TRAVMA PSİKOLOJİSİ
Prof. Dr. Bahar Baştuğ
TRAVMANIN TARİHÇESİ VE SINIFLANDIRMA
• Travma kavramı bireyin ruhsal ve bedensel
varlığını çok değişik biçimlerde sarsan, inciten, yaralayan her türlü olayı adlandırmak için
kullanılmaktadır.
• Travma kelimesinin kökeni fiziksel yaralanma ve hasar anlamına gelen AnNk Yunanca trauma
kelimesine kadar inmektedir. 1864’te yapılan bir tanımlamada “anormal strese neden olan hoşa gitmeyen yaşanW, ruhsal yaralanma” anlamında kullanılmışWr.
• 19. yüzyıldaki psikoanaliNk literatürü dışlarsak
“travma” kavramı fiziksel travma anlamı dışında kullanılmamışWr (Herman 1997). 18. yüzyılda ve öncesinde travmanın psikolojik etkisinin olduğu düşünülmemiş ve travma sonrası psikolojik sorun yaşayan kişilerin mental bir hastalığı olduğuna
inanılmışWr. Psikolojik sorun yaşayan kişinin ya
kişiliğinde bir sorun vardır ya da biyolojik temelli bir rahatsızlığı yakalanmışWr; yani her iki durumda da sorunun nedeni kişinin kendisidir (Micale 1989).
Mental olarak sağlıklı kişilerde ise ciddi düzeyde stresli bir olay yaşandığında, kişinin bir süre zorluk yaşasa bile tamamen iyileşeceği varsayılmaktadır.
• 1870 yılındaki Fransa-Prusya savaşına kadar stresli yaşam olaylarının kalıcı bir psikiyatrik rahatsızlığa yol açmasının mümkün olmadığı kabul edilirken, bu savaş sonrasında
cepheden dönen askerlerin psikiyatrik belirNler göstermesi psikiyatristlerin ilgisini çekmişNr (Veith 1977).
• Travmanın fiziksel hasar dışında psikolojik etkilerinin olabileceği düşüncesi ilk kez bu savaştan sonra ortaya çıkmış ve bu askerlerdeki belirNler tanımlanmaya yüzyıl sonuna kadar çalışılmışWr. Daha önce bir rahatsızlığı
olmayan askerlerin savaş sonrasında tepkilerinin azaldığı, cephede yaşadığı olayları tekrar yaşanWladığı ve savaş
öncesinde keyif aldığı durumlarla ilgilenmediği psikiyatristler taracndan gözlemlenmişNr. Bu
psikiyatristlerin gözlemlediği davranışlar TSSB ölçütlerine benzer belirNler olarak kabul edilebilir. Psikiyatristler bu
hasta grubuna ilk kez “travmaNk nevroz” tanısını önermişNr (Norman 1989).
• Travmanın psikolojik etkileriyle ilgili ilk araşWrmalar ise histeri rahatsızlığı olan hastalarla yapılmışWr. Bu
çalışmaları ilk yapan kişi Fransız nörolog Jean-MarNn Charcot’dur. Fransa’da 19. yüzyıl sonunun
cumhuriyetçi ve kilise karşıW siyasi harekeNnin geNrdiği düşünce özgürlüğü o dönem hekimlerinin daha rahat çalışmasına yardımcı olmuştur. Histerik hastaların
belirNleri isteyerek yapWğı ya da doğaüstü bir gücün belirNlere neden olduğu inancı 19. yüzyıl sonuna kadar geçerliliğini korumuştur. Histerinin yalnızca kadınlarda görüldüğü ve misNk bir olgu olduğu düşünülmüştür.
Histerik kişiye büyü yapıldığı, içine şeytan girdiği ya da cin çarpWğı kabul edilmişNr.
• Charcot’un histerik kadınların belirNlerini doğaüstü güçlere bağlamaması ve belirNlerin nedenlerini açıklamaya
çalışması travmanın psikiyatride ele alınışında önemli bir adım olmuştur. Charcot’un histerik belirNlerin nedenlerini açıklamaya çalışWğı hastalar şiddet, tecavüz ve işkence
sonucu Salpetriere’e sığınmış genç kadınlardı.
