• Sonuç bulunamadı

KÜLTÜR, SANAT VE TEKNİĞİN NERESİNDEYİZ?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "KÜLTÜR, SANAT VE TEKNİĞİN NERESİNDEYİZ?"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KÜLTÜR, SANAT VE TEKNİĞİN NERESİNDEYİZ?

Y a z a n : Seyfi SONAD Mimar G. S. A.

Meslekdaşlarımla yapmak istediğim bu yazılı hasbıhali ilgililere yöneltiyorum!

Zürich Modern âlem, l'oni Sina, Leonardo da

Vinci ve Michelangelo'lardan bu yana, «He-zarıfen» her telden çalanların devrini yüz-yıllar boyunca gerilerde bırakmış bulunu-yor. Artık, zamanımızda sun'î çimeninden yüzme havuzu ve kayak pistine kadar çe-şitli teknik ve fonksiyonları aynı saha içinde teır:n eden bir sergi ve spor sarayı veya modern bir sağlık yapısı ne yalnız bir Le Corbıısier, ne Ludwig Mies van der Rohe ve ne de Walter Gropius değildir.

Sınıfları sayısız uzmanların yarattığı Atom asrında yaşıyoruz. Ay ve yıldızlara varmamıza az kaldı. Elektronik beyin ma-kinaları, yıllarca sürecek karışık hesapları, dakikalar içine sığdırabiliyor. Kara, deniz ve uzay yolcu vasıtalarının meydana geti-rilmesinde, uzman ve meslek çeşitlerinin sa-yısı sayılamayacak kadar çok. Modern ve sahici! bir hastahaneye (1) lüzumlu kobalt aletinin montajı için birçok fizik ve kimya âlimlerinin fikri alınıyor. Civar sakinlere zararlı olmaması için, tesir sahası, yapıla-rın bodrumundan çatısına kadar ölçülüyor. Ameliyat esnasında kullanılan narkoz gazı-nın, en ufak bir ihmal ve hata sonunda, doktor, hasta ve yardımcılarını yapı ile bir-likte havaya uçurmaması için (2) inşaat tarzında lüzumlu tedbirler alındığından baş-ka, ameliyat salonundaki giyim eşyasının kumaşından düğmelerine kadar inceden in-ceye eleniyor. Talimatnameler hazırlanıyor. Velhasıl sanat, teknik ve ilim alanlarında bunlara benzer, saymakla bitmeyecek fikir ve buluşlara varılıyor.

Acaba, bizler bu fikir ve ilim deryası-nın neresindeyiz?!. Hiç şüphesiz o «Mahi-!er» gibi farkında olmadan içinde!... Bizim nesil bu «Mahiler» in ne azmanlarıyla mü-cadele etmemişsizdir!..

Makam masasında şehir plânlarından tutun da, Halkevi projesi çiziktiren ve kay-makam stajyerlerine mimarlık dersi ve öğütleri veren Valilerden başka, daha nal ve nal çivisi yapmasını beceremezken (3) bastonunun ucu ile, uçak ve motor fabri-kası temeli açtıranlara kadar!

Bu cehalet ve kültürsüzlüğün menşeini hiç şüphe yok ki, okullarımızda aramalı-yız. Kültür kurullarımızda yapmak istediği-miz reform yalnız isimde kalmıştır. Bilhassa

yüksek okullarımızdaki eski medrese, çö-mez ve yataklı karavana usulü kaldırılma-dıkça, biz bu sözü geçen deryaların suyu-nun bir zerresinin bile künhüne vâkıf ola-mayız. Üniversitelerimiz hâlâ «tekkeyi bek-leyen çorbayı içer» kaziyesiyle vakit geçir-mekte!...

