• Sonuç bulunamadı

Cağaloğlu, Alemdar Mah. Alayköşkü Cd. No:5 Fatih/İstanbul

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Cağaloğlu, Alemdar Mah. Alayköşkü Cd. No:5 Fatih/İstanbul"

Copied!
20
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Yayın Yönetmeni Savaş Özdemir Yayın Koordinatörü Tülay Öncü

Editör Merve Okçu

Kapak Tasarımı CumbaCo İç Tasarım Tamer Turp

5. Baskı Mart 2019 Uluslararası Seri No

TİMAŞ YAYINLARI

Adres Cağaloğlu, Alemdar Mah. Alayköşkü Cd.

No:5 Fatih/İstanbul

Telefon (0212) 511 24 24

E–posta bilgi@genctimas.com

Baskı ve Cilt Sistem Matbaacılık Sertifika No 16086

Adres Yılanlı Ayazma Sok. No:8 Davutpaşa-Topkapı / İstanbul

Tel (0212) 482 11 01

TİMAŞ YAYINLARI / 4402

Gümüş Romanlar/ 29

Raf: 10+ Roman Öykü

KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINCILIK SERTİFİKA NO: 12364

© 2018 Eserin her hakkı anlaşmalı olarak Timaş Basım Ticaret ve Sanayi Anonim

YERYÜzÜNÜN KALBİ

(3)

DÜNYANıN

EN GÜZEL

MANZARASı

(4)

Ateşin başını çevrelemiş insanlar kahkahalarla ormanı çınlatıyordu. Alevlerin içinden yükselen çıtırtılar bu mutlu insanlara birlikte yaşamalarının paha biçilmez bir duygu olduğunu hatırlatıyor ve sanki eksik bir hissi, bir boşluğu tamamlıyordu. Ağaçların hışırtısı ve yabani hayvanların uzaktan duyulan sesleri de bu birlikteliğe keyifle katılıyordu.

Ilık bir rüzgâr insanların arasında gezinip duruyor, onlara uzaklardan taşıyıp getirdiği çiçeklerin ve ıslanmış otların kokusunu bir hediye misali cömertçe sunuyordu.

Bütün bu kalabalık Basalito ve Nomfumaneko’nun biricik oğulları Bamba’nın Türkiye’ye yapacağı yolculuk sebebiyle toplanmıştı. Kongo’nun İturi Ormanı’nda ya- şayan Mbuti kabilesine Öğrenci Değişim Programı için iki kişilik davetiye ayrılmış, kazananlar Bamba ve Adila olmuştu. Erkek çocuklar arasında yapılan kuranın talihlisi olan Bamba, Türkiye’ye, kız çocuklar arasındaki kuranın talihlisi Adila’ysa Fransa’ya gitmeye hak kazanmıştı. Adila

(5)

birkaç gün önce yola çıkmış, sağ salim Paris’e vardığı habe- ri alınmıştı. Bamba da ertesi gün yola çıkacaktı. Program gereği iki aylık bir süre için Türkiye’de öğrenim görmeye, o ülkenin kültürünü tanımaya ve yeni arkadaşlar edinip yeni maceralara atılmaya gidiyordu. Böyle anlatınca kulağa hoş geliyordu ancak Bamba’nın bu konuda pek de istekli olduğu söylenemezdi. Yeni bir ülke görmek veya yeni insanlar tanı- mak veya maceralara atılmak konusunda kendini hiç mi hiç şanslı saymıyordu. Evinden, kabilesinden, arkadaşlarından ve yaşamaya alışkın olduğu ormanından bir süreliğine dahi olsa ayrılmak istemiyordu. Ancak babası Basalito ve kabi- lenin ileri gelen diğer üyeleri, ormanda hayatta kalmak için verdiği mücadelenin bir başka aşaması olarak görüyordu bu yolculuğu. Hem burada öğrendiği eşsiz bilgileri ve edindiği deneyimleri oradaki insanlarla paylaşması için de harika bir fırsat olacaktı bu. Kabile lideri Mobutu, “Başkalarıyla paylaşmadıktan sonra, öğrendiklerin ne işe yarar ki?” diye konuşmuştu. Öğretmen Shiwa’nın yaklaşımı biraz daha fark- lıydı: “Gitmemek istersen seni anlarım,” demişti Bamba’ya,

