TARİH
M E C M U A S !
Türk, çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük
i.işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
Atatürk K
Bu Sayıda Neler Var
4 Edebiyatta Gençlik Hâtıraları Ş e v k e t R ado 11 Son Osmanlı Veliahdı ve Son H a life : i
Abdülmecid Efendi M id h a t S e rto ğ lu
20 Osmanlı Şehzâdelerinin Hazin Romanı A d n a n G iz
28 Yüzyıllar Boyunca İstanbul Yangınları G ü n v a r O tm a n b ö lü k 36 OsmanlIların Menşe'i Kayı Boyu mu? E rd o ğ a n F. K o ya ş 43 Fuad Paşa Niçin Sürgün Edildi? — T a h s in Paşa 46 Büyük Selçuklu Devletinin Kuruluşu
ve Malazgird Meydan Savaşı M ü n ir S ire r
54 Ölüm Tüccarı S ezen O n g a n
63 Dramalı Haşan Haydar Paşa'nın Hâtıraları S e n ih a S a m i M o ra li
68 Alger Hiss Dâvası R ic h a rd M. N ix o n
73 Halife M e’mun ve Dünya Çevresinin
Ölçülmesi A li S üh a
75 İnönü Zaferleri N a il U ç a r
80 Çarlık Rusyasından Hâtıralar  li C a n m a n 88 Kanunî Sultan Süleyman'ın Sütkardeşi
Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi N e zih Uzel 92 Yüzyıllar Boyunca Tersanelerimiz B a h ri S. N o ya n
96 Tarih Postası ★
Kapak: B ir İs ta n b u l Y a n g ın ı.
' ¿/A ' , , , ' v
QBa T A R İH
M E C M U A S ı
Aylık K ültür Mecmuası
1 Haziran 1978 Sayı: 6
Yıl: 14 Cilt: 1 Sıra No: 162
★
★
İMTİYAZ SAHİBİ ve YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
Şevket RADO
İDARE YERİ VE ABONE : Divanyolu Türbedar Sok. No: 22
İstanbul / Tel. : 22 52 50 Dizgi: Işık Matbaası, Çatalçeşme Sok.
Emir Han No: 7 Cağaloğlu Baskı: ören Basımevi Piyerloti Cad. No: 26-28 - İstanbul
f 7?bc,ibot>
Edebiyatta „ Gençlik Ş
Hâtıraları
Şevket Radp vılında şiir yazm aya, başladım . O zam an L isenin onu n cu sı
nıfında idim . N u ru llah Ataç F ransızca hocam ızdı. S ınıfa gelince, tah tay a iki Fransızca cüm le yazarak, «Bunu T ürk- çeve çevirin» derdi. K endisi de o tu ru r, Son P osta gazetesine m akalesini ya
zardı. A rada b ir kalem ini b ıra k ır, şiir üzerine, edebiyat üzerine k o n u şu r, ko
n u şu rd u .
Nurullah Ataç.
N u ru llah Ataç, d ah a o za m an lar es
k ilerin h ay ran lık la bağlı o ld u k ları Ab- d ü lh ak H a m id ’le a rk ad aşların ın , ger
çek m ân asın d a şair olm ad ık ların ı, «He
ceciler» diye tan ın an şa irle rin de m an zum elerinin lâfla rd an ib are t olduğunu söyler, yeni nesilleri edebî zevk b ak ı
m ın d an u yarm ağa çalışırdı. «Şiirleri kendiniz o ku y u n , başkalarının beğen
d ikleri şairleri değil, ken d i beğendiği
niz şairleri sevin» diye telk in lerd e b u lu n u rd u . B u n ları hem sın ıfta öğrenci
lerin e söylüyor, hem de gazetelerde, m ecm u a la rd a yazıyordu N urullah Ataç.
Ahm et H aşim , Y ahya Kem al, Necip Fa
zıl onca iyi şairlerdi. B ir de Ahm et H am di T a n p ın a r’ı beğeniyordu, o ka
dar.
Tabiî biz de 1933’den itib a re n N u ru l
lah A taç’ın h avasına girdik. O nun gös
terdiği yoldan giderek on u n zevkini benim sedik. Böylece aynı şairleri se
ven in san lar olduk. Benim o zam an, soyadı k an u n u henüz çıkm adığı için b ab a m ın adiyle «Şevket H ıfzı» imzasiy- le yazdığım şiirleri N u ru llah Ataç be
ğeniyordu; h a ttâ h ak k ım d a «yeni bir şair» diye b ir iki yazı da yazm ıştı. Fık
ra la rın d a ad ım sık sık geçer o lm uştu.
