• Sonuç bulunamadı

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science"

Copied!
25
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ISSN: 2149-0821

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science

Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

Arş. Gör. Samed KURBAN

Dumlupınar Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi, samed.kurban@dpu.edu.tr Ahmet GÜNDÜZ

Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, gunduz.1981@gmail.com

TARİHSELLİĞİ İÇİNDE ÇOK BOYUTLU BİR MÜCADELE ALANI OLARAK KIBRIS SORUNU1

Özet

Sicilya ve Sardinya’dan sonra Akdeniz’deki üçüncü büyük ada olan Kıb- rıs, jeopolitik ve stratejik konumu dolayısıyla tarih boyunca değişik medeniyet ve milletlerin ilgi odağı olmuştur. Tarih boyunca ada dışından gelen pek çok medeni- yet için bir hedef teşkil eden Kıbrıs’la ilgili son dönemde meydana gelen gelişme- ler, sadece adadaki Türk toplumu ve Türkiye’yi değil aynı zamanda uluslararası camiayı da etkilemektedir. Söz konusu gelişmeler, Kıbrıs’ın Ortadoğu petrolünün ulaşım yollarına egemen olması, Ortadoğu’dan Afrika’ya uzanan ekseni kontrol etmesi, Anadolu-Ortadoğu-Süveyş Kanalı hattına hâkim olması, Süveyş Kanalın- dan Hint ve Pasifik Okyanusuna uzanan deniz yolunun kontrol noktalarından biri olması ve Ortadoğu’da petrol merkezli muhtemel bir savaşta depo görevini üstle- nebilecek olması gibi sebeplere dayanmaktadır. Kıbrıs sorununda tarafların çok olması, çözüm sağlanamamasının en büyük nedenlerindendir. Bu çalışma kapsa- mında; Kıbrıs sorunu, tarihsel derinlik içinde ele alınarak, çözümü konusunda eko- nomik, siyasi ve kültürel bağlamda atılabilecek adımlar irdelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Kıbrıs Sorunu, KKTC, Ortadoğu

1 Çalışma Uluslararası Sosyal Bilimler ve İnovasyon Kongresi’nde sunulmuştur

(2)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

471 CYPRUS PROBLEM AS A MULTIDIMENSIONAL FIELD OF STRUGG-

LE IN ITS HISTORIOGRAPHY Abstract

Cyprus, the third largest island in the Mediterranean after Sicily and Sardi- nia, has been the focus of interest of different civilizations and nations throughout history due to its geopolitical and strategic position. The recent developments in Cyprus, which have been a target for many civilizations from outside the island throughout history, have affected not only the Turkish community on the island and Turkey but also the international community. These developments are based on the reasons such as Cyprus's dominance of the transportation routes, its control of the axis from the Middle East to Africa, its control of the Anatolia-Middle East- Suez Canal line, its control point of the route from the Suez Canal to the Indian and Pacific Ocean, and its ability to assume the role of the task The fact that there are many sides in the Cyprus problem is one of the biggest reasons why a solution cannot be reached. Within the scope of this study; The steps that can be taken in the economic, political and cultural context of the Cyprus problem will be exami- ned in historical depth.

Key words: Cyprus problem, TRNC, Middle East GİRİŞ

Kıbrıs sahip olduğu önemli jeopolitik konum dolayısıyla tarih boyunca değişik medeniyet ve milletlerin ilgi odağı olmuş, savaşlara ve anlaşmalara konu teşkil etmiş önemli bir stratejik adadır. Sicilya ve Sardunya’dan sonra Akdeniz’deki üçüncü büyük ada olan Kıbrıs Türkiye’ye 65, Yunanistan’a ise 965 km uzaklıkta bulunmaktadır. Jeolojik dönemin ikinci ve üçüncü za- manlarda oluşan çökmelerle Anadolu’dan kopan ada Hititlerden Cenevizlilere, Venediklilerden Osmanlılara ve İngilizlere kadar tarih boyunca Ada dışından gelen pek çok medeniyet için bir hedef teşkil etmiştir.

Kıbrıs’la ilgili son dönemde meydana gelen gelişmeler, sadece adadaki Türk toplumu ve Türkiye’yi değil aynı zamanda uluslararası camiayı da etkilemiş ve etkilemektedir çünkü, böl- gede çıkarı olan devletler ve örgütler konuya müdahil olarak, bu konunun ilgili taraflar dışında uluslararası arenaya da taşınmasına da sebep olmuştur. Bu müdahalelerin temel sebebini oluştu- ran stratejik önem; Kıbrıs’ın Ortadoğu petrolünün ulaşım yollarına egemen olması, Ortado- ğu’dan Afrika’ya uzanan ekseni kontrol etmesi, Anadolu-Ortadoğu-Süveyş Kanalı hattına hâkim olması, Süveyş Kanalından Hint ve Pasifik Okyanusuna uzanan deniz yolunun kontrol noktalarından biri olması ve Ortadoğu’da petrol merkezli muhtemel bir savaşta depo görevini üstlenebilecek olması gibi sebeplere dayanmaktadır. Kıbrıs sorununda çok çeşitli aktörlerin taraf olması, çözüm sağlanamamasının en büyük nedenlerindendir. Adada yaşayan Türkler ve Rum- lar dışında, Yunanistan, Türkiye, İngiltere, ABD ve AB ülkeleri de bu sorunun tarafı konumun- dadır. Son zamanlarda, İsrail gibi Akdeniz’in güneyindeki ülkelerde, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, petrol-doğalgaz arama faaliyetleri gibi konularla, soruna dâhil olmuştur (Va- tansever, 2010: 1487).

(3)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

472 Kıbrıs’ın Türkiye ve Yunanistan arasında uluslararası nitelik taşıyan bir sorun haline

gelmesi tarihsel kökenleriyle birlikte Yunanlıların 1963 sonrasında Kıbrıs’ı ilhak etmeye dayalı Megalo İdea stratejisini takip etmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu stratejinin sonucunda Kıb- rıslı Türklerin karar mekanizmalarından dışlanmaları ve soykırıma varan şekilde şiddet olayla- rına maruz kalmaları sonrasında Türkiye zaruri olarak 1974 müdahalesinde bulunmuştur. Bu müdahale sonrasında da Avrupa Birliği’nin de zaman içerisinde taraf haline geldiği ve uygula- dığı stratejiyle sorunu çözümden uzak bir noktaya taşıdığı süreç başlamıştır.

Bu çalışma kapsamında öncelikle Kıbrıs adasının tarihçesi çok yönlü olarak ele alına- caktır, Osmanlı Dönemi ve İngiliz hâkimiyeti ayrı ayrı incelenecektir. Çalışmanın devamında Zürih ve Londra Anlaşmalarıyla kurulan düzen ve Kıbrıs Cumhuriyeti ele alınacaktır. Çalışma- nın üçüncü kısmında da 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti analiz edilecektir. Çalışmanın son bölümlerindeyse Avrupa Birliği’nin Kıbrıs sorunu üzerindeki etkisi ve Annan Planı ve kıta sahanlığı problemleri ele alınacaktır. Bu yöntemle Kıbrıs sorununun çözümü noktasında yapılabilecekler analiz edilecektir.

Kıbrıs Sorununun Tarihçesi

Kıbrıs sahip olduğu stratejik değerle ada dışından birçok devletin ilgisini çekmiştir. Kıb- rıs konusunda Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunu anlayabilmek için problemin tarihsel kökenlerini adanın ilk olarak Türklerin hâkimiyetine geçişinden itibaren ele almak gerekmekte- dir.

Osmanlı İmparatorluğu Egemenliği Altında Kıbrıs

Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs adasını fethinden önce adanın yönetimi birçok defa el değiş- tirmiştir. Tarihi, M.Ö. 3000 yılına kadar uzanan Kıbrıs’ta1571 yılına kadar sırasıyla; Mısırlılar, Hititler, Akalar, Dorlar, bazı kolonilere sahip olan Yunanlılar, Fenikeliler, Asurlular, Persler, Büyük İskender, Romalılar, Araplar, Bizanslılar, İngilizler, Cenevizliler, Memlükler ve Vene- dikliler hüküm sürmüştür (Toluner, 1977: 9).

Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’ı fethetmesiyle birlikte, 1571’den itibaren ada üzerinde Türk egemenliği hukuken kurulmuş olmaktadır. Kıbrıs, bütün tarih boyunca kesintisiz en uzun süre olan 307 yıl Türklerin hâkimiyeti altında kalmıştır. 1571 yılından sonra bu adaya Anadolu’dan gelen binlerce Türk ailesi de katılmıştır. Kıbrıs’taki Türklerin kökeninin Anadolu’dan getirilen bu Türk halkı olduğunu söyleyebiliriz. II. Selim, yeni fethedilen bu topraklarda kurulacak Türk idaresinin güvenli ve istikrarlı bir şekilde devam edebilmesi, adanın bayındırlığı ve adadaki Türk nüfusunun artması için bir ‘Sürgün Hükmü’ çıkartmıştır. Bunun sonucunda, Osmanlı İm- paratorluğu ilk olarak Anadolu’dan getirttiği 30.000 Türkü düzenli bir biçimde adaya yerleştir- miştir. Meslek grupları, birbirlerini tamamlayacak biçimde seçilerek gönderilmiştir. Demirciler, marangozlar, dericiler, terziler, kuyumcular, ayakkabıcılar, dokumacılar, hayvan, tahıl ve meyve yetiştiricileri, taş ustaları bu mesleklerden sayılabilir. Adaya, Konya, Sivas, Tokat, Amasya, Maraş, Aydın, İçel ve Alanya yörelerinden ve çoğunlukla sanat, ticaret, tarımla uğraşan Türkler yerleştirilmiştir (Özarslan, 2007: 24).