“ama orada öğreneceğin yeni bilgileri döndüğünde benimle paylaşmanı çok isterim, bu şansı kaçırmak istemem. Hem böylece gerçekleştirmeyi istediğin hayalin için büyük bir adım atmış olursun.” Bamba’nın en büyük hayali öğretmen olabilmekti. Yeni bilgiler edinmekten ve bunu başkalarıyla paylaşmaktan büyük bir keyif alıyordu. Shiwa’nın da bah- settiği gibi onu en büyük hayaline yaklaştıracak çok faydalı bir yolculuk da olabilirdi bu. Yine de yolculuğu konusunda

(6)

daha duygusal düşünüyor ve orada bir başına kalacağını, tek bir arkadaşının dahi olmayacağını seziyordu; böylelikle iki ayını berbat bir biçimde geçirecekti. Bunun olmasını hiç mi hiç istemiyordu. O kadar Mbuti çocuğunun arasından kendisinin seçilmesi bir mucizeydi gerçi; belki de bu işareti takip etmek gerekiyordu. Ancak bu yine de Bamba için durumun zor olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Ateşin etrafındaki insanlar ertesi gün Türkiye’ye gitme- yeceği için rahat tavırlar takınarak gülüp eğleniyor, kendi aralarında şakalaşarak sıradan günlerinin tadını çıkarıyor- lardı. Ancak Bamba yarını düşünmeden edemiyor; uçağa biniş anını, ailesiyle ve sevdikleriyle uzunca bir süre gö- rüşemeyeceği gerçeğini ve orada başına neler geleceğini hayal edip duruyordu. Bu sırada omzuna dokunan bir elle yerinden sıçradı.

“İyi yolculuklar Bamba!” dedi lider Mobutu, bembeyaz dişleriyle gülümseyerek. Kötü Türkçesi hırıltılı ses tonunun altında eziliyordu.

Bamba önce onu anlayamadığı için başını çevirip bak- makla yetindi. Daha sonra yutkunarak, “Teşekkürler,” di- yebildi onunkine nazaran daha iyi bir Türkçeyle.

“Günün ilk ışıklarıyla ava çıkacağız,” diye devam etti Mobutu. “Yarın seni göremeyebilirim. Oraya Mbuti halkının selamını götür, bizleri en iyi şekilde anlat. Seni sevdiğimizi, hemen dönmeni beklediğimizi de unutma.”

(7)

Bamba tebessüm etmeye çalışarak, “Teşekkürler,” diye yi- neledi. Bu sözler karşısında ne söyleyebileceğini bilmiyordu.

Her gün böyle olağan dışı yolculuklar yapmıyordu pekâlâ.

Mobutu boynundan çıkardığı renkli boncukların bulun- duğu, işlemeli bir kolyeyi Bamba’nın boynuna taktıktan sonra, “Bu sana şans getirecek,” dedi.

Bamba bu kez içtenlikle gülümsedi. Kabile liderinin bi- rine, özellikle bir çocuğa hediye vermesi büyük bir onurdu.

“Teşekkürler,” dedi tekrar ve tekrar mahcup bir tavırla.

Birden kalabalıkta bir hareketlenme oldu. İki üç adam, önlerindeki tenekelere sopalarla vurmaya başlamıştı. Birkaç kadın çıkardıkları ilginç seslerle melodinin tonunu ayarlı- yor, bu ses cümbüşünü eğlenceli bir şarkıya dönüştürüyor- du. Bamba şarkıyı anımsayınca birden gözleri parıldadı: Bu onun en sevdiği şarkıydı. Şarkının sözleri ağızlardan çıkmaya başladığındaysa küçük bir hayal kırıklığı yaşadı. Mbuti ka- bilesinin anadili Svahili dilinde değil de, maalesef Türkçe söylüyorlardı şarkıyı.

Biz ormanın çocuklarıyız, Yeşil ve mavi arasında.

Sonsuz bir telaştayız,

Yeryüzü ve gökyüzünün ortasında.

Kabile üyeleri ateşin etrafında tutkulu bir dansa başla- mışlardı. Çok geçmeden Bamba’yı da ayağa kaldırarak bu dansa eşlik etmesini sağladılar. Dans sürüp giderken Bamba ilk kez kendini müziğin akışına bırakamadığını ve yolculuğu

(8)

düşünmekten başının zonkladığını fark etti. Elbette dans bitene kadar bunu kimseye belli etmemeye çalıştı. Müzik sustuğunda insanlar birer birer ayrılmaya başladılar ateşin başından. Hepsi de uzaklaşmadan önce Bamba’ya güzel bir yolculuk geçirmesini dilediler. Artık meydanda yalnızca Bamba, Basalito ve Nomfumaneko kalmıştı. Ateşin başın- daki üç gölge uzun süre sessizce durup birbirine bakmakla yetindi. Orman derin bir uykuya dalmadan önce hüzün dolu bir sessizlik vardı gecede.

