• Sonuç bulunamadı

Ne yazık ki günümüzde, Medeni Kanun un göz ardı edildiği söylemlere, yasalarda yapılmak istenen ve yapılan değişikliklere tanık oluyoruz.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Ne yazık ki günümüzde, Medeni Kanun un göz ardı edildiği söylemlere, yasalarda yapılmak istenen ve yapılan değişikliklere tanık oluyoruz."

Copied!
35
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

(2)

2 MEDENİ KANUNUN KABULÜ

Türk Medeni Kanunu'nun 17 Şubat 1926 tarihinde kabul edilmesinin 95. yılını kutluyoruz. Medeni Kanun’un kabulü ile sosyal alanda eşitlik anlayışının temeli atılmıştır. Çeşitli ülkelerin medeni kanunları incelendikten sonra, İsviçre Medeni Kanununun, mevcut kanunların en çağdaşı olması, Kadın -Erkek eşitliğine dayanması nedeni ile İsviçre Medeni Kanunu Türkçe‘ye çevirmiş ve 17 Şubat 1926′da TBMM tarafından kabul edilerek yürürlüğe girmiştir.

“Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde çağdaşlık yolunda atılan en büyük adımlardan biri olan Medeni Kanun büyük bir devrimdir. 95 yıl önce Medeni Kanun’un yürürlüğe girişiyle kadınlar, evlenme, boşanma, mal varlığı, miras gibi özel yaşamlarına ilişkin haklar

açısından erkeklerle eşit yurttaş konumuna gelmişler; evlilik yaşı kuralı getirilmiş; erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi yerine tek eşlilik ve evlilik birliğinin “resmi nikah” ile kurulması kabul edilmiştir. HÂKİM KARARIYLA BOŞANMA", kız ve erkek çocuklara

"EŞİT MİRAS PAYI" gibi kurallar kadın haklarının güvencesi olmuştur.

Ne yazık ki günümüzde, Medeni Kanun’un göz ardı edildiği söylemlere, yasalarda yapılmak istenen ve yapılan değişikliklere tanık oluyoruz. Örneğin;

- Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda 17 Ekim 2017 tarihinde yapılan değişiklikle

“müftülere resmi nikâh yetkisi” verilmesi Medeni Kanun’un ve laik hukuk kurallarının göz ardı edilmesine yol açmıştır.

Atatürkçü Düşünce Derneği Alanya Şubesi olarak Dünyanın en önemli kadın devrimini gerçekleştiren Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Medeni Kanun’un mimarı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’u saygı, rahmet ve minnetle anıyoruz.

Zuhal Sirkeli

ADD Alanya Şube Başkanı

(3)

3 İZMİR İKTİSAT KONGRESİ

Bundan sonra pek önemli zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferi değil, iktisat, bilim ve irfan zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar elde ettiği zaferler, memleketimizi gerçek kurtuluşa sevk etmiş sayılmaz.

Bu zaferler ancak gelecek zaferimiz için kıymetli bir ortam hazırlamıştır. Askeri zaferlerimizle mağrur olmayalım, yeni bilim ve iktisat zaferlerine hazırlanalım!

M. Kemal Atatürk (Alaşehir’de yaptığı konuşma)

Bağımsızlık Savaşı utkuyla sonuçlanınca ulusun gönenç ve mutluluğu için ekonomik, toplumsal, sosyal alanda yapılacak çalışmalara sıra gelir. Ülkede Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan parasal sıkıntı da sürmektedir. Sermaye birikimi

ve teknolojisi olmayan ilkel tarım düzeyindeki ülkenin, kalkınma ve ulusal ekonomi yaratma çabaları her olumsuzluğa karşı, başarılması gereken bir görevdir. Çünkü siyasal bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla sağlanabilirdi.

İzmir İktisat Kongresi’nin toplandığı gün, 21 Kasım 1922’de başlayan ve 4 Şubat 1923’te kesintiye uğrayan Lozan görüşmelerine rastlar.

Lozan görüşmelerinin kesilmesinin nedeni de, emperyalist güçlerin özellikle ekonomik alanda hak ve ayrıcalıklarını (kapitülasyonlar) sürdürme isteğidir.

İzmir İktisat Kongresi ekonomik ve siyasal yönden olumsuz koşulların yaşandığı böylesi bir ortamda, 17 Şubat 1923 günü toplanır. Toplantının düşmanın denize döküldüğü ve ekonomik yaşama büyük ölçüde egemen olan yabancılar ile azınlıkların çoğunlukta bulunduğu İzmir’de gerçekleştirilmesinin de özel bir önemi ve anlamı vardır.

Dönemin İktisat Bakanı M. Esat Bozkurt, 1922 yılının sonlarında yayımladığı bir genelge ile Kongreye her ilden sekiz temsilcinin (delegenin) seçilmesini ister. Anadolu’nun değişik yerlerinden seçilerek gelen, çiftçi, işçi, tüccar, sanayici gibi mesleklerden

(4)

4 oluşan 1135 temsilci İzmir’de, ekonomik kalkınma için uygulanacak yöntemleri tartışırlar. Kongreye kadın temsilciler de katılır. Kongre çalışmalarını 4 Mart’a dek sürdürür.

Açılışının ilk günü 500 kadın dinleyici Kongre’yi izlemeye gelir.

Kadınları toplumsal yaşama katmak, ilerleme ve kalkınmanın ana unsuru durumuna getirmek isteyen Cumhuriyet kurucuları için bu olgu elbette sevindirici olur. İktisat Bakanı M. Esat Bozkurt,”Hanımlar, Efendiler” diyerek konuşmasına başlar, “Çilekeş Türk kadınları, hoş geldiniz. Gelecek yıl sayınızın daha çok olmasını dilerim”

sözleriyle memnuniyetini dile getirir.

İzmir İktisat Kongresi; halkın katılımıyla, ekonomik kalkınma girişimini başlatmayı amaçlar. Kongre’de;

Ekonomik yapıyı çağdaş ölçütlere göre düzenlemek, tarımda üretimi arttırmak, ülkeyi bayındır, ulusu gönençli kılmak, sanayileşmeyi gerçekleştirmek hedeflenir.

M. Kemal Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi açış konuşması, savaştan yoksul, yorgun, bitik ve gelişmiş insan gücünü yitirmiş olarak çıkmış bir halkın ulusal egemenliğe kavuşması için bağımsız ve güçlü bir ekonomi kurmasının gerekliliğine ve çağdaş

uygarlık yolunda ulusal bilinç oluşturmaya yöneliktir.

M. Kemal Atatürk, Kongreyi açış konuşmasında; “Ekonomi alanlarında da yükselme nedenlerinin arayıp bulunmasının kutsal ve ulusal bir amaç”

olduğunu belirttikten sonra

“Uyuşukluklar ve ilgisizliklerle geçen yüzyılların ekonomi varlığımızda açtığı yaraları iyileştirmek, ülkemizi bayındırlığa, ulusumuzu genliğe

(bolluğa), yurdumuzu mutluluğa götürecek yolları bulmak için girişilecek çalışmaların çok değerli ve başarılı sonuçlara ulaşmasını” diler.

Bir ulusun yükselmesi ve çöküşüyle bağlantılı olan nedenlerin başında ekonominin geldiğini vurgulayan Atatürk, yeni Türkiye’nin yaraşır olduğu yüksek düzeye ulaşabilmesi için ekonomiye çok önem verilmesi zorunluluğunu açık bir biçimde dile getirir. “Zamanımız tümüyle bir ekonomi döneminden başka bir şey değildir. Bir ulusun varlıklı ve mutlu

(5)

5 yaşaması için birinci kaynak olan ekonomisi ile uğraşmamış olması çok ilgi çekici ve çok düşündürücü bir durumdur” sözleriyle de Osmanlı Devleti döneminde ekonomiye gerekli önemin verilmediğini belirtir.

İzmir İktisat Kongresi’nde açılan sergideki mallar, o günkü Türkiye’nin ekonomik görünümünü tüm yalınlığıyla gözler önüne serer. Sergide bulunan ürünlerin bazıları şunlardır: Ömer Muharrem’in somaki mermer taklidi sütunları; Dr. Memduh sistemi imbikler çeşitli renkte mürekkepler; Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın sekiz çeşit kolonyası, kuvvet şurubu ve kudret hapları; Mehmet Şükrü Efendi’nin helvaları; Kuşadası’ndan Ali Rıza’nın üzüm helvası; Kerestecizade M. Sabri ve Rüştü kardeşlerin saf tıp pamukları;

Nafız Mustafa’nın “Zafer-i milli” marka sigara kâğıtları; İstanbul Feshane kumaşları; Kula seccade ve halıları;

Konya’dan yün kuşaklar; Bosnalı Salim ve Asım Efendilerin un örnekleri;

Foça’dan zeytin, zeytinyağı; Elazığ’dan el yazması levhalar; İstanbul Erzincan fabrikasından çimento; Şile bezleri vbi

İzmir İktisat Kongresi birçok ekonomik sorun ve çözümleri üzerinde durur. Son günkü toplantısında “Misakı İktisadi” (İktisat Andı) prensiplerini kabul eder. Daha sonra Kongrede alınan

kararlar, TBMM Başkanlığına ve Bakanlar Kuruluna sunulur.

Kongrede kabul edilen, grupların raporlarında yer alan önemli konu ve önerilerin bir bölümü şunlardır:

• Yerli üretimin geliştirilmesine çalışılması.

• Lüks dışalımından kaçınılması.

• Yerli sanayini gelişmesi için gümrüklerde koruyucu önlem alınması.

• Sanayi Teşvik Yasasında yapılacak değişikliklerle sanayinin yeniden gelişmesi ve düzenlenmesinin sağlanması.

• Ticaretle ilgili yasalar ve ilgili mevzuat gözden geçirilip, bu konularda gerekli düzenlemeler yapılması.

• Bir ticaret ana bankası kurulması.

• Kambiyo merkezleriyle nakit para ve tahvil borsalarının uluslaştırılması.

• Tekelciliğe karşı mücadele edilmesi.

• Ülkedeki madenlerin saptanması, Ereğli, Zonguldak ve Soma kömür ocaklarının ıslah edilmesi.

• Kendi limanlarımızda kendi bayrağımızdan başkasının ticaret yapmaması ve kabotajda

(6)

6 bağımsızlık hakkının tümünün kullanılması.

• Armatörlere (ticaret gemisi işletmeciliği yapan kimse) gemi almada yardım edecek bir ticaret bankasının kurulması.

• Sanayicilere kredi vermek üzere bir sanayi bankasının kurulması.

• Tarım araç ve makineleri üretecek bir fabrika açılması ve bu araçları onaracak elemanların yetiştirilmesi.

• Tarımsal kredilerin düzene sokulması, Ziraat Bankasının yeniden düzenlenmesi.

• Ormanların çoğaltılması ve orman köylüleri ile ilgilenilmesi.

• Hayvan hastalıklarına karşı önlem alınması.

• Demiryolları, limanlar ve öbür ulaşım altyapısının geliştirilmesi.

• Aşar vergisinin kaldırılması.

• Reji İdaresi’nin kaldırılması.

• Tütün tarımı ve ticaretinin serbest olması, dışarı satılacak ürünün işlenmiş olması.

• İç gümrüklerin kaldırılması.

• Türkiye’de yaşayan herkesi kapsamı içine alacak olan ve yüksek olmayan yeni bir verginin konulması.

• Kasabaların ve köylerin yola kavuşması için yol vergisinin para

olarak alınması yerine iş yükümlülüğünün getirilmesi.

• Yabancı sermayeye tekel tanınmaması ve tanınmış olanların kaldırılması.

• Ekonomik gelişmeye katkısı olma koşuluyla yabancı sermayeye karşı olunmaması.

• Amele diye anılan kadın, erkek çalışanlara bundan böyle işçi denilmesi.

• Tarım dışındaki işçiler için günlük çalışma süresinin sekiz saat, maden ocaklarında altı saat olması.

• 12 yaşından küçüklerin çalıştırılmaması.

• İşçilere sendika hakkının tanınması. Tatil-i eşgal (Grev) yasasının işçilerin hakkını tanımak üzere yeniden düzenlenmesi.

• İşçi ücretlerinin para olarak ve zamanında ödenmesi.

• Kaza ve hayat sigortalarının kurulması.

• Milletvekili ve belediye seçimlerinde “Mesleki temsil”

ilkesinin uygulanması.

• 1 Mayıs gününün “Türkiye İşçiler Bayramı” olarak yasa ile kabul edilmesi. (öneriyi sanayi ve işçi grupları oybirliği ile çiftçi ve tüccar

(7)

7 grupları ise azınlık oyu ile kabullenirler).

İzmir İktisat Kongresi; kazanılan Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı’nın ardından, bağımsızlık, egemenlik ve özgürlüğün kalıcı olması için, halkla birlikte ulusal, üretken, hakça paylaşan bir ekonomi oluşturmak amacı ile ekonomik alanda uygulamaya konulacak etkinliklerin açıklandığı ve yeni düşüncelere açılımların sağlandığı önemli bir platform olur.

ATATÜRK 1922 YILINDA EKONOMİNİN GÜÇLENDİRİLMESİ İÇİN BAĞIMSIZLIK İLKESİNİ VURGULAMIŞTIR

Ulusal ekonomiyi kurma ve güçlendirmede güdülen amaç, tam bağımsızlık ilkesinin ekonomide de geçerliliğini sağlamaktı. Bunun için, kapitülasyonların kaldırılması, ekonomi ve maliyenin yabancılar denetiminden çıkarılması, yabancıların elindeki işletmelerin ulusallaştırılması ve ulusal yeraltı, yerüstü kaynaklarının verimli bir biçimde işlenmesi gerekiyordu.

Kesin olan bir konu da, yabancı sermayenin Türkiye’ye, ancak yeni kapitülasyonlar sağlamak amacıyla geleceği ve iç pazarı ele geçireceğidir.

Meclis’in üçüncü toplantı yılını 1 Mart 1922’de açarken, Atatürk, güçlü bir ekonomi oluşturmanın tam bağımsızlığı

sağlamada çok önemli araç olacağına değinir:

“Artık özgür ve bağımsız yaşama atılan Türkiye Cumhuriyeti için iktisat hayatını boğmakta olan kapitülasyonlar yoktur ve olamaz. Ekonomik hayatımızın belirli amaçlarla yönetilmesi ve hızla olgunlaşıp ilerlemesi için alınacak önlemler arasında, ülkemizde Avrupa çekişmesi yüzünden yok edilmiş olan tarım sanayimizi canlandırmayı ve çağdaş ekonomi araçlarıyla donatmayı önemle dikkatimiz önünde tutacağız.

Ekonomi siyasamızın önemli araçlarından biri de genel çıkarları doğrudan doğruya ilgilendirecek ekonomik kurumlarını ve girişimleri, parasal ve teknik gücümüzün elverdiği ölçüde devletleştirmedir. Bunları, topraklarımızın altında bırakılmış duran maden hazinelerini de az zamanda işleterek ulusumuzun çıkarına açık bulundurabilmek de ancak bu yöntemle olanaklıdır…

Ülkenin ekonomik istekleri tarım ve tarım sanayi olmakla birlikte, ülkede öteden beri var olan, örneğin dokuma sanayi gibi sanayinin korunması ve canlandırılması ve kimi bölgelerde yeniden kurulabilecek olan başka sanayilerin her yoldan korunması önemle dikkate alınacaktır…

(8)

8 Bugünkü savaşlarımızın amacı tam bağımsızlıktır. Bağımsızlığın bütünlüğü ise ancak parasal bağımsızlıkla olanaklıdır… Parasal bağımsızlığın korunabilmesi için ilk koşul, bütçenin ekonomik yapısının orantılı ve dengeli olmasıdır… Bundan dolayı maliyede yöntemimiz, halkı baskı altında tutmaktan ve ona zarar vermekten kaçınmakla birlikte, elden geldiğince dışarıya gereksinme duymadan ve el açmadan gerekli geliri sağlamak ilkesine dayanır.”

ATATÜRK’ÜN SÖZLERİYLE OSMANLI DEVLETİ’NİN ÇÖKÜŞ NEDENLERİ

Bir Ulusun varlıklı ve mutlu yaşaması ekonomik gelişimiyle doğrudan ilişkilidir. Ülkenin bağımsızlığı ve egemenliği de ekonomik gücüyle orantılıdır. Bu durumu çok iyi değerlendiren Atatürk, 17 Şubat 1923 günü İzmir İktisat Kongresinin açış konuşmasında, Osmanlı Devleti’nin çöküş nedenlerini tarihsel açıdan değerlendirirken, o dönemde ekonomiye hiç önem verilmediğini de çok açık bir biçimde ortaya koyar:

“…Ama biz suçumuzu

açıklamalı; ekonomimize şimdiye kadar gerektiği önemi vermediğimizi söylemeliyiz. Bir ulusun yaşamasının baş nedenine bu kadar ilgisiz kalması, o

ulusun içine düştüğü olaylara, yaşadığı tarihe bağlıdır. Öyleyse biz de böyle ilgisiz kalmışsak, gerçek nedenlerini geçirdiğimiz dönemlerde, yaşadığımız tarihlerde arayabiliriz. Böyle bir incelemeye giriştiğimizde, hemen anlar ve açıklayabiliriz ki bu güne değin bilimsel anlamda gerçek bir ulusal dönem yaşamamışız; ulusal bir tarihimiz olmamış, özgür bir ulus için önemli ekonomi gerçeklerine eğilememişiz.

Bunu daha iyi açıklayabilmek için hep birlikte Osmanlı tarihini hatırlayalım: Osmanlı tarihinde görülen bütün çabalar, ulusun gerçek dileklerine ve ihtiyaçlarına uyularak değil, belki şunun bunun özel isteklerini ve hırslarını kandırıp gerçekleştirmek için harcanmıştır.

