• Sonuç bulunamadı

DÜNDEN BUGÜNE İNSAN HAKLARI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "DÜNDEN BUGÜNE İNSAN HAKLARI"

Copied!
127
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ANIT BABA

DÜNDEN BUGÜNE

İNSAN HAKLARI

(2)

DÜNDEN BUGÜNE İNSAN HAKLARI

Anıt Baba

©

2017

Kapak deseni: Magna Carta'nın imzalanmasını konu edinen temsili bir resim

(3)

sevgili eşim ile biricik kızıma…

(4)

Önsöz

En önemli tarihsel kazanımlarımızdan biri olan insan haklarının en fazla yok sayıldığı ve en fazla unutturulmaya çalışıldığı bir dönemden geçiyoruz. Oysa insan hakları kavramında ifadesini bulan hak ve değerlere her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu anlamak için haber bültenlerinin ilk beş dakikasına bakmak, gazetelerin ilk sayfalarına göz atmak bile yeterli: her yerde baskı, savaş, çatışma, trajedi ve ayaklar altına alınan insanlık onuru...

1960’larda ırk ayrımcılığına karşı bayrak açan Amerikalı insan hakları savunucusu Martin Luther King “Bir düşüm var. Gün gelecek dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar” diye haykırıyordu. Bugün de bizlerin aynı ruhla, benzer şeyler söyleyebilmesi gerekiyor. İnsanların baskıya, ayrımcılığa uğramadan yeterli eğitim, sağlık, enerji ve internet olanaklarına sahip olduğu yoksulluktan uzak, insan onuruna yaraşır şartlarda, açlık çekmeden, temiz suya hasret kalmadan sağlıklı bir çevrede, barış içinde özgürce yaşayabilmeleri için bizim de bir düşümüz olmalı. Tiranlara, zalimlere, kendilerini diğer insanlardan üstün görerek, onların insan haklarını utanmadan her gün çiğneyenlere inat. Belki bize de “düşperest” diyecekler ama biz de biliyoruz ki “yalnız değiliz”.

Meslek hayatını mülteciler ve göçmenler başta olmak üzere hep en zor durumda olanlara adamaya çalışmış bir hukukçu olarak, yıllardan bu yana insan hakları ile ilgili kendimce yürüttüğüm çalışmalarımı bu mütevazı kitap aracılığıyla paylaşmaya karar verdim. En çok da insan hakları kavramını giderek daha az duymaya başlayan gençler ve çocuklar için. Belki böylelikle, aslında üzerinde kumdan kaleler yapıp oynamasının yakıştığı Bodrum’un cennet sahiline, cansız bedeni vuran o minik mülteci çocuğa olan kişisel borcumun küçük bir kısmını da ödemiş olurum.

Anıt Baba Bodrum, 13 Nisan 2017

(5)

2

İçindekiler

Önsöz

I-İnsan Hakları Nedir?

İnsan Hakları Kavramı Üzerine 5

İnsan Hakları Deyince 7

İnsan Hakları, Doğal Hukuk ve Doğal Haklar 8 II-Tarih Boyunca İnsan Hakları Belgeleri

İlk İnsan Hakları Belgesi: Cyrus (Kiros) Silindiri 12

Magna Carta 13

İngiliz Haklar Bildirgesi (Dilekçesi)(1628) (Petition of Rights) 15

İngiliz Haklar Kanunu (1689) (English Bill of Rights) 17

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi (1776) 19

Amerika Birleşik Devletleri Anayasası (751787) ve Amerikan Haklar Bildirgesi (1791) 21

İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (1789) 22

Birleşmiş Milletler’in Kuruluşu ve Birleşmiş Milletler Şartı (1945) 23

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Doğuşu (1948) 25

 Uluslararası İnsan Hakları Kanunu (The International Bill of Human Rights) 30

İnsan Haklarına İlişkin Diğer Bazı Uluslararası Sözleşmeler 32

Bölgesel İnsan Hakları Sözleşme ve Deklarasyonları 35

(6)

3

III-20. Yüzyılda İnsan Hakları Mücadeleleri IV-Günümüzde İnsan Hakları

İfade Özgürlüğü 45

Örgütlenme ve Toplanma Özgürlüğü 47

Düşünce ve İnanç Özgürlüğü 48

Yaşama Hakkı - Ölüm Cezasının Reddi 49

Engelli Bireylerin Hakları 51

Ayrımcılık Yapılmaması Hakkı 52

Kadın Hakları 53

Çocuk Hakları 55

Sağlık Hakkı 58

Cinsel Sağlık ile Üreme Sağlığı ve Hakları 59

Yeterli Bir Yaşam Standardına Sahip Olma Hakkı 59

LGBT Bireylerin İnsan Haklarından Yararlanması 60

Çalışma Hakkı 62

Eğitim Hakkı 63

Özel ve Aile Yaşamına Saygı Duyulması Hakkı 65

Göçmen Hakları 66

Mültecilerin Hakları 68

Kölelik ve Köle Ticaretinin Yasaklanması 70

İşkence Yasağı 71

Yerli Halkların Hakları 74

Azınlıkların Hakları 75

(7)

4

Hukukun Üstünlüğü ve İnsan Hakları 76

Keyfi Gözaltı Yasağı 77

Demokrasi ve İnsan Hakları 78

Mini İnsan Hakları Sözlüğü 79 Kaynakça

EKLER

 Ek-1 Magna Carta Libertatum Büyük Sözleşme (1215) (Önemli Maddeleri) 96

Ek-2 İngiliz Haklar Bildirgesi (Dilekçesi) (Petition of Rights) (1628) 99

Ek-3 İngiliz Haklar Kanunu (English Bill of Rights)(1689) 103

Ek-4 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi (1776) 108

Ek-5 Amerikan Haklar Bildirgesi (1791) 112

Ek-6 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi (1789) 115

Ek-7 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) 118

(8)

5

I. İNSAN HAKLARI NEDİR?

İnsan Hakları Kavramı Üzerine

İnsan Hakları kavramını ilk kullananlardan, ABD'li filozof Henry David Thoreau (1817-1862)

İnsan hakları hem ilham verici ilkelerdir ve hem de pratikte uygulanırlar. İnsan hakları prensipleri özgür, adil ve barış içinde bir dünya vizyonunu içselleştirmiş dünyanın her yerindeki birey ve kurumların insanlara nasıl davranacağına dair asgari standartlar belirler. İnsan hakları ayrıca bu asgari standartlar karşılanmadığı zaman eyleme geçebilmeleri için insanlara meşru bir çerçeve sunar çünkü verili yasalar ya da iktidar sahipleri onları tanımasa da, korumasa da insanların hala hakları vardır.

İnandığımız gibi yaşadığımızda, hükümet politikalarını tartışıp eleştirdiğimizde, görüşlerimizi sosyal medyada paylaştığımızda içinde

e pratikte uygulanırlar. İnsan akları prensipleri özgür, adil ve barış içinde bir dünya vizyonunu lleştirmiş dünyanın her yerindeki birey ve kurumların insanlara nasıl akları ayrıca bu asgari standartlar karşılanmadığı zaman eyleme geçebilmeleri için insanlara meşru asalar ya da iktidar sahipleri onları tanımasa

hükümet politikalarını tartışıp eleştirdiğimizde, görüşlerimizi sosyal medyada paylaştığımızda içinde

(9)

6

yaşadığımız ülkenin insan haklarına karşı tutumu ile ilgili bir deneyim yaşarız her gün. Yine her gün bir yerlerde insanların hakları ihlal edilir; bir mahkuma kötü muamele yapılır, bir aile evsizdir, sokakta yaşamaktadır, bir okul, bir çocuğa yetersiz eğitim vermektedir, bir kadın aynı işi yapan bir erkekten daha az ücret alır, bir azınlık mensubu ayrımcılığa maruz kalır ve nicesi...

İnsan hakları düşüncesi, evrensel olarak ortaya çıkmış bir düşünce olarak görülemez ve aslında bugün anladığımız anlamda 17 ve 18. yüzyıllar Avrupasının bir ürünüdür. Hatta “haklar” düşüncesinin dahi her toplumda veya gelişmiş her uygarlıkta zorunlu olarak var olduğu söylenemez. Hak kavramı, cezalandırılacak veya kurallar tarafından talep edilen davranışlara dair standartlarla aynı şey değildir. Bu tür davranış standartları temel olarak bireylere karşı adil olmayabileceği gibi azınlık çıkarlarını baskılamak için de kullanılabilir.

İnsanlar arasındaki davranış standartlarına dair ilk kurallar, deneyimlerin çatışma çıkarma olasılığı olduğunu kanıtladıkları tutumlara ilişkin reçeteler üretmekle veya bunları yasaklamakla ilgilenmişti. Büyük kanun yapıcılar vardı.

Örneğin daha 6. yüzyıl başlarında haklar ve görevler arasında dengeli şemalar oluşturmaya çalışan Roma İmparatoru Jüstinyen gibi. Bu büyük kanun koyucuların yanı sıra dinler de –Musevilik, Hristiyanlık, İslam, Budizm, Taoizm ve diğer birçokları- “ilahi hukuka” dayalı kapsamlı ve tutarlı ahlaki normları kurmak çabası içinde olmuşlardır. Bu dinlerin hemen hemen tümünde insan onuruna dair derinlikli düşünceler içerilmiş ve insanın diğer insanlara, doğaya, diğer canlılara hatta Tanrıya karşı görev ve yükümlülükleri ile ilgilenilmiştir.

Herkesin sadece insan olma sıfatı sayesinde belirli haklara sahip olduğu düşüncesi ise oldukça yenidir. Ne var ki bunun kökleri birçok kültürün daha önceki zamanlara dair gelenek ve belgelerinde mevcuttur. İkinci Dünya Savaşı bu düşünceyi dünya sahnesine çıkaran ve küresel vicdana içkin hale sokan bir katalizör işlevi görmüştür.

(10)

7

Tarihin büyük bir bölümü süresince ise insanlar belirli bir gruba -bir aileye, kavime, dine, sınıfa, zümreye veya devlete- aidiyetleri yoluyla hak ve sorumluluk sahibi oldular. Birçok toplumda “Sana nasıl davranılmasını istiyorsan, başkalarına da öyle davran” “altın kuralı” benzeri gelenekler vardı.

Hindu Vedaları, Hammurabi Kanunları, İncil, Kuran ve Konfiçyus’un Analektleri insanların görev, hak ve sorumluluklarının ne olduğuna dair sorulara yanıtlar üreten en eski yazılı kaynaklardan bazılarıdır. Ayrıca İnka ve Aztek davranış ve adalet kodları ve İrokua Anayasası gibi Amerikan Yerlilerine ait kaynaklar ya da Kafkas kavimlerinin toplumsal yaşamın her alanını düzenleyen yazılı olmayan Anayasası denebilecek Khabzesi pek ala 18.

yüzyıldan önce de mevcuttu. İşin aslı tüm toplumlar ister yazılı isterse de geleneklerine içkin olsun, dürüstlük ve adalet vaaz eden sistemler ile üyelerine sağlık ve refah sağlamaya yönelen uygulamalara sahipti.

İlerleyen zamanlarda “doğal haklar” kavramı eski itibarını kaybetti belki, ama

“evrensel haklar” kavramı kök saldı. Thomas Paine, John Stuart Mill ve Henry David Thoreau gibi filozoflar kavramı genişlettiler. Örneğin Thoreau “Sivil İtaatsizlik” tezini ortaya koyarken “insan hakları” terimini kullanır. Bu “insan hakları” teriminin bilinen en eski kullanımlarından biridir. Öte yandan onun bu “Sivil İtaatsizlik” çalışması Lev Tolstoy, Mahatma Gandi ve Martin Luther King’i derinden etkilemiş, onların gayri meşru hükümetlere, ya da meşru hükümetlerin etik olmayan eylemlerine karşı şiddet içermeyen direniş gösterme yaklaşımlarını geliştirmelerinin teorik temelini oluşturmuştur.

İnsan Haklarının erken dönem diğer savunucuları “Özgürlük Üzerine Bir Deneme”sinde John Stuart Mill ve “İnsanın Hakları” adlı denemesinde Amerikalı siyaset kuramcısı Thomas Paine’di.

İnsan Hakları Deyince…

İnsan Hakları her insanın sadece insan olduğu için sahip olduğu haklardır.

İnsan Haklarına tüm insanlar eşit olarak, her yerde ve her zaman sahiptir.

(11)

8

İnsan Hakları elden alınamaz, bu haklar kaybedilemez.

İnsan Hakları bölünemez, bir İnsan Hakkı diğerlerinden “daha önemsiz” veya

“daha az yaşamsal” denilerek inkar edilemez. İnsan Hakları birbirine bağlıdır ve tamamlayıcı bir çerçevenin parçalarıdır. Örneğin ülkenizdeki yönetime katılma imkanınız, kendinizi ifade etme özgürlüğünüzden, eğitim alma ve hatta yaşamınız için gerekli ihtiyaçları edinme hakkınızdan doğrudan etkilenir.

İnsan Haklarının bir diğer tanımı da onlar olmadan insanların onurlu şekilde yaşayamayacakları temel standartlar olarak geçer. Birisinin İnsan Haklarını ihlal etmek, ona insan değilmiş gibi davranmaktır. İnsan Haklarını savunmak tüm insanların insan onuruna saygı duyulmasını talep etmektir.

Bu hakları ileri süren herkes ayrıca başkalarının haklarını ihlal etmemeyi ve hakları tacize uğrayan veya inkar edilenlere destek olmayı da kabul etm

İnsan Hakları, Doğal Hukuk ve Doğal Haklar

İnsan hakları, kendisi de doğal hukuktan doğmuş olan doğal hakların çocuğu olarak kabul edilir. Doğal hukuk uzun yüzyıllar boyunca Batının siyaset kuramında belirleyici bir rol oynamış ve diğer bütün hukuklara karşı üst bir ahlaki standart olarak görülmüştür. İnsan yapımı hukukun adaletsizliğine

den “daha önemsiz” veya

“daha az yaşamsal” denilerek inkar edilemez. İnsan Hakları birbirine bağlıdır ve tamamlayıcı bir çerçevenin parçalarıdır. Örneğin ülkenizdeki yönetime , kendinizi ifade etme özgürlüğünüzden, eğitim alma ve amınız için gerekli ihtiyaçları edinme hakkınızdan doğrudan etkilenir.

İnsan Haklarının bir diğer tanımı da onlar olmadan insanların onurlu şekilde yaşayamayacakları temel standartlar olarak geçer. Birisinin İnsan Haklarını gibi davranmaktır. İnsan Haklarını savunmak tüm insanların insan onuruna saygı duyulmasını talep etmektir.

Bu hakları ileri süren herkes ayrıca başkalarının haklarını ihlal etmemeyi ve hakları tacize uğrayan veya inkar edilenlere destek olmayı da kabul etmiştir.

İnsan hakları, kendisi de doğal hukuktan doğmuş olan doğal hakların çocuğu olarak kabul edilir. Doğal hukuk uzun yüzyıllar boyunca Batının siyaset ukuklara karşı üst-düzey bir ahlaki standart olarak görülmüştür. İnsan yapımı hukukun adaletsizliğine

(12)

9

itiraz etmek için başvurulması gereken Tanrı’nın daha büyük otoritesi veya doğal hukuktu.

Sonunda bu doğal hukuk kavramı doğal haklara dönüştü ki bu değişim toplumdan bireye doğru bir kaymayı da ifade ediyordu. Doğal hukuk toplum üzerinde aşırı devlet iktidarını engellemek için bir temel sağlarken, doğal haklar da bireye devlete karşı iddialar öne sürebilme imkânını verdi (Renteln 1988). Haklara dair modern kavramın izleri geriye doğru, Aydınlanma’nın politik felsefesi ve hareketinde özellikle de İngiltere, Fransa ve Birleşik Devletler’deki tek tek vatandaşların özgürlüklerine saygı duyacak sınırlandırılmış temsili hükümet formları kurma yaklaşımında sürülebilir.

“Second Treatise on Government” (Hükümet Üzerine İkinci İnceleme) adlı eserinde John Locke, toplumun yaratılmasından önce bireylerin kendilerinden sorumlu oldukları ve kendi çıkarlarını gözettikleri bir doğa durumunu tarif etmişti. Ona göre bu durumda her bir kişi bir dizi doğal hakka –yaşam, özgürlük ve mülkiyet- sahipti. Locke’a göre bireyler sosyal grupları oluşturmak için bir araya geldiklerinde ana amaç bu hakları daha etkili şekilde korumaktı.

Sonuç olarak bireyler kendi kurdukları yönetimlere hakların kendisini değil sadece bu doğal hakları hayata geçirme hakkını devretmişlerdi.

Klasik liberalizm olarak bilinen Locke’un felsefesi, o dönem için, bireyler, hükümetler ve onları bağlayan haklar üzerinde düşünmek üzere yeni bir yolu teşvik etmeye yardımcı oldu. Daha önceleri, devletlerin başındakiler, ilahi bir varlığa dayandırdıkları otoritelerinin meşruiyetini, o varlığın nihai kaynağı ile ilişkili olduğunu iddia ettikleri soylarına dayandırıyor ve buradan gelen ilahi bir hakka dayanarak hüküm sürdüklerini iddia ediyorlardı. Bu Roma İmparatorları için geçerli olduğu kadar Japon ve Çin İmparatorları için de geçerliydi. İlahi hak teorisi en güçlü şekilde Avrupa’nın Rönesans Dönemi monarkları tarafından öne sürülmüştü. Bunların en bilinenleri İngiliz Kralı I.

James (1566-1625) ve Fransız Kralı 14. Lui’ydi.

(13)

10

Locke’un yankılarını Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde fark etmemek imkansızdır. Benzer şekilde hem Locke hem de Amerikan Kurucu babalarının kullandıkları dil İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin habercisi gibidir. Bu ilkeler daha geniş şekilde Amerikan Anayasası’nda (1787) ve Fransız Devrimi'nin hemen ertesinde İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nde (1789) işlenmiş ve kutsanmıştır.

Öyleyse hak nedir ve İnsan Hakları doğal haklardan nasıl ayrılır? Birçok felsefeciye göre hak ve iddia arasında anlam geçişkenliği vardır. Genelde hak, bir şeye sahip olmak veya temin etmek için hukuki veya ahlaki bir temele dayanan savunulabilir bir iddia olarak tarif edilir. İnsan hakkının klasik tanımında ise insan hakkı evrensel olan ve tüm insanların sahip olduğu hak olarak ifade edilir:

Tanımı gereği insan hakkı, tüm insanların sadece insan oldukları için her yerde, her zaman sahip olduğu, adalet ayaklar altında çiğnenmiyorsa hiçbir kişinin ondan mahrum edilemediği, evrensel ahlaki bir haktır. (Cranston) Sıklıkla kendisine atıf yapılan insan hakları tanımında dört gerekli unsurdan bahsedilmektedir:

İlk olarak, tüm insanlar tarafından ve yanı sıra sadece insanlar tarafından sahip olunmalıdır. İkinci olarak tüm insanlarca sahip olunan aynı hak olduğu için tüm insanlarca eşit derecede sahip olunan bir hak olmalıdır. Üçüncüsü, insan hakları bütün insanların sahip olduğu haklar olduğu için onları, belli bir statünün sahibi veya bir ilişkinin tarafı olarak sahip olunan haklardan ayırt edebiliriz… Ve sonuncusu ortada söz konusu olan herhangi bir insan hakkıysa, tabiri caizse “bütün dünyaya karşı” öne sürülebilirliği olması açısından ek bir özelliği daha vardır. (Wasserstrom)

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Ofisi ise insan haklarını şöyle tarif eder:

(14)

11

…Milliyetimiz, yaşadığımız yer, cinsiyetimiz, ulusal veya etnik kökenimiz, derimizin rengi, dinimiz, dilimiz veya başka herhangi bir statümüz ne olursa olsun insanlar olarak hepimizin sahip olduğu haklardır. Hepimiz insan haklarımıza eşit olarak, ayrımsız şekilde sahibiz.

İnsan Haklarının yirminci yüzyıldaki gelişimi, bireysel haklar düşüncesini, vatandaşlıklarına veya devletsel aidiyetlerine bakılmaksızın tüm insanları kapsayacak şekilde genişletti. İnsan Hakları bireysel kimlik ve özgürlüğü, sınırları aşan bir şey olarak yeniden yapılandırmaya yardımcı oldu. Dünya Savaşlarının vahşeti devletin, vatandaşların en büyük düşmanı haline geldiği ve dışarıdan bir korumanın bireyin en işe yarar ve bazen de tek umudu olduğu zamanların olabileceğini açıkça gösterdi.

(15)

12

II. Tarih Boyunca İnsan Hakları Belgeleri

İlk İnsan Hakları Belgesi: Cyrus (Kiros) Silindiri

Günümüzde British Museum 51 Numaralı odada sergilenen Cyrus Silindiri

M.Ö 539’da Pers Kralı Büyük Cyrus’un orduları efsanevi Babil Şehrini ele geçirir. Cyrus’un bu fethinin sonrasında attığı adımlar insanlık için önemli ilerlemeler olarak tarihe geçer. Pers kralı köleleri azat etmekle kalmaz, herkesin istediği dine inanmakta özgür olduğunu ilan eder ve

sağlar. Bunlar ve diğer kararları pişmiş kilden bir silindir üzerine Akat dilinde çivi yazısı ile kaydedilir. Günümüzde Cyrus Silindiri olarak bilinen bu antik belge birçoklarınca dünyanın bilinen en eski İnsan Hakları bildirgesi olarak nitelenmektedir. Bu belge Birleşmiş Milletlerin altı resmi diline çevrilmiştir ve hükümleri İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ilk dört maddesi ile paralellikler taşımaktadır.

Tarih Boyunca İnsan Hakları Belgeleri

Cyrus’un orduları efsanevi Babil Şehrini ele geçirir. Cyrus’un bu fethinin sonrasında attığı adımlar insanlık için önemli ilerlemeler olarak tarihe geçer. Pers kralı köleleri azat etmekle kalmaz, herkesin istediği dine inanmakta özgür olduğunu ilan eder ve ırksal eşitliği üzerine Akat dilinde çivi yazısı ile kaydedilir. Günümüzde Cyrus Silindiri olarak bilinen bu antik belge birçoklarınca dünyanın bilinen en eski İnsan Hakları bildirgesi olarak telenmektedir. Bu belge Birleşmiş Milletlerin altı resmi diline çevrilmiştir ve hükümleri İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ilk dört maddesi ile

(16)

13

Magna Carta

Magna Carta'nın imzalanmasını konu edinen temsili bir resim

Mezopotamya Uygarlıklarının ardından -esas olarak moderniteyle ortaya çıkacak- İnsan Hakları düşünce ve pratiğinin öncülleri denebilecek görüşler ve kimi uygulamalar Hint, Çin, Antik Yunan ve Roma Uygarlıklarında da kendini göstermekte gecikmedi. Özellikle Antik Roma’da insanların yaşam süreçlerinde yazılı olmayan bazı yasaları takip etme eğilimine sahip oldukları gözleminden yola çıkılarak, ileride İnsan Hakları düşüncesinin önemli dayanaklarından biri olacak olan “Doğal Hukuk” kavramı yeşerdi. Ama esaslı bir ilerleme için M.S. 13. yüzyılı beklemek gerekecekti.

1215 yılında İngiliz Kralı Yurtsuz John tarafından imzalanan Magna Carta veya diğer adıyla “Büyük Şartname” birçokları tarafından insan hakları düşüncesinin oluşumunda önemli bir kilometre taşı olarak kabul edilmektedir.

Önceleri İngiltere’nin kimi kadim yasa ve geleneklerini ihlal ederek keyfi bir iktidar süren İngiliz Kralı Yurtsuz John, bu tarihte halkın ve kimi aristokratların baskısıyla daha sonradan insan hakları düşüncesinin ilham kaynaklarından b

esas olarak moderniteyle ortaya İnsan Hakları düşünce ve pratiğinin öncülleri denebilecek görüşler ve kimi uygulamalar Hint, Çin, Antik Yunan ve Roma Uygarlıklarında da kendini ik Roma’da insanların yaşam süreçlerinde yazılı olmayan bazı yasaları takip etme eğilimine sahip oldukları gözleminden yola çıkılarak, ileride İnsan Hakları düşüncesinin önemli dayanaklarından biri olacak olan “Doğal Hukuk” kavramı yeşerdi. Ama esaslı

1215 yılında İngiliz Kralı Yurtsuz John tarafından imzalanan Magna Carta veya diğer adıyla “Büyük Şartname” birçokları tarafından insan hakları abul edilmektedir.

Önceleri İngiltere’nin kimi kadim yasa ve geleneklerini ihlal ederek keyfi bir iktidar süren İngiliz Kralı Yurtsuz John, bu tarihte halkın ve kimi aristokratların baskısıyla daha sonradan insan hakları düşüncesinin ilham kaynaklarından biri

(17)

14

olacak bazı hakları içeren bir belgeyi imzalayarak ilan etmek durumunda kaldı.

Bu haklar arasında kilisenin iktidarın vesayetinden çıkarılması, özgür yurttaşların mülkiyet sahibi olma ve miras haklarının kabulü ile yine bu insanların aşırı vergilerden korunacağı vaadi vardı. Ayrıca mülk sahibi dullar için istemedikleri takdirde yeniden evlenmeye zorlanmama hakkı getiren bu belgede, yargı süreci için belirli bazı standartlar getirilmiş –örneğin belgenin 39. maddesinde “hiçbir özgür kimse kendi denklerinin hukuken geçerli bir hükmü ya da ülke yasalarının gerektirdiği durumlar dışında tutuklanamaz, hapse atılamaz, mallarından ve yasal haklarından yoksun bırakılmaz”

denmektedir- ve kanun önünde eşitlik ilkesi dillendirilmiştir. Magna Carta aynı zamanda rüşveti ve görevi kötüye kullanmayı yasaklayan kimi hükümleri de içinde barındırıyordu.

İnsanların hak elde etmesi ve bunun yazılı hale getirilmesi bağlamında Magna Carta’yı andıran bir diğer başarılı girişim de 1525 yılında Alman köylülerinin, Alman asillerine kabul ettirdikleri “Suebya Maddeleri” veya diğer bilinen adıyla “Köylülerin 12 Maddesi”dir. Bu belge ile Alman köylüleri kendi rahiplerini seçme, avlanma, orman ürünlerinden faydalanma, angaryanın sınırlandırılması, tarımsal ürünlerden makul ölçüde pay alma ve miras gibi haklar elde etmişlerdi.

Magna Carta'nın önemli maddeleri için bkz. Ek-1

(18)

15

İngiliz Haklar Bildirgesi (1628) (Petition of Rights)

İngiliz Haklar Bildirgesi'nin mimarı Sir Edward Coke (1552-1634)

1628 yılında İngiliz Parlamentosu Kral I. Charles’a yine insan hakları düşüncesinin ortaya çıkışında önemli bir köşe taşı kabul edilen bir sivil özgürlükler deklarasyonunu yolladı. Bu olayın öncesinde Kral’ın savaş politikalarını onaylamayan ve bu nedenle de finase etmek istemeyen İngiliz Parlamentosu, Krala ödenek vermeyi reddetmiş, Kral da Parlamentoyu birkaç defa feshetmişti. Ama her defasında seçilen yeni Parlamento, Krala karşı gelmeye devam etti. Sonuçta Kral I. Charles, Parlamento ile anlaşmak, Parlamentonun isteklerini kabul etmek zorunda kaldı ve 1628 yılında Haklar Bildirgesi’ni (“Petition of Rights”) imzaladı. İngiliz Haklar Bildi

Parlamentonun kararı olmadıkça vergi ödemek zorunda olmadığı ilkesini bir kez daha ilan ediyordu. Ama bununla da yetinmiyordu:

“… gelecekte Parlamentonun genel onayı olmadıkça, hiç kimsenin ödünç para, bağış, vergi, herhangi bir armağan vermeye ya da buna benzer bir ödemede bulunmaya zorlanmamasını ve bunun için, böyle bir ödemede bulunmayı reddetti diye, kimsenin sorguya çekilmemesini, yemin

(1628) (Petition of Rights)

I. Charles’a yine insan hakları düşüncesinin ortaya çıkışında önemli bir köşe taşı kabul edilen bir sivil özgürlükler deklarasyonunu yolladı. Bu olayın öncesinde Kral’ın savaş politikalarını onaylamayan ve bu nedenle de finase etmek istemeyen İngiliz mentosu, Krala ödenek vermeyi reddetmiş, Kral da Parlamentoyu birkaç defa feshetmişti. Ama her defasında seçilen yeni Parlamento, Krala karşı gelmeye devam etti. Sonuçta Kral I. Charles, Parlamento ile anlaşmak, da kaldı ve 1628 yılında Haklar Bildirgesi’ni (“Petition of Rights”) imzaladı. İngiliz Haklar Bildirgesi, kimsenin Parlamentonun kararı olmadıkça vergi ödemek zorunda olmadığı ilkesini bir

Parlamentonun genel onayı olmadıkça, hiç kimsenin ödünç para, bağış, vergi, herhangi bir armağan vermeye ya da buna benzer bir ödemede bulunmaya zorlanmamasını ve bunun için, böyle bir ödemede bulunmayı reddetti diye, kimsenin sorguya çekilmemesini, yemin etmeye

(19)

16

cebredilmemesini, hücreye kapatılmamasını, tutuklanmamasını ya da başka bir biçimde eziyet çektirilmemesini ve rahatsız edilmemesini, yüce Majestelerinizden rica ediyoruz. Hiçbir özgür kişi, bu değindiğimiz durumlardan hiçbirinde yasaklanmamalı ve gözaltına alınmamalıdır.

Askerlerin ve leventlerin başka bir yere nakil edilmelerini, ileride halkımızın başına dert açmamalarını, savaş yasasının uygulanacağına dair yönergelerin geri alınmasını ve yürürlükten kaldırılmasını ve gelecekte Majestelerinizin uyruklarının, ülkenin yasa ve özgürlüklerine aykırı bu yönergelerden dolayı helak olmamaları ya da öldürülmemeleri için, bir daha benzeri yönergelerin çıkarılmamasını Majesteleriniz münasip görmelidirler.” (* Janko Musulin, Hürriyet Bildirgeleri)

Özcesi öncülüğü Sir Edward Coke tarafından yapılan bu girişimle dört temel prensip ilan edilmiş oldu:

- Parlamentonun onayı olmadan yeni vergiler konulamaz.

- Hiç kimse gerekçesiz olarak hapse atılamaz (Habeas Corpus Hakkının teyidi).

- Asker, yurttaşlara karşı kullanılmaz.

- Sıkıyönetim barış zamanında uygulanamaz.

İngiliz Haklar Bildirgesi'nin tam metni için bkz. Ek-2

(20)

17

İngiliz Haklar Kanunu (1689) (English Bill of Rights)

17. yüzyılın öncesinde ister sosyal, isterse de yasal, seküler veya dinsel ihtilaflar bağlamında olsun her türlü kural, yasa ve kodlar için bir çerçeve oluşturmak istendiğinde, felsefi olarak bu ilişki ve yasaları önceleyen veya onların temelinde yatan soyut haklar yerine, insanların statü ve ilişkilenmelerinden doğan yetki ve görevlerine vurgu yapıldı. Sonraları ilgi sosyal yükümlülüklerden, bireylerin ihtiyaç ve katılımına doğru kaymaya başladı. Grotius, Hobbes ve Locke gibi filozofların etkisiyle bu haklar, “doğal haklar” veya “insanın hakları” olarak tanımlanmaya başlandı. Söz konusu doğal veya etik haklar siyaset gündeminin bir parçası haline geldi. Ekonomik sınırların giderek zayıflamasıyla da, bu düşünce her yere yayılmaya başladı.

İlk ve en önemli mücadele siyaset alanında oldu. “Doğal haklar”

hükümranların eline teslim edilebilir miydi? “Doğal” durumda insanların sınırsız bir özgürlükleri vardı. İnsanlar, onlar tarafından yönetilmeyi seçerse medeni toplum ve barış adına bütün veya en azından bazı “doğal haklarını”

krallarına ve hükümetlerine teslim ediyorlardı. Eğer bu hakların

“tamamından” vazgeçerlerse insanlar mutlak hükümet otoritesine tabi olurlar ve mutlak görevlere itaat yükümlülüğü altına girerlerdi. Eğer sadece bir kısmından feragat edilebilecekse sorun bu vazgeçilebilecek özgürlüklerin hangileri olduğuydu.

İngiliz Haklar Kanunu (1689) (English Bill of Rights)

17. yüzyılın öncesinde ister sosyal, isterse de yasal, seküler veya dinsel ağlamında olsun her türlü kural, yasa ve kodlar için bir çerçeve oluşturmak istendiğinde, felsefi olarak bu ilişki ve yasaları önceleyen veya onların temelinde yatan soyut haklar yerine, insanların statü ve rgu yapıldı. Sonraları ilgi sosyal yükümlülüklerden, bireylerin ihtiyaç ve katılımına doğru kaymaya başladı. Grotius, Hobbes ve Locke gibi filozofların etkisiyle bu haklar, “doğal haklar” veya “insanın hakları” olarak tanımlanmaya başlandı. Söz konusu l veya etik haklar siyaset gündeminin bir parçası haline geldi. Ekonomik sınırların giderek zayıflamasıyla da, bu düşünce her yere yayılmaya başladı.

İlk ve en önemli mücadele siyaset alanında oldu. “Doğal haklar”

i? “Doğal” durumda insanların sınırsız bir özgürlükleri vardı. İnsanlar, onlar tarafından yönetilmeyi seçerse medeni toplum ve barış adına bütün veya en azından bazı “doğal haklarını”

krallarına ve hükümetlerine teslim ediyorlardı. Eğer bu hakların ndan” vazgeçerlerse insanlar mutlak hükümet otoritesine tabi olurlar ve mutlak görevlere itaat yükümlülüğü altına girerlerdi. Eğer sadece bir kısmından feragat edilebilecekse sorun bu vazgeçilebilecek özgürlüklerin

(21)

18

Bu sorun 17. yüzyılda önemli olaylara neden oldu. İnsanların haklarının baskıcı hükümete karşı korunması (özellikle politik katılım hakkı ile dini inanç özgürlüğü ve bunun gözetilmesi) isyancı Oliver Cromwell’i iktidara taşıyan ve kralın idamına yol açan 1640 İngiliz Devrimi’nin temel sloganıydı. Yine benzer şekilde 1689 İngiliz Haklar Kanunu (English Bill of Rights) ile neticelenen İngiltere’deki 1688 Devrimi’nde de aynı temalar egemendi.

İngiliz Haklar Kanunu da zamanının temel kaygılarından hareket etti. Kralı

“ilahi yasanın” kaynağı olma iddiasından vazgeçirip, onu her vatandaş gibi hukukun üstünlüğüne tabi kıldı ve onu, üyeleri devlet parasını ve mülkünü yönetme yetkisi ile seçilmiş Parlamentonun iktidarına saygı duymaya mecbur etti. Adalet için bazı temel hakları korumak için yargılama esnasında serbest kalmak adına ödenen kefalet miktarlarındaki aşırılığı, ağır para cezalarını, zalimane ve olağan dışı cezalandırma yöntemlerini ilga ederken tarafsız mahkeme ve bağımsız yargıç hakkını garanti altına aldı, Magna Carta’da daha önce sadece aristokrasi için ifade edilen bazı taahhütleri toplumun geneli için tekrar etti. Sonuç olarak 1689 yılında İngiliz Parlamentosu'nun Haklar Kanunu’nu yayınlamasıyla şu ilkeler kabul edilmiş oldu:

1. Parlamento seçimleri serbestçe yapılabilecektir.

2. Parlamento üyeleri tam bir ifade özgürlüğüne sahip olacaktır.

3. Parlamentonun kabul ettiği kanunlar kral dahil herkesi bağlayacaktır.

4. Parlamentonun izni alınmadan asker ve vergi toplanamayacaktır.

Bu kanun ile parlamenter demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler Avrupa'da ve tüm dünyada ilk önce İngiltere'de uygulanmıştır. Ama İngiltere’de bile mülk sahibi olmayan sınıflar ile kadınların Parlamento seçimlerinde seçme-seçilme hakkına sahip olabilmesi için yine yüzlerce yıl sürecek başka mücadeleler gerekmiştir.

İngiliz Haklar Kanunu (1689) (English Bill of Rights) için bkz. Ek-3

(22)

19

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi (1776)

Önceki bölümlerde belirtildiği üzere 18. yüzyıl sonunda filozof John Locke Tanrı’nın doğal yasasının bir sonucu olarak kimsenin bir diğerinin hayatına, sağlığına, özgürlüğüne ve mallarına zarar vermemesi gerektiğini öne sürüyordu. Ona göre bu haklara son verilemezdi ve söz konusu doğal yasanın varlığı bu hakların korunması için gereken neyse onu yapma hakkını da ortaya koyuyordu.

Aynı dönemde yavaş yavaş maddi gücü ele geçirmeye başlayan ve o güne kadar hakim sınıf olan aristokrasinin mutlak iktidarını sorgulamaya başlayan burjuvaların çıkarları ile de örtüşen bu görüş, hükümetin rolünü sınırlıyordu.

Bu görüşe göre hükümetin sorumluluğu doğal hakları korumaktı ve hatta vatandaşların, otoritesi meşruiyetini kaybeden hükümeti devirme hakkı mevcuttu.

İşte bu yaklaşım 4 Temmuz 1776’da Amerika Birleşik Devletleri Kongresi onaylanan Amerikan Kolonilerinin Bağımsızlık Bildirgesi’

oluşturur. Thomas Jefferson, Kongre’nin Amerikan Devrimci Savaşı’nın patlak vermesinden bir yıldan fazla zaman geçtikten sonra neden 2 Temmuz günü Büyük Britanya’dan bağımsızlık ilan edildiğini resmi bir biçimde izah etmek ve 13 Amerikan Kolonisi’nin bundan böyle İngiliz İmparatorluğu’nun bir parçası yüzyıl sonunda filozof John Locke n bir diğerinin hayatına, sağlığına, özgürlüğüne ve mallarına zarar vermemesi gerektiğini öne sürüyordu. Ona göre bu haklara son verilemezdi ve söz konusu doğal yasanın varlığı bu hakların korunması için gereken neyse onu yapma hakkını da ortaya

Aynı dönemde yavaş yavaş maddi gücü ele geçirmeye başlayan ve o güne kadar hakim sınıf olan aristokrasinin mutlak iktidarını sorgulamaya başlayan burjuvaların çıkarları ile de örtüşen bu görüş, hükümetin rolünü sınırlıyordu.

luluğu doğal hakları korumaktı ve hatta vatandaşların, otoritesi meşruiyetini kaybeden hükümeti devirme hakkı

İşte bu yaklaşım 4 Temmuz 1776’da Amerika Birleşik Devletleri Kongresi’nce

’nin arka planını oluşturur. Thomas Jefferson, Kongre’nin Amerikan Devrimci Savaşı’nın patlak vermesinden bir yıldan fazla zaman geçtikten sonra neden 2 Temmuz günü Büyük Britanya’dan bağımsızlık ilan edildiğini resmi bir biçimde izah etmek ve si’nin bundan böyle İngiliz İmparatorluğu’nun bir parçası

(23)

20

olmadığını ilan etmek için bu bildirgeyi kaleme almıştır. Kongre bildirgeyi değişik biçimlerde yayınlamıştır. Sonunda bildiri olarak basılıp yaygın şekilde dağıtılmış ve halka okunmuştur. Bu bildirgeyle sadece hükümetlerin bu hakları korumak için insanların rızası ile kurulması gerektiği iddia edilmekle yetinilmez fakat aynı zamanda özlü bir şekilde bu haklar tanımlanır:

“…Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır; Yaradan’ları tarafından bağışlanmış, belli bazı vazgeçilemez haklara sahiptirler; yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişme hakları da bunların arasındadır. Bu hakları güvence altına almak amacıyla, insanlar kendi aralarında yönetimler kurarlar; bu yönetimler gerçek güçlerini, yönetilenlerin onamasından alırlar; herhangi bir yönetim biçimi, bu hedeflere ulaşmada köstekleyici olmaya başladığında, bu yönetimi değiştirmek ya da düşürmek, yeni bir yönetim kurmak ve bu yeni yönetimin yetkilerini ve dayandığı temelleri, güvenlik ve mutluluklarını sağlayacağına en çok inandıkları bir biçimde düzenlemek ve kurmak, halkın hakkıdır; aslında sağgörü, uzun bir geçmişi olan yönetimlerin sudan ve geçici nedenlerle değiştirilmemesini buyurur; bu yüzden insanların durumlarını düzeltmek amacıyla alışılagelen yönetim biçimlerini değiştirmek yerine, kötülüklere katlanmayı yeğlediklerini deneyimler göstermiştir; ancak sürekli aynı amaca yönelik, uzun bir yolsuzluklar ve zorbalıklar silsilesi, ulusu, mutlak bir despotizme sürüklemek niyetini açığa vurursa, o zaman böyle bir yönetimi yıkmak ve gelecekteki güvenlikleri için yeni koruyucular seçmek, o ulusun hakkı ve görevidir…”

Ne yazık ki Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi aslında insan haklarının sınırını, tüm insanları içerecek şekilde genişletmedi. İlk Amerikan Anayasası kölelik kurumunu muhafaza ettiği gibi kadınlara da eşit haklar tanımadı. Birçok haklar ABD Anayasası’na sonraki 150 yıl içinde eklendi. Yine de Jefferson'ın yazdığı gibi "bir toplumun, yaşayışında bir ideali tamamen gerçekleştirememiş olması, bu ideali değerden düşürmez."

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin tam metni için bkz. Ek-4

(24)

21

Amerika Birleşik Devletleri Anayasası (1787) ve Amerikan Haklar Bildirgesi (1791)

Amerika Birleşik Devletleri Anayasası halen yürürlükte olan en eski ulusal anayasadır. Amerikan Anayasasına bir ek olarak kaleme alınan Amerikan Haklar Bildirgesi ise (The Bill of Rights of the US Constitution) ABD vatandaşlarının temel haklarını güvence altına alır.

1787 yazında Philadelphia’da kaleme alınan Amerika Birleşik Devletleri Anayasası, ABD federal hükümet sisteminin temel yasası olmanın yanı sıra Batı dünyasının sembol belgesidir. Amerikan Anayasası temel yasama, yürütme ve yargı organları ile yurttaşların temel haklarını tanımlar.

Bu Anayasa’da ilk değişiklikler Haklar Bildirgesi (The Bill of Rights) adıyla on madde olarak 1791’de yapılmıştır. Bu değişiklikle ABD federal hükümetinin yetkileri sınırlandırılmış, Amerikan vatandaşlarının yanı sıra, ülkede ikamet eden yabancılarla, ülkeye gelen ziyaretçilerin hakları da koruma altına alınmaya çalışılmıştır.

Haklar Bildirgesi (The Bill of Rights) ile Kongre, din kurumuna saygı göstermeyen, dinin serbestçe uygulanmasını engelleyen ya da ifade ve basın hürriyetini ortadan kaldıran veya barışçı bir şekilde toplantı yapma hakkını ve sorunların düzeltilmesi için hükümete dilekçe verme hakkını engelleyen bir kanunu çıkarmaktan men edilir. Ayrıca geçerli bir nedene dayanmayan arama ve müsadere, zalimane ve olağandışı cezalandırma ile kişinin kendi aleyhine şahitlik yapmaya zorlanması yasaklanır. Kanuni bir sürecin usulüne uygun bir şekilde uygulanması dışında Federal Hükümetin bir kişinin canına, malına ve özgürlüğüne dokunması da aynı şekilde yasaklanır. Federal ceza yargılaması gerektiren hallerde veya yüz kızartıcı suç işlendiği iddiasıyla karşılaştığında bireylere büyük jüri önüne çıkma, doğal hakim karşısında hızlı ve adil yargılanma ve aynı suçlama için iki kez yargılanmama güvenceleri getirilir.

Amerikan Haklar Bildirgesi tam metni için bkz. Ek-5

(25)

22

İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi (1789)

1789 yılında Fransa’da mutlak monarşinin sona ermesi ve “Birinci Cumhuriyet”in kurulmasının yolunu açacak bir devrim yaşandı. Fransız Devrimi adı verilen bu büyük olayın işaret fişeği olan Bastille Hapisanesi’nin halk tarafından basılmasının üzerinden ancak altı hafta ve Fransa’da feodalizmi tasfiye eden kararların alınmasından ise sadece üç hafta sonra 26 Ağustos 1789’da Fransa Ulusal Meclisi’nde kabul edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi (La Déclaration des Droits de l’Homme et du Citoyen), 1791 Fransız Anayasası’na doğru atılmış ilk adımdı.

Bu bildiri ile tüm yurttaşların “özgürlük, güvenlik, mülkiyet ve baskıya karşı direnme hakkı” garanti altına alınıyordu. “…Doğal hakların her insan tarafından kullanımının tek sınırı toplumun diğer üyelerinin de aynı haktan yararlanmasının teminidir” denilen bildiri metninde yasa, bu hak eşitliğini teşvik etmek için “genel iradenin ifadesi” olarak görülür ve “sadece topluma zararlı eylemleri” yasaklar. 1789 Fransız Devrimi'nin insanlığa armağanı olan

"İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi" şöyle başlar: "Ulusal Meclis halinde toplanan Fransız halkı temsilcileri, toplumların uğradıkları felaketlerin ve yönetimlerin bozulmasının yegane nedeninin; insan haklarının bilinmemesi, unutulmuş olması ya da hor görülüp dikkate alınmamasına bağlı olduğu görüşünden hareketle; insanın doğal, devredilemez ve kutsal haklarının resmi bir bildiri içinde açıklamaya karar vermişlerdir. Öyle ki, bu bildiri tüm toplum üyelerinin hiçbir zaman akıllarından çıkmasın, sürekli olarak onlara haklarını ve ödevlerini hatırlatsın. Öyle ki, yasama ve yürütme iktidarlarının faaliyetlerinin siyasal toplumların amacına uygun olup olmadığı her an denetlenebilsin ve bu iktidarlara daha çok saygı gösterilsin. Öyle ki, bundan böyle yurttaşların basit ve tartışma konusu olmayan ilkelere dayanan istekleri hep anayasanın korunmasına ve herkesin mutluluğuna yönelik olsun. Sonuç olarak Ulusal Meclis Yüce Varlığın huzurunda ve himayesinde aşağıdaki İnsan ve Yurttaş Haklarını kabul ve ilan eder..."

İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin tam metni için bkz. Ek-6

(26)

23

Birleşmiş Milletler’in Kuruluşu ve BM Şartı (1945)

Birleşmiş Milletler Şartı imza töreninden bir fotoğraf

İkinci Dünya Savaşı 1939’dan 1945 yılına kadar sürmüş ve sonuna yaklaşmaktaydı. Avrupa ve Asya’da şehirler baştan aşağı yıkılmış, milyonlarca insan ölmüş, on milyonlarca insan evsiz ve aç kalmıştı. Avrupa’da Sovyet güçleri Berlin önlerine kadar gelmiş, Nazi’lerin son direnişini kırmaya çalışıyordu. Uzak Doğu’da ABD ile Japonya arasındaki savaş ise Okinawa gibi adalarda olanca şiddeti ile devam ediyordu. Özellikle Nazi Almanyası’nın altı milyonu aşkın insanı Yahudi, Roman, eşcinsel veya engelli oldukları için yok etmesi dünyayı dehşete düşürmüştü. İlerleyen yıllarda Nürnberg ve Tokyo’da mahkemeler kurulacak ve yenilen ülkelerden sorumlular, savaş suçları,

“barışa karşı suçlar” ve “insanlığa karşı suçlar” işlemekten ötürü yargılanıp birçoğu bu suçlardan mahkum olacaktı.

İşte bu şartlar altında İnsan Hakları düşüncesi daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Nisan 1945’de elli ülkeden delegeler, San Fransisco’da bir araya gelerek, gelecekte yeni savaşların çıkmasını önlemek için barışı korumak ve teşvik etmek amacıyla, birincil amacı barışı desteklemek ve çatışmaları önlemek olan Birleşmiş Milletleri kurma yoluna girdiler. Artık

kimsenin adaletsizce, yaşam hakkından, özgürlükten, yiyecekten, barınaktan ve bir vatandaşlığa sahip olma hakkından mahrum edilmeyeceğinden emin

Şartı (1945)

İkinci Dünya Savaşı 1939’dan 1945 yılına kadar sürmüş ve sonuna ştan aşağı yıkılmış, milyonlarca insan ölmüş, on milyonlarca insan evsiz ve aç kalmıştı. Avrupa’da Sovyet güçleri Berlin önlerine kadar gelmiş, Nazi’lerin son direnişini kırmaya çalışıyordu. Uzak Doğu’da ABD ile Japonya arasındaki savaş ise Okinawa gibi alarda olanca şiddeti ile devam ediyordu. Özellikle Nazi Almanyası’nın altı milyonu aşkın insanı Yahudi, Roman, eşcinsel veya engelli oldukları için yok ünyayı dehşete düşürmüştü. İlerleyen yıllarda Nürnberg ve Tokyo’da len ülkelerden sorumlular, savaş suçları,

“barışa karşı suçlar” ve “insanlığa karşı suçlar” işlemekten ötürü yargılanıp

İşte bu şartlar altında İnsan Hakları düşüncesi daha güçlü bir şekilde gündeme e elli ülkeden delegeler, San Fransisco’da bir araya gelerek, gelecekte yeni savaşların çıkmasını önlemek için barışı korumak ve teşvik etmek amacıyla, birincil amacı barışı desteklemek ve çatışmaları Artık insanlar hiç kimsenin adaletsizce, yaşam hakkından, özgürlükten, yiyecekten, barınaktan ve bir vatandaşlığa sahip olma hakkından mahrum edilmeyeceğinden emin

(27)

24

olmak istiyorlardı. Dünyanın dört bir yanından, kendi hükümetlerinin ihlallerine maruz kalmaması için insanları koruyacak ve hükümetlerin kendi ülke sınırları içinde yaşayan herkese karşı uygulamalarında dikkate almak zorunda olacakları standartların ortaya konulması adına çağrılar yapıldı. İşte bu çağrılar Birleşmiş Milletler Şartı’nın taslağının hazırlanacağı San Fransisco toplantısının gerçekleşmesinde kritik bir rol oynadı.

Kurulması hedeflenen yeni teşkilatın idealleri Birleşmiş Milletler Şartı olarak da bilinen kuruluş anlaşmasının önsözünün başında şöyle ifade edilmişti:

“Biz Birleşmiş Milletler halkları, bir insan yaşamı içinde iki kez insanlığa tarif olunmaz acılar getiren savaş felaketinden gelecek kuşakları korumaya, temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilan etmeye, adaletin korunması ve antlaşmadan doğan yükümlülüklere saygı gösterilmesi için gerekli koşulları yaratmaya ve daha geniş bir özgürlük içinde daha iyi yaşama koşulları sağlamaya, sosyal bakımdan ilerlemeyi kolaylaştırmaya ve bu amaçlara ulaşmak için, hoşgörüyle davranmaya ve iyi komşuluk anlayışı içinde birbirimizle barışık yaşamaya, uluslararası barış ve güvenliği korumak için güçlerimizi birleştirmeye, ortak yarar dışında silahlı kuvvet kullanılmamasını sağlayacak ilkeleri kabul etmeye ve yöntemleri benimsemeye, tüm halkların ekonomik ve sosyal bakımdan ilerlemesini kolaylaştırmak için uluslararası kurumlardan yararlanmaya istekli olarak, bu amaçları gerçekleştirmek adına çaba harcamaya karar verdik…”

Birleşmiş Milletler Şartı 24 Ekim 1945’de yürürlüğe girdi ve bu tarih o günden bu yana Birleşmiş Milletler Günü olarak kutlanmaktadır. BM Şartı'nın (Anlaşması) tam metni için:

https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/KANUNLAR_KARARLAR/kanuntbmmc027/kanuntbmmc027/kanuntb mmc02704801.pdf

(28)

25

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Doğuşu (1948)

“Biz Birleşmiş Milletler halkları, … temel insan haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük ulusların hak eşitliğine olan inancımızı yeniden ilan etmeye…”

24 Ekim 1945’de yürürlüğe giren BM şartında, insan haklarına yapılan bu referansı, BM Şartı’ndaki yürürlük hükümleriyle, yine insan hakları ve temel özgürlüklere yapılan altı başka referans takip etti. Buna ek olarak, büyük ölçüde 42 hükümet dışı organizasyonun politik liderlere uyguladığı basıncın sonucunda 68. madde BM şartına eklendi. Bu madde uyarınca Ekonomik ve Sosyal Konsey’in insan hakları ile ekonomik ve sosyal alanlarda komisyonlar kurması karara bağlanmış oldu. Kısa bir zaman zarfında da İnsan Hakları Komisyonu kuruldu. Bu komisyon gücünü doğrudan BM Şartı’ndan alan birkaç organdan biriydi.

Uluslararası İnsan Hakları Kanunu için bir çerçeve oluşturuluyor

1946 yılı Nisan ayında eski ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in dul eşi Eleanor Roosevelt dokuz üyeden oluşan geçici bir BM grubuna başkanlık etmesi için atandı. Haziran ayına gelindiğinde bu geçici grup, yeni Komisyonun bir an önce uluslararası bir insan hakları kanunu ön taslağı geliştirmesini önerdi.

Aynı yılın ilerleyen döneminde oluşturulan 18 üyeli İnsan Hakları Komisyonu başkanlığına yine Eleanor Roosevelt atandı. Komisyonun diğer öne çıkan üç üyesi ise Çinli P.C. Chang, Fransız Rene Cassin ve Lübnanlı Dr. Charles Malik’ti.

Komisyon ilk olarak 1947 yılı Ocak ayında toplandı ve bazı kritik konuları ele aldı. Bu toplantıda bir anlaşmadan önce hukuki bağlayıcılığı olacak bu tür bir anlaşmanın moral temelini oluşturacak medeni ve siyasi hakların yanı sıra, sosyal ve ekonomik haklara da değinen evrensel bir bildirge ortaya konması gerektiği düşüncesi ağırlık kazandı.

Elenor Roosvelt’e göre, tüm insanlık için evrensel bir Magna Carta olacak bu bildirge, Komisyona göre ise kısa, ilham verici, insanlar tarafından kolaylıkla

(29)

26

anlaşılıp kullanılabilecek coşkulu bir metin olmalıydı. Bu nedenle bağlayıcılığı olacak bir anlaşmada ele alınması gereken daha karmaşık konuların bu metne alınmasından ziyade, devletlerin kendi topraklarında bu hakları hayata geçirirken nasıl bir role sahip olması gerektiği üzerinde durulması fikri öne çıktı.

Komisyonun bildirge ile bağlayıcılığı olacak anlaşmanın hazırlanmasını ayırma kararı isabetli olmuştu çünkü İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olarak da anılacak beyanname 1948 yılı Aralık ayında ilan edilme imkanına kavuşmasına rağmen, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi 18 yıl sonra hayat bulabilecektir. Üstelik söz konusu anlaşmaların imzacı devletlerce onaylanıp yürürlüğe girmeleri ise daha da uzun bir sürece yayılacaktır.

İlham veren bir belge

Bildirge ve sözleşmelerin hazırlık süreçlerinin birbirinden ayrılması yaklaşımının benimsenmesinin ardından BM İnsan Hakları Komisyonu bildirgeyi ortaya çıkarma sürecine odaklandı. Bildirgeye “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” adı verilmesi kararlaştırıldı. Bu isimlendirmeden elde edilmek istenen sonuç, bu bildirgenin her yerdeki tüm insanlar için, kadın, erkek, siyah, beyaz, sağcı, solcu, zengin ya da yoksul olması fark etmeksizin standart bazı haklara sahip olduklarını vurgulamaktı. Ya da bildirgenin ilk girişinde ifade edildiği şekilde şu yaklaşımın altını çizmekti:

“İnsanlık topluluğunun bütün bireyleriyle kuruluşlarının bu Bildirgeyi her zaman göz önünde tutarak eğitim ve öğretim yoluyla bu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmeye, giderek artan ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkelerin halkları arasında bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirleyen bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder.”

(30)

27

Bildirgenin 1. maddesi projenin ilham veren doğasını yansıtır. Bu maddedeki bazı ifadeler, “zaten bilinen bir durumu bir kez daha ilan ettiğine” veya “bu maddenin içeriğine ana metin yerine, önsözde yer verilmesinin daha uygun olacağına” dair birçok itirazın ardından kabul edilebilmiştir:

“Bütün insanlar hakları ve onurları eşit ve özgür olarak doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik duyguları ile davranmalıdırlar.”

Bu maddenin ana metine dahil edilme nedeni tüm insan haklarının temelini güçlü bir şekilde ifade etmek, ırk, cinsiyet, zenginlik ve diğer farklar gözetilmeden herkesin bir diğerine iyilikle muamele etme ödevinin altını çizmektir. Benzer bir izleği takip eden 7. maddede ise tüm insanların kanun önünde eşit oldukları ve her türlü ayrımcılığa karşı korunma hakkına sahip bulundukları belirtilmiştir.

3. madde ile 27. madde beraberce belki de bildirgedeki somut hükümlerin çekirdeğini oluşturmaktadırlar. Bu maddeler her insana, hayat, özgürlük, kişi güvenliği (Madde 3) ve yeterli düzeyde standartlara sahip bir yaşam (Madde 27) haklarını verir. Bunlardan hayat, özgürlük, kişi güvenliği temel medeni ve siyasi haklar iken diğeri ise temel ekonomik ve sosyal haktır. Yeterli düzeyde bir yaşam hakkı, içinde kişinin sadece tek başına değil, ailesi ile beraber sağlık ve esenlik hakkını ve yeterli miktarda gıda, giysi, barınma, tıbbi bakım ve sosyal güvenlik haklarını (ayrıca 22. madde’de kapsanmıştır) da içerdiği için özellikle dikkate değerdir.

Bildirgede 30 madde vardır ki bunlardan 17’si medeni ve siyasi haklarla, 8’i ise ekonomik ve sosyal haklarla ilişkilendirilebilir. Tüm bu sayılan hakları kuşatan maddeler ise 28 ve 29. maddelerdir. Bu maddelerin üzerinde pek fazla tartışılmamış ve onlara sonraki iki uluslararası anlaşmada kanuni bağlayıcılık da verilmemiştir. Ama bu maddelerin bildirgedeki mevcudiyetleri bile çok önemlidir. 28. madde uluslararası toplumun bütününü açısından, ister medeni ve siyasi isterse de ekonomik ve sosyal türden olsun, tüm insan

(31)

28

haklarının tam olarak realize olmasını sağlayacak şekilde düzenlemeleri uygulama sorumluluğunu vurgular.

29. madde de ayrıca önemlidir çünkü her insanın mensubu olduğu toplumlara karşı sorumluluklarının altını çizmektedir. Ama 29. maddede insanların sorumluluk göstermekle yükümlü oldukları bildirilen öznenin devlet olmadığı önemle vurgulanmalıdır. Zira bu iddianın sahipleri genelde diktatörler olmuştur. İnsanlar devletlere karşı bu tür bir sorumluluk altında değildir ama elbette içinde yaşadıkları toplumlara ve bildirgenin 1. maddesi’nde ifade edildiği anlamda diğer insan kardeşlerine karşı sorumluluklara sahiptirler.

Bildirgeye bugünden bakıldığında çevre hakkı gibi bazı hakların eksik olduğu söylenebilir. Bir başka açıdan bakıldığında ise bildirgede zikredilmeyen bu ve benzeri başka haklar yaşam hakkı ve belli standartlara sahip bir hayat hakkı gibi başka hakların içinde örtük biçimde de olsa mevcuttur diye düşünülebilir.

Bildirgenin hazırlanmasında özel emeği geçenleri anmak gerekirse öncelikle BM İnsan Hakları Komisyonu’nun ilk başkanı Eleanor Roosevelt’i, bildirge taslak metninin kaleme alınmasında görev alan avukat ve akademisyen Hersch Lauterpacht ile ünlü İngiliz yazar H. G. Wells’i zikretmek doğru olacaktır. Yine de bildirgenin ortaya çıkmasında en büyük onur, belki de tarihin gördüğü en ağır insan hakları ihlallerinin faili olan Nazizmin ve onun müttefiklerinin yenilmesi için mücadele edip, kazanan on milyonlarca isimsiz insana aittir.

BM Komisyonu bildirgenin taslağını 18 Haziran 1948’de kabul etti. Ardından taslak Ekonomik ve Sosyal Konsey’de ele alındı. Burada herhangi bir değişikliğe uğramayan bildirge taslağı, Konsey tarafından havale edildiği BM Genel Kurulu 3. Komitesi’nde ise çeşitli zorluklarla karşılaştı. 81 toplantılık bir maraton ve 169 değişiklik önerisinin ardından, Komite başkanı Lübnanlı Charles Malik’in de hatırlanması gereken olağanüstü çabalarıyla 6 Aralık 1948’de, BM Genel Kurulu’na sevk edildi. Nihayetinde de 10 Aralık 1948

(32)

29

akşamı Komite’den geldiği şekliyle, herhangi başka bir değişiklik yapılmadan, BM Genel Kurulu’nda yapılan bir oylamayla kabul edildi.

Başlardaki zorluk ve dirençlere karşın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) 1948’deki en iyimser mimarlarının bile tahmin edemeyeceği global bir prestije sahip oldu. İlk olarak insan hakları sicili sıkıntılı ülkeler tarafından bile standartları düzenleyen etkili bir belge olarak kabul gördü. Aynı derecede önemli olarak İHEB, BM Şartı’nın bir uzantısı haline geldi. Öyle ki, BM Şartı insan hakları ve temel hürriyetlere dair sadece birkaç referans içermesine rağmen, söz konusu hak ve hürriyetlerin içeriğini ortaya koymak için İHEB’e başvurmak olağan bir tutum haline geldi. Bu nedenledir ki, İHEB, BM’nin kendi dokusunun bir parçası oldu ve sıklıkla BM Genel Kurulu Kararları’nda ve örneğin Sömürge Ülkelere ve Halklara Özgürlük Verilmesi’ne dair 1960 tarihli Deklarasyon bağlamında olduğu gibi Genel Kurul’daki tartışmalarında ona atıflar yapıldı. 1978 yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 30. yıldönümü münasebetiyle Tahran'da yapılan insan hakları toplantısında biraraya gelen 84 ülkenin temsilcileri oybirliğiyle, İHEB'in bütün insanların vazgeçilmez haklarının ortak bir ifadesi olduğunu ve uluslararası toplum üyeleri için uyulması gereken bir zorunluluk teşkil ettiğini beyan ettiler.

Ayrıca belirtilmeli ki, hepsi olmasa da İHEB maddelerinin tamamına yakını uluslararası teamül hukukunun bir parçası haline gelmiştir. Bunun anlamı şudur ki anlaşmalar sadece kendisini imzalamış olan devletleri bağlarken, onun hakkındaki görüşleri ne olursa olsun günümüzde İHEB tüm devletleri bağlar hale gelmiştir. İHEB herkes için insan onuru ve barışın sağlanması için giderek güçlenen bir araçtır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi tam metni için bkz. Ek-7

(33)

30

Uluslararası İnsan Hakları Kanunu (The International Bill of Human Rights)

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi dünyanın tüm ulusları tarafından ortaklaşa oluşturulmuş ideal bir standart olma iddiası taşımaktadır. Ne var ki hukuki bir bağlayıcılığı olan bir metin değildir. Bu nedenle Bildirgenin ilan edildiği 1948 yılından 1966 yılına kadar BM İnsan Hakları Komisyonu’nun temel uğraşısı bildirgeye dayanan bir uluslararası insan hakları hukuku yaratmak ve bu yeni hukukun uygulanmasını zorlayacak mekanizmaları inşa etmek olmuştur. Bu çerçevede, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu yasal açıdan bağlayıcı ve en kapsamlı insan hakları antlaşmaları olan iki temel metin olarak

“Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ile “Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi”ni hazırladı. Genel Kurulca 1966’da kabul edilen ve 1976’da yürürlüğe giren bu antlaşmalar, Evrensel Bildirge’de yer alan hakları, taraf devletlerin itaatinin komitelerce denetlendiği yasal açıdan bağlayıcı taahhütlere çevirerek Bildirge’nin şartlarını bir adım ileri götürmüştür. Bu anlaşmalara günümüzde BM üyesi ülkelerin çoğunluğu taraftır.

Günümüzde, Evrensel Bildirge, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne Ek Protokoller ile birlikte Uluslararası İnsan Hakları Kanunu’nu oluşturmaktadır.

“Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi” (ICCPR) ve ek protokolleri seyahat özgürlüğü, hukuk önünde eşitlik, adil yargılanma ve suçu ispatlanıncaya kadar masum kabul edilme hakkı, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, ifade ve fikir özgürlüğü, barışçıl toplanma ve dernek kurma özgürlüğü, kamu hizmetlerine, seçimlere katılma, azınlık haklarının korunması gibi haklara odaklanır ve gelişi güzel biçimde hayat hakkından yoksun bırakmayı, işkence, zalim veya haysiyet kırıcı muamele ya da cezayı, kölelik ve zorla çalıştırılmayı, gelişigüzel tutuklamayı veya alıkoymayı, kişisel dokunulmazlığa, özel hayatın gizliliğine keyfi müdahaleyi, savaş propagandasını ve ırksal ya da dinsel nefret yayan görüşlerin savunulmasını yasaklar. “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar

(34)

31

Sözleşmesi” (ICESCR) ise adil ve elverişli koşullarda çalışma hakkı, sosyal korunma hakkı, uygun hayat standardı ve ulaşılabilir en yüksek fiziksel ve zihinsel iyilik standartları hakkı, eğitim ve kültürel özgürlük ile bilimsel gelişmenin nimetlerinden faydalanma hakkı gibi konulara odaklanmaktadır.

Her iki sözleşme de korudukları hakların tüm insanlara ait olduğunu bildirmekte ve bu haklara sahip olma bakımından ayrımcılığı kesin bir şekilde yasaklamaktadır.

“Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi” (ICCPR) ile İnsan Hakları Komisyonu yerine, BM bünyesinde çalışacak 18 üyeli daimi bir İnsan Hakları Komitesi de kurulmuştur. Bu komitenin amacı “Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi” (ICCPR) tarafı olan devletlerin, bu sözleşme hükümlerine uyup uymadıklarını denetlemektir. Bu çerçevede Komite her beş yılda bir taraf devletlerden gelen raporları inceler ve bu incelemesi sonucunda, ülkelerin insan hakları performansına dair edindiği bilgileri paylaşır. Öte yandan bu sözleşmeye taraf devletler Komite’nin, bireylerin veya organizasyonların hükümetlerce haklarının ihlal edildiğine dair iddialarını soruşturma yetkisini de tanımıştır. Ne var ki Komiteye şikayette bulunacak olan başvurucuların kendi ülkelerindeki tüm iç hukuk yollarını tüketmiş olması gerekmektedir. Komite bu tür şikâyetleri her tür belgenin gizli tutulduğu kapalı oturumlarda ele almaktadır. Ancak, bu toplantılar sonucunda Komite'nin ulaşmış olduğu bulgular kamuoyuna açıklanmakta ve Komitenin Genel Kurul’a sunduğu yıllık raporlarda da yer almaktadır.

Benzer şekilde “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” (ICESCR) ile bu sözleşmede tanınan hakların Sözleşme'ye taraf devletlerce uygulanışını denetlemek amacıyla 1985 yılında, Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC) tarafından Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi kurulmuştur. 18 üyeden oluşan bu uzmanlar heyeti özel olarak hazırlanarak sunulan raporlar üzerinde çalışmakta ve onları ilgili hükümetlerin temsilcileriyle görüşmektedirler. Komite, raporların değerlendirilmesi temelinde devletlere tavsiyelerde bulunur. Ayrıca, insan hakları ve ilgili temaların anlamının ve

(35)

32

Sözleşme şartlarının uygulanması için taraf devletlerce atılması gereken adımların bir taslağını çıkarabilmek amacıyla genel yorumlarda bulunur.

İnsan Haklarına İlişkin Diğer Bazı Uluslararası Sözleşmeler

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, BM bünyesinde çeşitli konulara ilişkin 80’e yakın sözleşme ve bildirgenin yolunu açmıştır. Bunlardan önde gelenler BM'ye ait metinlerde şöyle sıralanmaktadır:

“Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme” (1948) soykırım suçunu ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu yok etme amaçlı belli eylemlerin gerçekleştirilmesi olarak tanımlamakta ve devletlere bu suçun faili olduğu iddia edilen kimseleri adalet önüne getirme yükümlülüğü getirmektedir.

“Mültecilerin Statüsüne Dair Sözleşme” (1951) ile mülteci, menşe ülkesi dışında bulunan; ırkı, dini, bir toplumsal aidiyeti ya da siyasi görüşü nedeniyle zulme uğramaktan haklı nedenlerle korku duyan ve bu korku nedeniyle ülkesinin korumasından yararlanamayan ya da yararlanmak istemeyen kişi olarak tanımlanmıştır. Sözleşme 1951'de imzalanmış ama 1954'te yürürlüğe girmiştir. 1951 Sözleşmesi'nin 1. maddesi, sözleşmenin kapsamını "1 Ocak 1951'den önce meydana gelen olaylar" ile sınırlar. Söz konusu kısıtlama, Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1967 Protokolü ile kaldırılmıştır.

Toplamda 146 devlet bu belgelerin birine ya da her ikisine onay vermiştir. Bu sözleşme, başta risk altında oldukları ülkelere zorla geri gönderilmeme hakkı olmak üzere mültecilerin haklarını tanımlamakta ve onların gündelik yaşamlarını çeşitli yönlerden ilgilendiren çalışma, eğitim, kamusal yardım, sosyal güvenlik ve seyahat özgürlüğü için gerekli belgelere ulaşma gibi haklara dair şartlar getirmektedir.

“1926 Tarihli Kölelik, Köle Ticareti ve Köleliğe Benzer Uygulama ve Geleneklerin Ortadan Kaldırılmasına Dair Sözleşme”yi Yürürlüğe Sokan Ek Protokol” (1953).

(36)

33

“Kadınların Politik Haklarına Dair Sözleşme” (1953)

“Vatansızlığın Azaltılmasına Dair Sözleşme” (1961)

“ Evliliğe Rıza Gösterilmesi, Asgari Evlenme Yaşı ve Evliliğin Tesciline Dair Sözleşme” (1962)

“Her Tür Irksal Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Sözleşme” (1966).

Irksal ayrımcılık temeline dayanan her tür üstünlük politikasının kabul edilemez, bilimsel açıdan yanlış olduğuna ve ahlaken, hukuken mahkum edildiğine dair bir ana maddeyle başlayan Sözleşme, “ırksal ayrımcılık”

kavramını tanımlamakta, taraf devletleri bu suçu yasal alanda ve uygulamada ortadan kaldırma yükümlülüğü ile bağlamaktadır. 177 üye devlet tarafından kabul edilmiştir. Sözleşme aynı zamanda, taraf devletlerin hazırladığı raporları ve sözleşme maddelerinin herhangi birinin ihlal edildiğine dair bireysel şikayetlere imkan tanıyan Sözleşme Ek Protokolünü kabul etmiş olan devletlerin vatandaşlarından gelen bireysel şikayetleri ele alan “Irksal Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi” isimli bir denetleme heyeti oluşturmuştur.

“Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların Uygulanmayacağına Dair Sözleşme” (1968)

“Apartheid Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme” (1973)

“Kadınlara Yönelik Her Tür Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Sözleşme”

(1979). 189 devletin taraf olduğu bu sözleşme kadınların hukuk önünde eşitliğini teminat altına almakta olup siyasal ve kamusal yaşam, milliyet, eğitim istihdam, sağlık, evlilik ve aile hayatı alanlarında kadınlara yönelik ayrımcılığın yok edilmesi için belli tedbirler öngörmektedir. Sözleşmenin uygulanışını denetlemek ve taraf devletlerden gelen raporları değerlendirmek amacıyla Sözleşme, “Kadınlara Yönelik Her Tür Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesini” oluşturmuştur. 109 devletin taraf olduğu Sözleşme Ek

Referanslar

Benzer Belgeler

Irk ayrımcılığı 1. maddede “Siyasî, ekonomik, sosyal, kültürel veya toplumsal yaşamın herhangi bir alanında, insan hakları ve temel özgürlük- lerin

Aşağıda insan hakları eğitiminde kullanılan iki yaklaşım türü (disiplinlerarası yaklaşım ve çoklu yaklaşım) tartışılacaktır.. Önce kısaca

Dostane çözüme ulaşılmaması halinde, esas hakkında (ihlalin varlığı ya da yokluğuna ilişkin) karar verir. Dostane çözüm, kabul edilebilir bulunan bir davanın

FAO’ya yani Birleşmiş Milletler Gıda ve Tar ım Örgütüne göre dünya 12 milyar insan için her gün kişi başına 2100 kalorilik gıda üretebilme gücüne sahip.. Bu

Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk kabul etmiştir (m. Buna göre Türk babanın ya da Türk ananın

• YAŞ, ETNİK KÖKEN, YER, DİL, DİN, ETNİK KÖKEN VEYA BAŞKA HERHANGİ BİR STATÜDEN BAĞIMSIZDIR.. • HER YERDE VE HER ZAMAN EVRENSEL OLMA ANLAMINDA

AMACIYLA ALIŞILAGELEN YÖNETİM BİÇİMLERİNİ DEĞİŞTİRMEK YERİNE, KÖTÜLÜKLERE KATLANMAYI YEĞLEDİKLERİNİ DENEYİMLER GÖSTERMİŞTİR; ANCAK SÜREKLİ AYNI AMACA YÖNELİK,

 Modern devlet, Ortaçağ boyunca yaşanan toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmelerin ve kuramsal tartışmaların sonucunda, çok parçalı feodal düzenin tasfiye