Sessizliği bozan Nomfumaneko birden ayaklanıp, “İyi geceler,” diye fısıldadı. Sonra o koyu gecenin içinde açan bir güneş gibi gülümsedi biricik oğluna.

“İyi geceler, Nom,” dedi Basalito.

“İyi geceler, mama*!” dedi Bamba, babasının sözlerini takip ederek.

Nomfumaneko tebessümünü sürdürerek karanlığa karıştı.

Basalito ve Bamba şimdi baş başa kalmıştı. Birbirlerine buğu- lu gözlerle baktılar bir süre. Daha sonra Basalito, Bamba’nın cılız kollarını tuttu ve ona şefkatle baktı.

Çocuk gizlemeye çalıştığı üzüntülü hâliyle, “Je nina kwenda?” diye sorunca Basalito’nun yüz hatları keskinleşip daha ciddi bir hâle büründü.

“Ne konuşmuştuk Bamba?” dedi masum bir sitemle.

“Bundan sonra Türkçe konuşacağız. Bu, alışmana yardımcı olacak.”

* (Svahili dilinde) Anne.

(9)

Bamba bıkkın bir ifadeyle kollarını kendine doğru çe- kip göğsünde kavuşturdu. Aynı soruyu, “Gitmek zorunda mıyım?” diye sordu bu kez yarım ağız Türkçesiyle. Gözleri buğulanmıştı, sanki ağlamak için küçük bir işaret bekliyor- muş gibiydi.

“Öğrenmeye devam etmek zorundasın,” dedi Basalito şefkatli bir ses tonuyla. “Sana yeni bir şeyler öğretebilecek hiçbir fırsatı kaçırmamalısın. Bu yolculuğa da böyle bakma- lısın, benim akıllı oğlum!”

“Ama burada da öğrenmiyor muyum?” diye sordu bu kez Bamba.

Basalito gülümsedi. “Sana sihirli bir hikâye anlatmamı ister misin?” diye sordu ışıldayan gözlerle.

Bamba sessizce başını salladı.

“Ama,” dedi Basalito, “hikâyeyi anlatmadan önce bilmen gereken bir şey var. Bu hikâye gerçekten sihirli.”

“Nasıl bir sihir?” diye öne atıldı Bamba. Heyecanlanmıştı.

Basalito onun ilgisini kazandığını fark edince konuşma- sına memnuniyetle devam etti.

“Aslında bunu söylemem doğru değil. Ama sen benim oğlumsun. Bu sırrı seninle paylaşabilmem için sadece bir şartım var!”

“Evet eveet!” diye sesini yükseltti Bamba. Babasını dik- katle dinliyor, hikâyenin sırrını duyabilmek için sabırsızla- nıyordu.

“Bu sır, bizim sırrımız olacak. Söz veriyor musun?”

(10)

“Söz veriyorum baba! Söz veriyorum. Bu yalnızca bizim sırrımız olarak kalacak. Kimseye anlatmayacağım!”

“Peki, öyleyse. Hikâyenin sırrı şurada: Bugüne kadar bu hikâyeyi dinleyenler, hikâyenin sırrını çözebilirse hikâye gerçek oluyor.”

“Aaaaaa!” diye coşkulu bir ses çıkardı Bamba. “O sırrı çözeceğim! Hadi baba anlat, durma anlat!”

“Başlıyorum öyleyse. Anlatacaklarımı çok dikkatli dinle, tek bir cümlesini bile kaçırmadığından emin ol.”

Bamba bütün dikkatini Basalito’ya vermişti. Kulaklarını dört açarak, anlatacaklarını bir an önce duymayı bekliyordu.

Dirseklerini dizlerine koyup ellerini çenesinde birleştirdi. Ba- salito onun bu heyecanlı hâlini görünce daha da mutlu oldu.

Bakışlarını önce gökyüzüne çevirdi. Yukarıda, ağaçların ara- sından görünen gökyüzü parçalarında yıldızlar parıldıyordu.