Adaya Osmanlıların hükmetmeye başlaması adada yaşamakta olan Ortodoks Rumlar tara- fından olumlu karşılanmıştır. Bunun sebebi Venedikliler tarafından baskı altında tutulan Orto-

(4)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

473 doks inancının Osmanlı yönetiminde serbest bırakılmış olmasıdır. Osmanlı Devleti Kiliseye

geniş yetkiler tanımıştır. 1754 tarihli bir fermanla Kıbrıs piskoposları, Kıbrıs Hıristiyan halkının resmi temsilcisi olma sıfatını kazanmışlar ve kendilerine doğrudan doğruya Bâb-ı Âli’ye baş- vurma yetkisi tanınmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin eğitimde özgürlük ve özerklik ilkesini bütün milletlere tanıması sebebiyle Kilise, Kıbrıs Hıristiyan halkının eğitiminde büyük bir ser- besti kazanmıştır (Özarslan, 2007: 25). Osmanlı yönetiminin alameti farikası olan ‘Millet Sis- temi’ ve ‘Vakıf’ sistemi Kıbrıs’ta da uygulanmaya başlanmış, adada hanlar, köprüler, su yolları ve güvenlik amaçlı kaleler yaptırılmaya başlanmıştır. Osmanlı Devleti, Kıbrıs’ı bir beylerbeylik halinde İstanbul’a bağlamış ve 17 ilçeye ayırmıştır. Osmanlılar adanın yönetimi için bir Divan oluşturmuş ve bu Divanda Rumlara da temsil hakkı tanınmış olması ile Rumlar ilk defa Ada yönetiminde söz sahibi olmuşlardır.

Adada piskoposlara verilen yetkiler kilise tarafından kötüye kullanılmıştır. Kilise uygula- dığı politikalarla sürekli ada halkının kökeninin Yunanlılardan geldiği noktasına vurgu yapmış ve bağımsız ve bütünleşik bir Yunanistan için propaganda yapmıştır. Kelime anlamı olarak ‘İl- hak’ anlamına gelen ENOSİS ve birleşik bir Yunanistan hedefleyen Megalo İdea kilise tarafın- dan adada savunulan görüşler olmuştur. Büyük Fikir, Büyük Ülkü anlamına gelen Megalo İdea Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethederek Bizans İmparatorluğu’na son verme- sinden itibaren oluşmuştur. Megalo İdea’nın temel fikri Bizans İmparatorluğu ile Pontus Rum devletinin yeniden canlandırılması, Makedon olmasına karşın Yunanlı saydıkları Büyük İsken- der’in fethettiği tüm yerleri içine alan “Konstantinopolis” (İstanbul) diye bahsettikleri başkentle- ri ile Büyük Helen İmparatorluğunun kurulmasıdır. 1791-1796 yıllarında Rigas Ferreros isimli milliyetçi Yunanlı bir şair tarafından ilk Megali İdea haritasının yayınlanmasıyla bu harita Bü- yük Ülkü’nün temel belgesi hâline gelmiştir. Rumlar bu tarihten itibaren Kıbrıs’ı bir Yunan adası hâline getirmek ve Yunanistan ile birleştirmek (ENOSİS) için çalışmışlardır (İsmail, 2000:

8).

Kıbrıs’ta kilisenin önderliğinde başlatılan ilk isyan 1821 yılında Yunan isyanına paralel olarak ortaya çıkmıştır. İsyan girişiminin bir Rum köylüsü tarafından Osmanlı Valisi Küçük Mehmet Paşa’ya bildirilmesi üzerine isyan daha başlamadan bastırılmıştır. Kiliseleri silah depo- suna çeviren Başpiskopos Kiprianos ve isyancıların elebaşları idam edilmişler, bir kısım isyan- cılarda sürgün edilmişlerdir. Sürgüne yollanan bu isyancılar 1821 yılı sonunda Roma’da topla- narak ilk Enosis bildirisini yayınlamış ve Hristiyan kralları Osmanlı’ya karşı birleşmeye çağır- mışlardır (İsmail, 2000: 6).

19. yy’da Osmanlı Devleti’nin yaşadığı hızlı gerileme dönemi, askeri başarısızlıkları da beraberinde getirmiş ve bunun bir sonucu olarak, 1877 yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşın- da, Osmanlı Devleti savaşı kaybetmiştir. Savaş sonunda imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve daha sonra toplanan Berlin Kongresi ile Kars, Ardahan ve Batum Ruslara bırakılmış, Bulgaris- tan Devleti kurulmuş, Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlık kazanmış, Bosna-Hersek Avusturya yönetimine geçmiştir. Ayrıca zor duruma düşen Osmanlı Devleti, 4 Haziran 1878’de İngiltere’yle yaptığı gizli savunma antlaşmasıyla (Kıbrıs Antlaşması) Rus tehlikesine karşı geçi- ci olarak Kıbrıs’ın idaresini İngiltere’ye devretmiştir. Ancak ada hukuken Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmaya devam etmiştir. Fakat bu antlaşma yeterli değildi; çünkü Antlaşma, adadaki Müs- lüman halkın çıkarlarını, devlete ait taşınır ve taşınmaz malların geleceğini, adanın ne şekilde yönetileceğini ve İngiliz yönetim süresinin ne kadar olacağını düzenleyen hükümler içermiyor-

(5)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

474 du. Bu sebeple, 1 Temmuz 1878’de 4 Haziran Antlaşmasına “Ek” olarak yeni bir antlaşma im-

zalanmıştır. Bu gizli ek antlaşmaya göre, yıllık 92 bin altın karşılığı İngiltere’ye kiralanan ada;

Rusların Kars, Ardahan ve Batum’dan çekilmesi durumunda, Osmanlı Devleti’ne geri verile- cektir. Ayrıca bu ek antlaşmada; adadaki Müslüman halkın şeri işlerine bakmakta olan şeri mahkemelerin varlıklarını sürdürmesi; camilere, Müslüman mezarlıklarına, okullarına ve ada- daki diğer İslam dini kuruluşlarına ait taşınır ve taşınmaz malların Müslüman halktan bir memu- run başkanlık edeceği Evkaf idaresince yönetilmesi; İngiltere’de adadaki giderlerini aşacak ge- lirlerini Osmanlı Devletine ödemesi; Osmanlı Devleti’nin Kıbrıs’ta bulunan devlet ve padişah mallarıyla ilgili olarak dilediği işlemi yapabilmesi hükme bağlanmıştır (Özersay, 2002: 2).

İngiliz Yönetimi Altında Kıbrıs

Kıbrıs İngiltere için o tarihlerde Hindistan’a giden ticaret yollarının güvenliği açısından kilit öneme sahip bir ada konumundaydı. Adanın 1878 yılında İngilizlere devredilmesi ile ada- daki Enosis faaliyetleri daha fazla hız kazanmaya başlamıştır. Bunun bir nedeni de İngilizlerin Yunan dostluğu ve bağımsızlığına sempati ile bakması olmuştur. Adanın kiralanmasıyla beraber Türkler ve Rumlar arasında çatışmalar yaşanmış, Yunanistan’ın tahrikleriyle ilhak faaliyetleri artmıştır. Bununla birlikte Rumlar, İngiltere’nin Ege adalarının yanında Kıbrıs’ı da kendilerine vereceğini düşünerek adaya gelen İngiliz Yüksek Komiserini sevinçle karşılamışlardır (Özmen, 2005: 67).

Adada yaşayan Türk halkı ise adanın Yunanistan’a verilmesinden endişe duymaktaydı.

Bu nedenle İngiltere yönetiminden başlayarak adadan Türkiye’ye çok sayıda göç hareketleri oldu. Bugünkü adadaki Rumların nüfus fazlalığının da nedeni budur. 1877 yılında Larnaka’daki İngiliz Konsolosu Watkins tarafından yapılan nüfus sayımına göre Kıbrıs adasında 67.000 Türk 133.000 Rum ve Hıristiyan olmak üzere toplam 200.000 kişi yaşamaktadır. İngilizlerin 1878 yılında adayı kiralamalarının hemen ardından 22.000 dolayında Türk de adayı terk eder ve Ana- dolu’ya göç eder. Osmanlı İmparatorluğu’nun adayı İngiltere’nin idaresi altına vermesiyle bera- ber Enosis yeniden gündeme geldi ve Rumların Enosis talepleri tırmanmaya başladı. Nitekim 1879’da bir muhtıra ile İngiliz Vali’den ve 1907’de Kıbrıs’ı ziyaret eden Churchil’den de açıkça Enosis istendi.

Kıbrıs’ta Rumların Enosis girişimleri sürerken Türk toplumu da adada iki ayrı ve eşit top- lum bulunduğu tezini savunuyordu. Bu konu; 1903 yılında İngiliz Yüksek Komiseri’ne iletilmiş ve İngiltere’nin adayı terk etmesi durumunda toprakların Osmanlı Devleti’ne iade edileceği hatırlatılmıştı. Türk tarafının daha o yıllardaki tutumu, Türklerin “eşit haklarla iki ayı toplum”

tezini başından beri tutarlı şekilde savunduğunu göstermesi açısından siyaset bilimciler tarafın- dan hala önemli bir kanıt olarak ortaya konulmaktadır (Toluner, 1977: 15).

Kıbrıslı Rumlar tarafından adanın Türk halkına ilk ciddi saldırısı ise 1912 ‘de gerçekleş- miştir. Bu olay Kıbrıs’ta Rumlar ve Türkler arasında ölümle sonuçlanan ilk kitlesel çatışma olmasından dolayı önemlidir. Bu saldırının hemen ardından Türklerin ekonomik bakımdan çö- kertilmesi amacıyla Rumlar tarafından “Rum’dan Rum’a” kampanya başlatılmış, Türk dükkân ve malları boykot edilmiştir.

(6)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

475 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litowsk Antlaşmasıyla Rusya, Kars, Ardahan ve Ba-

tum’u Osmanlı Devleti’ne geri verdiği zaman Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında imzalanan 1 Temmuz 1878 tarihli ek anlaşmanın 6.maddesi uyarınca İngiltere’nin Kıbrıs’ı Türkiye’ye geri vermesi gerekirdi. Ancak 5 Kasım 1914’te İngiltere, I. Dünya Savaşı’nın çıkmasını gerekçe göstererek, Kıbrıs’ı tek taraflı olarak ilhak etti ve bu ilhak Türkiye tarafından 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’yla kabul edildi (Özarslan, 2007: 26). Lozan’ın 20. Maddesine göre Türkiye İngiltere tarafından tek taraflı olarak ilan edilen ilhakı tanımıştır. Lozan Anlaşması’nın 16. Maddesi tartışmalı olarak kabul edilmiştir. İtilaf Devletleri’nin talebi Türkiye’nin Kıbrıs dâhil bütün adalarla ilgili haklarından vazgeçmesi ve bu adaların statüsünün ilgililerce düzen- lenmesi şeklindeydi. Bu talep Türk delegeler tarafından kabul edilmedi ve Türkiye adaların kaderiyle ilgili yapılacak düzenlemelerde ilgili taraf olma pozisyonunu korudu.

