• Sonuç bulunamadı

Robert Bernasconi. Irk Kavramını Kim İcat Etti?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Robert Bernasconi. Irk Kavramını Kim İcat Etti?"

Copied!
157
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Robert Bernasconi

Irk Kavramını

Kim İcat Etti?

(2)
(3)
(4)

Robert Bernasconi

Irk Kavramını Kim İcat Etti?

ROBERT BERNASCONI, Memphis Üniversitesi'nde felsefe profesörüdür. Bu görevinden önce on üç yıl süreyle Essex Üniversitesi'nde ders vermiş olan yazarın çalışmaları Hei­

degger, Levinas ve Derrida'nın felsefeleri üzerinde yoğun­

laşmıştır. The Question ofLanguage in Heidegger's History of Being ve Heidegger in Question isimli kitaplarının yanı sıra, Gadamer'in yazılarını bir araya getiren The Relevance of the Beautiful and Other Essays'in, David Wood ile bir­

likte Derrida and Différence ve The Provocation of Levi­

nas' ın ve Simon Critchley ile birlikte Re-Reading Levinas başlıklı kitapların editörlüğünü üstlenmiştir.

Kitabı kurgulayan ve hazırlayan ZEYNEP DİREK, doktorası­

nı 1998 yılında Memphis Üniversitesi'nden almıştır ve ha­

len Galatasaray Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak ders vermektedir. Heidegger, Merleau-Ponty, Derrida ve Levinas felsefeleri üzerine yazdığı makaleleriyle tanınır. Başkalık Deneyimi (YKY, 2005), Merleau-Ponty felsefesi üzerine farklı yazarların incelemelerini bir araya getirerek hazırladı­

ğı Dünyanın Teni (Metis, 2003), Erdem Gökyaran ile birlik­

te hazırladığı Levinas seçkisi Sonsuza Tanıklık (Metis, 2003) ve Refik Güremen ile birlikte hazırladığı Çağdaş Fransız Düşüncesi (Epos, 2004) yayımlanmış diğer çalışmalarıdır.

(5)

Metis Yayınları

İpek Sokak 5, 34433 Beyoğlu, İstanbul e-posta: info@metiskitap.com www.metiskitap.com Yayınevi Sertifika No: 10726

Irk Kavramını Kim İcat Etti?

Felsefi Düşüncede Irk ve Irkçılık Robert Bernasconi

© Robert Bernasconi, 1999

© Metis Yayınları, 1999 Bu çevirinin bütün yayım hakları Metis Yayınları'na aittir.

İlk Basım: Haziran 2000 Dördüncü Basım: Eylül 2015

Kapak Resmi: Köylerinden toplanan Afrikalılar, Mary Evans Picture Library, Londra

Kapak Tasarımı: Semih Sökmen

Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık: Metis Yayıncılık Ltd.

Baskı ve Cilt: Yaylacık Matbaacılık Ltd.

Fatih Sanayi Sitesi No. 12/197 Topkapı, İstanbul Matbaa Sertifika No: 11931

ISBN-13: 978-975-342-275-8

(6)

Robert Bernasconi

Irk Kavramını Kim icat Etti?

FELSEFİ DÜŞÜNCEDE IRK VE IRKÇILIK

Hazırlayan:

Zeynep Direk

Çevirenler:

Zeynep Direk, İsmail Esiner Tendü Meriç, Nazlı Öktem

metis

(7)

L o ck e ’un İnsan H akkında N ered ey se G elişig ü zel K onuşm ası,

"L o ck e’s A lm ost R andom T alk o f M an: T h e D o u b le U se o f W o rd s in the N atural L aw Ju stifica tio n o f S lavery", P erspekti- ven d e r P hilosophie, 18, 1992, ss. 293 -3 1 8 (T ürkçe çev irisi ilk kez F elsefe L o g o s derg isin in M art 1998 say ısın d a y a y ım lan ­ m ıştır).

Irk K avram ını K im îca t E tti?, "W ho Invented the C on cep t o f R ace? K ant's R ole in the E n lig h ten m en t o f C o n stru ctio n o f R ace", İngilizce orijinal m etin yay ım lan m am ıştır; m uhtem el b aşlığı R a ce a n d A ca d e m y olan ve K evin M iles tara fın d an h a­

zırlan an kitapta y e r alacak tır (T ürkçesi ilk k ez, D e fte r dergisi B a h ar 1998, sayı 33'te y ayım lanm ıştır).

H egel A shanti M ahkem esinde, "H egel at the C o u rt o f A s­

han ti", H eg el a fte r D errida, S tuart B u rn ett, R outledge, 1998.

H erd er’in A v ru p a-M erk ez cilik E leştirisi, "H erder's C ritique o f E u ro cen trism ", A cta In stitu tio n is P h ilo so p h ia e e t A esth e ti- cae, c ilt 1 3 ,1 9 9 5 , ss. 74-81.

S artre’ın B akışının G eriy e Ç ev rilm esi: Irkçılık F en o m en o - lo jisin in D önüşüm ü, "S artre's G a ze R eturned: T h e T ran sfo rm a ­ tio n o f the P h en o m en o lo g y o f R acism ", G raduate F a cu lty P h i­

lo so p h y Journal, c ilt 18, no. 2, 1995, ss. 201-11.

G ö rü n ü m lerin K am usal A lan ın d a Irksal A zın lık ların G ö- rü n m ezliğ i, "T he Inv isib ility o f R acial M in o rities in th e P ublic R ealm o f A pp earan ces", ilk kez bu k itap ta yay ım lan m ak tad ır.

(8)

İçindekiler

Giriş:

FELSEFİ DÜŞÜNCEDE IRK VE IRKÇILIK

7

LOGKE'UN İNSAN HAKKINDA NEREDEYSE GELİŞİGÜZEL KONUŞMASI:

Köleliğin Doğal Hukuka Dayanarak Haslaştırılmasında Kelimelerin İkili Kullanımı

11

IRK KAVRAMINI KİM İCAT ETTİ?

Aydınlanmanın Irkı İnşa Edişinde Kant'ın Rolü

33

HEGEL

ASHANTİ MAHKEMESİNDE 65

HERDER'İN AVRUPA-MERKEZCİLİK ELEŞTİRİSİ

98

SARTRE'IN BAKIŞININ GERİYE ÇEVRİLMESİ:

IRKÇILIK FENOMENOLOJİSİNİN DÖNÜŞÜMÜ

114

GÖRÜNÜMLERİN KAMUSAL ALANINDA IRKSAL AZINLIKLARIN

GÖRÜNMEZLİĞİ 135

(9)
(10)

Giriş:

FELSEFİ DÜŞÜNCEDE IRK VE IRKÇILIK

B U K İT A P T A toplanm ış olan m akaleler özel bir bağlam dan kaynakla­

nıyor. Hepsi de 1988'de İngiltere'den A m erika'ya taşındığım zaman tanık olduğum Siyah karşıtı ırkçılığı anlam a girişim im in bir parçası olarak yazıldı. Bu bağlam ın akılda tutulması okuyucu için önem li ola­

caktır, çünkü ırk düşüncesinin sürekli değişen dünyası içinde dünün ortodoksluğu bugünün sapkınlığı (ya da bunun tersi) olabilir. Başka bir deyişle, bir yerde ve bir zam anda aydınlatıcı ve ilerici olabilen bir görüş, başka bir yerde ve hatta aynı yerde am a başka bir zam anda çar­

pıcı bir biçim de ırkçı olabilir. K onuya karşı duyarlılık bu gerçeği gör­

mezden gelm ek için bir özür sayılamaz.

Irksal olarak kutuplaşm ış bir ortamda, hiçbir insan, hatta dışardan gelm iş biri olsa bile, toplumun kıyısında bir yerde duramaz. Daha başlangıçta, kişinin gelip ortada görünmesi bile o toplum daki yerini belirler - belki de fazlasıyla belirler. A lbert M em m i'nin 1950'lerde Söm ürgeleştiren ve Söm ürgeleştirilen adlı eserinde üstünde durduğu bir noktayı yeniden ifade edersek, sömürgeci ilişkilerin hüküm sürdü­

ğü bir ortam a yeni gelen biri, genellikle kendi denetim inin ötesindeki yollarla, kaçınılm az biçim de ya söm ürgeleştirenlerden ya da sömür- geleştirilenlerden biri haline gelm eye doğru çekilir. Beyaz nüfusun çoktan beridir her şeyi siyah beyaz, Siyahlar ve B eyazlar cinsinden gördüğü M em phis gibi bir şehre gelince de buna çok benzer bir şey oluyor. Hispanik, Hintli ve Doğu Asyalı topluluklar gitgide büyüm üş­

se de M em phis'te, bu bugün için de doğrudur. Böyle bir bağlam da, ırk kavram ının tutarlılığını ya da geçerliliğini yadsımak, teorik bir ko­

num olarak her zam an mümkün olsa da, insanı sosyo-politik gerçek­

likten söz etm ekte çaresiz bırakır. Çünkü ırkın kurum sallaştığı yer tam da böyle bir yerdir: insanın nasıl yaşayacağı, çocuklarının nasıl

(11)

eğitileceği, başkalarına nasıl görüneceği ondan bağım sız olarak çok­

tan belirlenmiştir.

