• Sonuç bulunamadı

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ DÖRDÜNCÜ DAİRE KARAKAŞ VE YEŞİLIRMAK TÜRKİYE. (Başvuru no /98) KARAR (ÖZET ÇEVİRİ) STRAZBURG.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ DÖRDÜNCÜ DAİRE KARAKAŞ VE YEŞİLIRMAK TÜRKİYE. (Başvuru no /98) KARAR (ÖZET ÇEVİRİ) STRAZBURG."

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

DÖRDÜNCÜ DAİRE

KARAKAŞ VE YEŞİLIRMAK – TÜRKİYE (Başvuru no. 43925/98)

KARAR (ÖZET ÇEVİRİ)

STRAZBURG

28 Haziran 2005

Sözkonusu karar AİHS’nin 44§2. maddesi uyarınca kesinlik kazanacaktır. Ancak, şekle ilişkin değişiklik yapılabilir.

Karakaş ve Yeşilırmak – Türkiye davasında,

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (Dördüncü Daire), Başkan Nicolas BRATZA,

Yargıçlar J.CASADEVALL, G.BONELLO,

R.TÜRMEN, R.MARUSTE, S.PAVLOVSCHI, L.GARLICKI ve

Bölüm Sekreteri M. O’BOYLE’un katılımı ile 7 Haziran 2005 tarihinde yapılan kapalı oturum sonucunda anılan tarihte izleyen kararı vermiştir.

USUL

1.Dava, Bülent Karakaş ve Yılmaz Yeşilırmak isimli iki Türk vatandaşının (“başvuranlar”)14 Ağustos 1998 tarihinde İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması

AVRUPA KONSEYİ CONSEIL DE

L'EUROPE

______________________________________________________________________________________

© T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2005. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı’na atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.

(2)

Sözleşmesi’nin (“Sözleşme”) eski 25. maddesine dayanarak Türkiye Cumhuriyeti aleyhine Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na (“Komisyon”) yaptığı başvurudan kaynaklanmaktadır (no. 43925/98).

2. Kendilerine adli yardım temin edilmiş olan başvuranlar, İstanbul’da görev yapan H.

K. Elban ve A. Yazıcıoğlu isimli avukatlar tarafından temsil edilmiştir. Türk Hükümeti (”Hükümet”) AİHM’deki işlemler için herhangi bir Ajan tayin etmemiştir.

3. Başvuranlar, özellikle, polis gözaltında kötü muamele gördüklerini ve masumiyet karinesinin yetkililerce ihlal edildiğini iddia etmiştir.

4. Başvuru, 1 Kasım 1998 tarihinde, AİHS’nin 11 no’lu Protokol’ü yürürlüğe girdiğinde AİHM’ye iletilmiştir (11 no’lu Protokol’ün 5 § 2. maddesi).

5. Başvuru AİHM’nin Dördüncü Dairesi’ne verilmiştir (Mahkeme İç Tüzüğü 52 § 1.

madde). Bu Bölüm içinde, davaya bakacak olan Daire (AİHS’nin 27 § 1. madde), İç Tüzüğün 26 § 1. maddesinde öngörüldüğü gibi oluşturulmuştur.

6. 5 Ekim 2004 tarihinde alınan bir kararla, AİHM, başvuruyu kısmen kabul edilebilir bulmuştur.

7. Başvuranlar ve Hükümet esaslara ilişkin görüşlerini belirtmiştir (İç Tüzük 59 § 1).

Taraflar birbirlerinin görüşlerine yazılı olarak cevap vermiştir.

8. 1 Kasım 2004 tarihinde, AİHM, Bölümlerin kompozisyonunu değiştirmiştir (İç Tüzük 25 § 1). Bu dava, yeni oluşturulmuş Dördüncü Daire’ye verilmiştir (İç Tüzük 25 § 1).

OLAYLAR

I.DAVA ŞARTLARI

9. Başvuranlar sırasıyla 1974 ve 1977 doğumludur ve İstanbul’da ikamet etmektedir.

10. Belirli olmayan bir tarihte Bağcılar Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ne bağlı polis memurları Dev-Sol isimli yasadışı örgütün, 13 Ağustos 1994 tarihinde Hürriyet Gazetesi’nin merkez binası önünde gösteri düzenleyeceğini kaydetmiştir.