• Salpetriere’de birçok kişinin toplandığı alanda histerik hastaların belirNlerini gösteren sunumlar yapmışWr.
Salpetriere çeşitli travmalardan etkilenen ve şiddefen kaçan kadınlara güvenli bir ortam sağlıyordu. Charcot bilimsel araşWrmanın dışına iNlmiş ve misNk bir durum olarak kabul edilen histeri konusunun Wbbi olarak ele alınmasını sağlamışWr.
• Charcot histerik hastaların belirNlerine yoğun ilgi gösterirken ruhsal durumlarını önemsemedi.
• Charcot’tan sonra histeri olgularıyla çalışanlar histerinin nedenini açıklayabilmeyi amaçlamışWr.
Fransa’da Pierre Janet ve Viyana’da Josef Breuer‘le beraber çalışan Sigmund Freud olmuştur. 19. yüzyıl sonunda birbirlerinden bağımsız olarak çalışan bu iki araşWrmacı, Janet ve Freud benzer çıkarsamalarda bulunmuştur.
• Janet ve Freud histerinin psikolojik travmanın yol açWğı bir durum olduğunu ve travmaNk olaylara verilen
duygusal reaksiyonların bilinç durumunu etkilediğini belirtmişNr. Duygusal reaksiyonların ortaya çıkardığı farklı bilinç durumunun ise histerik belirNlere yol
açWğını savunmuşlardır.
• Breuer ve Freud histerinin geçmişte yaşanılan kötü olayların etkisiyle ortaya çıkan bir durum olduğunu ve travmaNk anılar ile hissedilen duyguların kelimeye
döküldüğü zaman histerik belirNlerin azaldığını
gözlemlemişNr. Birçok histeri hastasının belirNlerinin azalması, araşWrmacıların bunu bir tedavi yöntemi olarak görmesini sağlamışWr.
• Duyguların ifade edilmesinin histerik belirNleri
azaltmasına dayanan bu tedavi yöntemi, Breuer ve Freud taracndan “katharsis” olarak isimlendirilmişNr.
Daha sonra, Freud’un “psikoanaliz” adını verdiği bu tedavi yöntemi günümüzdeki psikoterapilerin
gelişmesine öncülük etmişNr.
• Freud 1896’da “The AeNology of Hysteria” başlıklı
makalesinde 18 histeri olgusunun takibi sonucunda bu hastalarla ilgili yorumlarını yayınlamışWr. Freud’a göre her histeri olgusunun geçmişinde erken cinsel deneyim
yaşanWsı vardı ve bu yaşanWlarla baş etmekte zorlanan kadınlarda belirNler ortaya çıkmaktaydı.
• Freud bu yazısının Viyana’daki aristokrat çevreyi rahatsız edeceğini düşünerek, başka bir makale daha yazarak
hipotezinin doğru olmadığını ve histerik hastaların
çocuklukta yaşadığını anlahğı cinsel isNsmar öykülerinin gerçek olmadığını açıklamışWr. Bu makalesinde cinsel
isNsmar öykülerinin aslında hiç yaşanmadığını ve bu
anlaWmların hastalarının uydurduğu fanteziler olduğunu belirtmişNr.
• 19. yüzyılın sonlarında başlayan histeriyi Wbbi olarak açıklama çalışmaları, dolaylı olarak da psikolojik travma çalışmaları, Freud’un bu makalesiyle durgunluk sürecine girmişNr.
• Travmanın psikolojik yanına verilen önem 1.
ve 2. Dünya Savaşlarından sonra artmışWr.
• Birçok ülkenin yer aldığı 1. Dünya Savaşı’nda birçok insan ölmüş ve birçok kayıp yaşanmışWr.