Bu derlemedeki bir iki m akale genelde toplum içinde kurum sal­

laşmış olan ırkçılığa da değinm ektedir am a konunun bu yönüyle asıl olarak başka bir kitapta uğraşm ak niyetindeyim . Bu kitapta bulunan makalelerdeki amacım daha sınırlı. Filozofların ırkçılığın kurum sal­

laşm asına nasıl katkıda bulunduklarıyla ve bu konuyu nasıl ele aldık­

larıyla ilgileniyorum. Felsefeyi bir Yunan icadı olarak sunan ve felse­

fenin özünü oluşturan belli başlı anlan Batı ile sınırlayan felsefi kano­

nun belli bir etno-m erkeziyetçiliği kurum sallaştırdığına dair çok şey yazıldı son yıllarda. On sekizinci yüzyıldaki felsefe tarihlerinin Hint, Çin, M ısır, vs. düşüncesini henüz hâlâ doğallıkla kapsadıkları gerçe­

ği, on dokuzuncu yüzyılın başında yenilenen felsefi kanonun daha fazla sorgulanmayı gerektiren bir A vrupa kavrayışıyla sınırlı olduğu­

nu ortaya koymaktadır. Felsefe tarihinin bir anlatıym ış gibi sunuluşu içinde kanonun bu şekilde kavranm asının halen büyük ölçüde el değ­

memiş olarak kaldığı düşünüldüğünde, sınırlılıkla ilgili tespitim iz da­

ha da doğru hale gelecektir. Anlatının dışında kalan her şeye çevresel­

miş gibi bakılması bir yana, anlatıya ait olan, örneğin Yahudi ve İs­

lam düşüncesinin katkısı gibi şeylere bile pek az yer verilir. Kanonun A vrupalı etno-m er-keziyetçiliği yansıtm ası bir yana, akadem ik felse­

feciler, büyük filozoflar olarak sunulan düşünürlerden bazılannın ırk­

çılığın tarihine yaptıkları özgül katkıları geniş ölçüde görm ezden gel­

m eye devam ediyorlar. Bu kitap, belli sayıda araştırm acının dengeyi yeniden kurm a yönündeki gitgide artan çabalarının bir parçasıdır.

T ek tek makalelerin ardındaki niyeti bilm enin okuyucuya yardım ­ cı olabileceğini düşünüyorum. Locke üstüne yazdığım makaleyi, onun siyaset felsefesinin Kuzey Amerikan siyasi kültürünü anlam ak­

ta önemli bir anahtar olduğuna inandığım için yazdım; am a bunun ya­

nı sıra, Locke'un bilgi teorisine ilişkin yazılannın siyasi bağlam lann- dan bağım sız olarak okunam ayacaklan ve okunm am aları gerektiği üstünde ısrar etmek istedim. Kuşkusuz ben de kendi siyasi bağlam ım içinde tartışıyorum bunları. Kant üstüne kalem e aldığım makale, ırk kavram ına dair iyi bir tarihsel çalışm a bulam adığım dan, kavramın m odem biçim ini nerede kazandığını kendim için araştırm aya başla­

mam a dayanıyor. Kant'ın bu hikâyenin baş kahram anı olduğu açık ha­

le geldiğinde kimse benden çok şaşıram azdı herhalde. M odern ırksal ideolojinin babalarından biri olduğuna işaret edildiği için H erder üs­

tüne çalışm aya başladım. Onda kurtancı birtakım özellikler bulmayı

(12)

üm it ediyor değildim ; "başkasına bakışa" tarihsel olarak hükmetmiş olanların, kendilerini görüldükleri gibi görm eleri gerektiği fikrini bul­

mayı ise hiç beklem iyordum . "Bakışın" (gaze) önemi, Sartre ve ırksal azınlıkların görülm ezliği üzerine olan m akaleleri belirledi. Özellikle bu iki makale, ırksal olarak bölünm üş bir toplum da yaşam a deneyimi olm aksızın yazılamazdı. A ncak yazarken en çok bunaldığım , beni en çok rahatsız eden m akale yine de Hegel üstüne yazdığımdır: Kolay değil, bu makalede H egel'in kaynakları çarpıttığını öne sürdüm. Ben­

den sonra yazacak birileri, ilerde Hegel'in bu çarpıtm aların sorumlusu olarak görülebilecek bir kaynağa dayanarak yazm ış olduğunu ortaya koysa bile, benim iddiam bundan zarar görm eyecektir. Bu iddiayla, tarihsel gelişm eye dair bazı varsayım ların, tem elden ırkçı olan söm ür­

geci bir zihniyeti beslemiş olduklarını öne sürüyorum. Bugün pek az kişi H egel'in tarih felsefesine açıkça katılsa da, ekonom ik ve hatta toplum sal gelişm eyle ilgili fikirlerde, Hegel'in düşünce biçim inin ba­

zı özellikleri epey yaygın bir biçim de sürdürüyor varlığını. Bu bakım ­ dan kitapta tartışılan konular, onları harekete geçiren dolaysız bağla­

mın çok ötesine uzanan geniş bir anlam a sahipler.

Önemli bir düşünürü ırkçı fikirler ileri sürdü diye okum ayı, hatta öğretmeyi bırakm am ız gerektiğine inanan kişilerden değilim. Bunun­

la birlikte, eğer bu düşünürlerin felsefelerine ırkçı fikirlerin girdiğine dair kanıtlar varsa, bunlara işaret etm em enin sorum suzluk olduğunu ve hatta bu tür kanıtların olm adığı durum larda bile ırkçı fikirleri gör­

m ezden gelm enin doğru olm adığını düşünüyorum. Bunu, kendimizi ahlaki olarak bu düşünürlerden üstün hissedelim diye değil, kendi ırk­

çılıklarım ıza karşı cephe alm ak için ek nedenler ve kaynaklar bulalım diye söylüyorum. Cinsiyetçilik, homofobi, dinsel hoşgörüsüzlük ve benzeri diğer tahakküm biçim lerine karşı da benzer yaklaşım ların kul­

lanılmasını aynı şekilde savunurum. Düşünürlerin başarısızlıkları da yaptıkları olumlu katkılar da görm ezden gelinm em elidir. Örneğin, Sartre'ın ırkçılık, anti-Sem itizm ve söm ürgecilikle ilgili görüşlerine, genellikle yapılageldiğinden daha fazla önem verilmesi gerektiğine inanıyorum.

Batı'nın dünyadaki konum unu ve üstünlük hissini ayakta tutan şey en başta ekonom ik ve teknolojik üstünlüğü olsa da, her konuda üstün olduğu iddiası Hegel ve belli bir ölçüde de K ant tarafından örneklen- miştir. Herder bu iddiaya, en azından bazı bakım lardan, derin bir kav­

rayışla meydan okumuştur. K ant ile H erder arasındaki tartışmanın, yalnızca derin sırların peşine düşebilen bir tecessüsün yöneleceği bir

(13)

konu olduğunu düşünüyorum . Bu kitapta yer alan m akaleler arasında­

ki boşlukları doldurm ak ve bunların felsefede gündem e getirdiği so­

ruları izlem ek için burada tartışılan m eseleler üstüne çalışm aya de­

vam edecek olm am ın bir nedeni de budur.

Sözlerim i bitirm eden önce bu kitap projesinin yaratıcısı olan Zey­

nep Direk'e içten teşekkürlerim i ifade etm ek isterim. Bu makalelerin bir kitapta toplanm ası gerektiği fikri ona ait. Kendisi bu kitabı oluştu­

ran m akaleleri Türkçe'ye kazandıracak çevirm enler buldu ve m akale­

lerin yaym a hazırlanması sürecinde sorum luluk üstlendi. Bu kitap İn­

gilizce olarak yayım lanm adan önce Türkçe olarak yayımlanıyor. M a­

kalelerden ikisi, Kant üstüne yazılmış olan "Irk Kavramını Kim İcat Etti?" adlı m akalem ile "Görünüm lerin Kamusal Alanında Irksal Azınlıkların Görülmezliği" adlı m akalem henüz İngilizce olarak ya­

yımlanmadı. Bu yüzden bu kitabı kendim in olduğu kadar onun kitabı olarak da görüyorum . Son olarak, 1998’in M ayıs ayında Boğaziçi Üniversitesi'ni ziyaret ettiğim de kendileriyle tanışm a ayrıcalığını ya­

kalamış olduğum, bu kitabın çevirm enlerine, Tendü Meriç, İsmail Esiner ve Nazlı Ö ktem 'e teşekkür etm ek isterim. Bu m akalelere za­

man ayırarak gösterdikleri cöm ertlik ve çevirmen olarak ortaya koy­

dukları beceri için kendilerine minnettarım.