Yüzünü yeniden Bamba’ya çevirdiğinde tebessümü büsbütün artmıştı. Yerinde doğrulup, kibarca boğazını temizledikten sonra konuşmaya başladı:

“Gökyüzünde, yıldızların arasında yaşayan ihtiyar bir adam varmış. Bu adam öylesine yaşlıymış ki yüzyıllardır dolaşmadı- ğı gezegen, arkadaşlık etmediği yıldız, bilmediği tek bir meteor taşı bile yokmuş. Bütün galaksiler, yalnız başına dolaşan bu ihtiyar adamı tanırmış ve ona derin bir saygı duyarmış. Üç yüz beş yaşında olmasına rağmen onun bu kadar uzun süre mutlu kalabilmesine herkes şaşıp kalırmış. Ona bu hâlinin sırrını sor- duklarında, ‘Benim tek görevim mutlu olmak ve çevremdeki mutsuzlukları sevince dönüştürmek,’ dermiş. Bu söyledikleri

(11)

gerçekten de doğruymuş; çünkü ihtiyar adamın üç yüz beş yıllık yaşamı boyunca çalıştığı tek bir işi varmış, o da üzgün olduk- larında sönük görünen yıldızları mutlu ederek onların tekrar parlayabilmesini sağlamakmış. İhtiyar adam işini severek yapıyor, pırıl pırıl bir gökyüzü inşa ediyormuş böylece. Günlerden bir gün o güne kadar hiç fark etmediği sönük, küçük bir yıldızla karşı- laşmış. Onu bugüne kadar görmemiş olmasına şaşırıp kalmış.

Küçük yıldız kendisinden çok daha büyük, görkemli parıltılara sahip olan diğer yıldızların arasına saklanmış, ağlıyormuş.

İhtiyar adam şaşkınlığından sıyrılıp soluğu küçük yıldızın yanında alarak, ‘Neyin var küçük yıldız?’ diye sormuş ona.

‘Niçin bu kadar sönük ve mutsuzsun?’

Küçük yıldız ihtiyar adamın bu sorusunu duymamış gibi davranarak ona sırtını dönmüş. İhtiyar adam bugüne kadar diğer yıldızlarla nasıl konuştuysa, onunla da aynı güzel kelimeleriyle konuşmayı denemiş ancak bunun hiçbir faydası olmamış. Küçük yıldızın ilgisini çekebilmek için ne yaparsa yapsın küçük yıldız oralı olmuyormuş.

‘İyi,’ demiş ihtiyar adam, küçük yıldızın duyabileceği bir sesle,

‘ben de giderim o zaman. Sen ise var olduğun sürece böyle sönük kalmaya mahkûm olursun. Hiçbir yıldızı zoraki parıldatamam.’

İşte o zaman ilk kez kıpırdanmış küçük yıldız. İhtiyar adama doğru dönüp, ‘Beni eski parıltıma kavuşturabilir misin ki?’ diye sormuş.

‘Bunun için buradayım küçüğüm,’ demiş ihtiyar adam içinde kabaran bir sevinçle.

(12)

‘Ama,’ demiş küçük yıldız, ‘artık bunun bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Burada benden daha büyük ve parlak yıldızlar varken gökyüzünün bana ihtiyacı yok.’

‘Hiç olur mu küçüğüm!’ demiş ihtiyar adam sitemle. ‘Yeryü- zünde senin parıltını görebilmek için geceleri gökyüzünü seyreden küçük kalpler var. Mutsuzluğun onları da mutsuz ediyor, bunun farkında değil misin?’

‘Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi?’ diye söylenmiş küçük yıldız.

‘Bak küçüğüm,’ demiş ihtiyar adam. ‘Evrendeki her yıldızın, yeryüzünde temsil ettiği bir canlı vardır. Bu bir çiçek, bir kuş, bir köpek veya bir insan olabilir.’

Küçük yıldız bu sözlere de ilgisiz görünmüş. ‘Beni böyle söz- lerle kandıramazsın,’ demiş ihtiyar adama.

‘Seni kandırmak gibi bir niyetim yok küçüğüm. Ama madem böyle düşünüyorsun, sana bunu kanıtlamak yine benim göre- vimdir. Dilersen seninle kısa bir gezinti yapalım,’ demiş ihtiyar adam ve küçük yıldızla birlikte evreni dolaşmaya başlamışlar.

Evrendeki farklı galaksileri, onların içindeki gezegenleri ve yıldızları ilk kez gören küçük yıldız şaşkınlığını gizleyememiş.

İhtiyar adam ona, evrenin onun sandığından çok daha büyük olduğunu ve kendisinden çok daha küçük yıldızların nasıl da parıl parıl parıldadığını anlatmış. Küçük yıldız gördüklerine ve duyduklarına şaşırsa da bir türlü büsbütün ikna olmuyormuş.

