• Sonuç bulunamadı

TARİH OKULU SONBAHAR 2008

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "TARİH OKULU SONBAHAR 2008"

Copied!
136
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TARİH OKULU

SONBAHAR 2008

I

İZMİR

(2)

TARİH OKULU ISSN 1308-5398 Sonbahar 2008, Sayı I

Yerel Süreli Yayın

İletişim Bilgileri

Yazışma Adresi: Ergene Mah. 454 Sok. Bozkent Apt. No: 10 Kat: 1 Daire: 1 Bornova İzmir

Telefon: 0232 3428665

Elektronik Posta: yenitarihokulu@gmail.com

Tarih Okulu, basın meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder.

Dergide yer alan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir.

Derginin tamamı veya bir kısmı kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Dergide yayınlanan çalışmalar, kaynak gösterilmek koşuluyla kullanılabilir.

Yayınlanmasını istediğiniz çalışmalarınızı yenitarihokulu@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

(3)

Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

Mustafa ALİCAN

Sorumlu Müdür ve Dergi Editörü

Gökhan KAĞNICI

Yazı İşleri Sorumlusu

Aytunç ÜLKER

Yayın Kurulu

Arş. Gör. Cihan ÖZGÜN Arş. Gör. Murat TOZAN M. Fatih ÇALIŞIR, M.A.

Yenal ÜNAL, M.A.

Aytunç ÜLKER Gökhan KAĞNICI

Mustafa ALİCAN

Onur ERYEŞİL

(4)

İÇİNDEKİLER

MAKALELER

Cihan ÖZGÜN, Osmanlı Ekonomi Politiğine Kısa Bir Bakış

(XVIII-XIX. Yüzyıllar) 5-17 Yenal ÜNAL, Ahmet Ferit Tek’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri 19-47

Mustafa ALİCAN, Tâcuddevle Tutuş: Bir Selçuklu Meliki’nin

Siyasi Biyografisi 49-91

ÇEVİRİLER

P. B. ADAMSON, Eski Mezopotamya’da Cerrahi Surgery in Ancient Mesopotamia

(Çeviren: Gökhan KAĞNICI) 93-104

Thomas A. BRYSON, Türkiye’de Bir Açık Kapı Diplomatı:

Amiral Mark L. Bristol

Admiral Mark L. Bristol, An Open-Door Diplomat In Turkey

(Çeviren: Aytunç ÜLKER) 105-128

YENİ YAYINLAR

Lionel CASSON, Antik Çağ’da Seyahat (Çeviren: Nalan ÖZSOY)

İnceleyen: Murat TOZAN 129-136

(5)

Fransız tarihçiler Lucien Febvre ile Marc Bloch, 15 Ocak 1929’da, Annales d’histoire economique et sociale (Ekonomik ve Toplumsal Tarih Yıllıkları) ismini verdikleri tarih dergisinin ilk sayısını yayınladıkları zaman tam olarak ne yaptıklarının bilincindeydiler. Yeni bir tarih anlayışı yaratmak için yola çıkan Febvre ile Bloch, sosyal bilimlerin tarihe uyarlanması metodunun kullanılmasıyla disiplinler arası bir tarih biliminin gelişeceği inancını taşıyorlardı. Sosyoloji, psikoloji, ekonomi, antropoloji vb sosyal bilimsel disiplinlerin verilerini kullanmayı temel alan farklı bir metodoloji ile siyasi ve diplomatik tarihin ötesine geçerek tarihin kökenlerine ulaşmak amacındaydılar.

Nitekim Strasbourg Üniversitesi’nde ders verdikleri dönemde kurmuş oldukları bu dergi, tarih disiplinin gelişimi açısından bir devrim işlevi görerek yeni bir vizyonun yaratılmasına öncülük etti. Sayısız tarihçi, bu derginin büyüleyici etkisine kapıldı ve tarihin tarihi yeni bir dönemece girdi.

Febvre ile Bloch’un öncülüğünde bilim tarihinin sahnesine çıkan

Yeni Tarih Anlayışı, derginin isminden hareketle Annales Okulu

olarak ün yaptı. Türkiye’deki en önemli öncü ve temsilcisini ünlü

tarihçimiz Ömer Lütfi Barkan’ın şahsında bulan Annales Okulu, başta

efsanevi tarihçi Fernand Braudel olmak üzere bir çok tarihçinin

metodoloji anlayışını şekillendirerek dünya tarih yazımına ölümsüz

eserler kazandırdı.

(6)

Annales Okulu’nun kurucularının 1920’li yıllarda hayal bile edemeyecekleri metodolojik aygıtlar tarih disiplinine olağanüstü katkılar sağlıyor. Fakat onların, sonsuzluğa uzanan bir yolun ilk adımını atan cesur tarihçileri olduğunu tarih hiçbir zaman görmezden gelmeyecek. Her zaman modern tarihçiliğin babaları olarak anılmaya devam edecekler.

Çıkardıkları dergi ile temellerini attıkları modern tarih, onları hep hayranlıkla yâd edecek.

***

Elinizde ilk sayısını tutmakta olduğunuz Tarih Okulu, tarihe gönül vermiş genç araştırmacıların mesleğe doğru attıkları ilk adım, ilk emekleme deneyimidir. Onlar, tarihe yeni bakış açısı getirme iddiası gibi bir hadlerini bilmezlik içinde değiller. Hayalini kurdukları tek şey, hocaları tarafından kendilerine açılan tarihsel gerçeklik kapısından içeri girmek ve o büyülü dünyada kendi ayakları üzerinde durmayı başarabilmektir.

Tarih Okulu’nun amacı, akademik tarihçiliğe âşık olmuş genç

tarihçilere çalışma disiplini ve süreğen bir mesleki heyecan

kazandırmaktır. Özgün tarihsel metinler kaleme almalarını

sağlayabilecek güçlü bir retorik geliştirebilecekleri platform olmak ve

kendileri ile aynı heyecanı paylaşan başkalarıyla birlikte yapacakları

verimli çalışmalarla, kendilerini geliştirebilmelerine olumlu etki

yapabilecek bir bilgi dağarcığı yaratmaktır. Bunun yanında elbette ki

uzun soluklu olmaktır.

(7)

Tarih Okulu mensupları, derginin hazırlanma ve yayınlanma

evrelerinde kendilerinden ufuk açıcı deneyimlerini esirgemeyen Tarih

İncelemeleri Dergisi editörü Doç. Dr. Süleyman Özkan’a, ilk sayıda

yayınlanan çalışmalara (kendi alanları ile ilgili olarak) danışmanlık yapan değerli hocalarımız Prof. Dr. Mehmet Ersan’a, ve Yrd. Doç. Dr. Hasan Mert’e sonsuz teşekkür ve minnettarlıklarını sunmaktan kıvanç duyarlar.

Tarih Okulu

(8)

Sayı I, 5-17.

OSMANLI EKONOMİ POLİTİĞİNE KISA BİR BAKIŞ (XVIII- XIX. Yüzyıllar)

Cihan Özgün Özet

Osmanlı İmparatorluğu coğrafi konumundan dolayı hareketli ve canlı bir ekonomik yaşam ve ortama sahip olmuştur. Osmanlı imparatorluğu dünya ekonomisine eklenme sürecinde tarım, ticaret, sanayi, ekonomik kurumlar, ulaşım, ekonomik ilişkiler ve hizmetlerde büyük değişiklikler yaşanmıştır. Bu çalışmada 18. yüzyıl Osmanlı’sından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçirdiği ekonomi politiği incelenmiştir.

Anahtar kelimeler: Ekonomik Değişim, Ekonomik İlişkiler ve Düzen, Tarım, Ticaret, Sanayi.

Abstract

Ottoman Empire, due to its geographic condition has a animated and lively economic life and environment. Especially, while Ottoman Empire was relating to world’s economy, there were great changes in agriculture, trade, industry, economical companies, communication and service areas. In this work, are examined, political economy from XVIII. century to the establihsment of Turkish Republic.

Key words: Economic Transformation, Economic Relations and Order, Agriculture, Trade, Industry.

Arş. Gör. Cihan Özgün, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakınçağ Tarihi Ana Bilim Dalı. E- Mail: cihan.ozgun@ege.edu.tr

(9)

XV- XVI. yüzyıllarda en parlak çağını yaşayan Osmanlı Devleti’nin bu yüzyıldaki pek çok savaşları ticaret yolları üzerinde denetim kurma çabasının cüretkâr birer sonucuydu. Osmanlı Devleti’nin bu ihtişamlı çağında Osmanlılar lehinde ekonomik döngüler, siyasi karar ve dengeleri çok rahatlıkla belirleyebilirken1 bu ihtişamlı çağları takip eden yüzyıllarda; Osmanlılar aleyhine siyasi döngüler, ekonomik dengelerini yavaş yavaş belirlemeye başladı. Nitekim Osmanlı İmparatorluğunun genişlemekte olan kapitalist dünya ekonomisi içindeki iş bölümüne, gelişme merkezlerinden sanayi ürünleri satın alan ve onlara hammaddeler satan bir çevre alanı olarak katılması XVII. ve XVIII. yüzyıllarda iyice belirginleşmişti.2

Osmanlı-Avrupa ticaretinde XVII. yüzyıl boyunca İngilizler egemen oldu. Osmanlı ülkelerinde genellikle ham ipek, tiftik, pamuk ve meyan kökü gibi ham maddeler alıp, yünlü kumaşlar ve madeni eşyalar gibi mamul maddeler satan Levant Company tüccarlarının büyük karları, İngiltere’deki sermaye birikimine ve İngiliz merkantilizminin gelişmesine önemli katkılarda bulundu. Osmanlı ekonomisi için “arzı kıt talebi bol bir ekonomidir; bu nedenle elde tutmalıyız” diyen Colbert’in iktisat politikasıyla önemli atılımlar yapan Fransızlar ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’yla olan ticaretinde XVIII.

yüzyılda önem kazandı. Fransızlar da Osmanlılara daha çok sanayi malları satıyordu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’ndan yaptıkları ithalat arasında, XVIII. yüzyılın sonlarında bile bazı düşük kaliteli pamuklu dokumalar, pamuk ve tiftik ipliği bulunması, Osmanlı ekonomisinin mutlak bir ham madde ihracatçısı haline gelecek kadar kendi artizan sanayilerini henüz yitirmediğini göstermesi bakımından ilginçtir.3 Avrupa devletleri’ne tanınan ticaret

1 Osmanlı Devleti’nin ticaret ve ekonomisinin canlandırılması için uyguladığı politikalardan en önemlisi, büyük şehirler etrafında bir yol sistemi meydana getirmek ve fetihlerle belirli ticaret yollarının denetimini ele geçirmekti. Zira onlar, ticaret yollarının kendi memleketlerinden geçmesinin getireceği maddi faydaları tamamıyla kavramışlardı. Barthold (1984), 226-227.