11. 13 Ağustos 1994 tarihinde, başvuranlar, on iki kişi ile birlikte, anılan gazetenin merkez binasının önünde tutuklanmış ve Bağcılar Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmüşlerdir.

Polis tarafından hazırlanan tutanağa göre, Dev-Sol üyeleri, kovalamaca ve iki uyarı ateşinin ardından yakalanmıştır. Ayrıca, polisler, tutukladıkları kişileri yere yatırmış ve üzerlerindeki kitapçıkları ve pankartları toplamışlardır.

12. 15 Ağustos 1994 tarihinde, İstanbul Kriminal Polis Laboratuarı, Yılmaz Yeşilırmak’ın, polisin ele geçirdiği birkaç pankarttaki el yazısıyla uyuştuğunu tespit ettiği bir bilirkişi raporu hazırlamıştır.

(3)

13. 17 Ağustos 1994 tarihinde başvuranlar, Bakırköy Adli Tıp Kurumu’nda bir doktor tarafından muayene edilmiştir. Doktor, birinci başvuranın bir elinde, ikinci başvuranın ise her iki elindeki yaraları rapor etmiştir. Raporda, başvuranlardaki zedelenmelerin hayati bir tehlike teşkil etmediğini, ancak çalışmalarını üç gün engelleyeceği ifade edilmiştir.

14. Aynı gün, Bağcılar Emniyet Müdürlüğü, Dev-Sol örgütü üyelerinin yakalanmasına ilişkin bir basın toplantısı yapmıştır. Toplantı esnasında polis tarafından herhangi bir açıklama yapılıp yapılmadığı hususunda dava dosyasında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, sonraki gün, başvuranların isimleri ve fotoğrafları, kendilerini Dev-Sol örgütünün üyeleri olarak tanımlayan Milliyet ve Hürriyet’te yayınlanmıştır.

15. Milliyet’te yayınlanan “On dört Dev-Sol üyesi yakalandı” başlıklı haber şöyledir:

“…”

16. Türkiye Gazetesi’nde “Sapanlı göstericiler” başlıklı habere, bir grup zanlının, üzerinde broşürler, pankartlar ve sapan lastikleri konulduğu bir masa arkasında çekilmiş fotoğrafı iliştirilmiştir. Haber metni şöyledir:

“…”

17. 18 Ağustos 1994 tarihinde, başvuranlar ilk olarak Cumhuriyet Savcısı huzuruna, sonra da İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi heyetinde bulunan üye hakim önüne çıkarılmış ve kendilerine yönelik suçlamaları reddetmişlerdir. Her iki başvuran da, zorla imzaladıklarını öne sürerek gözaltında verdikleri ifadelerini reddetmiştir.Mahkeme tutuklu yargılanmalarına karar vermiştir.

18. 23 Ağustos 1994 tarihinde, başvuranlar, bir hapishane doktoru tarafından muayene edilmiştir. Sağlık raporunda, birinci başvuranın sağ elinde bereler olduğuna işaret etmiştir.

Ayrıca, sağ elin üzerinde yaklaşık 0.5 × 0.5 cm. ebadında bir yara dokusu belirlenmiştir.

İkinci başvuranın muayenesinin sonunda, doktor, her iki elde bereler ve sol el üzerinde her biri yaklaşık 0.5 × 1 cm ebadında üç yara bölgesi kaydetmiştir.

19. 26 Ağustos 1994 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı, başvuranları Türk Ceza Kanunu’nun 169. maddesi uyarınca, yasadışı bir örgüte yardım ve yataklık yapmakla suçlayan bir iddianame hazırlamıştır. Sözkonusu iddianamenin ilgili bölümleri şöyledir:

“…”

20. 7 ve 8 Eylül 1994 tarihlerinde Adli Tıp Kurumu’na bağlı bir doktor, birinci ve ikinci başvuranı sırayla muayene etmiştir. Sağlık raporu, 23 Ağustos 1994 tarihli sağlık raporlarının bulgularını yinelemiş ve birinci başvuranın belinde, ikinci başvuranın ise bacaklarının üst kısmında ağrıdan şikayetçi olduğunu belirtmiştir.

21. İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde 27 Ekim 1994 tarihindeki ilk duruşmada, gözaltındayken işkenceye uğradıklarını iddia ettikleri sağlık raporlarını ve yazılı ifadeleri sunmuşlardır. İşkence iddialarına ilişkin herhangi bir detay vermemişlerdir. Ayrıca, gözaltında, ifadeleri okumadan önce zorla imzaladıklarını ileri sürmüşlerdir. Mahkeme, başvuranların tutuksuz yargılanmalarına karar vermiştir.

(4)

22. 21 Şubat 1995 tarihli duruşmada, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi, başvuranların gözaltındaki yazılı ifadelerinin altında imzası bulunan polislerin mahkemeye çağırılmasına karar vermiştir.

23. 5 Eylül 1995 ve 14 Mart 1996 tarihlerinde, polisler mahkemede, başvuranların polisteki ifadelerinin içeriğini ve bu ifadelerin altındaki imzalarının özgünlüğünü teyit etmişlerdir.

24. 14 Mart 1996 tarihinde, olay raporu, tanıkların ifadesi, ele geçirilen bayraklar ve dava dosyasının içeriği nedeniyle mahkeme, zanlılardan dokuzunun beraatine, ve başvuranlar dahil olmak üzere, Türk Ceza Kanunu’nun 169. maddesi ile Terörle Mücadele Kanunu’nun 5.

maddesi uyarınca, beşinin mahkumiyetine karar vermiştir. Başvuranları sırasıyla, üç yıl dokuz ay ve iki yıl altı ay hapse mahkum etmiştir.

25. 17 Nisan 1996 tarihinde başvuranların avukatı temyize gitmiştir. Avukat dilekçesinde başvuranların gözaltında işkence gördükleri iddiasını tekrarlamıştır.

26. 13 Nisan 1998 tarihinde, Yargıtay’daki duruşmada, başvuranlar gözaltındaki işkence iddialarını tekrarlamış ve suçlu olmadıklarını ileri sürmüşlerdir.

27. 27 Nisan 1998 tarihinde Yargıtay, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin başvuranları da kapsayacak şekilde sanıkların üçü hususundaki kararını onamış ve diğer iki sanık hususundaki kararı feshetmiştir. Sanıklardan birine ilişkin kararı, usul hukuku gerekçesiyle ve diğerini de delil yetersizliği nedeniyle feshetmiştir.

28. 27 Mayıs 1998 tarihinde Yargıtay, başvuranların kararın düzeltilmesi hususundaki talebini reddetmiştir.

II. İLGİLİ İÇ HUKUK

29. Ceza Kanunu’nun 169. maddesi aşağıda kaydedilmiştir:

“…her kim, yasa dışı olduğunu bildiği bir cemiyete ve çeteye hal ve sıfatlarını bilerek barınacak yer gösterir veya yardım eder yahut erzak veya esliha ve cephane veya elbise tedarik eder veya her ne suretle olursa olsun hareketlerini teshil ederse üç seneden beş seneye kadar ağır hapis ile cezalandırılır.”

30. Terörle Mücadele Kanunu’nun (12 Nisan 1991 tarihli 3713 sayılı Kanun) 4.

maddesi, Ceza Kanunu’nun 169. bölümünde tanımlanan suçun, “ayrıca terör amaçlı işlenen suçlar” kategorisinde sınıflandırılmış olduğunu öngörür. 5. maddeye göre, Ceza Kanunu’nda Terörle Mücadele Kanunu’nun 4. maddesi uyarınca tanımlanan suçlara verilen cezalar olarak

ortaya konan cezalar, yarı yarıya artırılmıştır.