(14)

LOCKE'UN İNSAN HAKKINDA NEREDEYSE GELİŞİGÜZEL KONUŞMASI:

Köleliğin Doğal Hukuka Dayanarak Haslaştırılmasında Kelimelerin İkili Kullanımı

Son z a m an lard a m u h itim izd e bir Ja p o n vardı. O bu rad an a y n la n a k ad ar h akkında herhangi b ir şey duym adım . E ğer d u y m u ş olsay d ım onunla b ir k onuşm a fırsatı y ak alam ay a çalışırd ım . B an a çok az İn g ilizce b ildiği söylenm işti. G erek Ja p o n y a ile ticaretim izin ç o k az o lm ası g erek se bu ülk ed en bize a z say ıd a insan g elm e sin d en ötürü o n u n n ered e b u lu n a ­ b ileceğini bilm en izin m üm k ü n o lab ileceğ in i d ü şündüm . S i­

ze o n u n la nelerin kon u şu lm ası gerektiği h ak k ın d a hiçb ir şey sö y lem ey eceğ im zira bu ülke hak k ın d a hangi so ru ların so ru lm asın ın d ah a u ygun olacağını siz benden d ah a iyi b i­

lirsiniz. A m a ben o lsam o n a Jap o n y a'y a altın ve g ü m ü ş ith a­

latının y asak lan ıp y asak lan m ay acağ ın ı s o ra rd ım .1

I

M O D E R N L İĞ İN B A Ş L A N G IC IN D A , ticaret fırsatlarını genişletm eye hevesli olan A vrupalılar, diğer kültürler hakkında bilgilerini artırm a­

ya çalışm ışlardı. Çeşitli karşılaşmalar, onların kendilerine ilişkin duy­

gularını ve fikirlerini karm aşık bir biçimde etkilemişti. Bazı A vrupa­

lIla r, insan kültürlerinin çeşitliliği hakkında gittikçe artan farkındalık- lannın, kendi inanışlarına ve toplumsal pratiklerine yükledikleri ge­

nel geçerlilik anlam ıyla çeliştiğini gözlemlemişlerdi. Bu süreç günü­

müzde de devam etmektedir. Bununla birlikte, başlangıçta, farklılık­

ların m ahkûm edilm esine daha sık rastlanıyordu. Hangi insan davra­

nışının uygun olduğu sorusu, kimin insan sayılacağı sorusundan çok, kimin tam anlam ıyla insan sayılacağının belirlenm esinde etkili olu­

1. Locke'dan Dr. H ans Sloane'ye, 15 M art 1697 tarihli mektup. The Correspondence o f John Locke, c. 6, E. S. De Beer (haz.), Oxford: O xford University Press, 1981, ss. 35- 36. Dr. Sloane bu kişiyle konuştuktan üç gün sonra cevap verm iş, ancak söz konusu kişi­

den Çinli olarak bahsetm işti. A.g.e., s. 56.

(15)

yordu. Batı m etafiziği adı verilen anlayışı sorguladığım ız bugünlerde, yeni olm asına rağmen uzun zam andır unutulm uş olan bağlam ı hatırla­

m amız hayati bir önem taşıyor; çünkü hâlâ belirleyici olan kavram lar, nihai form ülasyonlarını bu bağlam dan almaktadır. John Locke sürekli olarak genişlem ekte olan İngilizce konuşulan dünyada kurucu bir rol oynamıştır. Belki de onun, hem epistem olojinin bir felsefi disiplin olarak m etafiziğin yerini aldığı A nglo-A m erikan felsefe geleneğinin kurucusu, hem de Amerika'nın olm asa bile, belli bir Am erika fikrinin yaratıcısı olduğunu iddia etm ek abartılı olmayacaktır. Bu çalışmada, Locke'un epistem olojisi ile siyaset felsefesi arasındaki, ya da daha ke­

sin bir şekilde ifade edersek, insan anlayışı ile hukuk anlayışı arasın­

daki gerilimi sergilem eye çalışacağım. Bu gerilim in hâkim şem a tara­

fından m arjinalleştirilm iş halkların daha sonraki tarihleri için tayin edici sonuçlan olduğu görülecek.

Hâkim uluslara m ensup Avrupalılar yabancı kültürlerle karşı kar­

şıya geldiklerinde, bu karşılaşm aya iktisadi, siyasi ve dini çıkarlar rehberlik ediyordu. A vrupa yayılm acılığına ticaret önderlik etmişti et­

mesine am a aynı zam anda fetih, köleleştirm e ve vaftiz etm e itkileri de eşlik ediyordu ona. On üçüncü yüzyıldan beri, H ıristiyanlann köleleş- tirilmesine değilse de, köleciliğe alışm ış olan on altıncı yüzyıl İspan- yası'nda, Am erikan yerlilerini vaftiz etmenin m eşruiyeti ve erdemli olup olmadığı ateşli tartışm alara konu oluyordu.2 İngilizler on yedinci yüzyılda ilk defa yoğun bir şekilde köle ticaretine giriştiklerinde, İn­

giltere'de ve İngiliz söm ürgeciler arasında da vaftiz etm e ile kölelik arasındaki ilişki üstüne benzer bir tartışm a yaşanmıştı. H er ne kadar Afrikalılar, ortaçağ boyunca A kdeniz Avrupası'nda varolm uş özgür siyahlar ile siyah köleliğine yabancı olm asalar da, Kuzey A vrupa için böyle bir durum söz konusu değildi. Amerika'daki İngiliz çiftlik sa­

hipleri, bu tartışm aya daha geç katılm ış olm akla birlikte, kölelerin vaftiz edilm esinin kölelik kurum unu tehdit etm esinden çekiniyorlar­

dı. Bu nedenle Carolina Temel Anayasası böyle bir durum un söz ko­

nusu olam ayacağını açıkça belirtm e ihtiyacını hissetmişti;

M erham et b izim b ü tün insanların ruhları için iyilik istem em izi şart k o ştu ­ ğu n a ve din im iz hiç k im sen in m ülk v ey a hak ların a d o k u n m ad ığ ın a gö re, k ö le ­ lerin de, d iğ er b ü tü n in sa n la r gibi, ken d ileri için en u ygun o ld uğunu d ü şü n d ü k ­ leri kilisey e g irm eleri ve d o lay ısıy la her ö z g ü r insan gibi b u k iliseye m ensup ol-

2. Bkz. Lewis H anke, Aristotle and the Am erican Indians, Bloom ington, Indiana: In­

diana University Press, 1970.

(16)

m ala n yasal o lacaktır. A ncak h içb ir k ö le bu say ed e efen d isin in kendisi ü zerin ­ d e sahip olduğu eg em en lik ten m u af tu tu la m ay aca k ve d ah a evvel tâbi olduğu d u ru m ve k o şu llar ay n en o lduğu gibi ka la ca k tır.3

Ö yle görünüyor ki on yedinci yüzyılın sonlarında İngilizleri rahatsız eden şey, köleliğin insanlığa karşı işlenm iş bir suç olduğuna dair "mo­

dem " inanış değil, tarihten arta kalm ış bir anlayış olan, Hıristiyanlan köleleştirm enin yanlış olduğu anlayışıdır. Gerçekten de 1660'lardan önce, köleleştirilm iş Amerikan yerlileri ile siyahların vaftiz olmaları karşılığında özgür bırakıldığını gösteren bazı kanıtlar m evcuttur. Bu olgu ve H ıristiyanlığın köleleri daha bağım sız kıldığına dair söyle­

nenler, köle sahiplerini kölelerini kiliseden uzak tutm aya sevk etm iş­

ti. Birtakım istisnai kişilerin Afrikalı kölelere yapılan m uamelenin aleyhinde konuşm uş olmaları, A m erika'da geliştirilm iş olduğu şekliy­

le köle ticaretinin sağlam bir savunusunun olm ayışını daha da tuhaf- laştırmaktadır. Anlaşılan, bu pratiğin arkasında o kadar güçlü bir iv­

me vardı ki, kendini savunm aya bile ihtiyaç duym uyordu.

Locke, Shaftesbury Ticaret ve Tarım İşletm eciliği İdare Mecli- si'nin sekreteri olm ası sayesinde, köle ticaretinin iç işleyişi hakkında birçok çağdaşından daha çok şey biliyor olm asına rağmen, siyasetle ilgili yazılarında A frika köle ticaretinden neredeyse hiç bahsetm em iş­

tir. Locke'un A frika'da yürütülen köle ticareti hakkında herhangi bir tereddütü olduğunu gösteren hiçbir kayıt yoktur. K raliyet A frika Şir- keti'nin hisselerinden ikisinin sahibi olm uş ve 37 yaşında iken yukarı­

da alıntılam ış olduğum uz Carolina A n a ya sa sim n kalem e alınm asına katkıda bulunm uştu. Söz konusu belgede şöyle bir m adde yer alıyor­

du: "Her özgür Carolinalı, sahibi olduğu Zenci köleler üzerinde, söz konusu köleler hangi fikre sahip veya dine vb. m ensup olursa olsun, m utlak iktidar ve otorite sahibi olacaktır."4 Locke böylelikle, köle sa­

3. M adde 98, Carolina Temel A nayasası, 1699. N orth Carolina Charters and Consti­

tutions 1578-1698, M attie Erm a Edwards Parker (haz.), Raleigh, N orth Carolina: Caroli­

na Charter Tercentenary Com m ission, 1963, s. 150.