2 Osmanlıların bu tip bir çevre alanı haline getirilmesi için hazırlıklar XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı ülkesi ticaret bileşimi ve rejiminde değişiklikler yapılarak başlandı. Daha önceleri Venedik bandırası altında ticaret yapan Fransızlar 1569’da Osmanlılardan kapitüler ayrıcalıklar aldı. 1581 yılında İngiltere’de Osmanlı İmparatorluğuyla yapılacak ticareti konu alan Turkey Company kuruldu. Daha sonraları Levant Company adını alan bu tekelci şirket aracılığıyla İngilizler de 1583 yılında Fransızlarınkine benzer ayrıcalıklar elde etti. Hollandalılar 1612’de, Avusturyalılar 1615’de, İsveçliler 1737’de, iki Sicilya Krallığı 1740’da, Danimarkalılar 1746’da, Prusyalılar 1761’de, İspanyollar 1782’de ve Ruslar da 1783’de Osmanlı Hükümetinden kapitülasyon diye bilinen ticaret ve yargı ayrıcalıklarını aldılar. Tezel (1982), 60-61.

3 Tezel (1982), 60-61.

(10)

kolaylıklardaki denge, XVIII. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı aleyhine bozulmuştu. Söz konusu dönemde Avrupa’da kol gücü yerine buhar gücünün geçmeye başlamasıyla üretimde büyük artış sağlanmıştı. Bunun doğal sonucu olarak, Osmanlı pazarını elde etmek için Fransa, İngiltere ve Rusya gibi devletler kıyasıya bir yarışın içine girmişlerdi.4 Bunun ardından gelen manifakturel başarı ve uygulanan merkantalist politikalar Osmanlı ekonomik düzenini alt üst etmişti.5

1774’den sonra kapitülasyonları delme arzusu içinde bulunan Osmanlı Rumları için konsolos olmak veya konsolosluklara hizmetli olarak girerek yabancı tüccarlar gibi davranmak yolu açılmıştı. Ayrıca ticaret, tarım, faizcilikle para kazanan ve çoğu yerli olan konsolosların resmi sıfatları hükümetle ilişkilerinde onlara avantajlı bir durum sağlamaktaydı6. Bu değişimleri de göz önünde tutarak şunu söyleyebiliriz ki; Osmanlıların XVIII. yüzyıldaki ülke ekonomisi üzerindeki kontrolü XVI. yüzyıldakine nazaran epeyce zayıflamıştı.

Bunun en önemli nedeni Avrupa devletlerinin Osmanlı topraklarında konsolos, kaptan ve tüccarlarıyla, ayrıca para ve istihdam olanaklarıyla var olmalarıydı.

Ayrıca Hıristiyan tüccarlar, yabancı tüccar ve konsoloslara yanaşmaya ağırlık vererek, vergi yüklerini hafifletmek için sık sık bir tercüman olarak –kağıt üzerinde- bir konsolosluğun hizmetine girmişlerdi. Osmanlı padişahları elçiler nezdinde bu durumu protesto ettikleri halde kalıcı bir başarı sağlayamamışlardı.7

XIX. yüzyıl Sanayi Devrimi’nin yol açtığı üretim patlaması, teknolojik gelişmeler, hızlı ulaşım araçları gibi faktörler nedeniyle, dünya uluslarının birbirleriyle ekonomik ilişkilerini üst düzeylere tırmandırdıkları bir süreç oldu.8 Sermaye birikimi her şeyden önce batının gerçekleştirdiği tarihi bir olguydu.

Yani batıda iç ve dış sömürü olmasaydı belki sermaye birikimi ve bunun sonucu olarak Sanayi Devrimi görülmeyecekti. Oysa Osmanlılar geleneksel olarak sermayenin belli ellerde toplanmasını engelleyerek ve gerektiğinde müsadere yöntemini kullanarak böyle bir iç oluşuma imkan tanımak istememişti.9 Öyle ki XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren buharlı gemilerin yapılmasıyla ticaret

4 Çadırcı (1991), 6.

5 Ekinci (1997), 27.

6 Çadırcı (1991), 5- 6.

7 Bu konu hakkında ayrıntılı bir çalışma için bkz. Faroqhi (1997), 203-204.

8 Martal (1999), 73.

9 Tabakoğlu (1986), 445.

(11)

yollarının kısalması, Asya-Avrupa ticaretinde Osmanlıların topraklarından geçen kervan yollarına büyük darbe indirmiş, Osmanlılar ticari açıdan sadece atıl bir duruma düşmekle kalmamışlar, ayrıca giderek sanayi devrimini tamamlamış büyük devletlerin iyi bir müşterisi olma yoluna da girmişlerdi.

Önemle belirtmeliyiz ki, 1750-1815 arasında hiçbir mal Osmanlı İmparatorluğu’ndan yeteri kadar uzun bir süre içinde ve belirli bir miktarın üstünde düzenli olarak ihraç edilmemişti. Ayrıca 1838’e gelinceye kadar Osmanlı Devleti ekonomik politikasını tek başına belirleyebiliyordu. Uygulanan politikanın temeli ithalata kolaylık sağlamak, ihracata sınırlamalar koymaktı.

Böylece dışa kapalı olmamakla birlikte kendi kendine yeten, ürettiğini tüketen bir toplum düzeni yerleşmişti.10 Dolayısıyla şehirlerde ve kırsal bölgelerdeki üretim faaliyetleri dünya ekonomisindeki değişikliklerden pek etkilenmiyordu.

Bu durumda da yerel halkın dış pazarlara veya merkez bölge ekonomilerine bağımlı olduğunu söylememiz oldukça zordur.11

Geleneksel Osmanlı ihraç politikası provizyonist bir yapıdaydı. İçerde halkın ihtiyacı karşılandıktan sonra ancak artan kısım ihraç edilebilirdi. Ayrıca devlet yed-i vahit (tekel) usulü ile ürünün alım ve satımı üzerine tekelini koyabiliyordu. Tanzimat’a kadar dış ticaret devletin provizyonist ve fiskalist kaygılarıyla ve kapitülasyonların belirlediği ilkeler ışığında yürütülüyordu. Bu genel konjonktür içinde, Osmanlılar aleyhine siyasi döngülerin, ekonomik dengelerini yavaş yavaş belirlemeye başladığına dair yaptığımız tespitin en canlı ve temel örneğini 1838 Ticaret Anlaşması oluşturmaktadır.12 Kapitülasyonların önemli bir aşaması olan 1838 Türk-İngiliz Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı Devleti’nin maliyesinin çıkmaza girmesinin ve Osmanlılarda varolan ticaret ortamının radikal bir şekilde değişmesinin en temel etmenidir. 1838- 1846 arasında ticaret muahedesi yapılan diğer Avrupa devletleri de İngilizlerinkiyle aynı imtiyazlara sahip oluyorlardı. Bununla

10 Martal (1999), 73.

11 Kasaba, (1993), 37.

12 Anlaşmanın getirdiği en önemli değişiklik, ihraç yasağı, yed-i vahit ve satın alınan malların nakli için gerekli tezkere yönteminin kaldırılmasıydı. Ayrıca 1826’dan beri çeşitli adlarla alınmakta olan bütün dahili resimler kaldırılmakta ve yerine dahili gümrük resmi olarak %9 oranında bir resim konulmaktaydı. İthal mallarında ise yabancı tüccarın getirdiği malı memleket içine götürmesi halinde ödeyeceği resim sadece %2 idi. Harici gümrük resmi aynen

%3 olarak muhafaza edilmekteydi. Bu resimleri ödeyen tüccar, başka herhangi bir engelle karşılaşmaksızın Osmanlı topraklarında perakende ticaret de dahil olmak üzere her türlü ticareti serbestçe yapabilecek duruma gelmiş bulunuyordu. Kütükoğlu (1992), 94.