Lozan Antlaşmasıyla, Kıbrıslı Türklerin seçme haklarını kullanarak, Türk vatandaşlığı ile İngiliz vatandaşlığı arasında bir tercih yapmaları istendi. Türk vatandaşlığını tercih edenler Tür- kiye’ye göçe başladı ve bu göç 1940’lara kadar sürdü. Çünkü Antlaşma, Türk vatandaşlığını seçenlere, seçme haklarını kullandıkları tarihten itibaren on iki ay içinde adadan ayrılmalarını zorunlu kılmıştır. Bu durumun doğal sonucu olarak da adadaki Türk nüfusu azalmıştır. Kıbrıs’ın resmen İngiltere’nin idaresi altına girmesinden sonra, 10 Mart 1925’te İngiltere Kralı V. Geor- ge, Kıbrıs’ın statüsünü İngiliz Taç kolonisine çevirdi. Böylece adada Yüksek Komiserlik kaldı- rıldı ve yerine valilik makamı getirildi. 1925-1959 tarihleri arasında Kıbrıs, İngiliz Tacına bağlı bir sömürge olarak yönetilmiştir (Özersay, 2002: 3).

Adanın İngiltere yönetimine girmesinin ardından Yunanlılar Enosis taleplerini her fırsatta dile getirmeye devam etmişlerdir. İngilizler de buna göz yummuşlardır. İngiltere yönetiminde Türkler siyasal ve ekonomik olarak gerilerken, Rumların adadaki etkinliği giderek artmıştır.

Rumlar adayı ziyarete gelen bütün İngiliz üst düzey yöneticilerine de Yunanistan’a bağlanmakla ilgili taleplerini iletmişlerdir.

Fiilen 1878’de ve resmen 1923’te İngiliz idaresi altına giren Kıbrıs’ta,1925-1959 yılları arasında Rumlar, adanın statüsünü değiştirmek için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. 1928 yılında Yunanistan; İngiltere, Rusya ve Fransa’ya bir nota vererek, ilk kez resmen Enosis fikrini ortaya atmış ve adanın kendisine bağlanmasını istemiştir. İngiltere’nin Ortadoğu politikasını değiştirmesinin bir sonucu olarak, o güne kadar izlediği Rum yanlısı politikalardan vazgeçmesi neticesinde Rumlar, vergi kanununu bahane ederek, 1931 yılında ayaklanmışlar ve İngiliz Kıb- rıs Valisinin konağını yakmışlardır. Bu isyan, İngiliz yönetimine karşı Rumların ilk isyanıdır.

Bunun sonucunda Kıbrıs Valisi Sir R. Storss’a 12 Kasım 1931’de verilen olağanüstü yetkiler sonucu İngiliz İdaresi’nce uygulanan yaptırımlar sadece Rumları değil Türkleri de kapsar. Ana- yasa, Yasama Meclisi, Belediye seçimleri, siyasi partiler askıya alınır, basına sansür uygulanır, eğitim üzerinde sıkı bir denetleme başlar. Yunan ve Türk tarihinin okutulması kısıtlanır ve dev- let büyüklerinin resimleri okul duvarlarından kaldırılır. İngiliz yönetimi okullara ve camilere Türk bayrağı asılmasını, 19 Mayıs ve 29 Ekimlerde bayram kutlamalarının yapılmasını, Türki- ye’den kitap getirtilmesini, hatta kitaplarda bulunan bayrak ve Atatürk resimlerinin bile bulun- masını yasaklar.

1943’te belediye seçimlerinin yeniden yapılmaya başlaması, bu dönemde Kıbrıslı Rum ve Yunanlıların da bilfiil saflarında mücadele ettikleri İngiliz ve Yunan ordularının İkinci Dünya

(7)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

476 Savaşı’ndan zaferle çıkması, İngiltere’de İşçi Partisi’nin iktidara gelmesi ve On iki Adanın İtal-

yanlarca Yunanistan’a verilmesi adada Enosis hayalinin tekrar canlanmasına yol açar. II. Dünya Savaşı sırasında Kıbrıs’ın Yunanistan’a bırakılmasını talep eden Rumlar, İngilizlerin anayasa hazırlanması talebini reddetmişler ve Enosis içermeyen hiçbir teklifi kabul etmeyeceklerini ilan etmişlerdi (Özersay, 2002: 5).

Yoğun Enosis propagandası sonrasında Yunanistan’da Parlamento 27 Şubat 1947 tarihin- de oybirliğiyle aldığı bir kararla “Yunanistan’ın Kıbrıs’la Birleşmesi” gerektiğini kabul eder ve bunu bütün dünyaya ilan eder. Yunanistan’da plebisit fikrinin ortaya atılması sonrasında 21 Kasım 1949 tarihinde Birleşmiş Milletlere müracaat eden Yunanlılar ‘Anavatan Yunanistan’la birleşmek için self-determinasyon hakkının halkımıza tanınmasını istiyoruz.’ derler (Gazioğlu, 1997: 115).

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Kıbrıslı Rumlar Enosis yönündeki eylemlerine yeniden ağır- lık vermeye başlamışlardır. 15 Ocak 1950’de kiliselere konan defterlere “Enosise Evet” ya da

“Enosise Hayır” şeklinde imza attırılarak gerçekleştirilen plebisit sonucunda, Kıbrıslı Rumların

%96’sının “Enosise Evet” dediği açıklanır. Bu eylemden sonra Makarios Başpiskopos seçilir ve adada Enosis faaliyetleri için yeni bir dönem başlar.

Kendi geleceğini tayin etme hakkı olarak bilinen self-determinasyon ifadesi 15 Ocak 1950 tarihinde 224.700 Rum’un katılımıyla yapılan plebisit sonrasında Başpiskopos Maka- rios'un Kıbrıs’ta yaşayan Türk toplumunun ayrı bir halk değil ancak bir azınlık olarak düşünül- mesi gerektiğini uluslararası platformda savunmaya başlamasıyla yeni bir mana kazanmıştır.

Yunanistan Başbakanı Papagos'un da desteğiyle Yunanistan'ın Birleşmiş Milletler daimî delegesi Kıbrıs halkına Self-Determinasyon hakkı verilmesini öngören bir teklifi Birleşmiş Mil- letler’e sunar. Birleşmiş Milletlerin isteyeceği bütün tedbirleri almaya ve garantileri vermeye hazır olduğunu belirten Yunanistan verilecek garantilerin BM tarafından belirlenmesine de hazır olduğunu belirtir. Rumlarla eşit statüde olan Türk toplumunun azınlık olarak görülmesine karşı çıkan Türkiye kendi geleceğini tayin etme hakkının Kıbrıs Türk toplumuna da verilmesini talep eder. 24 Eylül 1954'de yapılan toplantı sonrası 17 Aralık 1954'de 8 çekimser oya karşılık 50 oyla Kıbrıs konusunun şimdilik Birleşmiş Milletlerde görüşülmemesi kararı çıkar.

1955’te kurulan EOKA silahlı eylemlere ve terör uygulamalarına hız kazandırır. EOKA, Kıbrıs’ta Türk halkını yok etmek ve adayı Yunanistan’a bağlamak amacıyla kurulan bir terör örgütüdür. Örgütün kurulması için ilk çalışmalar 1952’de Başpiskopos Makarios’un başkanlı- ğında Atina’da yapılmıştır. EOKA, eylemlerde bulunduğu süre içinde yüzlerce Türkün yanı sıra 100 İngiliz ve yüzlerce Rum’u katletmiş, 30 Türk köyünü yakıp yıkmış ve bu köylerde yaşayan Türklerin göç etmesine neden olmuştur. Kıbrıslı Türkler de kendilerine yöneltilen bu saldırılar karşısında, Dr. Fazıl KÜÇÜK ve Rauf DENKTAŞ önderliğinde kendilerini korumak amacıyla örgütlenmiş ve 1958’de TMT’yi (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurmuşlardır.

1950 plebisitinden ve EOKA’nın eylemlerinin giderek tırmanmasından sonra adanın Türk halkı da ‘taksim’ fikrini savunmaya ve adanın kendilerine ait olan bölümünün Türkiye’ye bağlanmasını istemekteydiler. Bunun en önemli nedeni, Kıbrıs Rum liderliğinin sorunu “self- determinasyon hakkı” gibi kimsenin karşı çıkamayacağı bir çerçeve içerisinde uluslararası are-

(8)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

477 naya taşımak arzusunda olmasıydı. Oysa Kıbrıs’ta iki ayrı devlet vardı ve self-determinasyon

sadece tek tarafa ait olamazdı. Kıbrıslı Rumlar self-determinasyon hakkına dayanarak adanın taksimini istiyorlarsa, Kıbrıslı Türkler de aynı haklara dayanarak adanın taksimini ve kendileri- ne ait olan kısmın Türkiye’ye bağlanmasını isteme haklarının olduğunu düşünmeye başladılar.

Diğer taraftan Türkiye, Yunanistan’ın BM’lere yaptığı Kıbrıs’ın kendi geleceğini kendisinin tayin etmesi hakkı talebine açıkça tavır aldı.

1955 yılına kadar adanın kendi egemenliğinde kalmasında ısrar eden ABD’nin de baskı- sıyla çıkış yolu arayan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ı Kıbrıs sorununda resmen taraf yap- mak amacıyla 29 Ağustos 1955’te Londra’da bir konferans düzenledi. Bu konferanstan Rumla- rın bütün ada için self determinasyon isteyerek çoğunluk avantajını kullanarak adayı Enosis’e taşıma iddialarına karşın, Türklerin de kendi self determinasyon haklarını savunmaları netice- sinde sonuç alınamamıştır. Toplantıdan bir sonuç çıkmamasına karşın Londra Konferansı’nın tarihi önemi, Türkiye’ni ilk kez siyasi açıdan sorunun taraflarından birisi olarak resmen kabul edilmesiydi.

