• Sonuç bulunamadı

XII. Güven Bunalimı. SİYASİ LİBERALİZM ve AHLAK: Hızır Murat KÖSE* bağlı geliştirilebilecek çözüm önerilerini ortaya koymakta yetersiz

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "XII. Güven Bunalimı. SİYASİ LİBERALİZM ve AHLAK: Hızır Murat KÖSE* bağlı geliştirilebilecek çözüm önerilerini ortaya koymakta yetersiz"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

SİYASİ LİBERALİZM ve AHLAK:

Güven Bunalimı

Hızır Murat KÖSE*

. Soğuk savaş döneminin sona erişiyle tarihin sonunun geldiğini id- dia eden kapitalist sistem, 2008' de gün yüzüne çıkan finansal ve eko- nomik krizle kendi geleceğini sorgulamak durumunda kalmıştır. As-

lında Doğu Bloku'nun çöküşünün bir anlarnda liberalizrnin kendi iç

hesaplaşmasının gecikmesine neden olduğu iddia edilebilir. Gecikrneli de olsa gündeme gelen bu tartışmada şu anda tüm dünyada yaşanan

ekonomik kriz buz dağının görünen kısmını oluşturmakta olup daha dikkatli bakıldığında siyasi ve ahliiki bir rnesele ile karşı karşıya ka-

Iındığı görülmektedir. Meselenin sadece finansal bir kriz şeklinde ele

alınıp incelenmesi hem krizin nedenlerini tespitte hem de bu nedenle- re bağlı geliştirilebilecek çözüm önerilerini ortaya koymakta yetersiz

kalacaktır. Dolayısıyla siyasi ve ahlaki boyutları dikkate alınarak kri- zin derinlernesine incelenn:iesi sonucunda daha sağlıklı değerlendirme

yapma ve karar alma imkanları doğacaktır.

Siyaset kişiler arası ilişkilere dayanır. Bu ilişki bir yönüyle çatışma

temelli olmakla birlikte genelde bir uzlaşıyı gerektirir. Bir anlarnda siyaseti de mümkün kılan bu uzlaşıyı sağlayan en öneınli kaynak ah-.

laktır. Ahlak da siyaset gibi ferdi bir boyuta sahip olmakla birlikte toplumsal alanda in.Sanlar arasındaki ilişkilerde de kendisini gösterir.

Modem dönernde liberalizrnin ortaya çıkardığı sorunlardan birisi siyaset ve ahlakı mümkün kılan ortak zemini atomize birey anlayışıyla

ortadan kaldırmasıdır. Bu süreçte ilk olarak içerik siyasetini dışlayıp

forrnel mekanizmalar üzerinden özel alana indirgediği ahlakı, bireyle- re bırakan liberalizm, gelinen noktada sadece dış kontrolü esas alan

• Yard. Doç. Dr., Fatih Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

(3)

mekanizma esaslı siyaset anlayışıyla sistemi kontrol etmekte zorlan-

rnaktadır. Liberalizm kişilere hakları üzerinden toplum karşısında bir kimlik ve bağımsızlık sağlarken bunu toplurndan soyutlanmış veya ' topluma karşı duran birey kavrarnlaşhrrnası üzerinden yaparak siya-

set ile ahlak arasındaki ilişkiyi sorunlu bir rnecraya sakmuş bulun-

maktadır. Bu anlarnda günümüzde yaşanan kriz temelde modem dönernde Bah' da ortaya çıkmış insan tipinin ve siyasi rejimin sorunu olarak görülebilir. Burada bencil, kar peşinde koşup sadece ke,ndi çı­

karını ve geleceğini düşünen, topluma ve diğer insanlara karşı sorum- luluk duygusu zayıf (veya hiç olmayan) bireyin ve onu ortaya çıkaran

bir dünyanın (sistemin) krizi söz konusudur. Krizi aslında hem birey- sel hem de sistem düzleminde yaşanan güven bunalımı çerçevesinde ele alıp incelernek mümkündür. Bireyleri kendi çıkarlaruu önceleyen, atomize fertler şeklinde kabul eden bu yaklaşımın, yaşadığımız kriz rnuvacehesinde forrnel mekanizma dışında güveni sağlayıp, siyasete

· zernin olabilecek ve kişilerin vicdanlarına hitap edecek ortak ahlaki ve siyasi değerler tesis etmede başarı sağlayamadığı daha açık bir şekilde

ortaya çıkmış bulunmaktadır

Ahlak ve siyasetin bizden yerine getirrnernizi istediği normların

nelerden ibaret olduğu, bunların kaynağı ve neden burilara uymak zorunda olduğumuz gibi sorular siyaset ve ahlak felsefesi üzerine

çalışanların cevaplamaya çalışhğı ortak konulardır. Tarih içinde farklı

zaman ve rnekaniarda farklı kişi ve düşünceler tarafından bu sorulara

çeşitli cevaplar verilmiştir. Bu çalışmada siyaset ve ahlak arasındaki ilişki modem dönernde Bah dünyasındaki mevcut siyaseti etkileyen en önemli unsurlardan birisi olan liberalizm çerçeves~de ele alınıp

tarhşılacakhr. Liberal birey ve bireyciliğin Bah dünyasını getirdiği

mevcut güven bunalımı siyaset ve ahlak düşünürlerinin en ciddi tar- hşma kanıtlarından birisidir. Burada bu tarihi süreç özetlenerek, bu dururnun meydana geliş sebepleri ve bu dururndan çıkış için teklif edilen yeni zernin arayışlarının bir kısmı tarhşılacakhr.