(12)

birlikte 1846 Rus ticaret muahedesinde Osmanlı Devleti lehine olmak üzere bazı değişiklikler yer aldı. Rus tüccarı, harp alet ve malzemesi, müskirat, enfiye gibi maddeler de dahil olmak üzere perakende ticaret yapamayacak; şap, sülük, tuz ve tütün alım ve satımları bazı şartlara tabi olacaktı.13 İlki Fransızlarla 29 Nisan 1861’de yapılan, onu diğer devletlerle yapılanların takip ettiği Kanlıca Ticaret muahedelerinde, Balta Limanı muahedeleriyle yabancılara tanınan imtiyazlar aynen muhafaza edilmekle beraber bazı maddelerin ticaretine 1846 Rus muahedesindeki gibi sınırlamalar getiriliyordu. Fransa ile yapılan 1861 antlaşmasından sonra aynı yıl İtalya, İngiltere ve Belçika, 1862 yılında Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, İsveç, İspanya, Danimarka, Prusya, Hollanda ve Avusturya; 1866 yılında Meksika, 1868 yılında Portekiz devletleri de yapılan anlaşmalarla belirtilen bu ayrıcalıklara kavuşmuşlardı.14

Avrupa’nın Osmanlı hammaddelerine öteden beri rağbeti fazla idi. Bir kısmının Avrupa’da yetişmemesi, bir kısmının kalite üstünlüğü ve hemen hepsinin ucuz oluşu rağbeti artıran sebeplerdendi. Ticaret konusu olan bu malların çoğu önce miri ihtiyaçlar için satın alındığından devletin ödediği fiyat rayicinin altında kalıyor ve üretici imkan bulduğu takdirde malını, daha yüksek fiyat ödeyen yabancı tüccara satmayı tercih ediyordu. Bunun içindir ki yasaklara rağmen kaçak olarak hammaddenin dışarı kaçışı tam manasıyla önlenemiyordu. 1838’den sonra söz konusu durum değişmeye başladı. Yabancı tüccar her türlü malın alım ve satımında yerli tüccarla aynı haklara sahip olmuştu. Fiyatları kolaylıkla yükseltebildiklerinden Osmanlı tebası olan tüccar ve esnafı yavaş yavaş devreden çıkarmaya başlamışlardı.15 Önceki dönemde liman kentlerinde toplanan yabancı koloni tüccarları, sadece Osmanlı tüccarlarından hammadde alıp mamullerini satmakla uğraşır, ülke içindeki üretim, tüketim ve ticaretle doğrudan ilgilenmezken, yeni dönemde ilgi alanları arttı ve iç üretim, ulaştırma ve haberleşme işleriyle doğrudan ilgilenmeye başladılar. Bu ilgide, Avrupa’da ortaya çıkan sermaye birikiminin yanında, Osmanlı pazarının da karlı görünmesinin de payı vardı. Yerli sermayesinin,

13 Kütükoğlu (1992), 94-95.

14 Tuz ve tütünün Osmanlı ülkelerine ithali yasaklanıyor, ancak isteyen yabancı tüccar yerli tüccar statüsünde sadece ihraç edeceği miktarı bildirmek şartıyla ülke dışına göndermek hakkına sahip kılınıyordu14. Dış satım resmi %12’den %8’e indiriliyordu. Her yıl yapılacak %1 indirimlerle resim oranının 7 yıl sonra %1’de sabit kalması hükme bağlanıyordu. Silah, top, tüfek ve her türlü savaş araç ve gereçlerinin Osmanlı topraklarına sokulması yasaklanıyordu. Duru-Turan- Öngeoğlu (1982), 100.

15 Kütükoğlu (1992), 95.

(13)

teknik bilgi ve becerinin, girişimcilerin olmayışı bunların işlerini kolaylaştırıyordu.16 Öncelikle, XIX. yüzyıl ticaret sözleşmeleri Osmanlı tarımının geçimlik yapısını çözmüştü. Provizyonist klasik Osmanlı ekonomik düzeni parasallaşmış, pazar göstergeleri ve piyasa güdüleri toplumda iktisadî rasyonaliteyi egemen kılmıştı. Kendi yağıyla kavrulan kapalı Osmanlı

“ekonomileri”ni dış pazara açmış, üreticiye tevekkül yerine kazanç özlemini aşılamıştı. Öte yandan ekonomik bütünlük ve türdeşliğe doğru önemli bir açılım sağlamıştı.17 Osmanlı Devleti bu süreçte, bir yandan geleneksel yapısındaki çözülmelere karşı yeni değerler ortaya koymak, öte yandan değişime ayak uydurmak çabaları içindeydi. Ancak ticaret sözleşmeleri, gümrük sisteminde yapılan düzenlemeler, ulaşım ve haberleşme alanındaki gelişmeler, yabancı sermaye yatırımları, verilen imtiyazlar vb. olaylar devletin, dünya kapitalist düzeniyle hızla bütünleştiğini gösteriyordu.18 Ancak bununla birlikte, XIX.

yüzyılın sonlarında, Osmanlı aydınları arasında artık serbest mübadele kapısını kapatmak gerekliliğini, yoksa sanayi ve iç ticareti canlandırmanın katiyen mümkün olamayacağını belirten fikirler yoğunluk kazanmıştı.19 Osmanlı Devleti’nde bu tür tartışmalar süredursun, merkantalist engellerin kaldırılması,

16 Çadırcı (1991), 335.

17 Toprak (1982), 234.

18 Martal (1999), 73.

19 Örneğin Ahmet Mithat Efendi, bir iktisatçı olmamasına rağmen ülkenin gelişmişlik düzeyini gerçekçi biçimde tespit ederek yapılması gerekeni görmesi sonucu “kapitalistleşme için himaye”

politikasının temellerini atmıştır. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Çavdar (1981), 173.

Kirkor Zohrap Efendi de, Osmanlı üreticisinin yabancı rekabetine karşı pek güçsüz olduğunu belirtiyor, ilkel düzeyde olan Osmanlı sanayini ve ülkenin tek zenginlik kaynağı olan toprak ürünlerini korumak için ılımlı himayeciliği kabul etmenin zorunluluğuna değiniyordu. Bu tür bir dış ticaret politikası benimsenmezse, ülkenin sınırlı servetinin yok olacağına, “ecnebi kapitalistlerin;

yabancı sermayecilerin tahakkümünün doğacağına” dikkat çekiyordu. Bkz. Toprak (1982), 112.

Mizancı Murat, “Usul-ü Himaye ve Serbest-i Mübadelat” başlıklı yazısında, serbest dış ticaret politikasının sanayi’i ve ticareti gelişmiş yabancı ülke sanayi’i ve ticaretiyle rekabet edebilecek güçte ülkeler için uygun düşeceğini Osmanlı Devleti gibi geri kalmış bir ülkede “ancak usul-ü himayenin” diğer bir deyişle koruyucu bir dış ticaret politikasının ulusal çıkarlarla bağdaşacağını belirtiyordu. Bu konu hakkında bkz. Toprak (1982), 106. Hiç kuşkusuz bu usul- ü himaye fikri, başta dönemin devlet adamları olmak üzere bir kısım kitle tarafından karşı çıkılıyordu. Serbest ticaret politikasından yana olanların, himayeci politikalara karşı itirazları;

himaye politikasının uluslar arası iş bölümünün gelişmesini engelleyeceğine, malların daha da pahalılaşmasına neden olup ürün kalitesinin düşeceğine, biriken sermayenin himaye edilen dallarda kullanılmasına ve belki de en önemlisi, usulü himayenin merkantilizm gibi çağ dışı olarak nitelendirilmesine dayanılarak eleştiriliyordu. Geniş bilgi için bkz., Çavdar (1981), 176.

(14)

yeni altın kaynaklarının keşfi, iletişim ve ulaşım ağının genişlemesi, yaygın bir savaş çıkmaması, XIX. yüzyılın ikinci yarısında mal, insan ve sermaye akımının genişlemesi ve dünya ekonomisinin derinleşip büyümesi için elverişli bir ortamın ortaya çıkmasında etkili oldu.20

Bu tip ekonomik dönüşümlerin etkisinin en dramatik şekilde yaşandığı yıllarda, 1908 hareketi sonucu İttihat ve Terakki Partisi iktidara geldi. II.

Meşrutiyet yıllarında giderek güçlenen milliyetçilik, Osmanlı aydınının iktisadî düşünüşünü de etkilemekte gecikmemişti. Alman romantizminden kaynaklanan millî iktisat politikası benimsenmiş, serbest dış ticaret politikasından bir an önce vazgeçilerek koruyucu bir dış ticaret politikasının uygulamaya sokulması özlenmişti.21 1908’den sonra sayıları önemli ölçüde artan gazete ve dergilerde ticaretin önemini vurgulayan yazılar yoğunluk kazanmıştı. İkinci Meşrutiyetle birlikte Müslüman- Türk unsur ticarette daha çok yer almaya başlamıştı.22 İttihatçılar milli iktisat politikasıyla hem dünya kapitalizminin Osmanlı Ekonomisi üzerindeki etkilerini giderebileceklerini hem de ülke içinde giderek palazlanan azınlık tüccarlarına karşı bir milli burjuvazi yaratabileceklerini düşünüyorlardı.23 Ancak Türk Müslüman tüccar yaratma çabalarının sonucu milli mücadeleden önce alınamamıştı.24

II. Meşrutiyet döneminde ülke ekonomisine egemen olan azınlık burjuvazisine karşı Türk unsurlardan Milli burjuva yaratma politikası izleyen İttihat ve Terakki’nin çabaları yoğunlaşmış; azınlık burjuvazisine karşı yaratılmak istenen Türk burjuvazisi I. Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik sıkıntılardan da yararlanarak ve hükümetten de destek görerek gittikçe güçlenmişti.25 Bir yandan Müslümanlara ait birikimlerle bankalar kurulurken diğer yandan Rum ve Ermeni azınlıkların ekonomik yaşamdan dışlanmasına çalışılmış, yabancı unsurlara karşı boykot hareketlerine girişilmişti.26 I. Dünya Savaşı başladığında Osmanlı devleti kapitalist dünya ekonomisiyle tamamen bütünleşmiş uydu ülke konumunu andırmaktaydı.27 Osmanlı Devleti’nde

20 Kasaba (1993), 42.

21 Toprak (1982), 225.

22 Toprak (1982), 50- 52.

23 Martal (1993), 18.

24 Kıray (1998), 87- 88.

25 Çetin-Uyar (1993), 395.

26 Yaman (1998), 47.

27 Kuramsal olarak tekelci kapitalizmin (=emperyalizm) en belirgin ekonomik özelliği belli bir düzeye erişmiş kâr oranını korumak veya daha yükseltmek için fazla sermayesini sermayenin

(15)

iktisadi dengelerin devamlı Avrupalıların aleyhinde gelişmesine neden olan kapitülasyonlar, savaş sırasında bir oldubitti ile kaldırıldı. Avrupalılar savaş ortamında kendileri için bir sömürü aracı olan kapitülasyonların, 1914’ de kaldırılmasını nasıl olsa bu hastanın mirasını savaş sonrası parçalayıp sömüreceklerini düşünerek -ama Anadolu’yu sömürge durumuna getirilmesi yolundaki çabalarına karşı olası bir mücadelenin çıkmasını akıllarına getirmeden- karşı çıkma girişimlerinde ısrarcı davranmadılar. İttihat ve Terakki bu ortamı değerlendirerek, yabancı işletmelere Türk personel kullanma ve bunları iş yaşamına hazırlama yükümlülüğü getirmiş, iç pazarı Türklere açmak ve ticari yaşamda etkinliklerini sağlamak amacı izlemişti. Nitekim I. Dünya Savaşı öncesi iç sermaye hareketini savaş oldukça hızlandırmıştı.28 Savaş başlar başlamaz deniz ticaret yolları kapandığı için ithalat aksamış, büyük şehirlerin yiyecek gereksinimlerinin karşılanması için, Anadolu’nun üretim kaynaklarından yararlanmak düşünülmüştü.29

İttihat ve Terakki’nin taşra örgütleri, kredi ve satış kooperatifleri kurarak üretici ve Müslüman tüccarı örgütlemiş; böylece piyasayı denetimleri altında bulunduran alıcı sendikaların karşısına tek satıcı olarak çıkmışlardı.