4. H er ne kadar Sir Peter Colleton "büyük ve önem li katkılarından" ötürü kendisini kutlam ışsa da, Locke'un C arolina Anayasası'nın hazırlanm asında oynadığı rolün boyutları tartışm a konusudur. The Correspondence o f John Locke, c. 1, E. S. De Beer (haz.), Ox­

ford: O xford U niversity Press, 1981, s. 395. Yakın zam anlarda, genellikle kabul edilenin tersine, belgenin bütünüyle Locke'un kalem inden çıkm adığı öne sürülm üş, elyazısının üzerinde birtakım düzeltm eler yapılm ış olm ası nedeniyle, Locke'un yazarlığı konusunda tereddütler ortaya çıkm ıştır. J. R. M ilton, "John Locke and the Fundam ental Constitutions o f Carolina'', The L ocke Newsletter, c. 2 1 ,1990, ss. 111-33. B ununla birlikte, "Zenci köle­

leri üzerindeki mutlak otoritesi" cüm lesinin "Zenci köleleri üzerindeki mutlak iktidar ve

(17)

hiplerinin köleleri üzerindeki iktidarlarına m eşruiyet kazandıran en uç çerçevelerden birinin kurulm asına yardım etm iş oluyordu. "M ut­

lak iktidar" ifadesini daha sonra Yönetim Üzerine İki İncelem ede* yer alan kölelik ile ilgili tartışm alarında da kullanm ıştır.5 M utlak iktidar bir yaşam ve ölüm iktidarıydı. B ir başkası üzerinde m utlak iktidar olan köle sahibinin kölelerine uygulayabileceği güç kendisine uygu­

layabileceğinden daha fazlaydı; çünkü köle sahibinin intihar etm e hakkı yoktu. İnsan, yaşam a hakkını kaybedecek şekilde davranarak köle oluyordu (2 T , 2 3 ).

Locke'un yaklaşım ına göre, köleliğin kişileri haklarından mahrum ettiği ve böylece insanlık sınıfından dışladığı sanılabilir.6 O ysa Locke bunun tam tersini iddia ediyordu. Kişi insandan ziyade bir hayvan gi­

bi davrandığı için yaşam a hakkını kaybedip kendini köle olm aya uy­

gun bir durum a getiriyordu (2 T , 172 ve 181). Locke'un kölelik teorisi, hakkın düşmesi (sükûtu) ilkesine dayanıyordu. Haksız bir savaşa giri­

şerek doğal haklarını kaybeden insanlar üzerinde m utlak iktidar sahi­

bi olunuyordu (2 T , 178). Hiç hakkı yokken güç kullanarak barışı boz­

mak, sadece zarar gören tarafından değil, insanlığın geri kalanı tara­

fından da, doğa kanununun yürütm e erki uyarınca cezalandırılm ayı meşru kılıyordu. Böyle bir erk, belli bir sivil toplum un doğuşuna yol açan toplumsal sözleşmenin oluşum sürecinde devredilene kadar kişi­

lerde kalıyordu. Eğer birisi, doğal halde, karşılığında ölüm cezasının öngörüldüğü noktaya varana dek doğa kanununu ihlâl ettiyse, söz ko­

nusu kişi bir savaş durum u başlatmış oluyor ve başka herhangi biri, yanlış yapanı cezalandırm ak için doğa kanununun yürütm e erkine başvurabiliyordu. Buna alternatif olarak, ölüm cezası ertelenebiliyor ve söz konusu kişi köleleştiriliyordu. Ancak köleden elde edilebile-

otoritesi" şeklinde değiştiği 101. m addedeki cüm lenin elyazısının Locke’a ait olduğu söy­

lenmektedir. North Carolina Charters and Constitutions 1578-1698, s. 164.

* K itapta Türkçe çevirisi olm ayan çok sayıda eser anılm aktadır. Y azarın değerlendir­

m eleriyle eserler arasındaki bağlantıları korum ak için ve anlaşılırlığa katkısı olacağı dü­

şüncesiyle, m etinde, sanki çevirileri varm ışçasına Türkçe adların (italikle) kullanım ı ter­

cih edilm iş, dipnotlarda ise eserin orijinal dildeki adı ve kullanılm ışsa başka dillerdeki çe­

viri adlan korunm uştur. Ç evirisi olan kitaplar için ayrıca "Türkçesi" ibaresiyle not düşül­

müştür. -haz- notu.

5. John Locke, Two Treatises o f G overnm ent, Peter Laslett (haz.), Cambridge:

Cam bridge U niversity Press, 1988. Gönderm elerde, Birinci ve İkinci İncelem eler için sı­

rasıyla İT ve 2T kısaltm alan kullanılacak, devam ında da bölüm num arası verilecektir.

G önderm eler metnin içinde y er alacaktır. M utlak iktidar hakkında bkz. İT, 51 ve 2T, 135.

6. Raym ond Polin, L a politique morale de John Locke, Paris: Presses Universitaires de France, 1960, s. 280.

(18)

cek faydanın tükendiğine kanaat getirildiğinde ölüm cezası yeniden işlem e koyulabiliyordu. Locke savaş durum una yaptığı atıfla, köleliği doğal hukuk tem elinde haklı kılm aya çalışır ve böylece kendi görüşü­

nü, "hakli ve yasal bir savaşta elde edilen esirlerin" köleleştirilmesini m eşru kılan ve eskiden beri geçerli olan teoriyle birleştirm eye kalkışır (2T, 172 ).7

Doğa durum unu bir eşitlik durum u olarak (2T, 4), eşitliği de "insa­

nın, başka bir insanın iradesi veya otoritesine boyun eğm eksizin, do­

ğal özgürlük durum unda başkalarıyla eşit hakka sahip olması" (2T, 54) olarak tanım layan Locke'un, özgür insanlığın doğal haklarını etki­

li bir şekilde savunduğu iddia edilir sıklıkla. A ncak Locke'un, köle sa­

hiplerinin köleleri üstünde sahip olduklari ve sivil toplum dan bağım ­ sız bir şekilde edindikleri hakları kapsam lı bir şekilde haklılaştırdığı pek fark edilm em iştir. Çoğu teorisyen köleliğin sivil toplum un bir ürünü olduğuna kanaat getirm iş olduğu halde, Locke köleliği sivil toplum dan önceye yerleştirmiş, bunu da Eski Yunan düşüncesinde yer alan "doğal nedenlerle" köle olm a durum una geri dönmeksizin yapm ıştı. Ancak yine köleliği doğal bir ilişki olarak ele almasıyla, belki de bu türden düşüncelerin yeniden saygınlık kazanm asını kolay­

laştırmıştı. H er durumda, köleler sivil toplum un dışında yer alan bir m ülkiyet biçimi oluşturuyorlardı. K öle sahipleri de, sivil toplum mül­

kiyeti korum ak am acıyla tesis edildiği sürece, Locke'çu zeminlerde kendi konum larını, yani sivil toplum un köle m ülkiyetini korum aya zorunlu olduğunu savunabiliyorlardı ve savundular da. Y ine de Loc­

ke'un -h e r ne kadar A m erika'da çoktan beri uygulanıyor olsa d a - kö­

leliğin, savaş esirlerinden onların karılarına ve çocuklarına sürekli olarak geçm esinin meşruiyetini özellikle reddettiğini unutm am am ız gerekir (2T, 183).8 Locke'un onayladığı kölelik şekli, yaşadığı döne­

min A m erikası'ndaki İngiliz kolonilerinde uygulanandan çok, Rom a­

lıların uyguladıklarına benziyordu.

Locke'un onayladığı kölelik şekli ile şahsen yatırım yapıp denetle­

7. Bu salt teori değildi. On altıncı yüzyıl İspanyası'nda bütün köle satıcıları, bir krali­

yet m em urunun önünde kölelerin haklı bir savaş sonucunda elde edildiklerine yemin e t­

m eye m ecburdular. W illiam D. Phillips, Slavery fro m Rom an Times to the Early Transat­

lantic Trade, s. 165.

8. Raymond Polin, La politique morale de John Locke, s. 280. Ruth Grant, John Loc­

ke's Liberalism, Chicago: U niversity o f Chicago Press, 1987, s. 68 not. M artin Seliger bu­

nu açıkça unutmuştu: Bkz. "Locke, L iberalism and N ationalism ", John Locke: Problems and Perspectives, John Yolton (haz.), Cambridge: C am bridge U niversity Press, 1969, s.

28.

(19)

diği kölelik arasında böylesine belirgin bir farkın bulunması olgusu, onun "yum uşak ancak önceden tasarlanm ış bir ahlaki rasyonelleştir- me"ye girişm iş olması ihtim alini ortadan kaldırm aktadır.9 John Dunn bu görüşü reddetm iş ve yerine Locke'un hatasını "salt ahlakdışı bir kaçış" olarak tanım lam ayı yeğlemişti. A ncak Dunn'ı yanıltan, bireyin ahlaklılığı alanına ait olan "ahlakdışı bir kaçış" terimini kullanmanın bizatihi kendisinin, Locke'un kayıtsızlığının öne çıkardığı felsefi so­

runlardan kaçm anın bir yolu olduğunu anlayam am asıydı. Doğal hak­

lar ve özgürlük gibi m odern kavram ların şekillendiği bir çağda, sırf Locke değil, neredeyse bütün bir toplum Afrikalıların köleleştirilme- sini sorgusuz sualsiz, açıkça onaylıyordu. B ir kültürü yaşatanların, geriye bakıldığında kendi kültürlerine atfettikleri en derin değerlerle açıkça çelişen bir pratiğe girişm iş oldukları gerçeğini gözardı edebil­

meleri nasıl mümkün olm uştur? İnsanın "özgür doğduğunu" (2T, 61) söyleyerek Film er'a karşı çıkan Locke'un, bazı insanların köle doğ­

duklarım varsayan bir pratiğe karşı takındığı sessiz tavra ne demeli bu durum da? K öle sahiplerine "Zenci köleleri" üzerinde mutlak iktidar sağlayan Carolina Temel Anayasası ile kölelik durum unun, sadece, insanların doğa kanununa karşı gelerek yaşam a haklarını kaybetm ele­

ri halinde söz konusu olabileceğini ifade eden İki İncelem e'yi nasıl uz- laştırabiliriz? Bu koşul çok az durum da gerçeklik kazanm ış olsa bile, herkese uygulanm adığı gibi, şüphesiz söz konusu kişilerin çocukları­

nı da kapsayacak bir şekilde genişletilem ezdi. Teorisiyle eylemleri arasındaki çelişkiden rahatsız olm am ış görünen Locke'un (eğer geçici olarak böyle adlandırırsak) ahlaki körlüğü kendisine has değil, içinde yaşadığı toplum a ait bir özellikti. Bu tutum ne ölçüde söz konusu kö­

lelerin Afrikalı olm asının sonucuydu? Locke bir filozof olarak A fri­

kalılar hakkında ne düşünüyordu? "Özgür doğm uş olan" kimdi? Bir başka deyişle, kim tam anlam ıyla insan sayılıyordu?