Dünya isimli gezegene geldiklerinde ise ilk karşılaştıkları canlı, ağlayan bir bebekmiş. Küçük yıldız, bir bebeğin yıldızları bile-

(13)

meyecek derecede küçük olduğunu söyleyerek burun kıvırmış.

Daha sonra acı acı uluyan bir köpekle karşılaştıklarında ise bir köpeğin yıldızlarla işi olmayacağını söyleyip bunun üzerinde durmaya bile gerek duymamış. Ay ışığı altında parıldayan kuru bir ağaç gördüklerinde ise küçük yıldız birdenbire duraksamış.

Sanki çoktandır unuttuğu bir şeyi hatırlamış gibi, ‘Bu ağaç niçin böyle kuru kalmış?’ diye sormuş ihtiyar adama. İhtiyar adam cevap vermek yerine sessiz kalmayı tercih etmiş. Bu sessiz- lik küçük yıldızı iyice huzursuz edip düşüncelerini yoğunlaştırmış.

‘Bir arkadaşım vardı, ismi Woody,’ demiş küçük yıldız. ‘Ah!’

diye bir yakarışta bulunmuş sonra, ‘onu çoktandır görmedim.

Sanırım onu yalnız bıraktım.’

İhtiyar adam, ‘Woody mi?’ diye sormuş şaşırarak. Onun dikkatini çekebildiği için mutlu olmuş. ‘Woody de kim?’ diye yinelemiş sorusunu.

‘Yalnız ve umutlu bir ağaç,’ demiş küçük yıldız. ‘Kaç mevsim- dir çiçek açacağı günü bekliyor. Parlamadığım için ne zamandır beni göremiyordur. Onu ışıksız bıraktım. Kalbi bu acıya daya- nabilmiş midir?’

İhtiyar adam, ‘İşte,’ demiş, ‘dikkate almadığın o mini mini bebeğin, o güzel köpekçiğin ve bu kuru ağacın da bir kalbi vardır.

Tıpkı senin de sahip olduğun gibi. Yoksa nasıl mutsuz olabilirsin, söyle bana küçüğüm? Eğer ışığa sahipsen, karanlıkta durma ve kimseyi de ışığından mahrum etme.’

Küçük yıldız ihtiyar adam konuşmaya devam ederken ışığını geri kazanmaya, parıldamaya başlamış. Güçlü ışığın etkisiyle

(14)

kuru ağacın dallarında filizlenen tohumları izlemeye koyulmuşlar birlikte.”

Basalito hikâyeyi anlatıp bitirdiğinde Bamba’nın yüzü sevinçle dolmuştu. Ağaç arkadaşı Woody’nin isminin de hikâyede geçmesi onu daha çok mutlu etmişti. Küçük yıldız ve Woody’nin arkadaşlığı epey ilgisini çekmişti. Başını yuka- rı kaldırıp gökyüzü parçalarında kırpışan yıldızlara baktı ve İturi Irmağı’nın kıyısında yükselen ağaç arkadaşı Woody’yi düşündü.

Daha sonra kollarını olabildiğince iki yana doğru açarak,

“Sanırım sırrı çözdüm!” dedi. “Ama gerçekleşebilmesi için onu saklı tutacağım.”

“Ne mutlu!” dedi Basalito memnuniyetini belli ederek.

Ağır hareketlerle doğrulduktan sonra yanındaki kum dolu kovaya uzandı. Kumu alevlerin üzerine yavaşça serperek ateşin gitgide azalıp sönmesini sağladı. Daha sonra Bamba’ya dönerek, “Sen sen ol, kimseyi ışığından mahrum etme!”

diye fısıldadı. İkisinin de yüzünde bir tebessüm belirmişti.

Ayağa kalkınca birbirlerine sarılıp tek vücut olarak ağaç evlerine yürüdüler. Adımlarında sonsuz bir mutluluk ve coşku vardı.

***

Bamba sabah erkenden uyanmıştı. Gece, yolcuğu dü- şünüp durduğu için pek uyuduğu söylenemezdi ama bir ara içi geçmişti işte. Bütün endişelerine, korkularına ve huzur- suzluğuna karşın böylesine mutlu uyandığı başka bir sabah

(15)

hatırlamıyordu. Yıldızların içinde yüzdüğü bir rüya görmüştü.

Şaka değildi, gerçekten de İturi Irmağı’nda yüzüyormuş gibi gökyüzünde kulaç atıyor, her defasında da etrafındaki küçük yıldızlara selam veriyordu. Onu gören bütün yıldızlar daha bir iştahla parıldıyordu.

