• Sonuç bulunamadı

psikodramatist DOSYA: Nefret suçları SÖYLESI: Nevzat Uçtum Muhtar Öfkeyle ısınmak Atesle oynama, öfkeni oyna

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "psikodramatist DOSYA: Nefret suçları SÖYLESI: Nevzat Uçtum Muhtar Öfkeyle ısınmak Atesle oynama, öfkeni oyna"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İstanbul Psikodrama ve Grup Terapileri Derneği İletişim-Bilgi Bülteni MART 2011

psikodramatist

DOSYA: Nefret suçları

‘Öfkeyle ısınmak’

‘Atesle oynama, öfkeni oyna’

SÖYLESI: Nevzat Uçtum Muhtar

..

.

.

.

(2)

Psikodramatist EDİTÖR

P

sikodramatist ‘in yeni sayısıyla yine birlikteyiz. Bül- tenimizi düzenli bir periyotta olamasa da, bir araya geldiğimiz organizasyonlar öncesinde çıkarmaya gayret ediyoruz. Geçen yıl Bergama’ya yetiştirmiştik, bu yıl ise hedefimiz İstanbul Psikodrama Günleri’ne yetiştir- mekti; ve işte elinizde. Bülteni yine genç ve sayıca daha az ama çalışkan bir ekip olarak çıkardık. Bir önceki bül- tende görsel olarak bir yenilenme başlatmış ve bültene bir de isim koymuştuk: psikodramatist. Bu sayımızda “ka- ğıt devrimi“ yapıyoruz, umarım daha rahat ve samimi bir etki bırakır sizlerde.

Bu yıl 5. İstanbul Psikodrama Günleri çerçevesinde Nalan Özçete- Garipardıç tarafından bir fotoğraf yarış- ması organize edildi. “ÖFKENİN FOTOĞRAFI” teması ile yapılan yarışmanın ilk üçüne girenler, 5.İstanbul Psikod- rama Günleri’ne ücretsiz katılım ile ödüllendirildiler. Ay- rıca dereceye giren ilk 3 fotoğrafı bültenimize aldık (tabii siyah-beyaz olarak) ayrıca sergilenmeye değer bulunan- ları kongre salonunun fuayesinde beğeninize sunacağız.

Fotoğraf yarışmasının da gelenekselleşmesini diliyoruz.

İçeriğe gelince; 5. İstanbul Psikodrama Günleri’nin te- ması olan “öfke” yi bültenin de teması yaptık. Sunuş ya- zısında dernek başkanımız Fatma Sayman gündelik öfke’den öfke’nin kuramsal boyutlarına ve yine Psikod- rama gruplarındaki “öfke” çalışmalarına varan bir yazı kaleme aldı. Sevgili Nevin Eracar öfke’nin günlük dilde

‘kızgınlık’ olarak ifade edilişinden hareketle bir ‘ısınma’

ve bunun psikoterapiye – Psikodrama sahnesine aktarılı- şını konu alıyor.

Geçen bültenimizde başladığımız “içimizden biri”

söyleşi bülümümüzün konuğu Nevzat Uçtum Muhtar.

Söyleşiyi Elif Şahin arkadaşımız gerçekleştirdi. Nevzat Hocamızı yakından tanımak için güzel bir fırsat olduğunu hatırlatıyor keyifli okumalar diliyoruz.

Her yeni sayıda bir kitap tanıtımı yapmak isteğinde- yiz. Psikoloji eğitimi olan Alper Canıgüz’ün “Oğullar ve Rencide Ruhlar” kitabı henüz keşfetmemişler için iyi bir sürpriz olabilir.

Emel Atik, Kendi öfkesini psikodrama grubunda nasıl çalıştığını, “Ateşle oynama, öfkeni oyna” başlıklı yazıyla paylaşıyor.

Tema ‘öfke’ olunca “nefret suçları”nı da mini bir dosya olarak sunalım dedik. Emel Atik uluslararası hu- kuk üzerinden tanımlamalar yapıp etnik ve cinsel suçlara değinerek girişi yapıyor. Ardından Ali Ayas daha önce

‘Akıl Defteri’ dergisinde çıkan uzunca LGBTT bireylere dönük suçları ele aldığı “pembe kan” yazısını bizim için kısalttı ve yayınlamamıza izin verdi.

Psikodramatik kavramları aktardığımız “Bilgi Köşesi”, camiamızdan sosyal haberler, ülke ve İstanbul dışından gelip Psikodrama çalışması yapan değerli hocalarımıza teşekkürlerimizi sunduğumuz bölümleri de ilgiyle okuya- cağınızı düşündük.

5. İstanbul Psikodrama Günleri’ni takip eden Ber- gama Kongresi bu yıl 36. kere “Ötekinin Mokasenleri” te- ması ile 26-28 Mayıs 2011 tarihleri arasında düzenleniyor.

Bergama’da ‘ötekinin mokasenleri’ni giyip dolaşmak ve buluşmak üzere.

editörden...

Barış TOK

SOSYAL HABERLER

teşekkürler...

tebrikler...

• İkinci aşama öğrencile- rinden Sevilay Kahveci’ye evliliğinde mutluluklar di- leriz.

• İkinci aşama öğrencile- rinden Dilber Yıldız-Sarı- han‘in evliliğinde mutlu- luklar dileriz.

• Tez grubunu yürüt- mekte olan Seval Akko- yun mart ayında evlene-

cek. Şimdiden mutluluk- lar dileriz.

• İkinci aşama öğrencisi Leman Ayyıldız nişanlandı ve haziranda evleniyor, şimdiden mutluluklar di- leriz.

• Psikiyatrist Jülide GÜ- LER Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’de baş asistan oldu.

Editör: Barış TOK Yayın ekibi: Elif ŞAHİN, Emel ATİK, Barış TOK Grafik tasarım:

Dinçer ASLAN

Danışman: Fatma SAYMAN

Yayına hazırlayanlar PGTD Yönetim Kurulu Başkan: Fatma SAYMAN Sekreter: Canel BİNGÖL Sayman: Nalan ÖZÇETE GARİPARDIÇ

Beyhan COŞKUN Turabi YERLİ

• Psikodrama ve Grup Psikoterapileri Derneği Etkinlikleri kapsamında 2010 yılının Ağustos ayında Manuela Maciel

“Kuşaklararası Aktarım – Soy Ağacı” konulu Psi- kodrama grubu yaptı.

Aralık ayında Uzm.Dr.

Emre Kapkın "Rüyalar"

konulu psikodrama çalış- ması, Psk. Psikoterapist Jansen Lothar "Okullarda Şiddetin Önlenmesi" ko- nulu atölye çalışması.

• Ocak 2011'de yürüt- meye başlanan Prof. Dr.

Bahar Gökler yönetimin- deki " Ergenlik- Ergenlik Dönemi Gelişimsel Özel- likler ve Sorunlarına Psi- kodramatik Yöntemlerle Yaklaşım" konulu 6 otu- rumluk seminer devam ediyor. Psikolog Zuhal Yerlikaya'nın yönettiği 'Sı- nav Kaygısı ve Başa Çıkma yolları' 5 oturumluk grup çalışması olarak yapılacak.

Prof. Dr. Arşaluys Kayır yö- netimindeki "İlişkiler ve Cinsellik" konulu yaşantı grubu halen devam et-

mektedir. Tüm hocaları- mıza teşekkür ederiz.

• Derneğimizin 2011 Ba- har Etkinlikleri kapsa- mında gerçekleşecek olan Uzmanla Buluşma- lar çerçevesinde; Prof.Dr.

Öget Öktem Tanör, Uzm.Dr.Can Ger, Prof.Dr.Doğan Şahin, Uzm.Dr. Dilek Güntepe, Doç.Dr. Defne Tamar Gü- rol, Yrd.Doç.Dr. Ayten Zara, Uzm.Dr.Ali Ayas ve Uzm.Dr. Saltuk Dön- mez’e bilgi ve deneyim- lerini bizlerle paylaşacak- ları için şimdiden

teşekkür ederiz.

• Derneğimiz bu yıl 8 Mart Dünya Emekçi Ka- dınlar Gününü de unut- madı. Fatma Sayman’ın moderatörlüğünde psi- kodrama öğrencisi Damla Gürkan ile Banu Bülbül ve Mor Çatı’dan Fatma Mefkure Budak’ın katılımıyla “Kadın, Şid- det, Mücadele” başlıklı bir etkinlik gerçekleştire- cek. Şimdiden teşekkür ediyoruz.

(3)

SUNUŞ Psikodramatist

‘ÖFKE’ üzerine...

Ö

fke, gündelik hayatımızda aklımıza ve dilimize en sık düşen kavramlardam biridir sanırım. Genelde, sık ''öfke''leniriz, çevremizde 'öfkeli'' insanlar çoktur, ve giderek ''öfkeli bir toplum''da ya- şadığımızı düşünegeliriz. Trafikte 5 dakika geçirmek, gazetelerin 3. say- fasına bir göz atmak,kavgalar, cina- yetler, töreler, faili meçhuller...,ço- cuklarını ''yerim seni'' diyerek seven anneler, anneler tarafından yenip yu- tulup ömür boyu bağımlı kalmaya mahkum edilmiş küçükler, en küçük kusurda ''gebertirim seni'' denerek büyüyen, gebertilmemek için gebert- meye kodlanmış büyükler..,iğnele- meler, kinayeler, yalanlar, dolan- lar...Velhasıl hayatımız, adeta öfke ve türevlerinin sarmalında geçiyor, kendimizi öfkenin gazabından koru- mak için harcanan enerji, öfkeyle yüzleşip onu denetim altına almak ya da öfkeyi yüceltip yıkıcılığı yapı- cılığa dönüştürmek için gerekli ener- jinin önüne geçiyor.