Yine o yıl, yani 1933’de A nkara’da V arlık m ecm uası çıkm aya başlam ıştı.
Allah ra h m e t eylesin, m u h a rrir N ahit S ırrı Ö rik ile Y aşar N abi o rta k la şa V arlık m ecm uasını çıkarm aya başla-
m ışlardı. M aarif V ekâleti terc ü m e bü ro su n d a çalışan N a h it S ırrı Ö rik, dev
rin m ühim m u h a rrirle rin d e n biri idi.
O sm anlı İm p arato rlu ğ u m u n son yılla
rın d a k i İsta n b u l hayatı, çöküş devri in san ların ın ru h halleri, k o n ak lard a ve y alılard ak i yaşam a düzeni ile ö rf ve â d e tle r öğrenilm ek istendiği zam an, m u h a k k a k ki A bdülhak Ş inasi H isar ile N a h it S ırrı Ö rik ’in k ita p la rın d a n öğ
ren ilecek tir. İş te b u N a h it S ırrı, a ra d a b ir İs ta n b u l’a gelir, zam anın genç şa ir
lerin i dolaşır, o n ları pohpohlayarak, b in b ir dil dökerek, am a m ü m k ü n ol
duğu k a d a r p a ra verm em eye ça lışarak şiirlerin i alır, V arlık m ecm uasına gön
derird i. İlk şiirlerim iz ve benim so n ra
d an b iri ta ra fın d a n çalınan «K ördü
ğüm » adlı şiirim V arlık m ecm uasının üçüncü sayısında çıkm ıştı. Pek kıym et
li şairim iz C ahit S ıtkı T arancı ile de 1933’de, yılın so n u n a d oğru tan ışm ış
tım . O zam anın en iyi m ecm uası olan M uhit m ecm uasında çıkan şiirlerin i pek beğeniyordum . B enim de aynı m ecm u
ad a şiirlerim çıkıyordu.
CAHİT SITKI'YLA ARKADAŞLIĞIM Ben Akşam gazetesinde ça lışm ak ta idim . F ık ra m u h a rrirliğ i yapıyordum . H a ttâ M uhit m ecm uasına b ir m ek tu p yazarak, C ahit S ıtkı'yı şiirlerin d en do
layı te b rik etm iştim . B ir gün, b ir de b a k tım C ahit S ıtk ı’d an b ir m ek tu p gel
m iş, ben im le tan ışm ak istediğini yazı
yordu. M u h it’te çıkan b irk a ç şiirim ez
b erin d e idi; m ek tu b u n d a: «B ütün öz
led iklerim benden ayrı yaşıyor» veya
«Öpüp kokladığım ız gölgeler geçip gi
der» m ısraların ın şairi benim için çok azizdir» diyordu. C ahit S ıtkı o zam an
la r genç şa irle rin b u lu ştu k la rı, İstik lâl C addesindeki «Moskova» pastahane- sinde —ki o sıra la rd a ism i değ iştiril
m iş, Y eşilyurt o lm u ştu — b ir cum a gü
n ü sa a t a ltıd a rand ev u veriyordu. B ir
birim izi nasıl tanıyacağım ız m eselesini d e m e k tu p ta şöyle halled iy o rd u Cahit
Sıtkı: «B urnum daki ve alnım daki Di
y a rb a k ır çıb an la rın d an olduğu k a d a r yak am d ak i M ülkiye ro zetin d en de b e
ni tanıyabilirsiniz» diyordu.
O gün, o p astah a n ed e h ay a tım d a ta nıdığım en lâtif, en ta tlı ad am la b u lu ş
m uş oldum . S anki çok tan b eri ahbab- m ışız gibi o n u n la p asta h a n e n in kapısı önünde sarm aş dolaş olduk. D ostluğu
muz, zavallı C ahid’in o y ü re k le r acısı ölüm üne k a d a r sürd ü .