HUKUK

I. AİHS’NİN 3. MADDESİNİN İHLALİ İDDİASI

31. Başvuranlar, aşağıda kaydedilmiş olan AİHS’nin 3. maddenin ihlaline yol açacak biçimde polis gözetiminde tutuldukları sırada çeşitli kötü muamele ve işkence şekillerine maruz bırakılmış oldukları hususunda şikayette bulunmuşlardır:

(5)

“Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz.”

A. AİHM huzurundaki iddialar 1. Başvuranlar

32. Başvuranlar, polis gözetiminde tutuldukları sırada maruz bırakılmış oldukları kötü muamelenin işkenceye eşdeğer olduğu hususunda şikayette bulunmuşlardır. Özellikle, gözlerinin bağlandığını, yüzleri bir duvara dönük olarak ayakta bekletildiklerini, kendilerine su verilmediğini ve bir süreliğine banyoya gitmelerine izin verilmediğini ileri sürmüşlerdir.

Ayrıca, el falakasına yatırılmışlar, hakarete ve tehdide maruz bırakılmışlardır. Genel olarak, hapishane koşulları hususunda da şikayette bulunmuşlardır.

2. Hükümet

33. Hükümet, başvuranların Mahkeme’ye sunmuş oldukları başvuru formunun aksine yetkili makamlara, maruz kaldıklarını iddia ettikleri muamelenin detaylı bir tanımını sunmadıklarını ileri sürmüştür. Cumhuriyet Savcısı ve AİHM huzurunda yalnızca, işkenceye maruz kalmış olduklarını ve ifadelerini, polis gözetiminde tutuldukları sırada imzalamaya zorlanmış olduklarını belirtmişlerdir.

Başvuranlar, doktorun hazırladığı tıbbi raporda sunmuş oldukları tüm şikayetleri belirtmemiş olduğunu iddia ettikleri halde, kendileri ya da temsilcileri, yetkili makamlar huzurunda sözkonusu raporların güvenilirliği hususunda kaygılarını belirtmemiştir ve Mahkeme’nin kendilerini bir diğer muayeneye tabi tutmasını da istememişlerdir.

34. Ayrıca, başvuranların tıbbi delillerle desteklenmiş olan yaraları, polislerin kendilerini gözaltına almasına karşı koydukları zaman yakalanma sırasında oluşmuştur. Güç kullanımı, başvuranların polis memurlarının yasal yükümlülüklerine uymalarını sağlamak için gerekli hale gelmiştir ve kendilerine karşı gereğinden fazla güç kullanılmamıştır.

B. AİHM’nin değerlendirmesi

35. AİHM, bir kişinin sağlıklı olarak gözaltına alındığı, fakat gözaltı sırasında sağlığının bozulduğunu tespit ettiği durumlarda, Devlet’in sözkonusu yaraların nasıl meydana geldiği hususunda makul bir açıklamada bulunmak ve, özellikle başvuranın iddiaları tıbbi raporlar ile desteklenmekte ise, bu iddiaları çürütecek deliller sunmakla yükümlü olduğunu ve sunulmaması halinde, AİHS’nin 3. maddesi uyarınca ciddi konuların gündeme geleceğini hatırlatır (bkz. Selmouni/Fransa [BD], no. 25803/94, § 87, ECHR 1999-V, Aksoy/Türkiye, 18 Aralık 1996 tarihli karar, Hüküm ve Karar Raporları 1996-VI, sayfa 2278, § 62, Tomasi/Fransa, 27 Ağustos 1992 tarihli karar, A Serisi no. 241-A, sayfa 40-41, §§ 108-111, ve Ribitsch/Avusturya, 4 Aralık 1995 tarihli karar, A Serisi no. 336, sayfa 26, § 34).

36. Sözkonusu davada AİHM, AİHM’ye yapmış oldukları başvuruda başvuranların, maruz kalmış oldukları kötü muamele biçimlerinin detaylı bir tanımlamasını verdiklerini belirtmiştir. Ancak, davadaki unsurlar, başvuranların başvuru formunda sunmuş oldukları gibi kötü muameleye maruz kalıp kalmadıkları hususunda şüphelere yol açmıştır. İşkenceye maruz kaldıkları iddiasından başka, başvuranlar yetkili makamlar huzurunda iddia ettikleri muamele hususunda hiçbir detaylı bilgi sunmamıştır. AİHM ayrıca, 17 ve 23 Ağustos ve 7 ve 8 Eylül 1994 tarihli tıbbi raporların, vücutlarında başvuranlar tarafından tanımlanmış olduğu gibi kötü muamele izlerinin görülmediğini gösterdiğini belirtir (yukarıda kaydedilen paragraflar 13, 18 ve 20).