II

On altı ve on yedinci yüzyıllarda insanlık kavram ının genişlemesinin tartışıldığı, sonradan unutulm uş bağlamı sağlayan şey, fethetme, köle­

leştirme ve vaftiz etm e itkisidir. Bu da Locke'un, belli başlı örnekleri olarak budalalar, geri zekâlılar, hilkat garibeleri, zalim ler ve yabanile­

9. John Dunn, The Political Thoughl o f John Locke, Cambridge: Cam bridge Univer- sity Press, 1969, s. 175 not.

(20)

rin oluşturduğu uç vakalara yer verdiği İnsan Anlığı Üzerine B ir D e­

neme adlı eserine dönerek açıkça sergilenebilir.10 Kategorilere ayırma m eselesi önemliydi. Yeni doğan bir kişinin beslenip beslenm eyeceği veya vaftiz edilip edilm eyeceği buna bağlıydı (III. iii. 14). Locke bu tür kararlar vermenin zorluğuna dikkat çekmişti. Locke aynı zamanda, dünyada yer alan çeşitli halkların farklı töre ve toplumsal pratiklerine de ilgi duyuyordu. K oyu bir seyahatnam e tutkunuydu.11 Bu kitaplar ona hâkim felsefi görüşlere meydan okum a fırsatını veriyordu. "İn­

sanlık tarihi"ne ve "çeşitli insan kabileleri"ne yaptığı atıflarla, Locke doğuştan gelen ahlaki ilkelerin varlığını reddetmişti (I. iii. 9 ve 10). K i­

mi seyahatnam eler bazı A frika halklarım tam am en dışlamıştı. Loc- ke'un D enem e de zikrettiği çalışm alardan biri olan John O vington'un 1689 Yılında Surat'a B ir Seyahat, özellikle H otantolar hakkındaki gözlem lerinde son derece aşağılayıcıydı: "[Hotantolar] İnsan türünün tam tersidirler...; öyle ki eğer rasyonel bir hayvan ile bir yaratık ara­

sında herhangi bir geçiş varsa, H otantolar bu geçiş türünün en seçkin örneğini oluştururlar."12 Köleliği tartışırken ortaya attığı soruların ışı­

ğında, Locke'un Ovington'un görüşlerini paylaştığını gösteren belirti­

lerin olup olm adığım sorgulam ak gerekir. E ğer Hotantolar tam anla­

m ıyla insan değilseler, o zaman onların veya onlara benzer halkların köleleştirilm elerine kim se itiraz etm eyebilirdi. Ya da Locke, köleliği onaylarken ve kölelerin vaftiz edilm esini teşvik ederken siyahların in­

san olm adığını iddia eden düşünceye açıkça karşı çıkan M organ Godw yn'e katılır mıydı acaba?13 Bu konuda karar verm em e yardım

10. An E ssay Concerning Hum an U nderstanding, Peter Nidditch (haz.), Oxford: O x­

ford U niversity Press, 1985. G önderm eler sırasıyla kitap, bölüm ve altbölüm num aralan belirtilerek metnin içinde verilecektir.

11. Locke, diğer kültürler hakkında bilgisini artırabilm ek için başka fırsatlardan da yararlanm aya çalışmıştı. H er ne kadar söz konusu kişinin bir Çinli mi yoksa bir Japon mu olduğu karışık olsa da, A syalılara ilgisi yazının en başında alıntıladığım ız yazışm asında görülm ektedir. Locke'un altın ithalatına özel ilgisi, ticari kaygılarının antropolojik değer­

lendirm elerine kıyasla daha ağır bastığını ortaya koyar.

12. A Voyage to Surat, H. G. Ravvlinson (haz.), Londra: Hum phrey M ilford, 1929, s.

284.

13. Rev. M organ Godwyn, The N egro's and Indian's Advocate, Suing f o r Their A d ­ m ission into the Church: or, a Persuasive to the Instructing and Baptizing o f the Negros and Indians in Out Plantations, Londra: 1680; A Supplem ent to the N e g ro ’s and In d ia n ’s Advocate, Londra: 1681; ve Trade preferr'd before Religion and Christ M ade to Give Place to M am m on, Londra: 1685. Locke'un kütüphanesinde bu kitabın bir kopyası vardı.

Bkz. John H an iso n ve Peter Laslett, The Library o f John Locke, Oxford: O xford U niver­

sity Press, 1965, s. 144. G odw yn bu görüşleri uzlaştırm a yönünde çaba sarfederken, işlet­

m ecilerle Kilise'nin çıkarları arasında yaşanan çatışm ayı açık bir şekilde gösterir.

(21)

edecek doğrudan çok az delil buldum , ki bunlar da olum suzdu. Ö rne­

ğin AvrupalIlarla "Amerika'nın eski vahşileri" arasındaki farklılıkları sadece A m erikalı yerlilerin demiri bilm em elerine bağlam akta ısrar ediyordu. Bu insanların "doğal donanım larının ve davranış kuralları­

nın, en müreffeh ve kibar uluslarınkinden aşağı kalır bir tarafı yoktu"

(IV. Xii. 11). A caba Locke'un çeşitli A frika halkları için benzer bir ifa­

de kullanm am ış olm asının özel bir anlamı mı var?

Locke'un AvrupalIlarla A frikalılar arasındaki farklılıktan adeta büyülenm iş olduğu, söz konusu insanları derilerinin renklerine göre karşılaştıran örnekler vermesinden açıkça ortaya çıkm aktadır (I. iii.

25, II. xxv. 1 ve 10, II. xxvii. 8). Renk kavram ına yaptığı iki gönderm e oldukça manidardır. B unlar ilk bakışta tam am en itiraz edilebilir gibi durdukları halde, daha sonraki incelem ede en azından daha karm aşık oldukları ve haklannda daha zor hüküm verilebildiği görülür. Soyut kavram larla yürüttüğü bir tartışm ada Locke şöyle bir cüm le sarfeder:

"Ne kadar kesin olduğu belli olm asa da, insan bir hayvandır ya da ras­

yonel ya da beyazdır," ve devam eder, "insanın özünü içeren şey, be­

yazlığın özünü de içinde taşır." Bununla birlikte bu tespitleri açıkça sahiplenmemiş, onlara sadece "İnsan beyazdır" önerm esinin anlamını açıklarken başvurm uştur.14 Bu pasaj hakkında bir karar verm ek konu­

sunda ortaya çıkan tereddütlerin haklılığı, tam am en ters bir istikam e-

Godwyn'in önem i yalnızca A frikalıların uygarlığı konusundaki ısrarının köleliğin H ıristi­

yanlıkla uyum lu olduğuna dair kanaatini değiştirm esinden kaynaklanm az. Godw yn, o dö­

nem de Barbados'taki işletm e sahiplerinin önyargılarındaki zenci-karşıtı hissiyatın birta­

kım aşırılıklarının da en iyi delillerini sunar. Bu önyargılar arasında "Z enciler Hayvandır"

(The Negro's and Indian's Advocate, s. 39) görüşü de y er alır. H er ne kadar G odw yn'in adı kölelik ve ırkçılık bahislerinde sık sık geçse de, kendisinin hep kabul edildiği gibi, Locke'un 1660’Iann başlarında Oxford'daki C hrist C hurch College'in ilk öğrencileri ara­

sında saydığı M organ Godw yn ile aynı kişi olduğuna inanm ıyorum . Söz konusu liste M a­

urice Cranston'un John Locke, N ew York: M acM illan, 1957, ss. 71 -72, adlı eserinde alın- tılanmıştır.

14. B ir yorum cu, Constantine C affentzis, söz konusu pasajın retorik düzlem indeki gücünün, Locke’un bu görüşe katıldığı kabul edildiğinde, daha da artacağını öne sürm üş­

tür. Zira Locke "insanlık hayvanlıktır" ya da "insanlık rasyonelliktir" gibi kötü-kurulm uş önerm elerle" insan bir hayvandır" veya "insan rasyoneldir" gibi doğru-kurulm uş önerm e­

leri karşılaştırıyordu. Eğer üç önerm enin tüm ünün de doğru olduğunu kabul edersek, o za­

man biçim değişikliğinin açıkça daha fazla etkisi olacaktır. Yine de önerm elerin doğruluk­

ları ya da yanlışlıklan Locke’un tartışm asında yer alm az ve C affentzis’in yaptığı şekilde söz konusu önerm elerin salt retorik gücünden sonuçlar çıkarm am ak gerekir. Caffentzis aynı zam anda Locke'un insanın rasyonel bir hayvan olduğu şeklindeki tanım la sorunlan olduğu gerçeğini gözardı ediyor gibi de görünüyor. C onstantine G eorge Caffentzis, Clip­

p e d Coins, A bused Words, and Civil Government, New York: Autonom edia, 1989, ss.