Modem dönernde ahlak ve siyaset felsefesi arasındaki ilişki üç dö- . neme ayrılarak ele alınabilir: 1

1. Siyasi ve ahiili ilkelerin temelde insanın dışında bir kaynak tara-

fından tespit edildiği bir dönernden ililakl ilkelerin otonam bireyler

tarafından belidendiği bir dönerne geçiş. (Egemenliğin Tanrı' dan sos- yale/bireye geçişi).

1 Schneewind, ]. B., 'Modern Moral Philosophy', A Compaııio11 to Et!ıics (Oxford, Blackwell 1993), s. 147.

(4)

2. Kendi kendisini idare eden haklar sahibi bireyin egemen olduğu

ve buna karşı eleştirilerin geliştirildiği dönem. (Haklar sahibi bireyin

egemenliği).

3. Siyaset ve ahlak felsefesi filozoflarının ilgilerinin otonam birey- den kamusal ahlakı ilgilendiren yeni meselelere yöneldiği dönem.

(Güven bunalımı ve yeni zemin arayışları).

1. Egemenliğin Tann'dan Sosyale/Bireye Geçişi·

Genellikle Machiavelli ile başlahlan modem siyaset anlayışının an-

laşılabilmesi için bu dönemin modem öncesi dönemle kısa bir muka-

yesesİnİn yapılması gerekir. Klasik siyaset felsefesinde ahlak ve siyaset

arasında kesin ayırımlar bulunmaz. Klasik dönemde siyasetin ( ahiakla birlikte) konusu irade sahibi insanın varmak istediği en yüksek iyidir;

kemal halidir. Tabiah itibariyle medeni kabul edilen insan, hayahnı teı< başına idame ettirebilecek donanıma sahip değildir. Bu nederıle · insan amaa olan yüksek iyiyi ancak toplum içinde ve buna yardıma

olacak siyaset ile elde edebilir. İnsanın amaçladığı iyi ise sahip olacağı erdemler sayesinde gerçekleşmektedir. Eğitimle kazanılan erdemler bu anlamda toplurnda cari olan kurallarla doğrudan bağlanhlıdırlar.

Toplurndan bağımsız veya ona karşı olup onurıla çahşan bir birey

tanımı (toplum-devlet birey ayrışması) bu dönemde söz konusu: de-

ğildir.

Antik Yunan' da siyaset anlayışı temelde ev yönetimi ile şehir yöne- timi arasındaki ayrıma dayanrnaktaydı. Ev alanı yaşam için zorurılu ihtiyaçların karşılandığı bir alan iken siyaset eşitlerin iradi eylemleriy- le (act) faaliyette bulundukları mürnkürıler sahasıdır. Ayrıca Aris- tdnun sebepler teorisinde ifadesini bulan tüm varlıkların, siyasi rejim dahil olmak üzere kendileri için iyi olanform'u gerçekleştirmeye çalış­

hğı teleolojik bir yaklaşım söz konusudur. Polis'te yaşayan herkesin bir statüsü bulunmakta olup kişiler sahip oldukları konuma ve statüye uygun amaca ulaşınaya çalışmaktaydılar. Siyasi rejim modelleri bü- yük ölçüde şahısların şahsi kapasite, statü, irade ve tecrübeleri sonu- cunda ortaya çıkarlar. Modem dönemde olduğu gibi tecrübenin ve insan iradesinin dışlandığı toplum mühendisliği vasıtasıyla rasyonel ideal rejim inşasına çalışılmaz; bu arılarnda siyaset·pratik bir faaliyet- tir. Bu nedenle arzulanan erdem esaslı iyi rejimin elde edilmesi imkan- lar çerçevesinde uygun şartların oluşmasına bağlı olup, bir anlamda

şansa dayanır.

(5)

Ortaçağ' da çerçevesi kilise tarafından çizilen ahlak ve siyaset anla-

yışıyla karşılaşmaktayız. Kilisenin siyaset yorumunda insan için çizi- len olması gereken (ouglıt) ideal çıta oldukça yukarılara çekilmiştir.

Hıristiyanlığın kilise otoritesi altında aldığı dogmatik şeklin 'olması

gerekenin' alanını, 'olanı' (is) da kuşatacak biçimde genişletmesi, onun ortaya çıkan yeni gelişmelere cevap verebilme noktasında yetersiz

kalmasına, engizisyonla sonuçlanan baskıların ve ve ciddi çalışmaların

ortaya çıkmasına neden olmuştur. Toplumun ve siyasetin mümkün olan tüm alanlarına müdahale etmeye ve onları kontrol altına almaya,

çalışan kilisenin baskıcı uygulamaları dini ve siyası otoritesini tarhşma

konusu yaph. Kilisenin siyası ve dini otoritesinin zaman içinde zayıf­

laması yanında bilirnde devrim niteliğincieki gelişmeler ile buna para- lel gelişen felsefedeki yeni yaklaşımlar klasik dönemden modem dö- neme geçişteki önemli etkenlerdir.