1959-60 Kıbrıs Antlaşmaları Ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kuruluşu Zürih ve Londra Anlaşmaları

II. Dünya Savaşından sonra İngiltere, Kıbrıs’ta sıkıyönetim politikasından vazgeçerek, özerk bir yönetim oluşturma çabasına girişmiştir. Bu amaçla arka arkaya, 1947 Lord Winster planı; 1948 Jackson planı; 1955 I. Mac Millan planı; 1955 I. ve II. Harding planları; 1956 Radcliff planı; 1958 II. Mac Millan planı ve 1958 Spaak (NATO genel sekreteri) planı hazır- lanmıştır. Bu planların ortak yanı, Kıbrıs’taki İngiliz egemenliğinin devam ettirilmesi amacıyla hazırlanmış olmalarıydı. Bu planların hepsi, “Enosis” idealini yansıtmadığı gerekçesiyle, Rum- lar tarafından reddedildi (İsmail, 1998: 35-36). Sorunun başından itibaren çözüm amaçlı üretilen bütün planlar Yunanlıların nihai hedefi olan Yunanistan’la birleşmek noktasına hizmet etmedik- çe reddedilecekti.

Uluslararası bir nitelik kazandırılan Kıbrıs sorunu 1954-58 yılları arasında Yunanistan ta- rafından Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun her oturumunda gündeme getirilmiştir. 1958 yı- lında yapılan 13. Genel Kurul toplantısına Yunanistan ve Kıbrıs Rum toplumu, Kıbrıs’ta bağım- sız bir devlet kurulması tezi ile katılmışlardır. Bu öneri Türkiye’nin savunduğu ‘taksim’ tezinin gerilemesine yol açmıştır.

Bu fikrin İngiltere, Yunanistan, Türkiye ve ABD tarafından benimsenmesinden sonra 11 Şubat 1959’da Zürih Antlaşması ve 19 Şubat 1959’da Londra Antlaşmaları imzalandı. Bu anlaşmaların altına İngiltere, Yunanistan, Türkiye ve adadaki iki eşit statüde kurucu olarak imza attılar. Böylece; iki halkın kurucu olarak ortak egemenliğinde ve yönetiminde, iki toplumlu bir cumhuriyet olarak Kıbrıs devleti 16 Ağustos 1960’da dünya devletleri arasına katılmış oldu.

Zürih Antlaşması, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Temel Yapısı ile İlgili Antlaşma, İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki Garanti Antlaşması ve Türkiye, Yunanis- tan ve Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki İttifak Antlaşması’dan oluşur. İngiltere’nin Zürih Antlaş- masına taraf olmaması nedeniyle, İngiltere ile Zürih Antlaşması’nın esaslarının görüşülmesi amacıyla Londra’da İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs Türk ve Rum toplumları-

(9)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

478 nın temsilcilerinin de katıldığı bir konferans düzenlenmiştir. Londra Konferansı, Londra Ant-

laşması ile sonuçlanmıştır. Bu Antlaşma ile İngiltere bazı değişiklikler ve eklemelerin yapılması şartı ile Zürih Antlaşmasında kabul edilen düzeni benimsemiştir.

Londra Antlaşması’nda, Zürih Antlaşması’na ek olarak şu belgeler mevcuttu: 1. İngilte- re’nin bu belgeleri üslere ilişkin bazı esaslar eklenmesi koşuluyla kabul ettiğine dair 17 Şubat tarihli Bildirisi; 2. Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanlarının, İngiltere’nin Bildirisi’ni kabul ettiklerine dair 17 Şubat tarihli Bildirisi; 3. Türk toplumu temsilcisi Fazıl Küçük ve Rum toplu- mu temsilcisi Makarios’un bu belgeleri kabul ettiklerine dair 19 Şubat tarihli Bildirileri; 4. Kıb- rıs anayasası ve ilgili belgelerin yürürlüğe girmesi için alınacak geçici önlemlerle ilgili sözleşme (Fırat, 1997: 59).

Bu anlaşmalarla birlikte imzalanan Garanti Anlaşması sağladığı hukuki statü itibariyle önem arz etmektedir. Bu garanti anlaşmasına göre Kıbrıs Cumhuriyeti’nin herhangi bir ülkeyle birleşmesi, ekonomik ya da siyasal bir birliktelik kurması yasaklanmıştır. Bu durum Garanti Anlaşması’nın birinci maddesinde vurgulanırken, anlaşmayı imzalayan İngiltere, Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs Cumhuriyeti açısından da bağlayıcılık taşımaktadır. Bu Anlaşma'nın 4. mad- desinde ise ‘Bu Anlaşmanın hükümlerine uyulmadığı takdirde Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık bu hükümlere uyulmasını sağlamak için gereken teşebbüsler veya tedbirler hakkında istişare etmeyi taahhüt ederler. Ortak veya anlaşarak hareket olası olmadığı takdirde garanti veren her üç devletten her biri, bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar kurmak amacı ile harekete geçmek hakkını saklı tutarlar’ denilmektedir (Özersay, 2002: 17). Bu Garanti Anlaşması ve özellikle 4. Maddesi Türkiye’ye adada gelişen vehim olaylar sonucunda 1974 müdahalesini yapma hukuki yetkisini veren dayanaktır.

Bu anlaşmalar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hukuki bir statü kazandığı 16 Ağustos 1960 tari- hinde Kıbrıs Cumhuriyeti, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında tekrar imzalanarak Lefkoşa Antlaşmaları olarak tescillenmiştir. Bu antlaşmayla birlikte Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu Türk dış işleri ve kamuoyu tarafından hem adanın İngiltere elinden kurtarılmış olması hem de Enosis’in engellenmiş olması hasebiyle bir başarı olarak de- ğerlendirilmiştir.

Bu devleti kuran antlaşmalar objektif bir hukuksal statü yaratmıştır. Bu statü içerisinde- ki hak ve yetki paylaşımına bakılarak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni, kendine özgü bir devlet olarak değerlendirenler bulunmaktadır. İki ayrı halkın selfdeteminasyon haklarını kısmen kullanarak oluşturdukları Kıbrıs Cumhuriyeti federasyon prensibine dayanmaktaydı. Fakat yetkiler, ülke temelinde paylaştırılmamıştı çünkü o tarihte adada ülkesel bir ayrılık bulunmamaktaydı. Bu nedenle yetkiler çeşitli organların yürüteceği faaliyetler bakımından paylaştırılmış ve ortaya federal-konfederal nitelikte bir devlet çıkmıştır. Bu özellikleri çerçevesinde Kıbrıs Cumhuriye- ti'nin işlevsel federasyon olarak nitelendirilmesi mümkün görünmektedir.

Antlaşmalara Göre Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Devlet Yapısı

Türkler, bu Cumhuriyetin bütün organlarında eşit olarak yer almıştır. Anayasaya göre;

başkanlık rejimi kurulacak, yürütme yetkisi Cumhurbaşkanı ve yardımcısında toplanacaktır.

Eğitim, aile hukuku, belediye işlerinde her iki toplumun özerk olarak hareket etmesi ve Rum

(10)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

479 Cumhurbaşkanı ve Türk Cumhurbaşkanı Yardımcısı'nın icrada eşit yetkilere sahip olarak yetki

kullanması öngörülmüş ve Türk Cumhurbaşkanı'na da veto yetkisi tanınmıştır.

Kıbrıs Cumhuriyeti'nin anayasası ile iki toplumun bütün devlet fonksiyonlarını yerine ge- tirirken eşit olmalarını, her iki toplumun da ayrı varlıklarını devam ettirmelerini, toplumların birbirlerine tahakküm etmelerini engellemeyi amaçlayan hükümler getirilmiştir. 1960 Kıbrıs Anayasası, olağan olarak anayasalarda görülmeyen bir yöntemi benimseyerek, metin içerisinde kullanılan birçok terimin tanımını yapmaktadır. Öte yandan kurulacak bağlantıların maddeler arasında göndermeler yapılarak sağlanması mümkünken, aynı cümlelerin sürekli olarak tekrar edilmesi söz konusudur (Özersay, 2002: 50). Sadece bu yazılım tekniği bile, 1960 Kıbrıs Ana- yasası'nın ulusal ve uluslararası düzeyde ortaya çıkan hassas bir dengenin ürünü olduğu fikrini güçlendirmektedir (Arsava, 1996: 45). Bunun sonucu olarak da 1960 Kıbrıs Anayasası dünyanın en uzun anayasaları arasındaki yerini almıştır.

Zürih ve Londra anlaşmalarına göre; Cumhurbaşkanı Rum, Yardımcısı Türk olacak ve kendi toplumları tarafından genel seçim yolu ile 5 yıllık bir süre için seçileceklerdir. Bakanlar Kurulu 7 Rum, 3 Türk üyeden; Temsilciler Meclisi 35 Rum, 15 Türk üyeden; Cumhuriyet Or- dusu 60-40 ve memur kadroları 70-30 oranı ile her iki toplum fertlerinden oluşacaktı.

Yasama yetkisi Temsilciler Meclisine aittir ve Temsilciler Meclisinin, % 70’i Rum, % 30’u Türk üyelerden oluşur (m. 6). Cemaat meclislerinin yetki alanı dışında kalan tüm konular- da bu meclis yetkilidir. Mecliste, kararlar hazır bulunan üyelerin çoğunluğu ile alınır; ancak önemli konularda Türk üyelerin ayrı oy çoğunluğu gerekli olacaktır.

Her iki toplumun kendi iç işlerine bakacak birer Cemaat Meclisi olacaktı. Bu meclis top- lumsal harcamalar için vergi koyma hakkına sahip olacaktı. Ayrıca din, eğitim ve kültür işlerin- den de sorumlu olacaktı.

