• Sonuç bulunamadı

Günümüze değin cinsellik konusunda yapılan çalışmaların irdelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Günümüze değin cinsellik konusunda yapılan çalışmaların irdelenmesi"

Copied!
10
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Günümüze değin cinsellik konusunda yapılan çalışmaların irdelenmesi

İnsanlık tarihi boyunca, cinsellik ile ilgili yapılan çalış- malar hakkında bazı bilgilere sahip olunmasına rağmen, bu bilgilerin bir kısmı sistematik yollarla ve bilimsel olarak toplanmamıştır. Bu nedenle elde edilen ilk bilgilerin bilim- sel değeri tartışmalıdır. İlk olarak batı medeniyetleri cin- sellik davranışlarını sistematik olarak araştırma girişiminde bulunmuşlardır. Yirminci yüzyıla doğru cinsellik çalışmaları hız kazanmıştır.

Bu yazıda cinsellik ve cinsel yanıt döngüsü ile ilgili gü- nümüze değin yapılan çalışmalar ve temellendirilen ku- ramlar literatür doğrultusunda ele alınmıştır.

İnsan davranışı ve cinselliği bedensel, psikolojik ve sosyal koşullardan etkilenir. Cinsellik denince ilk akla ge- len iki kişinin sevişmesidir, oysa cinsellik çok boyutludur.

Cinsellik insan hayatının ayrılmaz bir parçasıdır ve sağlıklı bir cinsel yaşam, sağlığın ve yaşam kalitesinin en önem- li parametrelerinden birisidir. Cinsellik, cinsel ilişkiye dair davranışları, tutumları, düşünceleri ve yönelimleri içine alan; her ne kadar bazı toplumlarda kendi başına bir olgu olarak algılansa da, ekonomik, siyasi ve kültürel boyutla- ra gönderme yapmaksızın hakkında inceleme yapılması mümkün olmayan bir kavramdır (1,2).

İnsanın cinsel yaşamı tüm yaşam alanları ile bir bütün içindedir ve bu bağlamda cinsel uyum genel uyumun bir parçası olmaktadır. Cinsellik, biyolojik düzeyde üreme ile nesillerinin devamının sağlanması, psikolojik düzeyde cin- sel ilişkiden haz alma, sevme, sevilme gibi bireyin temel ihtiyaçlarının doyurulması ile ilişkilidir. Toplumsal düzeyde ise cinselliğin, toplumun değer yargıları ve yasal kuralları, insanların yaşam biçimleri, farklı cinse verdiği roller, cin- selliğe bakışları, eş seçimleri ve evlenme tercihleri ile ilgili olduğu görülmektedir. Tüm bu düzeylerde bireyin cinsel- liğini ifade etme durumu doğumdan ölüme kadar devam eden bir süreçtir. Bu süreçte etik, kültürel, moral ve manevi faktörler bireyin cinselliğini farklı zamanlarda farklı şekilde ifade etmesine neden olabilmektedir. Bununla birlikte her MSc. Tuğba Yılmaz Esencan1, Prof. Dr. Nezihe Kızılkaya Beji2

1Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi

2İ.Ü. Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi, Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD

bireyin cinselliği ifade etme biçimi, cinselliğe verdiği önem kendine özgüdür ve cinsellik gelişimsel (yaş, çocuk sahibi olma, infertilite), sosyokültürel ve sağlık ile ilişkili faktörler- den etkilenir (3,4).

Cinsellik bizim insan olarak ne olduğumuzun bir ifade- sidir. Değerlerimiz, tutumlarımız, davranışlarımız, fiziksel görünümümüz, inanışlarımız, duygularımız, kişiliğimiz, sevdiğimiz ve sevmediğimiz şeyler, kişiliğimiz ve sosyal- leşme alanlarımızla şekillenir. Cinsellik doğum öncesi baş- layıp ömür boyu devam eder ve etik, kültürel ve ahlaki fak- törlerden etkilenir. Üremeyi, cinsel zevk almayı ve vermeyi içerir. Cinsellik tamamen duyuya dayalı bir deneyimdir ve yalnızca cinsel organları değil tüm bedeni ve aklı içerir (5).

Cinsellik terimi oldukça geç bir dönemde (19. yy başla- rında) ortaya çıkmıştır. Eski Yunanda ve Latinlerde, cinsellik kavramını karşılayacak genişlikte bir kavram bulunamamış, cinsel ilişki, birleşme veya temas olarak adlandırdığımız durumlar için, sunousia, homilia, plesiasmos, mixis, oche- ia gibi kelimeler kullanılmıştır (6).

Tarihin ilk dönemlerinde anaerkillikle beraber üstün cin- sel form dişi iken, özellikle tek tanrılı dönemlerde ataerkil düzenin etkisiyle yerini erkek egemen yapıya bırakmıştır.

İlk toplumlar üremenin gizemliliği karşısında çok etkilen- miş, cinsellik efsaneleştirilmiş ve tabulaştırılmıştır. “Bere- ket” ve “üreme” tanrıçalarından da anlaşılacağı gibi dinsel bir olguya dönüştürülmüştür. Asya, Avrupa, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika ülkelerinin ilkel dinlerinin çoğu cinsel birleşmeyi insanlığın en kutsal olgusu olarak benimsemiş, insanın tanrıyla kaynaşmasının bir sembolü olarak görmüş ve en yüce dinsel törenlerden biri olarak saymışlardır (7).

Cinsellik ile ilgili ilk araştırmalar

Hipokrat gibi hekimler, Aristo ve Plato gibi filozoflar cinsellik araştırmalarının mimarlarıdır. Araştırmalarında cinsel davranışlarla ilgili olarak yapmış oldukları gözlem- leri paylaşmışlar ve cinsel yanıta, cinsel fonksiyon bozuk-

(2)

luklarına, üremeye, doğum kontrolüne, kürtaja, cinsellik ve cinsel etik konularına ilişkin ilk teorileri ortaya koymuşlar- dır. Bu ilk teorilerin ardından Roma’da, Soranus ve Galen gibi Yunanlı hekimler cinsellik hakkında bilinenleri daha da arttırmışlardır. Onların çalışmaları İslam bilimcileri cinsellik hakkındaki sorulara daha fazla zaman harcamaya teşvik etmiştir. Bu çalışmalar Yunan ve Latin el yazılarıyla stan- dart bir metin haline getirilmiş, tıp okullarında 16,17 ve 18. yüzyılda anatomik araştırmaların yeniden doğuşuna sebep olmuştur. On dokuzuncu yüzyılda nüfusun artışı ve cinsellik hakkındaki yeni meraklar cinselliğin ana konu ola- rak çalışılması gerektiğini düşündürmüştür. Cinsellik ala- nında ses getiren ilk çalışmalara imza atan araştırmacılar aşağıdaki şekilde sıralanabilir (8).

Richard Von Kraft – Ebing, 1840–1920 yılları arasın- da Victorian standartlarının insan cinselliği üzerine güçlü baskılar uyguladığı dönemde cinsellik hakkında yazılar yazmıştır. Bu baskılı dönemde yaşayan biri olması cinsel konular hakkında sorun yaşayan insanlar üzerinde çalış- ma yapan bir doktor olmasına neden olmuştur. Von Kraft Ebing (1902) çalışmalarında cinsel aktivite ile ilgili bazı korkuları ele almıştır. Günümüzde çifte standart olarak bilinen erkeklerin cinsel özgürlüğe sahip olup kadınların cinsel özgürlüğünün olmadığı düşüncesini desteklemiş- tir. Kadınların cinsellik ile ilgili konularda rahat olmaması bu düşünceyi destekleme nedeni olarak gösterilmektedir.

