• Sonuç bulunamadı

Çevre ve Orman Bakan

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Çevre ve Orman Bakan"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Çevre ve Orman Bakanı'na göre; "Türkiye'de son yüz yıldır tartışılan konulardan birisi baltalıklar meselesidir. Arkadaşlar orman baltalık olmaz. Nerde hem de biliyor musunuz? İstanbul'un Beykoz'unda, Ümraniye'sinde,

Şilesinde, Çatalca'sında. Tekirdağ'da, Sakarya'da, Kırklareli'nde, Kocaeli'nde.. Türkiye'nin her tarafında hala baltalıklar var. Bir kesiliyor, iki kesiliyor, üç kesiliyor. Sonra bir bakıyorsunuz ki ormanın kendini yenileme gücü kalmıyor.

Bazı yerlerde gezdim gördüm. Arkadaşlara sordum buralara ne oldu diye. Buralar baltalık orman dediler. Orman bitmiş. Balta var ama orman yok. ... Dedik ki; "bu politika sürdürülebilir bir politika değil. Bu işin sonu yok.

Baltalıkları artık koruya ayırmamız lazım." çelişkili ve oldukça da teknik terimli bu açıklamasında Sayın Bakan ne söylüyor? Söylemek istediği özetle şu: Ülkemizde, öteden beri yakacak odun elde etmek amacıyla işletilen 68 milyon dönüm "baltalık orman" var. Bunlar, uygun zamanlarda ve biçimlerde kesildiklerinde ürettikleri sürgünlerle yeniden ağaca dönüşebilen meşe, kayın, gürgen, kızılağaç vb ağaç türlerinden oluşan ormanlar. Bu ormanlar, olağan koşullarda 30 ya da 40 yaşına ulaştıklarında kesilerek yakacak odun hasat ediliyor. Yılda ortalama 6,5 milyon ton yakılacak odun elde edilen bu ormanlarımızın yüzde 71'i ise "verimsiz" ya da "bozuk yapılı" sayılıyor. Bu nedenle, daha yüksek ekonomik getirisi olabilecek amaçlarla yönetilmesi gerekiyor. "Baltalık ormanların koru ormanlarına dönüştürülmesiyle" bu sağlanabilir. Sayın Bakanın söylemek istediği bu. Oysa, Orman Genel Müdürlüğü (OGM), öteden beri bir yandan bu ormanlarımızı "verimli" yapılara dönüştürüyor bir yandan da yenilerini yetiştiriyor. Sözgelimi, bu çalışmalarla ülkemizde, yalnızca 1997-2005 döneminde, yaklaşık 8 milyon dönüm "baltalık orman" yetiştirilmiştir. Ancak, OGM, şimdilerde "Baltalıklara son !" diyor ve bu ormanları kereste ya da kaplamalık tomruk elde edilebilecek "koru ormanlarına" dönüştürme çalışmaları yapıyor. Gerçekte, bu da yeni bir uygulama değil: Ülkemizde, yine 1997-2005 döneminde, 1,5 milyon dönüm "baltalık ormanların koru ormanlarına dönüştürme" çalışması yapılmıştır. Amaç, tümüyle ekonomik: "Koru ormanı" işletmeciliğinin ekonomik getirisi "baltalık ormanı" işletmeciliğinden daha yüksek hesaplanıyor çünkü. Ayrıca, başta Trakya olmak üzere, "baltalık orman" işletmeciliği çeşitli usulsüzlüklere ve devlet orman işletmeleri üzerinde baskılara daha kolay yol açabiliyor. Ne var ki, bunlar, önlenemeyecek olumsuzlukla değil; güç, ancak, üstesinde gelinebilir zorluklar. Yine başta Trakya olmak üzere, çoğu yörede üstesinden de gelinebilmiş zaten. Bu nedenle, OGM'nin söz konusu çabasının, en hafif deyimiyle kolaycılık ve dar görüşlülük olduğu söylenebilir. Ancak, yol açabileceği sonuçlar hiç de hafife alınabilecek gibi değil.

Odun yakacaklar, başka çareleri yok !

OGM'nin saptamalarına göre ülkemizde 20 milyon ton odun yakacak olarak tüketiliyor ve bunun yaklaşık 8 milyon tonu yasa dışı yollarla ormanlarımızdan sağlanıyor. Ayrıca, yine OGM'nin kestirimlerine göre 2010 yılında tüketime sunulabilecek yakılacak odun miktarı ise en fazla 13 milyon ton dolayında olabilecektir (OGM 1987). Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın kestirimleri de aynı yönde: Bu Bakanlığa göre konutlardaki odun tüketimi 2010 yılında da 20 milyon ton dolayında olacak (AYDAR 1990). Kısacası, ülkemizde yakacak olarak tüketilmekte olan odunun yarısına yakın bir kısmı, ormanlarımıza zarar veren yollarla karşılanıyor ve bu eğilim gelecek yıllarda da sürecek. Bu,

kavranması güç bir durum değil. çünkü, bilindiği gibi ülkemizde 80 bin dolayında köy ve kom, mezra, mahalle vb köy altı kırsal yerleşme birimi var. Sayıları giderek azalsa da bu yerleşmelerde yaşayanlarımızın çok büyük bir çoğunluğu yoksulluk sınırında bir gelir düzeyine sahip ve ısınabilmek için, başta odun sağlayabilecekleri ağaçlar ve ormanlar olmak üzere, çevrelerinde ne bulabilirlerse yakmaktan başka çareleri yok. Üstelik, ülkemizin enerji politikalarında bu durumun değiştirilmesine yönelik herhangi bir yaklaşım, öneri de bulunmuyor.

"Kaş yaparken göz çıkarma" olasılığı yüksek...

İlginçtir, ormanlarımızın korunması ve geliştirilmesinden birinci derece de sorumlu olan OGM, yakacak odun gereksinmesinin ormanlarımıza zarar vermeyecek biçimde karşılanabilmesine yönelik belirli ve tutarlı bir politikaya sahip değil. Değil, ancak, yakacak odun gereksinmesinin karşılanmasına yaşamsal önemde katkı sağlayan "baltalık ormanların" tomruk elde edilecek "koru ormanlarına" dönüştürülmesine, "baltalık orman işletmeciliğinin" tasfiye edilmesine yönelik çabalar içinde ... Bu durumda; "kırsal yerleşmelerde yaşayanların yakacak gereksinmesinin nerelerden, nasıl karşılanabileceği" sorusu da yanıtsız kalıyor doğal olarak. Kimileri, bu gereksinmenin, "koru ormanlarındaki" tomruk hasadı ya da orman bakımı sırasında yahut ağaçlandırma çalışmaları için arazi hazırlığı yapılırken ikincil ürün olarak elde edilebilecek artıklarla karşılanabileceğini öne sürüyor. Bu, olanaklı. Ancak, bu çalışmaların ülke yüzeyine dağılımları ve zamanlaması, yakacak odun gereksinmesinin görece olarak daha fazla olduğu yöreler ve zamanlarla çakıştırılabilmesi tümüyle rastlantısal. OGM'nin, böyle bir belirlemesi ve dolayısıyla da

(2)

stratejisi yok çünkü. Bu nedenle de "baltalık ormanların koru ormanlarına dönüştürülmesi" istenmedik sonuçları verebilir ve bu, hiç de yabana atılabilecek bir olasılık değildir.

Yalnızca ısınmak için değil...

Bilindiği gibi odun, güneş enerjisinin fotosentez yoluyla kimyasal enerjiye dönüşmesi sürecinin sonuçlarından birisi ve saptamalara göre bir hektar genişliğinde bir orman yılda 2280 litre benzine eşdeğerde güneş enerjisini biyokütleye dönüştürebiliyor. Öyle ki, on dönümlük bir alandan 5 ton petrole eşdeğer 20 ton kadar kuru odun elde edilebiliyor (BOZKURT-KURTOĞLU 1980). Yine saptamalara göre; yakılmaları sırasında, ortalama 4500 KCal/ Kg ısı

verebiliyor (BOZKURT 1972). Bu nedenlerle, odun, başka ülkelerde, enerji kaynağı olarak yalnızca ısınma-pişirme amacıyla tüketilmiyor. Sözgelimi bir saptamaya göre, odun verimi yılda 7,5 ton artımı 960 bin dönüm genişliğinde bir ibreli ağaç plantasyonundan elde edilecek odunlarla 400 MW'lık bir enerji üretim tesisi çalıştırılabiliyor; 150 MW'lik bir enerji üretimi tesisinin işletilebilmesi için on yılda bir kesilecek biçimde işletilen 170 bin dönümlük bir kızılağaç ormanı yeterli olabiliyor (AYBERK 1987).

Toplumsal boyutu da var...

