ulusal semyozyum/ ~ehtr ve medeniyet
23-25 Kasım 2007, Süleymaniye-Eminönü/İSTANBUL
Sempozyum Bilim Kurulu Sempozyum Onur Kurulu Mesut AYTEKİN Ali AKYILDIZ
Mustafa BUDAK Oktay ASLANAPA Ahmet COŞKUN Beşir AYVAZOGLU Ahmet Vefa ÇOBANOGLU Turgut CANSEVER
Murat ELMALI Mustafa ÇAGRICI Cengiz ERUZUN Ali Murat DARYAI İhsan FAZLIOGLU Haluk DURSUN
Tahsin GÖRGÜN Semavi EYİCE Nevzat KAYA Emin IŞIK
Selçuk MÜLAYİM Ümit MERİÇ Necmettin ÖZMEN İlber ORTAYLI
Nihat ÖZTOPRAK İskender PALA Erol ÖZVAR Ahmet Güner SAYAR Suphi SAATÇİ Orhan TÜRKDOGAN H. Musa TAŞDELEN Ahmet YÖRÜK
Korkut TUNA
Sempozyum Sekretaryası
Mustafa Hakkı ERTAN Aslan YAMAN
KÜLTÜR OCAGI VAKFI
İLETİŞİM .
Adres: Ayşe Kadın Hamamı Sokağı, No: 26, Süleymaniye-Fatih/ISTANBUL
Tel: (0212) 519 99 71 Fax: (0212) 519 99 72
Web: www.kocav.org.tr E-Posta: kocav@kocav.org.tr
KOCAV YAYINLARI: 3
KOCAV
Yayınları, Ağustos201 O I
İstanbul.Eserin tüm
hakları·Kültür
Ocağı Vakfı'naatittir. Kaynak gösterilerek
alıntı yapılabilir.ISBN: 978-605-60707-2-3 Editörler
Mustafa
HakkıERTAN Mesut
AYTEKİNÜmran AY
Yayın
Koordinatörleri
İbrahim BİZ
I
AyşeAKDAG I Semin ÖZKAN Redakte
Ayşe AKDAG / F. Betül ARIKAN I F. Zehra COŞKUN Kapak
TasarımAbdülkadir
KİBARKapak
Fotoğrafı İzzet KEHRİBARMizanpaj
Baze Ajans I Hasan
DEMİRKültür
Ocağı VakfıTel: (212) 519 99 70
ı71 Faks: (212) 519 99 72 Web: www.kocav.org.tr e-posta: kocav@kocav.org.tr
Yayın
Sertifika No: 14548
r~
-
.. ·."' --=---.-~-r ....-· • • , ... ~~ ·~. :mi'
sUley , rna · niY. · e Camii Etrafında Te.şeıkktif Eden Efsaneler
Dr. Ferhat ASLAN
(lstanbul tJnlversitesl)
Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan Süleymaniye Külliyesi ve Camii hiç şüphesiz, Osmanlı mimarisinin şaheserlerin
den biri olarak kültür tarihimizdeki yerini almıştır.
Tarihi ve mimari özellikleri bakımından önemli bir yere sahip olan Süleymaniye Camii'ne sözlü kül- tür geleneğimiz de ilgisiz kalmamıştır.
Milletimiz, sözlü kültür geleneği içerisinde, cami- nin yapıldığı XVI. yüzyıldan günümüze gelinceye kadar Süleymaniye Camii etrafında pek çok ef- sane teşekkül ettirmiştir.
Bu bildiride, Süleymaniye Camii etrafında teşek
kül eden efsaneler, sözlü ve yazılı kaynaklardan tespit edilerek bu efsanelerin tarihi ve dini köken-
leri ortaya konmaya çalışılacaktır.
Süleymaniye Camii üzerine söylenmiş efsanele- rin halk muhayyilesinde hangi sebeplerle teşekkül ettiği, teşekkül eden bu efsanelerin dayandıkları
tarihi gerçekler ve kültürel art alan da ele alınıp
incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman, Mimar Sinan, Sözlü Gelenek, Efsane.
EFSANE KAVRAMI, EFSANELERİN TEŞEK
KÜLÜ, SINIFLANDIRILMASI VE İŞLEVLERİ A. Efsanenin Tanımı
Anonim Halk Edebiyatı nesir türlerinden biri olan
"efsane" terimi, dilimize Farsça'dan girmiştir.
Batı dillerinde Latince "legendus" kökünden
çıkan "legenda, legend, leggenda, leyenda" vb.
kelimeler, efsane kavramının karşılığı olarak kul-
lanılmaktadır (Sakaoğlu, 1980: 4). Bununla bir- likte Almanca "sage", Yunanca "mythe/mythos", Arapça "ustOre, esatir ve Rusça "predaniya,
skaz" terimlerini de belirtmek gerekir (Ergun,
1997:1 ). Anadolu Türkleri arasında efsane, men- kabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazan-
mıştır. (Ergun, 1997: 1-2).
Folklorun on dokuzuncu yüzyılın başlarından iti- baren bağımsız bir bilim dalı olarak ortaya çıkı
şından beri pek çok halkbilimcisi "efsane"
kavramı üzerinde durmuş ve bu kavramın tanı
mını yapmaya çalışmıştır. Bütün bu tanımlarda
efsanenin özellikleri verilerek, belirli özelliklerinin ön plana çıkarıldığı görülür.
Halkbilimcilerin ortak görüşlerine göre efsane, 86
sanatsal olarak formüle edilmiş, üçüncü bir
şahsa anlatılan ve geçmişte ya da tarihsel geç-
mişte kurulmuş geleneksel bir hikaye ya da an-
latıdır. Aslında gerçek değildir; ancak anlatıcı ve dinleyicileri tarafından gerçek olduğuna inanılır.
Geçmişte ya da tarihsel geçmişte kurulmamış,
geleneksel olma özelliği kazanmamış ve yaşa
nılan an ile ilgili efsaneler de bulunabilir (Degh, 2005: 345).
Yapılan tüm bu tanımlarda öne çıkarılan özellikler
şöyle sıralanabilir:
Efsanelerde dört ana öğe yer alır. Buna göre ef- saneler;
a. Şahıs, yer ve hadiseler hakkında anlatılırlar.
b. Anlatılanların inandırıcılık vasfı vardır.
c. Umumiyetle şahıs ve hadiselerde tabiatüstü olma vasfı görülür.
Tariflerde yer almayan şu hususiyeti de dördüncü madde olarak ilave edebiliriz:
ç. Efsanelerin belirli bir şekli yoktur; kısa ve ko-
nuşma diline yer veren anlatmadır. (Sakaoğlu,
1980: 5-6).
B. Efsanelerin Kökleri ve Teşekkülü
İnsani ık var oluşundan bugüne dış dünyayı ve çev- resini tanıma, ondan yararlanma uğraşı içerisine
girmiş ve bu uğraş içinde karşı karşıya geldiği, fakat üstesinden gelmekte aciz kaldığı dış alemin olay- larını kendi muhayyilesine göre değerlendirmiş;
onun yapısı, işleyişi ve var oluşu hakkında kendine göre bazı fikirler geliştirmiştir. Değişik çevre ve zaman içinde gelişen insan düşüncesi, evreni algı
lama ve dış dünyaya karşı üstünlük kazanma tut- kusu içinde şekillendirdiği bazı kavramları olaylarla sergileyerek, sözlü gelenekte yaşayan anlatım tür-
lerini oluşturmuştur. Bu türlerden biri de hiç şüphe
siz, efsanelerdir. (Öztürk, 1985:141).
}(Süleymantye
ıılıwıl seıııyoıymıı/ ~elı!r ve ıııedeııiyet
Efsanelerin teşekkülleriyle ilgili olarak ileri sürülen fikirleri incelediğimizde, birçok araştırmacının; ef- sanelerin kökenlerini tarih öncesi devirler ve bu devirlerde yaşayan insanların psikolojik ve sos- yolojik yapılarında arama eğiliminde olduğunu
söyleyebiliriz.
Tarih öncesi devirlerde insanoğlu kendisini tabiata
karşı daha güçlü hissedebilmek için kahramanlar yaratma yoluna gitmiş veya bir kişinin tabiata, top- luma ya da diğer insanlara karşı gösterdiği her- hangi bir başarıyı çok fazla büyüterek ondan güç ve cesaret kazanma ihtiyacını sembolleştirmiştir.
Efsanelerin nasıl teşekkül ettiği sorusuna cevap bulabilmek için onların kökenlerine inmek gerek- mektedir. Çünkü efsaneler teşekkül ederlerken beslendikleri kaynaklara, köklerine göre farklılık
arz etmektedirler. Yani, bütün efsaneler aynı te-
şekkül sürecinden geçmemektedir. Dini efsane- lerin teşekkülü, diğerlerine göre başka bir şekilde, farklı bir zaman sürecinden geçerek oluşmuştur.
Tarihi efsaneler ise daha farklı bir yolla ve daha
farklı bir zaman sürecinden geçerek teşekkül emiştir. Diğer efsane çeşitlerinin teşekkülü de
aynı şekilde farklılık arz eder.
Efsanelerin bir değil, birkaç kökü vardır. Bu kök- leri şöyle sıralayabiliriz:
1 . Mitolojik kökler, 2. Tarihi kökler, 3. Dini kökler,
4. Hayali, fantastik kökler.
Bu köklerin hepsi her efsanede görülmez. Efsa- nenin çeşidine göre köklerden biri, mesela tarihi efsanelerde tarihi kökler, dini efsanelerde dini kökler, yaratılış efsanelerinde mitolojik ve fantas- tik kökler önem kazanır. Yalnız şunu da belirtmek gerekir ki, bir efsanede birden fazla kök de bulu- nabilir. Yani tarihi kökün hakim olduğu bir efsa- nede dini veya hayali kökler bulunabilir.
) süleymantye
ıılıısııl seıııyozyrıııılftlıtr ve ıııeılerıiyet
Bu çalışmamızda ele almış olduğumuz Süleyma- niye Camii ile ilgili efsaneler içerisinde en çok ta- rihi ve dini kökler bulunmaktadır. Bundan dolayı
mitolojik ve hayali köklerden ziyade tarihi ve dini kökler üzerinde durmaya çalışacağız.
Efsanelerin köklerinden biri tarihtir. Yani bir kısım
efsaneler, tarihi kökler üzerine teşekkül eder. Bu tür efsaneler mitolojik köklü efsanelere göre daha
yakın çağlarda teşekkül etmiştir.
Halk için önemli olan bazı tarihi olayların ve şa
hısların maceraları zamanla halkın muhayyilesin- den katılan hayali unsurlarla birlikte efsaneye
dönüşmüştür. Bu tür efsaneler, kronolojik tarih ol- mamakla birlikte, tarihten ayrı düşünülemezler,
yani gerçekle, tarihle ilgilidirler. Tarihi kökü olan efsanelerin bir bölümünde dini kökler de vardı.
Tarihi bir olay, gerek eski çağlarda meydana gel- miş olsun gerekse de yeni zamanlarda, eğer hal-
kın üzerinde büyük bir tesir bırakmışsa, halkın hayatını değiştirmişse, halkın şuurunda derin izler
bırakmışsa belli bir süre sonra efsaneleşir. Bu süre içersinde tarihi olay, gerçekliğinden bir şey·
ler kaybeder, buna karşılık bünyesine halkın mu- hayyilesinden kaynaklanan hayali fakat halkın
gerçekten olduğuna inandığı birtakım yeni unsur- lar eklenir. Halk, efsanelerde tarihi olayı, olmasını istediği şekilde; tarihi şahsı da görmek istediği şe
kilde gösterir. Eğer bir kahraman unutulmaya
başlamışsa onun etrafında oluşan efsaneler, halk için önemli olan, gündemdeki, bir başka kahra-
manın etrafında toplanır. Bu, Roisere'nin efsane- lerin teşekkülü ile ilgili ortaya attığı "birinin yerine
diğerinin geçmesi" kaidesine uygundur.
Tarihi kökü olan efsaneler, mitolojik efsanelere göre daha gerçekçi, daha inandırıcıdırlar. Çünkü tarih sayfalarında bu efsanelerin köklerini bulmak, görmek mümkündür. Halk, geçmişte olmuş bu
olayları, dilden dile, nesilden nesle aktararak
biraz da kendi muhayyilesinden kattığı hayali un- surlarla yoğurarak günümüze kadar getirmiştir.
Bu haliyle bu tarihi olaylar, kronolojik tarihle uğ
raşan tarihçilerin ilgi sahasından çıkıp halkbilim- cilerin, kültür tarihçilerinin alanına girer. Kronolojik tarih olmaktan çıkan bu anlatmalarda, halkın ge-
leneğinden, töresinden izler bulmak mümkündür.
Efsanelerdeki köklerden biri de "dini" köklerdir.
Dini kahramanların maceraları, halkın muhayyi- lesinden katılan "hayali'' unsurlarla birlikte zaman içinde efsaneleşmiştir. Aynı şekilde dini kitaplarda
anlatılan birçok macera da halkın arasında ef- sane haline gelmiştir.
Dinin emir ve yasakları, kaideleri ve din büyükleri- nin maceraları efsanelerin köklerinden birini oluş
turmaktadır. Halk, dinin emirlerini, yasaklarını; günahı, haramı, helali, yanlışı, doğruyu daha iyi anlatabilmek, cezai müeyyidelerin tesirini göstere- bilmek için belli bir şahsa veya olaya bağlı olarak bu kavramlar etrafında bazı efsaneler teşekkül et- tirmektedir. Bu efsanelerde anlatılan olayların ba-
zıları, tarihte gerçekten olmuş olabilir; bazıları ise halk muhayyilesinden kaynaklanmıştır. Dinleyici bu
anlatmaları, tamamıyla gerçek olarak kabul edip dinler. Bu anlatmalar, adeta inancının bir parçası
haline gelmiştir; uyulması, inanılması gereken kai- delerdir. (Ergun, 1997: 40-44).
Efsanelerin oluşumlarıyla ilgilenenler arasında
R.Rosieres ve M.Benigni gibi araştırmacıların
isimleri sayılabilir. Özellikle R.Rosieres'in ileri sür-
düğü kurallar bugün efsanelerin oluşum teorileri içinde en çok kabul edilenidir. Ona göre efsaneler üç ayrı kural etrafında oluşurlar:
a. Menşelerle ilgili kaide: Aynı akli kapasiteye sahip olan bütün milletlerde muhayyile aynı şe
kilde tezahür eder. Böylece benzer efsanelerin
yaratılışına sebep olur.
b. Birinin yerine diğerinin geçmesi kaidesi: Bir 88
kahramanın hatırası zayıfladıkça onun şerefine yaratılmış olan efsane bu kahramanı terk eder ve daha meşhur birine mal olur.
c. Adapte olabilme kaidesi: Çevre değiştiren her efsane, yeni çevrenin sosyal ve etnografik koşul larına kendisini adapte eder. Anadolu'nun her ye- rinde yaygın olarak anlatılan Yusufçuk ve İbibik kuşunun aslında iki çoban veya iki kardeş olması şeklinde değişiklik göstermeleri de adapte ola- bilme kuralıyla açıklanabilir (Sakaoğlu; 1980: 7). C. Efsanelerin Sınıflandırılması
Efsane türü üzerinde ilk çalışmaları Grimm kar-
deşler yapmıştır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yer alan milletlerin efsanelerinin incelemesini sağla
mak üzere masallar için hazırlanan katalog gibi, efsaneler için de milletlerarası bir katalog hazır
lama çabası içine girildi. 1959 yılında kurulan
"Milletlerarası Halk Anlatısı Araştırma Kurumu"
sözlü anlatı türleri üzerine yapılan çalışmaları, ça-
lışma programı içine aldı. Bu kurum 1962-1963
yıllarında, yapılan çalışmalardan yola çıkarak ef- saneleri dört büyük bölümde sınıflandırdı.
Bu gruplar şöyledir:
1. Dünya'nın yaratılışı ve sonu (Kıyamet) ile ilgili efsaneler
)(Süleymaniye
ulıısııl seıııyozyııııı/şelıir ve ıııerleıııyet
D. Efsanelerin İşlevleri
Diğer Anonim Halk Edebiyatı türlerinde olduğu
gibi efsanelerin de belli başlı işlevleri vardır. Ef- sanelerin ne gibi işlevlerinin olduğunu bilmemiz hiç şüphesiz, vermek istedikleri mesajı daha iyi
anlamamıza yarayacaktır.
Anonim Halk Edebiyatı türlerinden olan efsanele- rin milletler üzerindeki en önemli işlevlerinden biri insanın kendisiyle, ailesiyle, toplumla, din ve Al-
lah'la ilgili olan düşüncelerinin oluşup sistemleş
tirilmesindeki etkisi, kültürün sahiplenilmesini
sağlayıcı fonksiyonudur (Emeksiz 2007:148- 149).
insanlar kendi kültürlerine ait tarihi olaylar, şahıs
lar ya da yerlerle ilgili anlatılan bir efsaneyi din-
lerken bahsi geçen tarihi olay, şahıs ya da yerle bir bağ, bir bütünlük kurar. Böylece de bağlı bu-
lundukları milletin toplumsal hafızasını edinmiş
olurlar. Efsaneye konu olan tarihi olay, şahıs ya da yer sıradan olmaktan çıkar ve kutsiyet kazanır.
Böylece, milletin toplumsal hafızası nesilden nesle nakledilen efsaneler vasıtasıyla canlı tutul-
muş olur.
Ayrıca efsanelerin çok önemli bir eğitim işlevi var-
dır. Yeri gelince bir efsane, okul dışı eğitimde
önemli bir "örnekleme aracı" olarak kullanılır.
ıı. Tarihi efsaneler ve medeniyet tarihi ile ilgili ef- (Emeksiz 2007:148-149).
saneler
111. Tabiatüstü varlıklar ve kuvvetler/ mitik efsaneler iV. Dini Efsaneler I Tanrı ve kahramanlarla ilgili efsaneler. (Sakaoğlu; 1980: 10-20)
Efsane türü ile ilgili olarak bugüne kadar yapılan, tanım ve sınıflandırmaların yetersiz olduğu gerek dünyada gerekse de Türkiye'de yapılacak derle- melerle elde edilecek yeni efsaneler neticesinde ortaya çıkabilir. Araştırmacıların bu durumu göz
ardı etmemeleri gerekmektedir.
Ayrıca insanların zihinlerini, davranış biçimlerini,
geleceğe yönelik düşüncelerini en az tarih ve masal kadar etkileyen bir kültür unsuru olarak kar-
şımıza çıkan efsanelerde başarılması çok zor bir meselenin nasıl bir fevkaladelikle başarıldığının izahı vardır. Efsanelerde insan iradesinin dayanık
lılığı, azmi, gücü ön plana geçmekte; doğru davra-
nış, iyi ahlak ve insanı kazanmaya yönelik niyet görülmektedir. Buradan, efsanenin insanın maddi
dünyası kadar manevi dünyasının da gelişmesini hedeflediği gözlemlenebilir (Turan 2003: 67, 71 ).
süleymantye
11l11.S11l Slıııyozyı1111/ ~lıtr ve ıııtdeııiytt
Özetle, efsanelerde bir milletin duygu, düşünce ve emellerini bulabiliriz.
il. TARİHi ZEMİNDE KANUNi SULTAN SÜLEY- MAN, MİMAR SİNAN VE SÜLEYMANİYE CAMİİ1
A. Kanuni Sultan Süleyman (1495-1566)
Osmanlı sultanlarının onuncusu olan 1. Süley- man, 27 Nisan 1495'te doğmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Sultan'dır.
1509'da Kefe'ye sancakbeyi olarak görevlendiri- linceye kadar babası Yavuz Sultan Selim'in ya-
nında kalmış ve bu süre zarfında çok iyi bir
eğitimden geçirilmiştir. Yavuz Sultan Selim'in 1514 lran ve 1516 Mısır Seferleri sırasında Edir- ne'de kalarak Rumeli'yi korumuş, babasının ve-
fatı ile de 30 Eylül 1520 tarihinde 26 yaşında iken
Osmanlı tahtına çıkmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman 1521 'de Belgrad'ı fet- hederek Orta Avrupa'yı, 1522'de Rodos'u fethe- derek tüm Akdeniz'i Osmanlı hakimiyetine
katmıştır.
1526'da yüz bin kişilik ordusuyla tarihin en büyük meydan savaşı olan Mohaç Meydan Savaşı'nda düşman ordusunu yok ederek Macaristan'ın baş
şehri Budin'e girmiştir. 1529'da Viyana muhasara
edilmiş fakat bazı imkansızlıklar ve kış mevsimi- nin yaklaşması üzerine Viyana alınamamıştır.
1532'de Alman Seferi'ne çıkan Kanuni, Gratz, Marburg, Gunss ve daha birçok Alman şehrini
zapt etmiş Avrupa içlerinde dolaştığı süre içeri- sinde Alman imparatoru korkusundan karşısına çıkamayınca geri dönmüştür.
1534'te ise Safeviler üzerine sefere çıkmış, Bağ
dat ve Basra'yı hakimiyeti altına almış, 1535'te ise Tebriz'i zapt etmiştir.
1537'de ltalya Seferi'ne çıkarak Otranto'ya kadar
ilerlemiştir.
90
Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayrettin
Paşa komutasındaki Osmanlı donanması ile kısa
sürede denizlere de hükmetmiş, 27 Eylül 1538'de Preveze'de haçlı ordusu imha edilerek Akde- niz'de Türk hakimiyeti kurulmuştur. Sultan Süley- man, Süveyş'te kurdurduğu donanma ile
Kızıldeniz'i ve Arabistan sahillerini kontrol altında tutmuş ve Avrupalıları Hindistan sahillerinden
uzaklaştırabilmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman, 1543'te Estergon, Nis ve istolni-Belgrad'ı 1551 'de de Trablusgarb'ı ha- kimiyeti altına almış, 1553'te ise Nahcıvan Se- feri'ne çıkmıştır.
Artık iyice ihtiyarlamış olan Kanuni 1566'da Ziget- var kalesinin zaptı sırasında 72 yaşındayken
vefat etmiştir.2
B. Mimar Sinan (1489-1588)
Dünyanın en büyük mimarlarından biri olan Mimar Sinan hakkındaki bilgiler, çağdaşı Sai Mustafa Çelebi'nin onun ağzından yazdıklarına, mimarbaşı olduğu dönemden kalan yazışmalara,
kendi vakfiyesine ve yazarı bilinmeyen bazı belge ve kitaplara dayanmaktadır. Bu bilgiler ışığında;
Mimar Sinan, Kayseri'nin Ağırnas köyünde doğ
muştur. Sinan, 1. Selim (Yavuz) padişah olduktan sonra 1512'de devşirilip istanbul'a getirilerek or- duya asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı'na verilmiştir. 1514'te Çaldıran Savaşı 'nda 1516- 1520 yılları arasında da Mısır Seferlerinde bulun- muş, istanbul'a döndüğünde Yeniçeri Ocağı'na
alınmıştır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1521 'de Belgrad, 1522'de Rodos Seferlerine ka- tılmış, subaylığa yükseltilmiştir. 1526'da katıldığı Mohaç Seferi'nden sonra zemberekçibaşı (baş
teknisyen) olmuş, 1529'da Viyana, 1529-1532
yılları arasında Alman, 1532-1535 yılları arasında
da Irak, Bağdat ve Tebriz Seferlerine katılmıştır.
Bu son sefer sırasında Van Gölü'nün üstünden
geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamam-
laması üzerine kendisine haseki unvanı verilmiş
tir. 1536'da Pulya (Puglia) Seferlerine katılmış.
1538'de yer aldığı Karabuğdan (Moldovya) Seferi
sırasında Prut ırmağı üstünde yaptığı bir köprüyle dikkatleri üstüne çekmeyi başarmıştır. Bundan bir
yıl sonra mimar Acem Ali'nin ölümü üzerine onun yerine sermimaran-ı hassa (saray baş mimarı) olmuş, ölümüne kadar bu görevi sürdürmüştür.
Mimar Sinan'ın Mimarbaşı olduktan sonra yaptığı
üç büyük eser, gerek kendisinin gerekse de klasik
Osmanlı mimarisinin gelişme aşamalarını göster- mesi bakımından oldukça önemlidir.
Bunlardan ilki "çıraklık eseri" olarak kabul edilen, istanbul'daki Şehzade Camii ve Külliyesidir. Dört
yarım kubbenin ortasında merkezi bir kubbe tar-
zında inşa edilen Şehzade Camii, daha sonra ya-
pı lan pek çok camiye örnek olmuştur.
Mimar Sinan'ın "kalfalık eseri" olarak bilinen Sü-
leymaniye Camii, istanbul'daki en muhteşem
eseridir.
Mimar Sinan'ın en büyük eseri ise, 1575'te Edirne'de seksen yaşında iken yaptığı ve "ustalık eserim" diye takdim ettiği Selimiye Camii'dir.
Mimar Sinan, bu üç önemli eserinin dışında
1595'te ölen şair-nakkaş Mustafa Sfü'nin kaleme aldığı Tezkiret'ül Ebniya'ya göre: göre 84 cami, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa, 5 suyolu, 8 köprü, 20 ker- vansaray, 35 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 366 eser vermiştir. (Aslanapa, 1993:
661)
1588'de istanbul'da vefat eden Mimar Sinan, Sü- leymaniye Camii'nin yanında kendi yaptığı sade bir türbeye defnedilmiştir.3
)(Süleymantye
ıdusnl seıııyoıyııııı/~elıir ve ıııedeııiyet
C. Süleymaniye Camii
Süleymaniye Camii, Mimar Sinan tarafından Ka- nuni Sultan Süleyman adma 1550-1557 yılları
arasında istanbul'da inşa edilmiştir. Mimar Si-
nan'ın kalfalık devri eseri olarak nitelendirilmiştir.
Süleymaniye Camii, XVI. yüzyılda ulaşılan yapı
teknolojisi ile cami mimarisi geleneğinin ulaştığı noktaların buluşmasıyla ortaya çıkan muhteşem
bir eserdir.
Cami, dört medrese, tıp medresesi, darOşşifa, da- rOlhadis medresesi, sıbyan mektebi, darOlkurra, tabhane, darOzziyafe, kervansaray, dükkanlar, hamam ve türbelerden oluşan Süleymaniye Kül- liyesi'nin bir parçasıdır.
Süleymaniye Camii klasik Osmanlı mimarisinin en önemli örneklerindendir. Mimar Sinan tarafın
dan dört fil ayağı üzerine oturtulan camiin kubbesi 49.5 m. yüksekliğinde ve 26,5 m. çapındadır. Bu ana kubbe, Ayasofya'da da yapıldığı gibi, iki
yarım kubbe ile desteklenmektedir. (Yerasimos, 1994: 134)
Kubbe ile avluyu cami siluetinde birleştirmek için
Sinan, cami ile revaklar arasındaki minareleri çok
yüksek (76 m) ve üç şerefeli; avlunun kuzey kö-
şesine koyduğu minareleri daha alçak (56m) ve iki şerefeli yapmıştır.
Kubbe kasnağında 32 pencereye yer verilmiştir.
8 revakın çevrelediği cami avlusunun ortasında dikdörtgen şeklinde bir şadırvan vardır. Camiin arka avlusunda Kanuni Sultan Süleyman'ın ve eşi
Hürrem Sultan'ın türbelerinin bulunduğu bir hazire bulunmaktadır (Kuban, 1994: 100).4 111. SÜLEYMANİYE CAMİİ ETRAFINDA EFSA- NELERİN TEŞEKKÜL ETME SEBEPLERİ Efsanelere konu olan şahıslar, yerler ya da tarihi olaylarla qgili ''tarihi gerçeklik"lerin dışında, halk
lısüleymaniye
ıılıısal St1191ozyıu11/ ~lıir ve ıııtdtııiytt
muhayyilesinde olumlu ya da olumsuz birtakım
duygu ve düşüncelerin varlığını, özellikle tarihi kökenlere sahip efsanelerin teşekkül etmesinde gerekli olan etkenlerden biri olarak görebiliriz.
Halk muhayyilesi, şahıs, yer ya da tarihi olayla il- gili bir hükme varacağı zaman bunu "tarihi ger- çeklik" süzgecinden geçirmez. Ayrıca halkın böyle bir zorunluluğu da yoktur. Halk, efsaneye konu olan şahıs, yer ya da tarihi olaya kendi bakış açı
sıyla çeşitli anlamlar yükler ve yüklenen bu an- lamlar bütünü de zamanla şahıs, yer ya da tarihi olay etrafında "tarihi gerçeklik"in önüne geçerek hayal! unsurlarla beslenir ve böylece efsaneler te-
şekkül eder.
Bundan dolayı, Süleymaniye Camii etrafında
neden efsanelerin teşekkül ettiği sorusuna cevap verebilmemiz için "tarihi gerçeklik"in yanı sıra ki, bu tarihi bilgileri yukarıda özetlemeye çalıştık,
gerek Kanuni Sultan Süleyman'a gerek, Mimar Sinan'a gerekse de Kanuni tarafından Mimar Si- nan'a yaptırılmış olan Süleymaniye Camii'ne
karşı halk nazarında, halk muhayyilesinde nasıl
bir bakış açısının olduğunu da tespit etmemiz bize yardımcı olacaktır.
Bunları şöyle sıralayabiliriz:
A. Kanuni Sultan Süleyman (1495-1566) Kanuni Sultan Süleyman, 1495'de Trabzon'da
doğdu. "Süleyman" ismi kendisine Kur'an-ı
Kerim'den tefeül olunarak verildi. Adını Nemi Su- resinin 30. ayet-i kerimesindeki "Hazret-! Süley- man" aleyhisselam'ın isminden aldı. Sanki bu isim, daha o anda, Şehzade Süleyman'a lütfedi- lecek olan dünya ve ukba saltanatlarını birleştiren
bir ihtişamın müjdesini de beraberinde taşıyordu.
(Topbaş, 1999: 168)
Sultan Süleyman, Osmanlı Devleti padişahlarının
onuncusudur. Bu rakam, hem halk hem de devrin 92
ileri gelenleri tarafından uğurlu sayılmıştır. Ayrıca, Padişah'ın onuncu hicret asrının başında (H. 900 I M. 1495) doğmuş olması da Kanuni ile Peygam- ber Efendimiz arasında bir bağ kurulmasına
imkan vermesi bakımında da oldukça anlamlıdır.
Kanuni Sultan Süleyman'ın yaşamış olduğu XV.
asra baktığımızda Osmanlı Devleti'nin ve dolayı sıyla Kanuni Sultan Süleyman'ın karşısında çok güçlü devletlerin ve hükümdarların var olduğunu
görebiliriz. Fakat Kanuni Sultan Süleyman, 46 yıl
lık saltanatı boyunca tüm bu rakiplerine üstünlük
sağlamayı başarabilmiştir. Babası Yavuz Sultan Selim döneminde 6.5 milyon km2 olan Osmanlı Devleti'nin toprakları, Kanuni devrinin sonunda
yaklaşık 15 milyon km2ye yükselmiş, üç kıta üze- rinde büyük bir hakimiyet kurmuş böylece Os-
manlı Devleti bir "Cihan Devleti" haline gelmiştir.
Bir Türk hükümdarı olan Kanuni Sultan Süley-
man'ın bu başarıları, Onun Kur'an-ı Kerim'de geçen bazı ayetlerin sırrına mazhar olmasına bağlanmıştır.
Bu ayetler şunlardır:
Kanuni'nin tahta çıkışı, Kur'an-ı Kerim'in en-Nemi Suresi'nin 30. ayetinde Hz. Süleyman'ın Belkıs'a gönderdiği mektuptan bahsedilirken temas edi- len: "Mektup, Süleyman'dandır. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla (başlamakta) dır.",
"Bana baş kaldırmayın, teslimiyet gösterip bana gelin, diye (yazmaktadır)" ayetleri gerek halk ta-
rafından gerekse de Osmanlı Devleti'nin ileri ge- lenleri tarafından bir fal-i hayr olarak kabul edilmiştir. Ayrıca da Tarihçi Ali, onu "amOd-i neseb-i saltanat" (saltanat soyunun direği, omur-
gası) itibariyle ve on rakamının sayı başı olma-
sından dolayı uğurlu saydığı onuncu padişah
olarak, bununla beraber Emir Süleyman ile Emir Musa'nın da "Fetret Dönemi"nde bir müddet Os-
manlı tahtında bulunmalarından dolayı aynı za-
manda on iki remzinin hikmetlerini şahsında top- layan bir hükümdar telakki etmekte ve bu mes'ud tesadüfleri, onun büyüklüğüne bir işaret gibi gös- termektedir. 5
Bununla beraber Batı alemi; Kanuni Sultan Sü- leyman'a "Le Manifigue" (Muhteşem) ve "Grand"
(Büyük); adını vermiş, 1541 'de yapılan Budin Se- feri sonunda yapılan antlaşma gereği Kanuni, tar- tışmasız "Cihan Padişahı" unvanını elde etmiştir.
Ayrıca "imparator" sıfatının, sadece Muhteşem
Süleyman için kullanılması bütün Avrupa devlet-
leri tarafından kabul edilmiştir.
Bütün maddi-manevi iyilikleri şahsında toplamış
benzersiz bir padişah olan Kanuni Sultan Süley- man, saltanatı boyunca pek çok imar faaliyetinde
bulunmuş, devletin hemen her yerinde camiler, mescitler, medreseler, hamamlar ve çeşmeler yaptırmıştır.
1534'te çıktığı Safevi Seferi esnasında Bağdat'ta
evliya kabirlerini ve Kerbela'da Hazreti Ali ve Haz- reti Hüseyin'in makamlarını ziyaret eden Kanuni, Abdülkadir-i Geylani Hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imaret yaptırmıştır. Bu da onun din ulu-
larına karşı olan sevgi ve saygısını göstermesi
bakımından oldukça önemlidir.
Kanuni Sultan Süleyman, 46 yıllık saltanatı bo- yunca (1520-1566) Osmanlı Devleti'ni dünyanın
süper gücü haline getirmiş, bunu yaparken de, günümüz devletlerine örnek olacak şekilde, hür- riyet ve eşitlik ilkesinden bir an olsun sapmamış,
milletin kendisiyle ve devletiyle gurur duymasını sağlamış büyük bir devlet adamıdır.
B. Mimar Sinan (1489-1588)
Osmanlı Devletinin zirvede olduğu bir dönemde
yaşamış olan Mimar Sinan; Kanuni Sultan Süley- man, il. Selim ve 111. Murat olmak üzere 3 padi-
)(Süleymanlye
ıdıwıl seıııyozymıı/ şelıir ve medeııiyet
şahın mimarbaşılığı görevini üstlenmiştir. Bundan dolayı da devletin kudretini simgeleyen mimari eserlerin yapımında çok önemli bir rol oynamıştır.
Mimar Sinan'ın Türk mimarlığındaki etkisi yaşa
dığı çağdan günümüze kadar devam etmiştir.
Mimar Sinan'ın eserlerinde kullandığı pek çok ye- nilik "klasik" olarak adlandırılan Osmanlı mimari- sini doruğuna ulaştırmıştır.
Onun eserleri sadece mimari olarak değil aynı za- manda mühendislik olarak da önemlidir. Bu se- beple Mimar Sinan'a "ser mimaran-ı cihan ve
mühendisan-ı devran" (dünyadaki mimarların ve kendi döneminde yaşayan mühendislerin başı) unvanı verilmiştir.
Eserlerinin pek çoğu 400 yıl sonra bugün bile, pek çok deprem geçirmesine rağmen ayakta dur- makta ve hala kullanılmaktadır.
Mimar Sinan 49 yaşındayken Kanuni Sultan Sü- leyman'ın emriyle Kudüs'e Hz. Süleyman'ın sur-
larını ve Mescid-i Aksa'yı onarma seferine gitmiş,
bu hizmetinin dönüşünde Hicaz'a geçerek hac fa-
rizasını yerine getirmiştir. Hac vesilesiyle gittiği
Mekke'de Kabe'nin onarımında bulunmuş; dönüş
yolunda Bağdat'ta Ebu Hanife Hazretleri'nin ve Abdülkadir Geylani Hazretleri'nin türbelerinin ba-
kımlarını yapmıştır.
Mimar Sinan'ın, yaptığı eserlerden dolayı Kur'an-
ı Kerim'de geçen "hünnes ve künnes" kavramla- rının6 sırlarına vakıf olduğuna inanılmakta, bütün bu özellikleri dolayısıyla da bugün dahi halk tara-
fından Mimar Sinan'a "evliyaullahtan bir zat" na-
zarıyla bakılmaktadır.
Cumhuriyet döneminde de Atatürk; Mimar Sinan ile ilgili bilimsel araştırmaların başlatılmasını,
onun bir heykelinin yapılmasını istemiş; ayrıca, istanbul'da açılan Devlet Güzel Sanatlar Akade- misi, 1982'de Mimar Sinan Üniversitesi adını al-
/
)(Süleymaniye
ıılıısnl seıııyozyııııthelıir ve medeıttyet
mıştır.
C. Süleymaniye Camii
Süleymaniye Camii, Osmanlı Devleti'nin en par- lak döneminin, en kudretli hükümdarının ve en büyük mimarının ortaya koyduğu bir eserdir.
istanbul'un fethi üzerine, bir rivayete göre tam 40 yıl yas tutan Roma 'vatikan Katolik Kilisesi, vaaz-
larında sürekli olarak Osmanlı'yı sanattan, estetik- ten, bilim ve teknikten, yoksun sadece savaşmayı
bilen, barbar bir millet olarak anlatmaktaydı.
İstanbul'da dünyanın en güçlü devleti Osmanlı ta- rafından inşa edilmiş hiçbir eser, Bizans İmpara
torluğu tarafından bir kilise olarak inşa edilmiş
olan Ayasofya ile teknik anlamda kıyas edileme- mekteydi. Mimari anlamda Ayasofya hala dünya-
nın, özellikle de Hıristiyan aleminin gözbebeği konumundaydı. İmparator Justinianus, devrin tüm
imkanlarını kullanarak, bir imparatorluk simgesi olarak yaptırdığı Ayasofya'yı açarken -Hz. Süley-
man'ı kastederek- "Ey Süleyman! Seni geçtim!"
diye haykırmıştı.
Kanuni Sultan Süleyman, Justinianus'un bu sö- zünü kendi üzerine almış gibi hem çok üzülmüş
hem de Ayasofya ile boy ölçüşecek bir eser yap- mak için hırslanmış, sonsuza kadar var olacak
muhteşem bir camii inşa ederek "Süleyman"ın geçilemeyeceğini ispat etmek istemişti.
Yapımı, dünyanın en kudretli hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman tarafından üstlenilmiş, temeli, devrin adalet zirvesi Şeyhülislam Ebussuud Efendi tarafından atılmış, ser mimaran-ı cihan ve
mühendisan-ı devran olan Mimar Sinan tarafın
dan inşa edilmiş olan Süleymaniye Camii "Vati- kan dedikoduları"na kesin bir şekilde nokta koyarak, İstanbul'un fethinin mimari açıdan ta-
mamlayıcısı olmuştur.
Camiin yapımı esnasında da hem Kanuni Sultan
Süleyman hem de Mimar Sinan büyük bir titizlik
göstermiş, hiç kimsenin kalbini kırmadan, hakkını
ihlal etmeden Süleymaniye Camii'nin inşaatını bi- tirmeye gayret göstermişlerdir. Bunu ispat etmesi
bakımından şu misal oldukça önemlidir:
Kanuni Sultan Süleyman, Süleymaniye Camii ve Külliyesi tamamlanınca, mimarından işçisine
kadar herkesi topladı. Cenab-ı Allah'a hamdden sonra konuşmasına başladı:
- Ey din kardeşlerim, bu cami-i şerif Allah'ın izni ile tamamlanmıştır. Hata ile ücretini alamayan varsa, gelsin ücretini alsın! Olabilir ki, o kimse bu- rada değildir. Bulunanlara ricam ola; onlara bildi- reler! Onlar da gelip bizden haklarını alaları Vesikaların tetkikinden anlaşıldığına göre; inşaa
tın en zor zamanlarında hayvanlar için dahi bir program yapılmış; çalıştırılan at, merkep ve katır
ların dinlenme ve çayırda otlatma saatlerine dik- kat edilmiş, hiçbir mahlukatın hakkına tecavüz edilmemesine ~ayret gösterilmiştir. Kanunl'nin bu muazzam mabedin inşaatında kul ve hayvanat hukukuna böylesine titizlik göstermesi, belki Sü- leymaniye Camii'nin esrarlı ve ka'bına varılmaz
ruhaniyetinin temel saiklerinden biridir. (Topbaş,
1999: 181).
94
Ayrıca Mimar Sinan; Süleymaniye Camii'nin ya-
pımında kendi devri için çok yeni teknikler kullan-
mıştır. Bu teknikler özellikle günümüzde Süleymaniye Camii etrafında efsanelerin teşekkül
etmesinde önemli bir fonksiyon icra etmektedir.
Bunlardan bir kaçı şöyle sıralanabilir:
Süleymaniye Camii'nin ana giriş kapısı; "taç
kapı": önemli bir geometrik merkezdir. Ayrıca bu
kapı yapılırken yüzlerce ton kurşun dökülmüştür.
Bir kısım mühendisler tarafından, bu kadar kur-
şun dökülmesi statik olmaktan ziyade radyasyon etkileri ile ilişkilendirilmektedir.
Süleymaniye Camii'nde bulunan "is odası": cami içinde o devirde yanan kandillerin isini toplayıp,
mürekkebe dönüştüren ve tamamen doğal hava-
landırma ile çalışan doğal bir siklon-baca siste- midir. Daha önemlisi, bu is odası enerjilerin
değişim noktasını oluşturmaktadır. Bu havalan-
dırma olmasa, cami kubbesi kandillerin etkisi ile
çok kısa zamanda kararmış olacaktı.
Süleymaniye Camii'ndeki "şadırvan": o devrin
şartlarında -kısmen Bizans kanalları kullanılarak
lstıranca derelerinden getirilen suyu, doğal kule prensibi ile hava akımı oluşturarak oksijenle arı
tan, tarihin ilk içme suyu hazırlama istasyonudur.
Süleymaniye Topluluğu, çalışmaları esnasında
Süleymaniye Camii'nde kullanılan bütün açı ve
uzunlukların "ebced hesabı ile "Allah" isminin kat-
ları" olduğunu, "anlamsız" hiçbir açı veya uzunlu-
ğun kullanılmadığını belirlemiştir.
iV. EFSANE METİNLERİ
4.A. XVI. ASIRDA TEŞEKKÜL EDEN EFSANELER 1. RÜYA EFSANESİ
Rivayete göre Kanuni Sultan Süleyman Han, bu cami-i şerifin inşasına karar verdiği zaman, bir gece rüyasında Allah Resulü -sallallahü aleyhi ve sellem-'i gördü. Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem-, ona camiin nereye yapılacağını
göstermekten başka, camiin iç ve dış unsurları hakkında da birtakım talimatlar verdi. Bunları:
- Minberi şuraya, mihrabı şuraya, kürsüyü de
şuraya yapasınız! şeklinde tafsilatlı bir şekilde
ifade buyurdu. Büyük bir heyecan ve sürurla uya- nan Kanuni, Alemlerin Efendisi'ne salavat getire- rek gözyaşları içinde Cenab-ı Hakk'a şükretti.
Ertesi gün ilk iş olarak derhal Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem'in işaret buyurduğu
mahalle giderek Mimarbaşı Koca Sinan'ı oraya
çağırdı ve buraya bir cami-i şerif yaptıracağını
95
) süleymantye
11lııs11l seıııyoıyııııı/şelıir ve ıııedeııiyet
söyledi. Koca Sinan da, zaten bu teklifi bekliyor-
muşçasına Sultan'a:
- Devletlü Sultanım! Camiyi bu yere şu minval üzere yaparız; mihrabı şurada, minberi şurada,
kürsüsü de şurada olur. diyerek Kanuni'ye rüya-
sında vaki olan Hazret-i Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem'in mübarek ifadelerini tekrarladı.
Bunun üzerine Kanuni, mütebessim bir şekilde
Sinan'a bakarak:
- Mimarbaşı! Haberli gibisin!... dedi.
Koca Sinan, başını edeple önüne eğdi ve aynı rüya-yı sadıkayı kendisinin de gördüğünü izhar sadedinde:
- Sultanım! Sizin hemen arkanızda idim!... dedi.
Bu durum karşısında sürür ve heyecanı bir kat daha artan Kanuni, derhal:
- O halde tiz cami-i şerifin inşası başlasın! diye ferman eyledi.
Zaten bu emri bekleyen Mimarbaşı Koca Sinan, vakit geçirmeden hazırlıklarını tamamladı ve yüce mabedin inşasını, Şeyhülislam EbussuOd Efendi'nin temele ilk taşı koymasıyla başlattı (Topbaş, 1999: 381-382).
Dini köklere sahip olan bu efsanede Süleymaniye Camii'nin kutsiyeti ön plana çıkarılmaya çalışıl
mıştır. Efsaneye göre Süleymaniye Camii çok kutsal bir mekandır çünkü Camii'nin nerede ve
nasıl yapılacağı bizzat Hazret-i Peygamber tara-
fından belirlenmiş ayrıca, Camii yaptıran Kanuni Sultan Süleyman'ın ve Camii yapan Mimar
Sinan'ın Hazret-i Peygamber'le mana aleminde
görüşebilecek manevi güçlerinin olduğu vurgu-
!anmak istenmiştir.
2. CEVHERLİ MİNARE
Evliya Çelebi meşhur Seyahatname'sinde Süley-
/
U süleymantye
ıı/11s11/ seıııyozyııııı/ ~elıir ve rıredeııtyet
maniye Camii'nin minarelerinden bahsederken sözlü kaynaklardan yapmış olduğumuz derleme- ler neticesinde artık günümüzde pek çok versi- yonu olduğunu tespit ettiğimiz şu efsaneyi anlatır:
Avlunun geri köşelerindeki iki minare onlardan daha alçacık ikişer şerefeli düzgün minarelerdir, ama sol tarafındak! üç şerefeli minareye cevahir minare derler, adının sebebi odur ki: Süleyman Han bu Camii yaparken biraz sağlamlaşması için bir sene feragat edip başka hayratlar yaparlardı.
Acem Şahlarından Şah Tahmasb, Süleyman
Han'ın camiden feragat ettiğini duyup tez bir büyük elçi tedarik edip bin kese mal ve bir kutu kıymetli çeşit çeşit mücevher ile mektubunda eyle yazmış
ki, "Duyduk ki camii tamamlamaya kudretiniz kal-
mayıp feragat etmişsiz. Size dostluğa binaen şu
kadar hazine mal ve bu kadar mücevherler gön- derdik. Bu mücevherleri satıp bu malı sarf edip Ca- mii tamamlamaya çalışın, bizim dahi hayratınızda
hissemiz ola." diye bu gibi hakaret edici mektuplar ile alelacele elçi Süleyman Han'a geldiği sırada
Cami, denizler gibi işçi ve ustalar ile yapılırkenı
gelip Süleyman Han mektubun içeriğinden ateş gibi olup bin kese malı bütün İstanbul Yahudilerine elçi önünde dağıtıp bir parça kalmadı.
Elçiye hitap edip buyurdular ki beyt:
Rafızi rıJz-i kıyamet har-bıJd z/n-i YehıJd
"Böyle olacak size binecek Yahuçli topluluğu efen-
dilerinize malınız nasip ola ki Kıyamet gününde size bindiklerinde mahmuz ve kamçı vurmayalar.
Yohsa sizcileyin namaz kılmayan insanların cami
hayrında ilgileri ne ola".
Bir kutu mücevheri yine elçi önünde Mimar Sinan'a verip,
"Bu değerli diye gönderdiği taşları benim camimin
taşları yanında değersizdir. Tez bunları diğer taş
lar içre koyup harcın içine kat!" dedi.
Elçi bu hali görünce akıl dairesinden çıkıp sustu ve hayrette kaldı. Mektubuna karşılık nice boş
sözler ile mektuplar yazılıp elçi Revan tarafına
yola çıkmada. Beri tarafta usta Mimar Sinan bu mücevherleri birer tür sanat ile minarenin her al-
tıgen [45a] süsleri içine kitabelerin ortasına türlü türlü yapma mermer güller içine bu cevahirleri
süslemiştir. Onun için o minareye hala "Cevahir Minare" derler. Güneşin ışığı bazı taşlara yansı
yınca ışık verir, ·ama bazı taşlar sıcağın şiddetin
den, kar ve yağmurdan bozulup ışığı yok olmuş
ama Camiin kıble kapısı sofa kemeri ortasında bir
Nişabur firuzesi vardır ki bir yuvarlak kase kadar
vardır. Hala parıltısından insanın gözü kamaşır.
(Çelebi, 2004:115-116)
içerisinde tarihi kökleri barındıran bu efsanede Kanuni Sultan Süleyman'ın ve yönetmiş olduğu Osmanlı Devleti'nin başka devletlerin maddi ve manevi hiçbir yardımına muhtaç olmadığı anlatıl
mak istenmekJedir. Efsanede İran Şahı Tah-
masb'ın gönderdiği hazinenin Kanuni Sultan
Süleyman'ın ve Osmanlı Devleti'nin kudretini sim- geleyen Süleymaniye Camii'nin ancak ve ancak
harcında kullanılabileceği vurgulanmakta, bu mo-
tifle Kanunl'nin ve Osmanlı Devleti'nin kudreti gözler önüne serilmektedir.
3. İÇİNE HAÇ GİZLENMİŞ MERMER
Süleymaniye Camii yapılırken Mukaddes Roma- German İmparatoru Şarlken, böyle büyük bir ca- mide benim de katkım olsun diye çok güzel büyük bir mermer gönderir. Bu mermerin içerisine de gizli bir haç koydurarak bu mermerin mihraba ko-
nulmasını Kanunl'den rica eder. Amacı, bu ulu mabette namaz kılan Müslümanların bilmeden haça secde etmelerini sağlamaktır. Hıristiyan bir
hükümdarın bu isteğini Padişah memnuniyetle karşılar. Mermer İstanbul'a getirildikten sonra Mu- kaddes Roma-German İmparatoru Şarlken'in bu
96
hain planı Mimar Sinan'a, gördüğü kutlu bir rü- yada bildirilir. Bu rüyanın etkisiyle Mimar Sinan mermeri padişahın huzurunda kırdırır ve merme- rin içerisinde gizlenmiş olan haç böylece ortaya
çıkar. Bunun üzerine Kanuni, bu haçı başka bir mermere koydurarak Süleymaniye Camii'nin sağ
avlusunun girişine koyduruyor. O gün bugündür o avludan içeri girenler bu haça basarak camie girerler. Böylece Şarlken, hain emeline kavuşa
mamış; aksine mihraba konulmasını istediği haç,
kapı eşiğine konulmuştur. (Emeksiz, 2007) Bu efsanede hem tarihi hem de dini köklerin ol-
duğunu söyleyebiliriz. Tarihi gerçeklere baktığı
mızda, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1532'de Alman Seferi'ni Mukaddes Roma-German İmpa
ratoru Şarlken'e karşı yaptığını; fakat Şarlken'in
Kanunl'nin karşısına çıkamadığını görmekteyiz.
Bu iki hükümdar efsanede, aynı zamanda inan-
dıkları dini de temsil etmektedirler ve efsanenin ön önemli dayanak noktasını bu iki hükümdarın
mücadelesi teşkil etmektedir.
Efsanede Şarlken, gönderdiği mermerin içerisine bir haç gizlemiş, Kanunl'ye karşı mert davranma- m ıştır. Bu tavrı ile Şarlken, sinsi planlar yapan bir kral olarak gösterilmiş ve bu tarihi olaya atıfta bu-
lunulmuştur.
Şarlken'in bu sinsi planı Mimar Sinan'ın manevi gücü vasıtasıyla emeline ulaşamamış böylece Mimar Sinan, efsanede yüceltilmiştir.
4. AKÇE EFSANESİ
Süleymaniye Camii'nin temelinin atılacağı gün, Kanuni Sultan Süleyman, Mimar Sinan'ı yanına çağırarak "Al bunu Sinan göreyim seni." diyerek bir çeyrek akçe uzatır. Sinan çeyreği aldıktan
sonra öpüp başına koyarak koynunda saklar. Ca- miin açılış merasiminde koynundaki akçeyi çıka
rıp hükümdara uzatır. Kanuni akçeyi eline alarak camiin etrafında dolaştıktan sonra yüzünde son-
}(Süleymantye
ıdıısal seıııyozywııhelıir ve ıııedwiyet
suz bir neşe ile, aynı akçeyi Mimar Sinan'a verir.
Bu olayı görenler bir şey anlamadıkları için tüm
bunların ne anlama geldiğinj Mimar Sinan'a so- rarlar. Mimar Sinan da şu şekilde izah eder:
- Padişah önce bu akçeyi bana vermekle demek istedi ki, yapacağın binada bu akçenin sığacağı
kadar bir açıklık olmasın. Bina bittiği vakit ben de
aynı akçeyi kendilerine verdim. Akçe elinde bütün binayı dolaştı, en küçük bir açıklık göremedikleri için memnun oldular. (Banoğlu, 1966: 237-238) Bu efsanede ise Süleymaniye Camii'nin eksiksiz ve muhteşem bir eser olduğu pekiştirilmeye çalı şılmıştır.
5. EGRİ MİNARE
Rivayete göre Cami yapılırken, birkaç çocuk mi- nareye bakar ve içlerinden birisi: "Yahu görüyor musunuz, minare eğri!" der. O sırada oradan geçen Mimar Sinan, bu sözleri duyar ve çocuğun yanına yaklaşarak: "Hakkın var, minare biraz eğri.
Hemen bir urgan bulup, minareyi doğrultalım."
der. Urganı minareye bağlatır ve güya düzeltiyor-
muş gibi işçilere çektirir. Sonra çocuğa dönerek:
"Düzeldi mi evlat?" diye sorar. Çocuk da: "Tamam Efendim, şimdi düzeldi." der. Olayı hayretle izle- yen ve niçin böyle yaptığını soran kalfalara Sinan:
97
"Eğer böyle yapmasaydım, minarenin eğri olduğu
nnancı çocuğun bilincine yerleşecek ve belki de
bu çocuk ileride birçok kimseyi minarenin eğri ol-
duğuna inandıracaktı." cevabını verir" (www.ef- saneler.com).
Başka varyantlarını da tespit ettiğimiz bu efsa- nede söylentilerin bazen gerçeklerin önüne geçe-
bileceği belirtilmekte; ayrıca çocuğu ikna etmede
kullandığı metotla Mimar Sinan'ın eğitimci rolü de gözler önüne serilmektedir.
/