Siyaset düşünürlerinin genellikle Machiavelli ile başlalıklan mo- dem dönemin en önemli özelliklerinden birisi siyaset ile ahlak arasın­

daki bağın koparılması veya bunların aralarındaki ilişkinin tersine (siyasetin ahlaka dayanması yerine ahiakın siyasete dayanması) ·çev- rilmesidir. Machiavelli'nin siyaset felsefesinde yaptığı pnernli açılım benimsediği realizıniyle (gerçekçiliğiyle) 'olan'a yaphğı vurgudur. O kilise tarafından çizilen, gerçekçi bulmadığı 'olması g~reken' insan ve siyaset modeline karşı, gerçekleştirilebilecek 'olan' üferinden geliştir­

meye çalıştığı bir siyaset modeli teklif eder. Bir anlamda standartlan

düşürerek 'olan' üzerinden gerçekçi bir şekilde siyasetin geleceği­

ni/talihi (fortune) kontrol altına almaya çalışır. Onun gerçekçi yakla-

şırnma göre talih güç ile kontrol edilebilecek bir kadına benzer. Ona göre siyası rejimin kurolmasi ve düzenin devam etmesi klasik siyaset felsefesinde olduğu gibi şansa bırakılamaya cak kadar önemli bir mese- ledir

Aristo'nun siyaset görüşüne göre erdeme dayanacak iyi siyası re- jimin gerçekleşmesi uygun şartlara ve bir anlamda şansa dayanmak-

tadır. Ona göre er?em itidal ve insanın varlık hiyerarşisi içindeki do-

ğal sınırlarını bilmesi iken, Machiavelli bunu kırmaya ve siyaseti kont- rol altına almaya çalışır. Klasik siyaset felsefesinde ahlak (erdemli

yaşam modeli) kendi başına bir değer, ifade etmekte olup kendisine uyulmama dururnlarında bile insanlar için önemli bir uiısurdur.

Ma::hiavelli erdemin sadece toplumdan kaynaklandığını, bir diğer

ifadeyle erdemin toplumu kurmadı~ını toplumun erdemi inşa ettiğini

2 Machiavelli, Priııce, tre. Luigi Ricci (New York: Mentar Books, 1952).

(6)

iddia eder. Roma'nın kardeş katli üzerine kurulduğuna dikkat çekerek

ahiakın ahlaklı olmayan bir ortamdan kaynaklanabileceğine yani alı­

lakın ahlaksızlığa dayandığına vurgu yapar. Machiavelli'ye göre ya-

bancı bir gücün egemenliği altına girmeme, istikrar, düzen, şan ve

şeref kamusal çıkarlar olup bunların gerçekleştirilmesirıi sağlama nok-

tasında hükümdar gerektiğinde iyi olmamasını da bilmelidir.3

Otobiyografisirıde korku ile ikiz olduğunu ifade eden Robbes'.un siyaset düşüncesi korku ve savaş ortamı içirıde gelişmiştir. Tabiat bi- limleri alanında mekanik anlayış çerçevesinde doğada bulunmaya

çalışılan düzenliliğin bir benzerinin siyasette de olabileceğini düşünen

Robbes bu yönde çalışmalar yaparak karmaşık durumlan basit unsur-

larına indirgeyen ve bunu takiben basit unsurlardan karmaşık durum-

ların nasıl inşa edildiklerini göstermeye çalışan Gallileo'nun yöntemi- ni siyasete uygulamaya çalışır. Buna göre toplumun en basit unsuru, _ temel amacı kendi yaşamını garanti altına almak (bu anlamda ölüm-

den kaçma) olcin bireylerdir. Robbes'a göre insanın doğasında rekabet ve güç arayışı bulunmaktadır; bunun sonucunda, herkesin birbirine

karşı savaş halinde bulunduğu 'doğal hal' de bireyler arasındaki ilişki­

ler şüphe, korku ve çahşma üzerine dayanmaktadır. Doğal halde insan 'sürekli korku içinde olup, bu yaşamda insan yalnız, zavallı, kötü, kaba saba ve acizdir. Bu korku ve savaş halinden kurtulmanın yegane yolu mutlak egemen gücün otoritesini kabul ve ona itaat etm~ktir.4

Robbes'un siyaset anlayışında Aristo'nun teleolojik yaklaşırnma

göre en üst iyiyi gerçekleştirmeye çalışan insanın yerini asgari ihtiyaç-

ları üzerinden yaşam mücadelesi veren irısanın aldığını görmekteyiz.

Robbes'un yapmaya çalışhğı bir anlamda siyaseti zorunlulukların cari

olduğu ekonomik alanahasretmek ve idareyi manarka vermektir.5 Bu çerçevede kişinirı gerçekleştirmeye çalışacağı amaç bağımlı anlayış

yerine başlangıç ve doğal hal öne çıkmakta olup, insanın güvenliğini

ve hayatını idame ettirmesi temel hedef haline gelmektedir. Arhk tabula rasa kabul edilecek olan insan istenilen biçime sakulabilecek bir

varlığa dönüşür.

Modem bilimin Aristo'nun teleolojik yaklaşırnma karşı geliştirdiği, mekanik ve tabiata müdahalE' etmeyi mümkün kılan anlayışının siy;ısetteki yansımasını

Machiavelli ve Hobbes'ta görmekteyiz. Sonraki dönemde insan arhk efendi konu- muna geçerek hem tabiat hem de siyaset (bir adım ötesinde d.iğer insanlar) üzerinde kontrole ve etkiye sahip bir varlık haline gelecektir.

4 Hobbes, Thomas, Leviatiımı (London: Collier Books, 1962).

Bkz. Arendt, H., Tlıe Human Condition (London: The University of Chicago Press, 1958).