(6)

37. AİHM, üç tıbbi raporda da başvuranların, ellerinde çürükler ve yaralar olduğunun kaydedilmiş olduğunu gözlemlemiştir. Sonuç olarak AİHM, raporlarda görülen bulguların, başvuranların el falakasına yatırılmış oldukları hususundaki iddialarını doğruladığı kanısındadır.

38. AİHM, tarafların tıbbi raporlarda da belirtildiği gibi ellerinde yaralar olduğunu kabul ettiğini belirtmiştir. Ancak, taraflarca başvuranların nasıl yaralanmış oldukları hususunda farklı görüşler sunulmuştur.

39. Hükümet, başvuranların ellerindeki yaraların, kendilerini yakalamaya çalışan polis memurlarına karşı koyarken meydana geldiğini ileri sürse de, AİHM bu açıklamanın ikna edici olmadığı kanısındadır. Başvuranlar karşı koymuş bile, bunun sözkonusu yaralanmalar hususunda yetersiz bir açıklama olduğu kanaatindedir. Huzurunda sunulmuş olan tüm delilleri gözönüne alan AİHM, Hükümet’in tatmin edici şekilde, başvuranların ellerinde beliren yaraların, gözaltında iken maruz bırakıldıkları kötü muameleden başka bir sebepten kaynaklandığını tespit etmemiş olduğu sonucuna varmıştır.

40. Yukarıda kaydedilenlerin ışığında ve Hükümet tarafından yapılmış olan makul bir açıklamanın yokluğunda AİHM, tıbbi raporlarda kaydedilmiş olan yaralanmaların, Hükümet’in sorumlu olduğu muamelenin bir sonucu olduğu kanısına varmıştır.

41. Sonuç olarak, AİHS’nin 3. maddesi ihlal edilmiştir.

II. AİHS’NİN 6 § 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

42. Başvuranlar, AİHS’nin 6 § 1. maddesine dayanarak kendilerini yargılayan ve mahkum eden İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi kürsüsünde askeri bir hakimin bulunması nedeni ile bağımsız ve tarafsız bir Mahkeme tarafından adil şekilde yargılanmadıkları hususunda şikayette bulunmuşlardır. AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ilgili kısmı aşağıda kaydedilmiştir:

“Herkes… medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili nizalar… konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının… görülmesini istemek hakkına sahiptir.”

43. AİHM, geçmişte benzer davaları incelemiş ve 6 § 1. maddenin ihlal edildiği kararını vermiş olduğunu belirtmiştir (bkz., diğerleri arasında, Özel/Türkiye, no. 42739/98, §§

33-34, 7 Kasım 2002 ve Özdemir/Türkiye, no. 59659/00, §§ 35-36, 6 Şubat 2003).

44. AİHM, sözkonusu davada farklı bir karara varmak için neden görmemektedir.

Yasadışı bir örgüte yardım ve yataklık yapmaları nedeni ile bir Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde haklarında cezai takibat başlatılan başvuranların, bir subay ve bir askeri hakimi kapsayan bir Mahkeme tarafından yargılanması hususunda kaygı duyması makuldür.

Bu nedenle, başvuranlar İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin davanın niteliği ile ilgisi olmayan görüşlerden etkilenmesinden yasal olarak kaygı duyabilirler. Bir diğer deyişle, başvuranların Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin bağımsızlığı ve tarafsızlığı hususundaki endişeleri, haklı görülebilir (bkz. Incal/Türkiye, 9 Haziran 1998 tarihli karar, Raporlar 1998- IV, sayfa 1573, § 72 in fine).

45. Dolayısıyla AİHM, AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ihlal edilmiş olduğu sonucuna varmıştır.

(7)

III. AİHS’NİN 6 § 2. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

46. Başvuranlar, AİHS’nin 6 § 2. maddesine dayanarak suçsuz sayılma haklarının, yakalanmalarını müteakip polisin, gazetecilere suçlular olarak takdim edildikleri bir basın toplantısı düzenlemesi nedeniyle ihlal edilmiş olduğu hususunda şikayette bulunmuştur.

AİHS’nin 6 § 2. maddesi aşağıda kaydedilmiştir:

“2. Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır.”

A. AİHM huzurunda sunulan iddialar

47. Hükümet gazetelerde, başvuranların yasadışı bir örgüt üyesi olduklarını gösteren hiçbir haber ya da resmin yayınlanmamış olduğunu ileri sürmüştür.

48. Başvuranlar, yakalanmaları hususundaki haberlerin yalnızca gazetelerde değil, birçok TV kanalında da yayınlanmış olduğunu ileri sürmüştür.

B. AİHM’nin değerlendirmesi

49. AİHM ilk olarak 6. maddenin 2. paragrafında ortaya konan suçsuz sayılmanın, 1.

paragraf tarafından öngörülen adil yargı unsurlarından bir olduğunu hatırlatır. Suçsuz sayılma, Cumhuriyet Savcısı’nın cezayı gerektiren bir suçla suçlanan bir kişiye ilişkin adli kararı ya da ifadesi, o kişinin kanuna göre suçlu olduğu kanıtlanmadan önce suçlu olduğu kanısını uyandırıyorsa ihlal edilmiş olacaktır. Resmi bir bulgunun yokluğunda dahi, Mahkeme’nin ya da yetkilinin sanığın suçlu olduğuna hüküm getirdiğini gösteren bir durum olması yeterlidir (bkz., diğer yetkili makamlar arasında, Deweer/Belçika, 27 Şubat 1980 tarihli karar, A Serisi no. 35, sayfa 30, § 56, Minelli/İsviçre, 25 Mart 1983 tarihli karar, A Serisi no. 62, sayfa 15, §§

27 ve 37, ve Allenet deRibermont/Fransa, 10 Şubat 1995 tarihli karar, A Serisi no. 308, sayfa 16, §§ 35-36).

50. AİHS’nin 10. maddesi tarafından teminat altına alınan ifade özgürlüğü, bilgi alma ve verme özgürlüğünü de kapsamaktadır. Bu nedenle 6 § 2. madde, yetkili makamların kamuya, devam etmekte olan soruşturmalarla ilgili bilgi vermesini engelleyemez, ancak suçsuz sayılma hakkına saygı duyulması için bunu, dikkatli ve uygun bir biçimde yapmaları gerekmektedir (bkz. Allenet de Ribemont, yukarıda kaydedilen, § 38).

51. AİHM, bir kişi yargılanmadan ve ceza gerektirecek bir suçla itham edilmeden önce Cumhuriyet Savcılarının, ifadelerinde kullandıkları kelimelerin seçiminin ne denli önemli olduğunu vurgulamaktadır (bkz. Daktaras/Litvanya, no. 42095/98, § 41, ECHR 2000- X). Ayrıca, resmi yetkililer tarafından düzenlenen basın toplantıları sırasında suçsu sayılma hakkına saygı duyulmasının önemini üzerinde de durmuştur (bkz. Butkevičius/Litvanya, no.

48297/99, §§ 50-52, ECHR 2002-II (özetler), Lavents/Letonya, no. 58442/00, § 122, 28 Kasım 2002, ve Y.B. ve Diğerleri/Türkiye, no. 48173/99 ve 48319/99, §§ 49 51, 28 Ekim 2004). Ancak, bir Cumhuriyet Savcısı’nın ifadesinin, suçsuz sayılma ilkesini ihlal edip etmediği, iddiada bulunulan özel koşullar kapsamında değerlendirilmelidir (bkz., inter alia, Adolf/Avusturya, 26 Mart 1982 tarihli karar, A Serisi no. 49, sayfa 17-19, §§ 36-41).

52. AİHM, sözkonusu polisin, davada cezai takibatların dışında bir konu hususunda basın toplantısı düzenlemiş olduğunu ve bu toplantıda gazetecilere, tutuklular hakkında bilgi vererek resimlerinin çekilmesine izin verdiklerini gözlemlemiştir.

(8)

53. AİHM sözkonusu davada, dava dosyasında polis tarafından basın toplantısı sırasında ne tür açıklamalar yapılmış olduğuna dair bir delil bulunmadığını belirtmiştir. Basın toplantısını müteakiben iki gazetenin, iki başvuranın ismini ve resimlerini yayınladıkları ve bir gösteri düzenlemeye hazırlandıkları sırada Dev-Sol üyeleri olarak polis tarafından yakalandıklarını yazdığı doğru olduğu halde AİHM, polisin başvuranların yakalanmış oldukları suçları işlemiş olduklarını ya da basın toplantısında yetkili adli makamlarca yapılan değerlendirmeleri dinlemeden hüküm verdiklerini belirttiğini tespit etmemiştir.

54. Yukarıda kaydedilenlerle ilgili olarak AİHM, başvuranların sözkonusu davada suçsuz sayılma haklarının ihlal edilmemiş olduğu kanısındadır.

55. Dolayısıyla bu hususta, AİHS’nin 6 § 2. maddesinin ihlal edilmemiş olduğu kararını vermiştir.

IV. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI 56. AİHS’nin 41. maddesi aşağıda kaydedilmiştir:

“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollarının ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”

A. Zararlar

57. Başvuranlar, alıkonmaları süresince çalışamadıklarını ve eğitimlerine devam edemediklerini ileri sürerek, uğramış oldukları maddi zarar için toplam 6,000 Euro tazminat talep etmişlerdir.

Manevi zararla ilgili olarak, olayların geçmekte olduğu sırada on yedi yaşında olan ikinci başvuran, toplam 10,000 Euro tazminat talep ederken, ilk başvuran toplam 8,000 Euro tazminat talep etmiştir.

58. Hükümet, maddi zarar taleplerinin geçerli bir gerekçeye dayanmadığını ileri sürmüştür. Manevi zararla ilgili olarak, başvuranların işkence görmüş oldukları yönündeki iddialarını reddetmiş ve kendilerine hiçbir bedelin ödenmemesi gerektiğini ileri sürmüştür.

59. AİHM, başvuranların maddi zararın varlığını kanıtlayamadıklarını ve bu nedenle, iddialarının bu başlık altında değerlendirilmesine müsaade edemeyeceğini belirtmiştir. Ancak, başvuranların her ikisinin de yalnızca AİHM’nin bir ihlal olduğu kanısına varması ile telafi edilemeyecek şekilde sıkıntıya maruz kalmış olduklarına karar vermiştir. Sözkonusu davada tespit edilmiş olan ihlalin niteliği gereği ve tarafsız bir şekilde karar vererek AİHM, başvuranların her birine manevi tazminat olarak 5,000 Euro ödenmesi kararını vermiştir.

B. Masraf ve Harcamalar

60. Başvuranlar, Sözleşme organları huzurundaki davaların hazırlanması ve sunulmasında ödenen ücretler ve yapılan masraflar için toplam 6,083.33 Euro tazminat talep etmişlerdir. Bu toplama, temsilcileri tarafından yaklaşık 59 saat 20 dakika süren yasal iş karşılığı maruz bırakıldıkları idari giderler (5,933.33 Euro) ve telefon konuşmaları, posta ücreti, fotokopi ve kırtasiye giderleri, nakliye ve bilirkişi ücretleri (150 Euro) de dahildir.

(9)

61. Hükümet, iddialarını kanıtlamak için başvuranlar tarafından hiçbir makbuz ya da doküman sunulmamış olduğunu ileri sürmüştür.

