• Sonuç bulunamadı

ESKİ ÇİN’DE EVREN VE İNSAN DÜŞÜNCESİ 

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ESKİ ÇİN’DE EVREN VE İNSAN DÜŞÜNCESİ "

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ESKİ ÇİN’DE EVREN VE İNSAN DÜŞÜNCESİ

Eski Yunanda olduğu gibi eski Çinde de doğanın açıklanmasında bazı temel

kavramlar kullanılmıştır. MÖ 2500 yıllarına kadar uzanan Çin medeniyetindeki bu temel kavramlar arasında maddenin özellikleriyle ilgili olan bir tanesi hem eski Yunanda hem de Çinde görülmektedir. Eski Yunandaki dört temel unsur (toprak, hava, ateş ve su) gibi unsurlar Çinde de kabul görmekteydi. Yalnız Çinliler beş temel unsur (su, metal, odun, ateş ve toprak) üzerinde durmaktaydılar (MÖ 350- 270). Beş unsur teorisini sistemleştiren Çinli doğa bilimci Dzoğ Yen, Çin bilimsel düşüncesinin kurucusu olarak da bilinmektedir. Beş unsur doğadaki olaylar ve laboratuardaki işlemlerle yakından ilgilidir. Bu unsurlar kısa bir süre sonra sadeleştirilerek düzenlendi. Bu düzenlerden bir tanesi ilk unsur olarak kabul

edilen sudan diğer unsurların hangi sırayı izleyerek oluştuklarını açıklamaktaydı.

Beş unsur günlük yaşamdaki bütün olaylarla ilişkiliydi. Önceleri değişmeyi

simgelemekteydi. Daha sonra bu unsurlar tatlar, kokular, pusula yönleri, insanın zihinsel ve fiziksel fonksiyonları, hayvanlarla ilişkiler, hava durumu, yıldızların konumu, gezegenler, yönetim gibi birçok faaliyetle ilişkilendirildiler.

(2)

Çinlilerin doğal alemi açıklamak için geliştirdikleri diğer düşünce iki temel kuvvet olan Yin ve Yang’a dayanmaktaydı. Yin bulut, yağmur, dişi özellikler, soğuk ve karanlık, Yang ise ısı, sıcaklık, erkek özellikler ve güneş ışığı ile özdeşleştirilmiştir. Bu iki kuvvet her zaman bir arada bulunurdu, ancak biri hakim durumda olurdu. Bu durum çok uzun süre sonra genetik biliminin temelindeki baskın (dominant) ve çekinik (resesif) özelliklerin de temelini oluşturmuştu.

Çinde başlıca üç evren teorisi bulunmaktaydı. İlkinde gök bir kubbe şeklinde onun altında çevresi okyanusla çevrili olan yarım küre halindeki yer bulunmaktaydı. İkincisinde yer tamamen bir küre olarak görülüyordu. Üçüncüsünde ise gökler boş, güneş, ay ve yıldızlar uzayda yüzmekteydi ve bunlar sert rüzgarla yönlendiriliyordu.

Fosillerin canlı varlık artıkları olduğunu ilk anlayanlar da muhtemelen Çinlilerdi. Daha MS. 3. yy’da fosilleşmiş çam ağaçları bilinmekteydi. Çok kez doğru olmasa da hayvan fosilleri de Çinli doğa

bilginleri tarafından sınıflandırılmış ve tanımlanmıştır. Taş balıklar MS 6. yy’dan itibaren ayrıntılı olarak bilinmekteydi. Çok eski dönemlerde başlayan kültürel ve bilimsel faaliyetler Çin’de uzun yıllar boyunca devam etmiş ancak Avrupa’da matbaanın icat edilmesi ve Çinlilerin keşfettiği kağıdın Avrupa ülkelerinde daha kaliteli ve ucuza mal edilerek çoğaltılması yazılı kaynakların yayılmasına ve bilimsel gelişmelerin doğudan batıya kaymasına yol açmıştır.

(3)

ANTİK DÖNEMDE EVREN VE İNSAN DÜŞÜNCESİ

MÖ 7. Yy’da Grekler tarafından keşfedilen alfabe sayesinde batı dünyasında bilimsel anlamda söz sahibi olmuş düşünürlerin çoğu Eski Yunan okullarında yetişmiştir. Gerçek anlamda evrim düşüncesinin başlangıcı ve sürekliliği bu okullarda gerçekleşmiştir. Özellikle Bu dönemde önce varlık sorunu, daha sonra ise bilgi sorunu gündeme gelmiştir. Varlık sorunuyla ilgilenen Thales, Anaximandros, Anaximenes ve Herakleitos gibi düşünürler bütün varlıkları oluşturan ve “Arkhe” adı verilen ilk temel öğeyi aramışlardır. Bilgi sorunuyla ilgilenen Platon ve Aristoteles gibi düşünürler ise doğru bilginin yapısı ve yöntemi üzerinde çalışmışlardır. Bu dönemi önceki dönemlerden ayıran en önemli özellik, doğal varlıkların ve olguların doğa-üstü nedenlerle değil, doğal nedenlerle açıklanmaya çalışılmasıdır.