İç güvenliği polis ve jandarma sağlayacaktı. Ceza davalarında mahkeme heyeti suçlunun ait olduğu toplumun yargıçlarından oluşacaktı. Beş büyük şehirde ayrı belediyeler olacaktı.

Resmi dil Türkçe ve Rumca olacaktı. Cumhurbaşkanı muavini veto yetkisine haiz olacak ve önemli konularda Türk üyelerin ayrı oy çoğunluğu gerekli olacaktı. Her iki anavatan kendi top- lumlarına eğitim ve kültürel alanlarda mali yardımda bulunabilecekti. Yargı yetkisi, Cumhur- başkanı ve yardımcısı tarafından birlikte atanan iki Rum, bir Türk ve bir tarafsızdan oluşan Yüksek Mahkeme'ye verilmiştir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu 1974’e Kadar Olan Gelişmeler

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından itibaren Rum tarafı Zürih ve Londra Anlaşmala- rı’nın kendilerine zorla imzalattırıldığını ve bu anlaşmaların baskısından kurtulur kurtulmaz Yunanistan’la Enosis’i gerçekleştirmek yönünde hareket etmeyi planladıklarını göstermekteydi- ler. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde etkili pozisyonlara EOKA’cılar getirilmeye başlanmıştı. Makarios’a göre bu anlaşmalar adadan İngiltere’nin çıkarılmasını sağlamış, dolayısıyla geriye Türkleri ada- dan silmek kalmıştır.

(11)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

480 Makarios’un anayasa ihlalleri artmaya başlayınca Türkiye Cumhuriyeti Rumları bu konu-

da uyarmak zorunda kalmıştır. 1963’te Makarios tarafından getirilen ve Türk cumhurbaşkanı yardımcısı’nın veto hakkını kullanması, ayrı Türk belediyelerinin kurulması gibi konuları dü- zenleyen Anayasa’nın 13. Maddesinin değiştirilmesine yönelik teklif Türkleri adadan silmenin hukuki altyapısını hazırlamaktaydı. Bu teklif Türkiye ve Kıbrıslı Türkler tarafından reddedil- miştir (Toluner, 1977: 104-105).

Anayasa teklifini reddiyle Rumlar bir soykırım planı olan Akritas Planı’nı devreye koya- rak kanlı birtakım eylemler yapmaya başlamışlardır. Bu plana göre adada yaşayan Türk halkı ani bir saldırıyla tamamen yok edilecektir. 21 Aralık 1963’te tarihe Kanlı Noel olarak geçecek harekât gerçekleştirilmiştir. Türkler bu harekât sonunda adanın %3’lük kesimine sıkıştırılmıştır (Uzer, 2002: 67). Bunu müteakip Türkiye 24 Aralık’ta bütün garantör devletlere müdahale edilmezse tek taraflı olarak Garanti Anlaşması’ndan doğan haklarını kullanacağını bildirmiştir.

Türkiye’nin kararlı tavrıyla İngiltere arabuluculuğunda bir araya gelen taraflar Lefkoşe’yi ikiye ayıran ve harita üzerinde yeşil bir kalemle işaretli olduğu için Yeşil Hat diye anılan çizgiyi sınır kabul etmişlerdir. Bu hat adada fiili olarak iki ayrı yönetim olduğunun bir göstergesi konumun- da olması hasebiyle önemlidir.

Makarios’un 1 Ocak 1964’te 1960 Anlaşmaları’nı tek taraflı olarak feshettiğini açıklama- sı üzerine İngiltere harekete geçti. ABD desteğiyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıya çağırılarak 186 numaralı kararın alınması sağlandı. 1 Mart 1964 tarihli bu kararla Kıbrıs’ta BM Barış Gücü konuşlandırılması karar bağlanmıştır. Fakat hukuken Türkiye ve Kıbrıslı Türkler açısından sorunlu olan nokta bu karar alınırken yalnızca Kıbrıs Rum kesiminin meşru hükümet olarak kabul edilmiş olması o sırada yönetimden fiilen dışlanmış olan Türk tarafının onayının alınmamış olmasıdır. Maalesef Türkiye de kararı bu haliyle kabul edince adayı temsil eden hü- kümet Kıbrıs Rum Yönetimi algı olduğu uluslararası arenada kabul görmüştür (Toluner, 1977:

111-114). Adaya 3 aylığına yerleşen Barış Gücü’nün görev süresi sürekli uzatılarak günümüze kadar süregelmiştir.

1964 yılının adayla ilgili bir diğer önemli olayı da adada terörün durmaması üzerine mü- dahaleye hazırlanan Türkiye’ye ABD Başkanı Johnson tarafından Haziran 1964’te gönderilen mektuptur. Müdahaleden gelen bir ültimatom şeklinde olan Johnson’ın bu mektubu Türk- Amerikan ilişkileri açısından da sıkıntılı bir döneme girilmesine sebep olmuştur.

Bu tarihten sonra Rumlar Türk milletvekillerini güvenlikleri olmadığı bahanesiyle Meclise almayıp bir dizi kararla adadaki Türk varlığını silmeye çalıştılar. Bir taraftan Akritas Planı çerçevesinde kanlı saldırılar sürerken diğer taraftan da belediye, polis ve jandarma kanun- larında değişiklikler yapılarak ayrı bir Rum Milli Muhafız Ordusu kuruldu. Seçim kanununda da değişiklik yapılarak Türklerin ayrı seçim hakları ellerinden alındı.

Bütün bu kararlar meclisin Rum milletvekilleri tarafından alınıyordu, çünkü Türk millet- vekilleri meclise sokulmuyorlardı. Bunun üzerine Türk milletvekilleri Lefkoşe'nin Türk kesi- minde kendi aralarında toplanıp ikinci bir yasama meclisi meydana getirerek, Türk Cumhurbaş- kanı Yardımcısı ve milletvekillerinin görev sürelerini uzatan ayrı bir yasa hazırladılar. Bu yasa Dr. Fazıl Küçük tarafından imzalanarak Resmî Gazete'de yayınlandı. "l" nolu Resmî Gazete bu

(12)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

481 kararın alındığı gazetedir ve bir anlamda Kıbrıs'ta resmen iki ayrı yasama meclisinin kurulduğu

tarihi simgeler. Bu, bir anlamda Kıbrıs'ın 1974'ten çok önce resmi anlamda ilk bölünmesidir.

Bütün bu gelişmeler neticesinde, Kıbrıs Türk halkı devletsiz bir halk konumuna düşürül- dü. Türkler, eşit kurucu ortağı oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti'nden dışlanmaları sonucunda, 1963 yılından itibaren kendi yönetimlerini oluşturmaya başladılar. Bu nedenle Ocak 1964'te, Genel Komite adı altında yönetim işini yüklenecek bir organ kuruldu. Rumların saldırılarının devam etmesi 1967’de yeni bir krize sebep oldu. Kasım 1967 Krizi, büyük ölçüde Türkiye Cumhuriye- ti'nin istekleri doğrultusunda sonuçlandı. Bir miktar Yunan askeri adadan çekildi ve 28 Aralık 1967'de de Geçici Türk Yönetimi ilan edildi. Böylece, Ocak 1964'te kurulan Genel komite 1967 yılında yerini Geçici Türk Yönetimine bıraktı. Bunun amacı; Türk toplumunun çeşitli organları arasında bölünmüş olan yetkilerini, 1960 Anayasasına uygun bir şekilde bir çatı altında topla- maktı. Geçici Türk Yönetimi, 19 maddelik prensiplerle yeni bir statüye bağlandı. Bu statü, Kıb- rıs Cumhuriyeti Anayasası hükümlerini kaldırmamakla birlikte, uygulanmayan maddelerin yeri- ne yeni hükümler getirmişti (Toluner, 1977: 240-242).

Geçici Türk Yönetimi; cumhurbaşkanı yardımcısı, üç cumhuriyet milletvekili, Cemaat Meclisi Başkanı ile icra heyetinin belirli sayıda üyesi, Mücahit Teşkilatı ve tarafsız bir maliye- ciden oluşmuştu. Bu arada, Rum Temsilciler Meclisi 1967 yılında oybirliğiyle amaçlarının Eno- sis olduğu kararını almıştır. Geçici Türk Yönetimi Başkanlığı'na Dr. Küçük, yardımcılığına ise Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş getirildi. Geçici Türk Yönetimi 21 Nisan 1971 tarihinde yaptığı toplantıda ismindeki "Geçici" ifadesini kaldırarak Kıbrıs Türk Yönetimi adını almıştır.

Bu yönetim biçimi Otonom Türk Yönetimi'nin ilan edildiği 1 Ekim 1974 tarihine kadar devam etti. Bu gelişmelerin neticesinde, bugünkü bağımsız KKTC'nin temelleri daha o günden atılmış oluyordu. 18 Şubat 1973'de Rauf Denktaş, Dr. Küçük'ün yerine Cumhurbaşkanı Muavini olarak seçilmiştir. Bunu; Otonom Türk Yönetiminin ilanı takip etmiştir. Burada güdülen amaç; sürdü- rülmekte olan toplumlararası görüşmelerde daha güçlü bir pozisyona sahip olmak ve olası bir çözümde Kıbrıs Türklerinin ayrı otonom idaresine zemin hazırlamaktır.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu

Kıbrıs sorununda en önemli dönüm noktalarından birisi 1967’de Yunanistan’da darbe ya- parak yönetimi ele geçiren Albaylar Cuntası’nın iç politikadaki sıkıntıları uluslararası arenada alınacak bir zaferle kapatma isteği içerisinde 1974’de Makarios’a karşı bir darbeyle Sampson’u adada Cumhurbaşkanı ilan ettirmeleri olmuştur. Bu darbeyle birlikte Enosis’in başlatılacak ol- ması ve adadaki Türklere yönelik katliamlar sonucunda Türkiye 20 Temmuz 1974’te adaya müdahalede bulunmuştur. Öncelikle İngiltere ile birlikte yapılması planlanan bu müdahale İn- giltere destek vermeyince tek taraflı olarak gerçekleştirilmiştir (Fırat, 1997: 229). Türkiye bu süre içinde Girne-Lefkoşe hattını birleştirmiş ve 22 Temmuz’daki Birleşmiş Milletler’in 353 sayılı ateşkes kararıyla durmuştur. Bunun üzerine İngiltere, Türkiye, Yunanistan dışişleri bakan- larının katılımıyla 25-30 Temmuz tarihleri arasında 1. Cenevre Konferansı yapılmıştır. Bu kon- feransta Zürih ve Londra Anlaşmaları’nın hala yürürlükte olduğu, Rumların işgal ettikleri yer- lerden çekilmesi ve bu alanların BM koruması altına alınması gibi Türkiye tezleri kabul edilmiş- tir. En önemlisi de adada Türk ve Yunan tarafı olmak üzere iki idarenin olduğu gerçeği uluslara- rası bir anlaşmayla kabul edilmiştir. Fakat Yunanlılar Cenevre Protokolünü de ihlal etmeye başlamışlardır. Bunun üzerine 8-12 Ağustos’ta toplanan ikinci Cenevre Konferansı’ndan da

(13)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

482 sonuç alınamayınca Türkiye 14 Ağustos 1974’te ikinci müdahaleyi gerçekleştirmiş. 16 Ağus-

tos’ta sonlanan bu müdahaleyle bugünkü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sınırlarına ulaşmıştır (Eroğlu, 1975: 94-97).

