Kaybettiklerimiz
1908 — 1968 İsmet Barutçu
Mimarlar Derneği ve Odası binasının temel atma merasiminde konuşurken
Akademinin öğretim üyesi arkadaşla-rımdan ressam Salih Urallı «yahu, bizim Barutçu da gitti haberin var mı?» dedi. Bu haberin acısı gözlerimi yaşarttı, içimden ağ-ladım. Ama neye ağlıyoruz. Mevlâna de-memiş m i :
«Hayat ölümdür. Ölüm ise hayat..»
Bizler Güzel Sanatlar Akademisine, öğretiminde reform yapılmağa başladığı yılda (1929) girdik. O tarihte henüz bütün Akademi öğrencileri galeri denilen resim atölyesinde 6 ay füzen çalışırlardı. Biz de 1 - 2 ay çalıştık. Orada İsmet pek görünme-mişti. Reform başlayınca bu usul terk edildi. Proje çalışmaları ile dersler de birbirinden ayrıldı. 2 senede dersler bitirilmeden proje atölyesine geçilemiyordu.
İşte I. sınıfın ilk derslerinden biri olan resm-i hendesî (teknik resim) atölyesinde idik, bu atölye Fındıklı Sarayının üst ka-tında ahşap geniş bir salon idi. Biz önler-deki masalardan birinde hoca Sırrı Bey'den tashih görüyorduk. Atölyenin merdiven ba-sındaki geniş camekânlı kapısından uzun boylu, giyimli, al saçları briyantinli bir deli-kanlının süzülerek arka masalara doğru
ak-İsmet Barutçu
ve
Nizamettin Doğu'dan
anılar
Yazan : BEHÇET ÜNSAL
tığını gördük. İsmet'in bende bıraktığı bu ilk intiba hafızamdan silinmiş değildir. Bu çekingen ve yakışıklı delikanlının, talebe bir-liği toplantılarında yaman bir mücadeleci ve bir hatip olduğunu sonra gördük.
Evvelce adı Usul-ü Keşf-i Mimarî olan ders reformdan sonra İnşaatın Sevk ve İda-resi (keşif) şekline bürünmüştü. Bu ders asıl hüviyetine Sırrı Bey'in hocalığında kavuştu. Önceki hocası rahmetli Selâhattin Bey idi. Ona 9999 adını takmışlardı; b.. yedi Selâ-hattin Bey de derlerdi, bu iki nesneyi hoca konuşmalarında fazlaca kullandığı için sı-nıfta ona bu adı takanlardan biri Talât, biri de İsmet idi. Ve ders neşeli şekilde geçerdi. Bir gün hoca bir fırın yapısının tabanında su biriktiğini, bunun nereden, nasıl peyda olduğunu mimarın nasıl araştırıp bulacağını sordu. Temelde gerekli tecrid yapılmış ol-duğunu da bildirdi. Arka sıralardan «koku-sundan anlarız efendim» diye bir ses geldi.
«Kimdir onu söyleyen» diye o tarafa yö-neldi hoca: İsmet hem nükteci, hem atılgan, hem de çekingen bir adamdı ya «ben söyle-dim» diyemedi. Fakat sıra arkadaşı Talât
«işte bu efendim» diyerek İsmet'i gösterdi. S'lâhattin Bey de gitti onu alnından öptü. Meğerse beklediği cevap da bu imiş. Fırının bodrumunda duvar tecridi yapılmadığı için komşu binanın pis suları oradan içeriye sı-zarmış.
Onun koridorlarda vezinsiz yeni tarz şiirlerini dinlerdik. Bunları bir küçük kitap halinde yayınlamıştı, galiba adı da «Tü-tüncü Kızları» idi. Sonradan o yüzden başı derde girmişti ya! Neyse. İsmet şair bir deli-kanlı idi, doğrusu fizik yapısına bu şairlik de pek uymuştu.
Biz proje atölyesine daha öncc geçtiği-miz için onun çalışmalarını pek göremedim. Burada O'nun bir mimar namzedi talebe olarak nasıl bir insan olduğunu göstermek istedim: Narin, hassas, nükteci, şair, atılgan ve münakaşacı tipte bir insan. Bütün bun-lara rağmen kendini hemen belli etmez bir
tevazu içindeydi..
O'nu tartışmalarda yenmek ve fikrinden-vazgeçirmek pek zor oluyordu. Zira doğru bulmadığı ve inanmadığı fikirleri savun-mazdı. Tahsil yıllarından sonra herkes bir tarafta meslek hayatına başladı.
İlk defa Sivas'ta İnhisarların kontrol mimarı olarak çalıştı. İsmet kontrol mimar-lığı kariyerine orada başladı ve hep öyle kaldı.
Uzun yıllar O'nu bir daha göremedim, tâ ki istanbul Mimarlar Birliğinin 1941 kongresine kadar. Orada idare heyetine se-çilmiştik. Sonra Yapı Dergisini çıkardık. Derginin bütün yazı işlerini tam bir usta-lıkla O çeviriyordu. Şairlikten de vazgeç-memiş, Semih Üstün takma adiyle dergide şiirler de yazıyordu. Gece yarılarına kadar çalışırdık, sonra Beyoğlu'ndaki Çiçek Pasa-jına uğrar oradan O'nu Hiirriyet-i Ebediye Caddesindeki evine bırakır, dönerdik. O yıl-larda istanbul Kolordu Mimarı idi. İlk ço-cuğu da o zaman oldu, adına Durkan dedi-ler. Şimdi O da bir koca mimar oldu.
Sonradan Maarif Vekâleti Yapı İşleri'n-de Kontrol Mimarı olarak çalıştı, artık iyi bir kontrol mimarı olmuştu. Daha sonra da serbest çalışmaya başladı. Sıkıntılı günleri oldıı. Ve kader onu politika alanına itti.
Ankara'dan senatör olmak istiyordu. CHP karşısında yenilgiye uğradı ve Ankara Belediye Meclisi üyesi olarak kaldı. Fakat ben O'nu hep genç bir Akademili ve mimar olarak hayal etmişimdir. Ankara'da Mimar-lar Odası binasının temellerine ilk harcı ko-yarken çekilmiş bir fotoğrafta O'nun resmi görülmektedir ve altında en yaşlı mimar sıfatıyle «İsmet Barutçu tarafından ilk harç konulurken» kaydı vardır. Zaman bizi yiti-riyor biz de zamanı, şaştım kaldım; İsmet Barutçu: En yaşlı mimar.
Sonra da başka bir hayata göç etti ve mimarlık ailemizin neşesinden bir kısmını da aldı götürdü.
1908 — 1968 Nizamettin Doğu
Arkasından da Nizamettin Doğu göçtü. Bu seneki Sinan yıldönümü için önceden hazırlıklara girişmişti. Fakat 9 Nisana yeti-şemedi zavallı. Nizamettin de esprili bir ço-cuktu, çok neşeli, daima güler yüzlü ve ha-reketli idi. Kuvvetli bir deseni vardı.
İlk defa 1928 de Boğaziçi'nin küçük vapurlarında alt salonunda gözüme iliş-mişti. Engr kâğıdı üzerine çizilmiş bir ters gösteriyordu arkadaşlarına, ben de yanlarındaydım. Yan gözle ve hayranlıkla O'nu seyre daldım. Gürbüz vücudu, güler-ken şişen yanakları ve zekâsını yansıtan bir mercek gibi parlayan gözleri, yağız sima-sı... Ve yarık üst dudağı ile bu delikanlı hemen kafamın objektifinde sabitleşip kal-mıştı. Kendisiyle konuşmak fırsatı olma-mıştı.
Sonra ben Akademiye girdiğim yıl O'nu bizden bir sınıf ileride mimarî talebesi ola-rak buldum. Çalışkandı ve başarılı idi. Mon-ceri atölyesinin belirli simalarından biriydi. Sağ olsun başta Edip (Onat) olmak üzere rahmetli Recai (Akçay) ve Nizamettin atöl-ye içinde 3 as idiler. Vedat ve Monceri pro-je atölyelerine modern Egli atölyesi de ka-tışmıştı ama klâsik atölyelerin talebeleri da-ha ağır basıyordu. Edip gibi Nizamettin de atölye projeleri yanında modern (kübik) de-nemelere de girişmişt'
M imarî şubesinde yapılan reform so-nunda klâsik atölyeler kapandı ve hepimiz eğilimini tek bir atölyede, modern mimarî üzerinde tamamladık. O yıllar (1931) mo-dern mimarinin Orta Avrupa'da şahlandığı yıllardı. Bu şahlanış eğitimde de kendini göstermişti. Ve arkasından bize de kolayca sirayet etmişti. Kolayca dersem bu kolaylık Cumhuriyetin, Ankara'yı modern biçimde inşa etmek arzusundan gelmişti. Yoksa mi-marlarımız hatta mimarî talebeleri arasında bu b ir tartışma konusu oluyordu. Ama bir gün Monceri bu iki talebesinin kübik dene-melerine de göz atmış ve şöyle konuşmuştu: «Kuzum.» diyordu, «biz klâsik ekolde yetiş-tik, ben Bursa'daki Çelikpalas binasını mo-dern yapayım dedim, fakat olmadı. Elim alı-şık değil yapamıyorum, fakat gördüğüme göre Avrupa mimarları bu yolda çalışıyor-lar, yaptıklarına göre her halde işin doğrusu bu olmalı. Ama ben beceremiyoram işte. Onun için artık mimarlığı da hocalığı da bırakacağım». Monceri bu ayrılış konuşma-sından sonra bir daha atölyesine gelmedi. Yukarıda klâsik atölyeler kapandı demiştim, işte böyle kapanmıştı. Ve Nizamettin ile di-ğerleri bu konuşma üzerine hocalarının bü-yüklüğüne daha çok inanmışlardı.
Ondan sonra Egli atölyesinde fonksi-yonel eğilim içinde projeler yapılmağa baş-landı. Nizamettin bu yeni cereyan içinde de kendini belli eden parlak telebelerden biri oldu. Bilhassa projesini, yaptığı güzel ma-ket ve kuşbakışı perspektiflerle prezante et-mekte büyük bir ustalık gösteriyordu.
Bu atölyenin ilk mezun ettiği mimar-lardan biri olarak meslek hayatına başladı. Birkaç güzel yapısı vardır, fakat O daha zi-yade bir büro mimarı olarak kendini tanıt-mıştır. Sonra yıllarca Beden Terbiyesi Genel Md. Spcr Tesisleri mimarlığını yaptı. Bu iş-leri usulüne ve yörüngesine oturttu ve spor yapılarını bir nizama bağladı Nizamettin. Hatta bu konuda bir de kitap yayınladığını hatırlıyorum. Bu kısa ve çorak sanat haya-tında başka ne yapabilirdi.
Bizde sanat dünyası hayatta değil, mek-tebin içindedir.
Behçet ÜNSAL
Foto: M. Tören - Karamürsel
| | Milât'tan sonra III. y.y,. ait bir Roma mezarı
Karamürsel - İzmit yolunun yapımı sıra-sında M. S. III. yüzyıla ait olduğu mütehas-sıslar tarafından tesbit edilen bir mezar bu-lunmuştur.
istanbul Arkeoloji müzesi mütehassıs-larından Dr. Nezihi Fıratlı'nın gazetelere verdiği izahata göre, mezar, Romalıların Nikcmsdia'yı (İzmit) metropol olarak kul-landıkları devirlerde, zengin bir aile için inşa edilmiştir. Lâhit ile çevresindeki mezar odasında yapılan kazıda iskeletler ve çok sayıda çanak çömlek bulunmuştur, istanbul Arkeoloji Müzesi arkeologları mezarı ince-lemektedirler.
Diğer taraftan, Karayolları Devlet tara-fından mezarın yakınında bir otopark yap-tırılmakta, bu suretle civardan geçenlerin, istedikleri takdirde, mezarı, incelemeleri te-min edilmektedir.