S o n ra C ahit S ıtkı b an a Ziya O sm an’ı ta n ıttı. Ziya, «Yedi M eşaleciler»\e o r
tay a atılm ıştı ve içlerinde gerçekten şa ir olan yalnız o idi. Ziya O sm an ka
d a r nazik, h assas, çekingen, ü rk e k b ir şa ir h erh ald e dünyaya b ir daha gelm e
m iş olm alıdır. B ir kız gibi, y a h u t o za
m an ın bazı kızları gibi diyelim , m ah cuptu. K ahvede o tu rm ay a bile u ta n ır
dı. B ayezit’teki K üllük K ahvesine onu zo rla g ö tü rü rd ü k . Ama d erd i gücü şi
ir yazm aktı.
Z aten hangim izin d erd i gücü şiir yazm ak değildi ki? C ahit’le şiird en b aş
ka b ir m evzuu k onuşm ak hem en he
m en m üm k ü n değildi. E ğer âşık oldu
ğunuzdan bahsedecek olursanız, ancak o zam an C ahit b u bahsi m uhabbetle karşılar, kendi aşk ların d an , yengem iz
den bahsederdi.
AHMET MUHİP VE ZİYA OSMAN D erken C ahit beni Ahm et M uhip Dra- n a s ’la ta n ıştırd ı. M uhip genç, tığ gibi d ed ik leri cin sten güzel b ir delikanlı idi o zam an. îlk , am a hay atın ın en güzel şiirlerin i yazıyordu. C ahit S ıtkı, Ziya O sm an, A hm et M uhip, dörd ü m ü z de b irb irim izin şiirlerin i seviyorduk. B u lu ş u r buluşm az, hepim iz ya hâfızala- rın d an ya ceplerinden şiirle r d ö k ü lü r
dü. C ahit S ıtkı b ilh assa Ziya O sm an’ın şiirlerin i tash ih etm eye: «Şöyle söyle
sen daha iyi o lu rd u » dem eye bayılırdı.
N itekim «Ziya'ya m e k tu p la r»m da bu, açık açık görü lü r. O m ek tu p ların he
m en hepsi «Şevket'e selâm» diye b ite r ki, b u bizim Ziya ile H u k u k Fakülte-
si'n d e okum am ızdan, so n ra b e ra b e r yedeksubaya, o rd u y a çıkınca da yine b e ra b e r aynı kıtaya, h a ttâ aynı ta b u ra düşm em izden ileri gelir.
1933 - 1934 yılları, T ü rk edebiyatına hececilerden so n ra yeni b ir şair nesli
n in geldiğini h a b e r veren yıllard ır. Ta
biî o zam anın şairleri d ö rt kişiden iba
re t değildi. Ama a ra d a n k ırk yıl geç
tik te n so n ra k ala kala C ahit S ıtk ı’nın, A hm et M uhib'in ve Ziya O sm an’ın isim leri kalm ıştır. Ben 1941’den so n ra şii
ri b ırak ıp b aşk a işlere daldığım için, o n ların a ra sın d a n çıkm ış b u lu n u y o r
dum . Ama dediğim gibi 1933 - 1934 yıl
ları, h a tta 1936’ya k a d a r T ü rk edebiya
tının yeni isim leri b u n lard ı. B izler şa
ir o larak «Poésie Pure» ta ra fta rı idik.
H epim iz sa f şiir peşin d e koşuyorduk.
F ransız şairlerin d en V erlaine’i, Rim- bauö'yu, B au d ela ire’i seviyorduk.
Ziya O sm an m eyhaneye değil, kahve
ye bile gelm ediğinden ak şa m la rı bizim le b e ra b e r olam ıyordu. Z aten karısı h a sta idi (B ir zihin hastalığı) ve o yüz
den çok bah tsız b ir adam dı. Çoğu za
m an, C ahit ve M uhip’le ak şa m la rı İs
tiklâl C addesi’nin yan so k ak ların d ak i b ir m eyhanede —Adı A frika idi— b u lu şu r, geç v ak itlere k a d a r şiirden b ah seder, güzellik p eşinde k oşardık. Çok gençtik, şiird en b aşk a hiç b ir şey bize cazip görü n m ü y o rd u . Yalnız şiir m e
selelerini h alletm ek istiyorduk. H a ttâ D ostoyevski’n in b ir ro m a n ın d a y e r alan k a h ra m a n la rın d a n b irin in b ir sözü v a r
dı ki, d u d ak larım ızd an hiç düşm ezdi.