Ebing’in çalışmaları halkın yanı sıra birçok hekim üzerin- de de büyük bir etki yaratmıştır. Önyargılı ve yanlış varsa- yımlar yapan biri olarak görünmesine rağmen çalışmaları birçok hekim ve araştırmacıyı ikna etmiştir. Bu çalışmaları Ellis ve Freud için rehber olmuştur (8).

Henry Havelock Ellis, 1859–1939 yılları arasında in- san cinselliği üzerine çalışmalar yapmış İngiliz psikolog ve aynı zamanda hekimdir. Çalışmalarında cinsellik ile ilgili korkular ve gece uyku esnasında istem dışı ejekülasyon konularını ele almıştır. Ayrıca cinsellik konusunda bilgisiz olunması hakkındaki endişelerini de belirtmiştir. Ellis 1896 ve 1910 yılları arasında Sex Psikolojisi Çalışmaları adlı altı ciltlik seri yayınlamıştır. Bu çalışmalarda şunları ifade et- miştir (8).

1. Her iki cinsiyet için mastürbasyon yapmak yaygın bir davranıştır.

2. Erkek ve kadınlardaki orgazm çoğunlukla aynıdır.

3. Homoseksüellik ve heteroseksüellik cinselliğin bir ev- residir.

4. Victorian düşüncelerinin tersine kadınlar cinsel arzuya sahiptirler.

5. Cinsellik için tek bir norm yoktur. Düşünceler ve davra- nışlar kişilere ve kültürlere göre değişmektedir.

6. Her iki cins için erken yaşta cinsel eğitim verilmelidir.

7. Doğum kontrolünde yada bireysel cinsel davranışlara karşı kurallar olmamalıdır.

Ellis cinsel davranışlar konusunda yaptığı çalışmaların- da cinselliğe antropolojik, kültürel, psikolojik ve tıbbi bir bakış açısı getirmiştir. Bulmuş olduğu çoğu veriyi vaka in- celemelerinden ve yaşam hikâyelerinden elde etmiştir. Bu alandaki tecrübe ve deneyimleriyle bir fenomen olmuş- tur. Hatta araştırma amacıyla kendi cinsel tecrübelerini de kullanmıştır. Araştırmalarında gece uyku esnasında istem dışı ejakülasyon, mastürbasyon ve diğer cinsel davranışları tartışarak normal cinsel davranış şekillerinde geniş varyas- yonlar olduğu kanısına varmıştır. Ellis’in araştırmalarında ele aldığı iki önemli madde vardır: Araştırmalarında elde ettiği bilgiyi bilimsel bakış açısıyla sağlaması ve kendisinin içinde bulunduğu baskılayıcı dönemin şartlarından ayır- masıdır. O dönemde toplum cinselliği negatif bir kavram olarak tanımlarken birçok cinsel davranışı da hastalık ola- rak kabul etmekteydi. Bu nedenle cinselliği normal olarak değerlendiren bu ilk araştırmacılar cinselliğin günümüz sosyal toplumunda normal algılanmasında etkili olmuşlar- dır. Ellis’in fikirleri ve çalışmaları sonraki dönemlerde cin- sellik araştırmacılarını ve yazarlarını da etkilemiştir (8).

Sigmund Freud, (1856–1939) psikolog bir araştırma- cıdır. Günümüzdeki düşüncelerimize etki eden insan ge- lişimi, psikolojisi ve kişiliği hakkında teoriler geliştirmiştir.

Freud cinselliği ve cinsel memnuniyeti insan hayatının temel parçası olarak görmüş ve insanların olabildiğince fazla cinsel memnuniyete ve olabildiğince az acıya sahip olmaları gerektiğini vurgulamıştır. Cinselliğin doğal bir eylem olduğunu, cinsel zevkin ardından üremenin ikinci sırada olduğunu vurgulamıştır. Araştırmalarında cinsel iç- güdüdeki ciddi yasaklara ve kısıtlamalara karşı uyarılarda bulunmuştur. En önemli önerilerinden biri ise çocukluk dönemindeki cinsel tecrübelerin yetişkinlik dönemindeki cinsel deneyimler üzerinde çok güçlü sonuçları olmasıdır.

Freud’un çalışmaları, cinsel düşünceler ve davranışlar ko- nusunda günümüzde hala etkisini göstermektedir (8).

Magnus Hirschfeld, (1868–1935) kariyerine cinsellik araştırma ve çalışmalarıyla başlamış olan Alman bir doktor- dur. Transvestite ve transvestizm kavramlarını açıklamıştır.

(3)

Yapmış olduğu bilimsel çalışmalarda cinsel oryantasyonun önemi üzerinde durmuştur. Cinsellikte sağlıklı yaşam için cinsel dürüstlüğün gerekli olduğunu desteklemiştir.

Hirschfeld cinsellikle ilgili birçok kitap ve çalışma ya- yınlamış olup homoseksüellik tartışmasını insanların sos- yal yaşamlarının yanı sıra hükümetin içine kadar sokmayı da başarmıştır. Alman faşizminin 1920’lerde güç kazan- dığı dönemde yaptığı araştırma ve yol açtığı tartışmalar nedeniyle iki kez fiziksel saldırıya uğramış ve kariyerini ortadan kaldırmaya ve ismini kötülemeye yönelik politik girişimlere maruz kalmıştır. 1930’larda sürgün edilmiş ve Fransa’ya taşınmıştır (8).

Hakkındaki şikayetler nedeniyle işine yasal olarak son verilen Hirschfeld Bilimsel İnsani Komitenin (Scientific Humanitarian Committee) kurucularındandır. Bu komite dünyadaki ilk eşcinsel hakları savunuculuğunu yapan ko- mitedir. Ardından homoseksüeller üzerinde istatistiksel araştırmalara başlamıştır. 1908’lerde içerisinde çeşitli bilim adamları ve uzmanların yazılarının bulunduğu ilk Sexoloji Dergisini (Journal of Sexology) yayınlamıştır. Dergi sade- ce bir yıl yayınlanabilmiştir. 1910’da “Transvestite” terimini açıklamış ve bunu ilk kez homoseksüellikten ayırmıştır. Bin dokuz yüz on dört yılında “Erkek ve Kadınlarda Homosek- süalite ” isimli en büyük çalışmasını yayınlamıştır. Berlin’de 1919’da ilk cinsel bilim enstitüsünü kurmuştur. Bu enstitü 1933 yılında Naziler tarafından dağıtılmıştır. Bin dokuz yüz yirmi altıda 5 ciltten oluşan Cinsel Bilgi adında dergi yayınlamış olup son cildini 1930’da yayınladıktan sonra Almanya’dan ayrılmıştır (8).

Katherine Davis, (1860–1935) Buffalo-Newyork’da doğmuş ve Amerika’da eğitimini tamamlamıştır. On yıl boyunca üniversitede ders vermiş ardından 1900 yılında ekonomi alanında Phd derecesini almıştır. Sosyal Hijyen kurulunun Newyork bürosunun genel sekreterliğini 1918–

1928 yılları arasında yapmış, bu sırada kamu sağlığı ile ilgi- li birçok araştırma yürütmüş kadın hakları savunuculuğunu üstlenmiş ve halk sağlığı eğitimi almıştır. Kadın sağlığını iyileştirmeye yönelik çalışmalar yapmaya başlamıştır. Bin dokuz yüz yirmi dokuz yılında “2200 Kadının Sex Hayatın- daki Faktörler” isimli çalışmasını yayınlamıştır. Bu çalışma- sı cinsellik araştırmaları arasında önemli bir yere sahiptir.

