilerliyorken ayağım yerdeki vazayo çarptığımda düşmesin diye hemen tuttum. Umarım çok ses çıkmamıştır. Bu ne böyle resmen aksiyon filminde gibiyim. Mutfağa gittiğimde önce dışarı baktım korumalar

görünmüyordu. Ohh işte tam fırsatı. Mutfağın camını açarak bir bacağımı üzerine koydum tam diğer bacağımı da koyacaktım ki birden mutfağın ışığı açıldı. Arkama baktığım Bulut sinirli bir şekilde bana baktı.

"Eğer şimdi bir hata yaparsan, kaçarsan... Kork benden. Neler yapabilecek olmamdan kork."

(15)

3.BÖLÜM

İZ

Çaresizlik

Bu kelime size ne anlatıyor. Bana hayatın...

Acımasızlığını.

Güçsüzlüğümü.

Yanlızlığımı.

Masum, evet masum olsaydık herşey daha kolay olurdu. Kelebek gibi dünyaya renk katıp, varlığımızla kirletmeden defolup gitseydik...

İkilem hayatım boyunca en çok korktuğum şey. İki şık arasında gidip gelmek.

Biri seni özgürlüğüne kavuşturacak diğeri ise hayatının daha çekilmez olmasını sağlayacak. En doğru karar neydi? Kaçmak mı? Yoksa boyun eğmek mi? Bende o cesaret var mıydı? Peki ya kaçacak güç! Burdan kurtulmak yeni bir hayatım yeni bir işim ve şirin bir evim olacak mı? Olacak buna tüm kalbimle inandıktan sonra önümde kimse duramaz.

Kendime gelemiyorum bir türlü tam kaçmak üzereyken Bulut'un gelmesi ve bana olan sözleri. Yerinde durmuş sadece bakıyordu. Bense öyle

kalakalmıştım. Ama pes etmeyeceğim. Ölüm bile olsa kaçacağım burdan.

'Korkma Alya hadi git burdan korkmadığını göster ona' diye kendime gaz verdim. Bulut bir adım attığında içimdeki o son cesaretle.

(16)

"Canın cehenneme" demem ile camdan atlamam bir oldu. Ormanlık alana doğru koşmaya başladım. Allah'tan tel örgü gibi birşey yoktu. Yoksa işim daha zor olurdu. Bulut kükreyerek bağırmaya başladı.

"Nerdesiniz lan. Kız kaçıyor gidin yakalayın. Yakalamadan gelen olursa

hepinizi gebertirim" dedi. Öfkeden kudurmuştu. Az önce ben ne dedim ya. O ben miydim acaba. Vay be yürek mi yedim. Ama yakalanırsam o zaman Bulut bana neler neler yapar. Kötü düşünmek yok. Koş Alya koş…

Resmen kaçıyorum. Kurtuluyorum burdan. Arkama baktığımda o da ne resmen bir ordu koruma peşimden geliyordu. Daha hızlı koşmam lazım. Ana yola çıkıp yardım istemem lazım. Yerde hep taşlar vardı ikide bir ayağıma çarpıyordu. Karanlıktı ama yine dolunay sayesinde önümü görebiliyorum.

Maratonda koşuyor gibiyim. Nefes nefese kaldım. Ayaklarımı hissetmiyorum sanki. Arkama baktığımda korumalar görünürde yoktu. Atlattım galiba. Ama dinlenemem biran önce burdan çıkmalıyım. Hızımı kesmeden koşmaya devam ettim. Çok yoruldum. Kaçmak zor iş gerçekten... Biraz dinlensem birşey olmaz herhalde. Sırtımı ağaca yaslayıp nefeslenmeye başladım. Ah bu kadar

yorulduğumu hatırlamıyorum. Etrafa baktığımda işte orda. Yolu görünce rahat bir oh çektim. Hemen yaslandığım ağaçtan kalkıp anayola çıktım.

Hemen bir araba durdurmam lazım. Ama kimse gelip gitmiyor. Zaten böyle bir yerden araba mı geçer. Hadi bir umut bir araba geçsin... Kimse yok. Yolun kenarında yavaş yavaş yürürken. Bir arabanın buraya doğru geldiğini gördüm.

İnanmıyorum KURTULDUM. Hemen arabanın önüne atladım. Araba mecbur durmak zorunda kaldı. Kendimi direk arabanın içine attım.

"Yardım et ne olur peşimde adamlar var" dedim. Arabasına bindiğim adam şaşırmış bir ifadeyle baksada. Daha sonra bana daha dikkatli baktı. Sanırım ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kaşlarını hafif çatarak bana baktı.

"Önce bir sakin ol. Şimdi kimden ve neden kaçtığını anlat"

"Bulut... Yani Bulut Demir diye bir adamdan kaçıyorum. Beni zorla evinde tutuyor. Lütfen yardım et eğer beni yakalarsa öldürür" dedim bir çırpıda.

Adam dediklerime şaşırmış olacak ki. Kaşları havaya kalktı. Neden hala

hareket etmiyor. Adamlar her an burda olabilir. Acaba hala şokta mı? Tepkisiz bir şekilde kısa bir süre düşündükten sonra yeniden bana bakarak.

(17)

"Tamam. Merak etme sana yardım edicem" dedi. Sonunda beni bu cehennemden çıkaracak biri. Kimse artık canımı yakamayacak. Yeniden doğmuş gibi hayatıma başlayacağım. Ama önce burdan gitmem lazım.

