• Sonuç bulunamadı

İlgili Kanun / Madde 5510 SGK/ S.BK/125

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "İlgili Kanun / Madde 5510 SGK/ S.BK/125"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YARGITAY Hukuk Genel Kurulu Esas No.

Karar No.

Tarihi:

2010/9-328 2010/370 07.07.2010

İlgili Kanun / Madde 5510 SGK/21

818 S.BK/125

RÜCUAN TAZMİNAT

RÜCU HAKKINNIN HİZMET AKDİNDEN DOĞMAMASI

İŞ MAHKEMESİNİN GÖREVLİ OLMAYACAĞI

ZAMAN AŞIMI SÜRESİNİN SORUMLULUĞUN SÖZLEŞMEYE DAYANMASI NEDENİYLE ON YIL OLMASI

ÖZETİ: Davanın, davacı Turban Turizm İşletmeleri A.Ş. ile dava dışı Serdar İnşaat San.

ve Tic. A.Ş. arasında 5.8.1993 tarihinde imzalanan Turban Kuşadası Marina'da Yapılarak İşletilecek Akaryakıt İstasyonu ve Müştemilatına Ait Kira Sözleşmesinin daha sonra haksız olarak feshedilmesi nedeniyle davacı şirketin genel müdürü ve yönetim kurulu başkanı Ömer Bilgin'in sözleşmenin imzalanmasında gerekli özeni göstermeyerek şirketi zarara uğrattığı ve TTK.'nun 336.

maddesi gereğince sorumlu olması gerektiği iddiasıyla açıldığı belirgindir.

Yönetim kurulu üyesinin sorumluluğu TTK.'da özel olarak düzenlenmiştir. O halde TTK. 4/1. madde uyarınca mutlak ticari davadır. TTK. 5'nci maddesi uyarınca bu davalara o yerde Ticaret Mahkemesi varsa, bu mahkemenin bakması yasa buyruğudur.

Bu haliyle uyuşmazlık, TTK.'nun 336 vd. maddelerinde gösterilen yönetim kurulu üyesinin sorumluluğundan kaynaklanmakta olup. davalı Ömer Bilgin ile onu çalıştıran şirket arasındaki hizmet akdinden, ya da İş Kanunundan kaynaklanmamaktadır.

O halde, hizmet akdinden doğan bir hak uyuşmazlığı niteliğinde olmayan eldeki davanın İş Mahkemelerinde görülemeyeceği açıktır

Zarara neden olan olay sözleşmenin haksız olarak feshine dayandığından, zarar nedeniyle sorumlu kişilerin tespiti için yapılan

(2)

teftiş incelemesi sonucu dönemin genel müdürü Ömer Bilgin ile diğer davalı Yasemin Özeskici' nin sorumlu oldukları belirlenmiştir

Taraflar arasındaki "Rücuan tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda:

Ankara 10.İş Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 10.12.2007 gün ve 2007/801 E.-825 K.

sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine. Yargıtay 9.Hukuk Dairesi'nin 10.3.2008 gün ve 1330-4316 sayılı ilamıyla;

"....Davalı şirket, davalı Ömer Bilgin'in genel müdür, davalı F.Yasemin Özkeskici' nin ise genel müdür yardımcısı olarak görev yaptıkları sırada ihale ile verilmiş bir iş konusunda müteahhit firma ile ilgili işlemleri usulüne uygun yapmamaları ve sözleşmeyi haksız olarak feshetmeleri nedeni ile müteahhidin açtığı dava sonunda ödemek zorunda kaldıkları tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesi isteğinde bulunmuştur.

Davalılar idari yargının görevli olduğunu, davanın haksız olduğunu ve zamanaşımı süresinin geçtiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Mahkemece davacı şirketin müteahhide yapılan ödeme tarihi itibariyle fiil ve failden haberdar olduğunu, ödemenin yapıldığı tarih itibariyle Borçlar Kanunu'nun 60.maddesinde belirtilen 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık mahkemenin görevli olup olmadığı, davalıların zarardan sorumluluklarının bulunup bulunmadığı ve nihayet davacı şirketin tazminat talep hakkının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktalarında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın normatif dayanakları 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 1.maddesi.