(7)

Modem öncesi dönemde siyaset felsefesi en yüksek iyinin ne oldu

ğu sorusu etrafında şekillenmekteydi. Kişiler arası ilişkiler erdem kav

ramı çerçevesinde düzenleniyor ve bunun için gerekli olan şartla tartışılıyordu. Kilisenin bu sorulara verdiği cevap dini kaynaklı idi

siyasi meşruiyet kaynağını Tanrı' dan almaktaydı. İnsanlar sözleşmele rini (covenant) Tanrı ile yapıyorlar, krallar yönetim hakkını Tanrı' daı alıyor ve bu anlamda İlahl bir kaynağa dayanıyorlardı. Böylesine bi toplumda tebaa doğal veya İlahi olarak belirlenmiş konuml.ara sahiı bulunmakta ve yükümlülükleri de buradan kaynaklanrnaktaydı. Kili senin siyasi otoritesini yitirmesi sadece meşruiyet sorununu ortayı çıkarınakla kalmamış aynı zamanda çok önemli toplumsal ve siyas sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kralların İlahl desteğ kaybetınesi neticesinde insanların eşit oldukları ilkesi kabul görmüş

tür. Bunun sonucunda doğal olarak eşit olan insanlar arasında bazıla rının idare etıne hakkını nereden aldıkları sorusu gündeme gelıniştir

Bu soru cevabını Bobbes'un siyaset düşüncesinde sekiiler 'sosyal söz·

leşme' kavraınında ifadesini bulur. İnsanlar artık Tanrı yerine birbirle·

ri ile yaptıkları karşılıklı sözleşmeyle siyasi hayatın bir parçası olacal ve siyaset meşruiyetini bu sözleşmeden alacaktır. Bu şekilde Bobbes.

bir anlamda, Machiavvelli'nin siyaset düşüncesinde eksik olan ahlak zemlııi sosyal sözleşme kuramıyla doldurmaktadır.

Fakat Bobbes'un farazi sosyal sözleşme kuramının hem 'sosyal hem de 'sözleşme' ayağında önemli sonuçlar ve sorunlar ortaya çık maktadır. İlk olarak Bobbes siyasi otoritenin meşruiyetini kilise yerinE sosyal sözleşmeye dayandırmakta fakat bunu mutlak egemen gücE bağlamakla özgürlükten daha çok mutlakiyetçi bir rejime kapı açmak·

tadır. İkinci olarak bir sonraki kısımda tartışılacağı üzere her ne kadaı Bobbes, bir yönüyle mutlakiyetçi rejim modelini savunsa da diğeı

taraftan sözleşme kavramıyla, siyaseti kişilerin sahip oldukları statüle- re göre açıklama yerine, doğal hal kuramıyla yaşadıkları toplumdan soyutlanarak tanımlanan bireye ve onun sözleşme yoluyla katıldığı

siyasete kapı açar.6 Üçüncü olarak Bobbes eleştirip, yıkmaya çalıştığı gelenek yerine yeni bir tekiifte bulunmamaktadır. Öncesi olmayan birey eksenli bir doğal hal kuramı ile sosyal sözleşmeyi mümkün.kıla­

cak sosyal zemini ortadan kaldırmakta ve gerçek bir sosyal sözleşme-

6 Oakeshott, Michael, Hobbes on Ciııil Assocaiton (Oxford: Basil Blackwelt 1975);

Flathman, Richard E., Thomas Holılıes: Skepticism, Individuality and Clıastened Politics (Sage: Newbury Park, 1993).

(8)

nin nasıl yapılacağını da tarhşrnamaktadır.7 Dördüncü olarak, soyut-

lanmış birey kavramlaşhrrnası ile daha sonra Bah siyaset teorisini derinden etkileyecek toplurn-devlet ve birey arasında ortaya çıkacak çahşrnanın tohumları ahlrnış bulunmaktadır.

2. Haklar Sahibi Bireyin Egemenliği

Machiavelli ile başlahlan modem siyaset analayışının en temel özelliklerinden birisi realizrni, yani 'olan'ı esas almasıdır. Bu süreçte kilisenin koyduğu ulaşılması zor idealler, 'olması gereken', yerini

'olan'ın meşruiyetine bırakır. 'Olan'ın Bobbes'taki yansıması sosyal

sözleşmedir. Bobbus'un siyaset felsefesi esasında her ne kadar rnutlakiyetçi bir rejimi öne çıkarsa da onun farazi sosyal sözleşmesin­

de zırnnen de olsa bireye yer verilir. Bobbes sonrasında siyaset ve ahlak arasındaki ilişkide yeni bir dönem başlar. Siyaset ve ahlak ara- -sındaki ilişkide arhk en önemli unsur liberalizrnin öne çıkardığı birey- dir. Klasik siyaset felesefisinde yönetenler ile yönetilerıler arasındaki ilişki çahşrnadan daha çok uyum üzerine inşa edilmeye çalışılrnışhr.

İnsanın içinden çıkhğı ve bir parçası olduğu toplum onun karşısında yer almaz, bilakis onun tamamlayıcı bir unsuru olarak görülür. Fakat

Ortaçağ' da kilisenin farklılıkları içinde barındırıp sürekli değişen

'olan' alanını dogmatik bir şekilde 'olması gereken'le sınırlamaya ve

kuşatmaya çalışan otoriter siyaset anlayışı tepkileri de beraberinde getirir. Kilisenin ideal, gerçekleştirilmesi çok zor 'olması gereken'ine

karşı en önemli tepki sosyalden8, yani 'olan'dan gelir. Daha sonraki tarihi süreçte çahşrna esaslı diyalektik bir tecrübe yaşanır. Bir sonraki

aşamada bu çahşrnanın aktörleri toplum-birey veya devlet-bireydir.

Bu süreçte ahlak siyasetten ayrılıp özelleşirken, mutlakiyetçi dev- letle birey arasındaki çahşma çerçevesinde bireyin haklarının tesisi ve

korunması için mutlak güce sahip siyaset sınırlanmaya çalışılır.