"Lütfen beni şimdi karakol'a götürür müsün? Her an burda olabilir" dedim endişeyle. Niye hala bekliyor bu. Peşimdeler diyorum. Arabasına bindiğim adam bu sefer bana daha dikkatli bakıp kafasını sallayarak arabayı çalıştırdı.

"Tamam gidiyoruz. Merak etme güvendesin" dedi ve arabayı sürmeye başladı. Sonunda rahat bir nefes aldım. Bu lanet yerden gidiyorum.

Özgürüm... Artık kimse bana eziyet edemeyecek. Bu arada hala arabasına bindiğim adamın ismini bilmiyorum. Ama daha dikkatli bakınca yakışıklı birine benziyor. Biraz tuhaf biri ama yine de o iyi biri, sonuçta beni arabasına aldı.

Ona minnettarım.

"Bu arada teşekkür ederim. Arabana da zorla binmiş gibi oldum ama..."dedim birden sözümü keserek.

"Önemli değil. Hatta bence iyi ki bindin. Bu arada ismini öğrenebilir miyim?"

dedi. Doğru ya öyle pat diye girdim arabasına. Adımı merak etmesi normal.

"Alya" dedim. O da bana bakarak "Bende Araf. Tanıştığıma sevindim Alya"

dedi. Bense sadece kafa sallamakla yetindim.

Araf arabayı sürerken onu inceleme fırsatım oldu. Keskin yüz haltları ve kahve renkli gözleri vardı. Üzerindeki deri ceketle baya havalı duruyordu. Ona nasıl teşekkür edicem bilmiyorum. Onun sayesinde bu lanet yerden kurtuluyorum.

Bir daha ne Bulut'u nede babamı görücem kendi hayatıma bakıcam. Etrafıma baktığımda hala dümdüz yolda ilerliyorduk. Neden hala varamadık karakol'a.

Aslında eminde değilim şikayet etmekten. Sonuçta tehlikeli biri Bulut. Etrafa bu sefer iyice baktığımda tuhaftı. Sanki bu yoldan daha önce geçmiştim. Biraz ilerde bir ev gördüğümde inanmıyorum. Burası... Burası Bulut'un evi. O da onlardandı. Yalan söylemiş bana. Ona baktığımda sadece sırıtıyordu.

"Bu kadar inandırıcı mıydım gerçekten? Vay be yönetmenlerin beni keşfedememesi çok üzücü" bir de alay ediyor. Pislik herif beni yine o cehenneme geri götürüyor. Anlamalıydım ordan araba geçmeyeceğini, anlamalıydım onun adamı olduğunu anlamalıydım. Nasıl inandım.

(18)

"Kandırdın beni... Sende onun adamısın. Yalancı pislik" dedim. Araf hiç rahatını bozmadan bana bakıyordu ve bir yandan arabayı kullanıyordu.

Delireceğim ya. Yeni hayatımın planlarını yaparken kandırmış beni.

"Yerinde olsam bana hakaret etmeyi bırakıp. Bulut'un sana neler

yapabileceğini düşünürdüm. Eminim acı olacaktır" doğru söylüyor ve bunu bile bile oraya geri dönemem. Bu sefer dayanamam. Acımasız birinden merhamet dileyemem. Karanlıktan kurtuldum sanırken zifiri karanlığın içine düşeceğimi nerden bilebilirdim. Işığın sonu siyah çıktı. Umutlarım suya düştü.

Ama yinede bir çare bulmam gerek.

"Durdur arabayı çabuk. Oraya geri dönmeyeceğim" diyerek arabanın kapısını açmaya çalıştım. Ama Araf benden hızlı davranıp kapıyı kilitledi. Elim hala kapıda ve durmadan açmaya çalıştım. Yalancı pislik.

"Rahat dur... Bulut’un senin nasıl kaçmana izin verdi anlayamıyorum. Aslında baya cesurmuşsun kaçtığına göre. Pardon kaçamadın diyecektim" dedi ve arabayı evin önünde durdurdu. Evin bahçesinde kimse yoktu. Bense Araf'a yalvaran gözlerle bakmaya başladım.

"Yapma ne olur. Beni ona verme..."dedim. O ise hiç beni takmadan arabadan inip benim kapımı açtı ve kolumdan tutarak çıkardı. "Ya bırak ne olur gideyim.

Yalvarırım bak ne istersen yaparım" dedim. Kolumu elinden kurtarmaya çalışarak.

"Kes sesini bana ne kadar yalvarsanda kaderinden kaçamazsın Alya" dedikten sonra beni evin içine doğru sürükledi. Kurtuldum diye sevinirken meğer daha kötüsüne başlıyormuşum. Araf beni kapıdan içeri soktu. Henüz daha Bulut ortalıkta görünmüyordu. Bana kaçmadan önce eğer gidersen benden kork demişti. Korkuyorum... Araf beni salona doğru sürükledi. İşte orda Bulut tam karşımdaki koltukta oturuyordu. Bizi görünce ayağa kalktı ilk başta şaşırsada daha sonra yerini öfkeye bıraktı. Gözlerime bakıyordu kork benden der gibi.

Araf kolumu bırakıp kendisini duvara yasladı.

"Sanırım bir kaçağı arıyorsun dostum. Ama merak etme senden kaçsa bile benden kaçamaz... Vay be, Bulut Demir bir kızı elinden kaçırıyor. Haberlere manşet olması gerek" dedi. Bulut Araf'ın dediklerine sinirlenerek elini yumruk yaptı.