Araştırmasına evli, beyaz, ortalama bir eğitim düzeyi ve sosyal yaşamı olan kadınları almıştır. Oldukça ilgi çekici sonuçlar elde etmiştir. Çalışmaya katılan kadınlardan %90’ı cinsel güç ve cinsel istek açısından eşlerinin daha üstün ol-

duklarını, %3’ü cinsel istek duyma durumlarının eşi ile aynı olduğunu ifade etmiştir. Kadınların %65’i mastürbasyon yaptığını itiraf etmiş fakat bunu ahlaki açıdan onur kırıcı bulduklarını belirtmişlerdir (8).

Clelia Mosher, (1863–1940) Albany-Newyork’da doğmuş ve 1899 yılında Johns Hopkins de tıp eğitimini tamamlamıştır. 1923 yılında “Kadınlara Fiziksel Özgür- lük” isimli kitabını yayınlamıştır. Bu kitabında kadın sağ- lığı, menstruasyon ve meme bakımından bahsetmiş ve menstruasyon ağrısı üzerinde durmuştur. Kendisi ilk kez menstruasyon ağrısı ile baş etmek için nefes egzersizlerini kullanmıştır. Ardından sivil savaş sırasında Victorian döne- mindeki kadınların cinsel yaşamları üzerine bir araştırma yapmıştır. Bu çalışma bilinen ilk cinsel tutum ve davranış çalışmasıdır. Çalışmaya toplam 47 kadın dahil edilmiştir.

Bilinenin aksine çalışmaya katılan 47 kadından 35’i cinsel ilişkiden hoşlandığını, 34 kadının orgazmı deneyimlediği- ni ve çoğu kadının orgazma partnerlerinden daha geç ula- şabildiklerini belirtmiştir. Mosher bu çalışmasıyla dönemin baskıcı toplumunda oldukça ses getirmiştir (8).

Yirminci yüzyıl cinsellik araştırmaları

Bilimsel bulguları inanç, önyargı, yanlı görüşler ve po- püler psikolojiden ayıran en önemli faktörlerden biri, bu bulguların bilimsel yönteme bağlı kalınarak elde edilme- sidir. Bilimsel yöntem, kısmen toplanmış verilerin ışığında oluşturulan bir hipotezin/varsayımın ampirik olarak test edildiği yöntemdir. Bilimsel yöntem dünyayı değerlen- dirmeyi ya da yargılamayı değil tanımlamayı amaçlar. Yir- minci yüzyılda yapılan cinsellik araştırmaları daha çok bu amaçlarla yapılmıştır. Bu doğrultuda cinsellikle ilgili önem- li bilimsel araştırmalar yapmış olan araştırmacılar aşağıda ele alınmıştır.

Alfred Kinsey, (1894–1956) kariyerinin büyük bölü- münü yaban arıları üzerine çalışarak geçirmiş olan bir bö- cek biyologudur. Kinsey’e Indiana Üniversitesi’nde evlilik ve cinsellik üzerine bir ders verme görevi verilmesi sonu- cunda dersleri hazırlamaya başladığında bu konuyla ilgili sağlam bilimsel verilerin yokluğuna şaşırmış ve cesareti kı- rılmıştır. Daha sonra, öğrencileriyle cinsel hayatları ve de- neyimleri üzerine görüşmeler yapmaya başlamıştır. Elde ettiği sonuçlar çığır açacak çalışmalara duyulan ihtiyacı kabul etmesine neden olmuştur (9).

Kinsey, Indiana Üniversitesi’nde cinsellik araştırmaları enstitüsünü kurmuştur (1947). Bu enstitü bugün halen cin-

(4)

sellik araştırmalarında dünyadaki en önemli merkezlerden biridir. Kinsey, erkeklerle yaptığı görüşmelerin sonuçlarını İnsan Erkeğinde Cinsel Davranış (1948) adıyla bir kitapta yayınlamış, bu kitaptan Kinsey Raporu diye de bahsedil- miş ve en çok satılan kitaplardan biri olması birçok kişiyi oldukça şaşırtmıştır. İkinci rapor, İnsan Kadınında Cinsel Davranış merakla beklenmiş ve kitabın 1953’teki basımı önemli bir haber olarak değerlendirilmiştir. Kinsey, cinsel- liğe saf bilimsel yaklaşımın öncüsü olmuş, bu alanı önce- ki ahlaki ve dini bağlamından uzaklaştırmıştır. Bu görüşe göre, bilim insanları, değer yargılarını işin içine katmadan gerçekleri objektif bir biçimde toplamaya konsantre olma- lıdırlar. Bu yaklaşım ve Kinsey’in çalışmasının ticari başarısı, insan cinsel davranışının çeşitliliğine dair yeni bir farkında- lık oluşturmuştur (9).

Kinsey’in bulguları son yıllarda sorgulanmaya başla- mıştır. Çünkü çalıştığı örneklem geniş olmasına rağmen Amerika popülasyonunu doğru biçimde temsil etmemiş- tir. Kinsey Enstitüsü’nün bir yöneticisinin, Kinsey’in çocuk- luk dönemi cinsel etkinlikleriyle ilgili bulgularının çoğunu anonim bir çocuk tacizcisinin günlüklerine dayandırdığını açıkladığında eleştiriler daha da artmıştır. Ayrıca, Kinsey hakkında asıl amacı homoseksüalitenin kabul edilmesini sağlamak olan gizli bir mazoşist ve homoseksüel oldu- ğu yönünde hakaretler içeren ağır eleştiriler de yayınlan- mıştır. Amerikan Meclisi, komünist olup olmadığını araş- tırmış, finansman kaynakları onu zor durumda bırakmak için kesilmiş ve kitaplarının dağıtımı engellenmiştir. Bugün cinsellik araştırmacıları bu dikkate değer öncüye çok şey borçlu olduklarını kabul etseler de Kinsey, çalışmalarından hak ettiği takdiri göremeden, “parçalanmış ve tükenmiş bir adam” olarak ölmüştür (9).

William Masters ve Virginia Johnson, insan cinselliği üzerine yapılan en büyük gözlemsel araştırma ise muhte- melen William Masters ve Virginia Johnson’ın cinsel tepki- ler üzerine yaptığı çalışmadır (1966). Günümüzdeki cinsel terapi olarak bilinen yaklaşımların temelleri William Mas- ters ve Virginia Johnson’un (1966) ‘İnsan cinsel Yetersizliği (Human Sexual Inadequacy) adlı kitabı ile atılmıştır (10).

Bir jinekolog olan Masters ve bir hemşire olan Johnson çeşitli cinsel etkinlikler içerisinde olan kadın ve erkekleri gözlemlemişlerdir. Bu araştırmacılar, bir hastanenin ses geçirmez bir laboratuvarında 10.000’den fazla orgazmı gözlemlemiş ve ölçmüşlerdir (Ses geçirmez bir oda, dok- tor ve hemşirelerin kulak misafiri olmalarını engellemek

açısından gerekliydi, duyabilmek için duvarları stetoskopla dinleyenler bile olmuştur). Bu tür durumlarda, gönüllü ki- şilerin katılımından kaynaklanan yanlılık özellikle kritik bir sorundur. Bu tür çalışmalara katılan kişiler teşhirci midir?

Gözlemlendiklerini bilmeleri davranışlarını nasıl değişti- rir? Masters ve Johnson bu yanlılıkları ortadan kaldırmak için gönüllü katılımcılarla kapsamlı görüşmeler yapmış- lardır. Katılımcıların ortama alışmaları için pratik oturum- lar yapmalarına izin vermişlerdir. Çalışmaların sonucunda psikanalitik ve feminist yazarların vaginal orgazmın kli- toral orgazmdan üstün olduğuna ilişkin mitlerini ortadan kaldırmış, kadın ve erkeğin cinsel sorumluluklarının aynı olduğuna dikkat çekmiş, kadın ve erkeğin orgazm sayıları- nın, cinsel istek ve aktivitelerinin tamamen farklı olduğunu bildirmişlerdir. Aslında bu teorileri penisin orgazm oluştur- mada el, dil ya da vibratörden bir üstünlüğü olmadığını da ortaya koymuştur (8,9,10).