Milet Okulu: Milet okulunun en önemli üç düşünürü Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes’tir.

(4)

Thales: Evrimden bilimsel anlamda ilk söz edenler MÖ 6. yüzyılda yaşayan İonyalı filozoflardır. Bu dönemin ilk filozofu Thales’tir. Thales, dünyayı oluşturan temel yapı maddesinin “su” olduğunu düşünüyordu. Ona göre herşey sudan türemiştir ve sonuçta da suya dönecektir. Yeryüzündeki her türlü madde ve olayın tanrılar tarafından yapıldığını açıklamak yerine, doğal neden ve süreçlerle açıklamaya çalışıyordu. Dünyayı kocaman bir yüzen ada gibi büyük bir okyanusun üzerinde düşünen Thales, yer sarsıntılarının adanın su üzerindeki titremesinden kaynaklandığını öne sürmüştür. Varlığın sudan

oluştuğu düşüncesi aynı zamanda canlılığın da sudan oluştuğu düşüncesini içermektedir.

Thales'in düşünceleri büyük oranda mitolojik bir felsefenin ürünü olmakla birlikte ilk maddenin su olduğu düşüncesi bilimsel evrim düşüncesinin öncülerinden biri olarak sayılabilir.

Anaksimandros: Miletli Anaksimandros, Thales'in öğrencisidir. Anaksimandros da, Thales gibi, varlık sorunları üzerinde durmuş ve varlıkların doğasını açıklamaya çalışmıştır. Thales’i inceden inceye eleştirerek yeni bir görüş ortaya attı. Ona göre

yeryüzünün yüzeyi engebeli olmasına rağmen bir bütün olarak düzdü. Bu nedenle dünya bir davul biçiminde olmalıydı. Yani davulun her iki yüzünde de yaşayan insanlar

olabilirdi. Etrafında Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin halkaları vardı. Çok seyahat yapmış ve bir Dünya haritası çizmiştir. Yunan dünyasını bu haritanın ortasına koymuş, Avrupa ve Asya'yı ise onun çevresine yerleştirmiştir.

(5)

Anaksimandros’a göre ilk öğe, Thales’in söylediği gibi su değil günlük yaşantımızda bildiğimiz şeylerden farklı olmalıydı. Bu öğe bir alt katman olarak “apeiron” olmalıydı. Apeiron, sonsuz, belirsiz, gözlenemeyen ve dokunulamayan anlamlarına geliyordu.

Anaksimandros'a göre, bütün kara kitlesini okyanus denilen büyük bir deniz kuşatmıştır. Yeryüzünde ilk meydana gelen canlılar da suda yaşayan balık gibi yaratıklardı. Suların çekilmesiyle yaşamlarını karada sürdürmek zorunda kalan kimi balıklar, insana kadar uzanan pek çok hayvan türüne kaynak

olmuştur. Anaksimandros’a göre yardıma muhtaç bir çocukluk çağı geçirmek zorunda olan insanın yeryüzünün bu ilk evrelerinde yaşaması mümkün değildi. Dolayısıyla insanın da kökeninin balık benzeri canlılar olması gerekmekteydi. Anaksimandros, Thales’ten bir adım daha ileri

giderek suyun canlıların kökeni olduğunu ve onun içinden çıkarak karalara yayıldığını söylemiştir. Yani ilk canlıların suda gelişme gösterdiğini, daha sonra ise karalara çıkarak çeşitlendiğini dile getirerek bir anlamda biyolojik evrim düşüncesinin temellerini de atmıştır.

(6)

Anaksimenes: Yine Miletli olan bir diğer düşünür de Anaksimenes’tir. Anaksimenes de, diğer doğa filozofları gibi, ilk ögeyi arıyordu. Anaksimandros'un apeiron kavramı ile gerçekten kaçışı, Anaksimenes'i pek memnun etmemişti. Oysa pnöma (yani hava), hem algılanabilen hem de algılanamayan bir şeydi; ama vardı. İnsanlar ve hayvanlar onsuz yaşayamazlardı. Hem sıkışabilir hem de genişleyebilirdi. Bu nedenle havayı her şeyin esası olarak almıştı. Anaksimenes, Yer'i, Güneş'i, Ay'ı ve gezegenleri hava tarafından taşınan diskler olarak düşünüyordu. Yıldızlara gelince, onların düzenli bir biçimde dönen bir küreye çakılı olduklarını sanıyordu. Anaksimenes’e göre havanın yoğunlaşıp gevşemesiyle maddenin çeşitli durumları ortaya çıkar. Maddenin değişerek farklı

maddelere dönüşmesi bir anlamda inorganik evrim teorisini ortaya koymaktadır.