Borçlar Kanunu'nun 60, 125 ve 321 maddeleridir.

Dosya içeriğine göre Uyuşmazlık Mahkemesinin 2.7.2007 tarih ve 91-135 sayılı kararı ile davanın çözüm yerinin Adli Yargı olduğuna ve Ankara 10.İş Mahkemesince verilen 25.10.2004 gün ve 2001/373-2004/852 sayılı görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmakla görev konusundaki uyuşmazlığın çözümlenmiş olduğu anlaşılmaktadır.

Borçlar Kanunu'nun 321. maddesine göre "İşçi, taahhüt ettiği şeyi ihtimam ile ifaya mecburdur. Kasıt veya ihmal ve dikkatsizlik ile iş sahibine iras ettiği zarardan mesuldür." Davacı şirket ile davalılar arasında zarara neden olay tarihi itibariyle iş ilişkisi mevcut olup. dava sözleşmeye aykırı davranışa dayandığından Borçlar Kanunu' nun ! 25.maddesinde düzenlenen 10 yıllık zamanaşımı süresinin göz önünde bulundurulması gerekir. Sözü edilen hüküm, "Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir" kuralını öngörmüştür. Bu durumda davanın açıldığı tarih itibariyle zamanaşımı süresinin geçtiğinden söz edilemez. Kaldı ki, davacı kamu tüzel kişisi olup, bu tür tüzel kişiliklerde zamanaşımı süresi, o kuruluşun dava açmaya emir vermeye yetkili organının zarar ve sorumluluğu öğrendiği tarihten itibaren başlar. İnceleme konusu olayda, davacı şirketin Teftiş Kurulu Başkanlığınca yapılan inceleme sonucunda düzenlenen 3 1.10.2000 tarih ve 4 sav ılı rapor dava açmaya emir vermeye yetkili Genel Müdüre 6.11.2000 tarihli yazı ile bildirilmiştir. Bu durumda zamanaşımı süresinin belirtilen tarihten itibaren işletilmesi gerekir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının kusur oranlarını belirleyen bilirkişi raporu değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken ödeme tarihinden itibaren zamanaşımı süresinin geçtiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş olması hatalıdır..."

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda;

mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN :Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

(3)

Dava davalıların davacı şirketi zarara uğrattıkları iddiasıyla açılmış rücuan tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemenin, davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verdiği karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hükmü temyize davacı vekili getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Davalıların eldeki davadaki sorumluluklarını gerektirecek davranışlarının haksız eylem mi yoksa sözleşmeye aykırılık mı oluşturacağı; varılacak sonuca göre 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (B.K.) 60.maddesinde yer alan 1 yıllık sürenin mi yoksa 125. maddesindeki 10 yıllık sürenin mi dava zamanaşımı süresi olarak ele alınması gerektiği ve sonuçta da davanın yasal süre içinde açılıp açılmadığı, noktalarında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın niteliği ve davalıların sıfat ve görevleri nazara alınarak davacı vekilinin temyiz itirazları her davalı yönünden ayrı, ayrı incelenmiştir.

I) Davacı vekilinin Davalı Ömer Bilgin hakkındaki hükme yönelik temyiz itirazlarının incelemesinde:

Hukuk Genel Kurulundaki görüşme sırasında, esasa girilmeden önce. davalı Ömer Bilgin'in davacı Turban Turizm A.Ş.'de dönemin Genel Müdürü ve aynı zamanda Yönetim Kurulu Başkanı olması nedeniyle hakkında açılan sorumluluk davasına bakma görevinin Asliye Ticaret Mahkemesine mi yoksa İş Mahkemesine mi ait olduğu, ön sorun olarak incelenmiştir.

Somut olayın irdelenmesinden önce tarafların hukuki statülerinin belirlenmesinde yarar vardır.

Davalı Ömer Bilgin, davacı şirkette dönemin şirket genel müdürü ve yönetim kurulu başkanı olduğu, davalı ile davacı şirket arasında iş sözleşmesinin imzalandığı konusunda yerel mahkeme ile Yargıtay Özel Dairesi arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Diğer taraftan davacı Turban Turizm A.Ş., sermayesinin tamamı devlete aitken 4046 Sayılı Yasaya göre özelleştirme kapsamına alınmış Kamu İktisadi Teşebbüsü olup: bu şirket. Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca 2003 yılında davaya devam eden Sümer Holding A.Ş. ile birleştirilmiş ve böylece hükmi şahsiyeti sona ermiştir.