Cenevre Anlaşması'nın 5. maddesinde Kıbrıs'ta iki muhtar idarenin varlığı belirtilmişti.

Buna ek olarak 1 Kasım 1974'te BM Genel Kurulu'nun aldığı 3212 sayılı kararın 3. ve 4. mad- delerinde, adadaki iki toplumun varlığının ve eşitliğinin kabul edilmesi de adada iki toplumun varlığını açıkça gösteriyordu. Bu gelişmeler Türk tezlerinin haklılığını gösteriyordu. Yine aynı günlerde tüm dünyanın federasyonu Kıbrıs için en ideal çözüm olarak benimsemesi de Kıbrıs Türk Devleti'nin ilanı için dış koşulların olgunlaştığını gösteriyordu. Nitekim federasyon ve güneydeki Türk göçmenler konusunda kayda değer bir gelişme sağlanamadığını gören Kıbrıs Türk Yönetimi, 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devletinin kurulduğunu dünyaya ilan ettiler. KTFD'nin kuruluş kararında yer alan en önemli madde; ‘Nihai amacın iki bölgeli bir federasyon çerçevesinde Kıbrıs Rum Toplumu ile birleşmektir’ maddesiydi. Federe devletin kuruluşundaki bu madde, Türk tezinin yıllar boyunca tutarlı bir çizgide devam ettiğinin bir gös- tergesidir ki; bu tutum 1990'larda da devam etmiştir. Ancak Kıbrıs Rumları, Kıbrıs'ta sadece Kıbrıs halkının var olduğunu, adanın gerçekte bir Yunan adası olduğunu, adanın yerli halkının Rum halkı olduğunu, Türklerin ise Osmanlı işgalcilerin ardından adada kalan küçük bir azınlık ve etnik grup olduğunu ileri sürerek, Türklerin self determinasyon gibi bir hakları olamayacağı- nı, uluslararası alanda işlemeye başladı. Rum lideri Vasilu'nun, Türk halkını ‘Stratejik bir azın- lık, 400 yıllık misafir, self determinasyon hakkına sahip olmayan, ortaklığı ve eşitliği kabul edilemeyecek" (Sabahattin, 2000: 166) bir toplum olarak göstermesi bu nedenden kaynaklan- maktadır.

Her ne kadar Rum tarafı KTFD’nin ilanının 1960 anlaşmalarına aykırı olduğunu iddia et- se de yeni yönetimin ilk hamlesi iş gücü açığını temel alarak Türkiye’den 40.000 lişikil göç kabul etmesi olmuştur. 2 Ağustos 1975 tarihli anlaşmayla da adada kuzey ve güney arasında nüfus mübadelesi gerçekleştirilmiştir. Böylece Kıbrıslı Türkler tarihte ilk kez sınırları belli bir coğrafyada korunma olanağı yakalamışlardır. Bu da iki toplum ve kesimli federal bir Cumhuri- yetin temellerini atmıştır (Keser, 2006: 111-112).

1976 -1983 yılları arasında tarafların karşılıklı görüşmelerinden bir sonuç alınamamıştır.

1983 yılında Rum ve Yunan tarafı, Kıbrıs sorununu uluslararası platforma taşımaya çalıştı. Bu- nun neticesinde de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 13 Mayıs'taki toplantıda Kıbrıs Türkleri açısından son derece ağır bir karar aldı. Alınan kararda, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenlik, ba- ğımsızlık, toprak bütünlüğü, birliği ve bağlantısızlığı desteklenirken Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenlik haklarını ihlal eden her türlü girişim mahkûm ediliyordu. Bunun yanı sıra, kararda BMGK'nun KTFD ve Türkiye üzerinde baskı kurması isteniyordu.

BM Genel Kurulundan Rum yanlısı bir karar çıkması üzerine, KTFD Meclisi de Kıbrıs Türk Halkının Self Determinasyon hakkını vurgulayan bir karar aldı. Bunların neticesinde Kıb- rıslı Rumların bilinen iddialarından vazgeçmeyeceklerinin anlaşılmasından sonra, Kıbrıs Türk halkı, self determinasyon hakkını kullanarak, 15 Kasım 1983'te Federe Meclisin aldığı bir karar- la Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ilanını tüm dünyaya duyurdu (Özersay, 2002: 112).

(14)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

483 KKTC’nin ilanından sonra Türkiye bu yeni devleti hemen tanımıştır. Yunanistan’da 16

Kasım 1983’te bir protesto notasıyla bu yeni devleti reddetmiştir. Diğer garantör devlet olan İngiltere’de konuyu BM’ye taşımış ve 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı kararla BM bu yeni devletin kuruluşunu hukuken geçersiz saydığını ve diğer devletlerin bu devleti tanımaması ge- rektiğini ilan etmiştir (Doğan, 2002: 90). KKTC bu kararın da etkisiyle diğer devletler tarafın- dan tanınmamış ve sık sık da uygulanan siyasal, kültürel ve ekonomik ambargolara maruz kal- mıştır.

KKTC’nin kurulmasının ardından Kıbrıslı iki toplum liderleri arasında sık sık müzakere- ler yapılmış, fakat hepsi sonuçsuz kalmıştır. Birleşmiş Milletler tarafından üretilen birçok çö- züm önerisi de her seferinde iki toplumdan birisi tarafından reddedilmiştir. BM Genel Sekreteri Cuellar tarafından hazırlanan ve 27 Aralık 1984’te taraflara sunulan ‘Ön Anlaşma Taslağı’, Denktaş tarafından kabul edilmiş, ancak Rum lider Kyprianou tarafından reddedilmiştir. Bir başka çözüm önerisi de 29 Mart 1986’da sunulan ‘Taslak Çerçeve Anlaşması’dır. Bu öneri de yine Denktaş tarafından kabul edilmiş, ancak Kyprianou tarafından reddedilmiştir. Cuellar, Temmuz 1990 ve Aralık 1991’de BM’ye iki adet rapor sunmuştur. Bu raporlarda, siyasi açıdan iki eşit toplumun olduğu, bu eşitliğin sağlanabilmesi için kurulacak devlet organlarında her iki toplumunda temsil edilmesi gerektiği, Kıbrıs’ta iki toplumun egemenliği paylaşacağı ifade edilmiştir (Özersay, 2002: 107).

1990 sonrası dönemde de BM, çalışmalarına devam etmiştir. BM Genel Sekreteri Gali, 1992’de “Fikirler Dizisi” teklifini ileri sürmüştür. Buna göre çözüm iki tarafın siyasi eşitliğine dayanmalıydı ve bunu iki tarafın kabul etmesi gerekiyordu. Bu teklife göre, Garanti ve İttifak Antlaşmaları geçerliliğini koruyacaktı ve herhangi bir ülkeyle kısmen veya tamamen birleşme veya taksim mümkün olmayacaktı.

Genel Sekreter Gali'nin, 15 Temmuz'da yapılan 2. tur görüşmelerin ardından, ortaya koy- duğu "Fikirler Dizisi" 9 ana bölümden oluşmaktaydı. Gali Fikirler Dizisi'nde, söz konusu belge- nin ayrı referandumlar ile onaylanmasının ardından Kıbrıs'ta anayasal açıdan iki toplumlu ve toprak açısından iki kesimli yeni bir federal devletin kurulması öneriliyordu.

Bu Çerçeve anlaşması 1977 ve 1979 anlaşmalarına dayalı olmasının yanı sıra BM Güven- lik Konseyi’nin çeşitli tarihlerde aldığı değişik kararlar ile de uyumlu bir yapı taşıyacaktı. Fikir- ler Dizisi'nin ikinci bölümünde adadaki federasyonun iki toplumun ortak kararı ile kurulacağı belirtilirken, Federal Hükümete bırakılmayan yetkilerin Federe Devletlere ait olacağı ve Federal Anayasanın ayrı referandumlarla kabul edildikten sonra yürürlüğe gireceği vurgulanıyordu.

Ayrıca, taraflardan hiçbiri diğeri üzerinde egemenlik kurmaya çalışmayacaktı. Belgede ayrıca, Kıbrıs'taki Türk ve Yunan kuvvetlerin belirlenecek bir takvimi dâhilinde çekilmesi isteniyordu.

Ayrıca, Fikirler Dizisi, AB üyeliği için iki tarafta da referandum öngörüyordu.

