• Sonuç bulunamadı

14-16 yaş ergenlik dönemi sporcularin kemik mineral yoğunluğu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "14-16 yaş ergenlik dönemi sporcularin kemik mineral yoğunluğu"

Copied!
61
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

14-16 YAŞ ERGENLİK DÖNEMİ SPORCULARIN KEMİK MİNERAL YOĞUNLUĞU

İbrahim ÖZALP

YÜKSEK LİSANS TEZİ

BEDEN EĞİTİMİ ve SPOR ANABİLİM DALI

Danışman

Prof. Dr. İbrahim BOZKURT

KONYA – 2019

(2)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

14-16 YAŞ ERGENLİK DÖNEMİ SPORCULARIN KEMİK MİNERAL YOĞUNLUĞU

İbrahim ÖZALP

YÜKSEK LİSANS TEZİ

BEDEN EĞİTİMİ ve SPOR ANABİLİM DALI

Danışman

Prof. Dr. İbrahim BOZKURT

Bu araştırma Selçuk Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından 10202039 proje numarası ile desteklenmiştir.

KONYA – 2019

(3)
(4)

ÖNSÖZ

Sporda başarıyı etkileyen birçok faktörün olduğu ve biyomotorik özelliklerin bunlar arasında önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Bu özellikler arasında kas ve kemik kuvveti ile dayanıklılığı birinci derecede önem arz etmektedir. Kemikler de kaslar gibi yaşayan dokulardır ve egzersiz yapıldıkça, daha da güçlenirler.

Kemiklerin kuvvetli ve sağlıklı kalabilmesi için iyi beslenmesi ve fiziksel aktivitenin yarattığı mekanik strese maruz kalması gerekir. Günlük düzenli egzersiz, kemikleri ve kasları kuvvetli tutar, esneklik kazandırır ve yaralanma riskini azaltır.

Tezimin her aşamasında beni yönlendiren ve katkılar sunan danışman hocam Prof. Dr. İbrahim BOZKURT’a ve beni her daim koşulsuz destekleyen sevgili aileme teşekkür ederim.

(5)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ... i

İÇİNDEKİLER ... ii

SİMGELER ve KISALTMALAR ... iii

ÖZET ... iv

SUMMARY ... v

1.GİRİS ... 1

1.1 Kemiklerin Yapısı ... 3

1.1.1 Kemik Doku Hücreleri ... 5

1.2. Kemikleşme (ossifikasyon) ... 6

1.2.1. İntramembranöz Kemikleşme ... 7

1.2.2. İntrakartilaginöz (Endokondral) Kemikleşme... 7

1.3. Kemik Çeşitleri ... 8

1.4. Kemiklerin Sayısı ... 9

1.5. Kemiklerin Fonksiyonları ... 11

1.6. Kemiklerin Gelişimi ... 12

1.7. Kemik Mineral Yoğunluğu ... 13

1.8. Kemik Minarel Yoğunluğunu Etkileyen Faktörler. ... 14

1.8.1. Beslenmenin Kemik Mineral Yoğunluğu Üzerindeki Etkisi ... 14

1.8.2. Yaşın KMY Üzerine Etkisi ... 16

1.8.3. Egzersizin KMY Üzerine Etkisi... 17

2. GEREÇ VE YÖNTEM ... 22

3. BULGULAR ... 24

4. TARTIŞMA ... 38

6. KAYNAKLAR ... 46

7. EKLER ... 51

EK-A: Etik Kurul Kararı ... 51

8. ÖZGEÇMİŞ ... 52

(6)

SİMGELER VE KISALTMALAR

DXA: Dual Energy X-ray Absorbsiometry

DKK: Doruk Kemik Kütlesi

DPA: Dual Photon Absorbsiometry KMİ: Kemik Mineral İçeriği

KMY: Kemik Mineral Yoğunluğu

PTH: Paratiroid Hormon

SPA: Single Photon Absorbsiometry

T3-T4: Tiroid Hormonları

QUS: Kuantitatif Ultrasonografi

(7)

ÖZET T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

14-16 Yaş Ergenlik Dönemi Sporcularin Kemik Mineral Yoğunluğu İbrahim ÖZALP

Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dali YÜKSEK LISANS TEZI / KONYA-2019

Amaç:Bu araştırma, 14-16 yaşında güreş, futbol, yüzme branşıyla uğraşan ve sedanter bir hayat süren bireylerin kemik mineral yoğunluklarının karşılaştırıması amacı ile yapılmıştır.

Yöntem: Çalışmaya 8 güreşçi (yaş 14,06±0,22 yıl, boy 162,25±9,35 cm, vücut ağırlığı 58,50±17,27 kg), 8 futbolcu (yaş 14,34±0,49 yıl, boy 170,88±7,04 cm, vücut ağırlığı 55,75±4,77 kg), 8 yüzücü (yaş 13,63±1,31yıl, boy 162,62±9,99 cm, vücut ağırlığı 54,12±7,77 kg) ve 8 sedanter birey (yaş 14,10±0,35 yıl, boy 164,75±7,78 cm, vücut ağırlığı 47,25±8,08 kg) gönüllü olarak katılmıştır.

Araştırmada farklı spor dallarındaki sporcuların lumbar omur bölgeleri kemik mineral yoğunluğu (KMY) ve Z skorları ölçümleri Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında General Electrıc Madıson, WI USA Lunar DPX Prodıgy- Tech Model cihazı kullanılarak yapılmıştır. Verilerin analizinde SPSS 16.0 paket programı kullanıldı. Veriler ortalama ve standart sapmalar verilerek özetlendi. Branşlar arasındaki farklılığı ortaya koymak için ANOVA testi yapıldı.

Farklılığın hangi branştan kaynaklandığını tespit etmek için çoklu karşılaştırma testlerinden Tukey testi yapıldı. Önemlilik düzeyi p<0,05 olarak değerlendirildi.

Bulgular: Çalışmada elde edilen bulgular incelendiğinde; L1KMY L2KMY, L3KMY, L4KMY, L1-L2KMY, L1L3KMY, L1-L4KMY ve L2-L3KMY parametrelerinde güreşçiler yüzücülerden ve sedanterlerden istatistiksel olarak anlamlıdır (p<0,05). Güreşçiler L2-L4KMY ve L3- L4KMY parametrelerinde ise yüzücülerden anlamlı yüksek bulunmuştur (p<0,05). Futbolcular L1- L4KMY, L2-L4KMY ve L3-L4KMY parametrelerinde yüzücü ve sedanterlerlerden anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0,05). L1KMY, L2KMY, L4KMY, L1-L2 KMY, L1-L3KMY ve L2-L3KMY parametrelerinde ise futbolcular sadece yüzücülerden anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0,05).

Z skorları değerlendirildiğinde L2Z, L3Z, L1-L2Z, L1-L3Z, L2-L3Z, L2-L4Z ve L3-L4Z değerlerinde güreşçilerin yüzücü ve sedanterlerden anlamlı yüksek olduğu bulunmuştur (p<0,05). Güreşçiler L1Z ve L1-L4Z değerlerinde sedanterlerden istatistiksel anlamlı bulunmuştur (p<0,05). L2-L4Z, L3-L4Z değerlerinde futbolcular yüzücü ve sedanterlerden, L4Z parametresinde ise sadece sedanterlerden anlamlı yüksek kemik yoğunluğuna sahiptir (p<0,05).

Sonuç: Ergenlik döneminde güreş, futbol gibi farklı yönlerden kuvvete maruz kalınan sporların kemik mineral yoğunluğu üzerine olumlu etki yarattığı bunun yanında yüzme branşı gibi fazla kuvvete maruz kalınmayan sporlarda kemik mineral yoğunluğunun daha az geliştiği bulunmuştur.

Anahtar Kelimeler: Futbol, güreş, kemik mineral yoğunluğu, lumbar, yüzme.

(8)

SUMMARY REPUBLIC of TURKEY SELÇUK UNIVERSITY HEALTH SCIENCES INSTITUTE

Bone Mineral Density of 14-16 Years Old Adolescent Athletes İbrahim ÖZALP

DEPARTMENT OF PHYSICAL EDUCATION AND SPORTS MASTER/PhD THESIS/KONYA-2019

Aim: The aim of this study was to compare the bone mineral density of sedentary individuals aged 14-16 years and wrestlers, football players, swimmers.

Metod: 8 wrestlers (age 14,06 ± 0,22 years, height 162,25 ± 9,35 cm, body weight 58,50 ± 17,27 kg), 8 footballers (age 14,34 ± 0,49 years, height 170.88 ± 7.04 cm, body weight 55.75 ± 4.77 kg), 8 swimmers (age 13.63 ± 1.31 years, height 162.62 ± 9.99 cm, body weight 54.12 ± 7 , 77 kg) and 8 sedentary individuals (age 14,10 ± 0,35 years, height 164,75 ± 7,78 cm, body weight 47,25 ± 8,08 kg) were voluntarily participated to the study. In the study, the bone mineral density (BMD) and Z scores of the lumbar vertebrae regions of the athletes in different sports were performed by using General Electrıc Madıson, WI USA Lunar DPX Prodıgy-Tech Model in Radiology Department of Meram Medical Faculty of Konya Selçuk University. SPSS 16.0 package program was used to analyze the data. The data were summarized by giving mean and standard deviations. ANOVA test was performed to determine the difference between the branches. To determine whether differences which arise from branches of the Tukey test was performed multiple comparison test. The significance level was evaluated as p <0.05.

Result: When the findings of the study were examined; L1BMD L2BMD, L3 BMD, L4 BMD, L1-L2BMD, L1-L3BMD, L1-L4BMD and L2-L3BMD, wrestlers were statistically significant from swimmers and sedanter individuals (p<0,05). Wrestlers' L2-L4BMD and L3-L4BMD parameters were significantly higher than the swimmers (p<0,05). The L1-L4BMD, L2-L4 BMD and L3-L4BMD parameters of the football players were significantly higher than the swimmers and sedanter individuals (p<0,05). L1bmd, L2 BMD, L4BMD, L1L2BMD, L1-L3BMD and L2-L3BMD parameters were significantly higher than the swimmers only (p<0,05). When Z scores were evaluated, L2Z, L3Z, L1-L2Z, L1-L3Z, L2-L3Z, L2-L4Z and L3-L4Z values were found to be significantly higher in wrestlers than swimmers and sedentary individuals (p<0,05). Wrestlers’ L1Z and L1-L4Z values were found to be statistically significant than sedentary individuals (p<0,05). L2- L4Z, L3-L4Z values of football players were higher than swimmers and sedentary individuals (p<0,05). L4Z value of football players only higher than sedentary individuals (p<0,05).