Bu aşamada Turban Turizm A.Ş.' nin aşamalar itibariyle tabi olduğu mevzuat ve hukuksal statüsünün de ortaya konulmasında yarar vardır.

Turban Turizm A.Ş. başlangıçta 233 sayılı Kamu İktisadi Teşebbüsleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) kapsamındadır. Anılan KHK. Kamu İktisadi Teşebbüslerini (KİT) İktisadi Devlet Teşekkülleri(İDT) ve Kamu İktisadi Kuruluşları (KİK) olmak üzere iki gruba ayırmıştır. Bunlardan İktisadi Devlet Teşekkülleri, sermayesinin tamamı Devlete ait olmak, iktisadi alanda ticari esaslara göre faaliyet göstermek ve hususi hukuk hükümlerine tabi bulunmak üzere:

Kamu İktisadi Kuruluşları ise. yine sermayesinin tamamı Devlete ait olmak ve tekel niteliğindeki mallar ile temel mallar ve hizmetler üretmek, pazarlamak üzere kurulmuşlardır.

233 sayılı KHK'nin 1. maddesinde İktisadi Devlet Teşekküllerinin ticaret şirketleri gibi verimlilik ve karlılık ilkeleri doğrultusunda çalışacakları vurgulanmış, sonraki hükümlerde Teşebbüslerin Kuruluş ve müesseseler biçimde teşkilatlanacakları açıklanmış. 16. maddede kurulacak müesseselerin statülerini ve unvanlarını ticaret siciline tescil ve ilan ettirecekleri, bunların özel hukuk hükümlerine tabi olacakları, sorumluluklarının sermayeleri ile sınırlı bulunduğu. Genel Muhasebe Kanunu ile İhale Kanunu hükümlerinin bunlara uygulanmayacağı. Sayıştay denetimine tabi olmadıkları hükme bağlanmıştır. Kanun koyucunun özel hukuk hükümlerine tabi tutmak suretiyle, bunların birer ticaret şirketi veya tacir olduklarını benimsediği anlaşılmaktadır (Hukuk Genel Kurulu'nun 22.3.2006 gün ve 2006/4-12 E. -95 K. sayılı ilamı). 28 Mart 1945 tarih ve 1/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da(YİBK) da, KİT'lerin özel hukuk hükümlerine tabi oldukları vurgulanmıştır.

399 sayılı KHK.' nin 1 l/a maddesinde ise. Teşebbüs ve bağlı ortaklıkların genel müdür, müessese müdürü, yönetim ve danışma kurulu veya yönetim komitesi üyeleri ile her çeşit personelinin; Teşebbüs ve bağlı ortaklıklara verilen sermayeyi ve sağlanan diğer kaynaklan verimlilik ve karlılık esaslarına göre kullanmak ve değerlendirmek hususunda gereken gayret ve basireti

(4)

göstermekle sorumlu ve yükümlü olup. görevleri ile ilgili olarak mensup oldukları teşebbüs ve bağlı ortaklığa verdikleri zarardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi olacakları vurgulanmıştır.

233 sayılı KHK'de teşebbüs genel müdür ve yönetim kurulu üyelerine karşı açılacak sorumluluk davasının ne şekilde ve kimin tarafından açılacağına ilişkin hükümler bulunmadığından, bu konuda Kararnamenin 4/2. maddesi de "Teşebbüsler, bu Kanun Hükmünde Kararname ile saklı tutulan hususlar dışında özel hukuk hükümlerine tabidir." hükmünü haiz bulunduğundan uygulanması gereken hükümlerin Türk Ticaret Kanunu' nun (TTK.) hükümleri olacaktır.