193-95.

(22)

te yönelm iş gibi görünen son bir örnekle yan yana getirildiğinde iki misli artmış oluyor. Söz konusu pasaj şöyle:

Kafasında bir insan fikri oluşturmuş çocuğun fikri, ihtimal, ressamın görü­

nümleri bir araya getirmesinden oluşan bir resme benzeyecektir; çocuğun zih­

ninde fikirlerin böylesine bir araya gelişi, onun insan adını verdiği tek bir kar­

maşık fikri meydana getirir. Öyle ki çocuk, İngiltere'de, tek bir deri renginin ol­

masından, yani deri renginin beyaz olmasından ötürü, size bir Zencinin insan olmadığını ispatlayabilir, çünkü insan adını verdiği karmaşık fikri oluşturan sa­

bit basit fikirlerden biri de beyaz renktir: Çocuk işte bu yüzden aynı şeyin hem olmasının hem de olmamasının imkânsız olduğu ilkesine dayanarak, bir Zenci­

nin insan olmadığını ispatlayabilir. (IV.vii.16)

Locke, bağlamdan da anlaşılacağı üzere, çocuğun akıl yürütm e süre­

cine katılmaz, am a bu da bizi hatanın tam olarak ne olabileceğine iliş­

kin olarak bir karar verm e göreviyle baş başa bırakır. Locke'un argü­

m anına göre, kurallara bağlı olarak akıl yürütme, en iyi ihtimalle, ki­

şinin fikirlerinde nelerin içerildiğini söyleyebilir; deney ve gözlemin ötesinde tem ellenm iş olan tözlerin doğası hakkında hiçbir bilgi vere­

mez (IV. vii. 15). "Fikirlerim izin belirlenm em iş olduğu bir durumda", akıl yürütm e "tehlikeli olabilir" (IV. vii. 20).

Çocuk örneği, daha önce Üçüncü K itap'ta açım lanm ış olan, "şey­

lerin yalın anlam lan" ile "şeylerin gerçekliği"ni birbirine kanştırm a hatasını grafik olarak resm etm ek için verilmişti (IV. vii. 15. İlk basım).

Bu örneği verdikten sonra Locke, devam ederek, daha gelişm iş zihin­

lerin de aynı sorunu üretebileceğini gösterm işti. Ö yleyse kişi, çocu­

ğun dış şekil fikrine gülüp geçse ve onu rasyonel bir söylem içine çek­

se bile, yine de kendisini bebeklerle geri zekâlılann insan olduklarını inkâr etme noktasında bulabilir (IV. vii. 17).15 Ancak, şekil fikri bir ke­

nara bırakılıp, sadece dil ve akılla donanm ış genel bir beden fikri dik­

kate alınırsa, konuşm a ve aklın bedenle buluştuğu her kişinin, eli ol­

m asa ya da dört ayağı bile olsa, insan olduğuna kanaat getirilebilir (IV. vii. 18). Locke, okuyuculannın dört ayaklı bir kişiyi, söz konusu kişi ne kadar rasyonel olursa olsun, insan olarak kabul etm elerinin im ­ kânsız olduğunu öngörm üştü. İkinci basım a eklediği özdeşlik üzerine olan bölümde, her kim felsefe yapan bir papağan görse, onun papağa­

na benzeyen bir insan olduğuna değil, sadece "oldukça zeki ve rasyo­

nel bir papağan" olduğuna kanaat getireceğini ifade etm işti (II. xxvii.

15. "M izah ve söylem " G odw yn'in The N egro's and Indian's A dvocate, s. 13'te A fri­

kalıların uygarlıkları için delil olarak başvurduğu iki özelliktir.

(23)

8). Rasyonel hayvan fikri tek başına insan fikrini m eydana getiremez.

"Şöyle ve şöyle şekli olan bir beden" fikrinin eklem lenm esi gerekir ona. B una bağlı olarak Locke, okuyucularının bebekleri ve geri zekâ­

lıları dışlayan her türlü insanlık tanımını reddedeceklerini düşünm üş­

tü. Bu, her ne kadar daha az belirgin olsa da, A frikalılar ya da en azın­

dan bazı A frika halkları söz konusu olduğunda da geçerliydi. Asıl so­

ru Locke'un, yaptığı ayrımcılığı nasıl haklılaştırdığıdır. Locke'un

"Zenciler insan değildir," diyen çocuğa verecek bir cevabının olm adı­

ğı yakınm asının bazı haklı tarafları olduğu görülüyor: "Eğer Locke çocuğun görüşünü reddetseydi, bunu herhangi bir ilke çerçevesinde yapm am ış olurdu."16 Locke'un, kendi insanlık anlayışını oluştururken elinde bulunan kaynakların neler olduğu sorusu üçüncü bölümün ko­

nusunu oluşturuyor.

III

Locke'un, İnsan Anlığı Üzerine B ir D enem e adlı eserinde kullandığı örneklere bakarak ve siyahlara nasıl atıfta bulunduğunu inceleyerek, filozofun zihnini meşgul eden m eselelere bir nebze işaret etmeyi he­

defledim sadece. Bu örnekler, tözlerin adları üstüne yazılan bölüm de bulunan, Locke'un insan fikri hakkındaki en önem li tartışm asında vurgunun nereye yapılm ası gerektiği konusunda ipuçları sunar. Töz­

ler hakkındaki bölüm ün temeli, Locke’un, tözlerin adlarının şeylerin gerçek doğasına tekabül etm ediğini ve insanların şeylerin gerçek do­

ğası hakkında hiçbir şey bilem eyecekleri fikrini ileri sürüşüne daya­

nır. Tözlerin adları, insan tarafından kurulan fikir küm elerine dayanır (III. vi. 1). Bu yüzdendir ki bu adlar gerçek özleri değil, nominal özleri temsil ederler. Buna karşın Locke, nominal özün tözlerin gerçek ter­

kibine bağlı olduğunu iddia ederek -v e bu yolla açıkça gerçek Özü es­

ki durum una geri getirip birtakım epistem olojik sorunları da davet et­

m işti- geleneksel çerçeveyle bağını m uhafaza etm iştir (III. vi. 2).17 Ancak Locke'un ilgilendiği esas sorun, daha ziyade, birbirinden farklı kişilerin farklı özellik küm elerini aynı ada bağlayabilecekleri ihtim a­

linden kaynaklanmıştı. Deneme bu sorunu irdelem iş ve dil kullanı­

mında kesinliği teşvik ederek hafifletm eye çalışm ıştı sorunu.

16. H enry Bracken, "Philosophy and Racism ," Universitas 8, ss. 246-7.

17. Locke III. vi. 6'daki sorunu yum uşatm aya çalışmıştı.

(24)

Locke'un tözlerin adları üstüne yazdığı bölüm de verdiği ön tanım a göre insan, "duyu ve akıl ile iradi hareketin belli bir şekle sahip olan vücutta buluşm ası"ydı (III. vi. 3). Locke'un yürüttüğü tartışm anın ana hedefi insanın veya herhangi bir başka nominal özün ne kadar kırıl­

gan olduğunu gösterm ekti. Ö yle ki, "Sahip olduğum hiçbir şey benim özüm e ait değil "miş gibi görünecektir. "Bir kaza ya da salgın benim rengimi veya şeklim i basbayağı değiştirebilir; hum m a veya düşme aklımı ya da hafızam ı veya her ikisini birden alıp götürebilir; bir felç bende ne his ne idrak ne de hayat bırakabilir" (III. vi. 4). Burada amaç,

"özün, kelim enin yaygın kullanım ıyla türlere ilişkin olduğu"nu gös­

termektir. Başka bir deyişle, bir özellik bir bireye, sadece söz konusu bireyin tasnif edildiği tür göz önünde bulundurulduğunda özsel olur.

Örneğin, akıl sahibi olm ak benim özsel özelliğim olm ayabilir, ama bir insan sayılm am için özsel olarak değerlendirilebilir. Bu da belirli bir anda, "insan" adı verilen karm aşık fikre, neyin özsellik atfedildiği­

ne bağlıdır (III. vi. 5). Eğer iki veya daha fazla tikel varlığın aynı özü paylaşıp paylaşm adığına ya da doğalarında özsel bir farklılık bulunup bulunm adığına karar vermek gerekiyorsa, izlenecek tek yol, söz ko­

nusu türün veya cinslerin standardı ve özü olan soyut fikre bakmaktır.

Tözlerin, nom inal özlerine göre -y a n i bir başka deyişle, "bizim ta­

rafım ızdan" çerçevesi çizilm iş olan karm aşık fikirlere g ö re - tür ve cinslere bölünm esi, Locke'un, aynı türden olan bedenlerin nasıl farklı nitelikler sergileyebileceğini açıklam asına imkân sağlam ıştır (III. vi.

