• Sonuç bulunamadı

ÜSKÜDAR KADILIĞI SİCİLLERİNDEN ÜSKÜDAR MAHKEMESİ MÜNÂKEHAT VE MÜFAREKAT 275 NUMARALI 1332 TARİHLİ DEFTERİ’NİN TRANSKRİPSİYON VE DEĞERLENDİRMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ÜSKÜDAR KADILIĞI SİCİLLERİNDEN ÜSKÜDAR MAHKEMESİ MÜNÂKEHAT VE MÜFAREKAT 275 NUMARALI 1332 TARİHLİ DEFTERİ’NİN TRANSKRİPSİYON VE DEĞERLENDİRMESİ"

Copied!
354
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ

ÜSKÜDAR KADILIĞI SİCİLLERİNDEN ÜSKÜDAR MAHKEMESİ MÜNÂKEHAT VE MÜFAREKAT 275 NUMARALI 1332 TARİHLİ

DEFTERİ’NİN TRANSKRİPSİYON VE DEĞERLENDİRMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Elif ÖZTÜRK

Tarih Ana Bilim Dalı Tarih Programı

(2)
(3)

T.C.

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ

ÜSKÜDAR KADILIĞI SİCİLLERİNDEN ÜSKÜDAR MAHKEMESİ MÜNÂKEHAT VE MÜFAREKAT 275 NUMARALI 1332 TARİHLİ

DEFTERİ’NİN TRANSKRİPSİYON VE DEĞERLENDİRMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Elif ÖZTÜRK (Y1712.370005)

Tarih Ana Bilim Dalı Tarih Programı

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Abdulhaluk Mehmet ÇAY

(4)
(5)
(6)
(7)

YEMİN METNİ

Yüksek Lisans tezi olarak sunduğum “Üsküdar Kadılığı Sicillerinden Üsküdar Mahkemesi Münâkehat ve Müfarekat 275 Numaralı 1332 Tarihli Defterin Transkripsiyon ve Değerlendirmesi” adlı çalışmanın, tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadar ki bütün süreçlerde bilimsel ahlak ve etik geleneklere aykırı düşecek bir davranışımın olmadığını, tezdeki bütün bilgileri akademik ve etik kurallar içinde elde ettiğimi, bu tez çalışmasıyla elde edilmeyen bütün bilgi ve yorumlara kaynak gösterdiğimi ve yararlandığım eserlerin bibliyografyada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yaparak yararlanmış olduğumu belirtir ve onurumla beyan ederim. (……/……/2020)

(8)
(9)

ÖNSÖZ

İnsanlık var olduğu günden beri geçmişini merak etmiş ve bu konuda sürekli incelemeler yapmışlardır. Yine insanlık var olduğu günden itibaren sosyal bir varlık olmuştur. Bu anlamda geçmişi incelerken aynı zamanda insanların toplum yapısı da incelenmelidir. Tarihin konusu insandır. İnsan sosyal bir varlıktır. Dolayısıyla insanların toplum içindeki yaşayışları, kültürleri ve gelenekleri de tarihin konusu içine girmektedir.

Toplumun en küçük ve en temel unsuru ailedir. Bu sebeple bir toplumun tarihi incelenirken aynı zamanda o toplumun aile yapısı da incelenmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin aile yapısını, aile olmanın ilk şartı olan evlenme ve nikah olgusunu incelemek istedik. Bu amaçla çıktığımız yolda Osmanlı Kadı sicillerini incelediğimizde Şeriyye sicilleri içine alınmamış olan, Şeyhülislâmlık Arşivi’nde bulunan Bilad-ı Selase’ye ait münâkehat ve müfarekat defterleriyle karşılaştık. Bunların içinden İstanbul’un Üsküdar ilçesine ait bir Münâkehat ve Müfarekat defterinin transkriptini yapmaya karar verdik. Yaptığımız incelemeler sonucunda bu alanda çok fazla çalışmanın bulunmadığını ve yapılmış olan çalışmaların yetersiz olduğu kanaatine vardık.

Yapmış olduğumuz bu çalışmada, öncelikle defterin transkripti yapılarak yazılmış olduğu tarihlerdeki İstanbul Üsküdar’ındaki evlenme, boşanma, evlenirken verilen mihr-i muaccel ve mihr-i müeccellerin miktarı, bu miktarların devletin belirlediği kriterlere uygun olup olmadığı, evlenirken eve alınan eşyaların neler olduğu gibi veriler elde edilmiştir. Bu verilerin toplanmasıyla toplumun temel unsuru olan ailenin toplumsal hayattaki yeri ve önemi ile birlikte verilen mihr-i muaccel ve mihr-i müecceller ile eve alınan eşyalar doğrultusunda Osmanlı Üsküdar’ındaki ailenin sosyal ve ekonomik boyutu incelenmeye çalışılmıştır.

Çalışmamız giriş ile birlikte dokuz bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır. Giriş kısmında tezin konusu amacı ve sınırları hakkında bilgi verilmiş olup transkriptini yaptığımız defter genel hatlarıyla ele alınmıştır. İkinci bölümde Üsküdar’ın tarihçesi ve idari yapısı, üçüncü bölümde kadı ile ilgili, dördüncü bölümde nikah, evlilik, mehir, talak ile ilgili, beşinci bölümde medeni hukuka geçiş ile ilgili bilgiler verilirken, altıncı bölümde defterin transkripsiyonu defterin orijinaline sadık kalınarak verilmiştir. Yedinci bölümde tarafımızca defterin değerlendirilmesi ve nikah kayıtlarına ilişkin tablolar yapılmıştır.

Son olarak bana bu konuda çalışma fırsatı veren saygıdeğer hocam Prof. Dr. Abdulhaluk Mehmet ÇAY’a, sevgili hocam Dr. Öğr. Üye. Alev DURAN’a, çalıştığımız defterin transkriptini yaparken bu yolda desteğini esirgemeyen hocam Dr. Öğr. Üye. Mehmet BİLGİN’e, çalışmaya başladığım günden beri yanımda olan Arş. Gör. Cem Düzen’e ve savunma jürisine gelerek değerli katkısını esirgemeyen hocam Doç. Dr. Muzaffer ÜREKLİ’ye öncelikle teşekkürü bir borç bilirim.

Bu zorlu süreçte maddî ve manevî desteklerini benden esirgemeyen aileme ve arkadaşlarıma teşekkür ederim.

(10)
(11)

İÇİNDEKİLER Sayfa ÖNSÖZ ... vii İÇİNDEKİLER ... ix ÇİZELGE LİSTESİ ... xi ŞEKİL LİSTESİ ... xv ÖZET ... xvii ABSTRACK ... xix 1. GİRİŞ ... 1 2. ÜSKÜDAR ... 5

2.1 Üsküdar’ın Coğrafi Konumu ... 5

2.2 Üsküdar’ın İsminin Menşei ... 6

2.3 Üsküdar’ın Tarihçesi ... 6

2.4 Üsküdar’ın Îdarî Yapısı ... 9

3. KADI ... 11

4. NİKAH, EVLİLİK, MEHİR, TALAK ... 15

4.1 Nikah ... 15

4.2 Evlilik ... 16

4.3 Mehir ... 18

4.4 Talak ... 20

5. TANZİMAT’TAN MEDENİ HUKUKA GEÇİŞ ... 23

6. METNİN TRANSKRİPTİ ... 29 7. METNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ... 249 8. SONUÇ ... 283 KAYNAKÇA ... 285 EKLER ... 289 ÖZGEÇMİŞ ... 331

(12)
(13)

ÇİZELGE LİSTESİ

Sayfa

Çizelge 7.1: Toplam Nikâh Akitlerinin Yıllara Göre Dağılımı ... 250

Çizelge 7.2: Toplam Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 251

Çizelge 7.3: 1246 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 251

Çizelge 7.4: 1247 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 252

Çizelge 7.5: 1248 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 252

Çizelge 7.6: 1249 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 252

Çizelge 7.7: 1250 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 253

Çizelge 7.8: 1251 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 253

Çizelge 7.9: 1252 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 253

Çizelge 7.10: 1253 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 254

Çizelge 7.11: 1254 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 254

Çizelge 7.12: 1255 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 254

Çizelge 7.13: 1256 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 255

Çizelge 7.14: 1257 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 255

Çizelge 7.15: 1258 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 255

Çizelge 7.16: 1259 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 256

Çizelge 7.17: 1260 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 256

Çizelge 7.18: 1261 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 256

Çizelge 7.19: 1262 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 257

Çizelge 7.20: 1263 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 257

Çizelge 7.21: 1264 Yıllındaki NİKAH Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 257

Çizelge 7.22: 1265 Yılındaki Nikah Akitlerinin Atlara Göre Dağılımı ... 258

Çizelge 7.23: 1266 Yılındaki Nikâh Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 258

Çizelge 7.24: 1267 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 258

Çizelge 7.25: 1268 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 259

Çizelge 7.26: 1269 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 259

Çizelge 7.27: 1270 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 259

Çizelge 7.28: 1271 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 260

Çizelge 7.29: 1273 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 260

Çizelge 7.30: 1275 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 260

Çizelge 7.31: 1276 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 261

Çizelge 7.32: 1277 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 261

Çizelge 7.33: 1278 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 261

Çizelge 7.34: 1279 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 262

Çizelge 7.35: 1280 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 262

Çizelge 7.36: 1282 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 262

Çizelge 7.37: 1283 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 263

Çizelge 7.38: 1285 Yılındaki Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 263 Çizelge 7.39: Toplam Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Yıllara Göre Dağılımı 264 Çizelge 7.40: Toplam Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı 264

(14)