Anonim şirket ile yönetim kurulu üyesi arasındaki ilişkinin hukuki niteliği karşılaştırmalı hukukta tartışmalı olmakla beraber. Alman hukukunda sözleşme şartlarına göre vekâlet veya hizmet akdi olarak nitelendirilmekle birlikte, daha çok. hizmet akdi olduğu yönündedir. Fransız hukukunda da, bu ilişkinin bir vekâlet akdi olduğu kabul edilmiştir. İsviçre hukukunda ise vekâlet hakkındaki hükümlerin uygulanacağı kabul edilmektedir (Mimaroğlu, S. Kemal: Anonim Şirketlerde İdare Meclisi Azalarının Hukuki Mesuliyeti, Ankara 1967. s. 100).

Türk öğretisinde de bu ilişkinin vekalet akdi olduğu görüşü hâkimdir (Çamoğlu, Ersin:

Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu. İstanbul 1972. s. 102-104; Mimar oğlu, S.Kemal: a.g.e., s. 101-102).

Yargıtay, yönetim kurulu üyeleri ile şirket arasında bir hizmet akdi bulunmadığını, en azından şirket genel müdürü iken. yönetim kurulu üyeliğine seçilen kişinin hizmet akdi ilişkisinin sona erdiğini kabul etmiştir (H.G.K.' nun 5.2.2003 gün ve 2003/9-82 E.-65 K. sayılı ilamı).

Genel olarak yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu TTK.320 ve TTK. 336.maddelerine göre belirlenir. Şirket yönetim kurulu üyeleri ile şirket arasında bir vekalet akdi ilişkisi bulunduğundan, üyelerin şirkete karşı vekil gibi sorumlu olmaları doğaldır. Ayrıca TTK. 320.madde sorumluluğu yanında aynı Kanunun 336.maddesinde sayılan hallerde şirket yönetim kurulu üyeleri gerek şirkete, gerek münferit pay sahiplerine ve şirket alacaklılarına karşı müteselsil sorumlulukları vardır. Yine şirket yönetim kurulu üyeleri hakkında, anonim şirketler yönetim kurulu üyeleri gibi dava açılabilmesinin ön koşulu TTK.' nun 341.maddesi uyarınca şirket genel kurulunun karar alması şartına bağlanmıştır (H.G.K.' nun 7.11.2001 gün ve 2001/13-1026 E.-765 K. sayılı ilamı).

İlke olarak öncelikle alacağın niteliğine göre görevli yargı yeri belirlenecek ve ondan sonra görevli mahkeme işin esasına girecektir.

Bu genel açıklamalardan sonra bu uyuşmazlığın çözümünün hangi mahkemenin görev alanına girdiğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Öncelikle belirtilmelidir ki; Mahkemelerin görevlerini belirleyen usul hukuku kuralları kamu düzenine ilişkindir; görev itirazı yargılamanın her aşamasında, usul hukukuna ilişkin hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın taraflarca ileri sürülebileceği gibi davayı gören mahkeme de. bu yönde bir itiraz olmasa bile, görevli olup olmadığım kendiliğinden değerlendirmekle yükümlüdür. Her dava, usul hukukunun kamu düzenine ilişkin kurallarının gösterdiği görevli mahkeme hangisi ise onda görülmelidir.

Ticaret Mahkemelerinin iş sahası ve hangi davalara bakacağı TTK.'nun 5.maddesinde belirtilmiştir. Bu maddeye göre "Aksine hüküm olmadıkça, dava olunan şeyin değerine göre. Asliye Hukuk veya Sulh Hukuk Mahkemesi ticari davalara dahi bakmakla görevlidir. Şu kadar ki: bir yerde Ticaret Mahkemesi varsa Asliye Hukuk Mahkemesinin vazifesi içinde bulunan ve bu kanunun 4. ncü maddesi hükmünce ticari sayılan davalarla, hususi hükümler uyarınca Ticaret Mahkemesinde görülecek diğer işlere Ticaret Mahkemesinde bakılır." hükmünü getirmiştir.