İttihat ve Terakki ulusal bankacılığa yönelmiş, Osmanlı Bankası’nın yerini alacak bir devlet bankasının temellerini atmış, taşrada Müslüman- Türk eşrafını

“Milli Bankalar” kurmaya özendirmişti. Nitekim savaş koşulları bu şekilde otarşik bir çözümü zorunlu kılmış ise de sonuçta “milli iktisat”a ortam hazırlamıştı. Ancak ülke ekonomisi savaş sırasında büyük darbe yemiş, savaş öncesi ortalama 15 milyonu besin maddesi, 30 milyonu sınaî mal olmak üzere yılda toplam 45 milyon Osmanlı liralık ithalatı olan Osmanlı devleti, 1915 yılında bu miktarın %3’ünü bile yakalayamamıştı. Bu nedenle ülke olanaklarıyla yetinmek zorunda kalınmış, kendi yağıyla kavrulan bir Osmanlı ekonomisi oluşturulmak istenmişti.30 Ülke ekonomisinde düzenleyici bir rol oynamayı deneyen İttihat ve Terakki kendi iktidarına bağlı çevrelere zorunlu

kıt, kâr oranının yüksek olduğu alanlara yöneltmektir. Sermaye ihracı önce devlet borçları şeklinde olup daha sonra hammadde kaynakları üzerinde yoğunlaşır. Berber, (1993), 11.

28 Yaman (1998), 47. Babıâli ad velorem (değere göre) tarifeden spesifik (miktara göre) tarifeye geçmiş; böylelikle seçici bir gümrük politikası izleyerek, gümrüklerini yabancı devletlerin onayını almaksızın dilediğince yükseltebilme imkanı kazanmıştı. Kapitülasyonların kaldırılışı ve yeni gümrük tarifesi “ekonomik bağımsızlık” doğrultusunda atılmış önemli adımlardı. Geniş bilgi için bkz. Toprak (1982), 225.

29 Yaman (1998), 47.

30 Toprak (1982), 21, 25–26.

(16)

gereksinim maddelerinin imalat ve satış tekelini verdi. Gerekçe “…Her savaşta Türk olmayan unsurlar servet sahibi oluyor, vatandaşlar insanca kayıp verdikten başka, geçim sıkıntısına düşüyorlardı; bu itibarla vatandaşları ticarete teşvik etmek ve kendilerine kolaylık göstermek…”, “… bu sefer Türkler zenginleşsin…” idi.31 Bu yıllarda serbest piyasa mekanizması savaş nedeniyle alt üst olmuş, devlet doğrudan iktisadi yaşama müdahale etmek gereği duymuştu. Öte yandan “milli iktisat” ve “iktisadi uyanış” adı altında Müslüman Türk unsur girişimciliğe özendirilmiş, sermaye birikimini hızlandıran spekülatif kazançlara göz yumulmuştu. Osmanlı toplumunda güçlü bir ahlak anlayışının zaaf içine girmiş olması, tüccarın aşırı fiyatlarla mal satışının, memurun yasa dışı yollarla ticarete atılışının, ticarette spekülatif girişimler ve istifçiliğin rağbet görmesinin en temel nedenleri olarak gösterilebilir.32

Savaş yıllarında toplam ithalatın % 90’nını Almanya ve Avusturya- Macaristan’dan gerçekleştiren Osmanlı devletinin bu ticareti kesintiye uğramış33 savaşa girmeden önce elinde bulunan 110.000 tonluk küçük ticaret filosunun üçte ikisini kaybetmişti.34 Ancak Kurtuluş savaşı sırasında, (Müslüman- Türk) tüccarın dış ticarette aracı rolü oynaması ihracat ve ithalat güçlüğü doğurmuş, sermayeli az sayıdaki (Müslüman- Türk) tüccarlar dış ticareti bilmediklerinden sık sık yanılgıya düşmüşler, dış ticaret boşlukları doğmuş, dış bağlantıların kapanmasına neden olmuştu. Ulusal savaş boyunca dış ticaret açık vermişti.35 Savaşta, Anadolu’nun ekonomik yaşamı büyük

31 Yaman (1998), 48.

32 Toprak (1982), 34 ve 57. Nitekim tüccar savaş durumundan yararlanıp, karaborsayla özellikle şehir halkının sırtından kolay kazanç sağlama yollarını bulmuştu. Örneğin 1914 Temmuz ile 1918 Eylül arasında, şeker 3 kuruştan 250’ye, zeytinyağı 12 kuruştan 280’e, pirinç 3 kuruştan 90’a fırlamıştı. Buğdayın çuval fiyatı 0.99 lira iken 51 liraya erişmişti. Ordu orta kalite buğdayı 28 ile 32 liraya almıştı. Bu fiyatlar arasındaki oransal farklılıklara dayanarak spekülatif kazançların ne dereceye vardığını görebildiğimiz gibi, savaş sonrası ülkede niçin “Harp zenginlerinin” türediğini de hiç tartışmasız anlayabiliyoruz. Dolayısıyla, yönetimin oynadığı rolü göz önünde tutacak olursak ulusal bir ekonomi kurma yolundaki çabalar, yarı sömürge koşullarının ortadan kaldırılmaması ve girişimcilerin kolay kazanç sağlama yollarını seçmeleri nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Kabul etmek gerekir ki yarı sömürge koşullarının yarattığı toplumsal yapı içindeki ticari geleneğin değişmeden kalışı ulusal ekonomiyi kurma girişimlerine ket vurmuştu. Lütfen bkz. Yaman (1998), 48

33 Toprak (1982), 120; Yaman (1998), 49.

34 Darkot (1963), 218.

35 1921 yılında ihracat Antalya, Trabzon, Samsun ve Erzurum’dan gerçekleştirilmiş on aylık süre içinde 9.317.822 liralık ihracat yapılmış, 2 milyon lira açık verilmişti. Yaman (1998), 50–51.

(17)

ölçüde TBMM Hükümetinin denetimindeydi ve ordunun gereksinimlerinin karşılanması en büyük iktisadi girişim olarak görünmekteydi.36 Nitekim Tekâlif-i Milliye emirleri ulusal yükümlülük çerçevesinde, halk ve tüccarın bazı ham madde, yarı mamul ve mamul malların %40’ını devlete verecek ve bunun bedelini ilerde tahsil edecekti.37 Görülüyor ki, alıcı ulusal devletti ve siyasi ortamın belirsizliği tüccarın parasını alıp alamayacağına da kesin bir teminat vermemekteydi. Bununla birlikte Anadolu hareketi her türlü üretim kaynaklarına el atarak siyasal olduğu kadar bu ekonomik savaşımından da galip çıkmıştır. II. Meşrutiyet döneminde izlenen milli iktisat politikaları sonrasında yaratılmak istenen Türk burjuvazisi, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra azınlıkların göç etmesiyle rakipsiz bir konuma gelmiştir.

Sonuç olarak; Kurtuluş savaşı öncesinde Osmanlı Devleti siyasal, ekonomik ve mali bakımdan tam bir çöküntü içinde, kapitülasyonlar zinciriyle dışa bağımlı durumdaydı. Dış borçlar giderek artmaktayken, yabancı sermaye ülkenin önemli bütün ekonomik girişim alanlarını ele geçirmiş durumdaydı;

daha açık bir deyişle Osmanlı Ülkesi kapitalist ülkelerin hammadde ambarı, mamul madde pazarı konumuna gelmişti. Dolayısıyla Kurtuluş Savaşı mali kaynak bulma –veya yaratma- çabalarıyla geçmiş, Osmanlı Devleti’nin yıkıntılarından farklı bir iktisadi anlayışa sahip yeni bir Türk Devleti ortaya çıkmıştır.

36 Yaman (1998), 52.

37 Çavdar (1981), 249; Avcıoğlu (1971), 207.

(18)

BİBLİYOGRAFYA

AVCIOĞLU (1971) Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin

Düzeni I, Bilgi Yayınları, Ankara 1971.

BARTHOLD (1984) W. Barthold, İslam Medeniyeti

Tarihi, (Haz. Fuat Köprülü), Türk

Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1984.

BERBER (1993) Engin Berber, Mütareke ve Yunan İşgali Döneminde İzmir Sancağı, Doktora Tezi, İzmir 1993.

ÇADIRCI (1991) Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde

Anadolu Kentlerinin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Türk Tarih

Kurumu Yayınları, Ankara 1991.

ÇAVDAR (1981) Tevfik Çavdar,

Türkiye’de

Liberalizmin Doğuşu, Uygarlık

Yayınları, Ankara 1981.

ÇETİN-UYAR (1993) Türkan Çetin- Hakkı Uyar, “Tariş ve Siyasal İktidarlar, Tariş Tarihi, İzmir 1993.

DARKOT (1963) Besim Darkot, Türkiye İktisadi

Coğrafyası, İstanbul 1963.

DURU-ÖNGEOĞLU-TURAN (1982)

(19)

Cihan Duru- Kemal Turan- Abdurrahman Öngeoğlu, Atatürk

Dönemi Maliye Politikası, 1. Kitap,

TİSA Yayınları, Ankara 1982.

EKİNCİ (1997) Necdet Ekinci, Sanayi ve Uluslaşma

Sürecinde Toprak Reformundan Köy Enstitülerine, Kültür Bakanlığı

Yayınları, Ankara 1997.

FAROQHI (1997) Suraiya Faroqhi, “İktisat Tarihi -17 ve 18. Yüzyıllar”, (Haz. Sina Akşin), Türkiye Tarihi, III, Cem Yayınları, İstanbul 1997.

KASABA (1993) Reşat Kasaba, Osmanlı

İmparatorluğu ve Dünya Ekonomisi, Belge Yayınları, İstanbul 1993.

KIRAY (1998) Mübeccel B. Kıray, Örgütleşemeyen Kent: İzmir, 2. baskı, İstanbul 1998.

KÜTÜKOĞLU (1992) Mübahat Kütükoğlu, “Tanzimat Devrinde Yabancıların İktisadi Faaliyetleri”, 150. Yılında Tanzimat, (Haz. Hakkı Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1992.

MARTAL (1993) Abdullah Martal, “Osmanlı

Ekonomisi ve Batı Anadolu’da

Kooperatifçiliğe Yol Açan

Ekonomik Gelişmeler”,

Tariş Tarihi, İzmir 1993.

(20)

MARTAL (1999) Abdullah Martal, Değişim Sürecinde

İzmir’de Sanayileşme, Dokuz Eylül

Yayınları, İzmir 1999.

TABAKOĞLU (1986) Ahmet Tabakoğlu, Türkiye İktisat

Tarihi, İstanbul 1986.

TEZEL (1982) Yahya S. Tezel, Cumhuriyet

Döneminin İktisadi Tarihi (1923- 1950), Yurt Yayınları, Ankara 1982.

TOPRAK (1982) Zafer Toprak, Türkiye’de Milli

İktisat (1908-1918), Ankara 1982.

YAMAN (1998) Ahmet Emin Yaman, Kurtuluş

Savaşında Anadolu Ekonomisi,

Betik Yayınları, Ankara 1998.

(21)

Sayı I, 19-47.

AHMET FERİT TEK’İN HAYATI VE SİYASİ FAALİYETLERİ (7 MART 1878 – 25 KASIM 1971)

Yenal ÜNAL

Özet

Ahmet Ferit, II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinin en seçkin siyasi simalarından biriydi. 1912 tarihinde Milli Meşrutiyet Fırkası’nı, 1919’da Milli Türk Fırkası’nı kurdu. 30 Mayıs 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katıldı. Vekiller Heyeti’nin 26 Ekim 1921 tarihli kararıyla, Paris temsilciliğine atandı, daha sonra Lozan görüşmelerine katıldı. 30 Ekim 1923’te kurulan İsmet Paşa’nın ilk Cumhuriyet Kabine’sinde, ilk Dâhiliye Vekili oldu. 6 Mayıs 1925–1932 tarihleri arasında Londra, 1932–1939 tarihleri arasında Varşova, 1939–1943 tarihleri arasında Tokyo Büyükelçiliği görevlerinde bulundu. 25 Kasım 1971’de vefat etti.

Anahtar Kelimeler: Ahmet Ferit Tek, Biyografi, Siyasi Hayat, Tarih, 20. Yüzyıl.

Abstract

Ahmet Ferit Tek, one of the most distinguished characters during the Second Constitution and Republican era. He founded the “National Constitution Party” in 1912 and “National Turkish Party” in 1919. He attended “Turkish Grand National Assembly” on May 30th, 1920. By the decision of government on October 26th, 1921, he assigned to Paris representation office and then attended “Lausanne Conference”. He performed as “Ministry of Interior” in the

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi. E-Mail:

yenalunal@yahoo.com

(22)

Ismet Pasha’s the first republican cabinet which established on October 30th, 1923. He worked as an ambassador in London between 1925 and 1932, in Warshowa between 1932 and 1939, in Tokyo between 1939 and 1943. He passes away November 25th, 1971.

Key Words: Ahmet Ferit Tek, Biography, Political Life, History, 20th Century.

Giriş

Siyasi faaliyetleri ile 20. yüzyıl Türk tarihinde çok önemli bir yer edinen Ahmet Ferit Tek, İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinin en seçkin simalarından biriydi.1 7 Mart 1878 tarihinde, Bursa’da, İnanç Sokağı’ndaki 14 numaralı evde doğan Ahmet Ferit,2 İstanbullu bir aileye mensuptu. Babası maliye muhasebecilerinden Mustafa Reşid Bey, büyük babası Kadı Asım Efendi, dedesi yeniçeri efendilerinden Sadık Efendi idi. Annesi Uludağ’ın güneyinde bulunan Adırnas köyünden şehit İbrahim Ağa’nın kızı Hanife Hanım idi. Hanife Hanım, Kadı Asım Efendi’nin evine evlatlık olarak gelip, orada Leyla adını almış ve evin oğlu ile evlenmişti. Reşid Bey ile Leyla Hanımın iki evladı oldu: Ahmet Ferit ve İbrahim Refet (merhum Dr. Refet Tek). Reşid Bey muhtelif Osmanlı vilayetlerinde muhasebecilik ile görevli iken, çocuklarını, kışın İstanbul’da ve yazın Bursa’da “Hanım nineleri” (baba-anne) Merkez Efendizade Ümmü Gülsün Hanım büyüttü.3 Küçük yaşında İstanbul’a gelen Ahmet Ferit, ilk tahsilini Darü’l-Feyz mektebi ile Gülhane Rüşdiyesi’nde tamamladı.4

İlk ve rüşdiye tahsilini İstanbul’da yaptıktan sonra asker olmak hevesiyle girdiği Kuleli Askeri İdadisi’nden sonra 28 Nisan 1894’te Harbiye Mektebi’ne devam etti. 17 Ağustos 1896’da buradan piyade asteğmen rütbesiyle mezuniyetini takiben Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne kabul edildi.5 Genç zabit bir sene Erkan-ı Harbiye sınıfında çalıştı.6 Bu esnada İstanbul’da bulunan, Mülkiye,

1 Akder (1971), 116.

2 Nevsal-i Milli (1914), 185; Akder (1971), 116; Birinci (2001), 196.

3 Esin (1971), 137–138.

4 Nevsal-i Milli (1914), 185; Akder (1971), 116.

5 Birinci (2001), 196; Emekli Sandığı, Sicil no: M0061565, Vatan Hizmet Tertibi no: 000339.

6 Nevsal-i Milli (1914), 185.

(23)

Harbiye, Tıbbiye ve Hukuk talebeleri tarafından 1889 baharında Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti kurulmuş ve yurt dışına kaçan Jön Türklerin faaliyetleri hız kazanmış, talebeler arasında meşrutiyet taraftarı cereyanlar başlamıştı. 1897 kışında siyasi faaliyette bulundukları suçlamasıyla tevkif edilen 78 Harbiye, Tıbbiye ve Mühendishane talebesi, topçu, piyade, bahriye zabiti ve tabip arasında Ahmet Ferit de bulunuyordu.7 O, politika ile iştigal töhmetiyle Taşkışla Harp Divanı’na sevk olunmuş ve bu divanın hükmüne dayanılarak zabitlikten atılarak, müebbeden ikamet cezasıyla Trablusgarp’a sürgün edildi.8

Aslında talebeler arasında gelişen bu siyasi cereyanlarla Ahmet Ferit’in ilgisi yoktu. Meşrutiyetçi öğrencilere karşı 1897 ve 1898 yıllarında takibat başlatılınca, arkadaşı Yusuf Akçura’yı (1876–1935) korumak isterken Ahmet Ferit de tutuklandı. Arkadaşları ile beraber olmadığını söylemek onlara sadakatsizlik gibi görüneceğinden kendini savunmadı.9 Taşkışla’da 102 günlük bir mahkûmiyetten sonra içlerinde Ahmet Ferit’in de bulunduğu 77’si “Şeref”

isimli vapurla, 8 Eylül 1897’de İstanbul’dan Trablusgarp’a sürüldüler ve 15 Eylül’de sürgün yerine vasıl oldular.10

Siyasetle iştigal töhmetiyle yargılanıp Trablusgarp’a sürülen Ahmet Ferit, Yusuf Akçura ve diğer sürgünler, burada bir yıl zindanda kaldılar. Fakat sonradan 1898 senesi Ağustosu’nda arkadaşlarıyla birlikte affedildi ve rütbesi iade edilerek Trablusgarp Fırkası Erkan-ı Harbiyesi’ne 9 Temmuz 1898’de memur oldu.11 Ferit Bey, Erkan-ı Harbiye’de iki yıl hizmet etti ve bu zamanda bilhassa otuzuncu piyade livasının muallimliği vazifesini ifa eyledi. Askeri vazifesi ile beraber siyasetle ilgilendi. Recep Paşa seryaveri merhum Şevket Bey’in başkanlığında bulunan İttihad ve Terakki yedinci şube azalığında bulundu.12 O dönemde Trablusgarp ekseri, meşrutiyet taraftarı kimselerin sürgün edildikleri, çoklukla bulundukları bir vilayet idi. Fırka kumandanı, Recep Paşa ve onun seryaveri Mahzar Paşazade Şevket Bey de Meşrutiyetçilerden idiler. Şevket Bey Trablusgarp’ta, İttihad ve Terakki

7 Birinci (2001), 196.

8 Nevsal-i Milli (1914), 185.

9Esin (1982), XXXI, 28.

10Birinci (2001), 196.

11Nevsal-i Milli (1914), 185; Birinci (2001), 196; Çankaya (1968–1969), II, 929; “Ahmet Ferit Tek”, (1998), VIII, 294.

12Nevsal-i Milli (1914), 185.

(24)

Fırkası’nın yedinci şubesini kurmuş bulunuyordu. Bu muhitte, Ahmet Ferit ve Kuleli yıllarından beri en yakın arkadaşı olan Yusuf Akçura, yardım gördüler.

Şevket Bey, Ahmet Ferit’i henüz çocuk olan kızı Müfide (1892–1971) ile nişanladı. Ahmet Ferit ve Yusuf Akçura gibi iki istidadlı gencin Avrupa’da tahsil görmesi istendi. İki arkadaş, 1900 yılında Trablusgarp kıyılarından bir kayığa binerek Tunus’a ve oradan da Paris’e kaçtılar.

Fransa’daki Faaliyetleri

Ahmet Ferit, Fransa’da bir taraftan siyasi faaliyetlere devam ederken diğer taraftan Paris Siyasi İlimler Mektebi’ne (Ecole Libre des Sciences Politiques) devam ederek, 29 Haziran 1903’te okulu yedinci ve “Mansion Honorable” ile bitirerek diploma aldı.13 Ahmet Ferit’in hocaları arasında ünlü tarihçi Albert Sorel ile İngiltere hakkındaki kitaplarıyla tanınan Emile Boutmy ve Ch. Dubois de bulunuyordu. Ferit Bey, Ecole Libre des Sciences Politiques Mektebi hocalarından, Avrupa ve Rusya’nın siyasi metotlarını, yüzyıllardan beri takip ettikleri gayeleri, Türkiye’ye karşı tutumlarını yakından öğrendi.

Osmanlı Devleti’nin maruz olduğu hücumların, bazen onu parçalamak ve mirasına konmak için bir vesileden ibaret bulunduğunu da anladı.14

Bu arada Osmanlı Devleti’nde pek çok yeni siyasi gelişmeler yaşanıyordu. Padişah II. Abdülhamid Kanun-u Esasi’yi ilan edeceğine söz vermiş, tahta çıktıktan sonra sözünü tutmuşsa da, araya giren 93 (1877–1878) Harbi’ni bahane ederek Meclis’i süresiz olarak tatil etmiş ve anayasal sistemin mimarı Mithad Paşa’yı da Taif’e sürgüne göndermişti. Fakat bu gelişmeleri yakından takip eden siyasi gruplar duruma müdahale etmek istediler. 1865’de kurulan Genç Osmanlı Cemiyeti’nin yerini 1880’lerden başlamak üzere, özellikle 1890’lı yıllarda başka cemiyetler almaya başladı. Abdülhamid’in hükümdarlığı boyunca devlet içinde ve dışında çeşitli protesto grupları oluşturan liberaller, Avrupa’da Genç Türkler adı altında birleştiler.15 Genç Türkler de Genç Osmanlılar gibi Osmanlı Devleti’nin kötü gidişinin nedenlerini araştırıp, birçok siyasi faaliyete girişmişlerdi. Onlar devletin meşruti yönetimle idare edilmesi halinde, bulunduğu vahim durumdan kurtulabileceğine

13Esin (1971), 138; Nevsal-i Milli (1914), 185; Birinci (2001), 196; Çankaya (1968-1969), 929.

14Esin (1971), 138.

15 Shaw ve E. K. Shaw (1982), II, 310.

(25)

inanıyorlardı ve bu nedenle başlangıçta umut bağladıkları Padişah ile giderek sürtüşmeye başladılar. II. Abdülhamid, ülkeyi kendi kurduğu sistemle, hiç kimseye bağlı olmadan yönetmek istiyordu. Genç Türkler (Jön Türkler) ise anayasal sistemle yönetime ortak olmak istiyorlardı. Bütün bu gelişmeler Genç Türkler ile Padişah’ı karşı karşıya getirdi ve resmen devlet içinde barınamayan Jön Türkler, Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde faaliyet göstermeye başladılar. Jön Türklerin ülke içinde faaliyet gösterebilen gizli bir kolu vardı ki, bu grup ilerde devlet yönetimini ele geçirecek ve 20. yüzyıl başlarında onun mukadderatını tayin edecekti.

1889’da İstanbul’daki Askeri Tıp Okulu’ndan (Mekteb-i Tıbbiye-yi Askeriye) bir grup öğrenci Abdülhamid’in tahttan indirilmesi amacını güden inkılâpçı bir örgüt kurdular. Bu grubun ilk çekirdeği dört kişiden oluşmaktaydı.16 Bunlar İbrahim Temo (Ohrili) (1865–1939), Abdullah Cevdet (Diyarbakırlı) (1869–1932), Mehmed Reşid (Kafkasyalı), Hüsayinzade Ali (Bakülü) (1864–1942), İshak Sükuti (Arapkirli) (1868–1902)’dir. Örgütün ilk adı “Cemiyet-i Osmaniye İttihad ve Terakki” iken kısa bir müddet sonra

“Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti” olarak değiştirildi.17 Cemiyet, öğrenci çevrelerinde hızla üye kazandı ve İtalyan Carbonari örgütü örnek alınarak dört kişilik küçük, özerk hücreler halinde örgütlendi. Bu dört kişiden her biri de yine dörder kişilik yeni bir hücre kurmakla yükümlüydü. Örgüt, Askeri Tıbbiye’nin çevresini çabucak aştı; Harbiye, Baytariye, Mülkiye, Bahriye, Topçu ve Mühendishane gibi o günün bütün yüksekokullarına sızdı.18 Kısa sürede çok büyük bir taraftar kitlesi oluşturdu ve zamanla önce Selanik ve çevresinde, sonra İstanbul’da yayıldı. Bunu gören Padişah, onları takibata uğrattı ve bunlardan bazıları da faaliyetlerini Avrupa’da devam ettirdiler. Avrupa’da siyasi faaliyetlere devam eden birbirinden farklı Jön Türk grupları vardı. Bunlar genel anlamda Şura-yı Ümmet grubu, Prens Sabahattin (1877–1948) grubu, Abdullah Cevdet ve İçtihad Dergisi grubu, Murad Bey ve Mizan Gazetesi grubu, Ahmet Rıza Bey (1858–1930) ve Meşveret Gazetesi grubuydu.19 Bu gruplardan, Prens Sabahattin Bey, Paris’e geldikten sonra bütün çabasını bir

“Jön Türk” Kongresi akdine hasretmiş ve bu konuda bin bir çareye

16Yerasimos (1980), 567.

17Karal (1996), IV, 514.

18Yerasimos (1980), 567–568.

19Çavdar (1991), 18.

(26)

başvurmuştu. Kongrenin akdi çeşitli memleketlerde bulunan bütün hürriyetperverlerin bir araya toplanmasına bağlıydı.20

Prens Sabahattin ve Lütfullah Beylerin bir bildirisiyle yapılan çağrı üzerine, I. Jön Türk Kongresi 4 Şubat 1902 tarihinde toplandı. Kongre ayan üyelerinden olan, Türk muhibbi ve hürriyet dostu Mösyö Lafeuvre Contalis’in özel ikametgâhında toplanmıştı.21 Kongreye iştirak eden ve meşrutiyet hareketlerine karışmış olan başlıca şahsiyetler şunlardı: Prens Sabahattin, Ahmet Rıza, İsmail Kemal, İsmail Hakkı Paşa, Hoca Kadri, Halil Ganem, Mahir Said, Yusuf Akçura, Ahmet Ferit Bey, Ali Haydar, Hüseyin Siret, İbrahim Temo, Doktor Nazım, Doktor Refik Nevzat ile Ermeni ve Rumların ileri gelenleri.22 Ahmet Ferit Bey, Paris’teki tahsili esnasında bu kongreye davet edilmişti. Bu durum onun Genç Türkler açısından ne kadar değerli biri olduğunu göstermektedir. Mezkûr kongrede, Osmanlı unsurlarını oluşturan bütün milletler hemen hemen temsil edilmekteydi. 60–70 kişiye varan bu kongreciler “Jön Türk” âleminin ve Padişah II. Abdülhamid muhaliflerinin en tanınmış simaları arasından seçilmişti.23 Kongre Prens Sabahattin Bey’in güzel bir konuşmasıyla açıldı. Müzakere esnasında şu iki nokta üzerinde duruldu:

—Yalnız propaganda ve neşriyat ile inkılâp yapılmaz. Buna mebni askeri kuvvetlerin de ihtilal harekâtına iştiraklerini temine çalışmalı.

—Ecnebi hükümetlerin müdahalesini davet suretiyle memlekette ıslahat icrasına tevessül edilmeli.

Birinci noktayı İsmail Kemal Bey ortaya atmıştı. İddiasına göre kendisi mühim bir askeri kuvveti temsilen kongreye iştirak etmişti. Bu meselenin umumi celsede müzakeresi makul olamayacağından, eğer heyeti umumiye tasvip ederse, intihapla gelmiş bir komiteye bu hususta izahat verebileceğini söylüyordu. İkinci teklif Ermenilerden gelmişti. Onlar, II. Abdülhamid’in vaat ettiği ıslahatın şimdiye kadar yapılmadığını, bundan böyle de yapılmayacağını, memlekette hakiki inkılâbın ecnebi müdahalesiyle kabil olabileceğini iddia ediyorlardı. Hatta Berlin Muahedesinin 61. maddesinin ve 11 Mayıs 1895 tarihli muhtıranın tatbikini istiyorlardı.

20Kuran (2000), (2.bs), 189.

21Akşin (1987), 43; Kuran (2000), (2.bs), 189.

22Karal (1996), IV, 531.

23Kuran (2000), (2.bs), 189.

(27)

Bu vadide söz uzadığından kongre azaları arasında anlaşma sağlanamadı.

Bu arada Prens Sabahaddin Bey’in müdahalesi, meseleyi, tarafların memnuniyetine mucip bir duruma sokmuştu. Prens Sabahaddin Bey, ecnebi müdahalesinin memlekete daima zarar verdiğini ve bu defa da zarar vermesi melhuz bulunduğunu ve böyle bir talepte bulunmanın aklı selim karı olmadığını söyledikten sonra, ancak ecnebi müdahalesine de ihtiyaç bulunduğunu ve bunu memleket lehine çevirmek lazım geldiğini anlatmış ve düşüncesini şu suretle hülasa etmişti:

“Biz memleketimizde bir ihtilal yapmak maksadıyla toplanmış bulunuyoruz. Lakin dâhilde ihtilal çıkarmağa muvaffak olduğu takdirde bu hareketin hüsnü suretle neticeleneceği muhakkak değildir. Kargaşalık esnasında herhangi ecnebi bir hükümetin kendi menfaati namına, içişlerimize müdahale etmesi muhtemeldir. İşte biz bu müdahaleyi önlemek için menfaati menfaatimize uygun bir hükümetle daha evvelden anlaşmış olmalıyız. Yani dâhilde bir hareket vücuda getirdiğimiz vakit, bundan istifade etmek emeline düşecek hükümetlerin müdahalesini bertaraf edecek, hür ve demokrat hükümetlerle şimdiden uyuşmalıyız ve bundan sonra ihtilal hareketine geçmeliyiz.”

Müzakere salonu bir müddet bu münakaşalarla çalkalandıktan sonra şu yolda yeni bir nokta-yı nazar hâsıl olmuştu: “Müdahaleci Olmayan” ve o zamanın diliyle “Âdemi Müdahaleci” Prens Sabahaddin Bey’in izah ettiği şekilde müdahaleye taraftar olanlar ekseriyeti teşkil ediyordu. Bu hizbi İsmail Kemal Bey temsil etmekteydi.24 Diğer taraftan bu görüşe şiddetle itiraz eden başka bir görüş hâsıl olmuştu. Bu grubun başını da Ahmet Ferit Bey çekiyordu.

Ahmet Ferit Bey, genç yaşı ve mütevazı mevkiine rağmen, Prens Sabahaddin’in ileri sürdüğü teklife itiraz etti. Ahmet Ferit Bey’in itirazı şu anlamda idi:

“Ecnebilerin müdahalesi işgal ve felaket getirir. Ancak ecnebilere menfaat temin eder. Bu sebepten, ecnebi müdahalesini istemek vatana ihanettir.”

Ahmet Ferit’in bu sözleri üzerine, Meşveret Gazetesi naşiri ve müstakbel Ayan Reisi Ahmet Rıza Bey ve Boşnak Hoca Kadri Efendi de onu desteklediler.

Türklerin bu tutumu üzerine, Ermeniler işbirliğinden vazgeçtiklerini ifade ettiler ve kongre dağıldı.25 Böylece Ahmet Ferit, Ahmet Rıza Bey’in de dâhil olduğu

24Kuran (1956), 321–322.

25Esin (1971), 138–139.

(28)

bir ekalliyet teşkiline sebep olmuş ve sonra o, ekalliyet ile beraber “Şura-yı Ümmet”i tesis ederek, mezkûr gazeteye muharrirlik etmeye başlamıştı.26

Fransa’daki faaliyetlerini müteakip, sürgün ve firari olması hasebiyle Türkiye’ye dönemeyen Ahmet Ferit Bey, 1903 ile 1908 arasında Kazan’da Yusuf Akçura’yı ziyaret etti. Daha sonra, Türk asıllı birkaç ailenin servetlerini idare eden daire müdürü sıfatı Mısır’a yerleşti. Kahire’de intişâr eden Türk gazetesinde bu sırada Osmanlı siyaseti hakkında bir münakaşa açıldı. Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesi ile başlayan münakaşada tasavvur edilen üç siyaset tarzı Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük idi. Akçura, Türkçülüğü terviç ediyordu. Ali Kemal din ve millet farkı gözetmeden Osmanlılığı istiyordu. Ahmet Ferit ise icaba göre uyularak realist siyasetleri öne sürmekteydi. Daha sonraki ifadesi ile “Kayı Han Türklerinin… Muazzam ve muhteşem eseri” olan Türk devletinin korunması Ahmet Ferit’in önde gelen kaygısıydı. Şevket Bey’in 1905’de Trablusgarp’ta vefatından iki yıl sonra, kızı Müfide Hanım, annesi ve kardeşleriyle birlikte Malta’ya giderek Ferit Bey’e mülaki oldu. Müfide Hanım ve Ferit Bey 1907 yılında İskenderiye’de evlendiler.27

II. Meşrutiyet’in İlanı ve Yurda Dönüşü

II. Meşrutiyet’in 1908 yılında ilanı üzerine tam on bir sene önce ayrıldığı İstanbul’a geri dönen Ahmet Ferit, önce Şura-yı Ümmet’te başmakaleler yazdı, sonrada Ahmet Rıza Bey’in teklifine uyarak 1909’da Meclis-i Mebusan başkâtipliğine kabul edildi.28 Ancak II. Meşrutiyet devrinde aldığı ilk resmi vazife, Mekteb-i Mülkiye 18. asır siyasi tarih muallimliğidir. 1908 yılında başladığı bu göreve Mahmud Şevket Paşa’nın katli bahane edilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmasına (1913) kadar devam etti.29 Kütahya mebusu Saffet Paşa’nın istifası üzerine mebus seçilerek 18 Kasım 1909’dan itibaren meclis çalışmalarına da katıldı.30

26Nevsal-i Milli (1914), 185.

27Esin (1971), 139.

28Birinci (2001), 197; Emekli Sandığı, Sicil no: M0061565, Vatan Hizmet Tertibi no: 000339.

29Çankaya (1968–1969), II, 929; Birinci (2001), 197.

30 Birinci (2001), 197; Emekli Sandığı, Sicil no: M0061565, Vatan Hizmet Tertibi no: 000339.

(29)

Ahmet Ferit’in o günlerde en çok uğraştığı meseleler maliye ve hariciye konularına aitti. İlk hazırladığı proje, Ziraat Bankası’nın sermayesini arttırarak muamelelerinin genişletilmesini hedefleyen teklifti. Fakat proje reddedildi. Ferit Bey umumi siyaset ve bütçe müzakerelerinde devamlı bir faaliyet sarf etti.

Umumi siyasette taşkınlıktan kaçınılması ve bütçe işlerinde dengeyi koruması ihtiyacını savundu. Aşarın tedrici süratte arazi vergisine çevrilmesini, gümrüklerde %4 zamdan vazgeçilerek tarife usulünün tatbik olunmasını istedi.

Dış siyasette evvelce devlet politikasını temellendiren esaslara dikkati çekti.

İngiliz ve Rus İmparatorlarının Reval’deki mülakatında beliren tehlikelere karşı uyanık davranılmak ihtiyacını savundu.31

Bu arada Ferit Bey’in düşünceleri gittikçe Osmanlıcılıktan uzaklaşmakta ve milliyetçi bir inkişaf takip etmekteydi. Münekkit zekâsı ile İttihad ve Terakki Fırkası’nın tecrübesizlikten doğan hatalarını da görüyor, cesaret ve samimiyet ile onu açıkça tenkit ediyordu. 1910’da Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinin Maliye Nazırı Cavid Bey’in bir kararı ile Fırat üzerinde seyr-i sefer hakkının İngiliz Lynch Şirketi’ne verilmesine mecliste itiraz etti. Ferit Bey’in ithamı üzerine Hüseyin Hilmi Paşa istifa etmek isteyince, İttihad ve Terakki Fırkası, Ferit Bey’in sözlerini geri almasını teklif etti. Ferit Bey’in reddetmesi üzerine, kendisi fırkadan tard edildi. Buna rağmen, Ferit Bey’e kıymet veren Talat Paşa (1874–1921), onu Dâhiliye Encümeni’ne tayin ettirdi. Böylece Ferit Bey,

“İdare-yi Umumiye-yi Vilayet” ve “İdare-yi Hususiye-yi Vilayet” kanunlarını kaleme aldı. Meclis’te İttihad ve Terakki’yi açıkça tenkid etmesi üzerine 1909’da fırkadan çıkarılan Ahmet Ferit Bey, 1912 seçimlerinde ise meclis dışında bırakılan muhalifler arasındaydı. Fakat politikadan uzaklaşmayan Ahmet Ferit Bey; Yusuf Akçura, Müderris Zühdü Bey, Mehmed Ali ve Cami Beylerle birlikte 5 Temmuz 1912 tarihinde “Milli Meşrutiyet Fırkası”nı kurdu.

Aynı yıl partinin yayın organı olarak 22 Eylül 1912’de “İfham” Gazetesini yayınlamaya ve “İfham Kütüphanesi” adı altında bir dizi kitap basmaya başladı.

İfham Gazetesi yazarları arasında Mustafa Suphi (1883–1921), Ethem Nejat ve Sadrettin Celal de bulunuyordu. Ferit Bey’in kurduğu bu partinin genel siyaset temeli açıkça milliyetçilik umdesini ifade ediyor ve Osmanlı Devleti’ni, ancak milliyetçilik umdesi ile birbirine bağlı, fakat bir derecede muhtar üç kısımdan ibaret bir camia olarak tarif ediyordu. Türkler, parti programında şu şekilde ifade edilmekteydi:

31Akder (1971), 118.

(30)

“Türkler, yüzyıllardır devletin hudutlarında çarpıştı, kendi illerini ihmal etmek zorunda kaldılar; Türk illerinin kalbi Anadolu bakımsızdır. Türklerin de milli kaderlerini düşünmesi saati çalmıştır.”32

Bu arada aynı yıl, 12 Mart 1912 tarihinde Türk Ocakları kuruldu.

Teşebbüs, Tıbbiye Mektebi talebelerinden geldi. Tıbbiyelilerin murahhası Dr.

Sabit Bey idi. Şair Mehmed Emin (1869–1944), Dr. Akil Muhtar, Ağaoğlu Ahmet (1869–1939), Hüseyinzade Ali, Yusuf Akçura ve Ahmet Ferit’ten oluşan yedi kişilik bir idare heyeti kurulup Ferit Bey reis seçildi. Bu örgüt, bu tarihten başlamak üzere çeşitli dönemlerde, çok önemli görevler üstlenecekti.

O, bu siyasi faaliyetlere devam ederken bilindiği üzere 1911 yılında Trablusgarp ve 1912 yılında Balkan savaşları çıktı. Ferit Bey, Balkan Harbi’nde İhtiyat Erkan-ı Harbiye yüzbaşılığıyla Çatalca’da Karargâh-ı Umumi Erkan-ı Harbiye Birinci Şubesi’nde bir müddet bulundu ve 30 Mayıs 1913’te imzalanan Londra Antlaşması’nı müteakip yine gazetesinin başına geçti.33 Gazetesinde son gelişmeler hakkında İttihad ve Terakki’yi çok ağır ölçülerde tenkid etti. O esnada İttihad ve Terakki Hükümeti’nin maliye nazırı Cavid Bey serbest-i ticaret (liberalizm); Ahmet Ferit Bey ise bilakis himaye (karma ekonomi) taraftarı idi. Milli faydayı, sanayinin teessüsünde görüyordu. Bilhassa un, pamuk ve şekeri Osmanlı memleketlerinin kendilerinin üretmesini istiyordu. Bu fikirlerin propagandası için “Üç Beyazlar” tabirini bulmuştu. Gazetesinde bu fikri yayıyordu. İttihad ve Terakki ise bu hareketi kendi siyasetine taarruz telakki etti.34

İttihad ve Terakki siyasetini tenkid ettiği için Ahmet Ferit, Talat Paşa’nın dostluğunu muhafaza etmekle beraber Cemal Paşa’nın (1872–1922) husumetini çekmişti. Bunun işareti, kısa bir süre için Bursa’ya nefyedilmesi oldu. Mahmud Şevket Paşa’nın katli hakkında “İfham” da çıkan bir haber vesilesi ile de gazetesi 13 Haziran 1913’te kapatıldı.35 24 Haziran 1913’te önce Sinop’a ve müteakip olarak 1915’te Bilecik’e gönderildi. Sürgün yıllarında en yakın arkadaşı ünlü hikâye yazarı ve edip Refik Halid Karay (1888–1965) idi.36 Sinop ve Bilecik’te geçen sürgün yıllarında I. Dünya Harbi çıktı. Eski Erkan-ı Harb Zabiti olan Ahmet Ferit’in orduya iltihak isteği reddedildi. Ahmet Ferit’in

32 Esin (1971), 139.

33Nevsal-i Milli (1914), 187.

34Çankaya (1968–1969), II, 929.

35Esin (1982), XXXI, 29.

36Karay (1992), (2.bs), 43-149; Birinci (2001), 197.

(31)

“Tekin” takma adı altında yazdığı “Turan” adlı eseri, işte bu menfa yıllarında kaleme alınmıştır ki, kitap 1330 (1914–1915)’da İstanbul’da basıldı. Ahmet Ferit, turan mefkûresini siyasi bakımdan tahlil ile Avrasya’nın muhtelif yerlerindeki Türk kollarının ayrı devletler kurabilecekleri ümidini ifade etmekteydi. Bu arada I. Dünya Harbi’nin Türkiye aleyhine dönmesi üzerine, 1917 yılında bir hükümet değişikliği tasarlayan Talat Paşa, Ahmet Ferit’i Bilecik’ten çağırıp bir siyasi parti kurmasını teklif etti. Böyle bir teşebbüste Türkiye için fayda olmadığını düşünen Ahmet Ferit, Bilecik’ten ne zaman ayrıldığı belli olmamakla beraber, 15 Temmuz 1918’de, o zaman istiklalini yeni elde eden Ukrayna’nın merkezi Kiev’e başkonsolos olarak tayin edildi.

Bolşeviklerin Ukrayna’yı işgali üzerine vazifeden ayrılarak 1919 yılında İstanbul’a döndü.37

Ahmet Ferit Bey, Kiev’den döndüğünde 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmıştı. Ülke içinde meydana gelen büyük siyasi olaylardan II. Meşrutiyet’in ilanı, 31 Mart Vakası, Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile I. Dünya Savaş’ının akıbetinde Osmanlı Devleti, parçalanma döneminin son safhasını yaşıyordu. Ferit Bey, 1902 yılında yapılan Jön Türk Kongresi’nde ileri sürdüğü görüşlerinde haklı çıkmıştı. Yabancı müdahalesi ile devlet parçalanmış ve Türk insanı bin bir çeşit acıya boğulmuştu. Bu koşullar altında bile olsa Ahmet Ferit Bey, yine vazife alarak vatanına hizmet etmekten geri durmadı. Ahmet Ferit Bey, ülkenin düşman işgali altında bulunmasını bir türlü sindiremiyordu. Nitekim 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine, 19 Mayıs 1919 tarihinde Fatih Mitingi’nin toplanmasını sağladı.

İstanbul’da, milliyetçi gruba katılan Ahmet Ferit, onların temsilcisi olarak Damad Ferit Paşa’nın (1853–1923) II. Kabinesinde, 21 Mayıs 1919–20 Temmuz 1919 tarihleri arasında Nafıa Nazırı olarak bulundu ve bir müddet Maliye Nezaretine (Mayıs-Temmuz 1919) vekâlet etti.38 Ahmet Ferit Bey, Damad Ferit Paşa kabinesinin siyasetine intibak edememişti. Türkiye’yi işgal eden devletlerin mümessillerine karşı güdülen tutum Ahmet Ferit Bey’in ağrına gidiyordu. Sevr Antlaşmasının müzakerelerine hazırlanılması keyfiyeti Ahmet Ferit Bey’in istifasına sebebiyet verdi.39

37Esin (1982), XXXI, 29; Çoker, III, 495; Emekli Sandığı Maliye Devir Emeklileri Servisi.

38 Bıyıklıoğlu (1981), (2.bs), 66; Türkgeldi (1951), (2.bs), 213; Birinci (2001), 197; Esin (1971), 140; Emekli Sandığı Maliye Devir Emeklileri Servisi; Karay (1992), 167-169.

39Esin (1971), 140.

(32)

Son gelişmeler karşısında boş durmak istemeyen Ahmet Ferit, 9 Aralık 1919’da Mehmed Emin Yurdakul, Ahmet Hikmet Bey, (1870–1927) Zühtü İnhan, Yusuf Akçura, İsmail Hakkı Baltacıoğlu ve Mehmed Emin Erişirgil ile birlikte Milli Türk Fırkası’nı kurdu. Parti, mütarekenin işgalci ve kozmopolitik iklimi içinde Türkçülüğü sürdürmek amacındaydı.40 Bu partinin yayın organı olarak 23 Temmuz 1919 tarihinden itibaren İfham Gazetesini yeniden çıkarmaya başlamıştır.

Birinci yayın devresinde bu faaliyete Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Sadrettin Celal katıldı. O yüzden gazeteyi komünistlikle suçlamaya kalkışanlar çıktı. Fakat Ferit Bey’in değişmez şiarı, milliyetçiliği, fikir hürriyeti kadar yüksek hamiyetine toz kondurulamadı. Kendisinin fikir ve mefkûre tesanütünde milliyet şuuruna ne derece sahip olduğunu takdir edenler etrafında toplanmakta gecikmediler. Başta aziz eşi Müfide Ferit Tek olmak üzere Mehmed Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Hamdullah Suphi (1885–1966), Ömer Seyfettin (1884–1920), Hüseyin Ragıp (1890–1955), Haşim Nihat, onun davasını hararetle desteklediler. Bu davanın temeli o zamanki manda propagandasına mukavemet azmiydi. Ahmet Ferit Bey, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak, yer yer belirmiş Milli Mücadele teşebbüslerini teşkilatlandırmaya koyulan, Erzurum ve Sivas kongreleriyle millet iradesini bir merkezde toplamaya çabalayan Atatürk’ü, hiç bir şeyden çekinmeksizin destekledi. Onun Kuva-yı Milliye adına yayınladığı beyannameyi 9 Ekim 1919’da gazetesine aldığı gibi, 19 Ekim 1919 tarihli bildirisini, 20 Ekim 1919’da basarak halkı uyardı. Ayrıca katıldığı Milli Türk Fırkası’nın beyannamesini 22 Ekim günü ilan etti. İstanbul adaylarını, aralarında kendisinin de bulunduğu Mehmed Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Adnan Adıvar (1882–1955), Mustafa Zühtü ve İsmail Hakkı’dan mürekkep bir heyet halinde tanıttı. 18 Ağustos 1919 tarihinde yayınlamaya koyulduğu haftalık edebi ilavede Ömer Seyfettin, Mehmed Emin Yurdakul, Hamdullah Suphi, Orhan Seyfi Orhon, Ruşen Eşref, Halid Fahri Ozansoy, Şukufe Nihal Başar, Feyzullah Sacid, Ahmed Refik Altınay, Ali Ekrem Bolayır, İbrahim Alaattin Gövsa, Fazıl Ahmed Aykaç, Falih Rıfkı Atay (1894–1971) imzaları da onun faaliyetlerine taze güç kattı.41

Bu arada, 12 Ocak 1920’de toplanacak Meclis-i Mebusan için Kütahya mebusluğuna tekrar adaylığını koyan Ahmet Ferit, İttihad ve Terakki’nin eski

40Tunaya (1986), II, 531.

41Akder (1971), 119–120.

Referanslar

Benzer Belgeler

olduğu gibi, toprak şoseyi asfalta, ve asfalt yolu şe- hirlere bağlıyan daha geniş daha mükemmel ana şoselerle bütün memleket örülmüş bir haldedir. Çiftçinin

Trip Russel Miyami'de (Lincoln) caddesinde, altında bir sıra dükkânları, ve içinde, yüzme havuzu bulunan bu otel binası yeni inşa edilmiştir.. Binanın yatak odalarını ihtiva

Bu arada Almanya’nın, Fransa ve Belçika’ya da savaş açması üzerine, İngiltere, Almanya’ya savaş ilan etmiş ve Birinci Dünya Savaşı başlamıştır.. Bu

Madem ki sulhen (barışla) vermiyorlar, harben (savaşla) almak için Gazi (Mustafa Kemal Paşa) ısrar ediyor. Hükümet de bu fikirde. Bizde, muvaffak olacağımıza şüphe yok.

Sınırlar, Boğazlar, Borçlar, Savaş Tazminatı, Azınlıklar, Kapitülasyonlar, Patrikhane,.

Böy- lece bu çal~~mayla daha önce merhum Faruk Sümer taraf ~ndan bir cümle ile i~aret edilip geçihni~~ olan ve ilim âlcmince daha sonra üzerinde durul- maya!' bir

Anahtar Kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Kadro Dergisi, Kadrocular, Burhan Asaf Belge, İsmail Husrev Tökin, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, Yakup Kadri

備急千金要方 緒論 -論大醫精誠第二 原文