(19)

"Kes sesini Araf. Yoksa o haberleri manşet olarak ölüm haberini yazarlar"

dedi. Araf korkmuş olacak ki ellerini havaya kaldırıp.

"Tamam sakin ol. Seni bu kadar çok mu sinirlendirdi. Her neyse çok

yorgunum. Bana müsaade" dedikten sonra merdivenlerden yukarı çıktı. Şimdi ise tek başıma kalmıştım. Bulut bana doğru ilerlemeye başladı. Yanıma

gelerek tam dibimde durup saçımı eline dolayarak acımasızca çekti. Acı içinde çığlık attım. Ah saç köklerime kadar acıyordu.

"Benden kaçabileceğini mi sandın?" dedi ve öfkeyle bana tokat attı. Tokatın etkisiyle yere kapaklandım. Bu sefer karnıma vurmaya başladı. Hiç acımadan vuruyordu. Karnıma öyle sert vuruyordu ki acı içinde inledim. "İşte böyle acı içinde inleyerek bana karşı gelmemeyi öğreneceksin" dedi ve vurmaya devam etti. Karnımın ağrısından iki büklüm olmuştum. Ağlıyordum kaderime

güçsüzlüğüme. Kendimi koruyamıyorum bile aciz biri olmaktan nefret ediyorum.

"Yeter vurma artık. Dur lütfen canım acıyor. Yalvarırım dur." Artık konuşacak ağlayacak gücüm bile kalmadı. Bulut karnıma vurmayı bırakıp bana doğru eğildi.

"Bekle daha hiçbir şey yapmadım. O güzel canın daha çok yanacak. Ali..." diye bağırarak ayağa kalktı. Bir süre sonra Ali denilen adamı geldi.

"Buyrun efendim"

"Al bunu bodruma götür. Birazdan geliyorum" dedi. Ali denilen adam kafa sallayarak yanıma gelip beni ayağa kaldırdı. Ah çok acıyor, karnım. Ayakta bile duramıyorum. Ali denilen adam kolumdan tutarak beni bodrum katına götürdü.

***

Ali denilen adam beni bodrum katındaki yere getirip ellerimi duvardaki

demire bağlayıp gitti. Ellerim demirde bağlı ve karnımın ağrısından ayakta zor duruyordum. Oturamıyorum bile. Zincir yüzünden bileklerimde ağrıyordu.

Eğer Araf'ın arabasına binmeseydim belki bu halde olmazdım. Bulut şimdi daha çok acımazsızdı bana vururken gözlerini bile kırpmıyordu. Nasıl bu kadar acımasız olabilir. Neden acı çektirmekten zevk alıyor. Burası iğrenç kokuyor.

Kokudan yüzümü buruşturdum. Beni ilk getirdiği yere benziyordu. Orasıda aynı böyle kokuyordu. Kapı gıcırdayarak açılınca Bulut içeri girdi. Bana baştan

(20)

aşağıya baktı. Sonra ceketini çıkarıp sandalyenin üstüne attı. Daha sonra yanıma geldi.

"Hazır mısın Alya" demesiyle yüzüme ifadesiz bir şekilde baktı.

Ağlayamıyordum bile sanki donmuş gibiydim. Bulut ellerini tişörtüme getirdi ve ani bir hareketle yırttı. Ben yerimde hareket etmeye başlayınca o sadece bana bakıyordu. Pisliğin karşısında sütyenle kalmıştım. Utanıyorum...

Korkuyorum... Hiç birşey yapamıyorum. "Enerjini fazla harcama sana lazım olacak" dedikten sonra bir adım daha yaklaştı.

"Ben sana zarar vermedim. Ben sana hiçbir şey yapmadım. Neden bunu yapıyorsun bana?" Yüzüme tepkisiz bakışlar fırlatırken hepsi tam kalbime isabet ediyordu. Yaklaştı. Yaklaştı. Burnu yanağımdan boynuma doğru yol alırken cebinden bir şey çıkardı. Çıkan sesle gözüm aşağıya kaydı ve gözlerim parlak metali buldu.

Yüzü sol yanımdayken bıçağı da sağ yanağımdan başlayarak boynuma doğru götürdü. Hareketinde ki yavaşlık ve hafiflikten olsa gerek yanma hissi

bırakıyordu. Buna rağmen nefesi metalin tenimde bırakacağı yanma hissinden çok daha fazla yakıyordu. Bıçağı çıplak tenimde gezdirmeye devam etti.

Benim sözlerimle bağdaşmayacak şekilde mırıldanmaya başladı.

"Tenin kusursuz. Kendi kanın ile lekelemek istiyorum." Biraz durdu ve derin bir iç çekerek devam etti. "Yumuşacık kurumuş kanın sertliğini istiyorum"

Bıçak tenime tüm gerçekliğiyle temas ederken. Bulut başını boynumdan çekti ve bıçağı karnımdan başlayarak gezdirmeye devam etti.

"Yapma, bana daha fazla acı çektirme. Ne olur çek o bıçağı." Bulut bana

bakmıyordu bile sadece bıçağı gezdirdiği vücuduma bakıyordu. Bulut bu sefer bıçağı etrafımda dönerek bu sefer sırtımda gezdirmeye başladı. Bıçağın metali vücuduma her değdiğinde ürperirken titreme hissi uyandırıyordu. Bulut bıçağı birden sağ omuzuma çizik atınca acı içinde çığlık attım. Bıçağı çizik attığı yerin yanında bir çizik daha atınca acı içinde bir kez daha inledim.