Bu maddeye göre "TTK. 21. maddesinin birinci fıkrası gereğince her iki taraf için ticari sayılan hususlardan doğan hukuk davaları ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın: Bu kanunda (TTK.'da); Medeni Kanun'un Rehin Mukabilinde İkraz ile Meşgul Olanlar Hakkındaki 876 ila 883.maddelerinde; Borçlar Kanunu'nun bir işletmenin satılması veya diğeriyle birleştirilmesi hakkındaki 179 ve 180, Rekabet Memnuiyetine dair 348 ve 352. Neşir Muhavelesi Hakkındaki 372 ila 385. İtibar Mektubu ve İtibar Emri hakkındaki 399 ile 403. Komisyona dair 416 ila 429. Ticari Mümessiller ve Diğer Ticari Vekiller hakkındaki 449 ila 456, Havale hakkındaki 457 ila 462, Vedia hakkındaki 463 ila 482 maddelerinde; Alameti Farika, İhtira Beratı ve Telif Hakkına Müteallik Mevzuatta; Bu kanunun 135.maddesinde yazılı ticarete mahsus yerler hakkındaki hususi hükümlerde;

(5)

Bankalar ve Ödünç Para Verme İşleri Kanunlarında tanzim olunan, hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılır.

Kanunda sayılan bu davalara mutlak ticari dava denilir. Kanunda gösterilen bu ticari davalar dışında tarafların sıfatına ve uyuşmazlık ticari işletmeye ilişkin bulunmasa bile 1163 sayılı Yasanın 99.maddesi Ticari İşletme Rehni Kanunu'nun 22.maddesi. 3226 sayılı Kanunun 31.. İİK.'nun 154, 182, 296.maddelerinden doğan davalar da mutlak ticari dava sayılmaktadır.

Mutlak Ticari davalar yanında Nisbi Ticari davalar da mevcuttur. Bir davanın Nisbi Ticari dava sayılabilmesi için her iki tarafın tacir olması ve uyuşmazlığın her iki tarafın ticari işletmesi ile ilgili olması ve her iki unsurun birlikte bulunması gerekmektedir.

Diğer taraftan, iş mahkemelerinin görev alanına gelince;

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1.maddesi ve 29/6/1960 gün 1960/13-15 sayılı YİBK.'da; İş Mahkemelerinin, işçi sayılan kimselerle (Kanunun değiştirilen 2.nci maddesinin C. D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıkların bu mahkemelerde çözümleneceği açıklanmıştır.Bu mahkemeler ayrıca, 5018 Sayılı Kanunun 4/E fıkrasına göre sendikaların açacakları ve bu sıfatla aleyhine açılacak hukuk davalarına İşçi Sigortaları Kurumu ile Sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara bakacaktır. Özel Kanunlardaki özel düzenlemeler nedeniyle 2821 sayılı Sendikalar Kanunu, Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu. 854 sayılı Deniz İş Kanunu. 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu'ndan doğan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde çözümlenir.

5521 Sayılı Kanun uyarınca bir uyuşmazlığın İş Mahkemesinde görülebilmesi için işçi sayılan kişilerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlığın bulunması gerekir.

Nitekim Hukuk Genel Kurulu’ nun 7.11.2001 gün ve 2001/13-1026 E.-765 K.: 5.2.2003 gün ve 2003/9-82 E.-65 K. sayılı ilamlarında da, yukarıda görevli mahkeme ilgili olarak yapılan açıklamalar ve ortaya konulan ilkeler aynen benimsenmiştir.

Somut olaya gelince;

Davanın, davacı Turban Turizm İşletmeleri A.Ş. ile dava dışı Serdar İnşaat San. ve Tic. A.Ş.

arasında 5.8.1993 tarihinde imzalanan Turban Kuşadası Marina'da Yapılarak İşletilecek Akaryakıt İstasyonu ve Müştemilatına Ait Kira Sözleşmesinin daha sonra haksız olarak feshedilmesi nedeniyle davacı şirketin genel müdürü ve yönetim kurulu başkanı Ömer Bilgin'in sözleşmenin imzalanmasında gerekli özeni göstermeyerek şirketi zarara uğrattığı ve TTK.'nun 336. maddesi gereğince sorumlu olması gerektiği iddiasıyla açıldığı belirgindir.

Yönetim kurulu üyesinin sorumluluğu TTK.'da özel olarak düzenlenmiştir. O halde TTK.

4/1. madde uyarınca mutlak ticari davadır. TTK. 5'nci maddesi uyarınca bu davalara o yerde Ticaret Mahkemesi varsa, bu mahkemenin bakması yasa buyruğudur.