Nitekim Fatih İstanbul’u aldıktan ve Selçuklu Sultanlığı ile Doğu Roma İmparatorluğunun topraklarını ele geçirdikten sonra, Batı Roma İmparatorluğunu da elde ederek koskoca bir egemenlik elde etmek istedi. Böyle bir isteği uygulayabilmek için de bütün ulusu, bütün o büyük gücü, arkasından o ereğe doğru sürükledi.

Sonradan da, Yavuz Sultan Selim, Fatih’in açtığı batı cephesini koruyup sürdürmekle yetinmedi de bütün Asya’yı yönetimi altında birleştirerek

(9)

9 büyük bir İslam İmparatorluğu kurmaya girişti. Bütün ulusu, bütün o büyük gücü bunun ardında dolaştırdı.

Kanuni Süleyman ise her iki cepheyi olanca büyüklüğü ile genişletmek, bütün Akdeniz’i bir Osmanlı havuzu haline getirmek, Hindistan’ı bile eli altında bulundurmak gibi çok ulu bir yol tuttu, bu düşüncesinin gerçekleşmesi için bütün ulusu, o büyük gücü kullandı durdu.

Bütün bu davranışlar gözden geçirilirse görülür ki bu güçlü, bu heybetli Padişahlar, izledikleri dış siyasette ancak kendi isteklerine ve hırslarına uyup dayanarak yürümüşlerdir. İçerdeki bütün işleri, bütün yönetişleri de bu dışarıya çevrik hırslı davranışlara uydurmak zorunda kalmışlardır. Oysa dışarıya çevrili davranışlar, içerdeki duruma, olanağa, varlığa göre düzenlenmek, iç durumun dayanamayacağı serüvenlere girişilmemek gerekir. Yoksa hayale dayanan hesapsız dış davranışların peşinde koşanlar, dayanaklarını kendiliklerinden yitirirler.

KAPİTÜLASYONLAR, AYRICALIKLAR

İşte böylece, Osmanlı Hakanları, asıl olan noktayı unuttular. İşlerinin güçlerine yersiz duygular ve istekler üzerine oturttular. İç durumlarını dış

siyasetlerine uydurmak zorunda kalınca da ele geçirdikleri ülkelerdeki, o dili, dini, geleneği, her şeyi birbirinden ayrı ulusları olduğu gibi korumaya kalkıştılar; onlara bütün bu özellikleri koruyabilmeleri için imtiyazlar (ayrıcalıklar) bağışladılar.

Buna karşılık asıl Türk Ulusu, uzun seferler yapmakla, savaş alanlarında ölmekle, alınan ülkelerin kendisini ve halkını beslemekle, onlara bekçilik etmekle kendi kendini tüketiyordu. Bu yüzdendir ki ulus, kendi evinde, kendi yurdunda, kendi yaşaması için gerekli alanlarda çalışmaktan yoksun kalıyordu.

Bu padişahlar, böyle ülke ülke dolaştırmakla, ulusu kendi yurdunu düşünmekten alıkoymakla kalmıyordu;

gerek fethettikleri yerlerin halkını gerek yabancıları hoşlandırmak için doğrudan doğruya Türk Ulusunun haklarından, yaşama kaynaklarından, ekonomik olanaklarından birçok şeyleri lütuf olarak, ihsan olarak onlara bağışlıyorlardı. Örneğin; Fatih zamanında Cenevizlilere ve patriklere verilen ayrıcalıklarla açılan yol sonraları daha çok genişlemiş ve genişletilmişti.

Üstelik bu ayrıcalıklar devletin en güçlü en gösterişli günlerinde bağışlanılıyordu. Bir zorunluluk değil, sadece bir “şahane” bağış olarak.

(10)

10 Hepimiz hatırlayabiliriz; Kanuni Sultan Süleyman zamanında Venediklilerle bir ticaret anlaşması yapılmıştı. Ama Padişah Venediklilerle kendini eşit görüp anlaşma yapmayı onuruna uygun görmedi. Onun anlayışına göre anlaşma ancak birbiriyle denk devletler arasında yapılabilirdi. Oysa Venedik, o günlerde, Osmanlı Devletiyle eşit olmak şöyle dursun, onun koruyuculuğuna sığınmış görünüyordu. Bu yüzden koca Sultan, o küçük devletçikle nasıl anlaşma yapsın dı? Olsa olsa ona bir takım ihsanlarda, imtiyazlarda bulunabilirdi. Bunu yapıverdi. Birtakım izinler ve olanaklar bağışlandı. Bu “izin” sonunda

“kapitülasyon” diye kitaplara geçti.

Oysa biliyorsunuz, kapitülasyon sözü, bir kale içinde kapalı kalıp da savunma olanaklarını yitirdikten sonra teslim olmak zorunda kalanlar için kullanılır. İşte böyle bir sözcüğü, Padişahların bağış olarak verdikleri bir izni yabancı dile “Kapitülasyon” diye çevirip kullanmış bulundular.

KILIÇLA TOPRAK ALANLAR

SAPANLA TOPRAK İŞLEYENLERE YENİLİRLER

Yaptığım açıklamayı

özetleyeyim: Ulus rahat yaşama nedenlerinden koparılıp diyar diyar

dolaştırılıyor ve bu yeni ülke halkı birçok ayrıcalıklar ve bağışlarla besleniyor ve gelişiyordu. Fatihler, Türk Ulusunu peşine takarak kılıçla ülkeler alırken, kılıç sallayıp dururken, ele geçen ülkelerin halkı kazandıkları bağışlar ve ayrıcalıklarla sapana yapışıp toprak üzerinde çalışıyorlardı.

Kılıçla toprak alanlar sapanla toprak işleyenlere yenilmek ve sonunda yerlerini onlara bırakmak zorundadırlar.

Osmanlıların başına gelen de budur işte! Bulgarlar, Sırplar, Macarlar, Romenler, sapanlarına yapışmışlar varlıklarını korumuşlar, güçlenmişler, bizim ulusumuz da böyle fatihlerin arkasında serserilik etmiş ve kendi anayurdunda çalışmamış olduğu için, bir gün onların karşısında yenik ve bitik düşmüştür. Bu, bir gerçektir ki tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde böyle olagelmiştir.”

Tarihsel gerçekleri yalın bir dille anlatan Atatürk, ekonomik alanda gerilemenin, yabancı devletlere tanınan ayrıcalıkların, kapitülasyonların, Osmanlı Devleti’ni batıran ana etmenler olduğunu gerçekçi bir gözlemle saptar.

(11)

11 DÜYUNU UMUMİYE BELASI

Osmanlı’nın en önemli gelir kaynakları üzerine oturmuş olan Düyunu Umumiye yönetimi Osmanlı Devleti’nin en zor durumlarında bile yardımlardan kaçınmıştır. İtalya ile savaş durumunda iken onlardan tahvil satın alarak siyasi anlamda İtalya’ya destek vermiştir. Her durumda Osmanlı Devleti’nin yeniden daha da borçlanmasına yol açmış, devleti çok güç duruma sokmuştur.

Ekonomik bağımsızlığın yitirilmesiyle sonuçlanan bu durum, doğal olarak siyasal bağımsızlığı da ortadan kaldırmıştır.

Kapitülasyonlarla verilen ayrıcalıklar ekonomik çöküntüyü doğurur. Ekonomik çöküntü yeni ayrıcalıkların verilmesine ve giderek dış borçlanmaya yol açar. En sonunda da Osmanlıyı ekonomik açıdan yabancı devletlerin denetimine açan, Maliyesi üzerinde tam bir egemenlik sağlayan Düyunu Umumiye ortaya çıkar. Atatürk 1923 yılında İzmir İktisat Kongresi’ndeki konuşmasında, bu olguyu, eşsiz tarih

bilinci ve uzak görüşlülüğü ile açık biçimde belirtir:

“Sadece bir ‘şahane bağış’ olarak yabancılara ve ülke içindeki Hıristiyan uyruklara verilen haklar, sanki devleti zorlayarak, alın teri harcayarak alınan haklar sayıldı. Yabancılar, yalnız bu hakları koruyup kullanmakla kalmadılar, belki her gün onları biraz daha genişletip yaymak için yollar aradılar ve buldular.

İçerdeki uyruklarsa koruyup durdukları iç kuruluşlarına dayanarak, dışarıdaki dindaş devletlerin yüz verip kışkırtmalarına uyarak; öz Türkleri yok edecek bir siyasal varlık kazanmaya çalışmaktan geri durmadılar.

Yabancılar hem bunları kışkırtıyorlar, hem bizim iç işlerimize el atıyorlar ve her karışmada bir yeni ayrıcalık koparmadan ellerini çekmiyorlardı. Bunlar olup dururken, çoktan yoksul düşmüş ulus; devletin istediği vergiyi veremez, biriktiremez hale geliyordu. Hâlbuki başı taçlılar, saraylar, Bab-ı âlililer, ne yapıp yapıp gösterişlerini, harcayışlarını sürdürebilmek için gereken parayı elde etmek yolunda hiçbir davranıştan çekinmiyorlardı. Bu yüzden borçlanmalar oldu. O kadar borçlandılar ki, o kadar elverişsiz koşullar içinde borç aldılar ki bunların faizlerini bile ödeyemez oldular. En sonunda, bir gün

(12)

12 geldi, Osmanlı Devleti’nin sıfırı tükettiğine hükmettiler. Akçalı işlerini denetlemeye giriştiler; böylece başımıza “Düyunu Umumiye” denen bela çökmüş oldu.