Demokritos: Demokritos (MÖ 460-370), çok gezmiş, Babil'e ve matematik öğrenmek üzere Mısır'a gitmiş ve orada beş yıl kalmıştır. Hatta bu seyahatları sırasında Hindistan'a kadar gittiği de sanılmaktadır. Demokritos'a göre, evren doluluk ve boşluktan

oluşmuştur. Dolu kısım, bölünemez küçük parçacıklar, yani atomlar tarafından

doldurulmuştur; bunlar ölümsüz ve yalındırlar. Nitelikleri aynı ama biçimleri ayrıdır.

Varlıklar bu atomların bir araya gelmelerinden oluşmuşlardır ve bir arada bulundukları sürece vardırlar; şayet bunları oluşturan atomlar bir nedenle dağılırsa yok olur giderler.

Evrende gözlemlenen değişim, atomların birleşmesi ve dağılmasından ibarettir.

(7)

Herakleitos: Efes’li düşünür Herakleitos (MÖ 540-580) pek çok yer gezmiş ve sonunda yine doğduğu kente dönmüştür. Çok hacimli olan yapıtı Peri tu Pantos'u (Bütün Üzerine) o kadar anlaşılmaz bir biçimde yazmıştır ki bu yüzden “ho

scotenios” (karanlık adam) adıyla nitelendirilmiştir. Diğer doğa filozoflarında olduğu gibi, görünürdeki çeşitliliğe karşın, evrende tözsel bir birliğin var

olduğunu ve bu tözün ateş olduğunu savunmuş.

Herakleitos, "Her şey akar" (Panta rhei) diyerek, var olan her şeyin, tıpkı ateş gibi, sonsuz bir akış içinde olduğunu söylemiştir. Herakleitos, günümüzün bir çok bilimsel gerçeğini, deneysel bilimden yüzyıllarca yıl önce sezmiş ve doğanın sonsuz bir evrim içinde olduğunu, değişmeyen tek şeyin maddenin kendisi

olduğunu savunmuştur. O’na göre duyularımıza çarpan her şey o an için vardır, ancak sonraki anda yok olmakta ve hemen başka bir varlığa dönüşmektedir.

Sokrates bile zaman zaman Herakleitos’un söylediklerini kavrayamamış ve O’na

“anladıklarım çok güzel, öyle sanıyorum ki anlamadıklarım da” demiştir.

Herakleitos, canlılar arasında süregelen bir çatışmadan da söz etmekte ve Darwin’in doğal seçilim kuramının temellerini de bu çağda atmaktadır.

(8)

Empedokles: MÖ 492-435’de yaşamış olan Empedokles, doğa bilgisinin

gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Dönemindeki birçok düşünür gibi, varlığın yapısını anlamaya çalışan Empedokles, her şeyin temelinde toprak, su, hava ve ateş olmak üzere dört öğenin veya dört kökün bulunduğuna ve bunları

birbirlerine yakınlaştıran veya uzaklaştıran güçlerin sevgi ve nefret olduğuna inanır. Bu dört öğe, değişmez ve ölümsüzdür; farklı oranlarda birleşerek, evrendeki farklı varlıkların oluşmasını sağlar. Empedokles’e göre bitkiler ilk organizmalardır ve hayvanlar gibi canlıdırlar. Bitkilerin meyva vermeleri, hayvanların üremeleriyle aynıdır. Bitkilerin tomurcuklanma ile çeşitli hayvan kısımlarını meydana getirdiğini ve bu parçaların da bir araya gelerek çeşitli hayvanları ouşturduğunu savunan Empedokles, bu kombinasyon içinde at vücutlu insan başlı, insan vücutlu at başlı ceylan bacaklı kombinasyonların da ortaya çıkmasının mümkün olduğunu belirtmiştir. Çevreye uyum yapan

kombinasyonlar kalır, diğerleri yok olur. Bu görüş evrimin temel kurallarından biri olan doğal seçilimin temellerindendir.