Masters ve Johnson insanda cinsel uyarana gösteri- len fizyolojik tepkiyi uyarılma, plato, orgazm ve çözülme olarak, dört ayrı evreye ayırmış ve cinsel sorunlarını dört aşamadan birinde ya da bir kaçında meydana gelen aksak- lıklar olarak tanımlamışlardır (10,11). Çoğu cinsel işlev bo- zukluğunun sebebini ise performans anksiyetesi, danışma, iletişim yetersizlikleri ve cinsel aktivite boyunca bir “seyir- ci” rolünde olmaya bağlamış, cinsel eğitim, eşler arasın- daki iletişim biçimleri, işlev bozukluğunun ortaya çıkma- sında ve sürdürülmesinde rol oynayan hatalı davranışlar üzerinde çalışılması gerektiğini gündeme getirmişlerdir.

Cinselliğe yaklaşımları davranışçı bakış açısına dayansa da psikanalitik ve diğer davranışçı yaklaşımlardan farklı olarak temelinde holistik (bütüncül) yaklaşım yatan sistem teo- risinden kısmen etkilenmiş ‘birleşik davranışsal modelleri’

kullanmışlardır ve cinsel partnerleri birlikte değerlendi- rerek cinsel terapiye sistematik uygulama getirmişlerdir.

Daha önce cinsel işlev bozukluklarının tedavisinde odak- lanılan bilinçdışı çatışmaların analizi ve bireyin iç görü ka- zanmasını sağlayan yöntemlerden ziyade cinsel işlev bo- zukluğunun türüne özgül teknikler geliştirmişlerdir (4).

Margaret Mead, (1901–1978) Antropolog olarak bir- çok ilkel kültürde cinsel davranışla ilgili veri toplamıştır.

Pasifik Adaları’nda çocukluk ve ergenliğe odaklanarak yürüttüğü çalışma, cinsellik araştırmalarına kültürler ara- sı yaklaşımı yaygınlaştırmaya hizmet etmiştir. Mead’in

“Saoma’da reşit olmak” (1928) çalışması ergenlikle ilişki- lendirilen psikolojik değişimlerin biyolojik değil kültürel

(5)

temelli olduğu varsayımını öne sürmüştür. Saoma’da er- genlik Amerika’da onlu yaşların temel özelliklerini oluştu- ran stres ve cinsel engellenmelerden uzak, kısmen kolay bir dönem olarak tasvir edilmiştir.

Mead’in çalışması cinsiyet rolleriyle ilgili stereotipilere meydan okumuş, kadın ve erkeklerin nasıl kültürel bek- lentilere uygun şekilde davrandığını açıklamıştır. Çıkardığı sonuçlardan bazıları sorgulansa da (diğer Saoma köylerin- de daha sonraki dönemde çalışan araştırmacılar oldukça farklı sonuçlara ulaşmışlardır), Mead’in “Üç İlkel Toplumda Cinsellik ve Mizaç” (1936) adlı çalışması o zamanın cin- sellik araştırmacılarının etnosentrizmle (bir kişinin etnik grubunun, ulusunun ya da kültürünün diğerlerinden üstün olduğu varsayımı) ilgili farkındalığını arttırmıştır (9).

Helen S. Kaplan, vaka çalışmalarının, insan cinselliğinin karmaşık doğasının anlaşılmasında ve derinliğine incele- nebilmesinde önemli rolü vardır. Masters ve Johnson ta- rafından temelleri atılan cinsel terapilerin geliştirilmesi ve yeni boyutlar kazanmasında önemli bir rol oynayan isim ise Helen S. Kaplan’dır. Çalışmalarını ağırlıklı olarak vaka örnekleri üzerinden sunarak bu alana büyük katkılar sağla- mıştır. Kaplan, cinsel fonksiyonu etkileyen durumlar (yaş, kronik hastalıklar, psikiyatrik bozukluklar, evlilik sorunları, ilaçlar gibi) ve her iki cinse özel cinsel sorunların tedavisi gibi konularda yaptığı çalışmalarını The New Sex Therapy (1974) adlı kitabında yayımlamıştır.

Kaplan, cinsel işlevlerin bifazik (üç fazlı) niteliğini vur- gulamış, cinsel yanıt evrelerini klinik açıdan yeniden sı- nıflandırarak bunlara cinsel isteği de eklemiştir. Kaplan, cinsel yanıtın bifazik niteliğiyle ilgili olarak cinsel yanıtın, gerçekte tek ve bağımsız bir bütün oluşturmaktan çok, birbirlerinden bağımsız iki ayrı bölümden oluştuğunu, ilk bölümün uyarılma ve plato evrelerini içerdiğini, ikinci ve üçüncü bölümün ise orgazm ve çözülme evresi olduğunu açıklamıştır (4,9).

Rosemary Basson, (2000) Master ve Johnson’ın ve on- ların teorisinden yola çıkan Kaplan’ın teorilerinin özellikle kadın cinsel yanıt döngüsünü tam olarak açıklayamadığı- nı öne sürerek yeni bir model ortaya çıkarmıştır. Modele göre kadın, cinsel yanıt döngüsüne cinsel olarak nötr ola- rak başlar, daha sonra cinsel olmayan ihtiyaçlarının cinsel olduğunun farkına varıp cinsel uyarıyı değerlendirmeye alır ve cinsel yanıt oluşturur, böylece cinsel olarak uyarılma (sexual arousal) gerçekleşir ve kadın artık cinsel isteğinin farkındadır. Cinsel istek, kadının cinsel açlığının bir sonucu,

bir uyaranı cevaplama isteği ya da muhtemelen cinsel ge- rilimi azaltmaya yönelik olabilir. Kadın artmış cinsel istek ve uyarılma sonucunda orgazm olabilir ya da olamayabilir.

Ancak orgazm olmadan da fiziksel iyilik hali gözlenebilir ve bu döngü biyolojik ve psikolojik faktörlerden olumsuz etkilenebilir. Basson’un bu yeni cinsel yanıt döngüsü kadın cinselliğine farklı bir bakış getirmiş cinsel isteği bir durum olmaktan çıkartıp bir döngü olarak görmeye yönlendir- miştir (4,8).

Basson’un cinsel yanıt döngüsü (Şekil 1), cinsel dene- yim sırasında daha önceden yaşanılmış cinsel arzular ve deneyimlerin yanı sıra spontan gelişen bir cinsel arzunun döngü içerisinde değişkenlik gösterebileceğini göster- mektedir. Spontan gelişen cinsel arzu aşamasında (solda) ancak olumlu motivasyonla tarafsızlık sağlanır. Bir kadının cinsel olarak uyarılması ya da cinselliği kabul etmesi için;

fiziksel zevk almak ve paylaşmak için sevgiyi ifade etmek, duygusal yakınlık hissetmek, partnerin memnuniyeti ve kendi sağlığını arttırma arzusunu içeren bazı nedenleri vardır. Bilinçli olarak cinsel uyaranlara odaklanmak cinsel olarak istekli olmaya yol açar. Bu uyaranlar biyolojik ve psi- kolojik faktörler tarafından etkilenmektedir ve akıl yolu ile değerlendirilirler. Oluşan durum subjektif bir cinsel uyarıl- madır. Uyarılmanın devam etmesi cinsel heyecan ve zevk için daha yoğun bir tetikleme arzusu sağlar ve başlangıç- ta eksik olan cinsel istek bu uyaranlar sonucunda oluşur.