…Düyunu Umumiye belasını anlatmaya geldiğim noktaya dönelim:

artık Osmanlı Devleti gerçekte ve uygulamada bağımsızlıktan yoksun duruma düşürülmüştü. Bir devlet ki, kendi uyruklarına koyduğu vergiyi yurdunda yaşayıp kazanan yabancılara uygulayamaz; gümrük işlerini, vergilerini ülke ve ulusun isteklerine ve çıkarlarına göre düzenlemesi yasaktır.

Bir devlet ki sınırları içinde suç işleyen yabancıları yargılayamaz;

cezalandıramaz. Böyle bir devlete elbette bağımsız denemez!

Devlet ve millet işlerine karışma, bu kadarla bitmiyordu. Doğrudan doğruya günün gerektirdiği, ulusun istediği birçok işlere devletin girişme hakkı yoktu. Demiryolu yapmak, fabrika kurmak artık elinde değildi. Yabancılar böyle gelişmeleri daha başlarken durdurabilirlerdi. Yaşamasını ve yönetimini kendi gücü ve kararı ile sağlamaktan yoksun bir devlete bağımsız denebilir miydi? Devlet bağımsızlığını çoktan yitirmişti. Osmanlı ülkesi artık yabancıların sömürgesi olmuştu. Osmanlı halkı içindeki Türk

ulusu büsbütün tutsak duruma düşürülmüştü.”

Düyunu Umumiye yönetimi, Batı emperyalizminin klasik bir siyasi, iktisadi, mali müdahale kurumu oldu.

Osmanlı Hükümeti ise, bu denli bir egemenlik kaybı karşılığında, borç yükünün % 44 oranında azalmasıyla bütçe gelirlerinin daha büyük bir kısmını kendi gereksinmeleri için kullanma olanağı elde etti.

Ne var ki, 1881’den sonra yeniden arka arkaya dış borçlanmaya gidilmesiyle birlikte, Düyunu Umumiye yönetimine bırakılan bütçe gelirleri dışındaki gelir kaynaklarından yeni borçlar için ipotek edilenlerin payı büyüdü; 1911 yılında toplam bütçe gelirlerinin % 30’unu buldu. Dış borçların faiz ve anapara ödemelerinin Osmanlı Hükümeti’nin yıllık toplam harcamalarına olan oranı da, 1887–88 mali yılında % 10’dan, 1900-1901’de % 19’a, 1910-11’de ise % 33’e çıktıii.

Fethi Karaduman - Devrimin Yolu

(13)

13 LAİKLİĞİN KABULÜ

5 Şubat 1937 tarihinde Anayasada yapılan değişiklikle devletin cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, lâik ve inkılâpçı olduğu bir devlet olduğu kabul edilerek devletin laikleştirilmesi sağlanmıştır. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni insan haklarına dayalı millî, demokratik ve lâik sosyal bir hukuk devleti esasları üzerine inşa etmiş ve Kurucusu olduğu Cumhuriyeti laiklik ilkesi ile güvenceye almıştır.

TBMM tarafından kabul edilen ilk anayasa 20 Ocak 1921’de yürürlüğe girdi. 1921 Anayasası, değişen ve gelişen ihtiyaçları karşılamaya yetmeyince, anayasanın esas prensiplerine sadık kalmak şartıyla, 20 Nisan 1924 tarihinde, 491 sayılı kanunla ikinci bir anayasa kabul edildi. Bu anayasada “Devletin dini, İslam dinidir”

maddesi 10 Nisan 1928'deki değişiklikle

kaldırıldı ve laiklik ilkesi 1937'de anayasaya girdi.

ATATÜRK'ÜN LAİKLİK İLE İLGİLİ SÖZLERİ

– Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir.

Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.

– Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü de demektir.

– Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse hiçbir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul

(14)

14 etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.

– Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkanını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, İlerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.

– Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler. İğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz.

– Bunun gibi bağlı bulunmakla inanmış ve mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere, bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yükseltmek gerektiği gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve vicdanlarımızı karışık ve türlü renkte bulunan ve her türlü çıkarlar ve tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün ögelerinden bir an önce kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur.

Ancak böylece İslam dininin yüceliği gerçekleşir.

– Vatandaşları içinde çeşitli dinlere mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adil ve tarafsız tutum ve davranışta bulunmaya ve mahkemelerinde vatandaşları ve yabancılar hakkında eşit adalet uygulamakla vazifeli olan bir hükumet, fikir ve vicdan hürriyetlerine uymaya mecburdur.

– Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olma zorundadır.

İslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileriye gitmişlerdir.

– Türkiye Cumhuriyetinde, her yetişkin dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani, ibadet hürriyeti vardır. Tabiatı ile ibadetler, güvenlik ve genel adaba aykırı olamaz;

siyasi gösteri şeklinde de yapılamaz.

Geçmişte çok görülmüş olan bu gibi

(15)

15 durumlara artık Türkiye Cumhuriyeti asla katlanamaz.

– Laik hükümet kavramından dinsizlik manası çıkarmaya çalışan fesatçılara fırsat vermeyiniz.

– Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.

– Bazı kimseler asri olmayı kafir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır.

Bu yanlış yorumu yapanların maksadı, İslam'ın kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir?

– Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla hiç ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler çağdaş olmayı kafir olmak sayıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır.

Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı İslam'ın kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, dimağladır.

– Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabi olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.

– Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.

– Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar.

(16)

16

İZMİR İKTİSAT KONGRESİ

1. Giriş

a. İzmir iktisat kongresinin önemi nedir?

İzmir İktisat Kongresi, Lozan görüşmelerinin kesilmesinden sonra 17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihleri arasında toplanan bir kongredir. İzmir İktisat Kongresi'nin temel toplanma sebebi, ülkenin politik bağımsızlık hedefinin ekonomik bağımsızlık ile tamamlanmak istenmesidir.

b. Birinci İzmir İktisat Kongresi hangi amaçla toplanmıştır?

Birinci Türkiye İktisat

Kongresi olarak da adlandırılan İzmir İktisat Kongresinin tarihi 17 Şubat 1923'dür. İktisat Kongresi'nin İzmir'de toplanmasının amacı, İzmir'in büyük bir ticaret merkezi olmasının yanında Yunan ordusunun yakıp yıktığı İzmir'i gazetecilere, Anadolu insanına ve yabancılara göstermektir.

c. İzmir İktisat Kongresi, İzmir’de Banka-Han binasında toplanan 1135 delege ile yeni Türkiye'nin ekonomik sorunlarının tartışıldığı bir kongredir. Dönemin Türkiye yönetici kadrosu Kurtuluş Savaşı ile kazanılan zaferden sonra prensip olarak siyasi ve

ekonomik bağımsızlığı

öngörmüştü. TBMM'nin bu dönemde başlıca uğraşısı yurdu işgalden kurtarmak olsa da, öngörülen bu ekonomik bağımsızlık hedefinin nasıl gerçekleştirileceğine dair bir kongre yapıldı. Başkanı Kazım Karabekir seçildi. İtilaf Devletleri tarafından Lozan Antlaşması ile devam etmesi istenilen Osmanlı Devleti'nin ekonomisinde ciddi hasarlara yol açmış kapitülasyonların ve diğer imtiyazların kabul edilemeyeceği kongrede belirtildi. Ekonomik sorunları aşmak, savaştan yeni çıkan halkın kalkındırılması ve onlara yol gösterilmesi gibi konular üzerinde duruldu.

2. İzmir iktisat kongresinde alınan kararlar

a. 17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihlerinde İzmir'de toplanan Türkiye İktisat Kongresinin en önemli kararlarını şöyle sıralamak mümkündür.

(17)

17 (1) Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması gerekmektedir.

(2) El işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmelidir.

(3) Devlet yavaş yavaş iktisadi görüşleri de olan bir organ haline gelmeli ve özel sektörler tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır.

(4) Özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir Devlet Bankası kurulmalıdır.

(5) Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir.

(6) Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır.

(7) Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması sağlanmalıdır.

(8) Demiryolu inşaat programına bağlanmalıdır.

(9) İş erbabına amele değil, işçi denmelidir.

(10) Sendika hakkı tanınmalıdır.

b. Türkiye Cumhuriyeti'nin 1923- 1929 dönemi ekonomi politikasına damgasını vuran İzmir İktisat Kongresi'nin oy birliği ile alınmış kararlarından biri de 1925'te aşarın

kaldırılmasıdır. Aşar; bütçenin gelir kaleminde önemli bir yer tutmaktaydı.