Gali yapılan görüşmeler sonucunda Maraş ve diğer bölgelerde Rumların bütün isteklerini kabul eden ve KKTC’yi sıkıştıran taleplerden oluşan bir rapor hazırlamıştı. Raporunda adeta Rum yanlısı görüş ve öneriler ileri sürerek Denktaş'ı uzlaşmazlıkla suçluyor ve 46 sayfalık teh- ditler içeren raporunda Güvenlik Konseyi'ne çeşitli teklifler götürüyordu. Buna göre, uluslarara- sı toplumun önerilerine kulak tıkayan Türk tarafına zorlayıcı tedbirler uygulanabileceğini vur- gulayan Gali, konunun uluslararası bir platforma taşınabileceğini iddia ediyordu. Zaten Rumla-

(15)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

484 rın da yıllardan beri istediği buydu. Bu rapor Türkiye ve Kıbrıs'ta tepki ile karşılandı. Ancak

Rumların pek çok isteğini hoş gören bu rapor önce Rum tarafı tarafından reddedilmiştir. Türk tarafının da reddiyle taraflarca kabul edilmeyen bu çözüm önerisinden de bir sonuç alınamadı (Özarslan, 2007: 35).

KKTC BM'nin bu tutumu karşısında sessiz kalmadı ve Temmuz 1994'te Türk Hükümeti- ne yaptığı resmi başvuru ile "Türkiye'ye bağlanmak istediğini" bildirdi. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Türkiye'nin Lefkoşa Büyükelçiliği'ne başvurarak, "özerklik anlaşması" istediğini açıkladı. Denktaş, başvurusunda, ‘Ülkesinin dış ilişkiler ile ulusal savunmada Türkiye'ye bağlı, içişlerinde ise bağımsız olmayı istediğini" ifade etmişti.

O tarih itibariyle, ileride AB'ye katılması beklenen Rum Kesimi zaten fiilen Yunanistan ile birleşmiş olacağından Kıbrıs Türk toplumu da en doğal hakkını kullanarak Türkiye ile enteg- rasyona gitmek istiyordu. KKTC Meclisi 28 Temmuz 1994’te aldığı tarihi kararla federasyon tezini rafa daldırıp, görüşmelerin kesilmesine karar verirken, gelecekte müzakerelerin tekrar başlaması için de egemenliğinin tanınması şartını ortaya koydu. Ayrıca, Türkiye ile entegrasyon için yeşil ışık yaktı.

Karşılıklı görüşmeler bu şekilde bir sonuç vermeden uzun süre devam etti. Adayla ilgili yeniden heyecan yaratan plansa BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından hazırlanacaktır.

Avrupa Birliği İle İlişkiler Bağlamında Kıbrıs Sorunu

1988 yılında gerçekleşen Gümrük Birliği’nin ardından 1990 yılı Kıbrıs sorununda önemli dönüm noktalarından birine şahitlik etmiştir. Kıbrıs Rum Kesimi bu yıl adanın tamamını temsi- len Avrupa Birliği’ne tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Bu başvuru ve Türkiye’nin 1987’deki üyelik başvurusuyla ilgili en önemli gelişmelerden biri 1993 Haziran ayında Dani- marka'nın dönem başkanlığında Kopenhag'da yapılan zirvede belirlenen Kopenhag Kriterleri oldu. Görünüşte üç kısa prensipte toplanan bu kriterler, aday ülkelerin anayasalarında değişik- likler yapılmayı gerektirecek bir alanda değerlendirilmiştir.

Kıbrıs sorunu ile ilgili bu zirvede ele alınan en önemli konulardan birisi Kopenhag Kriter- leri arasında sınır sorunlarının çözülmesi şartının bulunmasıdır. Zirveden yaklaşık 10 gün sonra AB Komisyonu'nun Rum kesiminin üyelik müracaatı ile ilgili görüşü açıklanmıştır ve bu görüş- te de Kıbrıs sorununa işaret edilmiştir. AB bu görüşünde Rum kesiminin sınır sorunları açısın- dan Kopenhag kriterlerine uymadığını açıklamıştır. Ancak AB, sonraki zirvelerinde aldığı ka- rarlarla Rum kesiminin üyeliğinin önünün açarak, görüşte soruna şeklen değinildiğini, sınır sorunlarını çözmese de Rum kesimini üyeliğe alma kararında olduğunu gösterecektir.

1994 ve 1995 tarihlerine bakıldığında, hem Türkiye-AB ilişkilerinde önemli gelişmelerin yaşandığı hem de Kıbrıs sorununun gündemde olduğu görülür. 1994 yılının başlarında, Avrupa Konseyi Kıbrıs için yeni ve özel biçimlerde müzakereleri başlatma kararı almıştır. Ayrıca, Kon- sey Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne üyelik başvurusunu kısa sürede bir çözüme ulaştırmak için teşvik sağlayacağını da bildirmiştir (Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu, 2001: 17-18).

Bunun devamında 24-25 Haziran 1994'teki Korfu zirvesinde Kıbrıs'ın AB'ye tam üyeliği konusunun değerlendirilmesi gündeme gelmiştir. Daha önce 1993 tarihinde Avrupa Komisyo-

(16)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

485 nunun vermiş olduğu görüş sonucunda, Kıbrıs'ın tam üyeliğinin Ocak 1995’te tekrar gözden

geçirileceği duyurulmuştu. Ancak AB Konseyi, Haziran 1994 'teki Korfu Zirvesinde, Kıbrıs'ın başvurusu ile ilgili gelişmelerin değerlendirilmesi ve AB’ye kabul edilmesi için müzakerelerin hızlandırılmasında ısrar etti.

Bu zirve Yunanistan'ın Korfu kentinde, Yunanistan’ın Dönem Başkanlığı sırasında ya- pılmıştır. Yapılan bu AB zirvesi, bir konu hariç gündemdeki maddelerle ilgili çok önemli karar- lar aldı. Zirvenin Türkiye ve Kıbrıs açısından önemli bir noktası da AB'nin genişlemesinin bundan sonraki aşamasının Kıbrıs ve Malta'yı da içereceğinin belirtilmesiydi.

Korfu Zirvesi kararları, Kıbrıs'ın 1996 Hükümetler arası Konferans sonrasında, tam üye olması önündeki tüm engelleri kaldırmış oluyordu. Kıbrıs'ın tam üyeliği önündeki en büyük engel ise, Türkiye'nin muhalefetiydi. Ancak zirve kararları Türkiye'nin bu muhalefetinin pek dikkate alınmadığının açık bir belirtisiydi.

Bu zirvede Konsey, Kıbrıs'ın topluluğa kabulünün güvenliği ve refahı artıracağına ve adadaki iki toplumun yakınlaşmasına da yardım edeceğine inanıldığı belirtilen Komisyon rapo- runu desteklediğini belirtilmiştir. Ayrıca Konseyin, Kıbrıs sorununa barışçıl, dengeli ve kalıcı bir çözümü beklemeden, AB ile entegrasyon yolu ile Kıbrıs'ın ekonomik, sosyal ve politik dö- nüşümünde, Kıbrıs Hükümeti ile daha yakın iş birliği sağlamak üzere, Birlik Anlaşması içindeki bütün yöntemlerin kullanılmasını öneren Komisyon ifadesini desteklediği de belirtilmiştir.

Burada Konsey, o ana kadar Birleşmiş Milletler gözetiminde yapılan müzakerelerde taraf- larca benimsenen ve büyük bölümü BM Fikirler Dizisi'ne de yansımış olan çözümle ilgili para- metreleri dikkate almayan bir şekilde, çözümü AB üyeliğinde arayan bir hedef çizmiştir. Diğer bir deyişle, Kıbrıs'ın geleceğini toplumlararası müzakerelerin belirlemesi yerine, AB’nin önce- likleriyle belirlenecek ve AB sistemiyle uyum içinde olacak bir çözüm üzerinde durmuştur.

Konseyin, toplumlararası diyalogda her iki tarafın da benimseyeceği koşullar gündeme gelirse, durumu yeniden gözden geçirip, Kıbrıs'ın AB üyeliğini Ocak 1995'te yeniden değerlen- direceği belirtilmiştir. Konsey bu davranışı ile GKRY'nin Avrupa Birliği üyeliğine ilişkin süreci başlatmakta ve bunu daha da geliştirip ileriye götürmek hususundaki siyasi iradesini ortaya koymuş bulunmaktadır.

Türkiye'nin 9-10 Aralık 1994 tarihinde yapılan Essen Zirvesi'nden asıl beklentisi, diğer AB ülkelerinin baskısıyla, Yunanistan'ın vetosunu kaldırmasıdır. Zirve Bildirisi Kıbrıs Rum Kesimi ile Malta'nın bundan sonraki genişleme içinde yer alacağını bir kez daha tekrarladı. AB, 1993'te sorunlu bir adayı üye alarak sorunu kendi içine taşıyabileceği endişesiyle Kıbrıs'ta çö- züme bağlı üyeliği gündemde tutarken, genişlemedeki Yunan vetosu tehdidi nedeniyle görüşün- de köklü değişiklik yaparak GKRY'yi de genişlemeye eklemişti. Bu nedenle, Korfu’da verilen karar Essen zirvesinde tekrarlanmıştır (Oğuzlu, 2002: 85). Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin üyelik başvurusunun kabul edilmesi Yunanistan’ın Avrupa Birliği üzerinde bu konu hakkında yoğun- laşan baskılarından kaynaklanmıştır.

Bu gelişmeler üzerine, AB Bakanlar Konseyi toplantısı, 6 Mart 1995 tarihinde yapılır ve Kıbrıs ile tam üyelik görüşmelerinin 1996 yılı sonlarında tamamlanması beklenen hükümetlera- rarası konferansın bitiminden 6 ay sonra başlaması kararı alınır. AB'deki bu tavır değişikliğinin

(17)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

486 önemli bir sebebi bulunmaktadır. Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği ortaklık anlaşması

imzalanacaktır.

Yunanistan bu konu gündeme geldiğinde, Kıbrıs meselesini Türkiye ve AB arasında ku- rulabilecek Gümrük Birliği meselesine bağlayarak, Kıbrıs Rum Kesiminin pozisyonunu daha da kuvvetlendirmeye çalışmıştır. Yunanistan Kıbrıs'ın da AB 'ye katılması için öngörülen müzake- reler için kesin bir gün belirlenmedikçe Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girmesi kararını veto edeceğini açıklamıştır. Ancak İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan ve Türk Dışişleri Bakanlarının katıldığı bir toplantıda Yunanistan'ın 1997 yılında Kıbrıs'ın üyeliğiyle ilgili müzakerelerin baş- laması, karşılığında vetoyu kaldıracağını bildirmiştir. Daha sonra uluslararası baskılara maruz kalan Yunanistan, Türkiye'nin Gümrük Birliği anlaşmasını veto etmeyeceğini AB ve Kıbrıs arasındaki görüşmelere başlama sözü verilmesi şartıyla bildirdi.

Yunanistan, Türkiye-AB arasında gerçekleşecek Gümrük Birliği'ni veto etmekten vazge- çer ancak karşılığında, Rum kesimi ile üyelik müzakerelerinin başlanmasını garanti altına almış- tır. Yunanistan, veto tehdidi ile Rum kesiminin tek taraflı ve hukuk dışı başvurusunu kabul et- tirmekle yetinmemiş, kendisi devreden çıkarak, Kıbrıs'ı AB-Türkiye arasında bir sorun haline getirmiş, Türkiye-AB ilişkileri ile Kıbrıs arasında güçlü bir bağ kurdurmuştur. Çünkü AB Kon- seyi'nin "yapısal diyalog tesisi" adı altındaki bu kararı ile Rum kesimi, resmen tüm Kıbrıs adına tek muhatap kabul edilmiştir.

Gümrük Birliği’nin Türkiye'ye getirdiği yükümlülüklerden birisi olan ATAD kararlarına uyma hakkında ATAD'ın 1994 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ilgili kararı burada önem taşımaktadır. Kıbrıs'taki Türk toplumu 1974 yılına kadar silah ve şiddet ile yıldırılmak istenirken, 1974 sonrasında ise bu durum ambargoya dönüşmüştür. Diğer ülkeler de bu ambar- goya destek vermişler ve buna da "çözümü kolaylaştıracak" adım gibi bir gerekçe bulmuşlardır.

Oysa bu çözüme varmak bir yana çözümü geciktiren bir tutumdur ve sadece Türk toplumunu dünyadan soyutlamak niyetini taşımaktadır. Çünkü Rum kesimi zaten Kıbrıs'ın yasal hükümeti muamelesi görmektedir. Bu isteklerini AB ile ilişkilerinde de gerçekleştirmiş olan Rumlar, AB tarafından da Kıbrıs'ın yasal temsilcisi olarak ilişkilerine devam etmektedir. Fakat diğer taraftan da Türklere karşı bir ambargo uygulamaktadır.

Bu durum Avrupa Toplulukları Adalet Divanı'nın 1994 yılında vermiş olduğu bir kararla da resmileşmiş ve olaya Avrupa Birliği boyutu da eklenmiştir. Dolayısıyla Kıbrıs-AET arasın- daki Ortaklık Anlaşması'nın 5. maddesinde geçen "Kıbrıs'ta taraflar arasında ayrımcılık yapıl- mayacağı" şeklindeki madde hayata geçirilememiştir ve Kıbrıs Türk toplumu ile AB arasındaki ilişkiler sona erdirilmiştir.

Adalet Divanı, bir İngiliz Mahkemesi'nin başvurusu üzerine Kuzey Kıbrıs'ın AB ülkeleri- ne narenciye ve patates ihracatını yasaklayan bir karar almıştır. Kıbrıs Rum ihracatçılarının, Kuzeyden ihraç edilen bu ürünlere Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından tasdik belgesi verilmesi yo- lundaki iddiası destek bulmuştur. Birleşmiş Milletler'in 1974'ten beri desteklediği Kıbrıs Rum ambargosuyla zaten olumsuz yönde etkilenmiş olan KKTC ekonomisi bu son yasakla derin bir yara almıştır (Dodd, 1996: 18). ATAD'ın bu kararı ile Avrupa, Rumların 1963'ten bu yana Kıb- rıs Türklerine karşı uyguladığı ekonomik, siyasi, kültürel ve sportif alanlardaki ambargolara kayıtsız kalmakla yetinmemiş, bir anlamda destek vermiştir.

(18)

Tarihselliği İçinde Çok Boyutlu Bir Mücadele Alanı Olarak Kıbrıs Sorunu

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 26, Ağustos 2018, s. 470-494

487 Ayrıca burada İngiltere'nin de rolü olduğu göz ardı edilemez bir gerçektir. İngiltere kendi

iç hukuk sisteminde çözüme kavuşturabileceği bu konuyu ATAD'a taşıyarak, KKTC aleyhinde bu denli ağır bir kararın çıkmasına da bir nevi öncülük etmiştir. Göz ardı edilmemesi gereken bir konu da KKTC'nin bu karar öncesinde Avrupa Birliği'ne yaptığı ihracatın %80'lere yakın bir bölümünü İngiltere'ye yapmakta olduğuydu.

Gümrük Birliği anlaşmasının imzalanmasının üzerinden henüz çok az bir zaman geçme- sine rağmen, Kıbrıs sorunu AB'nin sorunu haline gelmiş, Rum kesimi Türkiye'nin karşısında, Avrupa Konseyi kararları ve ortak tutumunun arkasına sığınmaya başlamıştır. Nitekim Mayıs 1995'te Lefkoşa'ya giden AB Heyeti, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB üyeliği için "uyuşmazlığın çözümünün" beklenmeyeceğini bildirdi.

AB'nin meseleye bu şekilde müdahil hale gelmesi, Kıbrıs'ta o güne kadar tartışılan konu- ların üzerinde oturduğu bütün parametreleri de ortadan kaldırdı. O güne kadar iki kesimlilik ve iki toplumluluk prensipleri konusunda epeyce mesafe kat edilmişti. Ancak AB'nin devreye gir- mesiyle birlikte, bu prensiplerin sulandırılmadan uygulanması imkânsız hale gelmişti.

Bu dönemde Türkiye'nin Gümrük Birliği’ne girebilmek için Kıbrıs konusunda taviz ver- diği tartışmaları o kadar yoğunlaşır ki Türkiye'nin Kıbrıs politikasını açıklığa kavuşturucu yeni girişimler yapılması mecburiyeti ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin Avrupa ile başlatacağı ekonomik ve siyasi iş birliğinden KKTC'nin olumsuz etkilenmeyeceği güvencesi KKTC'ye verilmiş ve Türkiye-KKTC arasında 28 Aralık 1995 tarihinde ortak deklarasyon imzalanmıştır. Bu dekla- rasyonda Türkiye ve KKTC arasındaki ticaretin Gümrük Birliği'nden olumsuz etkilenmeyeceği, aksine Gümrük Birliği'nin sağladığı imkanlardan en geniş ölçüde yararlanacağı vurgulanır. Bu deklarasyon ile Türkiye Kıbrıs ilişkilerinde yeni ve çok önemli bir dönem başlamıştı.

AB Komisyonunun genişlemeye ilişkin stratejisine esas teşkil etmek üzere hazırladığı öneriler 16 Temmuz 1997 tarihinde "Gündem 2000" başlıklı bir raporda açıklanmıştır. Bu rapo- ra göre ilk dalgada Kopenhag kriterlerine en fazla uyum gösterebilme yeteneğine sahip olduğu değerlendirilen Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya ve Estonya, söz konusu kriter- lere göre daha geri bir durumda bulunan ikinci dalgada ise Slovak Cumhuriyeti, Litvanya, Le- tonya, Bulgaristan ve Romanya yer almıştır.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de Yunanistan'ın baskısıyla, daha önce alınan bir kararla söz konusu genişlemenin içine dâhil edilmiştir. Türkiye ise her iki grubun içine dâhil edilmeyerek genişlemenin kapsamına alınmamıştır. Kısacası Kıbrıs ve Yunanistan'la yaşanan sorunlar baha- ne edilerek Türkiye genişlemenin dışında tutulmuştur.

Ortaklık Konseyi 17 Mayıs 1996'da toplanmış ve gelecek Hükümetler arası Konferanstan 6 ay sonra Rum Kesimi ile tam üyelik görüşmelerinin başlatılmasını kararlaştırmıştır. AB'nin attığı her adımla nihai emeline ulaşacağı yönde cesaretlenen Rum tarafı, her geçen gün daha da uzlaşmaz bir tutum takınarak tüm çabalarını, uluslararası camiayı, Avrupa Birliği bünyesinde yer alan Hükümetler arası Konferansın bitmesi ve Kıbrıs Cumhuriyeti'nin üyelik görüşmelerinin başlaması beklenen 1998 yılına kadar oyalayabilmek yönünde yoğunlaştırdı.

Kıbrıs Türk tarafının iyi niyetiyle yaptığı görüşme çağrılarına ve üçüncü çevrelerin tüm çabalarına rağmen Rum tarafı, yalnızca görüşme masasından kaçmakla kalmayıp askeri gücünü

Referanslar

Benzer Belgeler

KKTC’nin sahip olduğu su potansiyelini tam olarak ana ve kıyı akiferler olmak üzere toplam 11 akifer, 46 tane gölet ve baraj (17’si sulama, 29’u yeraltı su beslenmesi

Bu ise şu şekillerde sağlanacaktı: Annan planı ile iki kesimlilik ortadan kaldırılacak yıllar içinde Rumlar ile Türkler içiçe geçecek bu da çoğunlukta olan Rum

Sosyal medya siteleri faydalı sitelerdir, sosyal medya bir ihtiyaçtır, Sosyal medya siteleri öğrencilerin eğitim hayatını olumlu etkilemektedir, Sosyal medya siteleri yeni

(2007)’nın yaptığı alt ve üst sosyo-ekonomik düzeydeki 10 yaş çocuklarının anne tutumlarının incelenmesi adlı araştırmada, algılanan koruyucu-istekçi

Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı: 32, Aralık 2018,

Çizginin Duayeni Yaşayan Ressam Devrim Erbil’in, Çağdaş Türk Resim Sanatı İçindeki Yeri ve Önemi.. Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science, Yıl: 5, Sayı:

Çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Hatay ili, hediyelik ve turistik eşya amacıyla üretilen el sanatları ürünleri gibi kültürel ürünler açısından

ilk devreye nazaran II.devrede kış ve ilkbahar mevsimlerinde sıcaklık ortalamaları azalırken (kış mevsimi sıcaklık ortalaması -0,4ºC, ilkbahar mevsimi sıcaklık