Bu haliyle uyuşmazlık, TTK.'nun 336 vd. maddelerinde gösterilen yönetim kurulu üyesinin sorumluluğundan kaynaklanmakta olup. davalı Ömer Bilgin ile onu çalıştıran şirket arasındaki hizmet akdinden, ya da İş Kanunundan kaynaklanmamaktadır.

O halde, hizmet akdinden doğan bir hak uyuşmazlığı niteliğinde olmayan eldeki davanın İş Mahkemelerinde görülemeyeceği açıktır.

Bu durumda, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında eldeki davaya Ticaret Mahkemesinde bakılması ve İş mahkemesinin görevsizlik kararı vermesi gerekirken, yerel mahkemenin kendisinin görevli olduğunu kabulle işin esasını inceleyip sonuca varması usul ve yasaya aykırıdır.

Direnme kararı yukarıda belirtilen değişik gerekçe ile bozulmalıdır.

II) Davacı vekilinin. Davalı F. Yasemin Özeskici' ye ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Davalı F.Yasemin Özkeskici hakkındaki dava; davalının, davacı şirkette dönemin Hukuk Baş müşaviri olarak görev yaptığı sırada ihale ile verilmiş bir iş konusunda müteahhit firma ile ilgili işlemleri usulüne uygun yapmadığı ve sözleşmeyi haksız olarak feshettiği: bunun sonucu olarak dava

(6)

dışı müteahhidin açtığı dava sonunda davacı şirketin, tazminat ödemek zorunda kaldığı iddiasıyla açılmış ve ödenen tazminatın davalıdan tahsili istenmiştir.

Yerel mahkeme, davayı rücuan alacak davası olarak nitelendirip, davalı hakkındaki alacağın zamanaşımı süresinin B.K.'nun 60.maddesi kapsamında bir (1) yıllık süreye tabi olduğunu ve sorumluluğunu da haksız eyleme dayandırmış ve gerek önceki kararını, gerekse direnme hükmünü bu gerekçe üzerine kurmuştur.

Mahkemenin bu gerekçesi çerçevesinde değerlendirme yapıldığında:

B.K.'nun zamanaşımını düzenleyen 60. maddesinde:

"Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyla nakdi bir meblâğ tediyesine müteallik dava mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ıttılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz. Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun ve müruru zamana tâbi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsî davaya da o müruru zaman tatbik olunur."

hükmü yer almaktadır.

Anılan maddede haksız fiillerle ilgili üç tür zamanaşımı öngörülmektedir. Bunlar, bir yıllık kısa zamanaşımı; on yıllık uzun zamanaşımı ile olağanüstü nitelikteki ceza zamanaşımıdır.

Haksız fiil nedeniyle tazminat alacakları bir yıllık kısa zamanaşımına tabi tutulmuş olup. bu süre "mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ıttıla tarihinden itibaren" işlemeye başlayacaktır.

Zamanaşımı süresinin başlaması için zarar görenin hem zararı, hem de failini öğrenmesi gerekmektedir. Bunlardan sadece birinin öğrenilmesi kısa zamanaşımı süresinin işlemesi için yeterli değildir.

Gerek uygulamada gerekse bilimsel görüşlerde de bir senelik zamanaşımının zarara ve faile ıttıladan itibaren işlemeye başlayacağı kabul edilmektedir (Hukuk Genel Kurulu'nun 22.10.2003 gün ve 2003/4-603 E.-594 K; 16.02.2005 gün ve 2004/4-764 E.-2005/75 K: 12.07.2006 gün ve 2006/4518 E.-526 K.;06.12.2006 gün ve 2006/7-764 E.-772 K: 17.09.2008 gün ve 2008/4-558 E.-547 K. sayılı ilamları; Tandoğan, Haluk: Türk Mesuliyet Hukuku. Ankara 1961. s.356: Oğuzman, M.Kemal/Öz, Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1995, s.516. 517; Eren, Fikret: Borçlar Hukuku Genel Hükümler. İstanbul 2009, s. 1237).