C oştuğum uz za m a n lar n u tu k söyler gi
bi:
— B iz m ilyonlar istem iyo ru z, sade
ce birkaç suale cevap istiyoruz! derdik.
ANKARA'YA GİDİŞ
O zam anın şa irle rin in hali bu idi iş
te. B au d ela ire’den, R im b a u d ’dan, Ver- lain e’den m ısra la r okuyarak, onlarınki k ad a r güzel şiirle r söylem eye h a sre t çekerek yaşard ık . B ilhassa B audelaire'
Ahmet Muhip Dranas.
in «Baricon» adlı şiirin i ko ro halinde okuduğum uz o lurdu.
1935 yılını böyle tu ttu k . F ak at dertli giriy o rd u k 1935 yılm a. A hm et M uhip, E debiyat F akültesine gidiyordu, onun m ek teb e pek aldırd ığ ı yoktu. Ama Ca
h it’in bab ası te h d it eden m e k tu p la r yazarak M ülkiyeyi bitirem ezse gönder
diği parayı keseceğini söylem eye ka
d a r işi götü rü y o r, zavallı C ahit kan ağ
lıyordu.
C ahit S ıtkı annesini çok severdi.
O nun çok ü zü ldüğünü söyledikleri za
m an C ahit’in gözlerinden inci gibi yaş
la r d ö küldüğünü iyi h atırlıy o ru m . Ama C ahit yine de şiiri bırak am ıy o rd u . On
dan vazgeçm esine im kân yoktu.
M ülkiyede P ro fesö r S ıddık Sam i ikinci defa C ah it’i sın ıfta b ırak tı. H u
k u k ta da b en yine o n d an sın ıfta kal
dım . Beni de ra h m e tli annem H ukuku b itirm e m için zorluyor, gece geç vakit eve, T ak sim ’den H aliç F en eri’ne C ahit’
le p erişan b ir halde, m eteliksiz olduğu
m uz için y ürüyerek, H aliç’i sandalla geçip döndüğüm üzü gördükçe üzülü
yor, C ahit’i çok sevdiği için o n a b ir şey
söylem iyor, am a beni H u kuku m u tla ka b itirm em lâzım m ış gibi zorluyordu.
İşte ben o zam an, yani 1935’te bu baskıya dayanam adım . A kşam gazete
sinin A nkara m u habirliğine talip olup A nkara'ya gittim . A nkara H ukuk Fa
k ü ltesin e yazıldım ve o ra d a im tih an vererek ikinci sınıfa geçtim . Zavallı C ahit bu n u yapam adı, İs ta n b u l’dan ay
rılam am ıştı.
A nkara edebiyat dünyası o sıralard a b ü sb ü tü n b aşk a tü rlü idi. O günün An- karası A ta tü rk ’ün A nkarasıydı. Ş eh ir yeni yeni to p arla n m a y a çalışıyordu.
Y ollara akasya ağaçları dikiliyor, b u n ları tu ttu rm a k için h e r b irin e çocuklar gibi bakılıyordu. Ama yine cılız ağaç
la r şehriydi A nkara. Ulus m eydanından Y enişehir’e giderken, yoldaki ağaçları elim le kavrayıp b ire r b ire r sarsa rd ım da «Bu ne biçim şehir, b en im sarsama- yacağım tek ağacı y o k b u şehrin!» d e r
dim. İsta n b u l’daki ulu ç ın a rla r gözü
m ün önüne geldikçe ağlam aklı o lu r
dum .
ANKARA'DA YENİ BİR EDEBİYATÇILAR MUHİTİ
A n k ara’da, dediğim gibi, V arlık m ec
m uası çıkıyor, yeni neslin edebiyatını o tem sil ediyordu. E d eb iy atçılar h e r a k şa m ü stü Ulus m eydanındaki İs ta n bul p astah a n esin d e toplanıyorlardı.
B unların a ra sın d a A hm et K utsi Tecer, N ecip Fazıl K ısakürek, Y aşar N abi Na- yır, N ahit S ırrı ö rik , S a b a h a ttin Âli, S ad ri E rtem , F erid u n Fazıl, S am et Ağa- oğlu ve daha birço k edebiyatçı vardı.
R essam Saip ile ressam M alik Aksel de o n ların a ra sın d a idiler. O zam anlar, so n ra d an Devlet B akanı o lan M uslih F er de şa ir geçiniyordu. D aha doğrusu yarı şair, yarı filozof b ir havası vardı.