Konunun bir de toplumsal boyutu var: Bilindiği gibi "orman köylüsü" sayılan yurttaşlarımız 6831 sayılı Orman Kanunu'nun 34. maddesine göre, "baltalık ormanlarda" hasat ettikleri yakacak odunun % 80'ine kadarını, piyasada istedikleri gibi değerlendirmek üzere maliyet bedeli üzerinden satın alabiliyor. Kimi durumlarda % 100'e değin çıkarılabilen bu uygulama, hemen hemen hiçbir toplumsal güvenceye sahip olmayan "orman işçilerine" ve

kooperatiflerine sağlanan bir ekonomik olanak olarak değerlendiriliyor. çoğu yörede "orman köylüsü" yurttaşlarımız salt bu olanaktan yararlanmak için orman işçiliği yapıyor. Söz konusu uygulama ise, "orman işçiliği" yapacak "orman köylüsü" yurttaşlarımızın bu olanaktan yararlanabilme düzeyini büyük ölçüde düşürebilecektir.

Ülkemizde "orman" sayılan alanların ve bu kapsamda da orman ekosistemlerinin hangi amaçlarla yönetileceği, yersel olarak ayrıntılı biçimde belirlenmemiştir. Böylesi bir belirleme için, öncelikle; i) ekolojik koşulların nerelerde, hangi amaçlarla ormancılık yapılması gerektirdiğinin, ii) yurttaşlarımızın ormanlardan sağlanabilecek ürün ve hizmetlere yönelik gereksinmesinin nitelik ve niceliğinin yersel olarak ortaya konulması gerekiyor. Ancak, sınırlı sayıda akademik çalışma dışında bu gereklerin yerine getirilmesine yönelik kapsamlı çalışmalar yapılmıyor. Dahası, yakın gelecekte yapılabileceğine ilişkin hiçbir belirti de yok. Dolayısıyla, ormanlarımızla ilgili her türlü uygulamanın tedirginlikle karşılanması yadırganmamalıdır. Ormanlarımızda, yalnızca ekonomik getirisinin daha yüksek olabileceği gerekçesiyle gündeme getirilen uygulamaların ise, özellikle her türlü kamusal varlığın haraç mezat elden çıkarılmaya çalışıldığı günümüzde, yakından izlenmesi ve gerektiğinde de önlenmesine yönelik çabalara girilmesi zorunlu oluyor. OGM'nin "Baltalıklara son !" söylemiyle sürdürdüğü uygulamaların da bu bağlamda sorgulanması gerekiyor.

Görüldüğü gibi, sorun, yalnızca, "devlet ormanı" sayılan arazilerin vakıf üniversitelerine, turizm tesislerine, golf alanlarına tahsis edilmesi değil...

Yücel ÇAĞLAR / Kırsal çevre ve Ormancılık Sorunları Arş Der. CUMHURİYET TARIM ve HAYVANCILIK 10.10.2006

', '

çevre ve Orman Bakanı'na göre; "Türkiye'de son yüz yıldır tartışılan konulardan birisi baltalıklar meselesidir.

Arkadaşlar orman baltalık olmaz. Nerde hem de biliyor musunuz? İstanbul'un Beykoz'unda, Ümraniye'sinde, _ilesinde, çatalca'sında. Tekirdağ'da, Sakarya'da, Kırklareli'nde, Kocaeli'nde.. Türkiye'nin her tarafında hala baltalıklar var. Bir kesiliyor, iki kesiliyor, üç kesiliyor. Sonra bir bakıyorsunuz ki ormanın kendini yenileme gücü kalmıyor.

Referanslar

Benzer Belgeler

Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, tarım açısından kuraklık korkuları olmadığını söyleyerek, "Kuraklığı daha önceden bilmek mümkün de ğil, ancak önlemek

Ilısu Barajı bir Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü projesidir.. Otuz ay kadar önce baraj ın temeli atıldığında Eroğlu DSİ genel

Açılış sırasında gazetecilerin sorularını cevaplayan Eroğlu, İkizdere vadisinin SİT alanı ilan edilmesinin ardından yargıya müracaat edeceklerini belirterek bununla

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, İzmir’in Bergama ilçesinde Yortanlı Barajı’nın su toplama havzasında tart ışmalara neden olan bölgeyle ilgili koruma kurulunun

Orman yangınlarını söndürmek amacıyla uçak helikopterlerinin Orman Genel Müdürlü ğü tarafından kiralanmasının şov ve gösteriş için yapılan bir propaganda

Santrali yapan Sakarya Büyük şehir Belediyesi Adapazarı Su ve Kanalizasyon İdaresi'nin (ADASU) enerji sarfiyatının 55 milyon kilovatsaat olduğunu anlatan Eroğlu,

Atık piller önemli bir şekilde çevre kirliliğine neden oluyor.. Tamamını topladığımızı iddia etmek

Büyük sanatçıların Hasankeyf’e destek olmas ı, bakanın bunları iyi niyetli olarak değerlendirmesi bizim kötü niyetli olduğumuz anlamına mı geliyor.. Biz tarihin