• Sonuç bulunamadı

Bülten. Türkiye İş Ahlakı Zirvesi nin 6 ncısı İstanbul da yapıldı. Gösterişçi tüketimin mekânları olarak AVM ler AYŞE KÜÇÜK

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Bülten. Türkiye İş Ahlakı Zirvesi nin 6 ncısı İstanbul da yapıldı. Gösterişçi tüketimin mekânları olarak AVM ler AYŞE KÜÇÜK"

Copied!
44
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DR. ÖĞR. ÜYESI HASAN TERZI:

İsrafı önlemek için zihniyet dönüşümü gerekli

RÖPORTAJ: YAHYA AYYILDIZ

Gösterişçi tüketimin mekânları olarak AVM’ler

AYŞE KÜÇÜK

Bülten

Y I L : 2 0   •   S AY I : 5 3   •   O C A K 2 0 2 2

Türkiye Iş Ahlakı

Zirvesi’nin 6’ncısı

Istanbul’da yapıldı

(2)
(3)

YIL: 20 • SAYI: 53 • OCAK 2022

İGİAD Adına Sahibi Ayhan Karahan

Genel Yayın Yönetmeni Ömer Bedrettin Çiçek

Editör Yahya Ayyıldız

Yayın Kurulu Ahmet Akın Ali Hasan Kılıç Cafer Albayrak Davut Güler İzzet Demir M. Fatih Kıratlı M. Mürsel Çiçek M. Sait Bozik Mehmet Aktaş Mehmet Bulayır Muharrem Balcı Murat Ustaoğlu Musa Biçkioğlu Sinan Polat

Yayına Hazırlık

İGİAD Eğitim ve Araştırma Komisyonu

Grafik Tasarım Fokus Tasarım

Baskı ve Cilt İkramat Ofset

printcenter@ikramat.com

Yazışma Adresi

Topçular Mah. Maltepe Cad. No: 4/1 Axis İstanbul Ofis B-2 Blok Kat: 4 No: 73-74 Eyüpsultan, İstanbul Tel: +90 212 544 96 00 - 77 Faks: +90 212 544 96 76 www.igiad.org.tr info@igiad.org.tr

İGİAD Bülten, kurum faaliyetlerini duyurmak, İGİAD üyeleri arasında etkileşim ağını güçlendirmek, İGİAD’ı tanıtmak, iş dünyasında ahlaklı girişimcilik ve iş ahlakı konularında kamuoyu hassasiyeti oluşturmak gayesiyle yayımlanır, ücretsiz olarak dağıtılır.

Israf: Ekonomik virüs

Ekonomik ve toplumsal hayatın en zararlı virüslerinden biri israftır. Birkaç yıldır korona virüsünün insan sağlığı için oluşturduğu tehdidi yakından yaşamaktayız. İsrafın ekonomi için meydana getirdiği tehdit, bundan daha küçük değildir. İsraf, alın teriyle üretilen değerlerin heba olmasına, kaynakların boşa gitmesine, verimsizliğe, fakirliğe ve daha birçok zarara yol açmaktadır. İsrafın toplumsal zararları ise en az ekonomik zararları kadar büyüktür. Özellikle gösterişe yönelik tüketim diye adlandırılan israf türü; adaletsizliğe, kıskançlığa, toplumsal vicdanın yaralanmasına yol açmaktadır.

İsrafın önlenmesi konusunda özel sektörden kamuya, medyadan eğitim kurumlarına kadar pek çok birime görev düşmekle birlikte sorunun nihai çözüm adresinin her kişinin kendisi olduğunu bilmek gerekir. Çünkü israfı önleyecek olan bizleriz.

Kendimiz bu konuda daha fazla hassasiyet sergilersek sorunun çözüldüğünü veya kontrol altına alındığını görebiliriz. Ama somut bir adım atmak yerine sadece şikâyet eder, sorumluluğu başkasının sırtına yüklersek herhangi bir gelişmenin olmayacağı da açıktır.