Hayvan derisiyle kaplanmış yatağından kalkıp dışarı çıktığında büyük bir sürprizle karşılaştı. Meydana adım attığı anda üzerine çiçekler yağmaya başlamıştı. Mbuti çocukları ağaçlara çıkarak ellerindeki sepetlerden tutam tutam aldık- ları çiçekleri aşağı atıyorlardı. Çiçek yağmurunun ardından teneke kutulardan çıkan tok sesler, tek nota çıkarabilen üflemeli çalgılar ve yoğun alkış sesi birbirine karıştı. Saklan- dıkları köşelerden meydana çıkan kabile halkı öyle mutlu görünüyordu ki, onları o anda karşısında gören birisi zerre kadar üzüntüyü içinde barındıramazdı. Bu güzel insanlardan, bu büyük aileden bir süreliğine de olsa ayrılmak Bamba için pek üzücü olacaktı. Tabii bu sırada üzüntüye dair hiçbir şey hissetmiyordu; şaşkınlıkla etrafına bakınıyor, bütün sevdik- lerinin bir arada olmasına ve kendisi için hazırladıkları veda törenine yaraşır bir çocuk olabilmeyi ümit ediyordu. Her şeyi öylesine güzel düşünmüşlerdi ki, onlara hayran olmamak mümkün değildi. Annesi Nomfumaneko ve babası Basali- to’nun ona her an sevgiyle baktığını görmek ne büyülü bir mutluluktu. Kabilenin yetişkin üyeleri de şefkat ve gururla gülümsüyor, çocuklar ise Bamba’nın yanına yaklaşıp omzuna veya sırtına dokunarak ona destek olduklarını göstermeye çalışıyordu.

(16)

Bu sırada Bamba’nın yanına yaklaşan Basalito, “Oğlum, gitme vaktimiz yaklaşıyor. Woody’ye veda etmek istiyorsan çabuk olmalısın,” diye fısıldadı.

Babası Woody’nin ismini telaffuz ettiği için Bamba’nın içi eşsiz bir sevinçle doldu. Birçok arkadaşı, ağaçlara saygı duymasına rağmen Bamba’nın bir ağaçla arkadaşlık etmesini garipsiyordu. Arkadaşı Nsofwa kibirli bir ses tonuyla, “Bak dostum, bir ağacı sevebilirsin, onun görüntüsü veya türü hoşuna gidebilir fakat onunla konuşmak neresinden bakar- sak bakalım bir delilik,” demişti. Bamba bu ve buna benzer sözleri fazlasıyla işitse de hiçbirine kulak asmıyordu. Babası Basalito’nun onu bildiğinden ve ağaç sevgisini anladığından neredeyse emindi; ona bir keresinde, “Bir ağacı sevmenin binbir türlü yolu vardır oğlum, ve seninkisi en güzellerin- den,” demişti. Basalito’nun bu sözleri Bamba’nın aklından hiç çıkmıyordu; Woody’yle ilgili ne zaman bir ümitsizliğe düşse hemen umutla doluyordu.

Bamba, babasının sözleri üzerine vakit kaybetmeden yola koyuldu. Sarmaşık duvarı geçerek İturi Irmağı’na doğru uzayan patikayı takip etti. Kuşlar ve böcekler her zamanki şarkılarını dillendirerek bu kısacık yolculuğunda ona eşlik etmeyi görev bildiler. Irmağa yaklaştığında kalbi heyecanla atmaya başlamıştı. İşte güneşte parıldayan yeşil yaprakları, gövdesini ve dallarını saran kahverengi elbisesi, hışırtısıyla bestelediği melodisiyle Woody orada kendisini bekliyordu.

Gideceğini anlamıştı belki de, bir veda konuşmasının eşi- ğinde olduklarını fark etmişti. Bamba, Woody’nin yanına

(17)

vardığında hışırtıları duyunca gelişine sevindiğini düşündü.

Parıldayan cam gözleriyle ırmağın bitiminde bütün heybe- tiyle yükselen ağaca hayranlıkla baktı. Biraz daha yaklaşıp Woody’nin gövdesine tutundu. İnce uzun parmaklarını ağa- cın gövdesindeki çatlaklarda gezdirdi; onu sevdi sevdi sevdi.

Daha sonra kollarını iki yana açıp Woody’nin gövdesine sarıldı. Kulağını ağaca dayayıp Woody’nin özünde, damar- larında gezinen yaşam suyunun akşını duyduğunu hissetti.