8). Türler dışladıkları bedenler kadar farklı bedenler içerirler. Bu nok­

tada, yapılan bölüm lem eler gelişigüzeldir. Bu bölüm lem eler, tözsel form lar ya da gerçek özler üzerinde tem ellenm em iştir. Bu da Locke'u, görünür cism ani dünyada boşlukların ve uçurum ların olm adığını ke­

sin bir biçim de kabul etmeye sevketmiştir: "Bizden çok aşağıda, iniş kolay adım larla sürer ve sürekli diziler içinde şeyler birbirinden azar azar farklılaşırlar" (III. vi. 12). Aynı şekilde Locke'a göre, "Eğer yara­

tık cinsleri, adım adım bizden aşağılara doğru iniyorlarsa, bizden yu­

karıya, O'nun sonsuz m ükem m elliğine doğru tırmanan cinslerin bu­

lunması gerektiği" düşüncesi de yerindedir. Böylelikle Locke, Büyük V arlık Zinciri görüşünün bir çeşidini savunm uştur; bu görüş, sürekli­

lik vurgusuyla, kendisinden sonra gelecek biyoloji üzerinde inanıl­

m az derecede etkili olacaktır.18 D aha sonra ileri süreceğim gibi bu

18. A rthur Lovejoy, The G reat Chain o f Being, New York: H arper & Row, 1960, ss.

228-9.

(25)

yaklaşım , halklar biçimindeki "insan" türleri veya gruplan arasındaki siyasal ilişkileri de etkileyecektir.

Locke, tözsel form larına göre tasnif edilmiş olan farklı doğal cins­

lerin düzenli bir sistem içinde bulunduktan fikrini sorgularken, birbi­

rinden farklı ve çeşitli kanıtlara başvurmuştur. Geliştirilen çerçeve içindeki uyumsuz duruşlarıyla göze batan aykırılıklara atıfta bulunur:

Kanatlı balıklar, suda yaşayan kuşlar, hem suda hem karada yaşayan hayvanlar, denizkızları ve "insan adı verilen canlılar kadar bilgi ve akıl sahibi olduğu görünüm ü veren vahşiler" (III. vi. 12). Tıpkı "hem kuşlara hem balıklara yakın olan, yani iki türün arasında yer alan" (III.

vi. 12) hayvanlar bulunduğu gibi, "İnsan ile hayvan arasında yer alan bir şey de vardır" (IV . iv. 13). Locke insanın şekline, hareketine ve ya­

şam ına sahip oldukları halde akıldan yoksun olan geri zekâlılan bu aralığa yerleştirir. Bu iddianın, yalnızca, bedenlerin sınırlı sayıda ger­

çek öze uyduğu görüşünü savunanları şaşırtacağını anlıyordu. A ncak yine de Locke'un devrinde kopm a noktası, nereye yerleştirilm iş olur­

sa olsun, yaşam ile ölüm arasındaki fark anlam ına geliyordu. Sağlıklı ebeveynlerin çocukları olm alarına rağmen, bazı bebekler öylesine şe­

kilsiz ve hatalıydılar ki, Locke, bu bebeklerin "hilkat garibesi" olarak görüldüğünü ve bu yüzden de ortadan kaldınldıklannı gözlemlemişti.

Ancak Locke yine de, "düzgün bir bedene sahip bir geri zekâlıyı" bir

"hilkat garibesinden" ayıran açık ve kesin aynm ların m evcut olm adı­

ğını vurgulamıştır. "K ulaklan biraz uzatıp sivrilttin mi, burnu da nor­

malden biraz daha yassılttın mı, duraklam aya başlarsın" (IV . iv. 16).

Şekilsiz bir bebeğin ruhu olm adığına karar verilen nokta hangi nokta­

dır? (IV . iv. 16). B ir John O vington'ın çıkıp da, Hotantoların insanlar ile yaratıklar arasında bir geçiş aşamasını temsil ettiklerini söylemesi hangi noktada bir temel kazanıyor? Farklı cinsler arasında üremenin m üm kün olduğuna dair deliller, özellikle doğal cinsler teorisini daha da ciddi sorunlarla karşı karşıya getirmiştir. Locke sadece bir kedi ile fare örneğini gördüğünü aktarm akla yetinmemiş, kadınlann mandril maym unlarından ham ile kaldıkları (III. vi. 2 3 ) iddialannı da sıklıkla vurgulamıştır. Kaynağı A frika olan bu iddialar, Afrika halklannın in­

sanlık âleminin diğer üyeleriyle bağlannın çözülm esinde de etkili ol­

muştur.

Locke, söz konusu aykınlıklann tartışılması bağlamında, daha ön­

ce gündem e gelmiş olan, yeni doğan çocuklann vaftiz edilmesi soru­

nuna (III. iii. 14) yönelir. Bebeğin insan soyundan gelm iş olduğu ger­

çeği onun insanlığını garanti altına almamıştır: "Akıldan m ahrum

(26)

olup olm adıkları henüz bilinmeksizin, başka bir kalıpta yaratılm ış ço­

cuklar gibi görülerek, sırf dış görünüm lerinin sıradan çocuklardan farklı olm asından ötürü, birçok insan cenininin m uhafaza yahut vaftiz edilm esinin gerekli olup olmadığı çok tartışılmıştır" (III. vi. 26).

Locke, biçimsizliği yüzünden az kalsın vaftiz edilm eyecek olan Baş Keşiş M alotru'nun hikâyesini aktarır. Nasıl olm uşsa olmuş, sonunda baş keşiş geçici olarak insan ilan edilmişti. A ncak Locke, burnu biraz daha yassı diye, neden bir çocuğun rasyonel bir ruha sahip olm adığı­

na kanaat getirildiğini sorgulamıştır. Aynı şekilde, "onay görm üş bir şekle" sahip oldukları halde bir hayvandan daha fazla akıl alâmeti gösterm eyen insanlar da vardır. Locke bu soruyu, bireysel durum lar­

da bu türden tartışm alara dek varan kimin insan olup kim in olm adığı­

nı belirlem enin güçlüğünü gösterm ek için sorm az yalnızca. A yrım la­

rın doğanın eseri olm adığını ve bu "cinsin kesin ve sabit sınırlarının"

bulunm adığını (III. vi. 27) öne sürm ek için de sorar. Tartışm anın kesin bir özetinde Locke şöyle yazar: "İnsan kelim esi hakkında şu ana ka­

dar sahip olduğum uz hiçbir tanımın, bu tür bir hayvan için yapılan hiçbir tasvirin m eraklı bir kişiyi tatmin edecek derecede mükem m el ve tam olduğunu düşünm üyorum . Bu tanım ve tarifler, ortaya çıkabi­

lecek vakalarla ilgili olarak yaşam ve ölüm, vaftiz olm ak veya olm a­

m ak konusunda bir karara varmamızı sağlayacak, her durum da geçer­

li genel bir uzlaşm a elde etm ek söz konusu olduğunda mükem m el ve kesin olm aktan daha da uzaktırlar" (III. vi. 270). Kölelerin veya hatalı şekilli bebeklerin vaftiz edilmesi söz konusu olduğunda karar veril­

mesi gerekiyordu. Toplum sal pratikler sınırların çizilm esini gerektir­

mişti. Ancak bu sınır çizim inin, tanım lara başvurularak yapıldığı sü­

rece neredeyse bütünüyle raslantısal olana düzenlilik görünüm ü ver­

diği anlaşılm alıdır. Rastlantısal olan, yapılan tanım lan hiçbir şey kı­

sıtlam adığı ölçüde rastlantısaldı. Daha kesin bir ifadeyle, nominal öz­

lerin inşasında bazı kısıtlam alar olduğu için neredeyse raslantısaldı.

H er ne kadar tözlerin nominal özleri zihnin ürünü olsalar da, karm a modlara* ait fikirler kadar keyfi bir biçimde inşa edilm em işlerdir (III.

* "Sorum luluk", "sarhoşluk", "yalan" gibi farklı basit fikirlerin bir araya getirilm e­

siyle kurulm uş karm aşık fikirlere Locke "karm a m odlar" adını verir. Bunları, aynı türden basit fikirlerin bir araya getirilm esiyle oluşturulan "zaman" gibi karm aşık fikirlerden ayırt eder. K arm a m odlan oluşturan basit fikirler dünyada belli bir süreklilikle varolan bir varlığın gerçek bir niteliğini temsil etm ezler. Örneğin, aklın keyfi bir biçim de kurduğu

"sarhoşluk" fikri, tözlerin gerçek özleriyle ilişkili olan "insan” "papağan" gibi b ir karm a­

şık fikir değildir. Bkz. III. vvıı. 1 .-haz. notu.

(27)

vi. 28). Tözlerin karmaşık fikirlerini oluşturm ak için bir araya getiri­

len fikirler doğayı izlerler: "İnsanlar istedikleri karm aşık fikirleri üre­

tip onlara istedikleri isimleri verseler de, gerçekten var olan şeylerden bahsettiklerinde, eğer anlaşılacaklarsa, fikirlerini üzerine konuşacak­

ları şeylere belli bir ölçüde uydurm aya zorunludurlar" (III. vi. 28).

Başka bir deyişle, fikirlerin birliği doğadan alınm ıştır (III. vi. 29). Bu­

nunla birlikte Locke’un "tözsel form lar üstüne yapılan sonuçsuz araş- tırm alar"dan (III. vi. 10) vazgeçtiğini de akılda tutarsak, onun nominal özleri tasnif etme kurallarına getirdiği kısıtlam aların zayıf kaldığı açık hale gelir.