Conclusion: It has been found that spores exposed to force in different directions such as wrestling and football during adolescence have a positive effect on bone mineral density. Besides, bone mineral density is less developed in sports which are not exposed to excessive force such as swimming.

Keywords: Football, wrestling, bone mineral density, lumbar, ,swimming.

(9)

1. GİRİS

Hareket etme, zıplama, koşma ve yüzme gibi genel bedensel egzersizler insanların yaşam kalitelerini artırır. Bu gibi egzersizlerin yapımında vücut ağırlığını yükü taşıyan kemikler, hayati organları (beyin, kalp vb.) koruyup, içinde bulundurdukları kemik iliği ile beyaz ve kırmızı kan hücrelerinin oluşumunu sağlayan ve mineralize kolajen yapısı ile minerali yapısında depolayan özelleşmiş bir bağ dokusudur (Tüzün 2003).

Birçok insan sporun, kalp hastalıkları ve inme riskini azaltma, obeziteyi engelleme gibi çoğu faydasını bilir. Fakat düzenli fiziksel aktivitelerin kemik sağlığını geliştirdiği ve koruduğu bu kadar iyi bilinmiyor olabilir. Yaşlandıkça kemikler çok kırılgan ve güçsüzleşebilir, bu duruma osteoporoz (kemik erimesi) denir. Bu durum genelde kadınlarda menopoz sonrasında erkeklerde ise geç yaşlarda gerçekleşir. Bu kemik incelmesi hastalığı insanlarda kemik kırılması riskini yükseltir ve hareketlilik ve özgürlüklerini ciddi biçimde kısıtlayabilir (Campbell 2011).

Her gün kaydedilen teknolojik gelişmeler hayatımızdaki hareketliliği azaltmakta insanlara daha kolay bir yaşam sunmaktadır. Fakat bu kolaylıklar insan sağlığını tehdit eden obezite ve kemik hastalıklarına yol açmaktadır. Günümüzde en yaygın kemik hastalıklarından biri olan osteoporoz, kemik kırılganlığını ve kırık riskini artıran düşük kemik kütlesi ve kemik mineral yoğunlundan kaynaklanan bir iskelet sistemi hastalığıdır. Zamanla gelişen bu önemli hastalık çoğunlukla kadınlarda görülse de erkekleri de tehdit eden önemli bir evrensel hastalıktır (Kaya ve Günaydın 2003).

Kemik mineral yoğunluğunun fiziksel aktivitelerle geliştiği etraflıca bilinmektedir. Hafif olmasına karşın dinamik bir doku olan kemik yapısındaki değişiklikler uygulanan kuvvete göre değişim gösterebilir. Doğal olarak fiziksel aktivite yapan bir bireyin kemik mineral yoğunluğu hiçbir aktivite yapmayan bireye kıyasla daha olup daha güçlü kemiklere sahip olacaktır (Arıncı ve Elhan 2001).

Genç yaşlarda kemikleri güçlendirmek için spor yapmak ve yaşlılıkta güçlü kemiklere sahip olmak önemlidir. Çocuklukta kemikler sürekli gelişim halindedir.

Bu gelişme ergenlik döneminde hızlanır ve yetişkinlikte sona erer (Caine ve ark 2006). Kemik yoğunluğu geliştirmenin en iyi dönemi hızlı gelişimin yaşandığı 10-18 yaşları arasıdır. Bu dönemde haftada 3 veya 4 gün yarım saatlik aralıklar halinde

(10)

spor yapmak ömür boyu güçlü kemiklere sahip olmamızı sağlar. Böylece ilerleyen yaşlılarda daha güçlü bir iskelet sistemine sahip oluruz ve spor yapmaya devam edebiliriz. Günümüzde spor yapan yaşlı sayısı oldukça azdır ve buda yaşam ömrümüzü tehdit eden önemli bir sorundur (Tulle 2008).

İnsan vücudu ağırlığının %17’sini insanın ayakta durmasını sağlayan kemikler oluşturur. Her insan vücudunda doğumda 270 ten fazla kemik bulunur (Steele ve Bramblett 1988). Fakat bunların birçoğu gelişme sırasında eriyerek birleşir ve küçük susamsı kemikleri saymazsak ergenlikte geriye toplam 206 ayrı kemik kalır. Vücuttaki en büyük kemik femur, en küçük kemik ise orta kulakta bulunan üzengi kemiğidir (Cavendish 2010).

Sert bir organ olan kemik vertebral iskeletin parçasıdır. Kemikler vücudun çeşitli organlarını destekler korur, alyuvarlar ve akyuvarları üretir, mineralleri depolar ve hareket etmeyi sağlarlar (Özden 1994). Kemik dokusu bir tür yoğun bağlayıcı dokudur. Kemikler değişik şekil ve boyutlarda, kompleks dahili ve harici yapıya sahiptirler. Hafif ama oldukça güçlü ve sert yapılı olan kemiklerin birçok işlevleri vardır. Mineraliz kemikli doku veya kemik dokusu kortikal ve gözenekli olmak üzere iki tipten oluşur ve kemiğe sertliğini ve koralimsi üç-boyutlu dahili yapısını verir. Kemiklerde bulunan diğer doku türleri ise ilik, kemik içzarı, kemik dışzarı sinirler, kan damarları ve kıkırdaktır (Wang ve ark 2010).

Kemik, farklı türlerde hücrelerden oluşan aktif bir dokudur. Osteoblast (kemik yapımı hücreleri) kemiklerin oluşmasını ve mineralizasyonu sağlarken osteosit’ler (kemik hücreleri) ve osteoklasts’lar (kemik yıkımı hücreleri) kemik dokunun tekrar emilimini sağlar. Kemik dokusunun mineralize matrisi bir organik an kollajen ana bileşene bir de çeşitli tuzlardan oluşan inorganik kemik mineral bileşene sahiptir (Wang ve ark 2010).

Kemik içeriği organik ve inorganik maddelerden oluşur. Organik maddelerin

%95’lik büyük kısmını eozinofilik lifleri oluşturan ve gerilmeye karşı direnç sağlayan tip 1 kollajen oluşturur. Konrotin-4 sülfat, osteonektin ve hiyaluronik asit kemikte bulunan diğer azınlık organik maddelerdir. İnorganik maddelerin %85’lik çoğunluğunu kalsiyum fosfat oluşturur. Kemiğin inorganik matrisinde geri kalan

%15 lik inorganik maddeler kalsiyum karbonat, kalsiyum florid ve magnezyumdur (Fauci ve ark 2008).

(11)

Ergenlik kemik kitle büyümesi açısından kritik bir dönemdir. Çoğu lise öğrencisi sportif aktivitelerle ilgilenir ve ergenlik dönemindeki atletlerin %25’inin doruk kemik kitlesi iki premenarş yılda büyürken %70’den fazlası ikinci dekat sonunda büyür. Backrach (2001)’a göre; ergenlik döneminde kemik kitle büyümesindeki önemli etkenler büyüme hormonunun artış seviyesinin anabolik etkileri ve seks hormonlarının anti-rezorptif etkileridir. Rauch (2007) ise Kemik mineral yoğunluğu kemik kırılması riskinin önemli etkenlerinden biri olduğunu belirtmektedir. Ne var ki Düşük kemik mineral yoğunluğu seviyeleri kadınlarda esasen östrojen düzeyine bağlanırken erkeklerdeki kemik mineral yoğunluğu değişikliği ve etkenleri hakkında az bilgi vardır. Çeşitli antropometrik, fiziksel faaliyet, yaşam tarzı, diyetsel ve hormonsal faktörler (östrojen hariç) birçok enlemesine araştırmada kemik mineral yoğunluğuyla ilişkilendirilmiştir (Wolman 1990). Düşük vücut ağırlığı, azalan fiziksel aktiviteler, bir dizi yaşam stili ve alkol, sigara tüketimi gibi diyetsel değişkenler ve az sebze ve meyve alımı düşük kemik mineral yoğunluğuna bağlanan faktörlerdir (Favus 2003).

Ne yazık ki ülkemizde genel yaşam tarzı olan sedanter yaşam tarzı, obezite ve kronik kalp-damar hastalıklarının temel nedenlerinden biridir. Fiziksel aktiviteden yoksun bu yaşam tarzı kemiklerin güçsüz kalmasına yol açan ve ileri yaşlarda insan hayatını tehdit eden büyük bir toplum sorunudur. Bu konuda fiziksel aktivelerin kemik yoğunluğu üzerindeki etkilerinin saptanması ve gerekli önlemlerin alınması toplum sağlığı olumlu yönde etkileyecektir.

1.1 Kemiklerin Yapısı

Kemiklerin anatomisini araştıran bilim dalına osteoloji denir. Anatomi, antropoloji ve arkeolojinin alt bilim dalı olan osteoloji kemik yapısının, iskelet elemanlarının ve kemikleşmenin (ossifikasyon) ve kemik sertliğinin detaylı çalışmasıdır (Bass 2005).

İnsan vücudunu kaslarla birlikte yer çekimine karşı ayakta tutan ve hareketini sağlayan ana öğe olan kemikler, kasları, organları ve yumuşak dokuları desteklemek;

hareketi ve ağırlık taşımayı sağlamak, hayati organları koruyucu fonksiyonlar ve kalsiyum fosfor rezervi yapmak gibi önemli görevlere sahiptirler (Gök 2006).

Normal erişkin bir insanda yaklaşık 1 kg olan kalsiyumun %99’u kalsiyum deposu olan kemikte bulunur (Aktümsek 2004).

(12)

Kemik tamamen katı bir madde değildir, fakat çoğunlukla matristir. Kemiğin birincil dokusu olan kemik dokusu (osseous doku) oldukça katı ve hafiftir. Kemik matrisi bünyesinde büyük oranda kimyasal oluşumu kalsiyum hidroksilapatit olarak adlandırılan (kemiğe sertliğini veren mineral) inorganik mineral ve kırılganlığa karşı direnci artıran elastik bir protein olan organik kollajen gibi kompozit maddeden oluşur (Schmidt-Nielsen 1984). Kemik oluşumu bu matrisin kemikte bulunan hücrelerin etrafında katılaşmasıyla meydana gelir. İnsan kemiğinin hacminin %50 kadarını ve ağırlığının %70 kadarını kemik minerali olarak bilinen muaddel hidroksilapatit oluşturur (Junqueira ve Cameiro 2003).