O devirde h erkese iyim serlik telkin e t
m ek istiyor, h e r şeyi b u pem be gözlük
le görüp ta rif etm eye kalkıyordu.
B ir gün «İy im se r bir görüşle şu ö lü m ü tarif et bakalım !» dedim . Haki-
m âne b ir bak ışla yüzüm e d o ğ ru p a r
m ağını u zattı:
«Ölüm, şakulî hayattan uf kî hayata geçm ektir!» dedi. Y ani ölüm ü, b ugün
kü tâb irle, dikey h a y a tta n yatay haya
ta geçm ek diye ta rif ediyordu.
A nkara’da yeni tan ıştığ ım b u edebi
y atçılarla düşüp kalkıyordum . H e r b i
ri b aşk a b ir âlem di. B unların içinde en h arek etlisi N ecip Fazıl’dı şüphesiz.
H a rek etli h ayatı yüzünün b ir tik yü
zünden biteviye oynam asından b aşlı
yordu. B üyük şairliğine toz k o n d u rm u yor, ayrıca asil b ir adam olduğunu, kendisinin K ısakürek h anedanı içinde P rens ünvanm a sahip b u lu n d u ğ u n u id
dia ediyordu. Biz de b u n u itiraz etm e
den kabulleniyor, İsta n b u l p a sta h a n e sinde ona P rens diye sesleniyorduk.
P rens aşağı, P rens y u k arı, d erk en b ir gün N ecip Fazıl ile g arson a ra sın d a he
sap g ö rd ü k leri sıra d a ih tilâ f çıktı. Ne
cip kendisine 2,5 liralık b ir kazık atıl
dığını iddia ediyordu. G arson ise iddi
ayı şiddetle re d d etm ek te idi. H a ttâ b ir a ra lık garson:
— D urun beyler, d e fte rim i getire
yim de görün, dedi. G itti, d efterin i ge
tird i, N ecip'e ait sayfayı açtı: «İşte Prensin hesabı» dedi. «B akın okuyun!»
O zam an hepim iz b ire r k ah k a h a a t
tık. G ülm ekten kırılıy o rd u h erkes. G ar
son, N ecip'in hesabını tu ta rk e n d efte
re «Prensin hesabı» diye yazm ıştı.
— A yıp sana Necip, dedim . Bir Prens 2,5 lira için m esele çıkarır m ı? Sana ya kışır m ı bu?
Necip: «H akkınız var,» dedi. Cebin
den y irm i lira çık arıp g arso n a verdi:
«Hesabı iyi tu tm u şsu n , işte bu da Pren
sin bahşişi!» dedi. «U nutm a! Prens ve
rince böyle bahşiş verir...»
H a k ik a te n o zam an 2,5 lira m ü th iş b ir p a ra idi. G arsonun gönlünü alm a
ya yetm işti de a rtm ıştı bile.
«AĞAÇ» MECMUASI
Ben A n k ara’da 1935’te b ir ta ra fta n
A kşam gazetesinin m uh ab irliğ in i yapı
yor, b ir ta ra fta n ed eb iy atçılarla düşüp kalkıyordum . E d eb iy a tç ıla r ak şa m ü stü İsta n b u l p astah a n esin d ek i sohbeti, ha
va k a ra rın c a civardaki Ş ü k ran lo k an ta
sına n aklederek o ra d a devam e ttirir
lerdi. B u rad a k i m a sra fla rı da çoğu za
m an, M atb u at U m um M üdürlüğünde m em leket m asası şefi olan, devrin hi- kâyecisi S ad ri E rte m g ö rü rd ü . E n p a
ralı edebiyatçı o idi. B inaenaleyh e tra fında h ay ran ları vardı.
Z aten h erk es o devrede b irb irle rin i m eth ed e rek «İstik b a lin en b ü yü k şairi
nin önünde saygı ile eğ iliyorum » gibi m übalağalı iltifa tla r sa v u ra ra k yarı şa
ka, yarı ciddî b ir pohp o h lam a havası içinde idi. H er ne k a d a r b u şaka ola
ra k yapılıyorsa da, h erk es kendisinin ed e b iy a tta m ühim b ir adam olduğuna da içinden inanıyordu. Bu da boş b ir inanç değildi tabiî. N itekim , şu yuka
rıd a ad larım saydığım kim seler, bugün de T ü rk ed ebiyatında ad ları u n u tu l
m u şla r a ra sın a k arışm am ış kim seler o larak d u rm u y o rla r m ı?