Kuramsal açıdan ‘öfke’ gelişimi Günümüzün en önemli psikiyatr ve ''Ben Psikolojisi-Nesne İlişkile- ri''kuramcısı O.Kernberg'in tanımıyla öfke, saldırganlık dürtüsünün çevre- sinde kümelendiği birincil bir duy- gulanım halidir. Haset ya da iğrenme gibi saldırganlık duygularını ve çok daha karmaşık olan nefret duygu- sunu kapsamaktadır.Öfke,saldırgan- lığın etkinleştiğini haber veren temel bir duygu durumudur. Kernberg'e göre,sinirlenme, kızgınlık tepkileri ile dışa vurulan öfke, diğer yoğun duygu durumları gibi, daima altta yatan , kendiliğin bir parçası ile, önemli bir nesnenin bir parçası ara-

sında özgül bir ilişkiyi içeren, bilin- çli ya da bilinç dışı bir fantaziyi açığa çıkarır. Bebekler üzerindeki araştırmalar, öfkenin erken dö- nemde, engellenme karşısında ortaya çıktığını göstermektedir. Temel işlev, acı ya da huzursuzluk kaynağını yok etmektir.Gelişimin daha ileri aşama- larında öfke, bakım veren kişiyi hu- zursuzluk verici durumu ortadan kal- dırması için uyarmak ve doyumun yeniden oluşması için bir çağrı ver- mek işlevi taşır. Öfke tepkilerine bağlı gelişen bilinç dışı fantezilerde öfke hem hep kötü nesne ilişkisinin canlanmasını, hem de hep bunu or- tadan kaldırarak iyi bir ilişkiyi yeni- den kurma arzusunu içinde barındı- rır.Sinirlilik, kızgınlık, öfke gibi saldırgan duyguların yoğunluğu, psi- kolojik işlevleri ile bağıntılıdır. Te- meldeki psikolojik işlev, özerkliği kanıtlamaktır. Arzu edilen doyumu engelleyen durumu ortadan kaldır- mak ve özerklik duygusunu yeniden kazanmak hedeflenmektedir.

Psikodrama kuramına göre ise, insan bir eylem açlığı ve onu ya- ratma, üretme, yaşama eylemlerine iten bir spontanlık- kendiliğindenlik enerjisi ile doğar. Annenin reddedici yanları ile özdeşim ve benzeri du- rumlarda kendiliğindenlikte tutukluk olabilir. Bu tutukluk kişiyi ileri dere- celerde engelleyebilir. Engellenerek ketlenen kendiliğindenlik, kendini olumsuz biçimlerde gösterebilir.

Böyle durumlarda eylem açlığı sal- dırganlığa dönüşüp kendisine ya da başkalarına yönelebilir. Psikodrama sahnesinde saldırgan roller oynanır- ken hedef, ketlenmelerin çözülmesi ve kendiliğindenliğin serbest kalabil- mesidir. Kendiliğindenlik-spontanlık enerjisi arttıkça, engeller karşısında öfkeli, bozucu, yıkıcı roller yerine , duruma uygun çözümler bulmaya yönelik yapıcı roller gelişecektir.

Kendilik-Dünya Buluşması Öfke, anlık ya da süregen tepki- leri içeren,insanın ve toplumun ge- lişme sürecinde canlının ilk anların-

“Psikodrama sahnesinde saldırgan roller oynanırken hedef, ketlenmelerin çözülmesi ve

kendiliğindenliğin serbest kalabilmesidir. Kendiliğindenlik enerjisi arttıkça, engeller karşısında öfkeli, bozucu, yıkıcı roller yerine, duruma uygun çözümler bulmaya yönelik yapıcı roller gelişecektir”

Fatma SAYMAN

(4)

Psikodramatist SUNUŞ

dan kuşaklararası etkileşime iz sü- ren, kısaca öznel ve toplumsal kimli- ğimizin asli bir ögesi olan , çok kap- samlı ve kapsayıcı bir

kavram.Bugün canlıya ve insana ait ''haller'', psikolojinin alanları kadar psikolojik antropoloji ve psikoanali- tik sosyoloji alanlarında da irdeleni- yor.İnsanlık halleri, bir taraftan sos- yokültürel ve tarihsel bağlamın, diğer taraftan kişisel psikodinamik ve psikobiyografik bağlamın girift karışımı çerçevesinde anlam kazanı- yor.Bugün insanlık hallerine, psiko- lojik olanla kültürel olanın etkile- şimi, kendiliğin dünya ile buluşması bağlamında yaklaşılıyor. Böyle geniş bir karşılıklı etkileşimler ağı içinde baktığımızda, öfke hallerimizde, sal- dırganlığın canlının biyolojisinin ev- rilmesindeki süreçler ile bağlantısını gördüğümüz gibi, ilişkili veya ait ol- duğumuz toplumun geçirdiği

ve/veya geçirmekte olduğu deneyim- lerin, travmaların da o andaki müda- helesini farkedebiliyoruz. Böylesine bir gizilgüç taşıyan duygularımızla nasıl tanışacağız? İçimizdeki, bize ve çevreye zarar verici boyutlara ulaşa- bilen ya da aynı zamanda yaratıcılık ve yapıcığa dönüşebilen ''öfkeleri- mizle'' nasıl yüzleşeceğiz?

Psikodrama ile Buluşma

Psikodrama yöntemi ve kuramı, bizim duygularımızla tanışmamızda, diğer terapi yöntemlerine göre, daha geniş, daha derin ve daha hızlı ola- naklar sağlayabiliyor.Psikodramada insana, varoluşunun dört boyutunun dinamik etkileşimi ile yaklaşılır:1- İnsanın yaşamında oynadığı rollerin genişlik ve kapsamı; 2-Diğer insan- larla etkileşim ağı ve grup dinamiği;

3-İnsanın sosyal atomu, yani duygu- sal ilişki dünyası; 4-Kişinin grubu içindeki sosyometrik konumu. Bu bileşenler psikodrama sahnesinde, ''eylem''içinde, ''eylem''in dinamikle- rinin karşılıklı etkileşimi çerçeve- sinde, geçmişten gelenlerin bugüne yansımalarını da kapsayarak, grup ilişkilerinin tayin ediciliğini de gös- tererek yaşanabiliyor, irdelenebili- yor. Bu bağlamda psikodrama süre- cinde biz, içimizdeki ve dışımızdaki açık ya da örtük öfkeleri ve bağlı simgeleştirmeleri somutlaştırabiliyo- ruz. Bu somutlaştırma bize, duyguyu farketme, görme, tanıma ve dönüş- türme olanaklarının yolunu açıyor.

Psikodrama Gruplarında Öfkeyi Yaşama

Yaklaşık 20 yıl önce Almanya'lı Psikiyatr ve Psikodramatist Gers- tengberg, Türkiye'deki psikodrama çalışmalarından edindiği izlenimleri aktarırken,bizim gruplarda cinsellik ve öfkenin doğrudan ifade edilmedi- ğini belirtmişti. Çok önemli bir sap- tama. İlk 10 yıldaki (80-90'lı yıllar) gruplarda,öfkenin de cinselliğin de sahneye getirilirken üzeri örtülerek, yan ve dolambaçlı yollardan giderek, savunmalar ardına gizlenerek oy- nandığını söyleyebiliriz. Bugün ise, benim kişisel izlenimlerime göre, cinsellik nispeten daha açık ifade edilebilirken öfke, eskisi kadar ol- masa da, gene daha ziyade örtük bi- çimde, adeta ''korka korka'' yaşanılı- yor. Burada aceba grup üyelerinin çoğunlukla kadın olmaları mı tayin edici? Psikolojide, araştırmalarda vurgulandığı üzere, toplum tarafın- dan erkeğe öfkeli ve talepkar roller atfedilirken kadına daha ziyade ''suçluluk ve ketlenme''rolleri yükle- niyor ve bu roller devamlı beslene- geliyor. Dolayısı ile de içselleştirilen bu roller, kadının özerkliğini, zevkini ve başarısını , herhangi bir kültürel buyruk kadar kısıtlayabiliyor. Öfke- nin ifade edlmesindeki çekinikliğin, ''kadınlık halleri'' ne bağlanabileceği fikrindeyim.

Sonuç olarak, Psikodrama yön- temleri, bastırılmış, dönüştürülmüş, şekil değiştirmiş, örtük ve açık öfke

birikimlerinin ve tepkilerinin, açığa çıkabilmesine, farkedilmesine, yüz- leşilebilmesine imkan veriyor. Psi- kodrama gruplarında öfkeyi far- ketme sürecinin, göreceli olarak, epey zaman aldığını ama öfke gün- yüzüne çıkıp ta tanınır hale geldi- ğinde, kişinin spontanlığının arttığını ve hayatında yeni kapılar açılabildi- ğini görüyoruz.

5.İstanbul Psikodrama Günle- rinde, öfke teması, içgüdüsel saldır- ganlıktan yaygın kin ve nefret duy- gularına, bebeklikteki nesne

ilişkilerinden toplumsal kimliğimiz- deki geçmiş izlerine, yıkıcılıktan ya- pıcılığa çeşitli boyutlarda ve farklı kuramsal yaklaşımlar ışığında irdele- necek. Yaşantı Gruplarında da ''öf- ke''ye, psikodrama sahnesinde, ya- şantılarımızdaki yansımaları ile bakabileceğiz.

Sempozyumu değerli katkıları ile zenginleştiren değerli konuşmacılara

ve ilgileri, heyecanları ile bize şevk veren değerli izleyicilere çok teşekkür ederiz.

5. İstanbul Psikodrama Günleri- nin Yeni Açılımlara Yol Açması Di- leği ile...

Kaynaklar:

- Kernberg, O.,''Sapıklıklarda ve Kişilik Bozukluk- larında Saldırganlık'', Çeviri:M.Banu Büyükkal, Metis-2000

- Chodorow, N. J.,''Duyguların Gücü'', Çeviri: Jale Ö. Dirlikyapan, Metis-2007

- Kristeva,J.,''Ruhun yeni hastalıkları'', Çeviri:Nil- gün Tutal, Metis-2007

- Özbek,A.-Leutz,G.,''Psikodrama'', A. Özbek Psi- kodrama Ens. Yay., 2003

(5)

YORUM Psikodramatist

Öfkeyle ısınmak

Öfke, sahibine zarar verir, kar- şıya ya ulaşır, ya ulaşmaz…

Mevlana Celaleddin-i Rûmî

B

üyük düşünür Rûmî’nin sözü;

dikkatimizi bir gerçeğe çeki- yor. Öfke duyan özne ve öfke yaratan durum ya da kişi. Yani bir et- kileşimden söz ediliyor aslında. Öf- kenin olduğu her yerde hemcinsleri- miz var. Duyumsanan veya algılanan tehlikeler var. Korku var! Öfke ve korku hep yan yana…

Günlük dilde ‘’öfkelendim’’ de- miyoruz pek. Çoğunlukla’ “kızdım’’

diyoruz. Ya da ‘’kızdın mı?’’ diye soruyoruz. Kızmaktan söz ediyoruz.

Kızmak, yani.bir bakıma ısınmak.

Isınınca harekete hazır hale geliriz.

Zaten hareket gerektiğinde ısınır yü- reğimiz. Kan beynimize fırlar.

Çünkü hareket için ısınma gerekiyor.

Adrenalin yani! Hareket için kanın akışkanlığı gerekiyor. Canlı, kendi yaşamsal programı gereği ya kaçmak ya da üstüne gitmek durumundadır tehlikenin.

Sosyal bir varlık olmak durumun- daki insan ise diğer canlılar gibi değil.

Doğaya karşı pek zayıf. Kendi yaşam- sal savaşını diğer insanlarla birlikte sürdürmek zorunda. Tehlike sosyal alandan, yani diğer insanlardan geli- yorsa kaçmak ya da üstüne gitmek öyle hemencecik mümkün olamıyor tabi ki… Otonom sistemden gelen sa- vaş hazırlığı pek çok durumda geri bastırılıp içe atılıyor. Ataların dediği gibi kızgın sirke de küpüne zarar veri- yor. Yani içte biriken öfke çeşitli ruh- sal bozukluklara ve bazen de bedensel hastalıklara yol açabiliyor.

Bebeklikten başlayarak birikiyor öfke yaşantıları içimizde. Sevgi, vaz-

geçilmezimiz! Acımasız insan evre- ninde sevilmek şart! Yok olmak , yok sayılmak tehlikesine karşı. vazgeçeriz arzulardan çoğu kez, ya da öyleymiş gibi yaparız. Arzuyu erteleriz. Çaresiz bir şekilde sevgi alırız yerine. Ama hiçbir duygu tam olarak yok olmaz.

Ertelenen, vazgeçilen ve yok sayılan arzular, olduğu gibi kalmaz ve öf- keye dönüşür. Üstelik öyle bir unutu- ruz ki onları içimiz dolar. İç dökecek kadar bile hatırlamayabiliriz. Bilinç dışının tozlu arşivinde kızışarak bek- lerler. Haberimiz olmaz. Sonra olma- dık bir yerde olmadık bir duruma karşı hızlı bir ısınmayla birden çıkı- verirler ortaya.Bizi de şaşırtırlar, öbürlerini de.. Asıl öfkeyi tanımadığı- mız için kontrol de edemeyiz. Sonra da pişmanlık, acı ve hüsran olur.

Demek ki saldırganlık, tam ola- rak tanımadığımız öfkenin başını alıp kontrolsüzce fışkırıvermesidir.

Psikoterapi, içimizde birikmiş olan ve çoğunlukla ayrışmamış halde bulunan bir kitle gibi bizi sıkıştıran öfkeyi tanımamız için yol açar bize.

Öfkeyi tanımak, onun etkilerinden

korunmak şansı verir.

Psikodrama sahnesinde oyunla ısınır ve bu kitlenin yavaşça çözül- mesi için bir adım atarız. Grup; geç- miş yaşamdaki kişilerin yerini alır, ikinci kez yaşanan anı, birincinin yü- künü hafifletir. Asıl öfke nedenleri- mizle buluşup şimdi ve burada olanı geçmişte olandan ayırt eder, benzer- liklerden ayrımlara varırız. Yaşamı- mızın saldırganlığımıza karşı korun- ması gerçekleşir. Öfkemize ve konservatif kalıplarımıza olan ba- ğımlılıktan kurtulup özgürleşiriz.

Özgürleşmemiz isteniyor mu bi- lemesek de…

Yukarıda kısaca yazılanlar tek ki- şilik serüvenin sosyal bağlam için- deki yansımasıdır.

Kitlelerin saldırganlığı için de toplumsal bilinç dışı ve Moreno’nun keşfettiği sosyogenetik yasalardan söz etmek gerekir. Planlı programlı saldırganlık ve savaşlar da bazı bi- rikmelerin çıkar gruplarınca kullanıl- masından doğuyor tabi ki…Kitleleri harekete geçiren güç, bastırlmış ar- zulardan ve öfkeden alıyor hızını…

“Psikoterapi, içimizde birikmiş olan ve çoğunlukla ayrışmamış halde bulunan bir kitle gibi bizi sıkıştıran öfkeyi tanımamız için yol açar bize. Öfkeyi tanımak, onun etkilerinden korunmak şansı verir”

Nevin ERACAR

(6)

Psikodramatist SÖYLEŞİ

İçimizden biri:

Nevzat Uçtum Muhtar

Nevzat Hanım'ın yanına röportaj yapmaya, bu işin acemisi olarak, gi- derken kafamda bir sürü soru ve be- lirsizlik vardı. Meğer Nevzat Hanım da kendini röportaj veren olarak acemi hissediyormuş. İşte iki acemi- nin kesilmeden akıp giden sohbeti:

Sizi uzun zamandır tanıyorum ve çeşitli zamanlarda çalışmaları- nıza katıldım. Ama size dair bazı şeyleri bilmediğimi fark ettim. Ör- neğin hangi bölümden mezun oldu- ğunuzu...

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümünden me- zunum. Sonra Cerrahpaşa Tıp Fakül- tesi Anabilim Dalında 10 yıl kadar çalıştım ve doktora yaptım. Analitik oryantasyona önem veriyorum. İn- sanları tanımak ve anlamaya çalış- makta çok önemli bir temel oldu- ğunu düşünüyorum. Davranışçı terapi yapıyor olsanız bile aklınızın bir kenarında bunun olması gerekti- ğini düşünüyorum. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de biraz katı görünüyorum.

Katı davranıyorum belki de; çerçe- veye çok dikkat etmek, sınırları çok gevşetmemek gibi... Çerçeveye çok önem veriyorum. Bu yönüyle anali- tik düşünmeyen psikodramatistler- den biraz farklıyım sanırım.

Psikodramayla tanışmanız nasıl oldu?

Cerrahpaşa'nın ilk yıllarında An- kara'da bir grup psikoterapileri kon- gresi vardı. Hatta bu benim ilk katıl- dığım kongresidir. Orada Dr. Leutz

bir grup yapmıştı ve ben ona katıl- dım. Sonra öyle kaldı . Ben Cerrah- paşa'dan ayrıldıktan sonra tekrar Dr.

Leutz geldi. Robert Koleji Mezunlar Derneği'nde iki günlük bir workshop yapıldı. Orada biz, biz mutlaka bu- nun eğitimini verin dedik. Arkasın- dan gelen yazışmalarla eğitime baş- ladık.

Türkiye'de psikodrama eğitimi- nin başlaması hikayesi bana hep heyecan verici geliyor. Dr Leutz'un ile karşılaşma, Abdülkadir Özbek'in bu kadar çok şeyi organize etmesi ve her şeyin kesilmeden devam et- mesi... Peki biraz da kendi psikod- rama eğitim sürecinizden biraz bah- seder misiniz?

Nevzat Hanım: Çok uzakta kaldı tabi... Çok şey fark ettim kendimle ilgili; çok şey yaşadım... Bir terapi nasıl anlatılır bilmiyorum. Bir sürü

şeyi keşfediyor insan, bir sürü şeyi canlandırıyor, gözlemliyor.

Siz, bir yanıyla da, Türkiye'de tümüyle yeni olan bir şeyin içinde oldunuz. Psikodrama denen tekni- ğin ilk uygulandığı grupta yer aldı- nız.

Yanılmıyorsam bu eğitim, Türki- ye'deki ilk sistemli psikoterapi eğiti- miydi. Tabi ki süregelen başka eği- timler de vardı; ancak saati, sınavı vs. olan ilk psikoterapi eğitimi oydu diye biliyorum.

Öğrendikten sonra ilk kez uygu- lamaya başladığınızda, psikoloji alanında hizmet veren ve tekniğe yabancı olanlar tarafından nasıl karşılandı?

Genelde ilginç karşılandı ve olumlu tepkiler aldım. Mesela, Cer- rahpaşa'da Psikosomatik ve Psikote- rapi Derneği'nin öğrencilerin de ka-

Dr. Abdülkadir Özbek Psikodrama Enstitüsü Eğitimcisi, İstanbul Psikodrama ve Grup Terapi- leri Derneği’nin eski başkanı Nevzat Uçtum Muhtar ile psikodrama serüveninden, günlük

yaşantısına kadar uzanan keyifli bir sohbet gerçekleştirdik

Elif ŞAHİN

(7)

SÖYLEŞİ Psikodramatist

tıldığı bir faaliyeti içinde ufak bir demo grubu yapmıştık. "Teşhirciliği ve röntgenciliği teşvik etmez mi?"

gibi psikodramayı çok ilgilendiren, olayı temelden kavradıklarını göste- ren güzel sorular gelmişti.

Psikodrama eğitimi verdiğiniz gruplar dışında, psikodramayı kul- landığınız gruplar yürüttünüz mü?

Nevzat Hanım: Bana başvuranlar için çok psikodrama kullanıyorum diyemem. Ağırlıklı olarak bireysel psikoterapi uyguluyorum. Tabi ki birkaç grubum oldu. Danışanlar ara- sında düzeni sağlayabilmek, örneğin yaz sürecinde, çok zor. Bahsettiğim gibi ben çerçeve konusunda biraz katıyım. Dolayısıyla özel çalışırken uygulama yapmak çok kolay olmu- yor. Bu kısma da yer verilmeyebilir diye düşünüyorum.

Sizin eğitiminizin uzun sürdü- ğünü ve yeni olmasından dolayı eğitimin süresi , süreci, değerlendir- mesiyle ilgili net kriterlerin olmadı- ğını biliyorum.

Evet hiçbir şey belli değildi. Çok el yordamıyla hareket ediliyordu.

Hatta hiç unutmuyorum bir grup oyunu yapmıştık. O günden otuz sene sonrasında 'hepimiz huzur evinde kalıyoruz' gibi bir oyun... Ar- kadaşlardan bir tanesi " Yahu biz bir zamanlar bir yerlere gidiyorduk, bir şeyler yapıyorduk hep beraber...

Hani bize bir diploma mı verecek- lerdi? Ne oldu o? Hatırlayanınız var mı?" demişti. Ne olacağımızı bile- memek gibi bir belirsizlik vardı.

Ama bir şekilde bu bizi çok da rahat- sız etmedi; neden bilmiyorum. Sanı- rım, ilk psikoterapi eğitimi olmasıyla ilgiliydi. Bizim oradan aradığımız sistemden çok öğrenmekti. Dolayı- sıyla bir psikoterapi eğitiminde bir sistem aramak, saat sormak, hesabını tutmak, sertifika peşine düşmek gibi kavramlar bizde yoktu. Öğrenmek hoştu ve biz de gidiyorduk. Hatta başlarken bize bir sertifika verilip verilmeyeceğini bile biliyor muyduk çok emin değilim. Son seneler saat- leri, diplomayı vs düşünmeye başla- dık.

Eğitim sürecinize Dr Leutz'da kimi zaman geldi değil mi?

Nevzat Hanım: Hemen hemen her sene bir hafta sonu geldi. Ayrıca her sene yurtdışından birkaç kişi gönderdi. Dolayısıyla çok iyi eğitim-

cilerle çalıştık. Bu açıdan çok şanslı- yız. Onun dışında Abdülkadir Hoca sürdürdü eğitimleri. Bir de Haluk Özbağ vardı. İki grup yapılırdı. Bir ay Abdülkadir Hoca bir grupla, Ha- luk diğer grupla çalışırdı. Sonraki ay değişirlerdi. Bir süre böyle yürüdü.

İkinci aşamada iki grup birleşti. Ay- rıca yurt dışından hocalar geldiğinde gruplar birleşirdi.

Süpervizyon ayağı nasıl yü- rürdü?

Daha çok bizlerin birbirini süper- vize etmesi ve yurtdışından gelen hocalarla yürüdü. O zaman senede 3- 4 kez gelirlerdi yurtdışından. Zaten ikinci aşamamız tamamıyla süper- vizyon gibiydi. Hoca buna çok dik- kat etmişti. İlk başta, biz kendimiz kendi grubumuzu yönettik. Daha sonra dışarda yaptığımız grupları ge- tirmeye başladık. Hoca seyirci olur, süpervizyon yapardı. Ancak, hocanın süpervizyonları hastalığı ve vefatın- dan dolayı çok süremedi.

Derneğin kurulumu ne zamana denk geliyor?

Hoca hayattayken Ankara ve İs- tanbul'da bir dernek kuruldu. İz- mir'de bir dernek kurulacaktı. Üç ilde üç dernek kurulsun ve bunlar birlikte hareket etmesi projesi vardı.

Hoca bu işten hiçbir zaman maddi bir gelir sağlamadı. Buraya geldiği zamanlarda akrabalarında kalırdı masraf olmasın diye. Bir tek yol masrafı karşılanırdı. Hoca yol masra- fının karşılanmasından bile çok ra- hatsızlık duyardı. Dernek kurmak- taki amacı buydu. Sonra dernek makbuzlarıyla, bağışlarla işin yürü-

meyeceğini görünce bir şirket kur- maya karar verdi. Şirketi kurdu; an- cak sonrasında çok da fonksiyonel olamadı.

Sizin dernekle ilişkiniz ne zaman başladı?

Başından itibaren... Hoca bir der- nek kurun dedi; biz de kurduk. Bu süreçte hepimiz görev aldık.

Siz de bir dönem derneğin baş- kanlığını yaptınız. O dönemden bi- raz bahseder misiniz?

Ne yaptık? Biz o zaman da bir- likte çalıştık, şimdi de birlikte çalışı- yoruz. Eğitmenler toplanıyor, her şey konuluyor, tartışılıyor ve kararlar hep beraber alınmaya çalışılıyor. O dönemde derneğe bir yer ayarlandı.

Bu hep konuşulan bir şeydi. Uzun zamandır uygun bir mekan aranı- yordu ve denk geldi. Yine hep bera- ber gidilip bakıldı ve karar verildi.

Onun dışında her zaman yapıldığı gibi yurtdışından eğitmenler geldi ve workshoplar yapıldı. İstanbul Psi- kodrama Günleri Zuhal'in döne- minde yapılmaya başlanmıştı. On- lara devam edildi. Bergama'daki kongrenin düzenlenmesi sırası o dö- neme denk gelmişti . Her zaman ya- pılan şeyler sürdürüldü. O dönemde yapıldı ya da bu dönemde yapıldı ayrımı çok önemli gelmiyor bana.

Çünkü hangi dönemde olursa olsun aynı oranda çalışırdım. Dernek ola- rak hocadan gelen çok iyi bir gelene- ğimiz var aslında. Yabancı hocalar gelir, kongre yapılır... Biz İstanbul Psikodrama Günleri'ni kattık hoca- dan sonra. Başka da gelenek olarak kattığımız bir şey yok.

(8)

Psikodramatist SÖYLEŞİ

O geleneğin bunca zamandır sürdürülmesi de bence çok önemli.

Ben her Bergama'ya gittiğimde kendimi o ortama çok ait hissediyo- rum. Bu aidiyet bana çok iyi geli- yor. Hiçbir şey olmasa bile oraya gi- dip bildiğim, bir sürü şey

paylaştığım insanları orada görmek bile beni çok besleyen bir şey.

İstanbul Psikodrama Günleri'nin temel başlama mantığı buydu. Hiç unutmuyorum Turabi ile Bergama ile ilgili konuşuyorduk.' Neden öğlene kadar bir şey yapmıyoruz? Kongre sabahtan başlasın.' demişti. Öğlen güneşini orada geçirmek çok zor ve hocanın zamanında da düzen öy- leydi. Ben Bergama'nın çok da de- ğişmesini istemiyorum. Çünkü hep beraber denize girmek de çok hoş geliyor. Bir yanıyla da değişiyor mecburen. Antur zamanında her şey çok farklıydı. Antur'da kalınırdı. Öğ- renciler, gençler çevre pansiyonlarda kalırlardı. Ama herkes kahvaltısını eder etmez Antur'a gelirdi. Plaja in- diğinizde bütün kongre plajdaydı.

Hep beraber denize girilirdi. Yine hep birlikte Bergama'ya gidilirdi.

Bence az sayılmayacak bir zaman çalışılıp dönülürdü. Gecenin devamı da yine limanda hep beraber geçiri- lirdi. O konuşmada eğer daha fazla konferans yapılmak isteniyorsa ki onun da önemli bir tarafı var, bunu şehirlerde yapalım dendi. Sanırım Arşo'nun böyle bir fikri vardı önce- den. İşte böyle, biri bir fikir atıyor ortaya ve o fikir gelişiyor. Berga- ma'lar daha çok grup ağırlıklı. Yapı- lan iş de öyle... Sanki psikodramanın bir teorisi ve ciddiyete yokmuş gibi oluyor. Oysa ki psikodrama çok ciddi bir teori. Bergama'daki kongre ve İstanbul Psikodrama Günleri bir- birini tamamlayıcı iyi bir bütün oldu.

Eğitimci gözüyle baktığınızda, psikodramanın yeni yetişenler psi- kodramatisler tarafından alanda kullanımı hakkında neler düşünü- yorsunuz? Aktif olarak kullanılıyor mu?

Benim gözlediğim kadarıyla, ör- neğin on mezun veriyorsak, bunlar- dan ikisi psikodramayı aktif olarak kullanıyor gibi geliyor bana. Ama psikodramanın aktif olarak kullanıl- ması çok da önemli gelmiyor bana.

Çünkü, analitik mantıkla bakarsak, insanın herhangi bir ilişkide kendini

tanıması çok önemli. Contain etme kavramı benim için çok önemli. (Uy- gun bir Türkçe karşılık bulunana ka- dar bu ifade kullanmayı tercih ediyo- rum.) Contain kavramının içinde tutmak, kabullenmek, içermek, içine almak, sınırlandırmak ve şekillendir- mek var. Bunun bütün terapilerin içinde olduğunu düşünüyorum.

Contain etmenin temelinde de kişi- nin kendi duygularını kontrol edebil- mesi ve sınırlaması lazım. Psikod- rama bunu sağlayabiliyorsa zaten çok önemli bir şey yapıyor. Her te- rapi gibi psikodrama da çok derinli- ğine çalışılan bir terapi. Sadece mes- leki ilişkilerinizi değil, kişisel ilişkilerinizi de çok değiştiriyor. Em- patinin gelişmesiyle birlikte bunlar her terapinin temeli. Bu temeli iste- meseler de kullanıyorlar. Bir kere bunu aldıktan sonra kullanmamak el- lerinde değil. Dolayısıyla 'mesleki anlamda psikodramayı nerede kulla- nıyorlar?' sorusunun yanıtı: her yerde kullanıyorlar. Ayrıca bir grubu ve çalışmanın devam edeceği koşul- ları oluşturmanın zorluğu da etkili.

Siz gruplarda kimi zaman çevir- men olarak da bulunuyorsunuz. Bu rol size neler yaşatıyor?

Çevirmen olmak, yönetici olmak- tan çok farklı bir şey. Grubun sözsüz etkileşime girdiği durumlarda , çevi- riye ihtiyaç duyulmadığında benim mahrum kaldığım düşünülerek ya da sayının tek olması halinde bir eşe ih- tiyaç duyulduğu zamanlar da 'Sen de oyuna dahil ol.' denebiliyor. Ben bu

tür durumlarda çok zorlanıyorum.

Çünkü çevirmenlikle duyguyu bir araya koymak çok zor. Oysa grup yönetirken öyle değil. Grup yönetir- ken duygularınızı yaşayabiliyorsu- nuz. Hatta protagonisti yönlendirir- ken veya grubu yönetirken

duygularınızı kullanıyorsunuz. O duyguyu alıyorsunuz, onu birlikte yaşıyorsunuz, birlikte yoğuruyorsu- nuz, çalışıyorsunuz ve halledip onu gruba geri veriyorsunuz. Sizin üzeri- nizden geçiyor o duygu. Oysa çevir- menlikte bunu yapamıyorsunuz. En önemli farkı bu. Çevirmenlik tama- mıyla bilişsel. Çevirmenlikte müm- kün olduğunca geri planda kalmaya ve var olmamaya çalışıyorum. Dik- kat ettiğim noktalardan biri, protago- nistle terapist çalışırken ikisinin de görmediği bir noktada kalmak. En çok hoşuma giden şey, başlangıçta grup bana bakarak anlatırken, bir süre sonra terapiste bakarak konuş- maya başlıyorlar. Aynı şey terapistler de de yaşanıyor. Gerçekten yok ol- mayı becerebiliyorum gibi geliyor bana. Ayrıca dikkat ettiğim şey, önemli önemsiz ayrımı yapmadan her şeyi aynı vurgusuyla çevirmek ve tekrarlanan kelime ya da cümle- leri tekrarlanma şekliyle çevirmek.

Sizin çok güzel yemek yaptığı- nıza dair bir ipucu aldık.

Yemek yapmayı severim. Evime misafir gelmesini ve onlara yemek yapmayı severim. Sofrayı hazırlayıp, hiç kalkmadan misafirlerimle birlikte uzun sohbetler etmeyi tercih ederim.

(9)

PAYLAŞIM Psikodramatist

Ateşle oynama, öfkeni oyna

Ç

ok öfkeliydim. Kendimi bil- dim bileli öyle hissettiğim için olsa gerek farkında de- ğildim öfkemin. Çevremdekiler de farkında değillerdi ya da benimle bu konuyu konuşmaya çekiniyor- lardı. Bazen sevdiğim, değer verdi- ğim insanların benden korktuklarını hissederdim. Bu duruma da öfkele- nirdim. Neyse ki bana gördüğü mü- kemmel renkli rüyalarını anlatmak- tan çok zevk alan bir arkadaşım sayesinde rüya görmediğimi fark etmiş ve bunu dert edinmiştim.

Başka bir arkadaşım imdadıma ye- tişti ve bana psikodramadan söz etti. Rüya görmek mümkünmüş psi- kodrama yapınca!

Böylece başladım psikodrama serüvenime. Çok geçmeden rüya görmeye başladım. İlk rüyalarımı yazdım, tekrar tekrar okudum. Hala okurum zaman zaman. Artık yazmı- yorum, hatırladıklarım bana yeti- yor.

Şimdi 8 yıllık psikodrama dene- yiminden sonra psikodrama deni-

lince önce ‘öfke’ geliyor aklıma.

Temel eğitim oturumlarının başla- rında sevgili yöneticimin ‘Öfkene bak, hisset! Vücudunun neresinde?

Nasıl bir şekli var? Rengi, ısısı na- sıl?’ yönergeleriyle başlayan, yaşa- dığım ilk protagonist deneyimi…

O zaman ‘Nasıl oldu da buralara geldik?’ diye çok şaşırdığım, çok acı çektiğim ama bir o kadar haz duyduğum, adım adım yaşamımda çok gerilere, 5 yaşımdaki günlerime gittiğim o muhteşem yolculuk…

Sonra hep öfke temasını takip ettim psikodrama oturumlarında.

Kendimde olanları da, grupta olan- ları da öfke açısından takibe aldım.

Başka bir çalışmada öfkeyi be- denimizle canlandırırken, grubu- mun en az benim kadar öfkeli bir diğer üyesiyle dans etmeye başla- mamız, o gerçekten öfkeli davranır-

ken sanki vals yapıyormuş havala- rında nazik davranışlarım yüzüm- den, boynumdaki şalın çok çekil- mesiyle canımın yanması, ‘Ama canımı yakıyorsun!’ diye pek nazik itiraz edişim dün yaşanmışcasına aklımda.

Yine başka bir çalışmada öfke- miz olmamız istenmişti. Benim öfkem parlak kırmızı (kor rengi), çok sıcak, yumruğum (yani kal- bim) büyüklüğünde bir top iken yerde debelenip duruşumu, oyunu sürdürmeye çalışmamı, ama da- yanamayışımı hatırlıyorum. Ani- den ayağa fırlayıp ‘Ben rol değiş- tiriyorum! Kendim oluyorum.

Öfkem elimde. Ona bakıyorum, elimi falan yakmıyor, ağır da de- ğil taşıyabiliyorum’ diyerek isyan edişimi ,öfkemle barıştığım o benzersiz anı…

“Gördüğü mükemmel renkli rüyalarını anlatmaktan çok zevk alan bir arkadaşım sayesinde rüya görmediğimi fark etmiş ve bunu dert edinmiştim. Başka bir arkadaşım imdadıma yetişti

ve bana psikodramadan söz etti. Rüya görmek mümkünmüş psikodrama yapınca!”

Emel ATİK

(10)

Psikodramatist DOSYA

Nefret suçları

N

efret suçunun uluslararası alanda ortaya çıkmış ve ka- bul gören tanımlarından biri Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşki- latı (AGİT) tarafından yapılan ta- nımdır. Bu tanıma göre nefret suç- ları, ‘mağdurun, mülkün ya da işlenen suçun hedefinin gerçek ya da hissedilen ırk, etnik, ulusal köken, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, zihinsel ya da fiziksel engelli, cinsel yönelim veya diğer benzer faktörlere dayalı olarak benzer özellikler taşıyan bir grupla gerçek ya da öyle algılanan bağlantısı, ilgisi, bağlılığı, desteği ya da üyeliği nedeniyle seçildiği kişi- lere veya mala karşı işlenen her türlü suçtur.’ (Nefret Suçları Ve Nefret Söylemi, Uluslararası Hrant Dink Vakfı Yayınları, İstanbul, 2010, s:56)

Nefret suçlarında, mağdurun bir gruba mensup olması veya olmaması varsayımına dayanılarak-örneğin fi- ziksel görünüşü yüzünden, göçmen, eşcinsel ya da siyah olduğu için-ger- çekleştirilen bir fiil söz konusudur.

Nefret suçlarını diğer suçlardan ayıran başka bir nokta ise diğer suç- lardan farklı bir saikle, başka bir de- yişle farklı bir itki veya güdü ile iş- lenmiş olmasıdır. Örneğin

kundakçılık suçunda amaç sözgelimi birevin yakılmasıdır. Ancak bu fiil gerçekleştirilirken bir önyargı veya bir nefret ile hareket edildiği tak- dirde nefret suçundan söz edilebilir.

Belli gruplara karşı işlenen her suç sadece bu kişilere karşı işlenmiş ol- masından dolayı nefret suçu olarak kabul edilemez.

Nefret suçları söz konusu oldu- ğunda yargı organlarınca ayrı bir özen gösterilmesi gerekir ve hakim- lere, savcılara, kolluk güçlerine, kı- sacası ceza adalet sistemi içinde gö- rev yapan tüm kurumlara ve

görevlilere ayrı bir yükümlülük dü- şer. İşlenen suçlarda mağdurun etnik kimlik, din, mezhep, cinsel yönelim vb. temelinde toplum içerisinde daha dezavantajlı bir gruba mensup ol- duğu belirlendiğinde mutlaka failin önyargı veya nefret saikiyle mi suçu işlediğinin araştırılması gerekir. Bu- nun için tüm yargı teşkilatına ve kol- luk güçlerine nefret suçlarına dair bir eğitim verilmesi ve bu suçlarla ilgili göstermeleri gereken özene dair açık ve mevcut bir yükümlülük getiril- mesi elzemdir.

Ülkemizde ‘nefret suçları’ yasal olarak tanımlanmış ve düzenlemiş değil. Bu nedenle olsa gerek Hırant

Dink cinayeti davası 4 yıldır bir dizi hukuk kepazeliği halinde sürüp gidi- yor, tecavüz sanıkları mağdurun gi- yim kuşamının davetkar oluşu, zaten hafif kadın oluşu ya da fahişe oluşu gerçeği ya da varsayımı ile hak ettik- leri cezayı almıyor. Bu gidişatı izle- yen henüz mağdurlar grubuna dahil olmayanlarımız ise, en azından ha- yatın adaletinden nefret ediyor…

Hayatımıza üçüncü sayfa haberleriyle sızan birçok şiddet eyleminin temelinde “nefret suçları yatıyor. Bültenimizin bu sayısında, kimi zaman siyasi bir cinayet, kimi zaman koca dayağı, kimi

zamansa cinsel şiddet şeklinde karşımıza çıkan “nefret suçları”nın kökenine inmeye çalıştık

Emel ATİK

(11)

“İktidar sizi nerenizden yaralıyorsa orası kimliğiniz olur”

Milan Kundera

A

yrımcılığın, savaşın ve öteki- leştirmenin “kan” ve “kansız- lık” üzerinden şiddetle tartı- şıldığı yurdumda, kanını akıttıkları eşcinsel bireylerin kan rengini merak edenlere bu meraklarını bir nebze de olsun hafifletmek niyetiyle yazmak istedim bu yazıyı. Psikolojik olan po- litiktir diyen önermenin arkasından gittiğimizde biz ruh sağlığı çalışanla- rının LGBT kimliği (lezbiyen, gey, biseksüel, transgender ) şiddet ve in- san hakları arasındaki ilişkiyi iyi gör- mesi ve “eşit hizmet alma” ilkesini ısrarla savunup hayata geçirmeleri gerekmektedir. Çünkü LGBT birey- lerin, ifşa edilmekten, iş bulamamak- tan, mobingten, alay ve aşağılama nesnesi olmaktan, hasta olarak dam- galanmaktan, potansiyel suçlu ol- maya ve daha ötesi en temel insan hakkı olan hayat hakkının ellerinden alındığı “nefret cinayetlerine” maruz kalmaya kadar şiddetin her türüyle her an karşılaştığını biliyoruz.

Homofobiden Şiddete

“Bir erkek, bir erkeği; bir kadın bir kadını sever. Kuracağımız ikinci cümle mutlaka politik olacaktır.”

Yıldırım Türker

Homofobinin kişisel bir korku ve irrasyonel bir inanç olarak tanımla- nılması konuyu psikolojinin bireysel- liğinde kısırlaştırmakta, arka planı ve homofobiden şiddete uzanan ilişkiyi

anlamayı zorlaştırmaktadır. Oysa Melek Göregenli’nin de işaret ettiği gibi;

“Homofobi kültür ve anlam sis- temleriyle, kurumlar ve sosyal gele- neklerle ilişkili olarak ele alınması gereken politik bir alanda oluşan, gruplar arası bir sürece işaret etmek- tedir. Bu anlamda bireysel ve kollek- tif davranışlar düzeyinde kişilerarası ilişkileri yapılandıran duygular ve ni- yetlerin oluşturduğu, geniş bir yelpa- zede ortaya çıkan bir sosyal psikolo- jik değişken olarak, ayrımcılık pratikleri ve şiddetle ilişkilidir;

bilgi’nin iktidarı da dahil bütün ikti- dar biçimlerinin politika üretme sü- reçleriyle de doğrudan bağları var- dır. Eşcinselliğe yönelik tutumların dinsel arka planları, cinsiyete dayalı ötekiler yaratma süreçleri, heterosek- süellikten farklı cinsel yönelimleri olan insanların bazı yurttaşlık hakla- rının inkar edilmesi, konuya, toplu- mun politik düzenlenişiyle ilgili bo- yutlar eklemektedir; dolayısıyla söylenebilecek her söz kendiliğinden politiktir ve sadece eşcinsellikle ilgili olamaz”.

Kültürel ve bireysel koşullar ve süreçlere dayalı bütün köklerine rağ- men , homofobinin ancak ırkçılık ve izmle bağlantıları içinde anlaşılabile- ceğini düşünmek doğru bir yaklaşım olacaktır.

Aile içinde homofobi daha çok, sözel istismar, fiziksel tehdit veya fi- ziksel şiddet biçimlerinde yaşanmak- tadır: Farklı cinsel yönelimlere sahip kadınların % 58’i bu üç tip mağduri- yetin en az birini yaşadıklarını belirt- mişlerdir; % 34’ü babaları, % 24’ü

erkek kardeşleri, % 15’i ise kız kar- deşleri tarafından, erkeklerin ise % 30’u anneleri, % 23’ü babaları, % 43’ü erkek kardeşleri, % 15’i ise kız kardeşleri tarafından şiddet görmek- tedirler. Cinsel yönelim anne, baba ve akrabaların istismar edici tepkile- riyle cezalandırılmakta ve gey ve lez- biyen gençlerin % 26’sı evlerini terk etmeye zorlanmaktadır (Nocera, 2000).

Cinsel kimliğe yönelik şiddet D’Augelli’ye (1998) göre erken or- taya çıkıyor, ilkokulun sonlarına ge- lindiğinde genç birey heteroseksüelli- ğin iyi, homoseksüelliğin kötü olduğunu öğreniyor. Cinsiyet rolü prototiplerine uymamak özellikle er- kek çocukları için söz konusu bile olamamaktadır. Kendilerini eşcinsel olarak gören ve ergenliğe adım atan gençler için ergenlik, ergenliğin bir parçası olan hormonların artışı de- mek, onların yaşlarına uygun roman- tik davranışları ifade edememesi de-

DOSYA Psikodramatist

“Mitolojide ölüler diyarına gidecek olan cenazenin gözlerine para konulurdu, bu para ölüler diyarına giden nehri geçirecek olan kayıkçının hak ettiği rüşvetiydi. Üzülme Murat sakın

ağlama, senin rüşvetini annen ve baban silikonlarınla ödedi”

Ali AYAS

kan pembe

(12)

Psikodramatist DOSYA

mek (D’Augelli, 1998). Bunun yanı sıra, ergenlikte en önemli gruplar ak- ran gruplarıyken, akranlarından des- tek alamamaktadırlar.

Gençlerle yapılan çalışmalarda, düşük düzeyde bireyselleşmiş, ba- ğımsız olmayan, benlik saygısının ya çok düşük ya da abartılı biçimde yüksek -veya ikisi de- olduğu bir psi- kolojik artalan homofobi ve şiddeti beslemektedir. Bu gençlerin en bü- yük korkusu, bir geyin arzusunun ob- jesi olmak; bunu onursuzluk ve efe- mine özelliklere sahip olmakla birleştirerek, kendileri için erkeksi statünün her şeyin üstünde olduğunu düşünmektedirler.

Literatürde anti-gey şiddetine baş- vuranların 18 civarı ya da 20’lerinin başlarında genç erkekler olduğuna işaret edilmektedir (Hary, 1990; He- rek ve Berrill, 1992; Simon, 1998).

Bu yüzden, şiddete son vermek için homofobiyi oluşturan birçok öğeyi ve gey karşıtı tutumun nasıl gey kar- şıtı şiddete dönüştüğünü anlamalıyız.

Failler hakkındaki literatürü gözden geçirirken Harry (1990) bunların bi- reysel hareket etmekten ziyade grup- lar halinde dolaştıklarını ve çoğu za- man “erkekliklerini” ispatlamak için şiddete başvurduğu belirlemiştir. Pro- totip erkek rolü şiddeti meşrulaştır- makta ve toplum LGBT’lere yapılan şiddete daha kolay göz yummaktadır.

Yine Melek Göregenli’nin şu tes- biti aslında homofobiden şiddete gi- den yolun politikliğini çok güzel özetlemektedir: “Homofobi, bu an- lamda izmin önemli bir silahıdır. He- teroseksüellikten farklı cinsel yöne- limlere sahip insanlara karşı şiddet, erkekliğin bir anlamda cinsiyetçi kul-

lanımıyla ‘insanlığın korunması ve kontrolü’ için bir mekanizma haline gelmektedir. Homofobi kavramının kendisi üzerinde de bazı tartışmalar vardır. Bu kavramın olguyu bireysel ve patolojiyle ilişkili hale getirdiği, kültürel, sosyal ve sonuç olarak poli- tik boyutlarına vurguyu azalttığı sa- vunulmuştur. Bir tür seçkincilik ve çoğunlukla insanlar ya da gruplar- arası hiyerarşinin doğal olduğuna, bazı grupların diğerlerinden adeta doğal olarak üstün olduğuna ilişkin inançlar – sosyal üstünlük yönelimi- sembolik faşizmi beslemektedir.

Sembolik faşizmin hayatlarımıza yansıması, ayrımcılığın ve şiddet’in politik olarak mahkum edildiği ‘ge- lişmiş’ yaşama biçimleri içinde ‘nor- malleştirilmiş’ yeni biçimlerle yer al- maktadır.”

Eşcinsellere Uygulanan Şiddetin Dünyadaki Görünümü

Uluslararası Af Örgütünün tespit- lerine göre tüm dünyada hem LGBT bireyleri ve LGBT aktivistleri faali- yetleri yüzünden değil benlikleri, tam da oldukları şey yüzünden hedef alındı. Şiddet; evde, okulda ve cema- atte vuk’u buldu. En az 70 ülke eş- cinsel ilişkileri suç sayıyor ve bazı- ları sözde suçluları kırbaçlıyor ya da onlara ölüm cezası veriyor. Türki- ye’de ceza yasasında eşcinsellik suç sayılmıyor oysa KKTC’de eşcinsel- lik halen bir suç. LGBT bireyler, tüm dünyada baskıyla yüzleşmek zorunda kalıyor. Onlara karşı çıkarılmış yasa- lar var, dernek kurma özgürlükleri yok sayılıyor.

Şiddeti meşrulaştırma biçimleri de neredeyse tüm dünyada aynı, ül- kesine göre eşcinsellik ve transgen-

derizm Hıristiyanlık dışı, Müslüman- lık dışı, Yahudilik karşıtı, veba, bir beyaz adam sorunu, Amerikanlık kar- şıtı, Afrikalılık karşıtı ve burjuva ah- lakının bir parçası olarak görülmek- tedir. Ortak olarak meşrulaştırma argümanı eşcinselliğin toplum düze- nini bozan olarak zaten şiddeti ‘hake- den’ bir sapkınlık olması. Yine UAÖ’nün raporlarına göre; gey er- kekler ve erkekten kadına geçen transgender bireylerin erkek cinsiyet rolünün üstünlüğüne ve ayrıcalıkla- rına ihanet ettikleri ve bu yüzden ce- zalandırılmaları gerektiğine inanılı- yor. Lezbiyenler ve kadından erkeğe geçen transgender bireylerin ise er- kek ayrıcalıklarını elde etmeye çalış- tıklarına ve bu yüzden cezalandırıl- maları gerektiğine inanılmakta.

Toplumlar kendi meşreplerine gore haklı(!) şiddet nedenleri ürete- bilmekteler. Örneğin geçtiğimiz yıl babası tarafından yol ortasında katle- dilen Ahmet Yıldız “töre cinayeti”ne kurban verdiğimiz bir Kürt genciydi.

Yine biliyoruz ki nefret cinayetlerine kurban giden geylerle ilgili olarak mahkemeler hafifletici nedenler ol- duğunu ileri sürerek katillerin cezala- rında indirimlere gidiyorlar. Örneğin katilin “bana ters ilişki teklif etmişti”

demesi hukuki bir hafifletici neden sayılabiliyor. Kimsenin aklına gece- nin o saatinde kurbanın evinde ne aradığı, sonra kurbanın neden gasp edildiği (genelde cinayetlerle birlikte değerli şeyleri de çalınmakta), soru- larını sormak gelmiyor. Çünkü “ters ilişki” teklifiyle erkekliği tehdit edi- len bir katilin, toplumun erkekliğine de halel gelmemesi için uğraşan bir fedai olduğu inancı bilinçdışı kodları- mızı harekete geçiriveriyor.

Ülkemizde çoğu kurban maruz kaldığı şiddeti güvenlik birimlerine haber vermiyor. Kurbanlar onlara inanılmayacağından, yetkililerin on- ları daha çok taciz edeceğinden, cin- sel kimliklerini ifşa etmenin felakete yol açacağından ve bunun sonuçları- nın sürekli olacağından özetle yapıla- cak hiçbir şey olmadığından korku- yorlar.

Kısacası geyler ‘görünür’ oldukça onlara uygulanan şiddet artmakta fa- kat tam tersi olarak bu şiddet görün- mezleşmektedir.

Medyanın Çuvaldızı

Gün geçmiyor ki ana medyanın 3.

(13)

DOSYA Psikodramatist

sayfasında bir eşcinselin ölüm habe- rinin biraz da iç gıcıklayıcı ve her ha- liyle “heteroseksist” kirli bir dille ka- leme alınmış hikayesini okumayalım.

Bu cinayetlerin en cafcaflıları travesti ve transgender yani görünür olan bi- reylerle ilgili yapılırken ‘erkeğe ben- zeyen’ geylerin katliyle ilgili olanlar daha kıyıda kalıyor veya hiç basına yansımıyor.

Henley ve arkadaşlarının (2002) gazetelerde geylere yönelik şiddet olaylarıyla sıradan şiddet olaylarının ele alınışındaki farkları dilbilimsel olarak inceledikleri çalışmalarında, haberlerin işlenişinde, okuyucunun saldırgana, kurbana ve olayın kendi- sine yönelik atıflarını etkileyebilecek yanlılıklar bulmuşlardır. Örneğin geylere yönelik şiddet olayları aktarı- lırken “kaza, olay, vaka” gibi sözcük- ler kullanılırken başka şiddet olayları

“saldırı” vb. nitelemelerle aktarıl- maktadır; haberin aktarılma biçimi saldırganın ve mağdurun ayırt edil- mesini, olayın gerçekleşmesinde ta- rafların sorumluluklarını okuyucu- nun-izleyicinin yorumlamasını etkilemektedir. Geylere yönelik şid- det olayları tek taraflı bir saldırıdan çok karşılıklı bir çatışma hadisesi olarak sunulmakta, kurbanın ve sal- dırganın ayırt edilmesi engellenmek- tedir.

Galatasaray Üniversitesi’nde dü- zenlenen “3. Sayfa” konulu konfe- ransta Doç Dr. Hülya Uğur Tanrıöver başkanlığında “3. Sayfa ve Temsil”

ve Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş Ürper başkanlığında “Sınıfsal Açıdan 3.

Sayfa” konuları ele alınmıştı. Özetle ifade edilen;

“…içinde yaşadığımız ‘Batılı’

toplumlarda çoğunluk konumunda

bulundukları için ‘insan neden hete- roseksüel olur?’ sorusunu sormak saçma gibi görünse de aynı soru eş- cinseller için sorulmakta ve pek çok araştırmayla bu soruya yanıt aran- maktadır.

…Heteroseksüellik dışındaki cin- sel yönelimler söz konusu olduğunda haberin konusu ile ilgili olup olmadı- ğına bakılmaksızın, LGBTT kişilerin cinsel yöneliminin altı çizilmekte ya da eşcinsellik şiddetle doğrudan iliş- kilendirilerek bir toplumsal patojen olarak sunulmaktadır.”

Şiddete ve insan hakları ihlalle- rine karşı yürütülen mücadelede 1990’ların başından beri LGBT ör- gütlenmeleri dışında ne yazık ki di- ğer STK’lar, partiler, sol örgütlenme- lerden çok fazla destek

görülmemiştir. Daha doğrusu geylere yönelik ‘şiddet’ görülmemiştir. Aşa- ğıda Kaos-GL’nin bu konudaki ra- poru son durumu özetlemektedir.

“1 Haziran 2005’de yürürlüğe gi- ren yeni TCK’nın bizi bir kez daha yok sayması, vicdani retçi Mehmet’in hapsinin ‘ısrarla’ sürmesi, İzmir’de öldürülen travesti Murat’ın ailesinin isteği üzerine saçları kesilip, göğsün- deki silikonlar çıkartıldıktan sonra gömülmesi, İran’da biri on yedi di- ğeri on dokuz yaşında iki eşcinselin yüzer kez kırbaçlandıktan sonra idam edilmesi... Önümüze yığılan haber- lerden sadece bir kaçı ve kaçımız bu hayatlardan ne kadar uzağız. Toplu- mun her kesiminde lezbiyen, gey, bi- seksüel, travesti ve

transseksüeller(LGBTT) var. Hayatın her alanında açık veya gizli olarak yaşayan LGBTT bireylerle yan yana gelebileceğini artık herkes biliyor.

Ancak farklı kesimlerde LGBTT bi-

reyler farklı sorunlar yaşayabiliyor- lar. Yaşadıkları sorunların temelinde ise, eşcinsellere yönelik ayrımcı ideo- lojilerin genel adı olarak tanımlaya- bileceğimiz ‘homofobi’ yatıyor. Ho- mofobi sadece şiddet ve ayrımcılık olarak değil, en temel insan hakla- rından yoksun bırakma şeklinde de LGBTT bireylerin hayatını cehen- neme çevirebiliyor. Eşcinsellerin in- san hakları sorunları sadece kamusal alanla sınırlı olmayıp özel alanlarda da kendini gösterebiliyor. Sorun ya- şayan LGBTT bireyler kendilerini ko- ruyacak bir yasal çerçeve olmadığı ve adil yargılanma sürecinin gerçek- leşmeyeceğini düşündükleri için, ge- nellikle yaşadıkları ihlaller sonra- sında sessiz kalmayı ve haklarını aramamayı tercih ediyorlar. Bu da LGBTT bireylerin şiddete ve ayrımcı- lığa karşı açık hedef haline gelme- sine ve daha çok mağdur edilmesine neden oluyor.”

Son Söz veya Hades’in Gökkuşağı Ülkesi

İzmir’de öldürülen Murat, ailenin isteğiyle saçları kesilip silikonları çı- kartıldıktan sonra gömülüyor. Aile is- tiyor ki cenaze namazında imam, me- meleri çalınan oğula “Er kişi

niyetine” diye dua etsin! Yani şiddet genç bedenin cesedi üstünden devam ediyor. Mitolojide ölüler diyarına gi- decek olan cenazenin gözlerin para konulurdu, bu para, ölüler diyarına giden nehri geçirecek olan kayıkçının hak ettiği rüşvetiydi. Üzülme Murat sakın ağlama ,senin rüşvetini annen ve baban silikonlarınla ödedi. Eğer ağlayacaksan, gözyaşların cenazene hangi sıfatla katılacakları sorulacak olduğu için gelemeyen dostların ve sevgilin için aksın… Kanının rengini biliyorum, onların sandığı gibi uçuk pembe değildi, insan kanı rengin- deydi, ama gözyaşların eminim tüm kardeşlerinin bayrağı olan gökkuşa- ğının bütün renklerinde parlıyordu.

Kaynaklar :

- LGBT Kimliği, Şiddet ve Sosyal Adalet:

Psikolojik Olan Politiktir Sari H. Dworkin ve Huso Yi (International Journal for the Advancement of Co- unselling, Cilt 25, No. 4, Aralık 2003)

- Gruplararası ilişki ideolojisi olarak homo- fobi Doç. Dr. Melek Göregenli

(http://www.sgdf.in/kadin-mucadelesi-tarihi-yakla- simlar/12030-gruplararasi-iliski-ideolojisi-olarak-ho- mofobi-m-goregenli.html)

- http://www.haber7.com/haber/20090515/Es- cinsellik-kazikli-Voyvoda-ve-siddet.php

(14)

Psikodramatist DERNEKTEN

Soliloquy

(Kendi Kendisi ile Konuşma)

B

elli bir durum içinde yürütü- len monolog olarak tanımla- nabilir. Protogonist biraz önce yaptığı davranış ya da oyun ile ilgili olarak kendisi ile konuşur. Bu konuşma, yana konuşmadan (iç ko- nuşma) farklıdır. İç konuşma oyun sırasında yapılırken kendi kendisi ile konuşma oyun bitiminde yapılır.

Kişi bu monologu yalnız başına ya da bir eş ile birlikte yapabilir.

Aksiyodrama (Axiodrama)

A

ksiyodrama, psikodramatik yöntemleri kullanarak dü- şünce sürecimizin önemli bir bölümünü oluşturan soyut kav- ramlara dair -genellikle bilinçdışın- daki- varsayımlar, beklentiler ya da tanımları keşfetme süreci olarak ta- nımlanabilir. Moreno’ya ait bir kavramdır ve özetle etik ve estetik değerlerin drama tarzında canlandı- rılması olarak düşünülebilir. (Ör- neğin Güç kavramı, güç nedir, za- yıflık nedir, ne işe yarar, ne işe yaramaz… gibi sorular eşliğinde aksiyodrama yoluyla çalışılabilir).

Ausagieren

T

edavi sürecinde ele alınan konu ya da olay içindeki dav- ranış ve ifade biçimlerinin dı- şına çıkılması, gerçekte olduğundan biraz farklı davranılmasıdır. Örneğin, psikodramatik bir oyunda eğer bir kavga durumu söz konusuysa ger- çekten tokat atma, dövme, yaralama ya da öldürme olmaz. Jestler gerçek anlamlarında kullanılmazlar. Onun yerine, sanki tokat atıyormuşçasına, bıçaklıyormuşçasına, yakın biçimde (sanki imişcesine) ifade edilir. Ger- çeğin aynısı olamaz. Bu tavır psi- kodramanın veya psikoterapötik ça- lışmanın yapıldığı kurumun yönetim düzenine karşı biçimde de olabilir.

Ausagieren, fark edilmeyen bir transferansla ilgilidir.

PSİKODRAMA

BİLGİ KÖŞESİ

(15)

KİTAP TANITIMI

ALPER CANIGÜZ’DEN

PsikOdramatist

‘Oğullar ve rencide ruhlar’

"Beş yaş insanın en olgun çağı- dır; sonra çürüme başlar"

A

dından kapak tasarımına ka- dar davetkar bir tavrı olan Canıgüz'ün kitabı bu cüm- leyle başlıyor ve vaat ettiği "kahka- halarla ağlatan ve hıçkırıklarla gül- düren" kitaplardan birisi olma sözünü hakkıyla yerine

getiriyor.Oğullar ve Rencide Ruhlar, Alper Canıgüz’ün “Tatlı Rüyalar”ın ardından 2004 yılında çıkardığı ikinci kitabı.İlk kitap gibi bizleri pek eğlendirirken bir yandan da psi- koloji, felsefe, siyaset, müzik, edebi- yat ve daha nice referanslarla da zih- nimizi gıdıklıyor. Alper Kamu (Albert Camus?) isimli beş yaşında ağzı bozuk, alkolik, hatta biraz da narkotik bir veletin peşinde, karşı apartmanda oturan Hicabi Amca’nın cinayetini çözeceğiz diye bir gecede 200 sayfalık kitabı deviriyoruz da bana mısın demiyoruz ama bir yan- dan da “bu nasıl çocuk” demeden duramıyoruz. Çünkü Alper her ne kadar Nietzsche okuyan Chostako- vitch dinleyen, olgun bir çocuk olsa da hala belinde plastik mermi atan oyuncak tabancasıyla dolaşıyor, ar- kadaşlarıyla futbol maçı yapıp yara bere içinde eve geliyor, Allah de- yince aklına hala üst kattaki komşu Hasan Amca’nın yüzü geliyor ve o da neredeyse bütün çocuklar gibi an- nesiyle babası kavga edince gönüllü barış elçisi oluveriyor. Yani aslında Alper çok tuhaf ama çok bizim ço- cukluğumuz gibi, yani aslında bütün

çocuklar gibi. Kitabın en az konusu kadar, Canıgüz’ün üslubundaki yalın bir dille akıllıca kurulmuş cümleler ve dilin karakterle uyumu da dikkati çekmekte. Kitabı polisiye bir roman tadıyla okuyabileceğiniz gibi, beş yaşındaki Alper’in zihninden sızan oedipal fantezilerin analitik lezze- tini alarak ta okumak mümkün.

Son yıllarda Türk edebiyatında bu dedikleri yalan mı sahi mi belli olmayan, hafiften absürd komedi ta- dında ama aslında bir hayli dolu, eli yüzü düzgün, metinlerarasılığın çok güzel örneklerini teşkil eden büyülü gerçekçi eserler sevindirici oranda çoğaldı. Alper Canıgüz aldığı psiko- loji eğitiminin de kazandırdığı bir yetenekle olsa gerek bu yolda ilerle- yen sevimli bir uydurukçu. İşte ,

“psikoloji bölümü mezunusunuz, psikoloji ile ilgili neler yapıyorsu- nuz?" sorusuna verdiği cevap ;

"Bunalıma giriyorum"

Belki de kendi ağzından hikayesi roman kahramanın adını neden Alper olduğuna ipucu olabilir. “1969´da İs- tanbul´da doğdum. Çocukluğum Acıbadem´in çeşitli mahallelerinde, uydurduğum hikayeleri arkadaşla- rıma anlatarak geçti. Kalan zamanla- rımda da mahalle savaşlarına katılı- yordum. Zannediyorum yalancı ve kötü huylu oluşum bundan ileri gel- mektedir. 1980´de Dârüşşafaka´ya girdim. Orada, fazla konuşmak zayıf biri olduğunuzu düşündürebileceğin- den hikayelerimi anlatmayı bırakıp yazmaya başladım. Bir ara Franz Kafka isimli şahsiyetin benim kadar iyi uydurabildiğini fark edip küçük bir hayal kırıklığı yaşadım. Ama ça-

buk toparlandım.Ne de olsa ben daha gençtim ve o ölmüştü. Boğaziçi Üni- versitesi´ndeki psikoloji eğitimim bana japon bıldırcınlarından ( bkz Tatlı Rüyalar’da Coturnix coturna faslı) pek de akıllı sayılamayacağı- mızı öğretti. Otuz yaşına geldiğimde, başladığım bir romanı nasıl olduysa bitirebildim.

Meraklısı için, ister tez yazma niyetiyle okur gibi okuyan ciddilere, ister plajda kıkırdamak isteyen ha- vailere, ister alt metinlere ve psika- nalize meraklı zihinlere hayli tatmin edici, tavsiye edilesi kitaplar yazıyor.

Meraklısına not; Canıgüz’ün son kitabı “Gizli Ajans” ile psikoabsürd- komedi macerası devam ediyor.

Alper her ne kadar Nietzsche okuyan Chostakovitch dinleyen, olgun bir çocuk olsa da hala be- linde plastik mermi atan oyuncak tabancasıyla dolaşıyor, arkadaşlarıyla futbol maçı yapıp yara bere içinde eve geliyor, Allah deyince aklına hala üst kattaki komşu Hasan Amca’nın yüzü geliyor

Oğullar ve Rencide Ruhlar, Yazan Alper Canıgüz, İletişim Yayınları, 200 sayfa Ali AYAS

(16)

‘Öfkenin fotoğrafları’ seçildi

Seçici kurul (alfabetik sırayla)

Erhan Kozan, Yönetmen Esra Yalçın, Grafik Tasarımcı

Gürkan Başbuğ, Performans Sanatçısı Peri Demirbas, Sanat Yönetmeni Ulaş Eryavuz, Grafik Tasarımcı Vahide Tandelen, Reklam Yazarı Yusuf Sayman, Fotoğraf Sanatçısı

Yarışmada birinciliği ‘Fırlama’

isimli fotoğrafıyla Sevgi Keşke (üstte solda) kazanırken, Lütfiye Tüccar ‘Savaş-Barış’ adlı fotoğrafıyla (üstte sağda) ikinci oldu. Üçüncülüğü ise ‘Zamanın Öfkesi’ isimli fotoğrafıyla Behice Boran kazandı (sağda).

aÖfke ve şiddet birbirine çok yakın. Gelen fotoğraflarda da bu var.

aÖfkeyi sadece gözlerde görebilirim gibi geliyor.

aBence iyi bir fotoğraf size oradaki duyguyu aktarabilen fotoğraftır.

aÖzellikle ne çekerdim bilmiyorum ama o duyguyu en iyi aktaran o an için ne ise onu çekerdim sanırım.

aKendi duygumun fotoğrafını çekemem ama başkalarının duygularının fotoğrafını çeke- bilirim. Başkalarının hikâyelerini anlatabilirim. Başka- sının öfkesinin fotoğrafını çekebilirim.

a Fotoğraf resim yapmak gibi değildir, ben kurgu fotoğraf çekmem.

a Fotoğraf estetik kaygı güderek bel- gelemektir.

a Öfkeye yol açan bir durumu çeker- dim. Şiddet olabilir, polisin şiddeti, çevre kirliliği gibi şeyler olabilir.

a Duygunun somut karşılığını bulmak gerekiyor, bunun gerçek olmasını iste- rim. Gazze' deki bir çocuğun fotoğrafında gerçek öfke görülebilir.

a Fotoğrafın içinde bir şiir olmalıdır.

a Fotoğraf kendi kendisini anlatmalıdır.

İstanbul Psikodrama ve Grup Terapileri Derneği adına Nalan Özçete Garipardıç tarafından düzenlenen ‘öfke’ konulu fotoğraf yarışmasının sonuçları açıklandı. Yarışma sonucunda ilk üçe giren katılımcılar Psikodrama Günleri’ne ücretsiz katılım hakkı elde ettiler

Öfkenin fotoğrafı olur mu? Duyguların fotoğrafı olur mu? Siz bu fotoğrafı çekseydiniz nasıl bir fotoğraf olurdu? Neyi çekerdiniz? Ne ön plana çıkardı? Jüri üyelerine sorduk...

( )

Referanslar

Benzer Belgeler

merakını uyandırdı, Lokmanın Hüner - namesini nefis resimlerle süsliyen üstad Osman, Onyedinci asırda Istanbulun bü­ yük san’atkârları diye tanılan

Pasajın ilk 30 yılı içinde faaliyete geçen ya da el değiştiren dükkânlar arasında cadde üzerindeki Maison Parret (daha sonra ünlü Degüstasyon Lokantası)

O da deniz subayıdır* Uzak Doğu'ya kadar deniz yol­ culukları yapar ve romanları gezdiği, gördüğü ülkelerin iz­ lenimlerine yaslanır.. 1908 Meşrutiyeti

Anterior plagiosefalinin klinik bulguları; koronal sütürün sinostotik olduğu tarafta frontal kemiğin düzleşmesi ve karşı tarafta kompensatuar olarak büyümesi,

(Bu- rada biraz dikkat: Eğer h yerine e demiş olsaydınız, o zaman tuttuğu- nuz sayı tek olacaktı.) İkinci kutuya da h dediğinize göre çift sayıların bir miktarından

Sistem yolculuk es- nasında sürücüleri uyanık tutmak için, ellerini kullanma- dan, sadece otomobil ile konuşarak çeşitli oyunlar oyna- nabilmesini sağlıyor.. DriveTime

Yapay zekâ kullanarak bir kişinin görüntüsünün başka bir kişinin görüntüsüyle değiştirilmesine derin taklit (deepfake) deni- yor.. Bir kişinin görüntüsünün montaj

Müzik daha tinsel (ruhsal) olan işitme duyusuna hitap ettiği için en çok da yaratıcılık boyutunda çoğu sanat alanlarını etkilerken resim sanatı da bundan payını