Bu savaş sonunda, zor koşullarda savaşmış erkeklerde de histeriye benzer davranışlar
görülmüş ve travmanın psikolojik etkileri tekrar gündeme gelmişNr. Savaşta silah arkadaşlarının ölmesine ve yaralanmasına tanık olan birçok
askerde psikiyatrik belirNler gözlenmiş ve birçok hastane bu askerleri yaWrarak tedavi etmek
zorunda kalmışWr
• Savaş sonrasında askerlerin yaşadığı ruhsal belirNlerin fiziksel travmaya bağlı gelişNği düşünülmüş ve “bomba şoku” olarak
isimlendirilmişNr. Fiziksel travmaya maruz kalmayan askerlerde de birçok psikiyatrik belirNnin görülmesi bu açıklamanın yetersizliğini ortaya çıkarmışWr. Şiddetle karşılaşan ve ölüm korkusu yaşayan erkeklerin duygusal stresle baş etmekte zorlandığı ve nevroNk bir tablo içerisine girdiği gözlemlenmişNr.
• Bir savaş nevrozunun varlığı arWk inkar edilemez olduğunda ise bu tablonun açıklaması yapılmaya çalışılmışWr. Yapılan açıklamalar, daha önce histeri konusundakine benzer nitelikte olup öncelikle hastanın karakterini sorumlu tutmuştur. Geleneksel anlayışta bir askerin savaşla gurur duyması ve hiçbir duygusal tepki vermemesi gerekNğine inanıldığından travmaNk nevroz görülen askerler
dönemin Wbbi yazarları taracndan “ahlaken sakat” olarak nitelenmişNr. 1918’de askerlere utandırma, tehdit ve
cezalandırmaya dayalı bir tedavi yönteminin uygulanması savunuldu. Bazı psikiyatristlere göre ise bu belirNler savaştan kaçmak amacıyla kişinin isteyerek yapWğı davranışlardı. Bu
düşüncenin şu anki psikiyatrik tanılardan temaruza karşılık geldiği düşünülebilir.
• İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla muharebe nevrozuna Wbbi ilgi tekrar artmışWr. Hızlı ve etkili bir tedavi bulmayı amaçlayan askeri psikiyatristler muharebe stres reaksiyonunun damgalayıcı
etkisini azaltmaya çalışmışWr. Savaşta zorlu durumlar yaşayan kişilerin ruhsal sarsınW geçirebileceği ve maruz kalınan çaWşmanın
şiddeNyle psikiyatrik bozukluk gelişebileceği ilk kez kabul edilmişNr. Amerikalı psikiyatristler akut ruhsal sarsınWya karşı kişiyi koruyacak ya da hızlı iyileşmeyi sağlayacak faktörleri belirlemeyi
amaçlamışWr.
• İlk histeri çalışmalarında olduğu gibi,
muharebe nevrozu için de “konuşma tedavisi”
temel yöntem olarak görülmüş ve travmaNk anılara eşlik eden öle ve keder duygularının azalWlmasında katharsis yöntemi
uygulanmışWr.
• Muharebenin uzun süreli psikolojik etkileri Vietnam Savaşı’na kadar sistemaNk ve geniş kapsamlı olarak ele
alınmamışWr. Vietnam Savaşı sonrasında bu konuya yönelik çalışmalar savaştan soğumuş askerlerin örgütlü çalışmaları ile gerçekleşmişNr. Savaşta cesaretleriyle öne çıkmış küçük bir grup asker madalyalarını reddederek kendi savaş
suçlarını açıklamışWr. Bu kişiler “Savaşa Karşı Vietnam
Gazileri” adlı bir örgüt kurmuştur. Onların varlığı büyüyen bir savaş karşıW harekete ahlaki inanılırlık kazandırdı. Savaş gazileri “rap group” denen şeyi örgütlediler. Rap grupların iki gayesi vardı: psikolojik travmadan muzdarip gazilere teselli vermek ve savaşın etkileri hakkında farkındalığı arhrmak. Gazilerin ısrarcı örgütlenmeleri, sistemaNk psikiyatrik araşWrma için enerji sağladı. Vietnam Savaşı üzerine beş ciltlik bir çalışma yayınlandı. Bu çalışma muharebeye maruz kalmayla travma sonrası oluşan psikiyatrik bozuklukların doğrudan ilişkisini gösterdi ve TSSB’nun ana hatlarını ortaya koydu.