Fakat İzmir İktisat Kongresi'yle liberal bir ekonomi tasarlandığı ve liberalizmin temeli özel mülkiyete dayandığından, aşarın varlığı bir çelişki haline gelmiştir.

Yani Cumhuriyet idaresi, Sultan’ın mülkünün sahiplik sıfatını halka intikal ettirince, aşarın alınmasının mantığı da sona ermiştir.

c. İlk oturum kararları; Saat 10'da başlayıp, 11.15'te kapanan ilk oturumda alınan aşağıdaki genel kararlar, şöyledir;

Madde-1: Türkiye, milli hudutları dâhilinde, lekesiz bir istiklal ile dünyanın sulh ve terakki unsurlarından biridir.

Madde-2: Türkiye halkı hâkimiyetine, kanı ve canı pahasına elde ettiğinden, hiçbir şeye feda etmez ve milli hâkimiyete müstenit olan meclis ve hükümetine daima zahirdir.

Madde-3: Türkiye halkı, tahribat yapmaz; imar eder. Bütün mesai iktisaden memleketi yükseltmek gayesine matuftur.

Madde-4: Türkiye halkı, sarf ettiği eşyayı mümkün mertebe kendi yetiştirir. Çok çalışır, vakitte, servette ve ithalatta israftan kaçar. Milli istihsali temin için icabında geceli gündüzlü çalışmak şiardır.

(18)

18 Madde-5: Türkiye halkı, servet itibarı ile bir altın hazinesi üzerinde oturduğuna vakıftır. Ormanlarını evladı gibi sever, bunun için ağaç bayramları yapar; yeniden orman yetiştirir. Madenleri kendi milli, istihsali için işletir ve servetlerini herkesten fazla tanımaya çalışır.

Madde-6: Hırsızlık, yalancılık, riya ve tembellik en büyük düşmanımız;

taasubdan (bağnazlık) uzak dindarene bir selabet (dini esaslara uygunluk) her şeyde esasımızdır.

Her zaman faideli (yararlı) yenilikleri severek alırız. Türkiye halkı mukaddesatına, topraklarına, şahıslarına ve mallarına karşı

yapılan düşman fesat

propagandalarından nefret eder ve daima bunlarla mücadeleyi bir vazife bilir.

Madde-7: Türkler, irfan ve marifet aşığıdır. Türk, her yerde hayatını kazanabilecek şekilde yetişir; fakat her şeyden evvel memleketinin malıdır. Maarife (eğitime) verdiği kutsiyet dolayısıyla

( Mevlûdu şerif) Kandil günü, aynı zamanda bir kitap bayramı olarak tes'id eder. (kutlanır)

Madde-8: Birçok harpler ve zaruretten dolayı eksilen nüfusumuzun fazlalaşması ile beraber sıhhatlerimizin, hayatlarımızın korunması en birinci emelimizdir. Türk mikroptan, pis havadan, salgından ve pislikten çekinir, bol ve saf hava, bol güneş ve temizliği sever. Ecdat mirası olan binicilik, nişancılık, avcılık, denizcilik gibi bedeni terbiyenin yayılmasına çalışır. Hayvanlarına da aynı dikkat ve himmeti göstermekle beraber cinslerini düzeltir ve miktarlarını çoğaltır.

Madde-9: Türk, dinine, milliyetine, toprağına, hayatına ve müessesatına (devlet kurum ve kuruluşlarına) düşman olamayan milletlere daima dosttur; ecnebi sermayesine aleyhtar değildir.

Ancak kendi yurduna kendi lisanına

ve kanununa uymayan

müesseselerle münasebette bulunmaz. Türk, ilim ve sanat yeniliklerini nerede olursa olsun doğrudan doğruya alır ve her türlü münasebette fazla mutavassıt istemez.

(19)

19 Madde-10: Türk, açık alın ile serbestçe çalışmayı sever; işlerde inhisar istemez.

Madde-11: Türkler, hangi sınıf ve meslekte olurlarsa olsunlar, candan çalışırlar.

Madde-12: Türk kadını ve kocası, çocuklarını iktisadi misaka göre yetiştirir.

3. İzmir İktisat Kongresi ile ilgili gelişmeler.

a. İktisat vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey'in 13 Şubat 1923 tarihinde verdiği beyanata göre Türkiye İktisat Kongresi "

Hükümetin Delaleti " ile toplanmıştır. Kongrede ele alınacak sorunlardan bazılarını kongre heyeti;

Türkiye'de kredi meselesi, istihsalin tanzimi, gümrük meselesi, vergiler, vesait-i nakliye (ulaşım vasıtaları) başlıkları altında ayrıntılı bir rapor şeklinde işleyerek; 23 Şubat 1923'te yayınlamıştır. Türkiye'nin çiftçi, tüccar, sanayi ve işçi zümrelerinden seçilen

1135 üyenin katıldığı bu kongrede bu grupların hazırladığı "Misak-ı İktisadî Esasları" tartışıldı ve kabul edildi.

b. İzmir'in Kurtuluşundan 5 ay sonra ve Lozan Antlaşması'nın imzalanmasından 4 ay önce toplanan Türkiye İktisat Kongresi Anadolu kurtuluş hareketinin iktisadi yönünü göstermesi bakımından, son derece önemlidir. Anadolu Ajansı'nın 5 Mart 1923 tarihli bir haberinde;

" tab ve neşredilecek (basılacak ve yayınlanacak) bilumum kitapların ilk sahifelerinde Misak-ı İktisadi esasları gayet okunaklı bir surette yazılacaktır. Kongre Divanınca bu babda (konuda) alakadarına tebligat icrasına (ilgililerine duyurulmasına) karar verilmiştir" denilmesine rağmen iktisat kongresi ile ilgili tebliğler sadece Osmanlıca "İktisat

Esaslarımız" adlı bir kitapçıkta yayınlanmıştır. Kongreye her kazadan gönderilen sekiz kişi Atatürk'ün açılış nutkunda belirttiği üzere milleti temsil ediyor ve delegelerin söyleyeceklerine itibar edeceklerini bildiriyordu. Tüm bunlara rağmen, toprağa sahip olmadan çalışan ortakçı ve yarıcının kongrede tam olarak temsil edilemediği de aşikârdır.

(20)

20 c. Öte yandan işçi grubunun iktisat esaslarının 34. maddesi tarım işçilerinin ve toprağa sahip olmayan köylünün kongrede temsil olunmadığı kanısını doğrulayacak niteliktedir. Bu maddeye göre " Ziraat işlerinde kullanılan işçiler yukarıdaki (işçi grubunun iktisat esaslarını içeren) maddelerin ahkâmından müstesnadır." Bir başka deyimle, kongrede sanayi ve işçilerini temsil edenler, tarım işlerinde çalışıp kongrede temsil edilemeyen işçilerin

çıkarlarını savunmayı

düşünmemişlerdir. Eldeki belgelerden anlaşıldığına göre Kurtuluş Savaşı'nın sürüp gittiği yıllarda bile Ankara Hükümeti imkânlar ölçüsünde sosyo- ekonomik konularla ilgilenir ve uğraşırken, bu arada madencilik konusuyla da ilgilenmiş, özellikle Zonguldak Kömür Havzası'ndaki durum gözden kaçmamıştır. Kongrede bu duruma da değinilmiştir.

4. Sonuç olarak;

a. Bu kongrede alınan kararların çoğu zamanla tatbik edilmişse de, özellikle tarımla ilgili maddeler günümüzde dahi tam anlamıyla amacına ulaştırılamamıştır. Netice itibarıyla, İzmir İktisat Kongresi ile başlayan bir fikri gelişmenin oluşması, ekonomik envanterlerin belirlenmesi, model arayışları ve belli ölçüde uygulamaya başlama dönemidir. Bu dönemde ekonominin sahip oldukları ve olmadıkları belirlenmiş, ekonomik hedefler tayin edilmiş, karma ekonomi modelinin temelleri hazırlanmıştır.

Polonya’nın başkenti Varşova’da 2000’ li yılların başında yapılan bir ekonomi zirvesinde “ Karma ekonomik modeli “ dünyadaki en uygun ekonomik kalkınma modeli seçilmiştir.

b. Bu kongrenin bende bıraktığı en önemli özelliklerden birisi de kendisinin bir ekonomist olmamasına rağmen, konunun uzmanlarının bir araya gelerek kısa bir süre içinde ekonomik kalkınmanın ilk başlangıç ateşini yakmasıdır. Atatürk’e göre “ dünyada en güçlü devletler, ekonomileri ve orduları en güçlü olan devletlerdir “ . Milli stratejinin en önemli unsuru olan milli gücün olmazsa olmazlarından biri de “ ekonomik güç “ tür.

(21)

21 c. Atatürk’ün İzmir iktisat kongresini yapmasındaki en önemli ana düşünce “ Siyasî, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsun, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa kazanılacak başarılar yaşayamaz ve sürekli olamaz.”

d. Atatürk’ün ekonomik konularda söylediği çok önemli veciz sözlerden bazılarını hatırlatmakta yarar var diye düşünüyorum. Çünkü günümüzde yaşanan ekonomik sorunların çok büyüklüğü ile birlikte değerlendirmeliyiz.

* Zamanımız tamamen bir iktisat çağından başka bir şey değildir.

* Türkiye’mizi layık olduğu seviyeye yükseltebilmek için mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek mecburiyetindeyiz.

* Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha

kuvvetli, daima daha

refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir.

* Gerçek işgaller kılıçla değil, sabanla yapılır. Kılıç ve saban; bu iki fatihten birincisi ikincisine daima yenildi.

Kılıçla ülke alanlar, sabanla ülke alanlara yenilmeye mahkûmdur.

* İstiklalin tamamiyeti ancak istiklal-i mali (ekonomik bağımsızlık) ile mümkündür.

* Kesin zaruret olmadıkça piyasalara karışılmaz; bununla beraber hiçbir piyasa da başıboş değildir.

* Kurtuluş ve bağımsızlık için yaptığımız savaşı tamamlamak ve Tanrı’nın milletimize doğuştan verdiği yetenek ve kabiliyeti en yüksek derecede geliştirmek ve memleketimize bağışladığı bütün kuvvet ve servet kaynaklarından en iyi biçimde faydalanarak zayıflığımızın sebeplerini yok etmek için, bundan böyle hiçbir fırsat ve zamanı ziyan etmeyerek çalışmaya mecburuz. Hayat demek ekonomi demektir. Çünkü millet yoksul kaldıkça hiçbir şey yapamaz. İlk önce zengin olmalıdır. Çünkü her şeyi yapan paradır.

Öncelikle ekonomiye önem vermek lazımdır. Ekonomide faydalı olabilmek için ise teoriler ve kavramlar ile vakit geçirecek zamanımız kalmamıştır.

* Ulusal ekonominin temeli tarımdır.

* Bugün mevcut fabrikalarımızda ve daha çok olmasını dilediğimiz fabrikalarımızda kendi işçimiz çalışmalıdır. Refah içinde ve

(22)

22 memnun olarak çalışmalıdırlar. Ve bütün bu saydığımız sınıflar aynı zamanda zengin olmalıdır ve hayatın gerçek tadını tadabilmelidir ki, çalışmak için kuvvet ve kudret bulabilsin.

* Halk müreffeh, müstakil, zengin olmak istiyor. Komşuların refahını gördüğü halde, fakir olmak pek ağırdır.

* Memleketi bayındır hale cennet hale getirecek olan ekonomik güç ve ekonomik alandaki himmettir.

Milletimizi insanca yaşatacak bir iktisat devrinin aşılması lazımdır. Hepimizin arzusu şudur ki, bu ülkenin insanları ellerinde örnekleriyle tarımın ticaretin endüstrinin emeğin yaşamanın temsilcileri olsunlar, artık bu memleket böyle fakir ve bu millet hakir değil, memleketimize zenginler memleketi ve yeni Türkiye'nin adına da çalışkanlar diyarı denilsin. İşte millet böyle bir devri

yüceltecektir ve böyle bir devrin tarihini yazacaktır.

Tarihçi, Yazar ve E. Albay

Kemal KARAKUZEY

Siyasal, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik Zaferlerle taçlandırılmazlarsa

meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner. Bilirsiniz ki, ekonomisi zayıf bir millet fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz;

toplumsal ve siyasal felâketlerden yakasını kurtaramaz.

G.M.K ATATÜRK

(23)

23 KATLEDİLEN ATATÜRKÇÜ,

YURTSEVER AYDINLARIMIZ VE HALKIMIZIN BU OLAYLARA BAKIŞI 1. Giriş

a. Yüreği insan sevgisi odaklı, duyarlı, Atatürk sevdalısı yurtsever değerli

dostlarım hepinize selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Sizlere ülkemizde 1970 yıllardan başlayarak bugüne kadar artarak gelen, özellikle son yıllarda artarak yaşanan ve Türkiye’ye yönelik tehditler bağlamında değerlendirdiğim Cumhuriyetin bekasına karşı duyarlı olan sağduyulu, laik, yurtsever ve Atatürk sevdalısı aydınlarımızın katledilişi ile ilgili düşüncelerimi aktarmak istiyorum.

Cumhuriyet düşmanlarınca katledilen bu devrim şehitlerimize tanrıdan rahmetler diliyorum ve ruhları şad olsun diyorum.

Bu yaşanan üzücü olaylara örnek olarak bir sıralama yaparsak;

(1) Yazar ONAR KUTLAR Cumhuriyet düşmanlarınca katledildi. (11 OCAK 1995)

(2) Araştırmacı yazar “Kalpaksız Kuvayı Milliye’ci “ UĞUR MUMCU katledildi (24 OCAK 1993)

(3) Emniyet Müdürü GAFFAR OKAN katledildi. (24 OCAK 2001)

(4) ADD Kurucu Başkanı Prof.Dr.

MUAMMER AKSOY katledildi. (31 OCAK 1990)

(5) Gazeteci-Yazar ABDİ İPEKÇİ Cumhuriyet düşmanlarınca katledildi. (1 ŞUBAT 1979)

(6) Danıştay üyesi MUSTAFA YÜCEL ÖZBİLGİN katledildi. (17 MAYIS 2006)

(7) Atatürk sevdalısı Prof.Dr.

TÜRKAN SAYLAN öldü. Aslında Cumhuriyet karşıtlarının kendisine yapılan Ergenekoncu vb. suçlama eziyetlerinden sonra kahrından öldü. (18 MAYIS 2009)

(8) Sivas’ta 37 CUMHURİYETÇİ VE ATATÜRKÇÜ AYDIN yakılarak katledildi. (2 TEMMUZ 1993)

(9) Yazar TURAN DURSUN Cumhuriyet düşmanlarınca katledildi. (4 EYLÜL 1990)

(10) Doç.Dr. BAHRİYE ÜÇOK Cumhuriyet düşmanlarınca katledildi. (6 EKİM 1990)

(24)

24 (11) Prof.Dr. AHMET TANER KIŞLALI Cumhuriyet düşmanlarınca katledildi. (21 EKİM 1999)

(12) Prof.Dr. CAVİT ORHAN TÜTENGİL Cumhuriyet düşmanlarınca katledildi. (7 ARALIK 1979)

(13) Doç.Dr. NECİP

HABLEMİTOĞLU Cumhuriyet

düşmanlarınca katledildi. (18 ARALIK 2002)

Aslında bu üzücü olayların, Türkiye’nin bölgesinde milli gücü yüksek bir devlet olmasını istemeyen komşusu olan ve düşmanca tutum izleyen devletler ile işgalci emperyalist devletlerin yüce önder Atatürk’ün önderliğindeki Sevr anlaşmasını yırtarak, Lozan’da bağımsızlığını kazanmasını hazmedemeyen ve buradaki emellerine tekrar ulaşmak için Türkiye’ye karşı yönelik yıkıcı, bölücü ve din kisvesi altında irticai tehditlerin bir uygulama yöntemi olarak yapıldığını ve kullanıldığını değerlendiriyorum.

b. Türkiye Cumhuriyeti artık Atatürk devrimleri ve yaptığı reformlarla bulunduğu konum nedeniyle, bölgesinde jeopolitik ve jeostratejik yönden çok önemli bir güç olmuştu. Ülkemize karşı emperyalist emelleri olan bu ülkeler Türkiye’nin bu bölgede güdülebilir ve kontrol edilebilir bir düzeyde olmasını istiyorlardı. Artık ülkemiz Çağdaş

uygarlık seviyesine çıkmak için büyük mesafe almıştı. Atatürk’ün ölümü ile birlikte bu düşmanca emellerine ulaşmak için çalışmaya başladılar. Bu bağlamda yapılan en güzel yöntem Türkiye’nin siyaset, askeri, ekonomik ve bürokratik alanlardaki söz sahibi kişileri kendilerine yandaş yapıp kullanmaya başladılar. Ayrıca İslam ülkelerinin ilerlemesinde en önemli ilkelerden biri olan “ Laiklik “ ilkesine karşı irticai oluşumları özellikle siyasal İslamcı tarikat ve cemaatleri desteklediler. Bu konuda en güzel örnek 70’li yıllarda ABD.’nin başkanı olan Richard Nikson’un şu sözleri çok düşündürücüdür. Müslüman ülkelerde demokrasi ve laiklik olmasına izin veremeyiz. Eğitim sisteminin ve ülke idaresinin din temelleri üzerine kurulması gerekiyor. Başlarındaki çobanı ele geçirince, ülkeyi biz yönetiriz. Bu doğrultuda tedbirler almak zorundayız“ . Bir başka ABD yetkilisi olan ve 1927-1932 yılları arasında Ankara’da Büyükelçi olarak görev yapan Joseph Grew ise “ Atatürk liderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti, bilimsel yolda almış olduğu ivme ile her alanda çok fazla gelişme göstermektedir ki, bu bizim Ortadoğu’da ileriki yıllarda çok pasif kalmamızı, Türkiye Cumhuriyetinin

(25)

25 de bölgede çok güçlü bir şekilde söz sahibi olacağının göstergesidir.

Türkler üstün kabiliyette bir millet, ancak yolları işlam ile kesilebilir. Bu kanaat bende ziyadesi ile oluştu. Bu milleti ne kadar karanlığa itersek bölgedeki çıkarlarımıza o kadar hizmet etmiş oluruz. Ancak bu yolla Türklerin önü kesilebilir ve biliyorsunuz ki yakın tarih bunun örnekleri ile doludur. “ demiştir. Artık başka söze gerek var mı? Bugün yaşananları çok güzel anlatıyor.

Ülkemizde bu dış güçlerin ajanları, hiç çekinmeden bu sinsi emellerini gerçekleştirmek için faaliyetlerine devam ediyorlar.

c. Sosyal medyada şehit haberlerine yazı yazan ve paylaşan insanlara ve parti yöneticilerine soruyorum. Hiç şehit ve gazi ailesine dini bayramlarda ve önemli günlerde ziyaret yaptınız mı?

Şehit ve gazi derneklerine önemli günlerde ziyaret yaptınız mı? Bu klavye başında yapılan bu tür kahramanlıklara ilave olarak herkes çevresindeki tüm halkımızı aydınlatıcı şekilde yüz yüze etkileme yöntemini kullanmalıdır. Ben terörle mücadele eden çok önemli bir birlikte şehit ve gazi işlem şube müdürü olarak görev yaptığım için acılarını çok iyi biliyorum ve onlarla nasıl bir iletişim kurulmasının çok önemli olduğunu değerlendiriyorum.

d. Bu iktidar gerek Anayasa değişikliği ve gerekse seçim mitinglerinde sürekli Anayasa değişikliği yapıldığı ve Parlamenter sistemin kaldırılarak Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminin onaylanması halinde terörün biteceğini söylemişlerdi. Terör bitti mi? Bilakis doğu ve güney-doğu Anadolu bölgesinde terör yaklaşık 20 yıldır artarak devam ediyor. Halk bu verilen asılsız vaatlerin hesabını nerede soracak veya sormayı düşünüyor mu?

Bu terörü destekleyen devletlerin kim olduğunu artık bilmeyen kaldı mı?

2. Ülkemizde meydana gelen terör olayları ve Cumhuriyetçi aydınlarımızın şehit edilmesi konusundaki yaşanan gelişmeler.

a. Özellikle bu akşam izlemelerimde özellikle şehitlerimiz Uğur Mumcu ve Gaffar Okan’ın şehit edilmesinin yıl dönümleri nedeniyle birçok yandaş TV kanallarında hiç söz edilmedi ve Atatürk’ümüzü dilinden düşürmeyen basın ve medyada ise çok kısa bilgilerle geçiştirildi. Bu üzücü durum duyarlı yurtsever yurttaşlarımızı derinden yaralamaktadır. Bundan 30 yıl önce TV.larda açık oturumlar yapılır ve derinliğine bu konular ayrıntılığı bir şekilde tartışılırdı.

b. Bunun yanında kendilerine uşaklık etmeyen Atatürk sevdalısı ve bu tehlikeleri gören duyarlı aydınlarımız ise

(26)

26 vahşice katledilmektedir. En acısı ise ülkemizde alevi-sünni, Türk-Kürt, başı açık- türbanlı ve laik-anti laik vb. gibi yapay, ancak birlik ve beraberliğimizi yani milli gücümüzü yıpratan olaylar yaratılmaktadır. Atatürk devrimlerinin savunusu olan Necip Hablemitoğlu, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Turan Dursun, Muammer Aksoy ve bunun gibi onlarca demokrasi şehitlerimizin anma etkinlikleri gerçekleştiriliyor. Ancak halkımız bu şehitlerimizin akıbetini sorgulayacak şekilde devlet

kurumundan hesabını

soramamaktadırlar. Değerlerimizin yok edilmesine engel olucu şekilde devlet ve siyaset adamlarının gerekli önlemleri alması konusunda tepki göstermezler.

Umarım bu halk kitle halinde ve milyonlarca yurtseverin katılımıyla bu değerlerimize sahip çıkar ve onları korurlar. Aynı zamanda Yüce önder Atatürk’ün düşünce ve devrimlerine sahip çıkarlar. Şimdiki devlet ve siyaset adamları, Atatürk’ün Kubilay olayında olduğu gibi hesabını sormuyorlar. Biz Atatürk Sevdalısı ve Cumhuriyetimizin bekası için yemin etmiş tüm insanlar, partiler, dernekler, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütleri neden bu değerlerimizin katledilişinin sorumluları hakkında takipçisi olmaz ve bu olayları kabullenirler. Ne yazık ki hamasi söylemler sadece söylendiği anla

kalıyor. Sormadıkları gibi karanlık güçlerin etkisiyle olayları örtbas ediyorlar.

c. Beni en çok hüzünlendiren olaylardan birisi de devrim şehidimiz Uğur Mumcu’nun sanki kendisinin öldürüleceğini bilircesine “ Vurulduk ey halkım. Bizi unutma” diye önceden halkını uyarmasıdır. Kendisinin cesaretlice hiçbir korku ve endişeye kapılmadan mücadelesine devam etmiş ve bu uğurda kahramanca şehit olmuştur. Benim de bu konuda başımdan geçen ilginç bir olay olmuştur.

Antalya’da verdiğim konferansımdan sonra duyarlı bir kadın dostumuzun beni uyarmasıdır. Bu hanımefendinin bana “ Aman komutanım siz de çok dikkat edin, sizi de Uğur Mumcu gibi öldürebilirler “ demişti. Ben de gülümseyerek kendisine “ Hanımefendi ben Uğur Mumcu’nun yanında bir hiçim ve onun kadar ünlü biri değilim.

Ancak ben askerim ve mesleğimi seçerken çok bilinçli bir şekilde,

Cumhuriyetin bekasını

koruyacağıma, Atatürk ilke ve devrimlerinden ayrılmayacağıma, sancak ve bayrak uğrunda ölmekten çekinmeyeceğime dair silaha elimi koyarak zaten yemin ettim. Bir de ben 60 ‘lı yaşlara girdim. Şimdi 20 yaşında genç fidanlar şehit oluyor ve vücudunun bazı uzuvlarını

(27)

27 kaybederek gazi oluyorlar. Ayrıca bu halk bağımsızlık ve özgürlük için Kurtuluş savaşında birçok bedeller ödediler. Kurtuluş savaşında Şerife Bacı bile üç (3) aylık yavrusunu sırtına dolayarak mermi taşırken donarak şehit oldu. Ben artık bu olanlardan sonra ölümden korkacak biri değilim. Gerektiği kadar zaten yaşadım “ demiştim.

3. Ülkemizde meydana gelen terör olayları ve Cumhuriyetçi aydınlarımızın şehit edilmesi Konusunda Yaşanan Sorunların Çözümüne Yönelik Çözüm Önerileri.

a. Değerli dostlarım yaşamı boyunca yaklaşık 5800 kitap okuyan ve 1981 yılında BM. UNESCO tarafından doğumunun 100'nci yılında son yüzyılın en büyük devlet ve siyaset adamı seçilen atamızla gurur duyuyoruz. Bu bağlamda Antalya'mızda çok aydın ve onurlu Atatürkçü Düşünce Sistemi ve ilkelerini benimsemiş yurttaşlarımızın içine kapanıp siyasetin olumsuz olduğu düşüncesiyle bu yaşananlara karşı duyarsız ve uzak durmasını uygun bulmuyorum. Bu nedenledir ki siyaset liyakatli olmayan ve kişisel çıkar için siyaset yapanların eline kalmaktadır.

Siyaset akıllı, bilgili, cesur ve liyakatli insanların yapacağı onurlu bir görevdir.

Günümüzde siyasetçinin halkımız

neznindeki durumu son derece olumsuzdur. Lütfen tüm yurtseverler cesaretli olunuz. Nasılsa bir gün bizler de bu dünyadan göçüp mezara gideceğiz. Korkmadan geleceğimiz kuşaklarımız için çok yararlı işler yapabiliriz. İstiklal marşımız KORKMA” diye başlıyor değil mi yoldaşlarım. Ünlü filozof Platon ne güzel söylemiş değil mi ? Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye mahkûm olmaktır.

b. Aslında sağduyulu ve duyarlı yurtseverler, Atatürkçü parti ve derneklere üye olup yararlı ve liyakatli üyelerin çoğunluğunu sağlamalı ve bu çirkin davranışları yapanları yok edip parti ve derneklere dürüst, liyakatli ve yüreği güzel insanların gelmesini sağlamalıyız. Bu üzücü durum yüreği insan sevgisi dolu Atatürk Sevdalısı insanları çok üzmektedir. Hâlbuki İstiklal savaşımız ve Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne kadar yaşadıklarımızı ve yapılan fedakârlıkları hatırlamak yeterli olacaktır. Bize bu Cumhuriyetimizi armağan edenler çok büyük acılar ve bedeller ödediler. Bu bağlamda Platon’un bu değerli sözü çok önemlidir.

c. Bir diğer üzücü konuda biz Atatürkçü olduğunu söyleyen kişiler çok güzel etkinlik planlıyor ve uyguluyoruz.

(28)

28 Ama yaptığımız bu anma etkinlikleri yurt içi ve dışında gerekli etkiyi sağlayamıyor. Örneğin İspanya’nın başkenti Madrid şehrinde ayrılıkçı ETA terör örgütü, bir metroda yaptığı eylemde yaklaşık 20 civarında can kaybı olduğunda bu şehirde yapılan terörü lanetleme mitingine yaklaşık iki (2) milyon kişi katılmıştı ve İspanya’da bir daha böyle bir terör eylemi olmadı.

d. Sonuç olarak; Eğer halkımız bu tür üzücü olaylara sahip çıkmaz ve bu değerlerimizi anma etkinleri büyük bir coşkulu katılımlarla gerçekleştirilmez ve halkımızın büyük bir kısmına duyurulmazsa biz bu olayları yaşamaya devam ederiz. Daha çok söylenecek şey var. Ancak halen halkımız uykuda ve kitle halinde duyarlılık göstermemektedir. Umarım daha büyük ve kötü olaylar yaşamayız. Atatürk’ün yaptığı ve Uğur Mumcu’nun dediği gibi halkımıza elimiz değmeli ve kucaklaşmalıyız. Atatürk milliyetçiliğine sahip çıkmalıyız. Atatürk’ün yaptıklarını yaparak bu sorunlardan kurtulacağız.

Ne yazık ki Atatürk’ü kişisel çıkarları için kullanan siyasetçi ve dernek yöneticilerini görüp onların yaptıklarını izledikçe kahroluyorum. Atatürk' ün ölümünden sonra bugüne kadar ülkemizde yaşanan olumsuz koşullardan ve son derece üzücü olaylardan kim sorumludur? Bu iktidarın

bu tür olaylara bakışını özellikle terör ve şehit tanımlamalarındaki ayrımcılığını çok iyi biliyoruz. Değerli dostlarım ve insan sevgisi odaklı, Atatürk sevdalısı yurtsever kardeşlerim bu soruların yanıtını ulusça verebilir miyiz? Ne yazık ki veremediğimiz için bu üzücü olayları yaşamaya devam ediyoruz. Merak etmeyin kazanan yine gerçek Atatürk’ün sevdalıları olacak. Asla umudumuzu yitirmeyeceğiz. Herkese selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Tarihçi, Yazar ve E. Albay

Kemal KARAKUZEY

(29)

29 ALANYA 21. ATATÜRK HALK KOŞUSU VE YARI MARATONU KAYITLARIMIZ DEVAM EDİYOR

Yarı Maraton Katılım Koşulları

1. Yarışmalara katılacak sporcular;

Organizasyon tarafından Pandemi koşullarının tamamına uyacaklardır. Bu

konuda ekte yer

alan KILAVUZ ve ŞARTNAMELERİ kabul etmiş sayılırlar. 2021 vizeli lisanslarını, yoksa nüfus cüzdanlarını ve sağlık raporlarını, koşu ile ilgili tüm sorumluluğu kabul ettiğine dair imzalı taahhütnameyi kayıt anında göstermek/vermek zorundadır.

2. Yarışmalara 18 yaş ve daha üzeri yaştaki sporcular katılabilir.

3. Kategorilerinde ilk üç sırayı alan sporculara madalya ve ödül verilir.

4. Kategorilerde 4 sporcudan az katılım olursa, üst kategori ile birleştirilerek derecelendirme yapılır.

5. Yarı Maraton koşu süresi 02.30 (iki saat otuz dakika) olarak sınırlandırılmış olup bu süreden sonra gelen yarışmacılar sıralamaya alınmayacaktır.

6. Başvurularınızı, oluşturduğumuz addalanya.org sitemizdeki linklerden yapabileceksiniz.

7. Yarı Maratona katılacak ilçe dışından gelen tüm sporculara 20 Mart 2021 Cumartesi günü oda ve kahvaltı ücretsiz olarak verilecektir.

8. Yapılacak diğer ekstra harcamalar sporcunun kendisi tarafından karşılanacaktır.

9. 100 TL tutarındaki katılım ücretine (Konaklama-Kahvaltı-Sigorta) dahildir.

Ayrıca bu yıl koşu çipli yapılacağı için göğüs numaraları verilirken 15 TL çip ücreti tahsil edilecektir.

10. Katılımcılar 18 Mart 2021 Perşembe akşamına kadar Ziraat Bankası Alanya şubesindeki Hesap Adı: Alanya Atatürkçü Düşünce Derneği - İBAN: TR 17 0001 0000 3978 7074 9250 01 veya Hesap No: 7870 7492-5001 nolu hesaba MASRAFSIZ HAVALE edebilirler. YARI MARATON İÇİN SON KAYIT 18 MART 2021 TARİHİNDE YAPILACAKTIR.

11. Havale yapan yarışmacıların, Dekont bilgilerini başvuru formundaki ilgili bölüme yazmaları gereklidir.

(30)

30 12. 20 Mart 2021 tarihinde 10.00 ile 17.00 saatleri arasında sadece göğüs numarası verilecek olup yeni kayıt yapılmayacaktır.

13. Yarı Maraton Koşusuna kayıt yaptıran tüm sporcularımıza Çanta, Tişört ve Atatürk sticker'ı verilecektir.

14. Halk Koşusunda yarışmayı bitiren tüm sporculara Çanta , Tişört ve Atatürk sticker'ı verilecektir.

15. Dereceye girecek sporculara verilecek ödüller daha sonra açıklanacaktır.

16. Burada belirtilen kurallar haricindeki durumlarda Türkiye Atletizm Federasyonu Yol Yarışması kuralları geçerlidir.

17. Yarışma Ulusal niteliktedir. Yabancı uyrukluların katılabilmesi için Türkiye’de ikametgah ve oturum izni (t.c numarası) olması gerekir.

Yarı Maraton Takım Tasnifi

1. Takımlar en az 4 sporcudan, en fazla 6 sporcudan oluşur.

2. Takımlarda minimum 1 kadın sporcuya yer vermek zorunludur.

3. Takımda ismi belirtilen sporcuların hepsi start almak zorundadır.

4. En az 3 erkek ve 1 kadın olmak üzere 4 sporcusu yarışı bitiren takımlar puanlamaya dahil edilir.

5. Takım puanları hesaplanırken sporcuların yarışı bitiriş sırası dikkate alınır.

6. Takım tasnifinde yaş kategorileri dikkate alınmayacaktır. Yarı maratonda yarışma

kriterleri taşıyan her sporcu bir takımda yer alabilir.

Yarı Maraton Programı 20 Mart 2021 (Cumartesi Günü)

10.00 -17.00 Göğüs Numaralarının Verilmesi Yer: Belediye Hizmet Binası

18.00 -18.30 Yarış Brifingi ve Basın Toplantısı

Yer: Belediye Hizmet Binası 18.30 Makarna Partisi Yer: Belediye Hizmet Binası 21 Mart 2021 (Pazar Günü) 10.00 Yarı Maraton Start

12.00 Halk Koşusu Start (2 Km) 12.30 Halk Koşusu Start (5 Km) 13.30 Ödül Töreni

(31)

31 YARI MARATONA KATILAN SPORCULARIN TAMAMINA VE HALK KOŞUSUNU BİTİREN SPORCULARA ATATÜRÜK TİŞORTU, SIRT ÇANTASI VE TELEFONLAR İÇİN STİCKER VERİLECEKTİR

Referanslar

Benzer Belgeler

Erişkin hastalarda yabancı cisim aspirasyonuna predispozan faktör varlığında, tedaviye yanıt vermeyen persiste eden öksürük şikâyeti olan hastada anamnez

Firmaların uluslar arası pazarlarda yürüttükleri işletme faaliyetlerinin başarılı olabilmesinin temel formülü uluslar arası pazarlara uyum sağlayabilmelerine

M ehm et Altan, Ga­ latasaray Kulübü Başkanı Faruk Süren, eski TKP’liler Rasih Nuri İleri, Nail Ça- kırhan, Halet Ç am bel Nihat Sargın, Me­ lih Sezen, Naim

Endobronşiyal metastaz gelişiminin ileri evre metastatik hastalık olduğu ve kötü prognoz gösterdiğine inanılmaktadır.Tedavi planı olguya göre

Although Musharakah Financing is an investment that is realized in the form of participation in terms of Islamic Law, it is followed as a loan type. This situation

Bu aciliyet hali esasında İçtüzüğün 73’üncü maddesinin 2’inci fık- rasında ifadesini bulur: “İncelenen başvurulara ilişkin olarak; resen ya da başvurucunun

Öncel ve arkadaşlarının bildirdiği izole üst ekstremite monoparezili hastada risk faktörü olarak atrial fibrilasyon tespit edilmiştir (8).. Çelebisoy ve arkadaşları

My research question in this experiment was “How does high amount of NaCl as in the Beyşehir,Konya affect interspecific competition of Phaseolus vulgaris