• Sonuç bulunamadı

Telefon konuşmasının ardından geçen beş günün sonunda her zamankinden daha erken Ankara daydım.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Telefon konuşmasının ardından geçen beş günün sonunda her zamankinden daha erken Ankara daydım."

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

A Ğ A B E Y G E N E G E L Đ N

Dünyanın bir yerlerinde birilerinin başkaları için bir şeyler yaptığını biliyordum. Ve istediğim şey de o birilerinden biri olmak, olabilmekti.

Yazın bunaltıcı sıcağının yanında, eylül esintilerinin yavaş yavaş hissedildiği bir havada, güneşten saklanırken gelen bir telefon, benim de o birilerinden biri olmam yolundaki kapıyı bana araladı.

Telefonun ucundaki ses ODTÜ’ lü bir grubun köy çocukları için bir şeyler yaptığını, benim de onlarla birlikte olmak isteyip istemediğimi soruyordu. O anda düşünüp karar verme sürecini yaşamam gerekirken, hiç yaşanmayan bir zaman dilimi içerisinde neden olmasın dedim ve işte EYLÜL…

Telefon konuşmasının ardından geçen beş günün sonunda her zamankinden daha erken Ankara’ daydım.

ĐLKYAR’ la tanışmam böyle özetlenebilir. Fakat asıl tanışmam Eylül

projesi sonunda

gerçekleşti diyebilirim.

Gerçekten de duygusal bir vakıf olan ĐLKYAR’ da gönüllü olmak insana daha içsel, daha derin, daha

duygusal şeyler

yazdırabilir. Ben de kendimce biraz duygusal- gerçekçi biraz da insancıl- gerçekçi yaşanmışlıklarımı paylaşmak istedim.

***

ĐLKYAR’ la ilgili bir şeyler söylemek istiyorsak öncelikle köy çocuklarıyla ilgili bir şeyler söylemek gerekir bence. Çünkü köy çocukları ve ĐLKYAR birbiriyle özdeşleşmiş iki dünya gibi.

Ben bekli de ilk defa bir köy çocuğuyla mesleğimi yapmak için gidecek olduğum köyde karşılaşacaktım. Ama böyle olmadı. Đyi ki de böyle olmadı. Çünkü bir köy çocuğuna bir şeyler kazandırmak istiyorsam önce onu tanımam gerekir diye düşünüyorum. Ve ben ilk defa bir köy çocuğunu ĐLKYAR’ la birlikte tanıdım.

Hani dedim ya köy çocukları için bir şeyler yapıyorlarmış. Đnsanın aklına herhalde bu yapılanlardan ilk gelen, üzerilerine bir mont almak, kitaplar götürmek, onlara bir

(3)

şeyler öğretmek ya da bir ayakkabı… Ama bunların dışında yapılabilecek dünyalar kadar şey olduğunu gördüm. Ve bunların en önemlisi de o çocuğun farkındalığının farkına varmasını sağlamak ya da başka bir deyişle o çocuğun içerisindeki ışığı yakmak. Bu bence onlara bir şeyler öğretmekten daha önemli.

Çocuk kendini keşfetmeli ve bunu yapabilmek için hayal kurmalı. Sonra da bu hayallerinin peşinde koşmalı, koşmayı öğrenmeli. Đşte ĐLKYAR’ da tam olarak bunun için binlerce kilometreyi arşınlamış, arşınlamaya da devam ediyor.

Bu noktada Eylül ayında ben de bir ĐLKYAR gönüllüsüydüm. Ve de kişiliğime ĐLKYAR’ la birlikte biraz çocuk hüznü, biraz çocuk neşesi ve biraz da çocuk heyecanı karışmıştı.

Tokat projesi dönüşü otobüste “içimiz dışımız çocuk oldu, her bir yanımız çocuk kokuyor“ demiştim. Gerçekten de öyle. Bir düşünün onlarca çocuk sabahın sekizinden, akşamın onuna, on birine kadar her yanınızda. Yemekhanede, yatakhanede, sınıfta, bahçede halat çekerken, akşam kol kola halay çekerken…

Bunları çoğaltmak hiç de zor değil.