• 2. Dünya Savaşı sonrasında soykıyımdan sağ kurtulanlarla da çeşitli çalışmalar yapılmışWr.
• 1970’lerin kadın özgürleşme harekeNne kadar TSSB’nun savaştaki erkeklerin yanı sıra sivil
hayafaki kadınlarda da görüldüğü
bilinmiyordu. Sivil hayafaki kadınların durumu göz ardı edilmişN. Cinsel ya da ev içi yaşamdaki deneyim hakkında konuşmak kamusal
aşağılanmaya neden oluyordu. Kadınlar korku ve utançla susturulmuştu; kadınların
suskunluğu her tür cinsel ve ev içi sömürüye kolaylık sağlıyordu.
• Tecavüz üzerine ilk açıklama New York Radikal Feministlerince 1971’de yapıldı. Feminist baskı karşısında 1975’te Ulusal Akıl Sağlığı EnsNtüsü içinde bir tecavüz araşWrma merkezi kuruldu.
Kadına karşı işlenen suçlar için ilk Uluslararası
Mahkeme 1976’da Brüksel’de toplandı. Feminist araşWrmacılar mağdurlarla çalışWlar. Bu
araşWrmaların sonuçları, Freud’un yüzyıl önce
fantezi olduğu gerekçesiyle önemsemediği kadın deneyiminin gerçekliğini doğrular gibiydi. Kadın ve çocuklara karşı cinsel tacizin yaygın olduğu izlenimi veriyordu.
• Tecavüz, özel yaşam dünyasında kadına karşı şiddet olduğu için feminist harekeNn başlangıç paradigmasıydı. Tecavüz araşWrmaları zamanla feminist harekeNn dışına yayıldı.
Kurban olmanın psikolojik etkileri üzerine çalışmalar,
kendilerini harekeNn akNf kaWlımcısı olarak gören kadınlar taracndan yapıldı. Tecavüz vakalarında olduğu gibi, ev içi şiddet ve çocuk cinsel tacizinin psikolojik açıdan
incelenmesi, travma sonrası psikolojik bozuklukların ev içi şiddet mağdurlarında da olduğunu gösterdi.
• En detaylı araşWrma 1980’lerin başında bir sosyolog olan Diana Russell taracndan yürütüldü. Russell’ın 900 kadınla yapWğı araşWrmasına göre sonuçlar dehşet vericiydi. Her 4 kadından biri tecavüze uğramışW, her 3 kadından biri
çocukluğunda cinsel olarak isNsmar edilmişN. Yaygın cinsel şiddeNn belgelenmesine ek olarak feministler cinsel tacizin tesirinin anlaşılması için yeni bir dil sundu. Tecavüz bir
vahşes. Feministler tecavüzü bir cinsel eylem olmaktan çok bir şiddet suçu olarak yeniden tanımladı.
• Hem gazi derneklerinin çalışmaları hem de feministlerin yapWkları sosyal çalışmalar psikiyatristlerin travma konusunu tekrar
değerlendirmelerini sağladı. 1980’de ilk kez
karakterisNk travma sendromu gerçek bir tanı haline geldi. 1980’de APA travma sonrası stres bozukluğu
(TSSB) adlı yeni bir kategoriyi resmi mental bozukluklar kitabına aldı. Böylece travma ile psikiyatrik hastalıklar arasındaki ilişki resmen kabul edildi. Travma
kavramının psikiyatri tarihindeki değişiklikleri,
psikiyatrik hastalıkların geçirdiği süreci göstermede de önemli bir yer tutmaktadır.