Bobbes'un sosyal sözleşme kurarnının farazi olduğunu belirten Locke

sözleşmenin zırnni olduğunu ve bunun da Bobbes'ta olduğu gibi kor- ku ve savaş üzerine değil bireyin sahip olduğu (yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakkı gibi) temel haklara dayanması gerektiğini belirtir.

Locke'un haklar konusundaki bu görüşlerinin etkisiyle daha sonra anayasalar ile korerna alhna alınacak bireyin temel hakları, esaslı bir

şekilde siyaset düşüncesinin en temel konularından birisi olur. Bu

Maclntyre, A., A 5/ıort His ton; of Etlıics (Routledge, London, 1987) s. 155.

8 Sosyal kelimesi Avrupa'da ilk defa 14. y.y.'da kullanılmışhr. 'Sosyal' kelimesinin İngilizce'de tespit edilen ilk kullanımı 1562'dir.

(9)

sayede siyasette devlet ve toplum karşısında dokunulmaz temel hak- lara kavuşan bireyin egemenliği başlar. Her ne kadar 19. y.y.'da top- lumu öne çıkaran açılırnlar yeniden gündeme gelse de birey ele geçir-

diği bu egemenliği günümüze kadar devam ettirıniştir.

Burada ayrımını yaphğımız ikinci dönemin en önemli unsuru, hak- lar sahibi bireyin tam olarak ortaya çıkarak siyasetin en önemli aktörü haline gelmesi ve onun sahip olduğıınu iddia ettiği bu hakların ko-

runması çerçevesinde çeşitli mekanİZmalarla siyasetin kontr9l altma

alınma çabasıdır. Bu çerçevede anayasa hareketleri sayesinde kuvvet·, ler ayrımıyla devletin keyfiliği ve birey üzerindeki tahakküm teşeb­

büsleri engellenıneye çalışılınaktadır. Bunun neticesinde sadece devle- tin toplumdan ayrışması yaşanmaz aynı zamanda birey de devletten ve toplumdan ayrı bir varlık olarak siyaset sahnesindeki yerini alır. Bir

diğer ifadeyle böylece özel ve kamu ayırırnma gidilınekte, kişilerin

kendi şahsi yaşarnlarındaki ahlak ağırlıklı konular onların özeli kabul edilmektedir.

Aslında burada Descartes ile başlayan bir sürecin sonuçlarını gör- mekteyiz. Buna göre kilisenin gücünü kaybetmesi ve akabinde yaşa­

nan uzun süreli din savaşları neticesinde hakikat üzerinde yaşanan şüphe. Descartes'i metot üzerinde düşünmeye sevk etmiştir. Descartes

sonrasında felsefenin yoğıınlaşhğı temel alan varlık sorunu ( ontoloji) yerine epistemoloji olmuştur. Bunun siyasete tercümesi şu şekilde

olur; insanlar arhk hayatm tiim alanlarında belirlenimlerde bulunma hususunda kendileri dışında, ortak genel bir otorite kabul etmezler.

Hayatm tümü üzerine belirlemede bulunacak genel bir uzlaşının

mümkün olmadığı bir durumda siyaseti mümkün kılacak asgari müş­

terekler üzerinde uzlaşı yolu aranmışhr.9 Bu da oluşturulan kururnlar ve hukuki düzenleineler sayesinde yapılmaya çalışılmışhr.ıo

Diğer bir ifadeyle içerik siyaseti yerini formel siyasete bırakır. Ken- di hayatlarını ve geleceklerini belirlemede karar mercii birey olurken, herhangi bir 'iyi' kavramı öne sürmeyen siyaset özel alana müdahale etmeden sadece kamusal alanda kişilerin şahsi tercihlerini gerçekleş­

tirmelerine

imkan

sağlayacak ortamı sağlama aracına dönüşür.

9 Ra w ls, John, 'The Idea of an Overlapping Consensl's', Oxford Joıımal of Legal Studies, c. 7, sayı. 1 (1987), s. 4.

10 Bu gel\şmenin hukuktaki yansıması doğal hukuka tepki olarak kanuncu pozitivizmin ortaya çıkmasıdır. 19. y.y. hukuk düşünce ve uygulamalanna egemen olan kanuncu pozitivist düşünce II. Dünya Savaşı'nda yaşanan tecrübe sonrasında sorgulanmaya

başlanmış ve insan haklan söylemi çerçevesinde hak kavramı yeniden günçleme ge- lip, tarhşma konusu olmuştur.

(10)

Burada ontolojik bir tarhşmadan kaçınıldığı iddia olunurken, as-

lında arka. kapıdan ekonomik temeller (Hobbes'un temel ihtiyaçlar, Locke'un mülkiyet hakkı üzerinden tarhşhğı birey kavramlaşhrması)

üzerinden çizilen birey tasviriyle yeni bir varlık ve siyaset anlayışı

ortaya konulmaktadır. İçerik siyasetinden kaçınınak bir yana formel siyasete getirilen çerçeveyle daha sonraki tecrübelerde görüleceği üze- re yeni bir yapı kurulmaktadır. Birey eksenli onun haklarının ve öz- gürlüklerinin topluma öncelendiği ve hatta birey ile toplumun zıt

kutuplar olarak ele alındığı yeni bir ontolojik zemin üzerinden liberal siyaset anlayışı inşa olunmaktadır. Bütün bu gelişmeler sonucunda, ortaya çıkan birey eksenli liberalizm Bah siyaset ve ekonomi düşünce­

sinin ve yaşamının son üç yüz yılına egemen olmuştur.