Ekonomik refaha ve sosyal adalete erişebilmenin olmazsa olmaz gündem

maddelerinden biri, israfın önlenmesidir. Bu nedenle bu sayımızda israfı ve gösteriş tüketimini konu edindik. İslam’ın israfa bakışını ve bunu önlemek için aldığı tedbirleri, Prof. Dr. Mehmet Soysaldı hocamız ele aldı. Gösterişçi tüketimin kendini en çok gösterdiği mekânlardan biri alışveriş merkezleridir. AVM’lerin bu yönünü ele alarak kritiğe tabi tutan Ayşe Küçük ise gündelik hayatımıza ilişkin önemli bir farkındalığa yol açacak bir makaleyle konuya katkıda bulundu. Konuyla ilgili genişçe bir röportaj ise Dr. Hasan Terzi’yle yapıldı. Meseleyi farklı boyutlarıyla analiz ederek israfın önlenmesi için gündelik tedbirlerden ziyade zihniyet dönüşümünün önemine vurgu yapması, israfın ne kadar derin ve süreğen bir sorun olduğunu ortaya koymaktadır.

Türkiye’deki iş hayatı için önemli kriterlerden biri haline gelen İnsani Geçim Ücreti (İGÜ), 2022 yılı için açıklandı. Yaşanan enflasyonun da etkisiyle 5.303 TL olarak belirlenen İGÜ’nün sadece İstanbul’u değil, bütün Türkiye’yi kapsadığı ifade edildi.

Açıklanan bu rakamın işgörenleri nispeten rahatlatacağı ve enflasyon karşısında onların reel gelir düzeylerini koruyacağı beklenmektedir.

Türkiye İş Ahlakı Zirvesi’nin altıncısı İstanbul’da yoğun bir katılımla yapıldı. İGİAD’ın düzenlediği ve “Zor Zamanda İş Ahlakının Önemi” başlığını taşıyan zirve, gerek korona virüsü gerekse döviz sarmalının yol açtığı bir dönemde yapıldı. İçinden geçmekte olduğumuz zor zamanlarda iş ahlakını korumanın önemine değinildi ve bu süreçten güçlü ve büyüyerek çıkmanın yolunun, öncelikle iş ahlakına riayet etmek olduğu vurgulandı.

Üyelerle röportaj bölümünde ise yayıncı Davut Güler’i konuk ettik. Gençlik yıllarından itibaren hem sosyal mücadeleler içerisinde bulunmuş hem de iş hayatına atılmış biri olarak kendi tecrübelerini bizimle paylaştı. Herkesin bu tecrübelerden çıkaracağı pek çok ders bulunmaktadır.

2022 yılının tüm insanlık, İslam dünyası, Türkiye ve iş dünyasına hayırlar getirmesini diliyorum. İsraf konusunda daha fazla duyarlılık sergileyerek ekonomik ve sosyal

AYHAN KARAHAN

İGİAD Yönetim Kurulu Başkanı

(4)

YAYIMLANDI

(5)

içindekiler

Gösterişçi tüketimin mekânları olarak alışveriş merkezleri

AYŞE KÜÇÜK

4

Dr. Öğr. Üyesi Hasan Terzi:

İsrafı önlemek için zihniyet dönüşümü gerekli

RÖPORTAJ: YAHYA AYYILDIZ

8

İsrafın zararları ve bundan kurtulma yolları

PROF. DR. MEHMET SOYSALDI

15

FAALIYETLER

Türkiye İş Ahlakı Zirvesi’nin 6’ncısı İstanbul’da yapıldı

  ... 

18

İGİAD’ın 2022 yılı İnsani Geçim Ücreti (İGÜ) 5303 TL.

  ... 

22

9. İslam İktisadı Atölyesi tamamlandı

  ... 

24

Üyelerimiz aileleriyle birlikte kahvaltıda buluştu

  ... 

26

Üyelerimiz Safranbolu ve Amasra gezisinde bir araya geldi

  ... 

27

Üyelerimiz Atatürk Arboretumu doğa yürüyüşünde buluştu

 ... 

28

Bölgesel hasbihal toplantıları devam ediyor

  ... 

29

Mazlumder’den derneğimize ziyaret

  ... 

29

Yönetim Kurulu Yıllık Planlama toplantısını yaptı

  ... 

30

Son ekonomik gelişmeler

  ... 

31

Ü Y E L E R I M I Z L E S ÖY L E Ş I

Davut Güler: Yayıncılık, öncelikle misyon işidir

  ... 

32

Röportaj: Yahya Ayyıldız

DOSYA İSRAF VE

GÖSTERİŞ TÜKETİMİ

14. CİLT 2. SAYI

YAYIMLANDI

(6)

Gösterişçi tüketimin mekânları olarak

alışveriş merkezleri

AYŞE KÜÇÜK

HARRAN ÜNIVERSITESI DOKTORA ÖĞRENCISI

Gösterişçi tüketim kavramı, tüketimi gösterişsel boyutu üzerinden analiz ederek tüketimin bir kültür haline

geldiğini vurgulamak için ortaya atılmış bir kavramdır. Bu yeni tüketim kültüründe haz için gösteriş tüketimi yapılmaktadır. İşte alışveriş merkezleri bu gösterişçi tüketimin yapıldığı mekânların başında gelmektedir.

GÖSTERIŞÇI tüketim, kişinin çevre- sine statüsünü veya prestijini göster- mek amacı ile yaptığı alışverişler, şek- linde tanımlanmaktadır. Bu nedenle gösterişçi tüketimde, çevrenin rolü ol- dukça önemlidir. İnsanlar gösterişsel değere sahip bu ürünleri çevrelerine bazı mesajlar vermek için satın almak- tadır. Bu tüketimlerin temelinde, alı- nan ürünlerin çevre tarafından prestij göstergesi olarak algılanması yatmak- tadır. Kişi, aldığı ürünün çevre tara- fından prestij ürünü olarak değerlen- dirmesi sonucunda satın aldığı ve tü- kettiği üründen tatmin duymaktadır (Akt. Güllülü vd. 2010: 106). Gös- terişçi tüketimin “diğer bir özelliği,

kendine özgü mekânlar üretmiş ol- masıdır. Modern toplumun rutin iba- deti gibi görülebilecek olan gösteriye katılma ayininin mekânı” ise alışve- riş merkezleridir. Alışveriş merkezleri aynı zamanda gösteri mabedi işlevini de görür (Senemoğlu, 2017: 82). Rit- zer’in “Tüketim Katedralleri” diye ifa- de ettiği alışveriş merkezleri, “insanla- rın ‘tüketim dinleri’ni yerine getirmek için gittiği yerler olarak tarif edilir”

(Ritzer, 2000: 26). Bu yönüyle alış- veriş merkezleri gösterişçi tüketimin yoğunlaştığı yerlerdir. Tüm gösteri ve tüketim nesneleri burada sergilenir ve teşhir edilir. Böylece birey, bir imaj yaratarak kendisini de teşhire sunar

(Senemoğlu, 2017: 82). Bu bağlam- da alışveriş merkezleri, bireylerin, bir imaj yaratarak kendilerini gösterdik- leri mekânlardır. Bireyler, gösteriş de- ğeri taşıyan ürünleri alışveriş merkez- leri aracılığıyla öğrenmektedir. Alışve- riş merkezleri, tüketicilere boş zaman- larını gösteriş amaçlı kullanmalarına hizmet eden ve tüketimi bir ideoloji haline getiren önemli bir araç olmak- tadır. Alışveriş merkezleri, gösterişçi tüketim aracılığıyla markaların, bazı değerlerin ve anlamların göstergesi haline gelen; gösterişçi sınıfın yiye- cek, giyecek ve yaşam tarzlarında in- sani onurmuş gibi algılanan tüketim kalıplarının görüldüğü mekânlardır.

Veblen’in bahsettiği gösterişçi tüketim biçimlerinde gösteriş alan- ları iki ayrı bölümden oluşmaktadır:

“gösterişçi boş zaman” ve “gösterişçi tüketim” alanları. Bu alanlarda, statü gösterme biçimleri, çalışma durumu, toplumsal katmanlar, toplum tipleri, zenginliğin temeli, tüketim nesnele- rinin değişimi ve beğeni kriterlerini belirleyen ölçütler gösterişçi alanlar- da birbirinden farklılık göstermekte- dir. Belirli koşullarla beraber, gösteriş- çi boş zaman zenginliğin ve statünün gösterilmesinin en etkili yolu olarak

(7)

görülmüştür (Güleç, 2015: 73). Bu noktada alışveriş merkezleri “gösterişçi boş zaman” aktivitelerinin yoğun ola- rak yapıldığı yerlerin başında gelmek- tedir. Zira bireyler, içinde yaşadıkları toplumdaki konumlarını ve sahip ol- duklarını kanıtlamak için sadece satın aldıkları ürünlerle değil satın alınan hizmetlerle de gösterme eğiliminde olabilirler. Örneğin sinema salonlarına gitmek, Starbucks’ta kahve içmek, Mc- Donald’s’ta yemek yemek, çocuk oyun alanlarında zaman geçirmek, gösteriş- çi boş zaman etkinliklerinden bazıla- rıdır. Bu etkinliklerin en işlek uğrak yeri de alışveriş merkezleridir. Bireyler alışveriş merkezleri yoluyla bu basit, sıradan eylemler olan yemek yemeyi, kahve içmeyi, oyun parklarına gitme- yi, dünyaca ünlü mağazalardan alışve- riş yapmayı birer “gösteri”ye dönüştür- mektedir. Bireyler, Starbucks amblemi olan pet bardakları elinde gezdirerek, Benetton markalı alışveriş poşetleri-

ni taşıyarak gösteriş yapıp bir “imaj”

yaratmaktadır.

Gösteri ve imaja dayalı olan seyir- lik tüketim olgusu ya da büyük alışve- riş merkezlerindeki imajların ve gös- tergelerin tüketimi, boş zaman şek- lindeki gösterişçi tüketimin temelini oluşturur. Bu mekânlardaki malların etkili bir şekilde vitrinlerde sunulma- ları, insanların bu görüntüler aracılı- ğıyla sanal lezzetler tatmalarına, imaj ve göstergeleri tüketerek de seyirlik tüketim eylemini gerçekleştirmele- rine katkıda bulunur. Bu durumda AVM’lerde sergilenen nesnelerin ise sembol ya da gösterge değerleri öne çıkar (Vural ve Yücel, 2006: 105).

Örneğin Starbucks amblemi olan pet bardaklardan kahve içmek, kah- veye sembolik bir değer yükler. Öyle ki kahve ile Starbucks amblemi adeta özdeşleşmiştir. Böylece bireyler kah- ve içmeyi de bir “gösteri”ye dönüş- türmekte ve bir imaj yaratmaktadır.

Debord da günümüz toplumla- rının birer gösteri toplumu olduğu- nu söyler: “Çağdaş toplum bir gös- teri toplumudur ve bu herkesin ka- bul ettiği bir durumdur” (Debord, 1996: 216). Debord, bu söylemiyle, tüketimin artık bir tür gösteriye dö- nüştüğünü vurgular. Bu noktada en önemli tüketim mekânı olan alışve- riş merkezleri ise tüketimin gösteri- ye dönüşmesine önemli ölçüde katkı sağlamaktadır.

Günümüzde alışveriş merkezle- ri kişilerin ihtiyaçlarını gidermele- ri amacıyla alışveriş yapabilecekleri mekânlar olmanın ötesinde kişilere güzel vakit geçirebilecekleri, arka- daşları ile buluşabilecekleri, sinema- ya gidebilecekleri, yemek yiyebile- cekleri mekânlar olarak hizmet ver- mektedir. Yani günümüzde artık tü- keticiler için alışveriş merkezlerinin sunduğu ürünün niteliği, kalitesi ve fiyatından ziyade alışveriş merkezle-

(8)

rinin içerisindeki eğlence aktiviteleri ve oyun alanlarının daha önemli hale geldiği söylenebilir. Başka bir ifadeyle, alışveriş merkezleri boş zamanlarını gösteriş amaçlı olarak tüketime dö- nüştüren mekânlar olarak hayatımız- da yer etmeye başlamıştır. (Yaraşı vd.