• TravmaNk yaşanWlar, kişinin ya da başkalarının gerçek bir ölümü, ölüm tehdidi, ağır
yaralanma ya da bedenin bütünlüğüne yönelik bir tehdidin ortaya çıkWğı ve kişinin kendisinin doğrudan ya da dolaylı olarak yaşadığı ya da tanık olduğu olaylar olarak tanımlanmaktadır (APA, 1994).
• Olaya tepki olarak, kişi yoğun bir korku, çaresizlik ya da dehşet duygusu gösterir.
Tanısal sistemler
Travma sonrası stres tepkilerinin tanısal
sınıflandırma sistemlerinde ilk olarak yer alması, Vietnam Savaşı’nın ardından gerçekleşmişNr. Bu savaştan sonra cepheden dönen askerlerde
görülen belirNler “Travma Sonrası Stres
Bozukluğu” adı alWnda DSM-III’te (APA, 1980) tanımlanmışWr. DSM III’e göre travma kavramı, olağan insan yaşan+sının dışında olan ve bireyde stres tepkileri yaratan olayları tanımlar.
Tanısal sistemler
• DSM III-R’de (APA, 1987) tanım daha kapsamlı hale gelmişNr: “Kişinin kendisi, ailesi ya da
yakınlarının fiziksel bütünlüğüne ya da yaşamına yönelik ciddi bir tehdidin olması, evinin ya da
içinde bulunduğu toplumun aniden hasar görmesi, bir başka kişinin ciddi biçimde
yaralanmasına ya da ölümüne tanık olmak gibi normal insan yaşan+sının dışında olan ve
herkeste fark edilir düzeyde stres yaratan, şiddeB yüksek, beklenmedik olaylar.
Tanısal sistemler
• ” DSM IV ve DSM-IV-TR’de, bir önceki
tanımdan farklı olarak, travmaNk olay için bireyin öznel algısının temel olduğu
vurgulanmış ve bu olay karşısında korku, çaresizlik ve dehşet duygularının ortaya çıkması gerekliliği eklenmişNr.
• DSM 5’te travmaNk olaya öznel tepkiler içeren kısmı kaldırılmış ve özellikle cinsel şiddet
tanımda yer almışWr.
• Ek olarak, polis memurları gibi görevlerinden dolayı maruz kalmak yoluyla travmaNk olayın iNci ayrınWlarına tekrar tekrar ya da aşırı
biçimde maruz kalma da tanıma sokulmuştur.
• DSM’nin, TSSB tanısı için travmaNk olayı
tanımlarken kullandığı ölçüt, TSSB’ye yol açan olayları yalnızca “yaşamda kalma travmalarıyla”
sınırlandırmaktadır. Ancak, bireyler için travmaNk olaylar yalnızca yaşamda kalma travmalarıyla
sınırlandırılamayacak kadar çeşitlidir. Bu nedenle, travmaNk olayları çeşitli açılardan sınıflandırmak olasıdır. Travmanın sınıflandırılması klinisyenlere, danışanın maruz kalmış olduğu travmaNk
deneyimlerin neden olabileceği etkileri
değerlendirmek açısından bir çerçeve sağlar.
• Bir insanın yaşamı boyunca travmaNk bir olaya maruz kalma prevalansı ülkeden ülkeye
değişmektedir. Tüm dünyadaki insanlar
potansiyel travmaNk olayların farklı türlerini yaşarlar:
• Savaş, cinsel ya da fiziksel saldırı, tecavüz, hırsızlık, kaçırılma, terörist saldırı, işkence, afetler, trafik kazaları, yaşamı tehdit eden hastalıklar, ev içi şiddet, ve çocukları kötüye kullanma
• Yapılan çalışmalarda, en azından bir travmaNk olayı yaşam boyu yaşama oranı % 39-84
arasında değişmektedir.
• Türkiye’de travmaNk olaylarla ilgilenen
çalışmalar 1999 Marmara depreminden sonra artmışWr. Yapılan bir çalışmada 3 en önemli olay: 1) doğal afetler, 2) sevilen kişinin kaybı ve 3) yangın, patlama, ciddi kazalar