Bu gelişmenin bir benzerini yukarıda Hobbes çerçevesinde gün- deme getirdiğimiz statüden sözlerneye geçiş sürecinde de görmek _ mümkündür.11 Klasik siyaset felsefesine göre insanlar varlık hiyerarşi­

sinde ve toplumda edindikleri konumlara göre siyaset sahnesinde rol

almaktaydılar. Sahip oldukları konum aynı zamanda kişilere siyasi ve sosyal kimliklerini veren en temel öğelerden birisiydi. Ahlak, siyaset, ekonomi, toplum ve birey arasmda bir ayrışma söz konusu olmayıp

bilakis bütün bunların oluşturduğu ortak zemin siyaseti mümkün

kılan temel unsurdu. Hobbes'un sosyal sözleşme kuramında somutla-

şan 'sözleşme' yaşadığı çevreden ayrışhrılarak tanımlanmaya çalışılan doğal haldeki soyutlanmış bireyler arasmda yapılmaktadır. Birey top- lumdan ve devletten ayrı hukuki bir varlık olarak ortaya çıkarak, ken- disini toplumdan ve devletten bağımsız ve hatta ona karşı konumlan-

dırarak tanımlamaya çalışmaktadır. Figgis'in ifadesiyle Bah tarihi arhk 'mutlak bireyle mutlak devletin çahşmasma'12 sahne olacaktır.

Siyasetin daraltılması ve formelleşmesi (pozitivist hukuk sınırları­

na indirgenmesi) sonucunda ortaya çıkan durumu 'ahiakın hukuk eksenli' ele alınması şeklinde niteleyen Anscombe böyle bir yaklaşı­

mın ancak Tanrı ile mümkün olacağını iddia eder. O, Tanrı'yı yok sayan seküler ahlak anlayışını 'ceza mahkemelerinin ve ceza hukuku- nun ilga edildiği bir yerde 'suçludan' bahsehneye'13 benzeterek anak- ronizme düşmekle eleştirir.

ıı Maine, H. S. Ancieıit Law (London: 1861).

12 Figgis, J.N., From Gerson to Grotiııs, aktaran Madntyre, a.g.e., s. 124.

1> Anscombe, G.E.M., 'Modem Moral Philosophy', Plıilosoplıy 33, No. 124 (1958), s. 30.

(11)

3. Güven Bunalımı ve Yeni Zeınin Arayışlan

20. yüzyıl' a geçişle birlikte siyasette ve ahiak.ta. formelleşme süreci

derinleşerek devam etmiş, içeriğe yönelik normatif tarhşmalar ikinci planda kalmışhr. Ahlak felsefesinde, özellikle Angio-Sakson dünya-

sında, tarhşma konuları metaetik çerçevesinde ahiili kelimelerin (hak, iyi, sorumluluk gibi) ne anlama geldikleri veya bu kelimelerin karşıla­

dıkları kavramların veya şeylerin doğası üzerine odaklanmışhr. Siya- sette de benzer bir süreç yaşanmış, özellikle II. Dünya Savaşı'ndan

sonra ağırlıklı olarak ABD' de akademi ye egemen olan davraruşçı ekol nedeniyle değer tarhşmaları (ahiakı da kapsayacak şekilde) siyaset biliminin dışında tutulmaya çalışılmışhr. Doğu ve Bah bloku arasında başlayan soğuk savaşın da etkisiyle ideolojilerin sonu ilan edilerek siyaset felsefesinin öldüğüne dair eserler kaleme alınmışhr.14

Ancak 1960 sonrasında ·sömürgelerin bağımsızlık kazanması,

ABD' de Vietnam Savaşı'na karşı hareketler, zenci beyaz ayırımının

sona erişi, 68 öğrenci hareketleri vb. hadiselerle birlikte siyasette ahia-

kın ve değerlerin yeri ve siyaset felsefesine olan ihtiyaç yeniden tar-

hşma konusu olur. John Rawls 1971'de yayınladığı A Tlıeon; of Justice- (Adalet Teorisi) adlı hacimli eseriyle faydacı felsefeye karşı, ozgürlük ve adalet arasında denge kurmaya çalışan bir ahlak ve siyaset teorisi

· ortaya koyar. Rawls, Kant'ın sözleşme kuramını takip ederek geliştir­

diği adalet teorisiyle, faydacı felsefenin zaman zaman insaıi.ı araç ola- rak gören tavrına karşı, bireyi temel haklada donatmakta ve bizatihi amaç olarak kabul etmektedir. O geliştirdiği 'hakkaniyet olarak adalet'

kuramı ile herhangi derin dini veya metafizik değere dayanmadan toplumdaki makul düşüncelere sahip herkesin kabtil edebileceği ortak bir zemin kurmaya çalışmaktadır. Bunun için o, insanların şahsi sosyal statüleri hakkındaki bilgiden kendilerini ·mahrum bırakan 'cehalet peçesi' (veil of ignorance) arkasında olduklarını farz eder. Böylesine bir durumda ortaya çıkabilecek muhtemel sosyal eşitsizliğin sadece toplumda en mağdur olanın çıkarına işlemesi durumunda meşru ka- bul edilebileceğini savunur. ıs

14 Laslett, P., 'Introduction', P/ıilosoplıy, Politics and Society, ed. P. Laslett ve W. G.

Runciman, c. I (Oxford, Basil Blackwell, 1956); aynca karş bir görüş için bkz. Berlin, I., 'Does political theory still exist?', Plıilosop!ıy, Politics and Society, ed. P. Laslett ve W. G.

Runciman, c. II (Oxford, Basil Blackwell, 1962).