Zarar, zarar verici fiil veya olayın zarar görenin hukuki varlık ve değerleri üzerindeki olumsuz etki ve sonuçlan olarak tanımlanabilir. Zamanaşımının işlemeye başlaması için zararın öğrenilmesinden amaç, zarar verici olayı değil, zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında dava açmaya, bu davayı objektif şekilde desteklemeye ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli, yeterli hak ve koşulların öğrenilmesi demektir. Bunlar öğrenilmedikçe, zarar gören dava yoluyla talep edebileceği tazminatın sebep ve şartlarını değerlendiremez. Zarar veya zarar verici fiil devam ettiği sürece zarar görenin zararı öğrendiği kabul edilemez. Zarar görenin tüzel kişi olması durumunda zamanaşımı tüzel kişinin dava açmaya emir vermeye yetkili organının, başka bir deyişle, o makamı işgal eden kişi yada kurulun durum hakkında bilgilenmesi ile başlar (H.G.K.'nun 06.12.2006 gün ve 2006/7-764 E.-772 K. sayılı ilamı).

B.K.' nun 125.maddesindeki '" bu kanunda başka suretle bir hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir" hükmündeki (her dava) sözcüklerini "bütün alacaklar" şeklinde anlamak gerekir (H.G.K.'nun 05.05.2010 gün ve 2010/8-231 E.- 255 K. sayılı ilamı).

Diğer taraftan, haksız fiil ve sözleşme sorumluluğuna ilişkin ayrıma da değinmekte yarar vardır.

Güvenin ve maddi kazanç beklentisinin sarsılması yüzünden karşılaşılan saf malvarlığı zararı haksız fiil uyarınca tazmin ettirilmez. Olsa, olsa sözleşmeye aykırılık çerçevesinde tazmin ettirilir.

Dürüstlüğe aykırı davranışlarla başkasının maddi çıkarının ihlali, özel davranış kuralları (hile, tehdit, gabin ve haksız rekabet yasaklan) bir yana, kural olarak, B.K.'nun 41/1 'in koruma alanı dışında kalır. Sözleşme görüşmelerini gereksiz yere kesme, sözleşmenin geçersizliğine yol açma, eksik ve yanlış bilgiler ve öğütler verme genelde haksız fiil sayılmaz. Ola ki kişi "ahlaka mugayir bir fiil ile başkasının zarara uğramasına bilerek sebebiyet versin" (B.K.'nun 41/2). Böylesine nitelikli, özel bir kastın varlığını kanıtlamak ise hemen, hemen olanaksızdır. Bu gibi ihlallerin hesabını görmek daha çok sözleşme hukukunun işidir.

(7)

Sözleşme ilişkisinde belirli taraflar arasında özel yoğunlukta gönüllü bir güven bağlılığı söz konusudur. Oysa haksız fiilde fiille mağdur arasında gönülsüz, rastlantısal ve yüzeysel bir ilişki kurulur; mağdurun zarara uğratılmama konusundaki güveni herkesten beklenen soyut ve genel bir güven düzeyinde kalır (Kocayusufpaşaoğlu/ Hatemi/ Serozan/ Arpacı; Borçlar Hukuku -Genel Bölüm- Cilt III, İstanbul 2009, s.287).

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde: Davalı, davacı şirketin hukuk müşavirliğinde avukat olarak işe başlamış, daha sonra ise Hukuk Baş müşavirliğine ataması yapılarak terfi ettirilmiştir. Bu arada, yapılan atama ile de, davalıya şirket yönetim kurulu kararı ile birinci derecede imza yetkisi tanınmıştır.

Ayrıca, davalı işe ilk girdiğinde davacı şirket tarafından sigortalı işe giriş bildirgesi düzenlenip, ilgili sigorta kurumuna bildirim yapılmıştır.

Davacı Turban Turizm İşletmeleri A.Ş. ile dava dışı Serdar İnşaat San. ve Tic. A.Ş. arasında 5.8.1993 tarihinde Turban Kuşadası Marina'da Yapılarak İşletilecek Akaryakıt İstasyonu ve Müştemilatına Ait Kira Sözleşmesi imzalanmıştır.

Eldeki dava ile sözleşmenin bu davalı tarafından gerekli özen gösterilmeden 15.06.1994 tarihinde haksız olarak feshedilmesi nedeni ile şirketi zarara uğrattığı iddia edilmiştir.

