• Sonuç bulunamadı

Sonunda çıkarılan Biyogüvenlik Kanunu ile Türkiye’de GDO’lu üretim yasaklandı, ancak ithalata kapılar açıldı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sonunda çıkarılan Biyogüvenlik Kanunu ile Türkiye’de GDO’lu üretim yasaklandı, ancak ithalata kapılar açıldı"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ağustos ayında Tarım ve Köy İşleri Bakanlığında GDO ile ilgili bilimsel komite 25 yeni GDO ürünün Türkiye’ye girmesine izin verdi. Bilindiği gibi çıkarılmış bulunan Biyogüvenlik Kanunu’nda Türkiye’de GDO’lu ürün

yetiştirilmesi yasaklanmış ancak bu ürünlerin ithaline izin verilmişti. 2009 yılı haziran ayına döndüğümüzde, hükümet sözcüsünün yaptığı açıklama ile hem üretim hem de ithalat yönünde yönetimin kararlı olduğunu açıklamış olduğunu hatırlıyoruz.

Bu açıklama sonrası GDO’ya Hayır Platformu’nu oluşturan kuruluş ve kişiler hızlı bir mücadeleye yeniden başlamışlardı. Bu platformda Ziraat Mühendisleri Odası, Ekoloji Platformu, Slow Food hareketi gibi kuruluşlar oldukça etkiliydiler. çok kısa bir süre içinde kamuoyu GDO’lar konusunda ezici karşıtlığını ortaya koydu. Bunun üzerine başta Tarım ve Köy İşleri Bakanı olmak üzere birçok yetkili GDO’ya karşı açıklamalar yapmaya başladılar.

Bakan Eker “Ben GDO yemem” dedi. Emine Erdoğan “GDO’lar büyük bir tehdit oluşturuyor” dedi. Sonunda

çıkarılan Biyogüvenlik Kanunu ile Türkiye’de GDO’lu üretim yasaklandı, ancak ithalata kapılar açıldı. Bu, GDO’ya Hayır Platformu için kısmi bir başarı bile kabul edilebilirdi. Aslında GDO ürünleri tüketiminin zararları bilinmektedir.

Almanya gibi hemen hemen sıfır düzeyde GDO üreten ancak ithal eden ülkelerde veya ABD gibi GDO üretiminin merkezi sayılabilecek ülkelerde yapılan çalışmalar gıda sanayi ürünlerinin yüzde 70’lik bölümünün GDO içerdiğini ortaya koymuştur. Ülkemizde de kısa zamanda bu orana ulaşılacaktır. Yönetimin hesabının bir süre sonra kamuoyunu ikna edip, yasayı üretime açık olacak şekilde değiştirmek olduğunu tahmin ediyoruz. Bu alanda eğitimi olanların bile yıllarca ABD’de kalmalarına karşılık hasta olmadıkları gibi düşüncelere sahip olabildiklerini görebiliyoruz. Kanser, alerji vb. birçok hastalık yaygınlaşmasına karşılık insanlar adeta yepyeni bir hastalık beklentisi içindedirler. Bu görülmeyince GDO’yu suçsuz ilan edebilmektedirler. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Bilimsel Komitesi karar verirken genellikle “Eldeki bilgiler ışığında insan ve hayvan sağlığı açısından istenmeyen bir etki oluşturmayacağı

beklenmektedir” gibi ifadeler kullanmaktadır. Bu bilimsel bir yaklaşım değildir. Dünya için yeni olan bu ürünlerde ihtiyatlılık ilkesi gereğince beklenti değil kesin zarar vermediği saptanmış olmalıydı. Şirketler tarafından yapılan güvenlik araştırmalarında çoğu zaman 23 günlük nadiren 90 günlük fare deneyleri yapılmaktadır. Halbuki üç dört nesil süren fare deneylerine kadar varan ciddi araştırmalara ihtiyaç vardır.

Biyogüvenlik Kanunu’nda, bakanlıkta kurulan “Bilimsel komitelerin hazırladıkları bilimsel değerlendirme raporları hizmete özel olup, bu raporlar kurul haricinde hiçbir gerçek ve tüzel kişiye, kuruma ve kuruluşa verilemez”

denmektedir. Kısacası kamuoyunun verilen raporlar hakkında bilgi sahibi olması bile engellenmektedir.

GDO’lu ürünler hızla gıda ürünleri içinde yayılmaktadır. Örneğin aldığımız bir helva, meyve suyu veya kola, GDO’lu mısırdan üretilmiş fruktoz şurubu içermektedir. GDO’ya Hayır Platformu’nun ve diğer bilinçli kuruluşların amacı GDO’lu ürün ithalini de durdurarak Türkiye’yi tamamen GDO’suz bir ülke haline getirmektir.

GIDA ÜRÜNLERİ YAKIT OLUYOR

GDO genellikle açlığa çare olarak ileri sürülmektedir. çok net bir şey var ki, GDO’lu tohumların çoğunluğu aslında biyoyakıt yapmak üzere üretiliyorlar. Mısırdan biyoyakıtlar yapılıyor (metanol) ve arabalarda kullanılıyor. Bunun temel nedeni ABD’nin petrole olan bağımlılığını hiç olmazsa bir miktar azaltma konusundaki çabasıdır. Şu biliniyor ki, bir depo biyoyakıt elde etmek istiyorsanız bunun için (mısır vs. kullanılıyor) bir insanın bir yıllık yiyeceği

miktarda tarım ürünü kullanmak zorundasınız. Bu demektir ki, bir insanı bir yıl boyunca aç bırakarak bir depo yakıt elde ediyorsunuz. Siz eğer her hafta bir depo yakıt kullanıyorsanız yılda 52 insanı aç bırakıyorsunuz. ABD’nin nüfusunu düşünelim. Eğer biyoyakıt kullanımı artarsa GDO yüzünden dünyada açların sayısı çoğalacak. Örneğin Monsanto, GDO’lu biyoyakıtlar üzerine çalışıyor. Çok daha enteresan bir şey var. Bu mısırları üretmek için

Brezilya’da yağmur ormanları katlediliyor. Ormanları kesiyorlar ve mısır ekiyorlar. Bunun açlığa çözüm olmayacağı, açlığı derinleştireceği kesin.

TOHUM VE İLAÇ FİYATLARI ARTTI

ABD’de GDO’lu soya tohum fiyatları 2006- 2008 yılları arasında yüzde 50 arttı. Bunlar pahalı tohumlar… İkincisi kullandıkları ot öldürücü (herbisit) fiyatları arttı. 2006- 2008 yılları arasında 2 yıldan kısa bir süre içinde ot öldürücü Roundup’un fiyatı yüzde 134 arttı. Üçüncü bir nokta, herbisit (uygun marka) kullanımı arttı. Firmanın ürettiği tohuma

(2)

uygun herbisit kullanmadığınızda işe yaramıyor. Uygun marka herbisit kullanımı 1994-2005 arasında 15 kat arttı.

Bunu üreten şirketler kârlarını anormal bir şekilde büyütüyorlar.

Dr. Benbroock, ABD Tarım Bakanlığının 1996 ile 2004 arasındaki tarım ilacı kullanımı verileri üzerinde büyük bir çalışma yürütmüştür. Bu dokuz yıllık dönemde GDO’lu soya, mısır, pamuğun kabul edilmesi ile 122 milyon libre daha fazla tarım ilacının kullanıldığını ortaya koymuştur. Benbrook böcek öldürücülerde 16 milyon librelik küçük bir düşüşe karşılık, herbisit dayanıklılığı olan GDO ürünler nedeniyle 138 milyon libre daha fazla herbisit kullanıldığını belirlemiştir. Ayrıca etkin maddesi glyphosate denilen ot ilacına karşı 2000 yılından sonra yabancı otlar büyük bir direnç göstermeye başlamışlardır. Elimizde çok büyük listeler var. 20’ye yakın otta hangi yıllarda, ne direnci olduğu raporlarda var. Üstelik o büyük şirket Monsanto da açıklamalarında bunu kabul ediyor. Yani diyor ki “Ot direnci vardır.” Hatta ve hatta açıklamalarında tekrar sürüm yaparak otları alma tavsiyesinde bulunuyor. Bu açıklamalarda bu işlemlerin yapılması gereken tarihler var. Ayrıca başka ot ilaçlarının da kullanılması öngörülüyor. Mesela 2002-2005 arasında glyphosatee ilaveten çok daha fazla zararlı olan ve etkin maddelerinin isimleri 2-4 D, atrazin, acetachlor, metalachlor/S-metalachlor olan herbisitlerin de uygulanması gerektiğini söylüyorlar. Bunu firmanın kendisi söylüyor.

Monsanto 13 Eylül 2005’de yayınladığı basın bülteninde herhangi bir herbisit toleranslı ürününü eken çiftçilerin çimlenme öncesi roundup ot öldürücüsü yanında başka ot öldürücülerini de kullanmaları gerektiğini salık vermiştir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde 2002-2005 arasında mısırda atrazin kullanımı yüzde 12 artıyor. Yine mısırda gylphosate kullanımı da 5 kat artıyor. Çünkü dayanıklılık ortaya çıkıyor. Evrim ile yabancı otlar kendilerini geliştiriyorlar. Bu dayanıklılık geliştiren bitkiler Arjantin’de, Brezilya’da her yerde ortaya çıktı. Dolayısıyla ilaç kullanımını azalması söz konusu değildir.

GDO’LU ÜRÜNLER VERİMİ ARTIRIYOR MU?

ABD’nin meşhur gıda ve ilaç kuruluşu FDA ve çevre koruma kuruluşu EPA’nın Uzmanı Sherman şunu söylüyor

“Verimi artıran hiçbir GDO ürünü yok. Aynı şekilde susuzluğa dayanıklı, gübre kirlenmesini önleyici bir tek GDO’lu ürün yok” Ayrıca ABD Tarım Bakanlığı GDO’lu hiçbir ürünün verimi artırmadığını açıklamıştır. Ama zaman zaman GDO’yu savunanlar “altın pirinç” var, şu var, bu var diye, dünyayı kurtaracak şeyler söylüyorlar. Bunların hiç biri piyasaya sürülmüş değil.

Peki, neden GDO ekiliyor? Amerika’da, Brezilya’da, Arjantin’de hatta Hindistan’da… Bu ülkelerin sayısı çok fazla değil ama bu ekim yapılıyor. Sebep aslında şu: Büyük işletmeler işçiyi sevmiyor. İlacı seviyorlar. Bir örnek verelim Gustave Grobocopatel denilen bir işletme var. 80 bin 800 dekar büyüklüğünde korkunç bir işletme… Bu işletme sahibinin açıklamaları GDO’lu olmayan soyadan daha fazla verim alındığı halde işçi tasarrufu nedeniyle GDO’lu herbisite dayanıklı soya ektikleri yönündedir. çünkü işçi kullanmıyor, onun yerine herbisit kullanarak bu olayı bitiriyor. Halbuki yabancı otun zarar vermesini engelleyecek birçok agroekolojik yöntem var. çapa bunlardan sadece birisidir. Bazı yerlerde yabancı ot dediğimiz şeyler yenmektedir. Büyük işletmeler işçiyi dışlayarak zehirleri

seviyorlar. Ama bunun yanında herbisitlerin kanser yaptığı da unutulmamalıdır.

İkinci bir nokta daha var. Latin Amerika ve Amerika’da köylü tarımı ortadan kalkmış durumda, buralarda tarım büyük işletmeler tarafından yapılmaktadır. Brezilya’da toprak büyüklüğü Belçika’nın yüz ölçümü kadar olan işletmeler var.

Bu insanlar işçi sevmiyorlar. Dolayısıyla her şeyi ilaçla yapmak istiyorlar. Bunun sonu ne oluyor? Brezilya’da ve Arjantin’de gördüğümüz sefalet manzaraları ortaya çıkıyor. İnsanlar şehirlere sürülüyorlar. Orada tuvaleti bile olmayan yerlerde yaşamak zorunda kalıyorlar.

GDO’LARA MUHTAÇ MIYIZ?

“Entegre ürün yönetimi” (ICM) veya “entegre zararlı yönetimi” (IPM) denilen bir yöntemle pamukta veya başka ürünlerde hiç ilaç atmadan üretim yapmak mümkün. Bunu kabaca böceği böceğe yedirmek diye tarif edelim. Ancak bakteri veya kültürel önlemler gibi başka uygulamalar da var. Entegre ürün yönetimi İzmir’de pamukta da uygulanmış idi. Ancak çok küçük ölçülerde oldu. Halbuki başka ülkelerde örneğin Endonezya’da milyonlarca çiftçi bu yöntemi başarı ile uyguluyor. Bu konuda yapılmış araştırmalar pamukta yüzde 21 daha fazla verim alındığını gösteriyor.

Bir başka uygulama da çek-it teknolojisi (push-pull technology) adını alıyor. Mısırlarda ekilen alanın dışına böcekleri çekici bir bitki yetiştiriyorsunuz, içine ise bu böceği ittirecek başka bitkiler yetiştiriyorsunuz. Mısırı kurtarıyorsunuz.

(3)

Bir de hep şu söyleniyor “Yersiniz bunlar hazım olur gider.” Yapılan araştırmalarda insanların bağırsaklarında milyarlarca faydalı bakteri olduğunu gösteriyor. Siz bize baktığınızda bir tek insan görüyorsunuz, bizim içimizde bizimle beraber simbiyoz (dayanışma) halinde yaşayan milyarca faydalı bakteri var. Bunlara bu genlerin geçtiği konusunda kesin kanıtlar var. Bitkilerden de toprak bakterilerine geçtiğine dair kesin bilgiler var. Bence Avrupa veya Amerika’nın Gıda ve İlaç Örgütü açıklamalarına da güvenilmez. Bu ülkelerin bu kurumları çok iyidir demenin de bir anlamı yok. Mesela EFSA “deli dana” hastalığında sınıfta kalmıştır. Yıllarca deli dana’yı küçümsediler, ondan sonra tedbir almaya başladılar.

Prion denilen bakteri altı bir varlığı etlerle yiyorsunuz. Beyninize gidiyor ve orada çoğalmaya başlıyor. Sonra beyniniz süngere dönüyor. Biyoloji o kadar basit bir şey değil. “yeriz gider, bunlardan kurtuluruz” demek çok yanlıştır.

EVRENSEL-15/09/2010

Referanslar

Benzer Belgeler

GDO ve ürünlerinin, onay almadan piyasaya sürülmesi, Biyogüvenlik Kurulu kararlar ına aykırı olarak kullanılması veya kullandırılması, genetiği değiştirilmiş bitki

Mersin Liman ı’nda ele geçirilen pirinçler ile ilgili Tarım Bakanı Mehdi Eker’in GDO analizinin hatalı olduğu söylemesinin ardından İTÜ Rektörlüğü daha önce

Dün yap ılan oylamada; İngiltere, Hollanda, İsviçre ve Finlandiya'nın komisyon lehinde oy kullanmasına rağmen diğer tüm ülkeler komisyon aleyhine oy kulland ılar ve

Denizli Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı İbrahim Gür, "Ulusal Biyogüvenlik Yasa Taslağı" adıyla görüşülen tasla ğın Meclis'te kabul edilmesi durumunda,

Ancak daha önceki “Bilim, bilim insanlarına bırakılmayacak kadar önemlidir” gibi birkaç yazımdan da hatırlayabileceğiniz üzere, sadece Türkiye’de değil tüm

Nitekim, başta EFSA olmak üzere ilgili kurumlar bu ma- kalenin “izlenen yöntem, uygulanan istatistik analizler ve varılan sonuçlar açısından yetersiz” olduğunu kamuoyu-

Bizim Biyogüvenlik Kurulu ise 2011 sonu itibariyle 3 adet GD soya ile 13 adet GD mısırın sadece yem amaçlı ithaline izin vermişti; son olarak 3 mısır çeşidine daha yem

İlk yazıda anlatmaya çalıştığım üzere dünyadaki tüm bi- yogüvenlik yasalarının amacı modern biyoteknoloji yön- temleriyle elde edilmiş organizmaların ya da bu organiz-