Onunla arkadaşlık etmeye başladığı ilk günleri dün gi- bi hatırlıyordu. Woody ismini ona iki sene evvel değişim programıyla kabileye gelen Isabelle vermişti. Bamba da tıpkı Isabelle gibi bu ismi duyduğunda hemen benimsemişti.

Woody’yi birlikte keşfetmişlerdi. O zamanlarda ormanın bu bölümünde yürüyüşler yaparken ona rastlamış, günler geçtikçe buraya daha sık uğramaya başlamışlardı. Woody ormanın en güzel manzarasına sahipti. Bamba ve Isabelle onun dallarına oturarak önlerinde kıvrılan ırmağı, ırmağın arkasında uzanan ağaçlığı ve üzerindeki gökyüzünü aynı karenin içinde görebiliyorlardı. Elbette Isabelle kısa bir süre burada kaldıktan sonra ülkesine geri dönmüştü. Veda ederken de Bamba’dan Woody’ye göz kulak olmasını ve onu asla yalnız bırakmamasını istemişti. Bamba, Isabelle’nin gidişinin ardından sözünü kulağına küpe yapmış, her gün olmasa bile sıklıkla Woody’yi ziyaretine devam etmişti.

Çok geçmeden bu güzel ağaca bir şeyler anlatmaya, onunla sırlarını paylaşmaya başlamıştı. Bamba için Woody, ağaçtan öte bir canlıydı; insanlar kelimeler aracılığıyla birbirleriyle

(18)

anlaşıyor, aklı ve duygularıyla hareket ediyorlardı ancak Bamba’ya göre, hiç kimse buna inanmasa da ağaçların da bizim bilmediğimiz bir iletişim şekilleri, duyguları, aklı ve kalbi vardı. Bamba, Woody’nin onu anladığına, hışırtısıyla ona cevap verdiğine ve gerçekten -biz insanlarınki gibi olmasa bile- onun da bir kalbi olduğuna inanıyordu.

Şimdi Woody’nin dallarında oturmuş, ormanın en güzel manzarasını seyre dalmıştı. Irmağın üzerine yansıyan güneş ışıkları suyun üzerinde parıltılar yaratıyordu. Balıklarsa bu parıltıların arasından zıplayıp gökyüzüne yükselerek tekrar suya dalıyorlardı. Gökyüzündeki kuşlar alçak uçuşlarla ırma- ğa yaklaşıyor, suya dalıp yeniden gökyüzüne yükseliyordu.

Etrafta gezinen kelebekler ve diğer böcekler birer motif gibi manzaraya işlenmişti. Irmağı çevreleyen ağaçlar ve çalılıklar, onların üzerine tüneyen kuşların çıkardığı sesler ormanın en güzel şarkısını dillendiriyordu. Bamba soluğunu tutmuş bir şekilde bu eşsiz manzaraya bakarak, “Sadece ormanın değil, dünyanın en güzel manzarası,” diye fısıldadı içinden.

Woody gerçekten de onu anlıyormuş gibi coşkuyla hışırdadı.

Bamba birden geç kaldığını hatırlayıp kendini manza- ranın güzelliğinden alıkoydu ve Woody’ye dönerek, “Bir süre burada olmayacağım Woody,” dedi üzüntü dolu bir ses tonuyla. Bir süredir devam eden hafif esinti durmuştu, Wo- ody yapraklarını kıpırdatmadan Bamba’yı dinliyor gibiydi.

“Bir yolculuğa çıkıyorum, uzun bir yolculuğa,” diye devam etti Bamba. “Ama sakın endişelenme. Geri döneceğim. Ben

(19)

dönene kadar kendine iyi bak. Orada, senin gibi güzel bir ağaç arkadaşım olduğunu unutacağımı da düşünme.”

Bamba sözlerini bitirdikten sonra dikkatlice aşağı in- di. Parıldayan gözleriyle ağacı süzdü; gövdesine, dallarına, yapraklarına uzun uzun baktı. Ona veda etmek sandığından daha zor oluyordu.

Zoraki gülümsemeye çalışarak, “Hoşça kal Woody!” dedi.

Ağaç o ana kadarki en güçlü hışırtısını sundu. Bamba hızlı adımlarla uzaklaşıp gözden kayboldu.