ıs Ra w ls,}., A Tlıeory of justice (Oxford: Oxford Unv. Press, 1972).

(12)

Rawls'un toplumdan soyutlanmış bireye dayanarak geliştirdiği yaklaşımı eleştiren Alasdair Maclntyre klasik dönemde siyaseti an- lamlı ve mümkün kılan erdem kavramının modern dönemde kaybol-

duğunu iddia etmektedir. Maclntyre'ın komüniteryanizmi, Yeni- Aristocu yaklaşımıyla anlam kazanabilmesi için insan faaliyetlerinirı

bir 'pratik' içinde yer alması gerektiğini öne sürmektedir. Her bir faa- liyetin hedeflediği bu faaliyete has 'iyi' ancak onun içinde yer aldığı pratiğin tecrübe edilmesiyle elde edilir; 'erdem' ise kişilerin bu faali- yetleri gerçekleştirmelerini mümkün kılan tecrübe ile geliştirdikleri

kapasiteyi ifade etmektedir. Pratikler de daha geniş anlam dünyalan olan 'gelenek'ler içinde yer almaktadırlar.t6

Komüniteryanizm insan faaliyetlerini mümkün kılacak ve anlam-

landıracak pratik ve gelenek kavramlarını izah etmede gösterdiği ba-

şanyı, gelenekler üstü bir düzlemde insanlan bir araya ·getirecek ze- min ve içerik hususunda tatmin edici cevaplar sunmacia göstereme- mektedir. Ayrıca sunulacak her teklifin, yaşanmış tarihi tecrübeler

ışığında büyük aniahiara karşı oluşan güvensizlik psikolojisini nasıl aşabileceği ayrı bir soru olarak önümüzde durmaktadır.

Balı siyasi düşünce tarihi, bir anlamda zıt kutuplarm diyalektik

ilişkisini yansıtmaktadır. Kilisenin hayalın tüm alaniarım kuşatmaya çalışan total yaklaşırnma tepki olarak, siyasi ve sosyal yaşamı müm- kün kılacak zemini imkansız hale getirecek derecede çok dar, birey eksenli bir tavır ortaya çıkmışhr. Günümüzde total yaklaşırnlara git- meden, liberalizmin dar fonnel yaklaşımını daha da genişletecek ortak zemin arayışları (kısmen üçüncü yol17 adı alhnda) kendisini göster- mektedir. Fakat kilisenin engizisyonu, aydınlarunanın giyotini, totali- ter rejimierin soykırım tecrübeleri karşısında ortaya çıkan güvensizlik

ortamında bireyin, haklı hak talepleriyle siyaseti sınırlama girişimleri­

nin andığımız bu menfi örneklerde görüleceği üzere başarılı olduğunu

söylemek hiç kolay olmayacakhr. Ayrıca liberal bireyciliğin devlet ile birey arasında denge vazifesi gören ara sosyal kurumları yok ederek totaliter rejimierin ortaya çıkmasına ve bireyin devlet karşısında yal- mz kalmasına neden olduğu iddia olunmaktadır. ıs

16 Maclntyre, A., After Virtııe (Indiana: University of Notre Darne Press, 1984).

17 Giddens, Anthony, Tlıe Third W ay aııd i ts Crilics (Cambridge, Polity Press, 2000).

ıs Arendt, H., Tlıe Origiııs ofTotalitariaııism, (New York: Harcourt, Brace and Company, 1951); Talrnon, J. L., Tlıe Origiııs ofTotalitariaıı Democracy (London: Secker & Warburg, 1952.

(13)

Güven, uzlaşı temelli makul bir siyasi yaşamı mümkün kılan en önemli unsurlardan birisidir. Siyasi yaşamda güven şahsi öz güven

yanında kişiler arası karşılıklı ilişkilere dayanır. Güven sayesinde in- sanlar arasındaki ilişkiler düşmanlıktan daha çok karşılıklı anlayış

içerisinde cereyan eder. Güvenin tesisi ve korunması toplumdaki fert- lerin üzerinde anlaşabiieceği ortak bir zemin ile sağlanabilir. Modem . öncesi dönemde ağırlıklı olarak din tarafından, bir ölçüde kişilerin vicdanına hitap ederek sağlanan bu zemin modem dönemde yerini tamamen kanuni düzenlernelerin dışarıdan kontrolüne bırakmıŞhr.

Weber'in tespitiyle kapitalizmin ortaya çıkmasının nederı1erden birisi olan hukuki rasyonalite daha önceki dönemin keyfiliğini engelleyerek sermayenin bilinebilir, tahmin edilebilir ve güvenilir bir ortamda yapmasını mümkün kılmışhr. Kapitalizmle birlikte bireyin de neşvü

nema bulmasını sağlayan ortam hazırlanmış ve herşeye müdahale eden devlet yerine kişilerin şahsi tercihlerini gerçekleştirebilecekleri ortamı sağlamayı kendine vazife edinen minimum, küçük devlet mo- deli talep edilmiştir. Kurumların ve piyasanın bu anlamda işlemesi monarşik yönetimlerde kralın keyfi kararları yerine anayasal rejim içinde kanunun bilinirliği ve tahmin edilebilirliğiyle mümkün olacak- br. Bencil, kendi çıkarı peşinde koşan bireyleri ortak zeminde buluştu­

ran formei-kurallar herkes tarafından berıimserıip uyuldu~ takdirde işlev görebilmekteydi. Kişilerin kurclılara uymayı terk edip ,işleri kita-

bına uydurması durumlarında güven üzerine inşa edilmiş bu sistemin

işlemesi ancak zecri tedbirlerin bir dereceye kadar etkili müdahalesiy- le bir süre götürebilir. Fakat güven olmadan sistemin il<lrıihaye deva-

çok zordur.