"Şişşş sadece ufak bir çizik. Asıl önemli olanı daha yapmadım. Biraz daha dayan en güzel yerinde bayılmanı istemem." Hala durmuyordu. Onun için yalvarsam bile fayda etmiyordu. Omzumun acısı sanki tüm bedenime yayılmış gibi hissediyordum.

(21)

"Ne olur, ya öldür beni yada daha fazla acı çektirme" ölmek belki kurtuluşum olurdu. Belki huzura ererdim. Acılarım dinerdi. Daha fazla yıpranmak acı çekmek istemiyorum. Gücüm yok. Yoruldum.

"Olmaz. Ben ne zaman istersem o zaman ölebilirsin ve ben senin ölmeni

istemiyorum" dedi ve yeniden etrafımda dönmeye başladı. Bıçağı bu sefer sağ göğsümün üstünde durdurdu "Tam burda. Bana ait olduğuna dair bir iz bir kanıt bir mühür ve bunu ömrünün sonuna kadar taşıyacaksın"

Göğsümün üstüne bıçağı bastırdı. Acı içinde çığlık attım. Bulut göğsümde bıçağı hareket ettirerek B harfini çizdi. Ve bıçağı bıraktı. Göğsümde durmadan kan akıyordu. Vücudum direncini iyice kaybetmeye başladı. Bulut ellerimi çözmek için zincirlere uzandı. Çözdüğünde yere düştüm. Gözlerim her an kapanacak gibi. Bulut ceketini alarak bana doğru döndü.

"Bu İz bana ait olduğunun kanıtı. Benim olduğumun kanıtı" dedi ve gitti.

Acılarımla baş başa bırakıp gitti. Yerde çaresizce, acizce bırakılıp gitti. Keşke ölsem... Göğsümde kan akmaya devam ediyordu. Bilincim kapanmaya

başladı. Daha fazla dayanamadım ve kendimi en sonunda karanlığa bıraktım.

(22)

4. BÖLÜM

KORKU

Bulut

Acımasız, duygusuz biri olarak doğmak. Hayatın bana attığı en büyük tokadıydı. Herkesin bir hayat hikayesi vardı. Ama benim yaşayacağım bir hayat yoktu. Böyle biri olmayı ben seçmedim. Desemde ne olacak daha mı iyi biri olacağım? Ama zaten iş işten geçti. Bilerek isteyerek yapıyordum artık.

Bodrum'dan çıkarken Alya baygın halde yatıyordu. Yaptığım işkenceye dayanamadı. Zaten zayıf ve güçsüz biriydi. Bodrumun kapısında duran Ali’ye döndüm.

"Odasına götürün. Yarasını da sarın" dememle Ali önünü ilikleyerek başına öne eğdi. Evet anlamında başını sallayarak Alya'nın yanına gitti. Canı acıdı ama o da öğrenecek bana karşı gelemeyeceğini. Bana ait olduğunu. Zor yoldan göstereceğim ona. Suçsuzdu. Babası tam bir şerefsiz onu kendi için bana satmıştı. Masumdu evet. Ama benim yanımda ne kadar masum kalabilirdi ki...

Salona geçerken Araf koltukta oturmuş televizyon izliyordu. Onu çok uzun zamandır tanıyorum. Hakkımda herşeyi bilir. Benim için kardeşten öte. Ama fazla belli etmeyi sevmiyorum. O da zaten takmaz. Araf beni fark etmesiyle televizyonu kapattı. Hiç umursamadan tekli koltuğa oturdum. Araf bana baktı. Bugün sinirlerimi bozmuştu.

"Rahatladın mı bari. Hırsını almış olmalısın" demesiyle hafif gerilsemde umursamamaya çalıştım.

(23)

"Evet. Aldım" demekle yetindim. Sanki beni tanıyormuş gibi konuşuyordu.

Ben istediğim herşeyi yaparım. Cezasını verdim. Umarım akıllanmıştır.

"Kim bu Alya? Nerden çıktı? Neden ona böyle davranıyorsun? Anlat seni dinliyorum" dedi sorularını arka arkaya sorarak.

"Satın aldım. Daha doğrusu babası onu bana borcu karşılığı verdi. Yani artık bana ait. Sende bilirsin ki benim olan benimdir" bu kadar net bir şekilde söyledim. Araf söylediklerime şaşırsada fazla belli etmemeye çalışıyordu.

Koltuktan hafif doğrularak bana baktı.

"Vay şerefsiz. Tam bir piçmiş. Peki sen neden kıza eziyet ediyorsun?" dedi.

Canım sıkıldı bu muhabbetten. Araf'ta fazla meraklı biri olmuş görmeyeli.

"Öğrenecek bana karşı gelmemeyi. Bana ait olduğunu. Bu evin onun mezarı olduğunu"

"Kızın ne suçu var Bulut. Neden babasının bedelini bu kıza ödetiyorsun.

Masum birine işkence etmek hoşuna gidiyor sanırım." Sinirlerimi bozmaya mı çalışıyor. Aslında haklı olduğu için bu beni sinirlendiriyordu. Masum ve suçsuz biri olabilir ama yinede benim olduğu gerçegini değiştirmiyor.