62. AİHM’nin, başvuranların gerekli görüldüğü için ödemeye maruz bırakıldıkları ve meblağın makul olduğu kanısına varma durumunda, masraf ve harcamalar için başvuranlara ödemede bulunulacaktır (bkz. Sawicka/Polonya, no. 37645/97, § 54, 1 Ekim 2002). Mevcut bilgileri ışığında değerlendirmede bulunan AİHM, idari masraf ve harcamalar hususunda sunulan taleplerin, gerekli görüldüğü için sunulmuş olduğu ve meblağın makul olduğu kanısına varmıştır.

63. Yukarıda kaydedilenler ışığında AİHM, Avrupa Konseyi’nden yasal yardım yoluyla kabul edilmiş olan 685 Euro haricinde toplam 3,500 Euro ödenmesine karar vermiştir.

C. Gecikme Faizi

64. AİHM, gecikme faizinin Avrupa Merkez Bankası’nın uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle oluşacak faiz oranına göre belirlenmesini uygun bulmuştur.

YUKARIDAKİ NEDENLERDEN DOLAYI, AİHM OYBİRLİĞİYLE 1. AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna,

2. AİHS’nin 6 § 1. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna, 3. AİHS’nin 6 § 2. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna,

4. (a) Sorumlu Devletin, AİHS’nin 44 § 2. maddesi uyarınca kararın kesinlik kazandığı tarihten itibaren üç ay içerisinde, ödeme gününde geçerli olan kur üzerinden Türk Lirası’na çevrilerek,

(i) Manevi zarar için başvuranların her birine 5,000 Euro (beş bin Euro),

(ii) Masraf ve harcamalar için başvuranların ikisine, Avrupa Konseyi’nden yasal yardım yoluyla kabul edilmiş olan 685 Euro (altı yüz seksen beş Euro) hariç toplam 3,500 Euro ödemesine,

(iii) yukarıda kaydedilen miktarların her türlü vergiden muaf tutulmasına,

(b) yukarıda sözü edilen üç aylık sürenin bitiminden ödeme gününe kadar basit faizin, Avrupa Merkez Bankası’nın gecikme süresince uyguladığı faiz oranına üç puan eklemek suretiyle oluşacak faiz oranı üzerinden yukarıdaki miktarlara uygulanmasına karar vermiş,

5. Başvuranların iddialarının adil tazmin talebiyle ilgili olan kalan kısmını reddetmiştir.

İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İç Tüzüğü’nün 77 §§ 2. ve 3.

maddeleri uyarınca 28 Haziran 2005 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Michael O’BOYLE Nicolas BRATZA

Sekreter Başkan

Referanslar

Benzer Belgeler

Yukarıda belirtilenler ışığında Mahkeme, başvuranların yakınının kaybolduğu koşulların spekülasyon ve varsayımlara neden olduğunu ve bu yüzden Hakkı Kaya’nın

maddesinin gerektirdiği şekilde ölümün meydana geldiği şartlar hakkında etkili bir soruşturma yapılmasını kendiliğinden (ipso facto) gerekli kılar. Bir

AİHM, yerel makamların tespitlerine tabi olmamakla birlikte, normal koşullar altında sözkonusu makamların vardığı sonuçlardan ayrılmasını sağlayacak ikna edici unsurlar

Bu süre zarfında, 23 Ocak 2002’de, başvuranın avukatı, erkek güvenlik görevlilerinin odadan çıkmasını ya da başvuranın kelepçelerini çıkarmasını istemeyen doktor

Mahkeme, 24 Mart 1999 tarihli bilirkiĢi raporuyla ve Kriminal Polis Laboratuvarının 29 Temmuz 1999 tarihli raporuyla, söz konusu patlayıcı maddenin, askeri mühimmat

Tarafların her biri tarafından sunulan açıklamalar arasında bulunan uyuĢmazlıkları dikkate alan Mahkeme, sahip olduğu delillerden yola çıkarak aĢağıdaki

Askeri savcı, 7 Haziran 2004 tarihinde, mermi giriş ve çıkış deliği ile atış mesafesinin belirlenmesi amacıyla ek bir inceleme yapılması için, Yılmaz’ın

BaĢvuran ayrıca, davanın görüldüğü mahkemenin, kendisine her bir suç ile ilgili olarak 5816 sayılı Kanun’da öngörülen bir yıllık asgari hapis cezası