1936’da N ecip Fazıl’la b e ra b e r m eş
h u r «Ağaç» m ecm uasını çıkardık.
O nunla b ir a p a rtm a n d a 6 ay b e ra b e r o tu rd u k . Evim iz bütü n edebiyatçıların uğrağı halindeydi. A kşam ları bizim ev
de top lan ır, m ühim edebiyat m eselele
rini g örüşürdük. H erkes esp ri yarışı içindeydi. M isafirlerim iz olan edebi
yatçı dostlarım ız Ağaç m ecm uasının da m u h a rrirle ri idiler. Necip, yüksek te
lif h ak k ı ödem ek vaadiyle yazıları to p luyor, fa k a t m asra fı çok olduğundan, p a ra la rı v aktinde ödeyem iyordu.
H a ttâ b ir hikâyesinin p arasın ı ala
m am ış olan S a b a h a ttin Âli fazla bek
lem edi, b ir ak şam bizim eve gelip ta t
lı ta tlı k o n u ştu . Gece, ay rılırk e n m asa
nın üzerindeki sü slü lâm bayı telif h a k kı o lara k koltu ğ u n u n altın a alıp gitti.
Telif h ak ların a saygım ızdan ne Necip, ne de ben b u h a re k e te karşı hiç sesi
mizi çık aram ad ık .
Bizim N ecip Fazıl’la, A n k ara’daki, Sağlık B akanlığı civarında b u lu n a n bu evde altı ay b e ra b e r o tu ru şu m u z ayrı b ir hikâye teşkil eder. B irazını an la ta yım size şu ra cık ta :
PRENS VE KONT
Ağaç m ecm uasını çık arm ak için N e
cip Fazıl, Celâl B ay ar’a b aşv u rm u ş, o da yarısı Iş B an k ası’ndan, y arısı Sü- m e rb a n k ’ta n ödenm ek üzere 1.600 lira k ü ltü r y ardım ı yapılm asını tem in et
m işti. O zam an 1.600 lira m ühim b ir p a ra idi. N itekim b u p a ra ile b ir ta ra f
tan Ağaç m ecm uasını ç ık arm a h azır
lık la rın a girişirken, b ir ta ra fta n da Ye
n iş e h ir’de Sıhhiye civarındaki bu a p a rt
m anı tu tm u ş, döşem eye başlam ıştık.
Zem in k a tta k i bu daireyi N ecip, a n ti
k ac ıla rd an kanepeler, k o ltu k la r, h alı
la r ala ra k b ir güzel döşedi. N ecip’in ne
dense salam an d ray a b ü yük zaafı var
dı. K ib ar ad am lar, soylu k im seler evle
rin d e soba yerine sa la m a n d ra y a k a r
larm ış! Biz de arad ık , ta ra d ık , b ir sa
lam an d ra bulduk. H ususî k ö m ü rü n ü de alıp yakm aya başladık.
Necip kendisinin asalet bak ım ın d an b ir P rens o ld uğunu iddia ediyordu. B ir evin içinde asalet ünvanı olm ayan b e
nim gibi b ir halk çocuğu ile nasıl o tu ra cak tı? B ir gün b u m eseleyi d ü şü n m üş, kendisi P rens dö K ısakürek ol
duğuna göre, b an a d a K ont dö R ado ünvanını verm işti. K endisi «Bir Prens ancak bir K o n t ile aynı çatı altında oturabilir,» diyordu. Tabiî o P rens, ben de K ont o ld u k tan so n ra a rk a d a şla rı
m ıza, bizim le m ün aseb et k u rab ilm ele
ri için ü n v an lar dağıtm aya başladık:
K im ine M arki, kim ine Dük diye sesle
niyorduk. Necip Fazıl, Cahit S ıtkı ile Ahm et M uhip’i pek çekem ezdi. Ama dostlarım ız arasın d a o ld u k ları için Ca
h it S ıtk ı’ya sadece Şövalye ünvanı ver
m iş, A hm et M uhip de «Dö D ranas» ola
rak kalm ıştı.
Ziya Osman Saba (1940 yılında).