Locke basit fikirlerin tözlerde "gerçekten birleşm iş bir biçim de bir arada bulunduğu" durumlarla, "gerçekten hiçbir zam an birleşm iş bir biçim de bulunmadığı" (II. xxx. 5) durum ları birbirinden ayırmış, töz­

ler hakkındaki karm aşık fikirlerim izin ilk tipe denk düştükleri sürece gerçek olduklarını öne sürmüştür. Tözlerin fikirlerini inşa ederken, özellikleri raslantısal olarak değil, doğayı işin içine sokarak bir araya getiririz. Bu süreç ilk olarak, kısaca açıklayacağım gibi, arketipler kullanılarak; ikinci olarak, doğadaki benzerliklere dayanarak gerçek­

leştirilir. Doğada bulunan özgül varlıklar "her zam an yeni ve çeşitli değillerdir; çoğunlukla birbirlerine çok benzerler" (III. vi. 37). Bu da tikel varlıkların türlerin içinde sınıflandırılm alarının "temel"ini oluş­

turur (III. vi. 30).

Locke'dan söz ettiğim iz sürece, "İnsan hakkında gelişigüzel ko­

nuşmamızın" nedeni, insanın gerçek özüne nüfuz edem em em iz değil, aksine, "kendimizi, hâlâ doğada yerleşik ve sabit cinsler bulunduğuna dair hayallere bırakm ış olduğum uz için insanın ne olduğunu bilme- memizdir" (IV. iv. 16). Locke bundan ötürü, "Doğa, şeylerin üretim in­

de düzenli işler ve tek bir genel ad altında topladığım ız her bireye, ta­

mamen aynı gerçek yapıyı vererek, bu cinslerden her birine sınırlar koyar," (III. x. 20) önkabulünü terk etm eye çalışmıştır. Sınırlar sorunu sadece yersiz bir soru bağlam ında ortaya çıkar: "Bir insan, gördüğü şu veya bu şeyin, diyelim eğri büğrü ya da korkunç bir cenin olsun, insan olup olmadığını sorduğunda, sorunun, 'bu tikel şeyin, o kişinin insan adıyla ifade ettiği karmaşık fik re uyup uymadığı', olmadığı açıktır.

Esas soru, bu şeyin, insan adının temsil ettiği varsayılan cinsin gerçek özünü kendinde barındırıp banndırm adığıdır" (III. x. 21). Eğer cinsle­

re mensubiyet, herhangi bir gerçek öze başvurm adan, nominal özün tanım ınca belirleniyorsa, o zaman tanım yeterince kesinleşm ediği sü­

rece türlerin genişlem esine dair belirsizlikler çıkacaktır ortaya.

(28)

H er ne kadar tözlerin nominal özlerinin doğadan kopyalandıkları varsayılsa da, sınırları doğanın değil, insanların koyduğu gibidir (III.

vi. 30). Locke neden "bir Shock ile bir Av Köpeğinin" - b ir kaniş ile bir zağ arın - bir Spanyel ile bir filin değerlendirildiği gibi ayrı türler olarak değerlendirilm ediğini sorar (III. vi. 38). Oysa kendisi öyle de­

ğerlendirilm esi gerektiğini düşünür. Sınırların doğa tarafından çizil­

diği klasik türler anlayışıyla bağlannı koparan Locke, kendi adı olan her soyut fikrin ayrı bir tür oluşturduğunu ve insanların da söz konusu türe ait karm aşık fikri oluştururken, hangi farklılıkların özsel sayıla­

cağını belirlediklerini öne sürm üştü (III. vi. 39). Locke bu temelde,

"Birine göre gerçek bir insan sayılan kişinin, bir başkasına göre sayıl- mayacağı"nın (III. vi. 26) tabii ki farkındaydı. Bununla birlikte Locke, daha iyi bir tanım ın daha kesin bir tanım olduğunu im a eder gibidir.

Töz fikri altında toplanan fikirlerin sayısı, "o fikri yapanın ihtim am ı­

na, çalışkanlığına ve hayalgücüne dayanır" (III. vi. 29).

Locke, nom inal öze sahip fikirlerim izin ne ölçüde kesinlik içerdi­

ğini gösterm ek istediğinde insan örneğinden altın örneğine geçmiştir.

İnsan fikri başlangıçtan beri töze dair fikirlerim izin belirsizliğini gös­

termek için kullanılmıştır. A ltın fikri ise, bir arketip kullanımı yoluyla özellikler ekleyerek, nominal özler diline daha fazla kesinlik kazandı- nlabildiğini ileri sürm ek am acıyla kullanılmıştır. Farklı insanların al­

tına ilişkin fikirlerinin birbirinden farklı olduğu kolayca gösterilebilir, ancak bu farklı fikirler çoğunlukla gözlem lem e düzeyine bağlıdır.

Gözlem lem e sürecinde özelliklerin eklenm esiyle altın fikri daha da belirli bir hale sokulur. A ltının, bir çocuğun izlenimleri arasında sayı­

labilecek olan, açık parlak san renginden, önce ağırlığına, sonra eriti- lebilirliğine, daha sonra da yum uşaklığına, vb. geçilir (III. ii. 3 ve III.

vi. 31). Sadece tedbirsiz ya da tembel olanlar delinin altınının kurbanı olurlar.*

Kişinin, em ek vererek ve ihtim am göstererek kullandığı dile daha da kesinlik kazandırm ası süreci, "kelimelerin ikili kullanım ı"na fırsat vermiştir. Bu, Locke'un düşüncelerim izin kaydını bu düşüncelerin başkalarına aktarım ından ayırt etm ek için kullandığı "ikili kullanım"

(III. ix. 1) değil, iletişim am acıyla kullanılan dil anlam ında "ikili kulla­

n ım d ır. Böyle bir dilin, ticaret ve genelde karşılıklı konuşm a öm ekle-

* Delinin karm aşık altın fikrinin hangi basit fikirleri içerebileceğine değinm iyor Loc­

ke; ancak bu fikrin doğada bulunan altının niteliklerini uygun ve doğru biçim de tem sil e t­

mediğini varsayıyor olsa gerek, -h a z. notu.

(29)

rinde olduğu gibi sivil bir kullanımı ve daha büyük ölçüde kesinlik ge­

rektiren felsefi bir kullanım ı vardır (III. ix. 3). O rtak kullanım sessiz bir uzlaşm ayla işler; bu sayede bazı sesler bazı fikirlere uygun hale gelir (III. ii. 8). Şüphesiz açık bir uzlaşm a -şa y e t v arsa- bütün eksik tarafla­

rıyla birlikte, sadece sivil bir dil tem elinde oluşturulabilir. Sivil dilin iletişim için kullanılan her kelimesi, Locke'çu çerçeve içinde daha da belirleyici bir anlam da ikili bir anlam içerir çünkü konuşanın kafasın­

daki fikrin duyanınkinden farklı olm ası her zaman m üm kündür. Her­

hangi bir konuşm ada konuşan kişi felsefi, yani mükemmel bir iletişimi mümkün kılacak bir şekilde, tanım lanm ış bir dil ile konuşmadıkça,

"iki dil"de birden konuşmuş olur (III. ii. 4). Bununla birlikte, bu nokta­

ya erişilm eden önce, sivil ve felsefi, iki kullanım ın birbirinin içine geçmiş ya da karışmış olduklarını söylem ek mümkündür.

Locke'un, sivil dilin nasıl daha fazla kesinlik kazanabileceğini gösterm ek istediğinde, insan fikrinden altın fikrine geçmesi rastlantı değildir. Altın fikrine kıyasla insan fikrinin kesinlik kazanabildiğini gösterm ek daha zordur. Problem arketip kullanım ında yatmaktadır.

İngiltere'de büyüm üş olan çocuğun arketipine göre "bir Zenci insan değildir" (IV. viii. 16). Özellikle rengin tasnif etm edeki önemi ortaday­

ken, bu arketipe nasıl karşı çıkılabilirdi (III. vi. 29)? Locke, Peter, Ja­

mes, M ary ve Jane'e dair sahip olunan karm aşık fikre yeni bir şey ek­

lemeden, ancak her birine özgün olanı dışarıda bıraktıktan sonra sade­

ce hepsinde ortak olanı elde tutarak (III. iii. 7), genel bir ad olarak in­

san fikrine nasıl ulaşılabilineceğini betim lem iştir. Ancak soyutlama süreci, bir bireyler topluluğuna dair daha önceden hazır bir fikre sahip olunduğunu varsayar. Böylelikle, farklı bir küm e üzerinden farklı bir fikre ulaşmış birisine karşı çıkılm asına olanak sağlayacak hiçbir te­

mel sağlamaz. H er ne kadar normdan sapmaların yol açtığı nefreti ele alacak kaynaklara sahip olm asa da, Locke'un yaklaşımı, hem halkla­

rın bölüm lenm esinde hem de farklılıkların bir normdan ayrılış olarak görülm esinde renk terim lerinin nasıl bu kadar etkili olduğunu açıkla­

ma m eziyetine sahiptir. Ancak, bu temelde, renk terimlerinden soyut­

lanmış daha kapsamlı bir insanlık anlayışı, renk terim lerine bağlı ka­

lan bir anlayışa kıyasla insan fikrinin daha kesin bir tanımını verme iddiasında bulunamaz.

A rtık hiçbirim iz arketipler tem elinde tözlerin dilini icat eden Adem 'in konum unda değiliz (III. vi. 47). Toplum un üyeleri olarak za­

ten yerleşik bir dile sahibiz (III. vi. 51). Bize sunulan arketiplerle bir­

likte cinslere dair devralınm ış fikirleri sağlayan da yine bu dildir.

Referanslar