Kemikler, kemik dokusu, kemik iliği, kan damarları, epitel doku ve sinirlerden oluşan organlardır Kemik dokusu veya Osseous doku vucumudumuzun ana yapısal ve destekleyici bağ dokusudur. Bu doku iskelet sistemini oluşturan kemiklerin katı bölümünü oluşturur (Eldra ve ark 1990).

Kemik dokusu kortikal kemik ve trabeküler kemik olmak üzere iki bölümden oluşur. Kortikal kemik sert olan dış alanı oluştururken, süngerimsi trabeküler kemik iç taraftaki boşluğu doldurur. Kortikal kemik genel anlamda kemiklerin tüm vücudu taşıma, organları koruma, hareketi sağlama ve kalsiyum gibi kimyasal elemanların depolanmasını ve salınımını üstlenmek gibi genel fonksiyonlarını yerine getiren bölümdür. Osteon adı verilen mikroskobik silindirik kolonlardan oluşan kortikal kemik bir insan iskeleti ağırlığının %80’ini oluşturur (Netter 1987). Her kolon haversian kanal denilen kemik içindeki kan damarlarını ve sinirleri barandıran kanal sistemi çevresinde bulunan ve kemik oluşumunda rol oynayan osteoblast ve osteosit katmanlarından oluşur (Laurin ve ark 2011). Haversian kanalları ise lamel adı verilen eşmerkezli tabakalardan oluşur. Kortikal kemiğin dış yüzeyi periosteum (dış kemik zarı); iç yüzeyi ise endosteum (iç kemik zarı) ile kaplıdır. Endosteum aynı zamanda kortikal kemik ile trabeküler kemik arasında bir sınır niteliği taşır (Young ve ark 2006).

Trabeküler kemik, kemiğin iç alanını dolduran süngerimsi dokunun hakim olduğu alandır. Endosteumla kaplı ince osteoblas oluşumları düzensiz bir boşluklar ağı yaratır. Bu boşluklarda plataletleri (pıhtı hücreleri) alyuvarları ve akyuvarları meydana getiren kemik iliği ve hematopoetik kök hücreleri bulunur (Young ve ark 2006). Trabeküler kemik yoğunluğu kortikal kemikten daha azdır bu yüzden daha yumuşak, güçsüz ve esnektir. Kortikal kemiğe kıyasla bir insan iskeleti ağırlığının

(13)

sadece %20’sini oluşturmasına ramen daha fazla yüzey alanına sahip olması trabeküler kemiğin kalsiyum yükünü değişimi gibi metabolik aktivitelere uygun olmasını sağlar (Hall 2007). Trabeküler kemik oldukça vaskülerdir ve yoğun kan hücrelerinin oluştuğu alanda sıkça kırmızı kemik iliği içerir (Gdyczynski ve ark 2014).

Uzun kemiklerin ortasında yer alan ince uzun, kortikal kemikten oluşan kısma diafiz denir. Diafiz genel anlamda içinde bulunan kırmızı veya sarı kemik iliğini ve adipoz dokuyu (yağ) barındırır (Arıncı ve Elhan 2001). Brincil ossifikasyon diafizde gerçeklerşir. Uçlarda yer alan yavarlak, eklem yerlerine de epifiz adı verilir. Eklem bölgesinde bulunan epifiz eklem kıkırdağıyla kaplıdır. Epifiz eritrositleri yani alyuvarları oluşturan kırmızı kemik iliğiyle doludur. Metafiz ise epifiz ve diafiz arasında bulunan geniş alandır. Çocukluk döneminde gelişip büyüyen ve büyüdükçe epifiz ve diafiz yanında kemikleşen epifizyal plak metafiz bölümünde bulunur.

Erişkinlik evresinde (18-25 yaş arası) epifizyal plak büyümesi durur ve tamamen katı olarak kemikleşir. Bu dönemde metafiz ağırlık kaldırmada eklem yüzeylerinden gelen yükü diafize iletme görevi üstlenir (Luqmani ve ark 2013).

1.1.1 Kemik Doku Hücreleri

Kemik doku hücreleri, iskelet sistemimizdeki kemiklerin yapımı, onarımı ve yıkımından sorumlu hücrelerdirler. Kemik yıkımından sorumlu osteoklastlar, kemik yıkımından sorumlu osteoblastlar ve kemik bütünlüğünden sorumlu ostesitler olmak üzere üç çeşit ana kemik doku hücresi vardır (Oursler ve Teresita 2013).

Osteoprogenitör

Mitoz bölünmeyle çoğalan osteoprogenitörler kemik dokusu oluşumunda aktif olan mezenkim hücreleridir.. Çoğalan hücrelerden bir kısmı osteoblastlara dönüşür. Kemiğin periosteum ve endosteum zarlarında ve ayrıca Havers ve Volkman kanallarındaki damarlar çevresinde pasif halde yer alırlar (Gökçimen 2013).

Osteoklastlar

Osteoklast asit ve kollajenaz salgılayarak sulu protein ve mineral bileşimini moleküler parçalarına ayırır ve sindirir; bu işleme kemik rezorbsiyonu denir. Kandan gelen mononükleer hücrelerin füzyonu ile oluşan osteoklastlar kemik dokusunu yıkıma uğratarak kemik rezorpsiyonu ve formasyonu gerçekleştiren hücrelerdir. Yeni kemikler osteoklastların rezorbsiyonu tarafından şekillenirler. Çok çekirdekli yapıya

(14)

sahip olan bu iri hücreler kemiklerin iç yüzeyinde bulunan Howship lukanaları adı verilen kavitelerde yer alırlar (Jain ve Weinstein 2009).

Osteoblastlar

Osteoblastlar tek çekirdekli, bölünemeyen kemik yapım ve onarım hücreleridir. Kemik yüzeyinde bir tabaka halinde bulunan bu hücreler osteoid adında, kemik organik matrisini oluşturan tip 1 kollajen’den oluşan bir protein karışımı üretip salgılarlar. Osteoidler mineralleşip kemik oluştururlar (Young ve ark 2006).

Genel anlamda tüm kemik matrisi ostoeblastlarca mineralleştirilirler. Organik matris mineralleştirilmeden önce osteoid halindedir. Mineralleştirme işlemi gerçekleştikten sonra matriste bu osteoid doku içerinde gömülü kalarak osteositlere dönüşürler (Blair ve ark 2008).

Kemik yapımı sırasında, osteoklastlar trabeküllerin yüzeylerinde veya kompakt kısımların iç yüzlerinde yerleşerek buraları eritirler; bu sırada bir taraftan da osteoblastlar yeni kemik dokusu yaparlar. Bu sayede kemik dokusu uzayıp genişleyebilme ve yaşlanıp yıpranan kısımlarını ortadan kaldırıp yerine yenisini yapabilme olanağına kavuşur (Gökçimen 2013).

Osteositler

Osteositler yıldız şeklindedirler ve ortalama 7 mikrometre derinliğinde ve genişliğinde, 15 mikrometre uzunluğundadırlar. Hücre gövde çapı 5-20 mikrometre aralığında değişir ve her bir osteosit arası 20-30 mikrometrelik aralık vardır. Erişkin bir insan vücudunda yaklaşık 42 milyar osteosit bulunur ve her osteositin 25 yıllık yarı ömrü olur (Sugawara ve ark 2005).

Osteositler genel anlamda kendi ürettikleri kemik matrisince çevrelenip bastırılan metabolik faaliyetleri açısından pasif osteoblast hücreleridir (Young ve ark 2006). Osteositler tıpkı osteoblastlar gibi mezenşimde gelişip osteoprogenitörlerden türerler. Lukana dediğimiz boşluklarda bulunan osteositler birbirlerine kanaliküller içindeki sitoplazmik uzantılarlar bağlıdırlar. Bu uzantılar osteositler arası besin ve madde taşınmasında işlev görürler. Yaşlanıp ölen osteositlerin bulunduğu yerde matriks bozulmaya başlar bu sebeple emik dokusunun canlı kalmasanda osteositlerin faaliyet büyük önem taşır (Tate ve ark 2004).

(15)

1.2. Kemikleşme (ossifikasyon)

Kemikleşme osteoblast hücrelerin tip 1 kollajen matrisi oluşturması ve kalsiyum, magnezyum ve fosfat iyonları salınımıyla bu kollajen matris içinde kimyasal bir bileşen yaratarak karbonatlı hidroksiapatit kristallerini oluşturur. Bu katı mineral ve esnek kollajen bileşim kemiği daha sert, güçlü ve dayanıklı kılar. Kemik minerali karbonatlı hidroksiapatitten oluşur (Bertazzo ve Bertran 2006)

Kemikleşme intramembranöz ve intrakartilaginöz kemikleşme olmak üzere ikiye ayrılır.

1.2.1. İntramembranöz Kemikleşme

İntramembranöz kemikleşme yassı kemiklerin embryonik bağ dokusu olan mezenkim ile gerçekleşen gelişimidir. Organizmada yassı kafatası kemiği, alt ve üst çene kemikleri ve köprücük kemiği gibi kemikleriyle intramembranöz kemikleşmeyle oluşmaktadır. Bu kemiklere membran kemikleri de denmektedir.

Kemikleşme işlemi embryonik mezenkim hücrelerin kümeler halinde osteopblast hücrelere dönüşmesiyle başlar (Hall 1988). Damarlar etrafında çoğalan bu kemik matrisi kümelerine Spiküller denir. Spiküller çoaldıkça birbirleriyle bileşirler ve bu bileşim Trabekül oluşumuyla sonuçlanır. Trabeküller çoğaldıkça birbirlerine bağlanır ve spongiyöz (trabeküler) yapıdaki örgü kemik oluşur. Değişim geçiren Mezenkim hücreler trabekül etrafında poristeumu oluşturur. Kemik gelişimi oluşan periosteum ve kemik arasında gerçekleşir Bu bölgeye primer kemikleşme merkezi adı verilir.

Olusan kemik spongiyöz (trabeküler) yapıdadır ve lamel içermez. Trabeküller kalınlaşır, çogalır ve spongiyöz kemik dokusu sekillenmis olur. Trabekülleri çevreleyen osteoblastlar osteoid salgılarlar. Osteoidler yoğunlaşarak spongiyöz kemik etrafında lamelar kemiği (kompakt kemik) oluştururlar. (Standring 2008) 1.2.2. İntrakartilaginöz (Endokondral) Kemikleşme

İntrakartilaginöz kemikleşme uzun femur, humerus gibi geniş ve uzun kemiklerin ve karpal, tarsal gibi kısa kemiklerin oluşturulduğu kemikleşme türüdür.