Hiç unutmam, İkinci Dünya Savaşı içinde idi. Hastahanelerimizden birinde, Do-çent bir doktor ile tıbbî aletlerin yetersizliği üzerinde konuşuyorduk. Aslında ise, bulun-duğumuz salon tavanlarına kadar tıklım tık-lım bir sürü ve bir o kadar da pahalı alet-lerle dolu idi. Kendisine bu aletleri göster-diğimde, hepsi bozuk demesi üzerine, hemen yanımda olan vitrinden birini çıkarıp: — Meselâ şunun neresi bozuk bana göste-rebilir misin? diye sordum. Cevaben : — Birader şimdi işin mi yok. deyip mevzuu değiştirmek oldu. Fakat merak bu ya, ben aleti enine boyuna gözden geçirirken, civa-talanndan birinin yalama olduğunu göre-rek, arasına iplik geçirdikten sonra, çakı ile vidayı sıkıştırınca alet yenisi gibi işle-yivermişti. Nedense muhatabımın yüzünde en ufak bir sevinç emaresi görmemiştim! Hiç şüphesiz içinden: — Zavallının düşün-düğüne de bak! deyip geçmişti. Ama asıl o farkında değildi ki, bozuk zannettiği bu aletleri, hurdacı çıraklarından bir çocuğa gösterse, çoğunun işler hale geldiğini göre-cek ve imkânsızlıklar ve acılar içinde kıvra-nan hastalarını tekrar hayata kavuştura-caktı. Bununla beraber arasıra kendisîne rastladıkça, aletin nasıl gittiğini sorar, o da mükemmel dedikçe ben acı acı, o da sırıta-rak gülüşürdük!..

Ne yazık ki birçok profesör namzetleri gibi o da asıl şunun farkında değildi, bo-zukluğundan dem vurduğu bu baha biçilmez aletleri, kendisinin yabancı meslekdaşları tasarlamış ve tekâmül ettirmişti. Sebebine gclince : O yüksek tahsiline ücret vermeden, hatta devlet babadan üstelik cep harçlığı alarak devam eder ve hazır önüne konan yemeklere grev yaparken, yabancı meslek-daşı, ya lokantalarda bulaşık yıkayıp ve-yahut nakil vasıtalarında hamallık ederek karnını doyurup, yüksek ücretle tahsiline devam ediyordu. Bu aletleri tasarlamak şöy-le dursun, hendesesi nedense birçok

oku-Zürich kantonu hastahanesi ameliyathanesi. Basit gibi görünen bu ameliyathanede her şey cn ince teferruatına kadar düşünülmüştür.

muşlarımız gibi, oturduğu evin sokak kro-kisini çizemeyecek kadar nafile idi. Diğer taraftan yabancı meslekdaşları bu dakik alet-leri en ince detaylarına kadar, yapıcısına, eskizlerle izah edebiliyordu. Bu korkunç fark, acaba neden ileri geliyordu? Hiç şüphe yok ki ilk mektepten tutun da, meslek ve yüksek okullarımıza kadar yanlış organize ve koordine edilen öğretim sisteminden... daha doğrusu sistemsizliğinden!..

Bilfarz, tarım, endüstri ve turizm saha-sında büyük ilerlemeler kaydetmiş memle-ketlerde, çeşidi şaşılacak ve inanılmayacak kadar çok meslek ve sanat okullarında, haf-tada yalnız bir gün nazarî dersler için okula gidilir ve geri kalan beş gün fabrika, ter-sane, çiftlik, atölye, lâboratuvar, büro, otel, lokanta, fırın, hatta kasap gibi daha akla gelmeyen birçok branşlarda çırak olarak ça-lışıp bilgi ve tecrübelerini arttırıp meslek sahibi olunur. Bizde sanat ve teknik okulla-rımızda bile. Üniversitelerimizde olduğu gibi yataklı karavana usulü hâlâ kaldırılamamış-tır. Bu sebeple, uzun yıllar pratikle ilgileri kesildiği için hayata atıldıklarında güçlük çekmekte, bir çokları ise memurluğu mes-leklerine tercih etmektedirler. Bu yanlış ge-lenek, yabancı memleketlerde tahsil ve staj yapmış serbest meslek sahiplerinde bile gö-rülmekte, yurda dönüşlerinde kendi insia-tiflerinden ziyade, bulundukları yabancı memleketin propagandacılığından, patron ve profesörlerinin medyumluklarından kendile-rini kurtaramamaktadırlar. Nitekim ekseri-sisinin, diploma, profesör ve doktorluk