Çizelge 7.41: 1248 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 265 Çizelge 7.42: 1249 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 265 Çizelge 7.43: 1250 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 266 Çizelge 7.44: 1251 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 266 Çizelge 7.45: 1257 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 266 Çizelge 7.46: 1258 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 267 Çizelge 7.47: 1261 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 267 Çizelge 7.48: 1262 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 267 Çizelge 7.49: 1263 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 268 Çizelge 7.50: 1264 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 268 Çizelge 7.51: 1265 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 268 Çizelge 7.52: 1266 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 269 Çizelge 7.53: 1270 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 269 Çizelge 7.54: 1275 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 269 Çizelge 7.55: 1276 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 270 Çizelge 7.56: 1277 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 270 Çizelge 7.57: 1278 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 270 Çizelge 7.58: 1279 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 271 Çizelge 7.59: 1280 Yılındaki Bakire Kadınların Nikah Akitlerinin Aylara Göre

Dağılımı ... 271 Çizelge 7.60: Talâk Olan Nikah Akitlerinin Yıllara Göre Dağılımı ... 271 Çizelge 7.61: Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı ... 272 Çizelge 7.62: 1257 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 272 Çizelge 7.63: 1258 Yılındaki Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı

... 273 Çizelge 7.64: 1259 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 273 Çizelge 7.65: 1261 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 273 Çizelge 7.66: 1262 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 274 Çizelge 7.67: 1264 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 274 Çizelge 7.68: 1265 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 274 Çizelge 7.69: 1266 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 275 Çizelge 7.70: 1268 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 275

(15)

Çizelge 7.71: 1269 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 275

Çizelge 7.72: 1275 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 276

Çizelge 7.73: 1277 Yılında Talâk Olan Nikah Akitlerinin Aylara Göre Dağılımı .. 276

Çizelge 7.74: İsimlerin Başına Eklenen Unvanlar ... 277

Çizelge 7.75: Memurlar ve Dini Görevlilerin İsimlerinin Başına Eklenen Unvanlar ... 277

Çizelge 7.76: Meslek Gruplarına Göre Lakaplar ... 278

Çizelge 7.77: Memleket ve Etnik Kökene Göre Lakaplar ... 280

Çizelge 7.78: İsmin Sonuna Eklenen Unvanlar ... 281

(16)
(17)

ŞEKİL LİSTESİ

Sayfa Şekil 1.1: Üsküdar İlçesi Haritası ... 1

(18)
(19)

ÜSKÜDAR KADILIĞI SİCİLLERİNDEN ÜSKÜDAR MAHKEMESİ MÜNÂKEHAT VE MÜFAREKAT 275 NUMARALI 1332 TARİHLİ

DEFTERİ’NİN TRANSKRİPSİYON VE DEĞERLENDİRMESİ

ÖZET

İnsanlığın oluşumundan itibaren bütün toplumlarda aile kutsal bir kurum olmuştur. İnsanlık geliştikçe aile kavramı gelişmiş ve daha çok ön plana çıkmaya başlamıştır. Toplumun en küçük birimi olan aile bulunduğu toplumun dini, kültürü, ekonomik ve siyasi yapısından etkilenerek bugünkü şeklini almıştır. Bu sebepten dolayı farklı kültürlerde farklı aile tipleri görülmektedir. İslam dini Tük aile yapısının oluşmasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Buna bağlı olarak İslam dinine uygun evlilikler yapılmıştır.

Osmanlı Devleti’nin zaman içerisinde gelişmesi ve nüfusun artması, yapılan evliliklerin belirli bir düzen içerisinde kaydedilmesi ihtiyacını oluşturmuştur. Yapılan evlilikler, münâkehat ve müfarekat defterlerine kaydedilmiştir. Böylece kimin kiminle evli olduğu bilinmiş ve daha sonra boşanma durumunda olabilecek karışıklıklar önlenmiştir.

Bu tez, Osmanlı İstanbul’undaki Üsküdar kadılığına ait bir nikâh defteri olup 1246-1285 yılları arasındaki nikâh kayıtlarını içermektedir. Çalıştığımız defter Tanzimat Dönemi’ni de kapsadığı için oldukça ilgi çekicidir.

Anahtar Kelimeler: Evlilik, Nikâh, Mehir, Talak, Kadı, Medeni Hukuk, Nikâh

(20)
(21)

THE EVALUATION AND TRANSCRIPTION OF THE MARRIAGE REGISTRATION BOOK FROM ÜSKÜDAR JUDICIARY OFFICE, WITH

THE REGISTRATION NUMBER 275 AND YEAR 1332 ABSTRACT

Family has always been a sacred institution in all communities since the existence of mankind. As the mankind improved, the family concept also impraved and became prominent. Family, which is the smallest unit of the society, has always been inflevenced by the religion, the culture, the ecoonomic and political structure of the society and has taken ist present form today. Therefore, its quite natural to observe that there are different family structurer in different societies. The religion of Islam of has always played an important role in the formation of the Turkish Family structure. Thus, marriages have always been arranged in accordance with the basic principles of Islam.

The development of the Ottoman Empire and the drastic increase in its population made it inevitable to record marriages in the marriage registration book. All the marriages were registered in marriage and divorce registration books.

By officially keeping track of all marriages, the problems that might be faced in caseof divarce were prevented.

This dissertation is about marriage registration book belonging to Üsküdar judiciary Office in Ottoman era and includes the records of marriages between the years 1246-1285. The book that is being analyzed might be intriguing since it belong to “Tanzimat” reform era.

Key Words: Marriage, Mehir, Talak, Kadı, Civil Law, Family Registration Book,

(22)
(23)

1. GİRİŞ

Üsküdar coğrafi konum olarak İstanbul’un Asya kıtasında yer almaktadır. Kuzeyinde Beykoz, doğuda Ümraniye, güneydoğusunda Ataşehir, güneyinde Kadıköy ilçesi bulunmaktadır. Üsküdar ilçesi bugünkü haliyle 33 mahalleden oluşmaktadır. Bunlar; Acıbadem, Ahmediye, Altunizade, Aziz Mahmud Hüdayi, Bahçelievler, Barbaros, Beylerbeyi, Bulgurlu, Burhaniye, Cumhuriyet, Çengelköy, Ferah, Güzeltepe, İcadiye, Kandilli, Kısıklı, Kirazlıtepe, Kuleli, Kuzguncuk, Küçük Çamlıca, Küçüksu, Küplüce, Mehmet Akif Ersoy, Mimar Sinan, Murat Reis, Salacak, Selamiali, Selimiye, Sultantepe, Ünalan, Valide-i Atik, Yavuztürk, Zeynep Kamil mahalleleridir.

Şekil 1.1: Üsküdar İlçesi Haritası Kaynak:Tahir Dinç,2020

(24)

Üsküdar, İstanbul’dan Boğaziçi ile ayrılmış olup Kocaeli yarımadasının ilk burnudur. İstanbul’un hemen yanında farklı özelliklere sahip olan bu yerleşim yeri; Marmara Denizi’nin İstanbul Boğazı ile birleştiği, Avrupa ve Asya arasında bir köprü rolü üstlenmiş, tarih boyunca da önemini her zaman korumuştur. Başta İstanbul’un fethi olmak üzere birçok tarihi olaya şahitlik etmiş, zengin bir tarihi ve kültürel mirasa sahip bir şehir olmuştur.

Üsküdar, yedi dağın dere ve tepesi üzerine kurulmuş, içinde bol su kaynaklarının olduğu binlerce bağ ve bahçesi bulunan, ziraat ve hayvancılığın yapıldığı, yalıları ve imaretleriyle büyük bir şehirdir. Bulunduğu konum itibariyle Üsküdar Asya’ya açılan ilk kapı olmuştur. Bu sebeple birçok seyyahın, elçinin, tüccarın uğrak yeri olmuştur. İlkçağda Altın Şehir olarak bilinen Üsküdar zaman içinde birçok isimle anılmıştır. Son hali olarak Üsküdar kelimesinin Evliya Çelebi’ye göre Eskidar kelimesinden gelmiş olabileceği düşünülmektedir.

Üsküdar ilkçağlardan itibaren çeşitli devletler tarafından yönetilmiş ve farklı etnik grupların bir arada yaşadığı bir merkez olması sebebiyle İstanbul’un ilgi çekici semtlerinden birisidir. Üsküdar ile ilgili birçok çalışma yapılmış olmasına rağmen Üsküdar Kadılığına ait bir Nikah Defteri ile ilgili hiçbir çalışmanın olmaması dikkatimizi çekmiştir. Böyle bir çalışmanın ilim âlemine katkı sağlayacağı düşüncesi ile böyle bir konu hakkında çalışma kararı alınmıştır.

Araştırmamızda takip ettiğimiz yöntem tümevarım yöntemidir. İlk olarak kütüphanelere gidilerek çalışmamızla ilgili kaynak taraması yapılmıştır. Daha sonra Süleymaniye Bab-ı Meşihat Arşivi’nde 16 adet Üsküdar Kadılığına ait Münâkehat ve Müfarekat Defteri tespit edilip, 275 Numaralı 1332 Tarihli Defter seçilerek defter günümüz harflerine çevrilmiştir. Bu eseri günümüz harflerine çevirirken özel bir transkripsiyon kullanılmamıştır. Daha sonra da tezimizde bulunan hicri tarihler Türk Tarih Kurumunun internet sitesinden miladi tarihe çevrilmiştir.

Çalışmamızın birinci bölümü Giriş, ikinci bölümü Üsküdar’ın coğrafi konumu, İsminin Menşei, Tarihçesi, İdari Yapısı hakkında, üçüncü bölümü kadılık makamı hakkında, dördüncü bölümü nikah evlilik, mehir ve talak hakkında, beşinci bölüm Tanzimat’tan Medeni Hukuka geçiş hakkında bilgiler vermektedir. Altıncı bölümde defterin transkripti, yedinci bölümde defterin değerlendirmesi yapılmış ve sonuç yazılmıştır. Son olarak ekler kısmına da defterin orijinali konulmuştur.