KARPİÇ'DEN YEMEK YİYEN HİZMETÇİ
B ir P ren s ile b ir K ont o lara k aynı evde o tu ru y o rd u k . Ama b ir hizm etçi
miz bile yoktu. E vde canım ız su iste
yecek olsa ya kendim iz m u tfa k ta k i k ü p ten suyu d o ld u ru p içiyor veya nazikâ
ne b irb irim izd en rica ediyorduk. Ne- cip ’e: «Bu, böyle olmaz,» dedim . «Bize bir h izm etçi lâzım ! B u kadar kibar adam lar h izm etçisiz yaşayabilir mi?»
E tra fa h a b e r saldık. B ir p az ar günü, öğleden evvel kapı çalındı, gidip açtım . K ara k u ru b ir köylü kadını idi bu:
—• H izm etç i arıyorm uşsunuz, ben si
zin h izm etin ize bakarım , diyordu.
N ecip’e h a b e r verdim , geldi. Tek göz
lüğünü ta k ıp k ad ın a şöyle y u k arıd an b ak tı. Ya, b ü tü n asillerin olduğu gibi N ecip’in de o devirde yak asın ın deli
ğine zincirle bağlanm ış b ir tek gözlüğü vardı. Evet, N ecip köylü k ad ın a tek gözlükle b a k tı ve:
— T ü rk edebiyatının iki b ü y ü k şai
rine h izm e t e tm e k şerefin i sana bahşe
diyo ru m ! B u n u n la hayatının sonuna kadar öğünebilirsin! dedi.
K adın, ta b iî p ek b ir şey anlam adı am a, isteğinin kabul edildiğini sezerek içeri girdi. Aylığı y irm i lira m ı ne, öy
le b ir şeydi. Y alnız şim di o rtay a b ir yem ek m eselesi çıkıyordu. Bizim a p a rt
m an d a m u tfa k ta m ta k ırd ı. B u k adın yem ek yapm ayı d a bilm iyordu. Ne
cip ’e: «Ne yapacağız?» dedim . P a ra o günlerde b o ld u N ecip'in cebinde:
— N e yapacağız? P ek tabiî olarak o da bizim gibi K arpiç'den y e m e k yiye
cek. B izler gibi ik i asıl adam ın h izm e t
çisi elb ette b izim yediğim iz yem eği yi
yecektir! dedi.
K arpiç, o za m a n lar A nkara’nın en lüks lckantasıvdı. B ü tü n m eb u slar, ve
killer, işad am ları o ra d a yerlerdi. Biz de k ü ltü r y ard ım ın ı alınca, p ek tab iî o la ra k o ra d a yem eğe başlam ıştık . He
m en K a rp iç’e g ittik ve bizim hizm etçi k ad ın için iki aylık b ir yem ek abonesi yazdırdık. N ecip p a ra sın ı ödedi. A rtık h e r gün frak lı b ir garson yem ekleri tepsinin içine dizip ü zerini bem beyaz b ir ö rtü ile ö rte re k bizim S ıhhiye’deki eve, köylü hizm etçim ize K a rp iç’den ye
m ek getiriyordu!
Bu kom ik hal b ir ay böylece sürd ü . N ecip Fazıl’da p a ra la r suyunu çekm e
ye başlam ıştı. Ben de A kşam ’dan pek az b ir p a ra alıyordum . Yavaş yavaş K a rp iç’den ayağım ızı çektik. H a tta b ir m ü d d et so n ra N ecip'le köfteciye d üş
tük. Biz, ak şa m la rı köftecide beş, on k u ru ş a ak şam yem eği yiyor, hizm etçi
m ize ise frak lı g arso n la r K a rp iç'd en ye
m ek taşıy o rlard ı. Ç ünkü onun p arası peşin ödenm işti. B azen N ecip b an a; k a
şını, gözünü o y n atarak :
— Ş ev ket, haydi kalk, eve gidelim . H izm etç iy i bir yere gönderelim , K ar
piç'den gelecek yem eği biz yiyelim de şu kö ftecid en bir akşam olsun k u r tu lalım ! derdi. Ama lâfta k alırd ı bu, ya
pam azdık!
— A saletim iz buna m anîdir N ecip!
derdim . O da m ecb u ren d u ra k la r, te k r a r k öftecinin y olunu tu ta rd ık .
9
Necip Fazıl’ın «Ağaç» mecmuasını çıkardığı sıralarda yapılmış bir resmi.
P a ra yavaş yavaş suyunu çekiyordu.