(2)

un-Kanser tedavisinde kullanılan bu kobalt yal-nız hastahane personeli değil, civar komşu binalara bile zararlı olmaması için duvarlar ve pencere camları bile özel malzeme ile

tecrit edilmiştir.

vanları nazariyatta kalmaktadır. Bu meyan-da çilingir ve tenekecilik tahsiline gidenler bile, yurttaki imkânlara uyamayıp edebiyat ile vakit geçirdikleri görülmektedir!... Bü-tün bu sebepler yüzünden de, özel inşaat-larda sık sık şahit olunan çökme ve yanma faciaları bir yana, bir anda yerinde yeller esen devlet yapısı, iskambil sergi ve spor sa-rayları, daha hizmete girdiği gün içinde sal ile yüzülen uçak meydanı yolcu salon-larının acıklı durumu karşısında, asırlar boyu çobanlığımızı yapan küçük komşuları-mıza bile minnet ediyoruz.

Lâkin ne gariptir ki bu utanç verici pa-radox olaylara rağmen ilgililerde en ufak bir tepki ve kımıldama görmüyoruz. Bu sessiz-liğin de, görgü ve kültür kifayetsizsessiz-liğinden ileri geldiğine hiç şüphemiz yok. Nitekim bir çoklarının uzun seneler, yabancı memle-ketlerde kültür ataşe ve talebe müfettişliği yapmış olmalarına rağmen, bulundukları memleketin lisanını bilmediklerinden, kültür çevrelerinden uzakta kalmakta, turistlikten öteye gidememektedirler. Bu sebeple fikir ve sanat hareketlerinin farkında olmadıkları gibi, açılan sergileri tesadüfen de duysalar ilgilenmezler. Meslek ve görevleri ile ilgili okulların programları hakkında bile en ufak bilgileri yoktur.

Bütün tesisat boruları ve kablolar en uygun yerlerde toplanmış ve itina ile tecrit

edilmiştir.

Hiç unutmam, bundan 5 - 6 yıl önce, eski mektep arkadaşlarımdan olan isviçre talebe müfettişimizi ziyarete gitmiştim. Oda-sında, Basel «Bâle» şehrinden eşi ile bir-likte geçerken satın aldıkları ancık boncuk-ları müfettişe gösteren, Teknik tedrisat umum müdürlerinden biri ile tanıştım. Ba-sel'de, her yıl olduğu gibi o günlerde açıl-mış bulunan isviçre sanayi sergisi için ora-dan geçtiği zehabına kapılarak, kendisine, ssrgiyi nasıl buldunuz diye sordum. Her iki mümessilimizin, bütün dünyanın büyük bir ilgi ile uzak yerlerden gelip akın akın ziya-ret ettikleri bu âlemşümul sergiden haber-leri bile yoktu. Bu durum karşısında büyük bir fırsat kaçırmış olmalarından, acınacak-ları yerde, biz Fransa ve Belçika'da daha büyüklerini gördük diye isviçrelileri küçüm-seyip mevzuu yarıda aklan alışverişe döküp bir an önce tekrar çarşıya çıkmak için te-lâşa düşmüşlerdi!...

Halbuki aslında bakma değil de görme kabiliyetleri olsa idi, bizdeki maden cevher-lerinin tekine malik olmayıp hepsini yabancı memleketlerden temin etmek zorunda bulu-nan bu küçücük memleket ile aramızdaki korkunç ve erişilmesi güç ileriliği daha ser-ginin kapısında' anlamış olacaklardı.

Çok yazık, teknik öğretim umum mü-dürü unvanını taşıyan zat bu seyahat ve alış verişi, kendisinden medet ve deva uman yoksul ve cefakeş insanların nafakalarından kesip ödedikleri vergilerle yapıyordu.

Sırası gelmişken buna benzer bir hatı-ramı daha meslekdaş ve okurlarıma belirt-mek isterim.

1949 dan bu yana çalışmalarımı terci-hen Zürich'de modern hastahane, okul ve büro binalarının inşasına hasrettiğim için, bir ara sağlık bakanlığının hastahane teş-kilâtı ile inşaatını koordine etmek üzere U N tarafından Türkiye'ye gönderilecek ya-bancı mimarın adını duyduğum zaman hay-retler içinde kalmıştım. Çünkü: Türkiye'ye yolculukları esnasmda ömürleri vefa ederse, baharlarının sonunu bizde geçiren uzman-lar gibi, bu zatı şerif de bir hayli eskiler-dendi. Her ne kadar bundan 40 - 45 yıl önce bir hastahane inşaatı proje müsabakasında derece almış ise de, 20 - 30 sene var ki has-tahane değil, diğer inşaat işleri ile dahi alâ-kası yoktu. Diğer taraftan ise, bu uzun müddet içinde hastahanelerin organizasyon ve yapı tekniği yeni ihtiyaç ve imkânlar kar-şısında tamamen değişmiş bulunuyordu.

Bu durum karşısında, zamanın iyi bir iş adamı olarak sağlık bakanı ile yakînen tanıştığım için, kendisini hemen bir mektup ile ikaz etmiş, Avrupa seyahatlerinde yolu yakınlarından geçtiği takdirde buluşacak olursak, birçok kollektif tarafları olan bu

çetin işin, futbol ekipleri gibi tek seçicilik-ten çıkalı hayli bir zaman geçtiğini, en yeni örneklerle gösterebileceğimi de belirtmiştim. Lâkin tuhaflığın derecesine bakın ki, bana acele kaydı ile gönderdiği cevaptıı, te-şekkür ve vaadde bulunmasına rağmen kısa bir müddet sonra, İsviçrede hastahaneleri tetkik etmek üzere sessizce Zürich'e uğra-dığını, Zürich'de ikinci defa açılıp kapanan Konsolosluğumuzda, tesadüfen duymuş,

hay-retten donakalmıştım. Diğer taraftan görüş-mesi gereken hastahane ilgilileriyle derhal yaptığım temastan öğrendiğime göre, böyle bir zatı şerifle tanışmak şöyle dursun, ismi-ni bile duymamışlardı!... Her halde bir çok-larımızda görünen aşağılık duygusunun te-siri altında, bilmemenin değil de, sorup öğ-renmenin ayıp olduğunu düşünüp benimle temastan vazgeçerek binaların katlarım dı-şından sayıp geçmiş olmalı idi!.. Bu durum karşısında meğer ne saf bir insan olduğumu bir kere daha düşünmüş ve kendi kendime sormuştum :

— Acaba kültür ve ilmin neresinde bu-lunuyoruz?!...

Bu olaylar açıkça gösteriyor ki ilk ba-samağında bile değiliz. Bu şartlar altında, koca şef Atatürk'ün vadini yerine getirip, muasır medeniyetin üzerine çıkmamıza hiç şüphesiz imkân yok. Zaman zaman büyük ümitlerle kendilerine bağlandığımız bu iş adamlarımızı evlerine gönderip, «sil baştan» demekten başka çaremiz kalmadı. A m a ne-reden başlamalıyız mesele burada; bir çok-larına göre köy ve köylüden, bazıçok-larına gö-re de şehir ve şehirliden. Bana kalırsa, diğerlerinden evvel, biz entellektüel geçinen-lerimiz, devlet reisinden senatörüne kadar ilk önce kendimizden!. Aksi halde halimiz toz ve dumandır!...

Sayın meslekdaş ve okurlarım, siz ne dersiniz?!. Öyle değil mi?!..

Bu vesile ile hepinizi tekrar saygı, sevgi ile anar ve selâmlarım.

Dipl. Mimar G. S. A. Seyfi SONAD

(1) 7 - 8 sene oluyor. Sağlık bakanla-rımızdan birinin, parti değiştire değiştire, ssıvetini milyonlarca çoğaltan hayırperver! iş adamlarımızdan birinin bağış olarak inşa ettirdiği kuru dört duvar ve salaştan ibaret paviyonun açılış töreni ile politikayı birbi-rine karıştırıp, şöyle konuşmuştu:

— Sayın Egeliler, hayırsever! hemşeh-rimiz nın, bize bağışladığı bu mo-dern! ve muazzam paviyon dolayısıyla bir hakikati! daha öğrenmiş bulunuyoruz!...

Bizden evvelkiler (sabık'lar) bol keseden yaptırılan hastahane inşaatlarında yatak

(3)

başına ortalama 2.500 - 3.000 lira gibi fahiş ücretler heba edilirken, gördüğünüz bu bü-yük eser! on misli daha ucuza maledilerek yatak sayısına göre sarfolunan ücret 250 lirayı geçmemiştir!... Bu bizden öncekilerin lüks ve yağmacılıklarının rakamlarla izahı-dır!. (Eşkiyalık sesleri!)

Hakikatta ise bu her iki misal de sa-hici! ve modern sağlık yapılarının yanında çok düşük ve gülünç ölçülerdi.

Yüksek diplomalı ve milyonlarca insa-nın sağlık sorumunu üzerine alan bu Ba-kan cenapları da dahil, kimse farkmda de-ğildi ki, başımız dara gelince sağlığımız için servetlerimizi feda ettiğimiz, yabancı memleket hastahanelerinin maliyeti yatak başına bizim paramızla 200 - 250 bin, yan-lış sanılmasın yazı ile yazıyorum iki yüz ve iki yüz elli bin lira yani orta bir vilâyet hastahanesine ayırabildiğimiz ödenek!...

(2) Bir ara gazetelerimizde okuduğu-muza göre, Adana hastahanelerinden birinin ameliyat salonunda vukubulan ve sebebi an-laşılmayan! infilâk neticesinde operatör has-tası ve hemşireleriyle birlikte hayatlarını kaybetmiş, hastahanede ise 100 binlerce liralık zarar olmuştu!...

Acaba bu sebep el'an meçhul mü bu-lunuyor? Öyle ise ne yazık ve ne ayıp:

(3) İkinci Dünya Savaşından önce 3 hafta kaydı ile çağrıldığım askerlik stajın-da! duymuştum; dağ birlikleri için Kanada-dan getirtilen katırlara bakmışlar, bir de ne görsünler hepsi nalsız!. O ara yurtta nal bulmak şöyle dursun, cam çivisi bile kara borsada. Mecbur olmuşlar biz naili katır sipariş ettik demeye. Kanada'dan nallar

gel-miş, kullanacaklar, bu sefer de çivisi yok. Bunu bile yurtta yapmasını beceremeyip, İs-veçten getirtmişler!...

Atalarımız tevekkeli boşuna dememiş-ler! «Bir çivi yüzünden bir nal, bir nal yü-zünden bir at, bir at yüyü-zünden bir cenk, bir cenk yüzünden de, bir vatan elden gi-der!» diye.

Gelgelelim, anlayan nerede!...

(4) Bir ara yaptığım yurt seyahatinde, evvelce birçok meslekdaşların da

hatırlaya-cakları gibi yurt ölçüsü ile birlikte Ege bölgesinde de büyük heves ve emeklerle inşa edildikleri halde, sonradan politikacıların istismar ve gazabına uğrayıp cinaî filmci ve meyhanecilere rey karşılığı ciro edilen HALKEVLERİ daha doğru tabiriyle yegâne kültür barınaklarımızın, bakımsız ve yürek-ler acısı durumlarını yeryürek-lerinde görüp, fo-toğraflarla tesbit etmek istemiştim. Yolcu-luk esnasında arabamın farlarında peyda olan bozukluğu tamir ettirmek için koca İz-mir'de ne bir garaj ve ne de bir tamirhane bulamayınca, bu işi ancak otomobil hurda-cılarında yaptırabileceğimi söyledikleri za-man, hayretten donakalmıştım! Bu şaşkınlık içinde bir sürü dar ve çıkmaz sokaklardan dönüp, sağdan gideceğimiz yerde soldan, soldan döneceğimiz yerde sağdan dönüp, daha birçok akrobatik numaralardan sonra hurdacılara geldik! Yaya kaldırıma sıralan-mış eski otomobil parçalarının tenhaca bir yerini seçip durduk. Yaşları 10 - 12 den fazla olmayan bir sürü çocuk bir anda etra-fımızı sardı. Ben bunları otomobil meraklısı ve tahta tabancalarla kovboy filmi oynayan haylaz sokak çocukları sanmıştım. Meğer işin tuhafına bakın ki, benim işimi

yapa-Modern bir hastahanede mimarın koordine etmek zorunda olduğu konular arasında.

cak, gözlerinden zekâ fışkıran bu cin gibi çocuklarmış! Hemen oracıkta iş ve vazife taksimi yapıp en modern tamir atelyelerin-deki kartotex usulünden daha çabuk meslek ve branşlarına göre civar salaş ve kaldırım-lardan tedarik ediverdikleri kablo, kauçuk ve maden parçalarını ölçüp biçtikten sonra arı ve karıncalar gibi çalışarak bir saat bile geçmeden tamir işini bitirip şöyle dediler:

— Ağabey hiç merak etme bu farlarla İsviçre değil, Amerika'ya bile gidebilirsin.

Yaptıkları işin doğru ve sağlamlığından bu derece emindiler. Hakikaten de dedikleri gibi, arabayı yenileyinceye kadar farlarda en ufak bir arıza çıkmadı.

Bu cana yakın arı gibi çalışkan çocuk-lar, sanat ve teknik' okulundan değil, kapı-sının önünden bile geçmedikleri ilkmektebi bile tam olarak bitirmemişlerdi. Fakat işin püf tarafını, kendileri gibi yetişen ustaları-nın yaustaları-nında yalnız göz, kulak kesilerek öğ-renmiş, fakat henüz farkında olup keşfede-medikleri mucize çocuklardı.

r

Suya ve rutubete karşı en

kuvvetli tecvit maddesidir.

A S F A L T İ N Ş A A T

Kollektif Şirketi

Çeşitli Asfalt Yol ve Tecrit İşlerinde, Mütehassıs Firma

Fermeneciler, Kardeşim Sokak Griffin Han No. 44

Galata - İstanbul

T e l e f o n : 44 26 2 1 G e c e : 48 64 40 B U R S A : 1732

Referanslar

Benzer Belgeler

Sanat eğitiminin görsel kültür eğitimi olarak karakterize olduğu günümüzde, kültür ve tüketim eksenli içeriklerin müfredatlaşabileceği, bulunulan

Suppurative acinetobacter baumanii thyroiditis with bacterem ic pneum onia: C ase report and review.. A Case of Botulism due to an infected traumatic

Türk motifleriyle süslü, gül ağacından yapılmış 500 koltuklu, localı bir salona sahip olan bina, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk operalarının sahnelenmesi, ilk dil ve

ZEYTİNBURNU KÜLTÜR SANAT Etkinliklerimizi YouTube kanalımız üzerinden canlı olarak takip

KÜLTÜR SANAT Etkinliklerimizi YouTube kanalımız üzerinden canlı olarak da takip

Çevre Fiziksel Çevre Doğal Çevre Abiyotik İklim Toprak Su Doğal Yapı Biyotik Bitkiler Hayvanlar Yapay Çevre Yerleşim Alanları İş Yerleri Eğitim Kurumları Ulaşım

– Halihazırda Viyanaʼdaki Sanat Tarihi Müzesinde bulunan, olasılıkla Banatʼtaki feodal prenslerden birisi için yapılmıș Sânnicolau Mare Hazinesi (Timiș); çekiç ye

Biraz daha ileri gidilecek olursa, buradan çıkan sonuç kültürün, sıradan insanların her gün yaşadığı şeyler değil, daha çok boş zamanları dolduran, festivallerde