ĐLKYAR beni köy çocuklarıyla tanıştırdı ama bunun yanında YĐBO’ larla tanışmam da bu ülkenin farklı bir gerçekliğini görmemi sağladı. YĐBO kısaltmasını hayatımda ilk defa TRT’de yayınlanan YĐBO’lar yarışıyor programında duymuştum. Başka bir yerde de karşılaşmadım. Bunun için kendimden utanmalı mıyım bilmiyorum. Çünkü YĐBO’

lar bambaşka bir dünya ve ben de ĐLKYAR’ la birlikte bir parça bu dünyanın içine girmiş oldum. Ve bir çocuğun bakış açısından bakmaya çalışarak yatılı okumanın ne demek olduğunu anlamaya çalıştım.

Hala aklımın ermediği bir şey var: Yedi yaşında bir çocuk ki bana onlar hep bebek gibi gelir, nasıl olur da yatılı okur? Benim çevremde bu yaşta bir çocuğa üzerini

(4)

annesi giydirir. Fakat ben bu yaşta bir çocuğun kendi çoraplarını yıkayıp, kurutup, giydiğini gördüm. Bu bana o günden sonra bazen YĐBO’ lu bir köy çocuğu, yedi yaşında bir köy çocuğu şu anda kendi çoraplarını yıkıyor olabilir gibi şeyler düşündürmeye başladı. Bu, benim aklımdan silinmeyen karelerdendi. Ve ben bunları yazarken YĐBO’ lu bir köy çocuğu şu anda kendi çoraplarını yıkıyor olabilir…

Bu çocuklarla ilgili o kadar çok şey düşünüyorum ki… Bunlardan biri de onların anne babalarından ayrı yaşamaları. Haftalarca anne babalarını göremedikleri zamanlar olabiliyor. Bu bir çocuk için belkide YĐBO’ da yaşadığı en büyük problem.

Çocuklar daha o yaşta ayrılmayı ve özlemeyi daha o yaşta en derinlemesine yaşıyorlar. Ve ben YĐBO’larda hasret duymayı öğrenen çocukları gördüm. Onların kaygıları bir çocuğun duyması gereken kaygılardan çok farklı. Bence bu tür kaygılar bu çocukları o denli olgun yapıyor. Olgun düşünüyorlar. Bazen onlarla bir çocukla konuşuyormuş gibi konuşamıyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz hayata dair, dünyaya dair bir takım sohbetlerin içinde buluyorsunuz kendinizi.

ĐLKYAR’ ilgili yazılan izlenimlerde çoğunlukla karşılaşılan birkaç kelime

“çocukların gözlerindeki ışıltı”. Ve ben çocukların gözlerindeki ışıltıyı gördüm. Hayat onlara farklı bir gözle baksa bile, o ışıltı gözlerinden hiçbir zaman kaybolmuyor.

Neden mi? Çünkü onlar her şeye rağmen çocuk ve hepsinin zihinlerinde bambaşka, tertemiz ve sadece kendilerinin olan dünyaları var. Ben de o dünyalara kıyısından köşesinden de olsa misafir olabilmenin ne kadar ayrıcalıklı bir şey olduğunu gördüm.

***

O çocuklara dair bir şeyler söylemek istedim. Ama söylemek istediğim şeylerin bunlar bile olmadığını biliyorum. Daha gerçek, daha güzel, daha içten şeyler mutlaka yazılabilir…

Hani dedim ya “işte EYLÜL”… Hayatımın en unutulmaz Eylül’ lü. Öyle unutulmaz ki proje dönüşü ilk üç hafta rüyalar gördüm. Daha önce Eylül projesine gitmiş arkadaşlar bana bunu söylediklerinde inanmamıştım. Neler gördüğümü tahmin edersiniz. Tabi ki çocukları hem de yüzlercesini. Rüyaların kimisinde ĐLKYAR otobüsüne doluşmuş bir YĐBO dolusu çocuk, kimisinde de çırılçıplak bir tepenin

(5)

ardında beliren çocuk yüzleri. Hatta bunun gerçeğini bile gördüm Ağrı’ da. Hüseyin Hoca’ sabah sunumlarında çocuklara izlettiği ve çocuklara ne olursa olsun pes etmemeyi anlatan o böcek bile rüyama girmişti.