Ağaç m ecm uası da belki b iraz satılı
yor, fa k a t p arası satıcılard a kalıyordu.
B ayilerin b ir şey verd ik leri yoktu.
YAKILAN KLİŞELER
N ecip acı acı düşün ü y o rd u . B ir ak
şam , erk en d en eve gelm iş, m ecm uanın ak ib etin i k o n u şu y o rd u k . D ışarıda k a r yağıyordu. Biz son k ö m ü rleri salam an d ra y a atm ış, k a rşısın a geçm iş, alevleri seyrediyorduk. B ir a ralık alevler kesil
di. N ecip kalktı, salam an d ray ı k a rış tır
m ak için m aşayı arad ı, b ulam adı. Sala
m a n d ra n ın civarında Ağaç m ecm uası
nın klişeleri du ru y o rd u . N ecip onların en ü stü n d e d u ra n u zu n lam asın a kesil
m iş b ir klişeyi aldı. Bu, M uhsin E rtuğ- ru l’un klişesi idi. N ecip’in piyesini oy
nadığı zam an Ağaç m ecm u asın a gire
cekti. U zunlam asına b ir kilişe olduğu için, N ecip b ir şey olm az düşüncesiyle o n u n la salam an d ray ı k a rıştırm a k isti
yordu. Kapağı açıp ateşe so k a r sok
m az klişe b ird e n b ire p arlad ı, Necip elinden a ttı klişeyi, am a klişe hariku- Iâde b ir şekilde, sarı, m avi, kırm ızı, m or, yeşil ışık la rla yanıyordu Necip:
— Ş ev ket, gel so k elini, k u rta r kli
şeyi! diye bağırıyordu.
10
Ben o tu rd u ğ u m yerden:
— H angi şair o ateşe elini so kabilir N ecip? dedim .
N ecip bu sözü güzel buldu:
— H a k kın var am a bak! N e h a riku lade ışıkla r saçarak yanıyor, bir şeh- râyin bu! Lam bayı sö n d ü relim de ba
ri doya doya seyredelim ! dedi. H em en ışığı sö n d ü rd ü k , klişenin yanışını so
n u n a k a d a r seyrettik. N ecip deliye dön
dü. Klişe kül olunca:
— Gel yahu! Ş u ö te k i klişeleri de sa
lam andraya atalım , bu şehrâyini saba
ha kadar sürdürelim , dedi.
— Peki am a N ecip, m e cm u a ne ola
cak?
— M ecm ua klişesiz, resim siz de çı
kabilir. Zaten m ü h im olan şiirdir, fi
kirdir. R e sm in eh e m m iy e ti yo k tu r.
D ünyanın ciddi m ecm uaları h ep resim siz çıkar, dedi.
O akşam , ne k a d a r klişe v arsa h ep sini sobaya a ta ra k y ak tık , tü rlü re n k le r içinde kü l o lu şların ı sey rettik . Ağaç m ecm uası da o ta rih te n b a şla y a ra k ka- pan ın cay a k a d a r resim siz çıktı.
Az b ir m ü d d et so n ra p a ra sı k alm a
dığından N ecip evin içindeki eşyayı b ir eskiciye s a ta ra k p a ra sın ı cebine atıp İs ta n b u l'a gitti. B ana bile h a b e r v er
m em işti. Ş ahsî eşyam ı evin yeni sah i
b in in elinden güç k u rta rd ım .
E d eb iy a tta «Garip» ile b aşlay an ye
ni akım , yani O rhan Veli, O ktay R ifat, M elih Cevdet ü çlü sü n ü n zu h u ru b u de
virden sonraya ra stla r. Bu devre Anka
r a ’da, o g ü n lerin havası içinde belirm iş b ir edebî h a re k e ttir. A rtık İs ta n b u l’a dö n m ü ştü m . Akşam gazetesinin fık ra m u h a rriri o la ra k b u h a re k e ti eski ne
sillere karşı ben m ü d afaa ediyor ve es
kilerin düşm anlığını kazanıyordum . B enim gazetecilik h ayatım , so n ra m ecm uacılığa d önüştü. B ilindiği gibi HAYAT M ecm uası’m çık ard im ve ça
lışm alarım ı d ah a ziyade e d itö rlü k e tra fında topladım . Ş iir yazm adım am a, şiiri sevm eye devam ettim .
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi