HLK 315
Sözlü ve Yazılı Kültür
sözlü kültür ortamı
İnsanların yazı, matbaa ve elektronik aletler gibi sesi ve dolayısıyla sözü mekana bağlayan ve kaydeden teknolojiler kullanmaksızın yüz yüze, sese ve söze dayanarak iletişim kurdukları ortama “sözlü kültür ortamı” denir.
Sözlü kültürün oluşum, gelişim ve nakil biçimleriyle, bu biçimlerin tarihsel süreçleri ve yazılı kültürle karşılaşmasının doğurduğu sonuçlar üzerinde duran çalışmalarıyla tanınan Walter Ong, sözlü kültürle yazılı kültür arasındaki farkları sorguladığı “Sözlü ve Yazılı Kültür” adlı çalışmasında, sözlü kültürü iki çağı ayırarak inceler.
Birincil sözlü kültür
Yazı ve matbaa kavramlarının varlığını bile bilmeyen, iletişimin yalnız konuşma dilinden oluştuğu kültürleri, ‘birincil sözlü kültür’
olarak nitelendiren Ong’un sözünü ettiği birincil sözlü kültür çağı, ürünlerin sözlü olarak üretildiği, yaşatıldığı ve nakledildiği bir çağdır ve metinden yoksundur.
Söz sadece hafızalarda saklanabileceği için bu şartların zorlamasıyla her türlü duygu ve düşünce hafızada kolayca kalacak, ezberlenebilecek şekilde söylenmeye çalışılır. Bu nedenle ritmik tekrarların ve ahengin ezberlemeyi kolaylaştırmasına bağlı olarak
“şiir” evrensel olarak tercih edilen bir söz, duygu ve düşünce saklama ve iletme tekniği olmuştur. Yani, ilk edebi gelenekler şiir formunda ortaya çıkmıştır.
- Şiirin yanı sıra müzik ve ezginin de ezberlemeyi ve hatırlamayı sağlaması, sözü zamana karşı dayanıklı kılması nedeniyle evrensel olarak kullanıldığı bilinmektedir.
İnsanlık tarihinde ilk ortaya çıkan müzik eşliğinde icra edilen bu ilk edebi geleneklerin tamamı dini içeriklidir. Din dışı (secular) edebi geleneklerin ortaya çıkışı daha yakın çağlara aittir.
Müzik ve ezgiyle icra edilen şiir şeklindeki ve dini içerikli bu erken döneme ait edebi ürünler, doğadaki her şeyin canlı ve ruhu olduğuna
inanılan “animist” görüşe göre oluşturulmuştur.
- Evrensel olarak, birincil sözlü kültür ortamında müzik eşliğinde ve şiir formunda ortaya çıkan ilk edebi geleneklerde söz, ezgi ve dans (temelini ritüellerin oluşturduğu ritmik ve kalıplaşmış hareketler) birbirine bağlı bir üçlü sarmaldır.
Ezgi ve kalıplaşmış bedensel hareketler olan dans, eşlik ettikleri sözü, kolay ezberlenebilir ve gerektiğinde kolay hatırlanabilir kılan teknik bir işleve sahiptir.
"Sözlü söylem, yazılı söylemdeki gibi, dilbilgisine gerek kalmadan anlamın belirlenmesine yardımcı olan bir ortama sahiptir. Bir diğer farklılık yazılı söylemde anlam, dilin kendisinde yoğunlaşırken, sözlü söylemde anlamın bağlamdan doğmasıdır" (Ong 1995:54/122/128).
Parry’nin buluşundan önce Fransız araştırmacı Arnold van Gennep’in modern sözlü kültürlerde şiirlerin kalıplaşmış yapısına dikkat çektiğini, M. Murko’nun ise, sözlü kültürde sözlü şiirlerin her söylenişte kelimesi kelimesine aktarılmadığı gerçeğini ortaya koyduğunu özetleyen Ong, Parry, Havelock ve Lord çizgisinde yürüyen araştırmalarıyla ortaya çıkan “sözlü ozanların her aktarışları, dizelerin kelimesi kelimesine ezberlenmiş olmasına dayanmadığı için birbirinden farklı” olduğu görüşünü paylaşır.
Ong, yazı ve matbaanın yaygınlaşmasına bağlı olarak birincil sözlü kültürün ortadan kalkmakta olduğunu, kitle iletişim araçlarının gelişmesiyle de, yeni bir sözlü kültür çağının ortaya çıktığını savunmuştur.