Görüldüğü üzere, davacı şirket ile davalı arasındaki ilişki sıradan olmaktan uzaktır. Bu ilişki yukarıda da belirtildiği üzere, yoğun bir güven ve bağlılığa dayanmaktadır.

Davalının terfi ettirilerek Hukuk Baş müşavirliğine getirilmesi ve birinci derecede imza yetkisinin tanınmış olması, taraflar arasındaki yoğun güven ve bağlılığın da bir göstergesidir.

Davacı şirket ile davalı arasında zarara neden olay tarihi itibariyle iş ilişkisi mevcut olup.

dava iş sözleşmesine aykırı davranışa dayanmaktadır.

O halde, davalının sorumluluğunun sözleşmeye dayanması nedeniyle hakkında açılan alacak davasında B.K.'nun 125.maddesindeki on (10) yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.

Zarara neden olan olay sözleşmenin haksız olarak feshine dayandığından, zarar nedeniyle sorumlu kişilerin tespiti için yapılan teftiş incelemesi sonucu dönemin genel müdürü Ömer Bilgin ile diğer davalı Yasemin Özeskici' nin sorumlu oldukları belirlenmiştir.

Davacı şirket bir tüzel kişi olması nedeniyle, söz konusu müfettiş raporunun dava açmaya yetkili olan genel müdüre 08.11.2000 tarihinde sunulmasıyla şirketin zarar ve faili bu tarihte öğrendiğinin ve zamanaşımı süresinin de bu tarihte başladığının kabulü gerekir.

Şu durumda, eldeki davanın 19.12.2000 tarihinde açıldığı gözetildiğinde, zamanaşımı süresi geçmemiştir.

Bir an için tersi kabul edilse bile yani yerel mahkemenin davalının sorumluluğunun haksız fiile dayalı olduğu varsayımında dahi, davanın zamanaşımına uğramadan süresinde açıldığı görülmektedir. Zira davacı şirket haksız fiil sorumluluğunda uygulanabilecek olan B.K.'nun 60.maddesindeki kısa bir (1) yıllık zamanaşımı süresini, zararı ve faili yukarıda belirtilen tarihte öğrenmiş olmakla eldeki dava süresindedir.

Hal böyle iken, davanın süresinde açıldığına işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, yerel mahkemece zamanaşımı nedeniyle davanın reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının;

1) Davalı Ömer Bilgin'e ilişkin bölümünün; yukarıda belirtilen (I) nolu bentte açıklanan nedenlerden dolayı değişik gerekçeyle H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA.

2) Davalı Yasemin Ozeskici'ye ilişkin bölümünün de Özel Daire bozma kararında ve yukarıda belirtilen (II) nolu bentte açıklanan nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 07.07.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Referanslar

Benzer Belgeler

a) Mesleki risklerin önlenmesi eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve

İşçiye, garanti ücrete ilaveten, bahşiş, parça başına, satışa, sefer başına ya da kilometreye bağlı olarak prim ödemesi usulünün öngörüldüğü çalışma

maddenin (ı) bendinde ise, Kamu idarelerinde ve Kanunun ek 5 inci maddesi kapsamında sayılanlar hariç olmak üzere, tarım işlerinde veya orman işlerinde hizmet

Đşyeri tanımında ‘işkolu kodu’ diye adlandırılan saha Ekim 2008 itibariyle kalktı. Bunun yerine ‘Nace kodu’ denen yeni bir kod kullanılmaya başlandı. Bu yeni Nace

Net sarkan tutar brütleştirme yapıldığında, Ek Yardım netine 75,54 ve brütü alanına hesaplanan brüt ücret getirilmektedir. Böylece ücretlinin net ödeneceğine, net

ÖZETİ işçinin asıl işverenden alınan iş kapsamında ve değişen alt işverenlere ait işyerinde ara vermeden çalışması halinde, işyeri devri kurallarına

Buradan, işverenin, işçilerin sağlığını koruma ve iş güvenliğine ilişkin mevzuatın kendisine yüklediği, objektif olarak mümkün olan tüm tedbirleri

pazarlama ve satışlarının davacı ve onun gibi dağıtım kanallarında yer alan ajanların aktivitesine bağlı olarak şekillendirildiği, ibraz edilen kayıtlan: göre, ev