Uyarılma yeterince devam ederse, kadın bu uyaranlara odaklı kalabilirse ve ağrı gibi herhangi bir olumsuzluk ile karşılaşılmaz ise orgazm ya da orgazm olmadan gerçekle- şen bir cinsel doyum gerçekleşmiş olur (4,8,9).

Cinsellik üzerine yapılan deneysel araştırmaların ise çoğu fizyolojik tepkilerin ölçülmesinden oluşmuştur. Bu tepkiler genellikle genital organlara fizyolojik tepkiyi ölç- mek amacıyla takılan pletismograflar olarak adlandırılan aletlerle ölçülür. Araştırmacılar erkekler için penis pletis- mografı ya da strain gauge (paket lastiğine benzer bir alet), kadınlar içinse vajinal pletismograf kullanırlar. Hem penis pletismografı hem strain gauge penisin çevresine yerleşti- rilir ve cinsel uyarılmanın penisin daire çevresinde yarattığı değişikliği ölçerler. Vajinal pletismograf, tampon büyük- lüğündedir ve bir tampon gibi vajinaya yerleştirilir. Vajinal pletismograf vajinal duvardaki kan miktarını ölçer, kan mik- tarı kadının uyarılmasıyla artar. Bu tür deneylerde katılım- cılara erotik film izletilebilir. Bir taban çizgisi ölçümü elde edebilmek için araştırmacılar film ya da alkol kullanımın-

(6)

dan önce genital organların fizyolojik özelliklerini uyarılma olmadan ölçerler. Ardından erotik filmlere ya da farklı alkol kullanım düzeylerine (bağımsız değişkenler) maruz kalma düzeyini yükselterek cinsel uyarılmayı (bağımlı değişken) ölçerler. Hem deneysel hem de gözlemsel araşrmalarda bir dönem son derece popüler olan ve gündeme getirilen Nocturnal Penile Tumescence (NPT) kavramı da cinsellik araştırmalarının tarihinde özel bir öneme sahiptir (9).

Nocturnal Penile Tumescence (NPT) izlemi ilk kez 1940 yılında Halverson tarafından tanımlanmıştır. Aserinsky, yaptığı bir çalışmada, REM dönemi ile ilişkisini ortaya koy- muş, 1975 yılında ise Karacan ve ark. Normal erkeklerde yaşla birlikte azalan NPT kaydını göstermiştir. NPT uzun yıllar boyunca organik erektil disfonksiyonun, psikojenik erektil disfonksiyondan ayırıcı tanısında önerilen non- invasif bir test olmuştur (12).

Yirminci yüzyılda Amerika’da cinsellik alanında ya- pılmış araştırmalara baktığımızda 1987’de AIDS’in ya- rattığı büyük sosyal ve politik etkinin Amerika Birleşik

Devletleri’nde ulusal çapta cinsel davranış ve tutumları inceleyen bir araştırmanın yapılabilmesine vesile olduğu görülmektedir. Chicago Üniversitesi Ulusal Görüş Araş- tırma Merkezi bugüne kadar yapılmış en kapsamlı Ame- rikan cinselliği araştırmasını başlatmıştır. Gönüllü katılım- cılarla çalışılan önceki çalışmaların aksine bu çalışma da, ilk kez temsil gücü yüksek rastgele örneklem kullanılmış ve çalışma sonuçları iki kitapta yayınlanmıştır. İlki Cinselli- ğin Sosyal Organizasyonu adlı araştırmanın detaylı ve bi- limsel bir tasviridir. İkincisi, “Amerika’da Cinsellik: Eksiksiz Bir Çalışma” adıyla ticari bir kitap olarak yayınlanmıştır. Bu araştırmadan elde edilen veriler, bugün elimizde olan en iyi veriler olarak kabul edilmektedir. Bilinen diğer cinsellik araştırmaları arasında Hunt Raporu (1974), Hite Raporları (1976, 1981) ve Janus Raporu (1933) yer almaktadır (9).

Türkiye’de ise İstanbul’da düzenlenen ‘Cinselliğe Ba- kış’ sempozyumu (10 Ekim 2003) ile uluslararası düzeyde Türk toplumunun cinselliğe bakışı ve toplumdaki cinsel so- runlar kamuoyuna sunulmuştur. Sempozyum kapsamında Şekil 1. Basson’un Cinsel Yanıt Modeli.

(7)

Cinsel Tutum ve Davranışlar Global Gözlem Çalışması’nın (Global Survey of Sexual Attitudes and Behaviours 2003) sonuçları da paylaşılmıştır. Bu çalışmada 29 ülkede 27.500 kişilik örneklemde çalışılmış, 40 ile 80 yaşları arasındaki kadın ve erkeklerin cinsel sağlıkları ile ilgili tutum ve dav- ranışları incelenmiş ve bireylerin yaşamlarında cinselliğin önemi anlaşılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte cinsel işlev bozukluklarına çözüm getirmek amacıyla da cinsel yaşa- ma ilişkin tutumlar farklı toplum ve kültürler arasında kar- şılaştırılmıştır (4).

Ülkemizde bugüne kadar cinsellik alanında yapılan en kapsamlı ve ses getiren çalışma ise CETAD alan çalışması olarak bilinmektedir (2006). Bu çalışmada anket ve görüş- me yöntemleri birlikte kullanılmıştır. Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD) tarafından T.C. Sağlık Ba- kanlığı ve Avrupa Birliği desteğinde yürütülen araştırma- nın sonuçları “Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Araştırması 2006” ve “Cinsel Yaşam ve Sorunları” başlıklı iki kitap ve sekiz bilgilendirme dosyası olarak yayınlanmıştır (9).

Cinsellikle ilgili kuramlar

Konusu cinsellik olan her disiplinin (biyoloji, antropo- loji, sosyoloji, psikoloji gibi) tüm bu yönleri ile cinselliği ve işlevini tanımlamada, cinsel gelişimi, farklılıkları ve davra- nışları anlamada çeşitli yaklaşımları bulunmaktadır. Cinsel- lik ve farklı disiplinlerin geliştirdiği cinsellikle ilgili birçok kuram yer almaktadır. Bu kuramların temelinde yer alan ve cinsel davranışları açıklamaya çalışan ilk kuram olan Sig- mund Freud’un (1856–1939) psikanalitik kuramıdır. Cin- selliğe psikolojik açıdan yaklaşan Freud kuramında insanın çeşitli gelişim dönemlerinden bahsetmiş, 3–5 yaş arasın- daki dönemin cinsel kimlik gelişimi açısından önemli oldu- ğunu vurgulamıştır (4).

Sigmund Freud’un geliştirdiği psikanalitik kuram (psychoanalytic theory), insanın psikolojik bakımdan ev- rensel ilkelere uygun olarak geliştiğini kabul eder. Ancak Freud bir bireysel kişiliğin işlevsel yönlerinin toplumsal bir bağlam içinde biçimlendiğine de inanır. Freud’un gelişim- cilere en önemli katkısı, tüm yaşam boyunca sürecek örün- tülerin oluşmasında erken yaşam deneyimlerinin önemini vurgulamasıdır. Freud kuramını biyolojik ayrılıklara dayan- dırmıştır (13). Yunan mitolojisindeki babasını öldürdükten sonra annesiyle evlenen Teb Kralı’ndan esinlenerek oluş- turulan bu kurama göre, çocuklar cinse bağlı kimlikleri- ni, ebeveynleriyle ilişkilerindeki çatışmaları ve kıskançlık

duygularını (Oedipus ve Elektra komplexi) çözerek kazan- maktadır. Üç–beş yaşlarındaki erkek çocuk annesine karşı duyduğu cinsel yatkınlık sonucu annesini babasından kıs- kanmakta (Oedipus komplexi) daha sonraki yaşlarda bu çatışma ortadan kalkmakta ya da bastırılarak ileri ki yaşlara kişiliği etkileyen bir unsur olarak taşınmaktadır. Bu duru- mun kız çocuklarındaki karşılığı ise Elektra komplexi’dir ve her iki cinste de cinsel sorunlar bu tarz çatışmaların yetersiz çözümünden ya da bireyin psikoseksüel gelişim dönemlerindeki aksaklıklardan kaynaklanmaktadır (4).