Benim inandığım bir şey var “insanı sevebildiğin kadar insansın” ve ben ĐLKYAR da bu konuda hiç de yalnız olmadığımı gördüm. Çünkü benim gibi düşünen bir otobüs dolusu insan yollara düşmek için günler öncesinden hazırlanıyor, planlar yapıyordu. Ve gidecek oldukları yerlerin düşlerini kuruyorlardı. Düş kuran insanların belkide en şaşkın olanı bendim. Çünkü beş gün önce tatilin bitmesine üzülürken, şimdi Ağrı Eleşkirt’ e gitmek için sabahın dördünde uyanmıştım.

Denizli’den Afyon’ daki Ayşegül Arsoy YĐBO’ ya gitmek için sabahın daha doğrusu gecenin iki buçuğunda kalktıktan sonra Ağrı’ya gitmek için sabahın dördünde kalkmak bana daha anlamlı gelmişti. Çünkü köy çocukları için gece iki buçukta kalkıldığını ve de günler öncesinden bu saatte kalkmak için planlar yapıldığını gördüğünüzde hayatta daha anlamlı şeyler varmış diyebiliyorsunuz. Açıkçası bana deselerdi ki köy çocukları için gecenin iki buçuğunda kalkacaksın pek umursamazdım. Ama ben ĐLKYAR’ da köy çocukları için gecenin iki buçuğunda kalkmanın ne kadar gerekli bir şey olduğunu gördüm.

Yolculuk başladığında o otobüste yalnız kalabileceğimi düşünmüştüm. Çünkü kimseyi tanımıyordum. Bu ĐLKYAR’a balıklama girmenin bir getirisi sanırım. Pek de bir şeye hakim sayılmazdım. Ama her şey benim düşündüklerimin tam tersi oldu.

Eleşkirt’ e vardığımızda birçok şeye hakimdim. Şimdi kendime hakim olma sırası gelmişti. Çünkü bir yatılı okulda bir ĐLKYAR gönüllüsünün dikkat etmesi gereken kurallar vardı. Bana bu kurallardan bazıları çok anlamsız gelmişti ama ilk günün sonunda dikkat edilmesi gereken kuralların gerçekten de dikkat edilmesi gereken kurallar olduğunu anladım.

Dışarıdan bakıldığında ekipte herkesin ayrı bir görevi varmış gibi görülse de gerekli durumlarda herkes birbirinin yerini alabiliyordu. Ekip sanki yıllardır birlikte

(6)

çalışıyormuş gibiydi. Yeni olmanıza karşın birinci günün sonunda tecrübeli gönüllülerden pek bir farkınız kalmıyor. Bence bu proje öncesinde ne kadar büyük bir hazırlığın yapıldığının ve de projenin arkasında ne kadar büyük bir tecrübenin yattığının göstergesi.

Peki, neden gidiyoruz. Kilometrelerce yapılan otobüs yolculukları neden… Ağaca hasret ovaların, suya hasret nehirlerin, çıplak tepelerin, görkemli dağların, köylerin, kasabaların, delik deşik yolların, otobüsün içindeki insanları merak eden otobüsün dışındaki insanların, tezek yığınlarının arkasından bizlere bakan kadın ve çocukların arasından geçilerek yapılan otobüs yolculukları neden? Cevap şu olabilir “çocuklara hayatlarında unutamayacakları bir gün yaşatmak için” ama bu nasıl yapılır… O çocuğa öyle bir gün yaşatmalıyız ki çocuk o günü hayatı boyunca unutmasın.

Daha sabah okula vardığımızda çocuk o günün diğer günlerden farklı bir gün olacağını anlıyor.

Öncelikle varılan YĐBO’ larda sabahları beni ilk karşılayan sevilmeyi biraz unutmuş fark edilmek nedir pek bilmeyen yüzlerce köy çocuğu. Çiviler o çocuğu bu duygudan arındırmak için iyi bir fırsat. Çocuklar çivileri gördüklerinde dikkatlerini hemen ona yoğunlaştırıyorlar. Ve çivileri ellerine aldıklarındaysa bir problem olduğunu hemen anlıyorlar. Tabi ki çocuk çiviyi eline aldığında fark edildiğini ve sevildiğini de yavaş yavaş anlıyor. Çocuk çiviyi çözerken bir elin onun omzuna dokunması ve o elin sahibinin onunla konuşmaya başlaması çocuğun alışık olamadığı bir durum. Bu, onun gün içerisinde bizlere karşı daha rahat davranmasını sağlayabiliyor.

YĐBO’ larda her yeni güne bu şekilde merhaba dedik. Tabiî ki bir de o unutulmaz eylül günlerinin hafızamdan silinmeyen kareleri kaldı aklımda. Bunlardan unutamadıklarımı ve de unutmak istediklerimi paylaşmak istiyorum birazda.

***

Çocuklardaki o masumiyeti görmemek imkânsız. Hele ki bir çift hüzünlü gözün ardına gizlenmiş neşeli, muzip, hesapsız, saf dünyalar… Bazı çocuklarla konuşurken o hüzünlü gözleriyle benim gözlerime bakamaması. Gözlerimi gözlerine diktiğimde o sarı yüzlerinin birkaç saniye içerisinde kırmızıya dönmesi ve yere bakarak utangaç gülümsemeleri…

Đşte o çocuklardan birisi de Mehmet… Yüzü bütün ayrıntılarıyla gözümün önünde.

Altıncı sınıf öğrencisi olan Mehmet daha bu yaşta gözlerinin kenarları çizgiler oluşmuş, yüzünde insanın yüzünü yakan bozkır esintisi, ellerinin üzeri siğil ve ceketinin ortadaki kopuk olan hariç bütün düğmeleri iliklenmiş, kravatı da boğazını bir hayli sıkmıştı. Yemekhanede Mehmet’in tam karşısına oturmuştum. Yemeğimiz de kuru fasulye, pilav ve yanılmıyorsam üzüm hoşafından oluşuyordu. Masada bolca ekmek de unutulmamıştı tabi. O gün hayatımın en hızlı yemeğini yemiş olmalıyım.

(7)

Neden derseniz, karşımda Mehmet oturuyordu ya da ben Mehmet in karşısına oturmuştum. Ben oturduğumda Mehmet yemeğe daha yeni başlamıştı. Oturmamla birlikte Mehmet yemeyi bıraktı hatta boğazındaki lokmayı bile zorla yuttu. Bu nasıl bir utangaçlıktır. Mehmet in yüzü anında renk değiştirdi. Durumu fark etmemek imkânsız. Mehmet’ le konuşmayı denedim ama faydasız… Bana düşense yemeğimi hızlıca yiyip sofradan kalkmaktı. Ben de öyle yaptım. Dışarı çıkıp yemekhanenin penceresinden Mehmet’ e baktığımda Mehmet yemeğini neredeyse yarılamıştı.

Akşam olduğundaysa Mehmet’ le halay çekiyorduk…

***

Yanlış hatırlamıyorsam Hamur YĐBO’ydu. Güzel ve yorucu bir günün ardından, aslında gün bizler ve çocuklar için bitmiş sayılmazdı, akşam yemeğinde yemeğin yanında kuru üzüm ve fındık vermişlerdi. Ben de yemek sırasında kuru yemişleri yemedim ve hepsini cebime doldurdum. Bunu yapan tek kişi ben değilmişim. Okulun bahçesine çıktım. Bol yıldızlı bir akşam. Bir tarafta ip atlayanlar, halat çekenler, saz çalan Đbrahim, saza eşlik eden ve akşam bizlere küçük bir konser verecek olan mütevazı bir koro, TÜBĐTAK kitaplarındaki tekne resimlerine hayran hayran bakan çocuklar… Bir tarafta da ben ve yanımdaki altı çocuk, altı ayrı dünya.

Kısa sürede sohbet koyulaştı.

Günün sonunda onlarla daha rahat iletişim kurabiliyordum tabi ki onlar da benimle. Bir tepenin üzerine kurulmuş okul bize eşsiz bir nehir manzarası sunuyordu. Biz de o tarafa doğru yürümeye başladık, sayımız da artmıştı. Manzaranın bize ayrılmış olan köşesine üzerimiz kirlenir kaygısı olmadan hep birlikte oturduk. Cebimden bir peçete çıkardım ve toprağa serdim.

Cebimdeki kuru yemişleri peçetenin üzerine koydum ve yanımdaki minik eller de kuruyemiş dolu ceplere girmeye başladı. Peçetenin üzeri bir anda kuruyemişle doldu.

Bu arada sohbete de ara vermiyorduk. Orada kitap okuma üzerine bir şeyler anlatırken Yavuz hemen dikkatimi çekti. Konuşması ve kelimeleri art arda sıralayışı gerçekten de müthişti. Söylediği şeyler de oldukça mantıklı ve güzeldi. Yavuz’a kitaplarla arasının nasıl olduğunu sordum. Kitapları sevdiğini köydeki abisinin küçük bir kütüphanesi olduğunu ve de onun okula gitmediğini söyledi. O kitaplardan Sokrates’in savunmasını okuduğunu söylediğindeyse çok şaşırmıştım. Bu arada sayımız da on beşi bulmuştu. Kimi ayakta, kimi dizimin dibinde kimi ise uzaktan bizleri dinleyen on beş köy çocuğu. Kuruyemişlerimiz de tükenmişti artık ve kuruyemişi olmayanlar da yemişti. Kalabalığa yüksek sesle dedim ki, arkadaşlar biz şimdi ne yaptık, tabi kimse benden böyle bir soru beklemiyordu. Cevabı da ben verdim. Paylaştık dedim. Etrafımda beni onaylayan ve hafifçe gülümseyen yüzler.

Yeni konumuz bu olmuştu artık “paylaşmak”. Düşüncelerimizi ve kuruyemişlerimizi

(8)

paylaşmıştık. Bu güzel ve içten sohbet sırasında yemekhane akşam etkinliği için hazırlanmıştı bile ve hep birlikte yemekhanenin yolunu tutuk.

***

Eylül de gördüğümde şaşırdığım karelerden biri de sekizinci sınıfta okuyan bazı kız çocuklarının, boş sıralar olmasına karşın tek bir sıraya dört kişi oturmalarıydı. Sığmadıkları halde oturuyorlardı. Tabiî ki ben de onları kaldırmakta gecikmiyordum. Bu bence o kızların utangaç olmalarından kaynaklanıyordu. Ayağa kalkıp ya da oturdukları yerden konuşmak onlara göre imkânsız bir şey gibiydi. Derslerimin ilk dakikaları bu çocukları açmakla geçiyordu. Faydasını da görüyordum. Sıralara dörtlü oturan kızlar akşam yemekhanede benimle karşılıklı sohbet edebiliyorlardı. Böylelikle içlerinde yaratılan bazı takıntıları kısmen de olsa silmiş oluyordum.

***

Elazığ Merkez YĐBO da etkinlik kutularını otobüse yüklerken, otobüsün yanında ağlamaklı bizi izleyen bir yedinci sınıf öğrencisi. Neden üzgün olduğu belliydi. Biz gidiyorduk. Bu arada korktuğum da başıma gelmiş çocuk boynuma sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Ne yapacağımı şaşırdım.

Boyu neredeyse benim boyum kadardı. Onu küçük bir çocuk gibi avutamazdım. Ben de kendimi zor tutuyordum. Tabi çaresiz konuşmaya çalıştım. Đçerisinde onun da günün birinde bir ĐLKYAR gönüllüsü olabileceğine dair umutlar yeşertmeye çalıştım. Umarım başarmışımdır. Hatta bana bunun için söz bile verdi…

***

Eylül’le ilgili yazılabilecek o kadar çok yaşanmışlık var ki. Uyumak dışında bir dakikası bile boş geçmeyen on beş gün. Haliyle yazılabilecek onlarca yaşanmışlık.

Ama bazıları yazılamıyor ya da tam anlamıyla yazılamıyor. Tutak’ta öğleden önceki son etkinliğimden çıktım. Çocukların neredeyse tamamı bahçede, kimi top peşinde, kimi ise yarışmaları izliyor. Fakat bahçede olmayan üç küçük kız vardı. Berivan, Zelal, Helin. Berivan en büyükleri, Helin ise en küçükleri. Zelal’in gözleri kan çanağına dönmüş. Başta anlam veremedim hasta olduğunu düşündüm. Berivan ve Zelal koridorun sonunda pencereden dışındaki çocukları izliyorlar. Helin ise koridorda kendi başına oynuyor. Zelal hiç konuşmuyor. Bu durum bana hiç de normal gelmedi hemen yanlarına gittim. Bahçeye inmeleri konusunda onları ikna etmeye çalıştım.

Đkna etmeye çalıştım çünkü inmek istemediler. Sonuç olarak onlar çocuktu ve süslü püslü sözler işe yaramıştı. Bir sorun olduğu belliydi ama onlara açık açık soramadım çünkü farkında olmadan onları kırabilirdim. Kız çocukları haliyle daha duygusal oluyorlar.

Bahçede koşturmaktan yorulmuş okulun merdivenlerine oturmuşum. Yanımda Helin. Bana çabuk alıştı. Helin ikinci sınıfa gidiyordu ve çok zayıftı. Bu durumun nedenini sordum ona. Sorularıma geç cevap veriyordu. Evde üç gündür az yemek yediklerini söyledi. “Neden?” dedim. “Ev çok kalabalık” dedi. “Peki, neden eviniz kalabalık” dedim. Ses tonu iyice azalmıştı, “söyleyemem çünkü üzülüyorum” dedi.

(9)

Ben de bunun üzerine fazla üstelemedim ve onu tekrar oyuna çekmeye çalıştım o ise sadece benimle oynamak istiyordu.

Az ilerimizde Saniye Hocamızı Helin in öğretmeniyle konuşurken gördüm. Çünkü Helin öğretmenini görür görmez ona doğru koşup boynuna sarılmıştı ve bu arada da beni unutmuştu. Ben de yanlarına gidip Helin’in öğretmeniyle tanıştım. Kısa bir sohbetin ardından Helin in neden üç gündür yeteri kadar yemek yiyemediğini öğrenmiş oldum. Üç gün önce Helin in babası vefat etmişti ve evlerindeki kalabalıkta bu yüzdendi. Đşte bundan sonrasını yazmak benim için biraz zor.

*********

Eylül anılar ve yaşanmışlıklarla dolu. Okullardan okullara yapılan yolculuklar sırasında görülen insan manzaraları yaşanmışlıkları fazlasıyla besledi. Benim için bambaşka coğrafya ve bu coğrafyayla yoğrulmuş, adeta bu coğrafyanın parçası haline gelmiş köy çocukları. Aslında içlerinde bulundukları koşullar onlar için pek de adaletli sayılmazdı. Topraktaki çatlak çocuğun ellerine, yüzüne yansımış, kız çocuklarının elleri bulgur yıkamaktan ve soğuktan tahta gibi olmuştu. Ama gözler inatla çocuktu. Bu topraklar ağaçlarını, ekinlerini, hayvanlarını olgulaştıramıyordu belki, ama çocuklarını fazlasıyla olgunlaştırmıştı. Daha o yaşta hayata dair bir çocuktan beklenmeyen düşünceleri vardı onların. Belki de içlerinde hayal kurmayanlar vardı. Bildikleri tek şey burada doğdukları ve yine burada ölecekleriydi.

Özelliklede kızlar. Ve de bir kaderleri olduğuna kendilerini inandırmışlardı. Bütün bunlara rağmen onların hayal dünyalarında bir umudu yeşertmek ve gerçek umudun kendileri olduğunu onlara anlatmak imkânsız da değildi. Bizler bunu ne ölçüde başardık bilmiyorum, umarım yapabilmişizdir.

********

Eylül’de karşılaştığım en çarpıcı olaylardan biri de bir köy çocuğunun Pasifik okyanusunun ortasında kürek çeken bir adamla konuşmasıydı. Benim hayal

(10)

dünyama bile sığmayan bir şey bu. Erden Eruç şu anda nerde olduğunu bilemem ama bildiğim bir şey var: o da onlarca köy çocuğu şu anda onun nerde olduğunu düşünüyor olması. Tabiî ki ben de öyle. Erden Ağabey teknesinden uydu telefonuyla iletişim kuruyor. Ve onlara hayallerinin peşinden koştuğunu ve şu anda burada olduğunu söylüyor. Çocuklara hayallerinin peşinde koşmaları gerektiğini onlarında istediklerinde bu hayalleri gerçekleştirebileceklerini anlatıyor. Ve çocuklar ona sorular soruyor. “Erden Abi karanlıktan korkmuyor musun?” “Orda köpek balıkları var mı?”

“Orada ne yiyorsun?” ... Bana göre bu bir köy çocuğunun hayatı boyunca unutamayacağı bir an. Belki o çocuk hayatı boyunca denizi göremeyecek ama okyanusun ortasında tek başına kürek çeken bir adamla konuşmanın heyecanını hiçbir zaman unutmayacak.

***

Muş Varto da etkinliğim sırasında çocuklara sorduğum bir soru vardı. Sizin eskiniz nedir? Eski size ne ifade ediyor? Kimisi evimiz eski dedi, kimisi dedem eski dedi ama içlerinden Muhammet kalktı ve benim ayakkabılarım eski dedi. Tabi bu normal bir şey. Fakat Muhammet’in bunu söyleyiş biçimi çok hoştu. Ayağa kalktı, ayakkabılarına baktı, ayakkabısı çamurlu ve yırtıktı. Ve o yüz ifadesi, bu durumun umurunda olmadığını anlatır gibi gülümsüyordu. Ayakkabılarının yırtık olması onu diğer çocuklardan farklı yapmıyordu çünkü ayakkabısı yırtık olan tek çocuk o değildi.

***

Dikkatimi çeken bir şey de neredeyse tek bir gözlüklü çocuğa rastlamamış olmam.

Gözünde rahatsızlık olan çocuklar mutlaka vardır. Belki de o çocuklar gözlerinin bozuk olduğunun farkında bile değiller. Nasıl olsunlar ki gördükleri şeyler hep aynı ve gözleri çevrelerindeki imgelere o kadar alışmış ki farklı bir şeyi tanımlama gibi bir

(11)

gayretleri de doğal olarak olmuyor. Umarım ĐLKYAR okullarından gittiğinde o çocuklar gözlerinin bozuk olduğunun farkına varırlar.

***

Unutamadığım sesler de vardı tabi. Bir Muş türküsünü söyleyen bir köy çocuğu. Söylenen türkünün yanıklığı, türkünün alçalıp yüksen tonları ve nağmeleri. Bütün bunlar o dakikalar içerisinde türküyü söyleyenin yüzüne müthiş bir olgunluk ifadesi olarak yansıyor. Türküyü söyleyeni izlerken dinleyemiyorsunuz, sadece izliyorsunuz.

Tabi korolar da unutulmazdı. Onlar da bizler gibi bir topluluk oluşturup çok kısa sürede bir şeyler ortaya konulabileceğini gösterdiler. Ve alkışları da fazlasıyla hak ettiler. Mikrofona yakın olan çocukların birden yükselen seslerine de gülmeden yapamadık. Hepsi çok tatlıydı.

***

Elazığ Merkez YĐBO da saat onikiyi geçiyor haliyle öğle yemeği. Yemekhanenin merdivenlerinde birkaç çocukla sıranın azalmasını bekliyoruz bir yandan konuşuyoruz.

Komik sohbetimizi bir ses böldü. “Atakan Ağabey!” Arkamı döndüm ve bir çocuk elinde yemek tepsisiyle bana doğru geliyordu. “Ağabeycim sen ne yaptın” falan derken tepsiyi aldığım gibi yemekhaneye gittim. Herkes yemekhanenin kapısından elinde yemek tepsisiyle giren adama bakıyordu.

***

Eylüle dair yaşanmışlıkları yazmakla bitiremem herhalde. On beş gün boyunca günün her saati sizin için bir yaşanmışlık olabiliyor. Öyle bir on beş gün ki Ankara’ya döndüğünüzde ne yapacağınıza dair planlar yapmaya bile fırsatınız kalmıyor. Sanki eylül öncesi yoktu, sonrası da olmayacakmış gibi. Tek merak ettiğiniz şey ertesi gün gidecek olduğunuz YĐBO ve orada bizleri bekleyen köy çocukları.

Proje sırasında yaşadığınız ülkede neler olup bitiyor diye düşünmüyorsunuz. O anda yaşadığınız ülke bir YĐBO oluyor. O ülkenin halkı da köy çocukları ve bizler oluyoruz.

Projenin amacı köy çocuklarının dünyalarına bir günlük de olsa bir renk kazandırmak bu renklerin farkına varmalarını sağlamak, duygu ve düşünce dünyalarında farklılıklar yaratmak. Ama farkında olmadan siz de bu farklılıkları yaşıyorsunuz. Varlığından bile haberdar olmadığınız manzaralara, ya da tanıdık olduğunuz manzaralara daha duyarlı oluyorsunuz. Ve bazı duyarlılıklarınızın, alışkanlıklarınızın, gündelik telaşlarınızın ve kaygılarınızın ne kadar da basit şeyler olduğun anlıyorsunuz. Hayatta daha anlamlı duyarlılıkların olduğu gerçeği sizi bir takım sorgulamalara itiyor. Bunu daha çok projeden döndüğünüzde anlıyorsunuz.

Projeden döndüğünüzde bir de bakmışsınız o günlük koşturmanın içindesiniz. Ve o koşturma içerisinde bazı ayrıntılara daha çok dikkat ediyorsunuz. Yediğiniz yemeği

(12)

bile sorgulamaya başlıyorsunuz. Metroda giderken kulak misafiri olduğunuz bir konuşmadan nefret edebiliyorsunuz. Ve televizyon izlerken bazı şeylere yönelttiğiniz eleştiri oklarını daha da sivriltiyorsunuz. Sonuç olarak dünyayı ve yaşadığınız çevreyi algılayışınızda hiç de küçümsenmeyecek değişiklikler yaşıyorsunuz. En azından ben böyle hissediyorum.

Eylül’ü benim için bitmiş saymıyorum. Çünkü o çocuklardan gelen her mektup beni o coğrafyaya, o dünyalara tekrar tekrar götürüyor.

Uyumak için yatmadan önce ışıkları kapattığınızda duyduğunuz son kelime bir süre kulağınızda yankılanır. Đşte Eylül dönüşünde de buna benzer bir şey yaşıyorsunuz. Ve kulağımda yankılanan ses ise şuydu “ağabey yine gelin”. Umarım bu ses kulağımdan hiçbir zaman silinmez ve ben oralara yine giderim…

Yazımı bitirirken son olarak şunları söylemek istiyorum. O birileri, bin altı yüz rakımlı bir dağa çıkıp, o dağdaki o eve girip, o evin en güzel odasını bulup, o evdeki en parlak ışığı yaktı. Dileğim o ışığın hiçbir zaman sönmemesi…

(ĐLKYAR bana bu ülkede yaşanılası Eylüllerin de yaşanabileceğini gösterdi.

Teşekkürler ĐLKYAR.)

Atakan ÇAYLAK

Gazi Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği 3. sınıf www.ilkyar.org.tr ilkyar@ilkyar.org.tr

Referanslar

Benzer Belgeler

Geçen hafta Şavşat'ta altı kişinin canını alan sel felaketiyle, Artvin yeniden ülke gündeminde: sel, doğal bir felaket miydi, yoksa DSİ gözetimi ve denetimi altında

Neden çekildiği net olarak bilinirse bu di ğer kredi sağlayacağını açıklayan bankalar için de bağlayıcı olabilir.".. Hasankeyf'i Yaşatma Girişimi Koordinatörü

Sanığın ve avukatının karşı delillerini çürütmek için her yola başvurur, sonunda delikanlıyı idama mahkûm eder ve idam da infaz edilir.. Bu davada eksik

Bozkurt Kuruç; rejisör olarak oyunu yo- rumlamada ve oyuncuların çabalarında yardımcı olmada, kendi engin tiyatro bilgisini, yarım yüzyılı aşan deneyimi- ni gösterme

gibi olmazsa, kalbinde Yusuf varken, onun için atıyorken, dayanamaz gibi geliyor.. Bu kadar pisliğe bulaşmışken hâlâ umu-

Plöritik göğüs ağrısı, plevral sıvı ve ateş, ailesel Akdeniz ateşi (AAA) olan hastaların sadece %5-10’unda görülmektedir.. Bu çalışmada, sadece plöritik göğüs

With the reduction in antioxidant enzymes, increased aldehydes and total lipid peroxidases like malondialdehyde, aldehyde 4- hydroxynonenal and peroxynitrite increase

Bu çalışmada gömülü derin öğrenme algoritmalarını gerçekleştirmek için Nvidia Jetson Tx2 GPU geliştirme kartı üzerinde Caffe derin öğrenme paketi