"Beni sorgulama Araf. İstediğim herşeyi o küçük kıza yapabilirim. Buna da kimse karışamaz. Sen bile" kesin ve net bir dille ifade ettim. Haklı olabilir ama kimse beni sorgulayamaz. Bu Araf bile olsa. Ne zamandır bana karşı böyle sorgulayıcı tavrı oldu anlamıyorum. Ama o dilini keser cebine atarım. Araf biraz düşünür gibi yaptı ve eliyle beni işaret ederek.

"Ha anladım... Artık masum ve savunmasız olanlara karşı güç gösterisi yapıyorsun. Ne ara bu kadar değiştin. Vicdan denilen şeyi ne kadar çabuk kaybetmişsin." Artık sinirden gözüm seyirmeye başladı. Bana karşı bu kadar haddini aşamaz. Kimse benim ne yaptığımı ne yapabileceğimi sorgulayamaz.

Bir hışımla ayağa kalkıp Araf'ın tam önünde durdum. Benim kalkmamla Araf'ta kalktı.

"Sorgulama beni Araf. Siktiğim aklınıda kendine sakla. İşime de karışma." Baş parmağımı omzuna sert bir şekilde baskı vererek beni anlamasını sağladım.

Durduk yere bana o kızı savunması sinirlerimi bozuyordu.

Vicdan diyor ama hiç bir zaman sahip olamadığım birşeyi bulupta kaybetmiş olamam. Çünkü kimse bana öğretmedi bu yanlıştır bu doğrudur demedi. Ben tek başıma büyüdüm. Tek tabancayım ve tek kurşunum var. Hayat felsefem

(24)

belli. Bunu Araf’ta biliyordu. Araf'ın cevap vermesini beklemeden merdivenlere doğru yönelmeye başladım. Araf bir iki adım gelerek.

"Seni iyi tanıyorum Bulut. Olmak istemediğin kişiye bürünmeye çalışıyorsun.

Ama içinde hala o merhametli çocuğun yaşadığını biliyorum" demesiyle olduğum yerde durdum. Evet bu söz acıtmıştı. Derin bir yara vardı içimde durmadan kanayan. Geçmişti belki ayakta durmamı sağlayan. Belki de hayatın en büyük yükünü o zamandan başlamışımdır taşımaya. Bakışlarımı yerden ayırmadan.

"O çocuk sekiz yaşında öldü. Ölmeyede devam ediyor" dememle adımlarımı hızlandırdım. Bir insan çocukluğundan bu yana kaç defa ölebilir. Peki ölü bir insanın yaşama umudu var mıdır? Benim yok çünkü karanlığı ben seçtim.

Karanlık benim...

Çalışma odama doğru ilerlerken Alya'nın odasının önünden durdum. Bir ses geliyordu. Ağlama sesi gibi. Kapısını hafif araladığımda Alya yatağının üstünde benim yaptığım yaraya bakıyordu. Sanırım canını çok acıtmıştım. Yastığını kucağına alıp ağlıyordu. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. O kadar şiddetli ağlıyordu ki eminim dışardan bile sesi duyuluyordur.

"Acıyor... Allah’ım yeter artık acı çekmekten bıktım. Neden ya neden, ben onlara ne yaptım. Neden bana bunları yapıyorlar. Görmüyorlar mı ne kadar acı çektiğimi...Yoruldum hemde çok yoruldum… Hayatım yok, bir geleceğim yok, yaşamak için bir sebebim bile yok. Ben ne yaptım da bana bu kadar acımasız hayat. Dayanamıyorum yeter artık yeter..."diye hıçkırarak ağlıyordu.

Krize girmiş gibi. Yanına gitsem diye düşündüm ama bu sefer daha kötü olur diye içeri girmekten vazgeçip kapıyı kapattım. Alya hem ağlıyor hemde gözlerindeki yaşı siliyordu.

Üzülmüş müydüm az da olsa evet. İçimdeki belki o son vicdan kırıntısıydı.

Buna alışması gerek. Acı bir şekilde olması onun hatasıydı. Suçsuzdu ama en büyük günahı öyle bir babası olmasıydı. Araf'ın dediği gibi tam bir şerefsiz.

Daha fazla burda durmayıp kesip çalışma odama gittim.

ALYA

Zaman gerçekten bizi kendine katıp götürüyor. Mutluluklarımızı, hatalarımızı daha doğrusu bizi.

(25)

Hayat rüzgar misali ordan oraya bizi savuruyordu. Bizim yapabileceğimiz tek şey inat ederek kendimizi korumak için çabalamak.

O günün ardından yaklaşık 1 hafta geçti. Yaralarım iyileşmişti nerdeyse.

Bulut'u nerdeyse hiç görmedim. Arada mutfağa su içmek için indiğimde beni görmezden gelip odasına gitti. Vurmuyordu ya da bağırmıyordu. O günden sonra hiçbir şey yapmadı bana. Arada Ali denilen adamı bana yemek

getiriyordu. Zorla da olsa yiyordum. Araf da burda kalmaya başlamıştı. Bir kere odama gelip bana bakıp çıkmıştı. Dengesiz biri olduğu belli. Odamdan nerdeyse hiç çıkmıyordum. Kimsesiz gibiyim.

Aslında kendimi yalnız hissetmiyorum. Kendimi yalnız hissetmem için ilk önce kendimi hissetmem gerek. Benim ise içimde koca bir boşluk var. Hiç

olmayacak birşeyi bekliyormuş gibi...

Odam olmuştu artık burası alışmıştım artık yatağıma. Zaman geçince insan alışmak zorunda kalıyor. Hep yatıyordum. Okuyacak bir kitabım bile yok. Boş boş duvarlara bakıyordum. Şimdi ise sıkıntıdan ellerimle oynuyordum. Kapı birden açılınca korkarak kimin geldiğine baktım. Araf'tı bana bakarak kendini yatağımın kenarındaki tekli koltuğa attı.

"Sen hala delirmedin mi? Bu odada kafayı yersin diye düşünüyordum. Ha yoksa delirdin mi yaralı kuş" deyince daha dikkatli baktı. Bu buraya alay etmek için mi gelmiş yanıma. Kimseyle uğraşmak istemiyorum.

"Git burdan" dedim kapıyı göstererek. O da kafasına hayır anlamında salladı.

"Olmadı bak şimdi. Ne güzel sohbet edecektik. Ha anladım yoksa sen hala kaçma planları mı yapıyorsun. Ama eminim sadece plan olarak kalacaktır."

Gıcık ne yüzsüz bir adam. Birde sohbet etmek için geldim diyor. Kesin beni sinir etmek için geldi. İyice sinir olmaya başladım zaten. Koltukta yayıla yayıla oturuyor hala.

"Defol git burdan" dedim bağırarak. Araf kaşlarını çatsada ayağa kalktı.

"Kalk evi temizleyeceksin. Önce sohbet etmek istemiştim ama o şansını kaybettin. Şimdi kalkıyorsun. Hemen..." diyerek sesini hafif yükselti. Hala anlam veremezken Araf'a baktım. Araf kalkmadığımı görünce. Kolumdan tutup kaldırdı. "Şimdi evin tüm yerlerini temizliyorsun. Eğer yapmazsan yani eminim Bulut'u görmek istemezsin" dedi. Bulut'tan korkuyorum. Bana yine işkence etmesinden vurmasından bağırmasından. Peki bu niye benimle uğraşıyor. Ama kabul etmekten başka çarem yok.

(26)

"Tamam"

"O zaman hadi şimdiden başla anca bitirirsin. Sonra da yemek yaparsın. Acele et" demesiyle odadan çıktı. Bana eziyet edecek Bulut vardı şimdi de Araf çıktı.

Ne çekilecek çilem varmış. Araf'ın çıkmasıyla bende temizlik yapmak için rahat bir kıyafet giydim ve odadan çıktım.

***

İlk olarak salondan başlamak en iyisi sonra odaları temizlerim. Salona doğru ilerlediğim de kimse yoktu. En azından rahatım. Elime toz bezi alıp etrafın tozunu almaya başladım. Etraf temizdi zaten çok uğraşmıyordum. Toz almam bitince bu sefer yerleri paspaslamaya başladım. Bir hafta yattığım için

çalışmak zor geliyordu. Yerleri güzelce temizledikten sonra yukarı doğru çıktım. Önüme çıkan ilk odaya girecekken kilitli olduğunu fark ettim. Acaba niye kilitli. Neyse hemen yanındaki odanın kapısını açtım. Bu seferki kilitli değildi.

İçeri girdiğimde büyük geniş bir odaydı. Koyu renklerin ağırlıklı olduğu hatta dolaplar bile koyu renkteydi. Acaba kimin odasıydı. Daha fazla incelemekten vazgeçip işimin başına geçtim. İlk olarak toz alma işlemi. Etrafta toz alacak fazla eşya yoktu. Bende erkenden bitirdim ve yerleri silmeye başladım.

Yatağın etrafını silerken yerde bir kutu gördüm elime alıp önce bir inceledim.

Açsam mı acaba? En iyisi açıp kapatmak zaten kimse evde yok. Kutuyu

açtığımda içinden fotoğraf çıktı çerçeveyle kaplı. Fotoğrafta bir kadın ve yedi sekiz yaşında bir erkek çocuğu vardı. Annesine sıkıca sarılıyordu. Sanki

gözlerinin içi parlıyordu çocuğun. Ne kadar güzel bir fotoğraf.

Fotoğrafı incelerken kapı birden açılınca karşımda Bulut'u gördüm.

Korkumdan elimdeki çerçeveyi düşürdüm. Bulut bana ve yerdeki fotoğrafa baktı. Gözleri yeniden beni bulunca öfke ile bana bakıyordu. Ben bir iki adım gerileyerek üzerimde ani bir baskı hissederek kendimi duvarda buldum. Bulut beni ittikten sonra kendi de orada duran küçük boşluğu kapattı. Dudakları sinirden büzülüp düz bir çizgi arasında volta atarken bende göz yaşlarıma engel olamadım.

"Ne işin var lan senin benim odamda" diye kükreyince korkudan gözlerimi kapattım. Daha sonra Bulut'a bakarak.

(27)

"B-Ben şey için yani temizlemek için..." diye kekelerken Bulut birden sözümü kesti.

"Kes... Sen nasıl olur da benim eşyalarımı karıştırırsın. Canına mı susadın lan"

diye bağırdı. Sinirden boynundaki damarları belli oluyordu. Gözü dönmüş gibi, gözlerinde sadece öfke vardı.

"Bilmiyordum. Yemin ederim bilmiyordum. Özür dilerim" diye yalvardım.

Neden bu odaya geldim ki. Neden o kutuyu açtım. Bulut'un öfkesi gözlerinden belli oluyordu. Bu sefer beni kesin öldürecekmiş gibi bakıyordu.

‘’Seni şimdi tam burda öldürmemen için bir sebep söyle tek bir sebep"

Dişlerini birbirine öyle bastırıyordu ki dudaklarından firar edercesine çıkan sözler sanki bir ölüm çığlığı atıyor ve beynimin duvarlarına çarparak

yankılanıyordu.

"Özür dilerim. Özür dilerim ne olur bırak" dedim cılız sesimle. Sanki

dediklerimden daha fazla öfkelenerek boğazımı sıkıyordu. Nefes alamıyorum.

Kurtulmak için çırpınırken. Delirmiş gibi ve gözü dönmüş gibiydi. Ölüyor muydum? Ne yapmalıyım?

Umutlar gittiğinde yerine korkular alır. Korkular zamanla nefrete dönüşür.

Hırsla ve can haliyle masadaki vazoyu gözüme kestirip zorla alıp başına geçirmem ve onun sarsılması sadece saniyeler sürmüştü. Gözlerini bir kaç saniye kapattıktan sonra yalpalayarak gerildi. Gözleri kısık bir şekilde bana bakarken bende şoka girmiş gibiydim. Elini kaldırıp başının arkasına götürdü ve bir kaç saniye sonra kana bulaşmış eli görüş alanıma girdi.

Dudakları yavaşça açılırken bana doğru bir adım attı ve kolumu tuttu.

Korkuyla onu ittim. İtmemle Bulut yere serildi ve bayıldı. Başında durmadan kan akıyordu. Çok fazla kan var. Öldü mü acaba? Birinin ölümüne sebep olma düşüncesi birinin beni öldürme düşünmesinden daha korkunçtu. Gözlerim dolarken ölürse bununla nasıl başa çıkacağımı düşündüm. Aklımı kemiren sadece şu soru kaldı. Ya Ölürse...

(28)

5.BÖLÜM

YAPMA

Kıpırdamıyor... Yerde öylece yatıyordu Bulut. Bense şoka girmiş gibi duvarın dibinde çökmüş sadece ağlıyordum. Öldü mü? Ya öldüyse ben ne yaparım.

Nasıl bu hale geldim ben? Kapıda bir gölge görünce korkup baktığımda Araf bir anda içeri girdi.

"Ne oldu burda? Bulut..." diyerek koşarak geldi. Bulut'un yanına gelip diz çöküp başına baktı. Sanırım hala kanıyordu. Araf bu sefer bakışlarını bana çevirerek. "Ne oldu? Ne oldu dedim sana, yoksa sen mi yaptın?" diyerek sesi hafif sert geliyordu. Bense güçlükle cevap vermeye çalıştım.

"Öldürecekti beni. İstemeden oldu. Be-n kendimi korumak için..."dedim hıçkırarak. Araf çekmeceden bir havlu çıkarıp ayağa kalktı.

"Kes ağlamayı şimdi buraya gelip bana yardım et. Hadi..." dedi bağırarak.

Kendimi zar zor duvardan ayırıp Bulut'un yanına geldim. "Al bunu başına bastır. Bende doktor çağıracağım" demesiyle elime havluyu verdi. Havluyu hemen başına bastırdım. Araf elini cebine koyup telefonunu arıyordu.

Telefonu bulamayınca küfür ederek aşağıya indi.

"Ölme ne olur ölme... Ölürsen ben bu vicdan azabıyla yaşayamam. Ben. Ben bir katil olamam. Ne olur yaşa, ben böyle yaşayamam birine zarar veremem ki. Bana işkence etmiş olsanda acı çektirsende. Ne olur ölme" duyuyordur beni değil mi? Ne olur acımasız biri olabilir ama ben onun gibi değilim.

Bulut

Bilincim açık ama gözlerimi açamıyordum. Alya başımda durmuş ağlıyordu.

Ne dediğini bilmiyor galiba bu kız. O kadar işkence çektirdiğime rağmen nasıl

(29)

böyle konuşabilir. Bana ölme diye yalvarıyordu. Nasıl bir kız bu ölmemi istemesi gerekirken tam tersi ölme diyordu.

Alya

Araf bir süre sonra içeri yaşlı bir adamla girdi. Sanırım doktordu hemen yanıma gelerek Bulut'u fazla sarsmadan yatağa yatırdılar. Daha sonra doktor hemen Bulut'un yarasına baktı ve çantadan birkaç birşey çıkarıp tedavi

etmeye başladı. Öylece ayakta dikilip sadece onları izliyordum. Araf endişeli görünüyordu. Ama asıl beni şaşırtan bana birşey yapmaması oldu. Onunda Bulut gibi bana işkence etmesini beklerdim yada belki de öldürmesini. Ama o hiç birşey yapmadı.

Bir süre sonra doktor Bulut'un başına dikiş attı ve malzemelerini geri çantasına koyarak Araf'a baktı.

"Endişelenecek bir durum yok. Başına altı dikiş attım. Durumu gayet iyi. Yalnız biri uyanana kadar başında beklemesi lazım tedbir amaçlı" demesiyle yüzüme azda olsa bir gülümseme geldi. O ölmedi yaşıyor. Buna her ne kadar

sevinsemde uyanınca eminim ki beni bu yaptığıma ödetecekti.

"Sağol. Kapıda adamlar sana ödemeyi yapar. Gidebilirsin" demesiyle doktor kafasını sallamakla yetindi ve odadan çıkıp gitti. Araf Bulut'un yanına yaklaştı

"Bulut'un bu hale nasıl getirdin bilmiyorum ama... Sana birşey

yapmayacağım. Zaten eminim Bulut uyanınca seninle muhakkak ilgilenecek.

Kendini hazırlasan iyi olur." Böyle söyleyince korkum iki kat daha arttı. Zaten biliyordum ama ne bileyim.

"Ben şimdi odama gidebilir miyim peki?"

"Duymadın mı birinin başında beklemesi gerekiyor. Bunu yapan sen olduğuna göre sen bekleyeceksin. Bir sorun olursa ben odamdayım" dedikten sonra gitti. Onunla yalnız kalmak istemiyorum. Tamam şu an uyuyor olabilir ama her hali ürkütücüydü.

Bulut'un yatağının tam yanındaki koltuğa oturdum ve Bulut'u izlemeye başladım. Aslında görünüşü iyi görünüyordu. Her kızın hayal ettiği gibi bir erkek, yakışıklı bakımından. Ama acımasız biri ve bir o kadar da vicdansız. Ona bakmayı kesip odasına daha net bakmaya başladım. Aynı kendisi gibi karanlık bir odası var.

(30)

3 saat sonra

Gözlerimi dinlendirsem de uyumamaya çalıştım. Koltukta otura otura popom acımıştı. Bulut hafif kıpırdanmaya başlayınca bakışlarımı Bulut'a çevirdim.

Gözleri yavaşça aralayarak etrafa baktı ve bakışları bu sefer benim üzerimde sabitledi. Korkmuştum fakat bakışlarına bir anlam veremiyordum. Sinirli görünmüyordu. Bulut doğrularak sırtını yatağın başlığına dayadı.

"Ş-ey b-en. Ben özür dilerim. Yani sen beni boğmaya başlayınca ben birden..."

devam edecekken Bulut'un sözümü kesmesi bir oldu.

"Sen aptal mısın? Önce bana vuruyorsun. Sonra da ölme diye ağlıyorsun.

Yaptığım işkence beynine zarar vermiş olmalı." Tuhaf davranıyor gibi. Acaba çok mu sert vurdum. Ama ölmesin diye üzülmem gayet normal. Katil olmak istemiyorum. Vicdansız biri değilim ben.

"Ben kötü biri değilim. Senin gibi değilim Katil değilim ben." Bulut alay eder gibi bakarak.

"Benim gibi... Bunun için mi korktun, ben seni istesem bir katil yapardım zaten, her ne kadar beni öldürmeyi beceremesen de." Daha fazla konuşmak istemiyordum oturduğum yerden ayağa kalkarak.

"Uyandığına göre gidiyorum" yanından ayrılacakken kolumdan tutup yanına çekti. Dengemi kaybedip yatağa düştüm. Bulut kolumdan tutarak başını kulağıma dayadı. Bu kadar yakınımda olması ister istemez heyecanlanmamı sağlıyordu.

"Sana işkence eden bir adam için bu kadar üzülme Alya. Saflığını kirletecek biri için sadece korkmalısın" durdu ve bu sefer elini enseme koydu. "Şimdi tam şimdi sana Bulut Demir'in kim olduğunu tekrar tanıtabilirim. Hazır mısın Alya"

"Yapma..." diyebilmiştim. Hala bu kadar yakınımdayken konuşamıyordum.

Korkuyorum Bulut Demir'den korkuyorum. Bulut'un nefesini boynumda hissediyordum. Bulut boynuma dudaklarını bastırıp elini ensemden çekti.

"Zarar görmek istemiyorsan. Canını yakmamı istemiyorsan. Bugün yaptığın gibi bir aptallık yapmayacaksın ve odama bir daha asla girmeyeceksin... Şimdi git burdan "demesiyle anında ayağa kalkıp odadan koşarak çıkıp odama girdim. Bulut beni öptü. Kalbim yerinden çıkacaktı. Bana ne yapıyor böyle bu

Referanslar

Benzer Belgeler

A) I ve II B)Yalnız II C) II ve III D) II ve IV 14-)2n = 40 kromozomlu hücre, bir mitoz geçirdiğinde oluşacak hücrelerin sayısı ve bu hücrelerin her birinde

Medya dünyası, özellikle çocuklar ve gençler için büyük bir hayranlık uyandırıyor.. Onlara sunulan büyük çeşitlilikten giderek daha erken yaşta faydalanmaya

Her gün ömrümüzden bir yaprak uçar Demek ki fırtına bir kaşık suda Hafif bir rüzgârla yelken şişirir Dalgaları dalgalara katarak Gönül limanını yıkar geçermiş Yıl

Görmeden ölmek, bu doğrultuda iki anlamıyla düşünülmelidir: Modern hayatın şaşa- lı ilişkileri ve hedonist zevkleri içinde olmak istemediği için dünyanın her

_ Ek yük emniyeti: Taşıt gövdesi malları emniyete alma için yeterli değilse, bağlama kayışları, bağlama brandaları veya yük emniyet ağları ve uygun ek

Google posta kutularının Microsoft Office 365 hesabına eksiksiz veri geçişini gerçekleştiren sağlam yazılım..  Google posta kutusu öğelerini taşıyın, yani; Office

Sonuç olarak; hava kurusu özgül ağırlık, denge rutubet miktarı ve radyal yöndeki daralma ve genişleme oranları buharlama yapılmış örneklerde

Demire!, l'ex-premier ministre qui avait été éloigné du pouvoir par l'armée sous l’ accusation d’être incapable de réaliser les réformes prévues par la