(25)
(26)
(27)

2. ÜSKÜDAR

2.1 Üsküdar’ın Coğrafi Konumu

Bülbül, Çavuş ve Balaban derelerinin eski limanının bulunduğu yere getirdiği alivyonlarla meydana gelen düzlükten başlayarak; kuzeydoğuda Sultantepe, güneyde Ayazma Mahallesi ve Doğancılar, güneydoğuda Toptaşı yamaçlarına kadar uzanır. Bu dar anlamdaki Üsküdar Semtine karşılık geniş anlamdaki Üsküdar 33 km2

’lik bir alan kaplayarak kuzeyde Beykoz, doğuda Ümraniye, güneydoğuda Ataşehir, güneyde Kadıköy ilçesi sınırlarına kadar yayılır.1 Üsküdar, İstanbul’dan boğaziçiyle

ayrılmıştır ve Kocaeli yarımadasının ilk burnu Üsküdar’dır. Bir bölümü düzlükte, bir bölümü tepelikte yer alır.2 İstanbul’un hemen yanı başında bulunan fakat farklı

özelliklere sahip bir yerleşim yeri olan, Marmara Denizi’nin İstanbul Boğazı’yla birleştiği yerde bulunan ve Avrupa ile Asya arasında bir köprü rolü üstlenen Üsküdar, tarih boyunca hep önemini korumuştur. İstanbul’un fethi olmak üzere pek çok önemli hadiseye şahitlik etmiş, zengin bir tarihi ve kültürel mirasa sahip nadide bir şehirdir.3

Üsküdar, yedi dağın dere ve tepesi üzerine kurulmuş, dokuz bin kadar bağı, bahçeli, yalılı evleri ve diğer imaretlerle süslü, büyük bir şehirdir.4 Aynı zamanda içinde bol

su kaynaklarını barındıran, ziraat ve hayvancılık, balıkçılık, orman işleri ve tuz çıkarımı gibi işlerin yapılabildiği verimli bir coğrafi mekâna sahiptir.5

1 Hanefi Bostan, “Üsküdar”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, XLII. Cilt, İstanbul, 2012, s. 364.

2Ahmet Tabakoğlu, “Osmanlı Dönemi’nde Üsküdar Köyleri”, V. Üsküdar Sempozyumu (1-5 Kasım 2007) Bildiriler, I. Cilt, İstanbul, 2007, s.143.

3 Bahir Selçuk, “18. Yüzyıla ait bir Mecmuada Üsküdar”, Turkish Studies, Volume 4/3, 2009, s.

2123.

4 Sami Şener, “Üsküdar’da Zaman Perspektifi İçinde İnsan ve Kültür Dinamizmi”, IV. Üsküdar Sempozyumu (3-5 Kasım) Bildiriler, II. Cilt, İstanbul, 2006, s.33.

5 Nevzat Ercan, 18.Yüzyılın İlk Yarısında Üsküdar’da Yer Alan MüslimGayrimüslim İlişkileri -Şeriye Sicilleri Işığında, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Doktora

Tezi), İstanbul, 2012, s. 16.

(28)

2.2 Üsküdar’ın İsminin Menşei

İlkçağda adı “Altın Şehir” anlamına gelen Khrysopolis olan Üsküdar’ın ismi daha sonra Scutari, Scutarion kelimeleriyle anılmıştı.6 Bu sözcüğün etimolojik olarak,

Roma dönemine ait olduğu ifade edilmekte ve buna göre Kalkanlı Roma askerlerine Scutari denmekte ve bu askerlerin şehirde, Scutarion adıyla bir de kışlası bulunmaktaydı.7Üsküdar’ın denize doğru uzanan kısmına Orta Bizans dönemlerinde

“Damalis Burnu” denirdi. Bundan dolayı Üsküdar “Damalis” olarak da anılmıştır.8

Evliya Çelebi ise Üsküdar kelimesinin aslının “Eskidar olduğunu yanlış telaffuzdan dolayı “Üsküdar olduğunu ifade etmektedir. Evliya Çelebiye göre Kadıköy kurulduktan sonra Üsküdar evleri Kadıköy’ün yeni evleri karşısında “eski” ve “dar” kaldığı düşünmesinden dolayı eski ve dar kalan bu yerleşim yerine “Eskidar” denilmiş, daha sonra ise “Üsküdar” adına dönüşmüştür.9

Üsküdar’ın “menzilhane”, “menzil”, “menzil atı” gibi anlamları da mevcuttur. İranlılar Krizepolis’de imparatorluğun her yerine emirler gönderen bir menzil (konak) oluşturmuş ve bu sistemi Roma İmparatorluğu’ndan daha iyi bir duruma getirerek devam ettirmiştir. Üsküdar bu posta menzil teşkilatının Asya’ya açılan kapısının ilk durağıdır, ilk menzilidir. Asya’nın kapısı olması Avrupa’ya geçişin son noktası olması, tüccarların, seyyahların dinlenme yerleri olması, jeopolitik konumu, Üsküdar’ın daha çok menzil (konaklama) anlamına geldiğini bize göstermektedir.10

2.3 Üsküdar’ın Tarihçesi

Üsküdar, tarih boyunca İstanbul ile Asya arasında köprü vazifesi bir konak yeri, bir iskele olması sebebiyle birçok istilaya, işgale maruz kalmış, önemli tarihi olaylara sahne olmuştur. Osmanlılar döneminde önemli bir liman ve şehir özelliğini kazanan Üsküdar, İstanbul’un Anadolu’ya açılan askeri, ticari, siyasi, sosyal ve kültürel penceresi mahiyetindeydi. Özellikle de Asya taraflarına sevk edilen orduların,

6

Semavi Eyice, “Fetihten Önce Üsküdar”, I. Üsküdar Sempozyumu (23-25 Mayıs 2003) Bildiriler, I. Cilt, İstanbul, 2004, s.17.

7 Davut Hut, “Üsküdar’da Tarihi Yer Adları”, II. Üsküdar Sempozyumu (12-13 Mart) Bildiriler, I.

Cilt, İstanbul, 2005, s. 161.

8 Mustafa Akkaya, 17. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Üsküdar, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler

Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2010, s. 16.

9Akkaya, a.g.e., s. 17. 10

a.g.e., s. 17.

(29)

teçhizat, mühimmat ve asker ikmali yaptığı ilk konaklama yeridir. Diğer yandan İstanbul ve Avrupa’ya İran, Basra, Kafkasya, Arabistan ve Mısır’a giden ve gelen ticaret mallarının yolu üzerinde olması da buranın önemini arttırmıştır. İstanbul ve Avrupa’dan İran ve daha doğuya giden veya oralardan İstanbul tarafına gelen diplomat ve seyyahların yol güzergâhında bulunan Üsküdar birçok batılı seyyah tarafından görülüp ve gezilen bir mekân olmuştur.11

Üsküdar’ın tarih öncesine ait bulgular, kalıntılar, bilgiler şu ana kadar elde edilememiştir. Fakat ilk insanlar dere yataklarında, nehir kenarlarında ve arazinin iç kısımlarında yaşamışlardır. Bu yaşamlarla alakalı bulgular Fikirtepe ve Kurbağalıdere de bulunduğundan, Üsküdar’ın Bulgurlu ve Çamlıca tepelerinden inen derelerin kıyılarında da ilk insanların yaşamış oldukları söylenebilir.12 Üsküdar şehri

çeşitli tarihlerde İranlılar’ın, Makedonyalılar’ın, Bizanslıların, Arapların ve son olarak da Türklerin eline geçmiştir.13 Üsküdar için şehir ifadesi kullanılsa da;

Türklerin, Müslümanların eline geçtiği zamana kadar şehir olamamıştır. Kadıköy’ün bir köyü varoşu olarak görülmüştür. Bizans’a yakın olması, genişlemesine ve ilerlemesine engel olarak görülmesine rağmen; Asya’nın Avrupa kıyısına en çok yaklaşan bir noktasında bulunması, burayı her zaman işlek bir transit yer yapmıştır.14

Müslümanların Üsküdar’la irtibatı erken dönemden itibaren başlamış, Emeviler döneminde İslam ordularının İstanbul’u kuşatmalarında bir üs görevi görmüştür. Abbasiler döneminde ise Halife Mehdî ve Hârûnürreşîd zamanında muhasara edilmiştir. Üsküdar 1352 yılında Osmanlılar tarafından alındıysa da bu durum uzun ömürlü olmamış, 1402’de Ankara Muharebesi’nden sonra Osmanlıların elinden çıkmıştır.15

Osmanlı’nın, Osman Bey tarafından kurulup, sonra Rumeli ve Bizans’ın hedef alınması ile Bizans ve Konstantinopolis’in kaderinin değişmesi Üsküdar’ı da etkilemiştir. Üsküdar İstanbul’un fethinden sonra Türk-İslam şehri haline gelmiştir. 16

11 Mehmet Alaaddin Yalçınkaya, “III. Selim ve II. Mahmud Dönemlerinde Batılı Seyyahlara Göre

Üsküdar (1789-1839), VI. Üsküdar Sempozyumu (6-9 Kasım) Bildiriler, İstanbul 2008, s. 43.

12

Eyice, a.g.e., s.17

13 Mehmet Solmaz, Tarih Boyunca Asya’nın Kapısı, Her Yönüyle Üsküdar, İstanbul, 1979, s. 6. 14Akkaya, a.g.e., s. 18.

15 Ercan, a.g.e., s.14 16

Akkaya, a.g.e., s. 25.

(30)

Üsküdar Fatih’in İstanbul’u fethine şahitlik etmiş, konumu itibariyle bu fethe merkez, üs olarak yardım etmiştir. Fetih ve Fatih ile beraber “Bir İslam Şehri” haline dönüşmeye başlayan İstanbul gibi, Üsküdar da dönüşüm ve değişim içerisine girmiştir. Bu dönüşüm ve değişim, fetihten sonra Üsküdar’dan kaçan Rumların yerlerine Anadolu’dan getirilen Türklerin yerleştirilmesiyle başlar ve bunu diğer Osmanlı kurum ve kuruluşlarının inşası devam ettirir.17 İstanbul’un fethinden sonra

Osmanlı orduları Anadolu’ya buradan hareket ederdi. Padişah ve serdarların otağı burada kurulurdu. Hükümdar, muhteşem bir törenle Topkapı Sarayı’ndan hareket ederek Üsküdar’a geçerdi. Önünde alay sancaklarının dalgalandığı otağda birkaç gün oturduktan ve seferî kuvvetlerin resmi geçidini seyrettikten sonra ordu ile hareket ederdi.18

Fatih Devrinde Üsküdar’ın yeniden kurulduğu söylenebilir. Salacak’ta kendi adıyla anılan bir mescit yaptırmış, böylece Üsküdar’ın ilk mahallesi ortaya çıkmıştır. Üsküdar bu zamana kadar bir asra yakın Türk kontrolünde bulunmasına rağmen, daimi bir yerleşim gerçekleşememiştir. Fatih Sultan Mehmed, Üsküdar’a Anadolu’dan Türk halkı getirerek buraya yerleştirmiştir. Bizanslılar zamanında sınırlı ve sönük bir kasaba olan Üsküdar, bir Krizepolis olmaktan çıkmış, camileri ve saraylarıyla İstanbul’un karşısında ona benzer bir karakter almış kıyıdan Çamlıca tepelerine kadar uzayıp yükselmiştir.19

Yükselme dönemiyle beraber gerçekleşen fetihlerle topraklarını genişletip, cihan devleti olan Osmanlı, doğudan gelen elçileri İstanbul merkezine gelmeden önce Üsküdar’da karşılatırdı.20

XVI. yüzyılda Üsküdar, Kanuni döneminde Gülfem Hatun’un, valide sultanın adlarıyla yapılan binalarla gelişme göstermiştir.21

Yine Kanuni döneminde Kanuni’nin kızı, Rüstem Paşa’nın zevcesi Mihr ü mâh Sultan Üsküdar’da iskele karşısında kendi adıyla anılan bir camii ve imarethane yaptırmıştır. Bu camii etrafında Mihr ü mâh Sultan mahallesi kurulmuştur.22

Daha sonraki dönemlerde bu büyümenin gerçekleşmesinde Arasta Çarşısı, Davud Paşa imareti, Gülfem Hatun Çarşısı, Mihr ü mâh Sultan Külliyesi ile Atik Valide Sultan

17 a.g.e., s. 29. 18Şener, a.g.e., s.31-32 19Şener, a.g.e., s. 34 20 Akkaya, a.g.e., s. 29. 21 a.g.e, s. 30. 22 Akkaya, a.g.e., s. 31.

(31)

Külliyesi’nin büyük payı vardır. XVII. Yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde Üsküdar sınırları içinde on sekiz mahalle, yedi köy ve bir zaviye görülmekteydi.23

XVIII. yüzyılda Üsküdar’ın gelişerek Bağlarbaşı ve Selimiye’ye doğru büyüdüğü ve yeni mahallelerin ortaya çıktığı görülmektedir. XVIII. Yüzyılda Ermeniler yanında Çingeneler de Üsküdar’a ve köylerine yerleşmeye başladı. Kaynaklarda Ermeniler’in bu asırda Selamiye/Selamsız ve Yenimahalle’de ikamet ettikleri, bir kısmının Kuzguncuk ve Kandilli’ye yerleştiği belirtilir. Çingeneler XVIII. Yüzyılda Selamsız semtine iskân etmeleriyle birlikte nispeten kalabalık bir grup haline gelmişlerdir. XIX. Yüzyılın ortalarına doğru Üsküdar’da otuz dokuz mahalle ve yedi köyün bulunduğu tespit edilmiştir.24

İlk zamanlar sahil kesimlerinde toplanan yerleşim yerleri büyümüş, nüfusun giderek artması sonucu özellikle bağların bulunduğu Bağlarbaşı, Altunizade ve Acıbadem, Haydarpaşa istikametinde yerleşim yerleri oluşmuştur. Üsküdar, İstanbul ve özellikle Galata’daki hayata nazaran orta sınıf insanların sakin ve münzevi bir hayat yaşadıkları yer olmuştur. Burada yaşayan insanlar geçimlerini, tarım, ticaret, kayıkçılık ve bazı zanaatlarla sağlamışlardır. Yıllar içerisinde göç alan Üsküdar’ın nüfusu zaman geçtikçe artmış, bunun bir sonucu olarak da yeni mahalle ve köyler oluşmaya başlamıştır. İlk zamanlar az sayıda olan mahalle sayısının son dönemlerde daha da artması nüfus hareketliliğinin ne denli yüksek olduğunu göstermektedir.25

Kısa zamanda doğal güzellikleri, bereketli meyve ve sebze bahçeleriyle, denizle bütünleşmiş kimliği ile özellikle zengin, asil ve yüksek rütbeli devlet görevlilerinin toplandığı üst bir tabakanın mekânı oluvermiştir. Dolayısıyla böyle bir mekânın zevk ve ihtiyaçları, Üsküdar’ı çok kısa bir zamanda önemli bir kültür ve sanat merkezi haline getirmiştir.26

2.4 Üsküdar’ın Îdarî Yapısı

Üsküdar ve çevresi, 1352 yılında Orhan Gazi tarafından ele geçirilmişse de kesin kez Osmanlı hakimiyetine İstanbul’un Fethi ile girmiştir.27 Üsküdar, Osmanlı idaresine

23 Bostan, a.g.e., s.365 24

a.g.e., s.366.

25Ayşe Uygun, 761 No’lu Şer’iyye Sicilinin Transkripsiyon ve Değerlendirmesi, Marmara

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2014, s 21.

26Tabakoğlu, a.g.e., s. 36-37 27

Uygun, a.g.e., s. 22.

(32)

girdiğinde Kocaeli sancağına bağlı Gebze kazası içinde yer aldı ve kadılık merkezi haline getirildi.28 Fetihten Tanzimat’a değin İstanbul idari açıdan başta İstanbul kadılığı olmak üzere Bilâd-ı Selâse adıyla dört kazaya ayrılmış ve bu dört kaza Kadı tarafından yönetilmiştir. Klasik Osmanlı döneminde şehir ve civarındaki köy ve nahiye gibi yerleşim birimlerinin yönetimi ve yargı görevi kadıların elinde toplanmıştı. II. Mahmud döneminde 1827 yılında İhtisâb Nezareti’nin kurulmasıyla bu durum değişti. Kadı ve mahalle imamlarının yetkileri giderek azalmaya başladı. 29

1839 Tanzimat Fermanı ile başlayan modernleşme süreci idari alanda da kendini göstermiştir. Başlayan reformların neticelerinden biri 1855 yılında İhtisâb Nezareti’nin lavedilerek belediye işleriyle daha etkin bir şekilde ilgilenilmesi için İstanbul Şehremaneti kurulmuştur. Şehremaneti’nin belediye işlerindeki yetersizliği üzerine 1857’de modern beledî hizmetlerin görülmesi amacıyla belediyeler kurulmaya başlanmıştır. 1871’e kadar Üsküdar, “Nefs-i İstanbul” denilen sur içi İstanbul’un dışında nahiye, kasaba, karye ve mezraların bağlı olduğu kaza merkezi olmuştur.30

Yürürlüğe giren Vilayet Nizamnâmesi ile imparatorluğun idarî teşkilatı değiştirilmiş ve Üsküdar 1871 yılında, İstanbul vilayetine bağlı Beykoz, Gebze, Kartal ve Şile kazalarını içine alan bir mutasarrıflık merkezi olmuştur. 1876’da hükümet şeklinin meşrutiyet olmasıyla İstanbul’da belediye daireleri ve Şehremaneti teşkilatı kurulmuş ve Üsküdar Dokuzuncu Daire-i Belediyye’nin faaliyet alanında yer almıştır. 1922’de Üsküdar tekrar sancak haline geçerek, Şile, Kartal, Gebze kazalarından meydana gelmektedir. Üsküdar kadılığı kaza faaliyetlerini 1924 yılına kadar devam ettirmiş, bu tarihte Kadılık müessesesinin kaldırılmasıyla tarihe karışmıştır. 1926 tarihli Teşkilat-ı Mülkiye Kanunu ile sancak statüsü kaldırılıp İstanbul iline bağlı bir kaza olan Üsküdar, 1930 yılında Kadıköy ve Beykoz’un ayrılmasıyla müstakil ilçe haline gelmiştir.31

28 Bostan, a.g.e., s.367

29İlber Ortaylı, “Belediye” Diyanet İslam Ansiklopedisi, V. Cilt, İstanbul, 1992, s. 398-399 30 Uygun, a.g.e., s. 22.

31

Uygun, a.g.e., s. 21.

(33)

3. KADI

Arapça’da Kazâ (Kadâ) kökünden ism-i fâil olan kâdî, fıkıh terimi olarak insanlar arasında meydana gelen çekişme ve davaları şer’i hükümlere göre çözümlemek için yetkili makamca tayin edilen kişiyi ifade eder.32

Kadı, Osmanlı Devleti’nde çok geniş yetkileri hâiz ve şer’iyye mahkemelerinde yargı görevini ifâ eden şahıslara denir. İmparatorluk eyalet ve sancak düzeni esasına göre yönetilirken, şer’i ve adlî olarak kazâ birimine ayrılmıştı ve kadı da bu birimin başında bulunurdu. Eyalet ve sancaklarda beylerbeyleriyle sancakbeyleri yetkili olurken, kazâ sisteminde, kadılar yetkili olmaktaydı. 33

Osmanlı Devleti’nde beylik döneminden beri fethedilen yerlere hukuku temsilen bir kadının, idareyi temsilen bir subaşının tayini yerleşmiş bir gelenekti. Osmanlı Devleti’nde ilk kadı, Osman Gazi tarafından tayin edilen, Şeyh Edebalı’nın talebesi olan Dursun Fakih’tir.34 Osmanlı kadısı İslam Devletleri içinde özgün bir yeri olan adliye ve mülkiye görevlisidir. İlmiye sınıfındandır, şer’i hukuk adamıdır, ancak mülki erkan içindedir. Bütün yönetici zümre gibi askerî sınıfın bir üyesidir. Şer’î hukuku uygulamakla vazifeli olması sebebiyle merkezi hükümet memuru olduğu kadar ahâlinin de devlet karşısındaki temsilcisi ve sözcüsü durumundaydı. Gayrimüslim ahâlinin de hukukunu gözetmek ve mâli yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerine dikkat etmek zorundadır.35 Kadıların asıl görevi insanlar

arasında meydana gelen hukukî ihtilâfları sonuçlandırmak, hukuka aykırı davranışların cezasını hükme bağlamak, verdikleri hüküm ve cezaları icra ve infaz

32Fahrettin Atar, “Kadı”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, XXIV. Cilt, 2001 s. 66.

33 Hale Kumdakçı, 402 No’lu Üsküdar Şer’iyye Sicil Defterinin Transkripsiyon ve Değerlendirmesi (H. 1153-54), Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü,

(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2009, s. 8.

34Şükran Çeker Çetin, 762 No’lu Üsküdar Şer’iyye Siciline Göre H. 1317-1318/ 1899-1900 Yılları Arasında Üsküdar Kazasında Sosyal Hayat, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,

(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul, 2008, s. 6

35İlber Ortaylı, “Kadı”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, 24. Cilt, 2001, s. 70.

(34)

etmektir.36 Osmanlı kadısı, mahkeme hâkimi olmasının yanı sıra aynı zamanda bir noter, şehirdeki vakıfların müfettişi ve belediye reisidir.37

Kadılar almış oldukları geniş yetkilerine dayanarak bulundukları bölgede olup biten olayları, devlet merkezi ile yapılan yazışmaları, askerî meseleleri ve yerine getirdikleri belediye işlerini tüm ayrıntısıyla kayıt altına alırlardı. Kadıların bulundukları kazalarda çok geniş görev alanları vardı. Kadılar şer’i hükümleri icrâ ederek, Hanefî mezhebinin tartışmalı görüşlerinden en sahih olanını araştırıp uygularlardı. Şer’iye sicillerini yazdırırlar, veli ve vasisi olmayan küçükleri evlendirirler, mirasları taksim ederler, yetimlerin ve kayıp kişilerin mallarını muhafaza ederler, vasi ve vekilleri ta’yîn yahut azlederler, vakıfların tescilini yapıp muhasebelerini kontrol ederlerdi, evlenme akitlerinin icrâsı, vasiyetlerin tenfizi gibi bütün şer’î meselelerde tasarruf hakkına sahiptirler. Ancak memleket’in nizâmı, vatandaşın korunması ve gözetilmesi, devletin idâresi ile ilgili hususlarda takdir haklarını devletin öteki yetkililerine bırakırlardı.38

Osmanlılarda kadıları yetiştiren kaynak medreselerdi. Osmanlı Devleti’nde kadı olabilmek için medresenin yüksek derecelerinden mezun olmak gerekiyordu. Medreseden mezun olduktan sonra kadılık görevine tâlip olan bir ilmiye mensubu, doğrudan padişah tarafından atanıp, onun adına adalet hizmetlerini yürütürdü.39

Kadının mesleki eğitimde kurumlaşmasının en önemli olay Sahn-ı Semân diye bilinen Fatih Medreseleri’nin teşekkülüdür. XVI. yüzyılda Süleymaniye Medreseleri kuruluncaya kadar bu yüksek eğitim kurumu kadılık mesleğine girecek gençlerin tahsil görüp icâzet aldıkları yer olmuştur.40

Medreseyi bitiren, icazet sırasına göre matlab defteri denen deftere yazılırlar ve bunlara mülâzım denilirdi. Bu mülâzımlar müderris olmak istemeyip kazâ mesleğini seçerlerse en küçük idarî birlikten başlamak şartıyla kadı olarak tayin edilirlerdi. Sonra kazaskerlik hatta şeyhülislamlığa kadar yükselebilirlerdi. XV-XVI. asrın ortalarına kadar kadılar Divan-ı Hümayun toplantılarında Rumeli ve Anadolu kazaskerlerinin arz ve sultanın onayıyla tayin edilirdi. Fatih Sultan Mehmet döneminde, şeyhülislamların

36

Atar, a.g.m, s. 67.

37İlber Ortaylı, Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek, İstanbul, Timaş yayınları, İstanbul, 2006, s. 127. 38Kumdakçı, a.g.e., s. 8.

39 a.g.e., s. 8.

40İlber Ortaylı, “Kadı”, s. 70.

(35)

kazaskerlere takaddüm etmesi nedeniyle mevali denilen büyük kadıların tayini şeyhülislamlara devredildi. Diğer kadıların tayini ise kadıaskerde bırakıldı.41

Osmanlı Devleti’nde kadılar; 1- Büyük ve Küçük Kaza, 2- Sancak ve Eyâlet Kadıları olmak üzere iki sınıftı. Kaza kadıları Anadolu, Rumeli ve Mısır’daki kazaların kadılıkları olmak üzere üç sınıftı. Kaza kadılarının tayini Anadolu yakasında Anadolu, Rumeli yakasında ise Rumeli kadıaskeri defterine kayıtlıydı.42

Kadıların görevleri;

• Kadılar öncelikle bulundukları yerde halkın hukuk ve cezaya, muhakemeye dair işlerine bakarlardı. Bu davalarda kadılar şahitleri dinleyip, ilgili belgeleri toplayıp bir hükme varırlardı.

• Kadılar küçük yerlerdeki işleri takip etmek üzere nâibler tayin etme yetkisine sahiplerdi. Böylece nâibleri aracılığı ile en uzak yerlerdeki olaylardan dahi haberdar olurlardı.

• Her türlü kefâlet, vekâlet, mukavele ve borçlanma gibi akitler kadılar tarafından gerçekleştirildiğinden kadılar adeta bugünkü noter vazifesini de yürütmektedirler.

• Aile hukuku ve mirasa taalluk eden meseleler de kadılar ve nâibleri tarafından takip edilir ve neticelendirilirdi.

• Kadılar emlak alım satım işleriyle meşgul olurlar ve bunu sicile kaydederlerdi.43

Osmanlı Devleti’nde kadılar her türlü şer’i ve hukuki davalara bakmanın yanı sıra, halkın ihtiyacı olan işlerden alışverişlere, narh belirlemeye, vakıf vb. gibi kurumların idari yönetimine görevli tayinine kadar her türlü vazifeyi görürlerdi. Bunun dışında bölgenin asayişini subaşı ile denetler, din işleriyle ilgili atamaları takip eder, sanatkâr ve esnafı denetlerdi.44

41İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Basımevi,

Ankara, 1987, s. 87.

42Uzunçarşılı, a.g.e., s. 91. 43 Çetin, a.g.e., s. 9

44 Müslüm İstekli, Üsküdar’ın Sosyal ve İktisadi Hayatıyla İlgili Üsküdar Kadı Sicillerindeki Kayıtların Tespit ve Analizi (H. 978-991, M. 1570-1584), Marmara Üniversitesi Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü, (Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2005, s. 10-11

(36)

Kadıların görev süreleri belirli sebepler dolayısıyla sınırlandırılmıştır. Mevleviyet denilen büyük kadıların görev süresi bir yıl, kaza kadılarının iki yıl iken sonradan 20 aya indirilmiştir.45

Bugünkü İstanbul sınırları içinde fetihten itibaren sur içinde bir ve sur dışında bilâd-ı selâse’de birer adet olmak üzere toplam dört kadılık bulunmaktaydı. Sur içindeki kadılık İstanbul kadılığı olup hâkimine “İstanbul Kadısı” veya “İstanbul Efendisi” denilirdi. Bilâd-ı Selâse olarak adlandırılan yerler Eyüp, Galata ve Üsküdar’dır. Evliya Çelebi’nin verdiği bilgilere göre Üsküdar kadısına bağlı 100 memur, civarda beş nâibi olup, kadı senelik 500 akçe ile payelidir. Ayrıca senelik geliri 40.000 kuruştur.46

İstanbul’un fethiyle önemi artan, bir anlamda İstanbul’un Anadolu’ya açılan kapısı olan Üsküdar, bir şehir olarak XVI. yüzyılda gelişmeye ve büyümeye başlamıştır. Buna paralel olarak şehrin idari statüsü mevleviyete dönüştürülmüş ve H. 991/1583 yılında Şile ve Kandıra kazaları Üsküdar Kadılığı’na ilave edilerek şehrin idari yapısı mevleviyet kadılıkları statüsüne dahil edilmiştir. Mevleviyete dönüştürülen şehre atanan ilk kadı Mehmet Şah Fenari oğlu Abdulbaki Efendi’dir.47

45Uzunçarşılı, a.g.e., s. 94.

46 Evliya Çelebi, Seyahâtnâme, I. Cilt, İstanbul, 1314, s. 472. 47İstekli, a.g.e., s. 10

(37)

4. NİKAH, EVLİLİK, MEHİR, TALAK

4.1 Nikah

Sözlükte “birleşme, bir araya getirme; evlenme, evlilik” gibi anlamlara gelen nikâh kelimesi fıkıh terminolojisinde, şer’an aranan şartlar çerçevesinde aralarında evlenme engeli bulunmayan bir erkekle bir kadının hayatlarını geçici olmaksızın birleştirmelerini sağlayan akdi ve bu yolla eşler arasında meydana gelen evlilik ilişkisini ifade eder. Ailenin temelini teşkil eden evlilik bütün ilâhî dinlerde, kadın ve erkeğin kendilerine özgü mahremiyet ve paylaşım alanı oluşturmalarına ve insan soyunun devamına katkı sağlamalarına imkân veren yegâne meşru ilişki olarak kabul edilmiştir.48

İslam hukukuna göre nikâh, tarafların ve şahitlerin katılımıyla gerçekleştirilen medeni bir sözleşmedir.49Aile hukuku esas itibariyle evlenme müessesesine dayanır.

İslâm hukuk dilinde evlenmeyi ifade etmek için kullanılan teknik terim nikâhtır.50

Tanzimat’tan önce diğer İslâm ülkelerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de kadı belirli hallerde evlenmeye müdahale etmekle görevlidir. Bazen nikah akdinde bizzat hazır bulunur ve hüccet-i nikâh adı verilen bir belge tanzim ederdi. Fakat tarafların evlenme için kadıya gitmeleri mecburiyeti olmadığı gibi herhangi bir memurun veya imamın evlenmede hazır bulunmasına da lüzum yoktur.51 Osmanlı Devleti’nin

kuruluş dönemi ile ilgili günümüze ulaşabilmiş yeterli belge olmadığından, bu dönemin uygulamalarını mevcut belgelerin atıflarından öğrenebilmekteyiz. Bu sebeple Osmanlı Devleti’nde kadıların hangi tarihten itibaren nikah akdi ile meşgul oldukları hakkında net bir şey söyleyebilmek oldukça güçtür. Çünkü ulaşılabilen en erken tarihli kadı beratları XVI. yüzyıla aittir.52 İzinname usulü devletin evlenmeye

48 Fahrettin Atar, “Nikâh”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, XXXIII. Cilt, İstanbul, 2007, s. 112. 49 Alaaddin Aköz, “16. Yüzyıla Ait Bir Nikah Defteri ve Bazı Değerlendirmeler”, İstem, Sayı 3,

2004, s. 91.

50 Halil Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Yayınları, No: 341, 1974, s.39.

51 Cin, a.g.e., s. 282. 52

Aköz, a.g.e., s. 92.

(38)

ilk müdahalesini teşkil eder. Osmanlı Devleti’nde, ancak Kanuni zamanında resmen izinname alma usulünü yaygınlaşmıştır. İmamın nikah kıyma görevi resmen kabul edilmiştir. İmamın nikah akdine iştiraki ve Kadı’dan önceden izinname alınması, şer’i hukukta mevcut olmayıp tamamen örfi hukukun mahsulüdür.53 Kadı’dan

izinname alınması, hiçbir şekilde nikahın sıhhatine tesir etmeyip sadece idari zaruretlerden doğan bir formaliteden ibarettir. Bununla evlenmenin ön şartlarının tespiti örneğin, taraflar arasında evlenme engelleri bulunup bulunmadığının tetkiki ve evlenme muamelelerini resmi bir vesikaya kaydetmek suretiyle vatandaşlar arasında bu konuda çıkması muhtemel ihtilafları önlemek amacı güdülmüştür.54

Osmanlılar’da yapılan evliliklerin çoğu Şer’iye Sicillerine kaydedilmiştir. Kayıtlarda nikah akitlerinin üç türlü yapıldığı görülmektedir. 1. Evlenecek kız ve erkek mahkeme-i şer’e gelerek şahitler huzurunda nikahlandırılırdı. 2. Evlenecek kız, bazen de erkek yakınlarından birini vekil tayin etmek suretiyle yine mahkeme-i şer’de nikahlandırılırdı. 3. Bazen de mahkeme-i şer’den bir görevli, kızın veya erkeğin evine gelerek nikah akdini yerine getirirdi.55

4.2 Evlilik

Toplumun nizâm, intizâm ve devamlılığı için evlenmeyi zaruri kılan İslâmi anlayış ile yine bu anlamda eski Türk âdet ve geleneklerinin birleşmesinden Osmanlı aile sistemi meydana gelmiştir.56 Anne, baba ve çocuklardan oluşan bir topluluk olarak

tanımlanan aile, başlangıçta biyolojik motiflerle kurulan, daha sonra sosyal bir kuruma dönüşen, bireylerini biyolojik, psikolojik ve sosyal yönlerden himaye edip geliştiren, nesli devam ettiren, toplumun kültürel birikimi ile yüksek değerini onlara kazandıran sosyalleştiren, hayata hazırlayan, terbiye eden, yardımlaşma, dayanışma, iş bölümü kavramları aşılayan toplumsal sözleşmenin en küçük sembolü niteliğini taşıyan temel birlik olarak tanımlanmaktadır. Aile toplumun en temel birimidir. İslam hukukuna göre aile kutsal bir kurum sayılmış ve Türk toplum yapısında bu kutsallık korunmuştur. Osmanlı Devleti’nde de aileye büyük önem verilmiş ve aile

53

Cin, a.g.e, s. 283.

54 Cin, a.g.e., s. 284.

55Muallâ Kavuncu, “Osmanlılarda Aile ve Kadın”, Dini Araştırmalar, II. Cilt, Sayı 4, 1999, s. 161. 56Rahşan Kaynak, XVI. Yüzyılın ikinci Yarısında Üsküdar’da Sosyal ve Ekonomik Hayat, Gazi

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), s. 198

(39)

kurumunun oluşması için gerekli itina gösterilmiştir. Osmanlı ailesinin yapısı şekillenirken İslam hukuku ve Türk töresi etkili olmuştur.57

Toplumsal yaşamda önemli bir yeri olan evlilik, İslamiyet öncesi Türk devletlerinde olduğu kadar Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar geçen uzun sürede önemini korumuş kurumlardan biridir. Kız istemeyle başlatılan nişan ve nikahla sonuçlandırılan evlenme olgusu, bir taraftan örften gelen anlayış ve kurallar, diğer taraftan İslamiyet’in öngördüğü şartlar dikkate alınarak düzenlenmiş bulunmaktaydı. Bu düzenlemelerden örfe ait olanlarını kurallara bağlamak, başka bir ifadeyle tüzük ve yönetmeliklerle düzenlemek ya da yasa ile sınırlandırmak mümkün olamamıştır. Ancak evlilik öncesi ve evliliğin İslam diniyle ilgili olan kurallarını belirlemek daha kolaydır. Zira İslam hukukunun birinci kaynağı Kur’an’da nikahtan evlenme yasağına, mehirden nafakaya kadar evlilikle ilgili kurallar belirlenmiştir.58

Evlilikte ilk adım, erkek tarafının “namzed” yani aday olarak seçtiği kızı istemek üzere ihtiyarlar, mahalle veya köy büyükleri, ileri gelenlerden birkaç kişinin kız evine giderek kızı istemeleriyle atılmaktaydı. Bu vesile ile kız tarafı isteği uygun karşılarsa gelenlere ikramda bulunulur, karşılıklı küçük hediyeler alınıp verilerek söz kesilirdi. Ardından nişan hazırlıklarına başlanılırdı. Nişanlılığın belirli bir süresi yoktu, birkaç gün ya da yıllarca da sürebilirdi. Nişanlanan damat ve gelin adaylarına namzedli adı verilirdi ve birbirlerine alamet olmak üzere verdikleri yüzük, küpe gibi takılara “nişan” denilirdi. Evlenmenin ilk adımını oluşturan nişanlılık daha çok tarafların birbirini tanımaları, hazırlık yapmaları anlamı taşıdığından resmi kayıtlara geçirilmesi söz konusu değildi. Dolayısıyla kadının ya da imamın huzurunda nişanlanma zorunluluğu yoktu.59 Nişanlanma tarafların birbirleriyle evlenmek

konusunda anlaşmalarıyla gerçekleşmekte ve genellikle nişanlanma anında mehir de tespit edilmektedir.60

Ailenin kuruluşunda nişanlanmanın ardından tarafların kendilerinin veya velilerinin hür iradeleriyle ya da vekilleri aracılığı ile yapılan bir nikah akdi gelir. Nikah akdi, tarafların ve şahitlerin katılımı ve evlenme iradelerinin ifadesiyle gerçekleştirilen bir

57 Melek Öksüz, “18. Yüzyılın İkinci Yarısında Trabzon Kadı Sicillerinde Aile Kurumunun

Oluşumuna Yönelik Bazı Kayıtlar”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Sayı: 7, 2005, s.45.

58 Tülay Ercoşkun, Osmanlı İmparatorluğu’nda 19. Yüzyılda Evlilik ve Nikâha Dair

Düzenlemeler, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), 2010,

s. 8-9.

59 a.g.e., s. 10-12 60

a.g.e., s. 13.

(40)

sözleşmedir. Geçerli bir irade beyanı için tarafların birbirlerinin sözlerini işitmeleri, bu sözlerden kastedilen nikah akdi olduğunu anlamaları ve birbirlerine uygun şekilde icap ve kabulde bulunmaları gerekmektedir. Evlenme akdini gerçekleştirebilecek kişilerin, bu yetkilerini bir vekil aracılığı ile kullanmalarına evlenmede vekâlet denilirdi. İslam hukukunda evlenecek kişiler bizzat kendileri nikâha katılıp iradelerini beyan ederek geçerli bir evlilik yapabilecekleri gibi velileri veya vekilleri de gerekli şartlara sahip olmak kaydıyla onlar adına geçerli bir nikah akdi gerçekleştirebilirlerdi. Nikah akdinin geçerli sayılması iki tarafın isteğine bağlıydı. Tarafların rızası yok ise evlenme geçersiz sayılmaktaydı.61

Nikah akdinin gerçekleşmesinde şehadet gerekliydi. Şahitlerin en az iki erkek yahut bir erkek ile iki kadın olması gerektiği gibi hür, akil ve baliğ de olmalıydılar.62

İslam hukukuna göre akdin geçerliliği için din adamı, cami, izin, dua ve resmi kayıt gibi şartlar mevcut değildir. Nikah akdi belli bir merasime tabi tutulmamış, ancak evliliğin ilan edilmesi, bir konuşma yapılması, bu vesileyle dost ve akrabaya ziyafet verilmesi, def vb. aletlerle eğlenilmesi tavsiye edilmiştir.63

Evlenmenin ilanı, açıklığa kavuşması ve herkes tarafından duyulmasını sağlamak için ilk devirlerde camilerde yapılmıştı. Ancak nikahın şartlarında belirli bir yer bulunmamaktadır. Çeşitli kaynaklarda, camide, konakta, evlerde yapıldığı belirtilmiştir. Dinen şart olmadığı halde nikahtan önce bir hutbe okunması, hadislerin dile getirilmesi ve nikahtan sonra eşlerin mutlu olmaları için dua edilmesi gibi uygulamaların doğurduğu bir sonuç olarak Osmanlı toplumunda imamın nikaha katılımı zamanla yasallaşmış ve kadı tarafından nikah akdi konusunda imamlara yetki verilmiştir.64

4.3 Mehir

İslam hukukunda, koca evlenmenin akdi anında veya devamı sırasında bazen de sona ermesi halinde kadına muayyen bir mal veya para gibi ticari değeri olan bir şey vermek zorundadır.65 Sözlükte mehir (mehr) “ücret” manasına gelir.66

Türkçe’de 61 a.g.e., s. 51. 62 a.g.e., s. 13,14. 63 Atar, a.g.e., s. 113 64Ercoşkun, a.g.e., s.50-51 65 Cin, a.g.e., s. 210.

66M. Âkif Aydın, “Mehir”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, XXVIII. Cilt, Ankara, s. 389.

(41)

daha çok “mihr” şeklinde kullanılan “mehir”, erkeğin evlenirken eşine verdiği veya ödemeyi vaad ettiği para veya eşya, mal ya da mehir olarak nitelendirilecek bir menfaattir.67 Nikah esnasında belirtilmese hatta verilmeyeceği ifade edilse de kadın mehre hak kazanır. Mehir doğrudan kadının malıdır; dilediği gibi tasarruf edebilir.68

Mehrin bedeli nikah akdi sırasında tam olarak belirlenmişse “mehr-i musamma”, tesbit edilemediği diğer durumlarda da kızın babası tarafındaki benzer şartlarda bulunan kadınların mehri göz önüne alınarak belirlenen mehre “mehr-i misil” denilmektedir. Mehrin tamamı peşin ödenebileceği gibi bir kısmı peşin bir kısmı da daha sonra ödenebilir. Belirlenen mehir peşin ödenecekse “mehr-i muaccel” ya da “mehr-i mukaddem”, kısmen veya tamamen ödenmesi ilerideki bir tarihte olacaksa “mehr-i müeccel veya mehr-i muahhar” adı verilmektedir. Mehrin belirlenmesinde kadının ailesinin toplumsal durumu, babasının statüsü ve işi, soyu, aileden gelen ekonomik güç, kadının yetenekleri, güzelliği ve ailede aynı statüdeki başka kadınların daha önce almış oldukları mehir gibi ölçütler kullanılmaktadır. Ayrıca evlenecek kadının bakire mi dul mu olduğuna göre de mehir miktarı değişmektedir.69

Nikah akdinin sonuçlarından biri olan Mehir, kadına verilen bir mükafât, isteyebileceği haklı bir para ve evlenmeyi geçerli kılan işlem olarak da değerlendirilmektedir. İslamiyetle birlikte para ya da başka biçimde olmak üzere belirli değeri olan mehir, kadının evlenme nedeniyle hak kazandığı bir evlenme öncesi anlaşma niteliği kazandığı, bütün islam evlenmelerinde yer alan biçimi her evlenmede ayrı ayrı düzenlenebilen, islam hukukunun temel şartları arasına girmiş olan bir evlenme borcu olarak da addedilmektedir. 70

Tarihsel süreçte evlenme öncesi anlaşmalar tüm toplumlarda görülmektedir. Bu tür anlaşmalar bölgenin köy ya da kent olmasına, sosyo-ekonomik durumuna, aile yapısına ve inancına göre de farklılıklar göstermiştir. Nişanlılık ve evlenmede söz konusu olan diğer bir ödeme ise bilindiği gibi başlıktır. Ve kaynağını örf ve âdet hukukunda bulur. Bazı yerlerde başlık uygulaması yaygın olduğu hâlde, bazı yerlerde de kızın babasına para ödenmesi geleneği hiç yerleşmemiştir. Başlığın

67Ercoşkun, a.g.e., s. 19 68Aydın, a.g.e., s. 389 69Ercoşkun, a.g.e., s. 18 70 a.g.e., s. 19

(42)

islamda mehirden mi yoksa Orta Asya Türkleri’nin islam öncesi kalın (kalym)’ından mı türediği kesin olarak bilinmemektedir. 71

Başlık ya da kalın olarak yapılan ödemenin kızın ailesine genel olarak babasına verilir. Bunun bir kısmı çeyiz olarak harcanır. Bir kısmı aileye kalırdı. Mehir ise doğrudan doğruya kadına ödenmesi ön görülen bir değer olup, ailenin buna müdahale etme harcama yetkisi yoktur.

Evlilik öncesinde mehir koca tarafından verilirken, mehir gibi yine kadının mülkü olan cihaz yani çeyiz kadın tarafından getirilmektedir. İslam hukukunda kadını cihaz getirmeye zorlayan hiçbir hüküm yoktur.72 Mehir’in İslam hukukunda amacı, kocanın talak yetkisini istediği gibi kullanmasını engellemektir. Bu anlamda kadına verilmiş bir silahtır.73

Hanefi ve Malikî mezhepleri mehrin aşağı haddini tespit etmişlerdir. Hanefilere göre mehir olarak en düşük miktar 10 dirhem gümüştür.74

4.4 Talak

Sözlükte “serbest kalmak/serbest bırakmak, bağından kurtulmak/bağını çözmek” anlamındaki talâk kelimesi fıkıh terimi olarak belli lafızlarla nikah akdinin bozulmasını ifade eder. Türkçe karşılığı boşama ve boşanmadır. İslam dini neslin devamı için tek yol olan evliliği teşvik etmiş, eşlerin evlilik birliğini, karşılıklı sevgi ve saygı ortamını olabildiğince korumalarını istemiş, talâk’ı da ancak evliliğin sürmesine imkan kalmadığında başvurulabilecek bir çözüm şekli olarak meşru saymıştır. İslam hukuk literatüründe dar anlamıyla talâk evlilik birliğinin koca ve belli durumlarda kadın tarafından sona erdirilmesini ifade eder.75

İslam hukukuna göre boşanmaya karar veren hakim unsur erkektir ve boşanma onun ağzından çıkabilecek birkaç kelime ile kolayca gerçekleşmektedir. Bu doğrultuda koca mahkemeye başvurmadan karısını boşama hakkına sahiptir. Pratikte erkeğin dile getirdiği “boş ol” ifadesi Hanefî hukuk kuramında Allah’ın iradesi biçiminde

71

a.g.e., s 20

72 a.g.e., 20 73Akkaya, s. 121 74 Cin, a.g.e., s.216

75İbrahim Acar, “Talak”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, XXXIX.Cilt, 2010, s.496-500.

(43)

yorumlandığından bu şartlarda boşanmanın gerçekleşmesi kaçınılmaz olmaktadır.76

Talak üç defa söylendiğinde evlilik bağı sona erer. Buna talak-ı selase denir. Bununla beraber kadına önceden bu yetki verilirse de o da bu hakka sahip olmaktadır.77

Boşanma, tek taraflı boşanma anlamında talâk, anlaşmalı boşanma olan muhâla ve mahkeme kararıyla boşanma “tefrik” olarak gerçekleştirilebilirdi.78 Erkek tarafın en çekindiği konu, boşanma halinde mehir ve nafakayı ödeme sorumluluğuydu. Kadının mehir ve nafakadan vazgeçtiğini ifade ettikten sonra yapılan boşanmalara “muhâlaa” veya “hul” denilirdi. Bu tarafların anlaşmalı olarak ayrıldıkları anlamına gelmektedir.79 76 Kaynak, a.g.e., s. 204 77 Akkaya, a.g.e., s.125 78 Kaynak, a.g.e., s. 207 79 a.g.e., s.204

(44)
(45)

5. TANZİMAT’TAN MEDENİ HUKUKA GEÇİŞ

Osmanlı Devleti’nde III. Selim’le başlayan ve II. Mahmud’la devam eden batılılaşma hareketi Abdulmecid zamanında Tanzimat Fermanıyla yeni bir evreye girmiştir.80

Her konuda olduğu gibi hukuk sahasında da Tanzimat’la birlikte bir yenilik devresi başlamıştır. 1939’dan önce, Osmanlı Devleti’nde sadece İslâm Hukuku hakimdir. Her ne kadar padişah iradesine dayanan bir örfi hukuk mevcutsa da prensip olarak, bu hukuk İslâm hukukuna aykırı olamazdı. 1839’dan sonra Avrupa’dan iktibas edilen kanunlarda uygulanmaktadır. Böylece bir taraftan islâm hukuku, diğer taraftan menşeini Avrupa hukukundan özellikle Fransız hukukundan alan muhtelif kanun ve nizamnâmeler uygulanmıştır. Bu yeni kurumların, İslam hukukunu uygulamaya alışmış şeriye mahkemeleri tarafından uygulanması imkânsız olacağından yeni bir takım kazai teşkilata ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacın neticesi olarak 1871 tarihinde Nizamiye mahkemeleri kuruldu.81 Ancak yeni kanun ve nizamnamelerin uygulamasında önemli bir güçlük ortaya çıktı. Bu durumda her şeyden önce yeni kanunların uygulanmasında hakimlere yol gösterecek bir medeni kanuna ihtiyaç vardı. Bu sebeple devlet adamları, medeni kanunu hazırlamak hususunda takip edilecek yolda anlaşamadılar. Başında Ali Paşa’nın bulunduğu bir grup Fransız Medeni Kanunu’nun iktibasını isterken, bir grup devlet adamı da islâm hukukuna ve hatta bunun bir mezhebine, Hanefi mezhebine, uygun bir kanun yapılması tezini savunmuşlardır. Bunun sonucunda Hanefi mezhebi esaslarına göre bir kanun olan Mecelle hazırlandı. Ancak mecelle tam bir medeni kanun değildi. Şahsın hukuku, Aile ve Miras hukuku gibi Medeni hukukun esaslı kısımları Mecellede tanzim edilmemişti. Aile hukukuna dolayısıyla evlenmeye ait hükümler Mecelleye alınmamış ve Hanefi mezhebine göre yazılmış fıkıh ve fetva kitaplarına bırakılmıştır. Bunun bir başka sebebi de imparatorluk tebasının çeşitli din ve mezheplere mensup

80Ercoşkun, a.g.e., s. 68. 81

Cin, a.g.e., s.285.

(46)

olmasıydı.82

Böylece Osmanlı Devleti’nde evlilik hukuku Hanefi mezhebinin anlayışına göre şekillendirilmişti.

Tanzimat’tan itibaren evlilik konusunda birtakım düzenlemelere gidilmiştir. Bu düzenlemeler, Tanzimat ile başlayan batılılaşma hareketlerinin bir sonucu olarak görülebilir. Bu düzenlemelerin geneline bakıldığında esas kaygı nüfusun azalmasıdır. Aynı zamanda Türk toplumundaki sosyal ve ekonomik çöküntülerin önünü almak amacıyla, Tanzimat’tan sonra evlilik konusunda birtakım hukuki düzenlemelere gidilmiştir. Bu dönemde yapılan düzenlemelerle kişiyi ilgilendiren evlenme, boşanma, miras gibi konular, Müslümanlar için Şeriat mahkemelerine, Müslüman olmayanlar içinde cemaat meclislerine (mahkemelerine) bırakılmıştır.83 Yapılan

değişiklikleri yerinde denetlemek ve ortaya çıkan sorunları tespit etmek amacıyla bu dönemde, Rumeli’ye ve Anadolu’ya denetleme heyeti gönderilmiştir. Denetlemeler, bazı alanlarda başarılı olduğu için 1850’den sonra sayı arttırılmıştır. 84

Tanzimat dönemi ve öncesinde nüfusun azalması ile ilgili olumsuzlukların artması sonucunda bu dönemde bunların engellenmesi amacıyla bir akım tedbirler alınmaya çalışılmıştır. Bunun için Meclis-i Vâlâ ve buna bağlı olarak imar meclisleri oluşturulmuştur. Bu müesseselerin ele aldıkları konulardan biri de evliliklerin yarattığı sosyal ve ekonomik sorunlardır. Meclis-i Vâlâ 1844 yılında çıkardığı bir emirle evlenmesinde herhangi bir engel olmamasına rağmen, ailesi tarafından değişik nedenlerle evlendirilmeyen kızların evlendirilmesini zorunlu tutmuştur. Hatta buna engel olan ailelerin cezalandırılmasını kararlaştırmıştır. 85

Tanzimat’ın ilanını izleyen yıllarda düğünlerde yapılan masrafların önüne geçmek için büyük çaba harcanmıştır.86

Bu süreçte evlilikte veya nikahta verilecek mehr-i müeccel miktarında bir sınırlamaya gidilmiştir. 1845’te bölgelerin ekonomik durumlarına göre alt, orta ve üst gelir gruplarına göre limit tespit edilmiştir. Ancak bölgelere göre her ne kadar limitler tespit edilse de, genel olarak üst gelir grupları 300-400 kuruş, orta gelir grupları 150-200 kuruş, alt gelir grupları 75-100 kuruş mehr-i müeccel verilmesi tavsiye edilmiştir. Bununla birlikte nişanlılık döneminde

82 a.g.e., s.286.

83Ercoşkun, a.g.e., s. 68.

84Mehmet Çanlı, “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Evlilik Hukuku: Çorum Evlenme Defterleri Örneği”, Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi (OMAD), III. Cilt, Sayı 7, Kasım 2016, s. 86.

85Ercoşkun, a.g.e., s. 185. 86

a.g.e., s. 88.

(47)

yapılan masraflarda ve düğün masraflarında da bir sınırlamaya gidilmiştir. Yüz görümlüğü diye adlandırılan damadın gelinine taktığı ya da verdiği hediye, düğünün asıl unsuru olmadığından tamamen yasaklanmıştır. 87

Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat öncesinde yapılan evliliklerde, erkek tarafının yaptığı maddi katkının yanı sıra örfün de gereği olarak kız tarafının ev için gerekli eşyaları “çeyiz” olarak hazırladığı görülmektedir. Evlenecek erkek, gelin adayına mehir verirken, gelin adayı da cihaz getirmekteydi. Ancak verilen mehir ile cihazın denk olması diye bir kural yoktu.88 Bekarları gereksiz birtakım masraflara sokarak

evlenmeyi zorlaştırmamak için bundan sonra mehr-i müeccel ve nişan takımı gibi şeyler bilinen değerini aşmayacaktı.89 Tanzimat’tan itibaren düğünlerde yapılacak

fuzuli harcamaların önüne geçilmesine engel olunmaya çalışılmıştır. Bunun içinde neyin hediye neyin rüşvet olduğu ile ilgili 1840 tarihli ceza kanununa madde konulmuştur. Bu kanunla düğünlerde aşırı ve gereksiz harcamaların önüne geçilmesi için cezalandırılmaları gündeme gelmiştir. Bu tür aşırı harcamalardan dolayı evlenmelerin düştüğü ve nüfusun çoğalmasının engellendiği için kanun veya emirler çıkarılmıştır.90 Tanzimat ile yapılan düzenlemelerden bir diğeri de düğünlerde silah

atılmasının yasaklanması ve kız kaçırma olaylarının yasaklanmasıdır. 19. Yüzyılda her bölgede kız kaçırma olaylarının arttığı görülmektedir. Kaçırmalar iki nedene dayanmaktadır. Birincisi kızın ailesi tarafından iş gücü olarak kullanmak istediklerinden dolayı talib olmasına rağmen evlendirmek istememesidir. İkincisi de zorla kaçırmadır. Zorla kaçırma da iki türlü ele alınmaktadır. Birincisi evlenmek amacıyla kaçırmadır. Diğeri de tecavüz ve diğer amaçla kaçırmalardır. Bununla ilgili ağır cezalar getirilmiştir.91

II. Abdülhamit döneminde evlilik dini-örfi bir işlem olmaktan çıkarılmıştır. Bu dönemde evlilik konusunda, yerel yönetimlere görev verilmiştir. Evlenecek kişiye, bölgesinde bulunan imam, papaz veya ruhanî liderlerden aldığı evlenme izinnamesini, belediyelere onaylatma zorunluluğu getirilmiştir. Bu dönemde evlilik ile ilgili işlemlerin kolaylaştırılması için yeni bir nüfus nizamnamesine ihtiyaç

87 Şuayip İbiş, Şer’i Hukuktan Medeni Hukuka Evlilik: Çorum Örneği (1840-1930), Hitit

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Çorum, 2017, s. 9.

88Ercoşkun, a.g.e., s. 60. 89 a.g.e., s. 89. 90 a.g.e., s. 206-210. 91 a.g.e., s. 218-220.

Şekil

Şekil 1.1: Üsküdar İlçesi Haritası  Kaynak:Tahir Dinç,2020

Referanslar

Benzer Belgeler

Cel ve tî ye’ye men sup bir çok flâ ir gi bi Azîz Mah mûd Hü dâ yî Haz ret le ri’nden bü - yük oran da et ki len mifl ve onun yo lun da iler le me ye ça l›fl m›fl bi ri

9 Kültür seviyesi yüksek bir aileye mensup olan Şerîf Efendi’nin daha eğitiminin ilk yıllarında ikiside birer şeyhülislam ve aynı zamanda da divan sahibi

Osmanlı‟da manzum fetvâ veren Ģeyhülislâmların baĢta gelenlerinden olan Bostânzâde Mehmed Efendi, Kanunî devri alimlerinden Tireli Kazasker Bostan Mustafa

(Bu meziıep İsa’da yalnız Allahlık hüvi­ yeti mevcud olduğunu iddia ederdi.). Hıristiyanlıktan evvel

er-Râzî’nin talebelerinden Tâcuddîn el-Urmevî (ö. İbn Sînâ’nın hacmi küçük olmasına rağmen kendi sahasında önemli bir yere sahip olan eseri,

sonra bacanağı Yusuf Ziya Or- taç’la birlikte Akbaba adlı mi­ zah dergisini çıkarmaya başla­ dı. Kısa bir süre de Karagöz dergisini

Bir mizah gazetesi olarak çıkmaya başlayan Karagöz, geleneksel Türk tiyatrosunun en önde gelen sanatlarından biri olan gölge oyunun baş tipini temel almış, Karagöz’ü