(9)

Aristoteles: MÖ. 384-322 yılları arasında yaşamış olan Aristoteles, Selanik’te doğmuş ve Platon’un öğrencisi olmuştur. Düşünceleri 17-18. yy’a kadar etkisini koruyan Aristoteles, doğa bilimlerine ilişkin “Physica”, zooloji konusunda “Peri ta Zoa Historia” gibi eserler yazmıştır. “Scala Naturae” denilen organizmaların basitten daha karmaşığa doğru, sonunda da insana kadar ulaşan değişimi, canlıların en ilkel düzeyde kendiliğinden oluştuğu,

doğanın ihtiyacına göre organ oluşturduğu, evrim ile canlıların sınıflandırılması arasındaki ilişki gibi konulara değinen Aristoteles, canlıları ilk sınıflandıran kişidir. Aristoteles’ten önce de hayvanlar üzerinde çalışmalar yapan bilginler vardı, ama zoolojinin kurucusu O olmuştur. Aristoteles, hayvanlar üzerinde yapmış olduğu gözlemlerden çıkarmış olduğu bulguları, Historia Animalium, (Hayvan İncelemeleri) De Partibus Animalium (Hayanların Bölümleri Üzerine) ve De Generatione Animalium (Hayvanların Türeyişi Üzerine) adlı yapıtlarında toplamıştır; bu üç yapıt, birbirleriyle bağlantılıdır; ancak birincisi hayvanların tasviri, ikincisi morfolojisi ve üçüncüsü ise üremesi ile ilgilidir. Aristoteles, çalışmaları sırasında karşılaştırma yöntemini izlemiş ve bulguları belirlerken benzerliklerden ve farklılıklardan yararlanmıştır. Hayvanları, yaşamış oldukları çevre içerisinde inceleyen Aristoteles, De Partibus Animalium (Hayvanların Bölümleri Üzerine) adlı eserinde doğru bir sınıflama yöntemi hakkında bilgiler vermiş ve hayvanları, kırmızı kan içerenler ve içermeyenler olmak üzere iki sınıfa taksim etmiştir:

(10)

I. Kırmızı Kanlı Olanlar (Sanguineous): a. Doğuran dört ayaklılar. Bütün memeli hayvanlar bu guruba girmektedir; bunlara yarasalar ve yunuslar da dahildir. b. Yumurtlayan dört ayaklılar. Bunlara kertenkele, kaplumbağa ve timsah dahildir. c. Kuşlar ayaklarına göre sekiz alt gruba ayrılmıştır. Bu

sınıflama onların ayak şekillerine ve beslenmelerine dayanılarak yapılmıştır. d.

Balıklar ise iskeletlerine göre iki kısma ayrılmıştır: kemik iskeletliler ve kıkırdak iskeletliler.

II.Kırmızı Kanlı Olmayanlar (Anaima): a. Yumuşak vücutlu omurgasızlar. b.

Bir dış iskeletle kaplı olan yumuşak omurgasızlar. c. Sert bir dış kabukla kaplı yumuşak omurgasızlar. d. Böcekler; bunlar da sekiz kısma bölünmüştür.

Aristoteles, buradaki sekiz gruptan her birine kapsamlı cins (genus) ve onların alt bölümlerine ise cins veya tür adını vermiştir.

Aristoteles, gerek felsefe alanında gerekse bilim alanında tarihi etkileyen nadir düşünürlerdendir. Aristoteles’ten sonra yavaş yavaş bilim adamı kavramı da gelişmeye başlamıştır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Aşağıdaki ifadelerin doğru veya yanlışlığını belirtiniz. Alüvyal topraklarda genellikle tarım yapılmaktadır. Kahverengi orman toprakları ülkemizin her tarafında

Bu kitap; 1 Nisan 2002 tarihinde Güzelyurt İlçesini Geliştirme ve Kalkındırma Derneği'nin daveti üzerine, Güzelyurt Konferans Merkezinde,

Yaz enerji kazanımı : Isı atılan ortam olarak havaya göre çok soğuk olan deniz suyu kullanıldığı için soğutma grubu daha az enerji harcamıştır, % 16’ lık bir tasarruf

Devlet Su ‹flleri Genel Müdürlü¤ü’nün görüflü al›nma- dan, akarsu ve derelerin yataklar› içinde iskân yap›lmas› ile daha önce infla edilmifl bulunan

• Basınç yükünün yüksek olduğu noktadan basınç yükünün düşük olduğu noktaya doğru. • Doymamış

karşılaştırma periyodunun başlangıcına (t0) getirilmesinde en kestirme yol, önce yıllık eşit faydalar için bugünkü değer faktörü (kolon 5); verilen faiz oranında

yarayışlı Se içermeyen topraklara toksik olmayan seleniferus topraklar denir.. Düşük

olabilmek için kişinin gerçekten malik olup olmaması önem taşımaz.  b) Başka sıfatla zilyet: Mülkiyet dışında başka bir hak iddiasıyla malı hakimiyetinde