İntramembranöz kemikleşme gibi intrakartilaginöz kemikleşmede mezenkimal hücrelerle başlar fakat bu iki kemikleşmeyi birbirinden ayıran temel fark intrakartilaginöz kemikleşmenin kıkırdak doku üzerinden vukuu bulmasıdır. Kemik taslağının bağ dokusundan önce hyalin kıkırdak dokusuna ve daha sonra kemik dokusu şekline dönüştüğü kemikleşme şeklidir (Horton 1990).

(16)

İntrakartilagöz kemikleşme hylain kıkırdağın etrafında poristeum oluşmasıyla başlar. Daha sonra diafiz bölgesinde osteoblastlar kıkırdak dışına osteoid salgılayıp kemik matrisi oluşturur. Bu işlem sürecinde etrafı sarılan kıkırdak doku kemikleşmeye başlar. Başlar. Kıkırdağın kemikleştiği bu alana primer kemikleşme merkezi denir. Meydana gelen kemikleşme sonucu besin difüzyonu engellenen kıkırdak bozulmaya yüz tutar ve oyuklar belirmeye başlar. Periosteum da bulunan damarların lamelar kemik içinden açtıkları delik (nutritium foramen) vasıtasıyla oyuklar osteoblast ve osteoclast akınına uğrar. Oyuklara ulaşan osteoblastlar osteoid salgılayarak kıkırdak tamamen parçalayıp spogiyöz (trabeküler) kemik oluştururlar.

Bu işlem sürencinde diafiz uzamaya başlar ve uzun kemiklerin epifiz kısmında damarlardan hyalin kıkırdak filizlenir; bu sürece sekonder kemikleşme merkezi denir. İntrakartilaginöz kemikleşme izlediği yola göre enkondral ve perikondral kemikleşme olmak üzere iki farklı biçimde oluşur (Standring 2008).

Enkondral Kemikleşme: Kemikleşmenin kemik taslağının iç kısmından başlayarak diğer kısımlara yayılmasıyla gerçekleşen türüdür. Bu tür kemikleşme kısa kemiklere görülür.

Perikondral Kemikleşme: Kemikleşmenin kemik taslağının dış kısmından başlamasıyla gerçekleşen türüdür. Özellikle uzun kemiklerde izlenen bu kemikleşmede perkondirimun iç kısmında bulunan osteoblastların faaliyetleri ile kemik dokusu diyafiz bölgesinde uzun kemiğin her tarafını sarar. Bu tabakanın gittikçe kalınlaşmasıyla kemikleşme tamamlanır (Gökmen 2003).

1.3. Kemik Çeşitleri

Kemik yapısı ırk yaş ve cinse bağlı olarak değişiklik gösterebildiği gibi bireysel farklılıklar gösterebilir. Kemiklerdeki bireysel farklılıklar daha çok kemiğin boyutları şekli ve ağırlığı ile ilgilidir. Kadınların kemikleri daha küçük ve hafiftir. Bu durum ergenlik dönem ve süreleriyle alakalıdır. Kemiğin yüzeyi yeni doğanda daha düzgündür. Kemiğe yapışan kasların gelişmişliği kemiğin şeklini de etkiler (Gökmen 2003).

Kemikler şekil ve boy yapılarına göre, uzun, kısa, yassı, susamsı, havalı ve düzensiz kemikler olmak üzere 6’ya ayrılırlar.

Uzun Kemikler: Boyları enlerinden daha büyük olan kemiklerdir. Bu kemiklerin kısımlarına yuvarlak şekildeki uç epifiz, şaft şeklindeki gövdelerini ise

(17)

diyafiz denir. Dış tarafı kompakt kemikten, içi ise spongiyöz kemikten oluşur. Uzun kemiklerin her iki ucu kemiği koruyup darbeleri emen hyalin kıkırdakla kaplıdır Uzun kemiklerin ana işlevleri vücudun ağırlığını taşımak ve hareket kazandırmaktır.

Femur, fibula ve humerus gibi kemikler bu gruba girer (Çimen 2003).

Kısa kemikler: En ve boylarının uzunluğu birbirine yakın olan, küp şeklindeki kemikledir. Uzun kemiklere kıyasla kompakt kemik tabakaları daha incedir. Kısa kemiklerin işlevleri uzun kemikleri desteklemek, sağlamlık ve ince hareketi sağlamaktır Örneğin el ve ayak bileğini oluşturan kemikler bu gruba girer (Çimen 2003).

Yassı kemikler: İnce ve genel olarak kavisli ama güçlü olan yassı kemikler, iki kompakt kemik tabakası arasında kalın bir spongiyöz tabakadan ibarettir. Yassı kemiklerin ortak görevleri beyin, kalp, pelvik organlar gibi hayati organları muhafaza etmektir. Spongiyöz tabakaya kranial kemiklere de diploe denir. Örneğin kafatası kemiği, pelvis, sternum ve kaburgalar bu gruba girer (Çimen 2003).

Susamsı Kemikler: Küçük ve yuvarlak kemiklerdir. Genel olarak el, ayak ve dizkapağı tendonları arasında görünürler. Susamsı kemiklerin temel işlevi tendonları eklemden uzak tutup gerilme, yıpranma ve aşınmadan korumaktır. Diz kapağı kemiği ve pisiform susamsı kemiklerdir (Çimen 2003).

Düzensiz Kemikler: Hem şekil olarak hem de yapı olarak yukarıdaki kategorilere uymayan kemiklerdir. İçerideki spongiyöz kemiğin etrafına saran ince kompakt kemik tabakasından oluşurlar. Omurga omuriliği korumakla, pelviste bulunan düzensiz kemikler ise pelvis boşluğundaki organları korumakla görevlidirler. Örneğin kalça kemiği ve omur kemiği bu gruba girer (Çimen 2003).

Havalı Kemikler: Şekil olarak düzensiz ve karmaşık oldukları için düzensiz kemikler kategorisi içinde sınıflandırılabilir fakat havalı kemikleri farlı kılan özellikleri içlerinde sinüs denilen hava boşlukları olmasıdır ve bunlar kemiğin ağırlığını hafifletirler. Örneğin üst çene kemiği ve alın kemiği bu gruba girer (Çimen 2003).

1.4. Kemiklerin Sayısı

İnsan iskeleti doğumda 270 parça kemikten oluşur fakat büyüyüp geliştikçe bazı kemikler birleşir ve bu sayı çocuklukta 222-223’e ve son olarak yetişkinlikte

(18)

206’ya düşer. Bu kemikler omurgayı, göğüs bölümünü, kafatasını, kolları ve ayakları oluşturur (Cavendish 2010).

İskelet sistemi aksiyal (eksensel) iskelet ve apendiküler (uzantısal) iskelet olmak üzere ikiye ayrılır.

Aksiyal iskelet, baş, gövde ve omurgayı kapsayan 80 kemikten oluşan bölümdür. Kafatası kemikleri, orta kulak kemikçikleri, dil kemiği. göğüs kafesi (thorax) kemikleri, sternum ve omurga kemikleri aksiyal iskelette bulunan kemiklerdir (Folkens ve ark 2012).

Aksiyal iskelette kemiklerin dağılımı ise şöyledir:

Göğüs kafesi: 12 çift kaburga ve 1 sternum olmak üzere toplam 25 ayrı kemikten oluşur. Kaburga kemiği bir ucu yuvarlak diğer ucu yassı, hilal şeklinde kemiklerdir. Göğüs kafesinin fonksiyonu kalp ve ciğer gibi hayati önem taşıyan organları korumaktır (Saladin 2010).

Kafatası: 8 cranium ve 14 yüz kemiklerinden olmak üzere toplam 22 kemikten oluşur. Cranium, beyni korumakla görevli olan plaka şeklindeki kemiklerdir. İnsan geliştikçe bu sekiz ayrı kemik birleşerek kafatasını oluşturur (Standring 2008).

Omurga: Çoğu insan doğumda 7 boyun omuru (servikal), 5 göğus omuru (torasik), 5 bel omuru (lumbar), 5 sakral ve 4 koksijeal olmak üzere toplam 33 omurga kemiğine sahiptir. Omurganın ana görevi omuriliği korumak ve hareket esnasında vücut ağırlığını aktarmaktır (Drake ve ark 2005).

Apendiküler iskelet, omuz kemeri (pectoral girdle), pelvis kemeri ve alt organ kemiklerinden oluşan 126 kemik parçasını kapsayan bölümdür. Bu kemiklerin görevleri hareket kabiliyeti kazandırmak ve sindirim, boşaltım ve üreme sistemi organlarını korumaktır (Vizniak 2008). Aksiyal iskelette kemiklerin dağılımı şöyledir:

Omuz kemeri: 2 köprücük kemiği (klavikula) ve iki kürek kemiği (skapula) olmak üzere 4 kemikten oluşur. Kolları aksiyal iskelete bağlayan köprü görevi görürler (Grine ve ark 2009).

(19)

Kollar ve önkol kemikleri: 2 sol ve sağ kol kemiği (humerus), 2 dirsek kemiği (ulna) ve 2 önkol (radius) olmak uzere toplam 6 kemikten oluşur. Bu kemikler toplu olarak kolları oluşturan ve hareket kazandıran kemiklerdir (Standring 2008).

El kemikleri: 8 çift bilek kemiği (karpal), 10 metakarpal, ve 28 parmak kemiği olmak uzere toplam 56 parça kemikten oluşur. Bu kemikler toplu olarak kolları oluşturan ve hareket kabiliyeti kazandıran kemiklerdir (Kingston 2000).

Pelvis kemeri: 1 çift sol ve sağ kalça kemiğinden oluşur bone. Omuruliği alt organlara bağlayan pelvis, üreme organlarını korumak ve ayaktayken veya otururken üst gövdenin oluşturduğu ağırlığı aksiyal iskeletten alt apendikülere iletmekle görevlidir (Merry 2005).

Kalça ve bacak kemikleri: 1 çift kalça kemiği (femur), 1 çift dizkapağı (patella) ve 1 çift kamış kemiği (fibula) olmak üzere toplam 6 kemikten oluşur.

Vücudun ağırlığını taşıyan ve alt ekstremitenin hareketini sağlayan kemiklerdir (Bentley 2014).

Ayak ve bilek kemikleri: 7 çift bilek kemiği (tarsal), 10 metatarsal, ve 28 parmak kemiği olmak üzere toplam 52 kemikten oluşur. Bu kemikler toplu olarak ayak ve bileği oluşturan ve hareket kabiliyeti kazandıran kemiklerdir (Platzer ve Werner 2004).