Bugün gelinen noktada güven bunalımıyla ilgili olarak iki noktaya dikkat çekmek gerekir: İlk olarak, kilise sonrası dönemde fiziki bilim- lerin tabiat alanında yaphklarının bir benzeri sosyal bilimler alanında yapılacak ve insanlığın sorunları çözülecekti. Fakat yaşanan iki dünya

savaşı, yerel ve küresel ölçekte görülen ekonomik ve siyasi adaletsiz- likler bilime ve siyasi sisteme olan güveni ciddi bir şekilde sarsh. Belki de bundan daha önemlisi bu süreçte bilimin de en önemli dayanağı

haline gelen araçsallaşhrılan ve ortak bir amaç (olması gereken) üze- rinde tarhşma yapması yasaklanan akla olan güven sarsıldı. Bireyin özgürlük ve refah arayışı bii anlamda hüsranla sonuçlandı19• İkinci

olarak formel mekanizmalar dışında ortak paydalardan yoksun kalan,

19 Habermas'ın tespit ettiği üzere meşruiyet krizi ortaya çıktı. Habermas, J., Legitimatio11 Crisis (Cambridge, Polity Press, 1988).

(14)

sosyal sorumluluklardan daha çok kendi şahsi çıkarlarını düşünen

bireyler arasındaki güven sarsıldı. Hukuki rasyonalitenin sağladığı en önemli güvence olan önünü görebilme ilkesi kişilerin kurallara uy- · maması durumunda işİevsiz kalmakta ve kapitalist sistemin işleyişi sekteye uğramaktadır.

Bu çalışmanın giriş kısmında belirttiğimiz üzere yaşanan küresel krizin finansal ve ekonomik boyutu yaşadığımız güven bunalurimm sadece görünen kısmıdır. Her şeyden önce sorunun nedenleri giincelin

yüzeyselliğinden kaçmarak derinlemesine incelenmelidir. Sorun daha derinlerde y~tan güven unsuroyla alakalı gözükmektedir. Asırlar sü- ren bir tecrübe sonunda inşa edilmiş güven unsurunun sarsıldıktan sonra yeniden tesisi çok zordur. Son ekonomik krizin de ortaya koy-

duğu üzere liberalizm bencil, sadece kendi çıkarlarını düşünen, başka­

larına ve topluma karşı sorumluluk bilinci zayıf bireyler ortaya çıkar­

maktadır. ~cak siyaseti mümkün kılan diğer temel unsur kişinin

talep ettiği haklar yanında yükümlülük ve sorumluluk sahibi olması­

dır. Liberalizmin toplumdan bağımsız olarak tanımladığı atomize

olmuş birey anlayışından topluma karşı sorumluluk sahibi kişilerin

ortaya çıkması hiç de kolay görünmemektedir. Üzerinde anlaşılmış ortak değerler ve kurallar zemini olmadan ahiakın ve siyasetin var

olması oldukça zordur. Yukarıda resmettiğimiz tarihl süreç içerisinde toplum, devlet ve birey arasında ortaya çıkan güvensizlikler aşılma­

dan böyle bir zeminin gerçekleştirilmesi çok zor görünmektedir. İn­

sanlığın bugiin karşılaşhğı sosyal, siyası, ekonomik ve çevresel sorun- lan Bah'nın meselesi olmaktan çıkıp tüm dünyanın sorunu haline

gelmiş bulunmaktadır. Sorunun neden kaynaklandığının ve nasıl bir süreç sonunda ortaya çıkhğının tespiti öneırıli olmakla birlikte esas mesele bu sorunların nasıl aşılabileceğini belirlemektir. tarihi olarak böyle bir süreç yaşamamış farklı tecrübelerin, dünyanın halihazırdaki

. bu sorunlarına sadece Bah'yı eleştirmenin ötesinde verebileceği cevap- lar olmalıdır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Beş Ahlak Yazısı, birbirinden çok farklı olan, ama hepsi de insana dair olan konuların insanın yüreğinde yaratacağı bir ağırlıkla ilişkilendirilebilir. Modern

A) Dine uygun olan isteklerini yerine getirmek. B) Sıkıntıya düştüklerinde yardım etmek. C) Sıkıntıya düştüklerinde yardım etmek. D) Dini görevlerimizi yerine getirmek.

ve Kişiler Arası Uyma (İyi Çocuk Yönelimi):. • İyi

 Özerk dönem: Bireyin davranışlarının, kendi akıl yürütmesi ve karar vermesi ile oluştuğu, bireyin içinde bulunduğu grubun standartlarını irdeleyerek

 İşlenen suçun önem derecesini,suça bağlı olarak ortaya çıkan fiziksel sonuçlar belirler.Sonuçta daha fazla zarara yol açan suçlar,daha az fiziksel zarara yol

Bu söylenemez; çünkü kötümserlere hak verdiren bütün med ve cezir­ lere rağmen insanlığın yüzlerce asır içinde kazandığı şevler mey­ dandadır Bizzat

Ahlak, Etik, Uygulamalı Etik, Ödev, Ahlak yargısı, İyi, Kötü, Erdem, Ahlaki karar, Ahlaki eylem, Özgürlük, Sorumluluk ve Vicdan.... Ahlak, kelime olarak huy, karakter

 Objektif ahlak: Bir toplumda herkes tarafından kabul edilebilecek evrensel ahlaki normların