Ona göre erkek ya da kız olmak cinsel organın farklı ol- masına dayanır. Freud’a göre dört ya da beş yaşındaki bir erkek çocuğu babasının kendisinden beklediği disiplin ve özerklik nedeniyle onun cinsel organına zarar vermek is- tediğini düşünerek babasından korkar. Çocuk kısmi bilinçli olarak babasını, annesine duyduğu bağlanmaya karşı rakip olarak görür. Annesine duyduğu erotik duyguları bastıran ve babasını üstün bir varlık olarak gören çocuk kendisini babasıyla özdeşleştirir ve erkek kimliğinin farkına varır. Kız çocukların ise erkek çocukları cinsel organları nedeniyle kıskandıkları varsayılır. Bu nedenle de anne, kız çocuğun- da önemli değildir. Çünkü oda erkeklerinki gibi ayırt edici cinsel organa sahip değildir. Kız kendisini annesiyle öz- deşleştirdiğinde ikinci en iyinin fark edilmesi söz konusu- dur. Bu aşama bittiğinde çocuk erotik duyguları bastırmayı öğrenmiş olur. Beş yaşındaki bu dönem ile ergenlik arasın- da kalan döneme örtüklük dönemi denir. Cinsel etkinlikler, ergenlikte ortaya çıkan biyolojik değişmeler erotik istekleri doğrudan yeniden etkin haline getirene kadar beklemede kalır. Okul dönemiyle doğrudan ilişkili olan örtüklük dö- nemi çocuğun bu dönemde hem cinsleriyle etkileşimde bulunması nedeniyle önemli bir zaman dilimidir (13,14).

Freud kadının cinsel yaşamını henüz keşfedilmemiş

‘meçhul ada’ olarak niteler. Gerçekten kadının psikosek- süel evrimi erkeği uzun zaman ilgilendirmemiştir; günü- müzde bile kadın psikolojisinin tam olarak bilinmediği söylenebilir. Öte yandan kadına ilişkin bilgilerimizin çoğu erkek tarafından ve erkeğin yararları doğrultusunda oluş- turulmuştur. Psikanalizin kadın cinselliği konusunda getir- diği bilgilerin özü de bu niteliği taşır (15).

Freud’un kuramında, yaşamış olduğu dönemin etkisiy- le erkek çocuklarına ve erkeklere birincil kişiler gibi bakıl- makta kadınlar ise ikincil kişiler olarak algılanmaktadır. Bu nedenle “penis” kavramı Freud’un kuramında cinsel kimlik kazanmada belirgin biyolojik özellik konumundadır. Ço-

(8)

cukların karşı cinsten ebeveynlere olan ilgisi ya da sevgisi fazla abartılmıştır her çocuk anne babasını sever ama bu sevginin ne kadarı karşı cinsten olan ebeveyne olan kor- kudan ya da aşktan kaynaklanır? Kadın ya da erkek olarak farklı kimliklerimizin bulunması ve bu cinsel kimlikten ol- mayan ebeveynle yakınlaşmamız sadece biyolojik bir özel- lik midir? Yoksa toplumdaki genel eğilim bu yönde olduğu için mi kız çocukları babalarıyla yakınlaşmaya girerler? Gibi sorulara cevap vermemekle birlikte özellikle feministler- den eleştiriler gelmiştir. Onlara göre Freud cinsel organın fark edilmesiyle cinsel kimliği yeterinden fazla eşleştir- mektedir. Neden erkek cinsel organı kadınınkinden daha üstündür. Pekala kadınların cinsel organı erkeklerinkinden daha üstün olabilir ayrıca Freud babayı birincil disiplin edici eyleyen olarak görmektedir. Ancak pek çok kültür de anne ev işleriyle ve çocuklarla daha yakın olduğu için disipline etme özelliği daha fazladır. Freud toplumsal cinsiyet kim- liğinin dört ya da beş yaş civarında öğrenildiğini savunsa da öğrenmenin daha erken yaşlarda başladığını kanıtlayan bilimsel araştırmalar bu tezi çürütmüştür (15).

Freud’un cinselliğe ilişkin ses getiren bu yaklaşımı uzun yıllar etkisini sürdürmüştür ancak 1960’lı yıllardan itibaren yerini sosyal, davranışsal ve bilişsel öğrenme kuramlarına bırakmıştır. Sosyal öğrenme kuramlarında, cinslere bağ- lı kimliğin geliştirilmesinde çocukluk dönemindeki seçici pekiştirme ve taklit önemli yer tutar. Çocuklar aynı cinsten ebeveynin davranışlarını model aldıkları için ödüllendirilir ya da cinsine uygun davranmadığında cezalandırılır. Top- lumda da sistemli ödül ve cezalarla bu taklit etme davra- nışları pekişir. Davranışçı öğrenme kuramlarında tüm diğer davranışlar gibi cinsel davranışlarda öğrenilir. Cinsel istek bozuklukları bireyin cinsel bir duruma karşı verdiği koşul- lu anksiyete tepkisidir. Örneğin, mastürbasyon yaparken annesi tarafından yakalanan ve annesinin iğrenme ya da öfke tepkisiyle karşılaşan bir erkek çocuk klasik koşullan- mayla, cinsel uyarılmaya yol açan uyarıcı ile utanma ya da kaygı arasında bir bağlantı geliştirir. Bu kaygı beklentisi ise, cinsel ilişki esnasında ereksiyonu sürdürme becerisini olumsuz yönde etkiler. Bilişsel öğrenme kuramlarına göre ise çocukluk döneminde kalıplaştırılmış bir erkeklik ve kız- lık anlayışı oluşur ve çocuk bu kalıp imgeyi ileri yaşlarda kendi çevresini örgütlemede kullanır. Böylece kendi cins kavramalarıyla uyuşan davranışları seçip geliştirir. Sonuç olarak öğrenme kuramlarının genelinde tüm davranışlar gibi cinsel davranışlarında öğrenilmiş davranışlar olduğu

varsayılır. Günümüzde de adölesan cinselliği ve kontra- sepsiyon, sağlıkla ilişkili cinsel davranışlar ve cinsel davra- nış modelleri konularında bu kuramlar sıklıkla kullanılır (4).

Farklı bir kuramla karşımıza çıkan Erik Ericson (1902–

1994), ego psikolojisinin en önde gelen kişileri arasında yer almaktadır. Ericson, Freud’un psikoseksüel gelişim ola- rak tanımladığı ve cinsel gelişmeyi temel alarak hazırladığı gelişimi, psikososyal kuram adı altında yeniden incelemiş, bu gelişimi “İnsanın 8 evresi” adı altında 8 evre halinde ele almıştır. Her evrede benliğin karşılaştığı bir olumlu benlik, bir de bunun karşıtını belirtmiştir. Temel güven ve bunun karşıtı olan temel güvensizlik gibi. Ericson’un kuramının dayandığı temel düşünceler şunlardır:

• Genel olarak insanların temel ihtiyaçları aynıdır,

• Benlik yada egonun gelişimi, temel ihtiyaçların karşı- lanmasıyla oluşmaktadır,

• Gelişim dönemler halinde meydana gelir,

• Her dönem gelişim için fırsatlar sağlayan bir krizle veya psikososyal problemle nitelenir.