1.5. Kemiklerin Fonksiyonları

Insana şeklini veren iskelet sistemi aynı zamanda tüm organ ve dokuların bağlandığı bir çerçeve niteliğinindedir. İskelet sisteminin oluşturan kemiklerin çeşitli fonksiyonları 5 kategoride incelenir. Kemikler mekanik olarak koruma, hareket destek, sentetik olarak kan hücreleri üretimi ve metabolik olarak mineral deposu fonksiyonu görürler (McGinnis 2004).

1) Destek: Kemikler vücudu destekleyen ve insana şeklini veren bir çerçeve niteliğindedir. Omurga insana dik duruşunu verir, kaviteler organlar için alan yaratır.

Kafatası beyni, göğüs kavitesi kalp ve böbrekleri, karın kavitesi ise sindirim sistemi organlarını barındırır. Pelvis ve bacak kemikleri iskeletin tüm yükünü kaldırabilecek güçlükte ve kalınlıktadır (McGinnis 2004).

2) Korunma: Kemikler, güçlü, dayanıklı ve barındırdıkları kollajen sayesinde oldukça esnek yapıları ile vücuttaki hayati organları darbelerden korurlar. Örneğin

(20)

kafatası beyini, omurga omuriliği ve göğüs kafesi akciğerler ve kalbi korur (Hull ve McConnell 2011).

3) Hareket: Kemikler, iskelet kasları, tendonlar, bağ dokular ve eklemlerle birlikte insan vücudunun hareket mekanizmasını oluştururlar. İskelet kemikleri bağ dokularla bağlıdırlar. Tendonlar kaslarla kemikleri yapıştırır. Kas ve iskelet sistemi birlikte insana hareket kabiliyetini kazandırır. El ve ayaktaki küçük kemikler her yüzeye göre detaylı harekete olanak veren kemiklerdir (Hull ve McConnell 2011).

4) Mineral Deposu: Kemikler, kalsiyum ve fosfor gibi önemli mineral rezervleridir. Bu mineraller sinir iletimi ve metabolizma gibi hayati vücut fonksiyonları için önem taşır. Kemik aynı zamanda kondrotin sülfat ve %70 oranında hidroksiapatit bileşimi deposudur. Hidroksiapatit kütlesi % 39,8 kalsiyum, %41,4 oksijen , %18,5 fosfor ve %0,2 hidrojenden oluşur.Kondrotin asit ise oksijen ve karbondan oluşan bir şekerdir (McGinnis 2004).

5) Kan Hücreleri Üretimi: Kemikleri ana sentetik görevleri kan hücreleri üretimidir. Kan hücreleri kemik iliğinde bulunan hematopeoz hücreler tarafından üretilir. Kemik iliğinde gunde ortalama 2,5 milyar kan hücresi üretilir. Hematopoz çocuklarda femur ve tibiada, yetişkinlerde ise pelvis, cranium, omurga ve sternumda bulunur (Fernandez ve Alarcon 2013).

1.6. Kemiklerin Gelişimi

Ceninin ilk evrelerinde kemikler lifli ince zar ve hyalin kıkırdağından ibarettir, henüz tam bir iskelet sistemi mevcut değildir. ilk altı veya yedi hafta içinde kemikler yavaşça oluşmaya başlar. Kemik replasman bir dokudur, kendi mineral matrisini model bir dokuya döşeyerek oluşur. Kıkırdak doku iskelet gelişimi için uygun bir model şablon sağlar. Cenininin yedinci haftasında üzerinde kemiklerin oluşacağı bir kadro oluşturulmuş olur ve kemikleşme başlar. Esnek, yarı katı matris olan bu kıkırdak şablon kondroblastlarca üretilir ve hiyalüronik asit, kondrotin sülfat, kollajen lifler ve sudan oluşur. Kemik hücreleri, kıkırdağı kaldıran diğer hücrelerle birlikte kireçlesen kıkırdaklara girer ve kalsiyumla kireçlenmeyi gerçekleştirir..

Gelişim ilk önce intramembranöz kemikleşme yoluyla aksiyal iskelet, kafatası ve omurgadan başlar, daha sonra uzun kol ve bacak kemikleri intrakartilagöz kemikleşme ile apendikuler iskeleti tamamlamış olur. Bu kemikleşme kemikleşme merkezi denen alanda gerçekleşir (DiCangi ve Moore 2013).

(21)

Cenin gelişimi boyunca kemik kıkırdak matris üzerinde oluşur. Fetüs doğumu gerçekleştiğinde neredeyse tüm kıkırdak yapı kemik haline dönmüştür. Çocukluk evresinde kalan kıkırdaklardan bazıları da kemikleşir ve kemik gelişimi ergenliğe kadar sürer. Ergenlik, iskelet gelişiminin son evresidir. Bu dönem kemiğin fiziksel aktiviteye en duyarlı olduğu hassas dönem olup kemiğe yarar sağlamak ve yüksek kemik kütlesine sahip olmak için kısa sureli yapılan spor bile etkili olacaktır.

Ergenlikteki herhangi bir fiziksel aktivite yapan çocukların kemik, boy ve kas gelişimi herhangi bir fiziksel aktivite ile uraşmayan çocuklara kıyasla daha hızlı ve büyük derecede olduğu görülmüştür (Young ve ark 2006).

1.7. Kemik Mineral Yoğunluğu

Kemik mineral yoğunluğu vücuttaki kalsiyum değerinin ölçülüp kemiklerin kırılma riskinin hesap edilmesidir. Yüksek kemik yoğunluğu, güçlü ve sağlam kemikler anlamına gelir. Ergenlik döneminin bitmesiyle insanlarda kemik gelişimi durur ve yaşamın ileriki bölümlerinde kemikler güç kaybetmeye ve kırılmaya başlar.

İnsanlar yaşlandıkça kemikleri incelir çünkü 40 yaşından sonra kemik hücreleri rezorbsiyonu yeni kemik yapımından daha hızlı hale gelir ve kemik yıkımı kemik yapımından fazla olur. Kemikler kalsiyum mineral, ağırlık kütleleri ve yapılarını kaybederler. Bunun sonucu olarak kemikler zayıflar ve kırılma riskleri artar. Kemik mineral yoğunluğunun normal seviyenin altına düştüğü bu hastalık osteopeni olarak adlandırılır (Rector ve ark 2008). Osteopeni 40 yaşına kadar doruk kemik kütlelerine ulaşamayan hem kadın hem kadınlarda görülebilir. Fakat kemik yoğunluğunun daha az olması ve menopozda sürecinde gerçekleşen hormonsal devinimlerle hızlanan kemik kütlesi kaybı nedeniyle kadınlarda görülmesi daha olasıdır (Papanek 2003).

Yaş ilerlemesi ve kemik kaybının artmasıyla osteopeni, osteoporoz’a yol açar.

Kırılgan kemik hastalığı olarak tanımlanan sedanter yaşam tarzı, vücuttaki kalsiyum, d vitamini ve magnezyum eksikliği ile doğar. Osteoporoz kemiklerin gözenekli ve zayıf hale gelip gücünü kaybetmesi sonucu kırılma riskinin artmasıdır (Manolagas 2000). Genellikle 60 yaşın üstündeki insanları tehdit eden bu sessiz hastalık kemik kırılması olana kadar belirgin bir semptomları yoktur fakat boy kaybı, kamburluk ve şiddetli ağrılarla teşhis edilir. Old ve Calvert (2004)’e göre daha çok kadınları etkileyen osteoporoz sakatlığa ve erken ölüme yol açabilir

(22)

İnsan sağlını tehdit bu hastalıklardan korunmak için kemik yoğunluğunu maksimum seviyede tutmaktır. Bunun en iyi yolu kemik gelişiminin en aktif halde yaşandığı çocukluk ve ergenlik evrelerinde düzenli olarak bir sporla meşgul olmak, bol kalsiyumlu ve d vitamini içerikli besinler tüketmek, sigara ve alkol gibi zararlı alışkanlıklardan uzak durmaktır (Body 2011). Özellikle ergenlik dönemindeki sporcular, guçlu kemikler geliştirmek için yuksek derecede kalsiyuma gereksinim duyarlar. İhtiyaç duyulan kalsiyumun vücut tarafından emilimi ve kullanımı için d vitamini önemlidir Sağlıklı kemiklere sahip olmak için gerekli d vitamini güneşten veya d vitamini takviyesi almak önemlidir (Reid ve ark 2014). Kemik mineral yoğunluğunun buyuk bir belirteci olan fiziksel aktivitelerin yine bu dönemde yapılması yararlı alacaktır. Yürümek, koşmak ağırlık kaldırmak gibi ağırlık kazandırıcı fiziksel aktiviteler hem kasları hem de kemikleri sağlamlaştırmamıza yardımcı olurlar (McConnell ve Hull 2011).

1.8. Kemik Minarel Yoğunluğunu Etkileyen Faktörler.

1.8.1. Beslenmenin Kemik Mineral Yoğunluğu Üzerindeki Etkisi

Kemik metabolizması d vitamini, protein ve kalsiyum, magnezyum ve fosfor gibi minerallerden oluşur. Besin alımı hem hayatımızın ikinci dekatında doruk noktasına ulaşan kemik kütlesini, hem de bu dönemden sonra gerçekleşebilecek kemik kaybını etkileyen büyük bir faktördür. Yapılan çeşitli klinik ve deneysel çalışmalarda, besinlerin kemik metabolizmasını ve yapısını direkt olarak ya da kalsiyotropik hormon düzeylerinde değişikliklerle dolaylı olarak etkileyebileceği belirtilmektedir. Protein, kalsiyum d vitamini gibi besinsel değerler kemik gelişimini ve yaşa bağlı kemik kaybını etkileyen faktörlerdir (Tüzün 2003).

Kalsiyum (Ca) sağlam bir kemik döngüsü ve dolayısıyla sağlıklı bir yaşam için olmaz olmazdır. Yaşamın ilk evresinde güçlü ve yoğun kemik gelişimi sağlamak ve ikinci evresinde kemiklerin gücünü ve sağlığını koruması için elzem bir mineraldir. İnsan vücudunda bulunan kalsiyumun yaklaşık % 99’u kemik ve dişlerde fosfat tuzları içeresinde yer alır. Vücutta tüm kalsiyumun % 99’u (1135 gr.) kalsiyum rezervi olan iskelette, % 0,6’sı (7 gr’mı) dişlerde, % 0,6’sı (7 gr’mı) yumuşak dokularda, % 0,03’ü (0.35 gr) plazmada ve % 0,06’sı (0,7 gr) ekstrasellüler sıvıda bulunur. Ergenlik evresinde kalsiyum alımının, kemik gelişimi surecinde doruk kemik noktası üzerinde geniş etkisi olduğu bilinmektedir. Bu dönemde besinle

(23)

tüketilen kalsiyumun, yetişkinlik döneminde tüketilen kalsiyuma kıyasla daha fazla kemiklere yarar sağladığı öne sürülmektedir (Kaya ve Günaydın 2003). Özellikle menopoz dönemindeki kadınlarda kemik kütlesi yıllık %3-%5 fakat 65 yaşından sonra bu oran %1’e düşer. Yeterli dozda kalsiyum tüketimi postmenapozal dönemde meydana gelen kaybı riskini azalttığı ifade edilmektedir. (Elders ve ark 1994).

Kalsiyumun yanı sıra kemik kütlesinin kütlesine tesir eden mineraller arasında fosfor ve magnezyum vardır. Toplam İnsan ağırlığının %1’ini oluşturan ve kemiğin en önemli yapı elemanlarından biri olan fosfor, kalsiyumdan sonra vücutta en çok bulunan mineraldir. Metabolik döngülerin büyük çoğunluğunda ön planda olan fosfor insan vücudunda 0.7 kg kadar mevcuttur ve bunun % 85’i kemikte ve dişlerde, kalan % 15’i de yumuşak dokular ve ekstraselluler sıvılarda bulunur.

(Tanakol 1990). Bir yetişkinin günlük besin gereksinimin yaklaşık 1-3gr miktarında olan P, çoğunlukla peynir, yumurta, et, tavuk, balık, kuru baklagiller, soya ürünleri ve yağlı tohumlarda mevcuttur. (Bernhardt ve ark 2008). Kemik kütlesini etkileyen minerallerden olan magnezyum yetişkin bir insanda ortalama 22-26 gr miktarında bulunur (Saris ve ark 2000). Bu miktarın yaklaşık % 60’ı iskelette, % 39’u intrasellulerde (%20 iskelet kası), % 1’i ise extraselluler bölümdedir. Yetişkinlerde tavsiye edilen günlük ortalama magnezyum değerleri erkekler için 300 mg, kadınların 270 mg’dir (Witkowski ve ark 2011). Ispanak gibi yeşil sebzeler, baharatlar, fındık, kakao ve tahıllar magnezyum ile zengin besin türleridir (Ross ve ark 2012).

Kalsiyum emilimi ve fosfor konsantrasyonunu düzenleyip artıran ve kemik mineralizasyonunu sağlayan d vitamini kemik gelişimi ve kemik modellemesi için önemlidir. d vitamini doğal olarak bazı besinlerde bulunabileceği gibi ultraviyole güneş ışıklarının deriyle temasında tetiklenen d vitamini senteziyle de deri içinde üretilir. Az sayıda gıdada maddesinde bulunan d vitaminin en önemli kaynağı balıklar ve karaciğerlerdir. Peynir ve yumurta sarısında da az miktarda bulunmaktadır (Norman 2008).

Çok az besinde bulunduğu için çoğu insan d vitamini ihtiyacını güneşten karşılar. Guneşten alınan d vitamini biyolojik olarak pasiftir ve yarar sağlanması için aktif hale getirilmesi gerekmektedir. Derideki sentezinde, 7 – dehidrokolesterol (proD3 vitamini), güneş ışınlarını emerek Pre D3 vitamine dönuşur. Ortaya çıkan pre D3 vitamini metabolik düzenlemelerden geçerek daha sabit olan D3 vitamini oluşur

(24)

(Holick 2004). Vücutta oluşan D3 vitamini ilk önce karaciğerde 25-hidroksivitamine ve böbrekte 1,25 dihidroksikolekolsiferol‘e (25(OH)2D3) metabolik olarak dönüştürülür. Mevsim, enlem derecesi, gunun vakti, deri pigmentasyonu ve yaşlanma derideki d3 vitamini sentezini etkileyen faktörlerdir. D vitamininin en önemli görevlerinden biri de bağırsaklardaki kalsiyum emilimini artırarak iskelet kalsiyum dengesini koruması ve bunun sonucu olarak osteoklast sayısını artırıp kemik rezorpsiyonu ve formasyonunu desteklemesidir. Bağırsaklarda ve böbreklerde bulunan (1,25(OH)2D3) reseptörleri kalsiyum seviyesini ve emilimini artırır (Voet ve Voet 2004). d vitamini kemik hücrelerini doğrudan etkileyen özelliklere de sahiptir. Kemiklerdeki osteoblastları uyararak kalsiyum salınımını teşvik ederler ve üzerinde 1.25(OH)2D3 reseptörleri bulunmayan osteoklastları harekete geçirirler (Fauci ve ark 2008). d vitamini ayrıca kan dolaşımındaki kalsiyum ve fosfor konsantrasyonunu düzenleyerek sağlıklı kemik gelişimi ve modellemesini sağlar.

Yetersiz güneş ışığı veya d vitamini içerikli besin alımı düşük kemik mineral yoğunluğuna sebep olarak çocuklarda raşitizm, yetişkinlerde osteomalazi ve yaşlılarda osteoporoz gibi kemik yumuşaması ve kırılması hastalıklarına yol açabilir (Vieth 2004).

1.8.2. Yaşın KMY Üzerine Etkisi

Kemik sağlığı her yaşta önemlidir. İskelet sistemi bizim kemiklerin fonksiyon devamlılığını sağlayan kalsiyum minerali depomuzdur. Kalsiyum özellikle kemiklerin gelişiminde rol oynayan bir mineraldir (Bolland ve ark 2015). Bir insanın ulaşabileceği maksimum kemik büyüklüğüne doruk kemik kütlesi denir. İnsan genlerinin kemik kütlesi üzerinde etkisi vardır. Örneğin; iskelet buyukluğu ve yapısı genetik faktörler tarafından belirlenir. Fakat buna rağmen yaşam boyunca beslenme ve fiziksel aktivite gibi yaşam faktörleri doruk kemik kütlesi potansiyelimize ulaşmamızı etkiler (Karsenty ve ark 2009).

İnsan kemik kütlesinin gelişim sureci oldukça kısıtlıdır. Kemik gelişimi çocukluktan başlayarak ergenlik dönemine kadar devam eden ve bu dönemde hız kazanarak artan bir süreçtir. Çoğu insan kemik mineral yoğunluğu 25-30 yaşlarında en yüksek seviyeye ulaşır. 40 yaşına varıldığında ise kemik mineral yoğunluğu yavaş yavaş düşmeye başlar. Bu önemli süreçte gerekli diyetler ve fiziksel aktivitelerle kemik mineral yoğunluğunu artırıp doruk kemik kütlesine ulaşılır. Bunun aksine

(25)

sigara içmek, yetersiz beslenme, aşırı alkol alımı ve sedanter bir yaşam tarzı da doruk kemik mineral yoğunluğunu düşürür (Campbell 2011).

Bütün insanlar yaşa bağlı olarak hayatlarının ileri bölümlerinde kemik kaybı yaşarlar. Fakat kemik gelişimini yüksek olduğu gençlikte daha yüksek kemik mineral yoğunluğu ve doruk kemik kütlesi geliştirenler yaşlanmayla ortaya çıkan osteoporoz ve benzer kemik kırılma risklerine karşı daha korumalı olurlar. Bernstein (2003)’e göre erkekler kadınlardan daha yüksek kemik mineral yoğunluğuna sahiptir. Kemik gelişimi surecinde erkekler kadınlara kıyasla daha fazla iskelet kütlesi geliştirip kemik mineral yoğunluğu daha yüksektir. Kadınların osteoporoz’a daha hassas olmalırının nedeni, kadın kemiklerinin boyutu ve yarıçapı daha küçük ve ince korteksli olup daha az kemik mineral yoğunluğuna sahip olmasıdır. Erkeklerde kemik mineral yoğunluğunun daha yüksek olmasına rağmen, kemik kaybı ve kırılma riskinin arttığı 70 yaşından sonra osteoporoz riski altındadırlar (Rolfe ve ark 2013).

Nowson ve ark (1997)’nın araştırmalarına göre çocukluk döneminde kalsiyum alımı başka hiçbir besin veya enerji alımı olmaksızın kemik mineral yoğunluğunu %1-3 değerinde artırdığını belirtmekdirler. Cadogan ve ark (1997)’nın 12.2 ± 0.3 yaşındaki 82 kız çocuk üzerinde yaptıkları araştırmaya göre çocukların kalsiyum ekiyle total kemik mineral yoğunluğunun yaşa oranla arttığını göstermektedir. Buna karşılık başka bir çalışmada ise 17 yaşındaki kızların bu dönemde kemik mineral yoğunluğunun prepuberte öncesi döneme göre daha yavaşladığı görülmektedir. Boot ve ark (1997) Kemik mineral yoğunluğunun ergenlik döneminde daha yüksek olduğunu ileri sürmektedirler. Çalışmada kızların 11 erkeklerin ise 13 yaşlarında daha hızlı kemik mineral yoğunluğu artışı yaşadıkları ve bu artışın kızlarda 16 yaşında yavaşlayıp durma seviyesine gelirken erkeklerde sürdüğü gösterilmektedir. Her ne kadar 20’li yaşlardan sonra yeni kemik gelişimi durmuş olsa da kemikler doruk kütlesine bu süreçte ulaşır.

Erişkinlikte özellikle 30-40 yaşlarında kemik mineral yoğunluğunun yavaş yavaş düşmesine bağlı olarak kemik kaybı başlar. Daha önce insan vücudu remodeling denilen fonksiyonuyla eski kemiği yıkıp yerini yeni kemikle dolduruyordu. Fakat 40 yaşından sonra kemik re-modellemesi yavaşlar ve mevcut kemiklerin mineral yoğunluğu azalmaya başlar. Bu dönemde kemik kaybını en aza indirgemek adına kalsiyum mineral takviyesiyle kemik mineral yoğunluğunu sağlıklı seviyede tutmak gerekmektedir (Campbell 2011).

(26)

Heaney (1990) kemik mineral yoğunluğunun 45-55 yaş arası menopoz dönemindeki kadınlarda, menopoz öncesi döneme göre hızla %10-15 kadar duştuğunu belirtmektedir. Menopoz sonrası 10 yıllık surede spongiyöz kemiğin

%40’ını ve kompakt kemiğin %10 olmak suretiyle toplam kemik kütlesinin %50 sini kaybederler Bu dönemde yaşanan kemik mineral yoğunluğu azalması ve hızlanan kemik kaybı menopoz sonrası osteoporoz’a sebep olabilir (Campbell 2011).