***

Bamba kabileye vardığında herkesin sarmaşık duvarın önünde toplanıp onu beklediğini gördü. Lider Mobutu ve yetişkin erkeklerden bazıları avda oldukları için orada değil- lerdi. Öğretmen Shiwa ona göz kırparak sessizce veda etmiş, Bamba’nın öğretmenlik hayalinin gözlerinde canlanmasını sağlamıştı. Basalito ve Nomfumaneko önde, diğerleri arkada duruyor, veda eden bakışlarla Bamba’yı süzüyorlardı.

Basalito birkaç adım atıp Bamba’ya yaklaşarak, “Hadi oğlum,” dedi. “Vakit geldi.”

Bamba koşarak annesi Nomfumaneko’ya sarıldı. Göz- yaşlarını tutamıyordu. Annesi de daha fazla dayanamayıp ağlamaya başlamış ancak durumu daha da zorlaştırmamak için bu sarılma eylemini kısa tutmaya çalışmıştı.

“Güle güle oğlum,” dedi onu yanaklarından ve tıraşlı kafasından öperek.

(20)

“Hoşça kal anne,” dedi Bamba, gözyaşlarını kolunun tersiyle silerek.

Kabile hep bir ağızdan, “Kwaheri* Bamba!” diye çağılda- yınca Bamba onların kendi dillerini kullanmasına şaşırdı.

“Kwaheri!” diyerek el salladı onlara zoraki bir gülümse- meyle. Daha sonra çabuk adımlarla babasının yanına vardı.

İkisi birlikte şehre doğru uzanan patikaya saparak uzaklaşma- ya başladılar. Bamba kısa aralıklarla dönüp arkasına baktı.

Gitgide küçülen kabile halkı bir süre sonra gözden kayboldu.

***

Patikayı geçip ormanın başladığı yere vardıklarında Bam- ba, kabullendiği bir görevi yerine getirmek üzere arabaya doğru yürüdü. Arabanın arka kapısını açtığında daha ön- ceden hazırlanıp oraya bırakılmış bir bavulun arka koltukta durduğunu gördü. Yolculuk öncesinde mutlaka giyilmesi gereken kıyafetler -iç çamaşırı, bir kot pantolon ve beyaz bir gömlek- bavulun üzerine özenle yerleştirilmişti.

Bamba’nın dönüp kendine baktığını gören Basalito,

“Biliyorsun oğlum, gideceğin ülkenin gelenekleri bizim ge- leneklerimizden biraz farklı. Bu kıyafetleri giymen uyum sağlamanı kolaylaştıracak,” diye konuştu.

Bamba direnmeden kıyafetleri alıp arabanın içine girdi ve kapıyı ardından kapattı. Kısa sürede giyinip, elindeki hasır eteğiyle dışarı çıktığında üzerindekilerin onu rahatsız ettiğinin farkına vardı. Pantolonunu aşağı doğru çekiştir-

* (Svahili dilinde) Hoşça kal.

Referanslar

Benzer Belgeler

güneşe gitti orada güneşe yer yoktu her şey bir anda oldu küçük prens ay doğdu ve şiir. gibi aydınlandı her yer küçük prens küçük prense

3 — Türkiyede küçük sanatlarla elişlerinin bugün Ve ya- rın için ne kadar yüksek kıymette eserler vücude getirmeğe namzet olduğu ve ne derece şuurlu bir anlayışla

Ölçü alan kişi kılavuzlu kumpasla deneğin dudaklarına baskı yapmadan median- sagittal hatta alt dudağın en alt noktası (labrale inferius) ile üst dudağın ortaya yakın

1- Güneş ekvator boyunca devinsin [yani R(t) = 0 olsun], 2- Dairesel bir yörüngede dolansın [yani C(t) = 0 olsun],.. 3- Yörüngedeki dolanmasını Gerçek Güneş ile aynı sürede

• İşlevsel Genomik; metabolomik gen delesyonu veya insersiyonu gibi genetik manipulasyonların sebep olduğu fenotipteki değişiklerin belirlenmesinde kullanılan önemli bir

Bir soru sordu muydu, peşini asla bırakmayan Küçük Prens, ‘‘Beş yüz milyon tane ne?’’ dedi yeniden.. ‘‘Yıldızların sahibi

Gerçi tasarladığı güçlü roketin (R-7) yapımı tamamlanmış, yer dene- meleri de yapılmıştı. Ama Dünya yö- rüngesine yerleştirilecek 1,5 tonluk “ilk

Mallampati scores, Cormack-Lehane scores, number of intubation attemps, ventilation and obstructive sleep apnea syndrome (OSAS) descriptive, difficult intubation