• Farklı dönemler bireyin güdülenmesinde farklılıklar oluşturur.

İnsanın sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi içinde bulun- duğu fiziksel ve sosyal ortama uyum sağlamasına bağlıdır.

Bu nedenle sosyal gelişim ve buna bağlı olarak sosyalleş- me kavramı büyük önem taşımaktadır. Sosyalleşme ya da toplumsallaşma, kişinin belirli bir toplumun davranış kalıp- larını kişiliğine mal ederek o topluma ait bir kişi durumuna gelmesidir. Ericson kişilik gelişiminin biyolojik temellerini

“Epigenetik” ilke ile açıklamaya çalışmıştır. Epigenetik ilke;

gelişmekte olan herhangi bir şeyin bir planı olduğunu vur- gular. Buna göre gelişim, yaşamın belli dönemlerinde, belli kişilik özelliklerinin ardışık bir biçimde ortaya çıkabilmesini olanaklı kılarak ve önceden belirlenmiş biyolojik temellere bağlı olarak gerçekleşir. Bu tıpkı doğum öncesi dönemde, bebeğin farklı organlarının farklı zamanlarda belli bir sıra da- hilinde oluşup şekillenmesine benzetilebilir. Freud’un öğ- rencisi olan Ericson büyük ölçüde onun görüşlerinden et- kilenmiştir. Ericson, psikosoyal kişilik kuramında gelişimde cinsiyetin yerine toplumun etkisi üzerinde yoğunlaşmış ve gelişimi yaşam boyu incelemiştir. Çevresine güvenmeyen bir bebeğe bir sonraki dönemde ilgi ve bakım sağlanırsa, çocuk insanlara karşı güven geliştirebilir. Ericson’un kuramı Freud’unkinden ayıran en önemli özellik de budur (16).

Farklı bir yaklaşım ile geliştirilen başka bir kuram ise, önde gelen feminist psikanaliz kuramcılardan biri sayılan

(9)

yazar Nancy Chodorow’un cinsiyetçiliği açıklamak için Freud’un psikanalitik kuramını yeni bir okumayla tersine çeviren Chodorow’un Toplumsal Cinsiyet Gelişimi Psi- kanalitik Kuramıdır. Kuramında kadınların maruz kaldığı cinsiyetçiliğin temel sebebi olarak anneliği vurgulayan Chodorow’a göre “annelik rolü, kadınların yaşantısı, kadın- lar hakkındaki ideoloji, erkeklik ve cinsel eşitsizliğin sürekli üretilmesi ve işgücünün belli türlerinin üretilmesi üzerinde büyük etkilere sahiptir. Anne olarak kadınlar, sosyal yeni- den üretim alanında önemli aktörlerdir” (16,17).

Chodorow, kişinin kendini erkek ya da kadın olarak görmesinin öğrenmeyle gerçekleşmekte olduğunu ve öğrenmenin de bebeğin erken bir yaşta anne ve babasına bağlanmasıyla ortaya çıktığını ileri sürmektedir. Chodorow özellikle babanın yerine annenin önemini vurgulamak- tadır. “Çocuk yaşamın ilk dönemlerinde, annesinin kendi üzerindeki etkisinin kolayca en baskın etki olması nedeniy- le, anneye duygusal olarak bağlanma eğilimi taşımaktadır.

Bu bağlanma ayrı bir benlik duygusuna erişmek için bir noktada kopar ve çocuk daha az sıkı bir bağlılık içine girer”

(16). Bu kopuş süreci erkek ya da kız çocukları için ayrı ayrı yollardan gerçekleşmektedir. Kızlar anneleriyle bağlantıda olmayı sürdürürler, anneden kesin bir kopuş yaşamazlar.

Bu nedenle kız çocukları yetişkin olduklarında başka in- sanlarla, daha bağlantılı bir benlik duygusu geliştirirler. Ka- dın kimliğinin bir başkasının kimliğiyle kaynaşmış ve onun kimliğiyle bağlantılı olma olasılığı daha fazladır. Bayanlar ilk olarak annesine daha sonrada eşine bağlanma yoluna giderler. Bu kadınlardaki duyarlılık ve duygusal sevecenlik özelliğinin bir sonucudur. “Erkek çocuklar bir benlik duygu- sunu kendilerinin başlangıçtaki anneye yakınlıklarını kök- ten bir biçimde, erkeklik anlayışlarını kadınsı olamayandan türeterek yadsıma yoluyla elde etmektedirler” (16). Ancak yadsıma yoluyla kimlik kazanan erkek çocukları kız ço- cuklarının kazanmış olduğu duyarlılık ve sevecenlik gibi özellikleri kazanmadıklarından başkaları ile yakın ilişki kurabilmekte daha beceriksizdirler. Bu nedenle dünyaya bakmanın daha çözümsel yollarını geliştirerek, kendi ya- şamlarında daha başarılı olmaya çalışan etken bir bakışı belirlerler. Ancak yine de kendilerinin ve başkalarının duy- gularının anlayabilme yeteneklerinden yoksundurlar (17).

Chodorow ile Freud’un düşünceleri birbiriyle çelişmek- tedir. Kadınlık yerine erkek olmak bir kayıpla, anneye olan bağların yitirilmesiyle tanımlanmaktadır. Erkeklerin yadsı- yarak kimlik kazanmaları, onların yetişkinlik düzeyine gel-

diğinde başkalarıyla kurdukları duygusal bağlar da bilinçsiz olarak kendi kimlikleriyle sorunlar yaşamalarına ve kimlik kaybetme korkusuna girmelerine neden olur. Kadınlar ise tam tersi bir şekilde başkalarıyla ilişkilerinin yokluğunda özgüvenlerinin kaybolması yolunda bir eğilim içindedirler.

Bu kalıplar çocukların toplumsallaşması sürecinde kadınla- rın etkin olması nedeniyle kuşaktan kuşağa aktarılır. Kadın- lar kendilerini esas ilişkileriyle tanımlarken ve bunları dile getirirken, erkekler gereksinimlerini bastırıp daha güdüm- leyici bir tutumu benimsemektedirler. Bu kuramıyla Freud gibi Chodorow’da eleştirilere maruz kalmıştır.

Cinselliği anlamlandıran farklı bir görüşte M.s.

Rosaldo’nun Antropoloji Temelli Feminist Çalışmasıyla cin- siyetçiliği açıklama yaklaşımıdır. Rosaldo’nun yaklaşımına göre kadınların maruz kaldığı cinsiyetçiliğin temeli top- lumsal olarak kurgulanmış kamusal-özel ayrımı düzeninde gömülüdür. Rosaldo’ya göre bilinen bütün toplumlarda erkeklerin faaliyetlerinin mekanı olan bir kamusal alan; ka- dınların faaliyetlerinin mekanı olarak da bir özel alan mev- cuttur. Bu ikilik cinsiyete dayalı hiyerarşik bir özel/kamusal ayırımına dayanır. Böylece Rosaldo kadınların maruz kaldı- ğı cinsiyetçiliği biyolojiye değil, bütün toplumlarda ortak olarak varsaydığı bir kamusal-özel alan ikiliğiyle açıklama- ya girişmiştir (18).

Başka bir kuram da Carol Giligan’ın cinsiyetçiliğin ev- rensel temelini anlamak gibi bir hedefi olmayan, evrensel ahlak felsefelerine ve meta-anlatılarına karşı inşa ettiği Dişil Ahlak Kuramıdır. Bu kuramda ahlak ile cinsiyeti ve cinsel kimliği karşılaştırmıştır. Giligan’ın amprik analizle- re dayanan kuramının hedefi Lawrence Kohlberg’in cin- siyetsiz evrensel ahlak kuramının ataerkil yapısını ortaya çıkarmak ve toplumsal cinsiyete dayalı alternatif bir kadın ahlakı geliştirmek olmuştur. Bu alternatif ahlakı “farklı bir ses” olarak tanımlayan Gilligan’a göre, Kohlberg, “kuramı- nı geliştirirken araştırmalarının nesnesi olarak sadece er- kekleri baz aldığı ve böylece kadınların ahlâkî özelliklerini erkeklerinkine göre daha düşük bir pozisyona indirgediği için kusurludur” (19).

Gilligan, kadınların ve erkeklerin ahlaki duyarlılıkları as- lında farklı gelişim gösterme eğiliminde olduğunu, cinsi- yetle ahlaki yönelim arasında bir ilişki olduğunu iddia eder (20). Bu bağlamda, kadınların sosyal ilişkilere, bağlamsal düşünmeye başkalarının duygularına ve yaşanan hayata ilişkin ahlâkî problemlere karşı daha hassas olduklarını ifa- de eder. Kadınlar için başkalarının ihtiyaçlarıyla ilgilenme,

(10)

başkalarının hakları karşısında bir öncelik taşımaktadır. Ka- dınlar daha tümevarımcı, erkekler daha tümdengelimci- dirler. Kadınlar başkalarına bağımlı, erkekler ise ayrı ya da bağımsızdırlar. Kadınlar, dikkat ve özenle bakımı ahlâkın temeli kabul ederler; erkekler, ahlaki arayışın temelinin adalet olduğuna inanırlar. Kohbelrg’in iddia ettiğinin ak- sine Gilligan, erkeklerin adalet temelli bir etik anlayışını, kadınların ise özen temelli bir sorumluluk ahlakına sahip olduğunu belirtir (13,21).

Sonuç olarak; cinsellik konusunda yapılan çalışmaların tarihsel süreç içerisinde birbirlerinden, dönemin özellikle- rinden, araştırmacıların cinsel yaşamları ve cinsel kimlikle- rinden, toplumsal baskılardan ve cinsiyet ayrımcılığından etkilendikleri görülmektedir. Cinsellik çalışmalarının çok faktörlü etkenlerden etkilenmesi ve deneysel yapılan ça- lışmalardaki sınırlılıklar nedeniyle yapılacak çalışmaların çok boyutlu ele alınıp bütüncül olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.

1. Rosen RC. Prevalans and risk factors of sexual dysfunction in men and women. Curr Psychiatry Rep 2000; 2(3): 189–95.

2. Sümer N. Kitab-ı mukaddeste cinsel motifler. Çukurova Üniversitesi Sos- yal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi 2007 Adana.

3. Kerri D. Schuiling, Frances E. Likis. Women’s gynecology health.8.baskı.

Jones&Bartlett, 2006; 149–156.

4. Beji N. Aşcı ÖS. Cinsellikle ilgili Kuramlar ve İlk Bilimsel Çalışmalar. An- droloji Bülteni 2011;45: 160–163.

5. T.C. Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü. Üreme Sağlığına Giriş Katılımcı Rehberi. Cinsel Sağlık/Üreme Sağlığı No:1–B, 2009.

6. Foucault M. Histoire de la sexualite. 2. Baskı. Çev: Hülya Uğur Tanrıöver.

İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2007; 122–287.

7. Avcı, N. Beji N. Toplumlarda Cinselliğe Bakış, Etkileyen Faktörler. An- droloji Bülteni 2011;45: 155–159.

8. Jerrold S. Greenberg. Clint E. Bruess. Sarah C. Conklin. Exploring The Di- mensions of Human Sexuality. Fourth Edition. Usa, Jones and Bartlett Publishers, 2011;47–60.

9. Doğan S. Küçükgöncü S. Geçmişten Günümüze Cinsellik Araştırmaları.

Nöropsikiyatri Arşivi Dergisi 2009; 46: 102–109.

10. William H. Masters, Virginia E. Johnson. Human Sexual Response. Bos- ton, Little Brown,1966.

11. William H. Masters, Virginia E. Johnson. Human Sexual Inadequacy. Bos- ton, Little Brown,1970.

12. Başar M. Cengiz T. Tunçbilek E. Aydoğanlı L. Akalın Z. Erektil Disfonksiyon Tanısında Noktürnal Penil Tümesans: Non-invazif Bir Test Olarak Doppler Ultra- sonografi ve Kavernozometri ile İlişkisi. Türk Üroloji Dergisi 1997;23:289–293.

13. Sigmund Freud. La vie sexuelle. Paris, P.U.F, 1969; 139–155.

14. Doksat KM. Önen B. Portreler: Sigmund Freud. Yeni Semposium Dergisi 2004; 42: 60–71.

15. Onur B. Psikanaliz Kuramında Kadın. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi 1980;13: 63–80

16. Nancy J Chodorow. The Reproduction of Mothering.2. Usa, Universty of California Press, 1999; 11–50.

17. Erdoğan T. Nancy Chodorow’un Düşüncesinde Toplumsal Cinsiyet Or- ganisazyonunun Merkezi Unsuru Olarak Annelik. Aile ve Toplum Dergisi 2008; 14: 73–82.

18. Acar Savran G. Özel/Kamusal, Yerel/Evrensel: İkilikleri Aşan Bir Femi- nizme Doğru. Praksis 2002;8: 255–306.

19. Clouse B. Ergenlerde Ahlak Gelişimi ve Cinsellik. Çev: Turgay Gündüz.

Uludağ Üniversitesi Dergisi2000;9: 1–39.

20. Carol Gilligan. In a Different Voice: Psychological Theory and Women’s Development. Cambridge, Harvard University Press, 1993; 5–24.

21. Sacksofsky U. Feminist Hukuk Bilimi Nedir? Çev: Osman Can. Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 2001; 5: 1–4.

Kaynaklar

Referanslar

Benzer Belgeler

Cinsel konular ile ilgili soru sormayan çocuklar ya daha önce sordukları sorular nedeniyle ayıplanmıştır ya da kendilerini rahat hissedecekleri bir ev

Dell’Osso ve arkadaşları (2009) tarafından yapılan, psikiyatri kliniğinde yatarak te- davi görmekte olan unipolar ve bipolar depresyon hastalarının cinsel işlev bozukluğu ve

Bu derleme makale, kadın cinsel fonksi- yonlarının geliştirilmesinde sık kullanılan Tribulus Terrestris, Yohimbin, Ginseng, Crocus Sativus, Maca, Ashwagandha, Mucuna Pruriens, Muira

Motor nöron hastalığı ve terminal dönem kanser hastalığı hastalar ve partnerlerinde cinsel isteğin kaybı, cinselliğe karşılık verememe ve reddetme

Bir başka çalışmada ise emziren kadınların daha yüksek düzeyde cinsel istek ve orgazm yaşadıkları ve postpartum dönem- de daha erken aktif cinsel yaşama

Birçok hayvan çalışmasında sigaraya maruz kalma so- nucu damar endoteliyal disfonksiyona bağlı vazodilatas- yonda azalma olduğu rapor edilmiş, yine bu konuyla ilgili

Üriner inkontinansı olan 113 kadın hasta üzerinde yapılan bir çalışmada, hastalar pelvik organ prolapsusu (POP) olan ve olmayan olmak üzere 2 gruba ayrılmış ve

tarafından yapılan bir başka çalışmada diyabetli kadınların %35’inde cinsel işlev bo- zukluğu olduğu; bunların %57’inde libido kaybı, %51’inde orgazm