1.8.3. Egzersizin KMY Üzerine Etkisi

Kemik mineral yoğunluğu re-modelleme adı verilen dinamik bir kemik dokumu oluşumu ve rezorbsiyonundan kaynaklanır. Rezorbsiyon kemik dokuda bozulmaya yol açarken, oluşumu bozulan kemik dokunun rekonstrüksiyonu ve güçlenmesinden sorumludur. Bu süreç bir insanın hayatı boyunca 4-6 aylık periyodlar halinde devam eder (Creighton ve ark 2001).

Gün geçtikçe mekanik yüklenme ve fiziksel aktivitelerin kemik sağlığı üzerindeki etkileri ile ilgili çalışmalar artmaktadır, buna karşılık sürekli ortaya çıkan yeni bilgileri sentezleme ve açıklama ihtiyacı doğmaktadır. Egzersizin kemik mineral metabolizması üzerine etkilerinin incelenmesi yeni bir araştırma alanı olarak çok çalışmaya ve ilgiye ihtiyaç göstermektedir. Fiziksel aktivite kemik kütlesini ve mineral yoğunluğunu yükselterek osteoporoz’a karşı savunma sağlar (McGinnis 2004).

Fiziksel aktivitelerin kemik dokusu üzerinde anabolizman bir etkiye sahip olduğu bilinmektedir. Egzersizin genç erişkinler ve ergenlik dönemindeki insanlarda kemik mineral yoğunluğunu artırdığı gösterilmiştir. Fakat yoğun fiziksel aktivitenin çocukluk döneminde, özellikle prepubertal dönemdeki etkileri hakkında pek fazla bilgi yoktur. Courteix ve ark (1998) 10 yüzücü (10,5 ± 1,4 yaşlarında), 3 yıl boyunca yüksek seviyede spor yapan 18 jimnastikçi (10,4 ± 1,3 yaşlarında) ve 13 normal kontrol grubu olmak üzere toplam 41 prepubertal kız üzerinde DXP yöntemiyle kemik mineral yoğunluğunu ölçmüştürler. Araştırma sonucunda daha fazla fiziksel aktiviteyle uğraşan jimnastikçilerin mid-radius (+ 15.5% p<0.05), distal Radius (+

33%, p<0.001), L2-4 vertebra (+ 11% p<0.005), femur boyun (+ 15% p<0.001) ve Ward üçgeninde (+ 15% p<0.01) ortalama kemik mineral yoğunlukları istatiksel olarak kontrol grubundakilerden daha yüksek olduğunu bulmuşlardır. Ayrıca

(27)

Jimnastikçilerin Radius trokanter ve femur boyun kemik mineral yoğunlukları normal değerlerin üstünde olduğu gösterilmiştir (Courteix ve ark 1999).

Kemik doku uygulanan kuvvete karşılık verip gelişen, kuvvet olmadığı takdirde zayıflayarak güçsüzleşen bir yapıdır. Bu özelliğiyle gelişime en çok yatkın olduğu süreç çocukluk ve ergenlik çağlarıdır. Çeşitli araştırmalara dayanarak bu dönemde yapılan programlı, uzun süreli, kemiklere yük bindiren fiziksel aktivitelerin kemik mineral yoğunluğunu artırmada önemli bir faktör olduğunu söyleyebiliriz.

Egan ve ark (2006) aktif atletlerde gözlemlenen yüksek kemik mineral değerlerini adelosan dönemde yüksek tempolu fiziksel aktiviteye bağlayarak kemik mineral yoğunluğunun uzun süreli antrenmanla arttığını belirtmektedirler. Genç yaşlarda arttırılan kemik mineral yoğunluğu ileri yaşlarda osteoporoz’a karşı güçlü kemikler ve koruma sağlar (Courteix ve ark 1998). Bununla birlikte ergenlik çağında aşırı egzersiz pubertede gecikme ve amenoreye’ye, bu yüzden dinamik kemik minerali yoğunluğu kaybına yol sebep olabileceği de belirtilmektedir (Kaya ve Günaydın 2003).

Birçok çalışma sportif egzersizlerin atletler ve fiziksel olarak aktif olan bireyler üzerindeki etkisinden yola çıkarak fiziksel aktivite ile kemik mineral yoğunluğu arasında pozitif bir ilişki olduğunu savunmuştur (Mackelvie ve ark 2001, Evans ve ark 2001, Maimoun ve ark 2003). Ne var ki belirlenen bu yararlarına rağmen aşırı yoğunlukta yapılan egzersizin kemik mineral yoğunluğunu olumsuz olarak etkileyebileceği ve bu zararın hormonsal homeostasis bozukluk ile ilgili olduğu ifade edilmektedir (Maimoun ve ark. 2003). Gremion ve ark (2001)’na göre yüksek seviyeli dayanıklılık sporları cinsel kadın hormonlarının homeostasise etkilerinden dolayı erken kemik kaybına ve adet dönemlerinin azalmasıyla sekonder amenore’ye yol açabilir. Bu etkinin devamı menopoz sonrası dönemde de osteoproz’a yol açar (Burrows ve ark 2003).

Çoğu çalışma yapılan fiziksel aktivite türünün kemik mineral yoğunluğu etkisine yoğunlaşsa da, adelesel kuvvet ve vücut kompozisyonu gibi diğer faktörlerde bu değişkende rol oynar. Creighton ve ark (2001) vücut ağırlığına yük bindiren güç egzersizlerin kemikler üzerinde mekanik baskıyı artırdığını ve kemik mineral yoğunluğunu yükselttiğini öne sürmektedirler.

(28)

Sporun genel olarak kemik kütlesine olumlu etkide bulunduğu bilinmektedir.

Fakat hangi sportif aktivitenin kemik mineral yoğunluğuna daha fazla artırdığı pek sağlam yapılandırılmamıştır. Sportif aktivitelerle kemik mineral yoğunluğu arasındaki ilişki incelemek üzere Multani ve ark (2011) 25-75 yaş arasındaki 35 sporcu (ortalama yaşları 48,05, ortalama vücut kitle indeksi 25.99 kg/m2) ve 35 sedanter (ortalama yaşları 48,14, ortalama vücut kitle indeksi 26.29 kg/m2) olmak üzere toplam 70 insanın kemik mineral yoğunluğunu Ostepro-ultrason yöntemiyle karşılaştırmışlardır. Sonuç olarak 4,2061 t değerinde istatiksel olarak anlamlı farklılık (p<0.05) ortaya çıkmış ve her yaş grubunda sportif aktiviteler ile kemik mineral yoğunluğu arasında istatiksel olarak pozitif anlamlı bir ilişki olduğu (r = 0.463 bulunmuştur. Basketbol, futbol ve atletizm gibi yüksek dirençli sporlarla ilgilenen sporcuların, masa tenisi, yüzme ve bisiklet sürme gibi hafif dirençli sporlarla uğraşan sporculara kıyasla daha yüksek kemik mineral yoğunluğu geliştirdikleri belirtilmektedir (Multani ve ark 2011).

Birçok araştırmaya göre düzenli, fiziksel aktivitenin yaşlı yetişkinlerde kemik mineral yoğunluğu kaybını engellediğini bilinmektedir. Bunun aksine sedanter, hareketsiz bir yaşam tarzı kemik kaybına yol açar. Doruk kemik kütlesinin önemli bir belirleyicisi olan fiziksel aktivite ile ilgili çoğu çalışma hangi aktivitenin hangi yaş grubunda daha etkili olacağı üzerine yoğunlaşmıştır (Daily 2007). Egzersizin yaş ilerlemesinden ve cinsel steroitlerin azalmasından kaynaklanan osteopeni riskini azalttığına dair sonuçlar bulunmuştur. Fakat her tür egzersiz menopoz dönemindeki kadınların iskeleti üzerinde aynı etkiyi sağlamaz. Bazı çalışmalar, yürüyüş gibi orta ve düşük dereceli egzersizler kemik mineral yoğunluğunda artış sağlamaktadır. Öte yandan yüzme gibi düşük yüklü fiziksel egzersizlerin kalp damarlarına yararlı olduğu fakat kemik mineral yoğunluğuna bir katkıda bulunmadığı gözlemlenmiştir (Mosekilde ve Ark 1999).

Yapılan çalışmalar, hayatın üçüncü dekatında ulaştığımız doruk kemik kütlesini osteoporoz’un önemli bir belirleyicisi olarak gösterir. Puberte dönemi öncesi ve pubertede yapılan egzersizler çocuklarda ve genç yetişkinlerde yüksek kemik mineral yoğunluğu ve kortikal kemik büyüklüğü sağlar. Nilsson (2010) fiziksel aktivitenin ve hiçbir sporla uğraşmamanın kemik mineral yoğunluğuna, kemik geometrisine etkisini araştırmıştır. Çalışmaya 18, 19, 24 yaşlarında üç genç grup ve 75 yaşlarında bir yaşlı grup katılmıştır. Bölgesel kemik mineral yoğunluğu

(29)

ölçümü DXP ile yapılmıştır. Genç erişkinlerde yüksek kemik mineral yoğunluğunun sebebi fiziksel aktivite geçmişleri olarak bulunmuştur. Spor yapmayı uzun suredir bırakanların bile topuk kemik mineral yoğunluğu hiç spor ile uğraşmayanlardan yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Altı yılı aşkın süre boyunca spor yapmayı bırakanların bile hiç spor yapmayanlara göre daha yüksek tibia kortikal kemik kalınlığına sahip oldukları gözlemlenmiştir. Yaşça büyük olan deneklerde ise yaşamın ilk üç dekatında yüksek sıklıkla yapılan kompetitif sporun 75 yaşındaki erkeklerin kemik mineral yoğunluğunu olumlu etkilediği bulunmuştur (Nilsson 2010).

Günümüzde Osteoporoz kaynaklı kemik kırılma riski kadınlarda %50, erkeklerde ise %25’tir (Kanis ve ark 2000). Kalça kırıkları en çok hastalık ve ölüm oranına yol açan osteoporoz kaynaklı kırıklardır ve bu tür kırıkların %30’u erkeklerde meydana gelir (Johnell ve ark 2006). Kalça kırıkları yaşayan kadınların yaklaşık %20’si erkeklerin ise %30’u ilk yıl içinde canlarını kaybettikleri belirtilmiştir. Kırıkları tahmin etme kabiliyetinin yanı sıra fiziksel aktiviteyle geliştirilen kemik mineral yoğunluğu yaşlılarda meydana gelen bu kırıkların hayati etkisini de belirleyen bir faktördür (Kannegaard ve ark 2010).

Nilsson ve ark (2008) 75 yaşındaki 498 erkek üzerinde yaşamın ilk evresinde yapılan fiziksel aktivite ve kemik mineral yoğunluğu arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır.

Yapılan birçok araştırmadaki bulgular gelişim evrelerinde fiziksel aktivite daha sonra bırakılsa da doruk kemik kütlesini ve kemik mineral yoğunluğunu artırmada önemli bir rol oynadığını göstermektedir. Gelişim çağında yapılan sportif aktiviteler kemik yapısına kalıcı pozitif etkide bulunarak yaşlılıkta dahi kemik kaybının önlenmesine katkıda bulunur. Ayrıca yapılan fiziksel aktivite türüne göre değişen mekanik yük derecesi kemik yapısına etkiler niteliktedir (Johnell ve ark 2006, Kannegaard ve ark 2010).

(30)

2. GEREÇ VE YÖNTEM

Bu çalışma Selçuk Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulunun 27.09.2010 tarihli ve 200/023 toplantı numaralı etik kurul kararına uygun olarak yapılmıştır. Araştırmaya katılan sporcuların son 3 yıldır aktif olarak kendi spor branşlarıyla uğraşmış olmaları ve ergenlik yaş çağında olmaları ön planda tutuldu.

Gereç: Araştırma güreş, futbol ve yüzme branşlarında aktif spor yapan 24 sporcu ile spor yapmayan sağlıklı 8 kişi üzerinde gerçekleştirildi.

1- Güreş Grubu: Konya Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğünde güreş yapan yaş ortalaması 14,06±0,22 olan 8 sporcu,

2- Futbol Grubu: Konya Şeker Spor da futbol oynayan yaş ortalaması 14,34±0,49 olan 8 futbolcu,

3- Yüzme Grubu: Konya Büyükşehir Belediyesinde yüzme sporu yapan ve yaş ortalaması13,63±1,31 olan 8 yüzücü,

4- Kontrol Grubu: Aktif olarak spor yapmayanların yaş ortalaması14,10±0,35 olan8 adet öğrenci gönüllü olarak katılmıştır.

Yöntem: Araştırmaya alınacak deneklerin boy uzunluğu (cm) antropometrik set kullanılarak, çıplak ayak, ayaklar yere düz olarak basmış, topuklar bitişik, dizler gergin ve vücut dik pozisyonda iken 1 mm hassasiyetle ölçülmüştür. Vücut ağırlığı (kg), elektronik baskül kullanılarak mümkün olduğunca hafif giysilerle, 100 gr hassasiyetle ölçülmüştür. Araştırmada farklı spor dallarındaki sporcuların, lumbar omur bölgeleri kemik mineral yoğunlukları (KMY) ve Z skorları ölçümleri Konya Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalında General Electrıc Madıson, WI USA Lunar DPX Prodıgy- Tech Model cihazı kullanılarak yapılmıştır. Z skoru; kmy ölçümünün kendi yaş gurubu kmy ortalaması ile karşılaştırılması ile elde edilen standart sapmayı ifade eder. Z skoru <-2.0 olması yaşa göre beklenenden düşük, Z skoru >-2.0 yaşa göre beklenen sınırlarda olarak yorumlanır. Ölçümler sonucunda çıkan sonuçlar gruplar arası istatistiksel olarak karşılaştırılmış ve anlamlı farklar olup olmadığına bakılmıştır. Her bir grup diğer denek guruplarıyla karıştırılmıştır. Futbol grubu güreş, yüzme ve kontrol olan guruplarla karşılaştırılmıştır. Güreş grubu yüzme ve kontrol olan gruplarla karşılaştırılmıştır. Yüzme gurubu kontrol olan gurup la karşılaştırılmıştır.

İstatiksel Analiz: Verilerin değerlendirilmesinde ve hesaplanmış değerlerin bulunmasında SPSS 16.0 istatistik paket program kullanıldı. Veriler ortalama ve

(31)

standart sapmalar verilerek özetlendi. Branşlar arasındaki farklılığı ortaya koymak için ANOVA testi yapıldı. Farklılığın hangi branştan kaynaklandığını tespit etmek için çoklu karşılaştırma testlerinden Tukey testi yapıldı. Bu çalışmada hata düzeyi 0.05 olarak alındı.

(32)

3. BULGULAR

Çizelge 3.1. Araştırmaya katılan güreşçilere ilişkin ortalama ve standart sapmalar.

Spor Branşı Değişkenler N Ortalama Std. Sapma

GÜREŞ

Yas (yıl) 8 14,06 0,22

Boy (cm) 8 162,25 9,35

Vücut ağırlığı (kg) 8 58,50 17,27

L1KMY 8 1,02 0,18

L1Z 8 0,69 1,28

L2KMY 8 1,11 0,19

L2Z 8 0,83 1,37

L3KMY 8 1,19 0,29

L3Z 8 0,76 1,33

L4KMY 8 1,14 0,30

L4Z 8 0,44 1,31

L1-L2KMY 8 1,07 0,18

L1-L2Z 8 0,78 1,32

L1-L3KMY 8 1,08 0,19

L1L3Z 8 0,80 1,30

L1-L4KMY 8 1,08 0,19

L1-L4Z 8 0,66 1,33

L2-L3 KMY 8 1,11 0,19

L2-L3Z 8 0,81 1,35

L2-L4KMY 8 1,09 0,19

L2-L4Z 8 0,88 1,15

L3-L4KMY 8 1,08 0,19

L3-L4Z 8 0,80 1,19

Çizelge 3.1. incelendiğinde araştırmaya katılan güreşçilerin yaş ortalamaları 14,06±0,22 yıl, boy ortalamaları 162,25±9,35 cm ve vücut ağılıkları ortalaması 58,50±17,27 kg olarak tespit edilmiştir.

(33)

Çizelge 3.2. Araştırmaya katılan futbolculara ilişkin ortalama ve standart sapmalar.

Spor Branşı Değişkenler N Ortalama Std. Sapma

FUTBOL

Yas (yıl) 8 14,34 0,49

Boy (cm) 8 170,88 7,04

Vücut ağırlığı (kg) 8 55,75 4,77

L1KMY 8 0,99 0,11

L1Z 8 0,40 0,78

L2KMY 8 1,10 0,12

L2Z 8 0,55 0,85

L3KMY 8 1,12 0,13

L3Z 8 0,66 0,86

L4KMY 8 1,10 0,12

L4Z 8 0,53 0,77

L1-L2KMY 8 1,05 0,11

L1-L2Z 8 0,46 0,79

L1-L3KMY 8 1,08 0,12

L1-L3Z 8 0,59 0,81

L1-L4 KMY 8 1,08 0,12

L1L4Z 8 0,56 0,79

L2-L3KMY 8 1,11 0,12

L2-L3Z 8 0,63 0,85

L2-L4KMY 8 1,10 0,12

L2-L4Z 8 0,58 0,82

L3-L4KMY 8 1,11 0,12

L3-L4Z 8 0,60 0,81

Çizelge 3.2. incelendiğinde araştırmaya katılan futbolcuların yaş ortalamaları 14,34±0,49 yıl, boy ortalamaları 170,88±7,04 cm ve vücut ağılıkları ortalaması 55,75±4,77 kg olarak tespit edilmiştir.

(34)

Çizelge 3.3. Araştırmaya katılan sedanterlere ilişkin ortalama ve standart sapmalar.

Spor Branşı Değişkenler N Ortalama Std. Sapma

SEDANTER

Yas (yıl) 8 14,10 0,35

Boy (cm) 8 164,75 7,78

Vücut ağırlığı (kg) 8 47,25 8,08

L1KMY 8 0,83 0,11

L1Z 8 -0,70 0,74

L2KMY 8 0,91 0,14

L2Z 8 -0,74 1,03

L3KMY 8 0,92 0,13

L3Z 8 -0,64 0,91

L4KMY 8 0,88 0,10

L4Z 8 -0,86 0,73

L1-L2KMY 8 0,87 0,12

L1-L2Z 8 -0,63 0,92

L1-L3KMY 8 0,89 0,12

L1-L3Z 8 -0,64 0,89

L1-L4KMY 8 0,89 0,12

L1-L4Z 8 -0,74 0,87

L2-L3KMY 8 0,91 0,13

L2-L3Z 8 -0,69 0,96

L2-L4KMY 8 0,90 0,12

L2-L4Z 8 -0,76 0,88

L3-L4KMY 8 0,90 0,11

L3-L4Z 8 -0,78 0,82

Çizelge 3.3. incelendiğinde araştırmaya katılan sedanterlerin yaş ortalamaları 14,10±0,35 yıl, boy ortalamaları 164,75±7,78 cm ve vücut ağılıkları ortalaması 47,25±8,08 kg olarak tespit edilmiştir.

Referanslar

Outline

Benzer Belgeler

Problem 8.2 Bir de˘ gickenli Lebesgue integrallenebilir fonksiyonlara odak- lanmasına kar¸sın, bazı noktalarda, ¨ ortme teoremi 2 boyut i¸cin kanıtlandı.. L 2 ((0, 2π) 2 ) nin

Yaş, vücut kitle indeksi (VKİ), menopoz süresi, ek sistemik hastalıklar, osteoporoz varlığı ve KMY değerleri kemik fraktürü olan ve olmayan hastalar

Ekstrakorporeal membran oksijenasyon (ECMO), özellikle mekanik ventilasyon uygulaması ile olumlu yanıt alınamayan ARDS olgularında yeterli doku oksijenasyonu sağlamak

Pars plana vitrectomy treatment for tractional macula detachment secondary to proliferative diabetic retinopathy. Tolentino FI, Freeman HM, Tolentino

Sonuç olarak, Stres üriner inkontinans tedavisinde, TOT yöntemi etkin bir tedavi yöntemi olmasına rağmen geç dönem komplikasyonları görülebilir. Bu nedenle uzun

Çalışmamızda osteoporoz grubundaki epilepsi hastalarında TYDT toplam skoru, yürüme ve denge skorları daha düşük bulunmuş, sünger üzerinde göz kapalı dengenin osteopo-

Hacca gidenlerin hacda Kazak toplumu olarak yalnız olmadıkları, diğer İslam ülkelerinden gelen hacılarla büyük bir dünyanın mensubu oldukları hislerini uyandırması,

Sonuç olarak; normal metabolizma sırasında vücutta az miktarda sentezlenen ve vücuda zarar vermeyen serbest oksijen radikalleri, viral hastalıklarda, iyonize radyasyona maruz