2016: 275-283). Alışveriş merkezleri bu gösterişçi boş zaman faaliyetleri ile

“hem yetişkinlere hem de çocuklara eğlence sunar; özellikle içinde Dave and Buster’s, Game works, Jeepers, Club Disney vb. olan yeni alışveriş merkezleri. Mall of America ve Ed- monton Mail gibi mega alışveriş mer- kezlerinde kocaman eğlence parkla- rı da bulunur. Ayrıca birçok alışveriş merkezi için önemi giderek artan, yir- mi ya da daha çok perdeli büyük mul- tiplex sinemalar da vardır.” Alışveriş merkezlerindeki bu tür mağazalar, in- sanları çekmek için çocukların oyun alanları gibi şeyleri kullanır. Birçok alışveriş merkezindeki eğilim mal sat- maktan uzaklaşarak hizmet, özellikle eğlence satmaya yönelmektir. Yani eğ- lence parkları giderek daha çok mal pazarlıyor. Bunun tipik örneği ise Dis- ney Dünyası’dır (Ritzer, 2000: 170).

Tokyo yakınlarındaki Disneyland her yıl neredeyse Mekke ya da Vatikan’ın çektiği kadar çok ziyaretçi çekmekte- dir (Durning, 1998: 15).

Gösterişçi tüketimin bir sosyal de- ğer ve gelişmenin bir ölçüsü olarak görüldüğü günümüzde bu merkezler,

“eğlence satarak” yeni bir iletişim ve etkileşim alanı oluşturarak ya da ye- ni bir kamusallık yaratarak, boş za- manın gösteriş amaçlı kullanılmasına önemli bir katkı sağlamaktadır. Zira alışveriş merkezlerinin nihai hedefi

modern tüketici için çekim merkezi olmaktır. Çok sayıda insanın bir şey satın almasa da orada bulunması, or- tama canlılık ve heyecan katarak orayı hareketlendirip dışarıdaki insanların ilgisini çekmesini sağlamaktadır. Bu kalabalık, hareketli ve büyülü ortamı çekim merkezine dönüştüren ana et- ken ise buradaki “eğlence”dir. Alışve- rişin, bir eğlence formatında gerçek- leştirilmesi; tüketici için hem iyi bir rahatlama yöntemi hem de eğlenceyi bir gösteriye dönüştürmenin en etki- li yoludur. “Gösteri toplumları”ndaki

“gösterinin” en yoğun sergilendiği bu merkezlerde modern tüketiciler, alış- veriş boyunca kendilerini şovun bir parçası gibi hisseder hale gelmiştir. Si- nema salonları, kafeteryalar, çocuk eğ- lence parkları, güzellik ve spor salon- ları, palyaçolar, sihirbazlar, önemli ve özel konuklar, festivaller, mini kon- serler hep birlikte bu şovun bir par- çası olarak, eğlence içinde alışverişi ve tüketimi yapılandırmaktadır (Şen- türk, 2012: 70-72). Dolayısıyla alış- veriş merkezleri, alışverişten öte bu etkinlikler (sinema, spor alanları vb.) ile yaşam ve eğlence merkezi haline getirilmiştir. Alışveriş merkezleri bu yönüyle topluma belli bir “hayat tar- zı” sunmaktadır (Bayhan, 2011: 242).

Türkiye’de yapılan saha araştırma- ları, bireylerin alışveriş merkezlerine sadece alışveriş amaçlı değil, gösteriş ve eğlence amaçlı gittiklerini ortaya koymuştur. Bu mekânlarda amaç sa- dece yemek yemek, karın doyurmak, kahve içmek ve gerekli ihtiyaçları al- maktan çok; bir simge ve imaj sağla- yan tüketim ihtiyaçlarını gidermektir.

Bunun yanı sıra ürün ve mekân ara-

sında da önemli bir bağ oluşmaktadır.

Bu ürün bir restoranda yenilen yemek, bir mağazadan daha ucuza alınan bir kıyafet olabilir. Bu noktada ihtiyaç- lar, biyolojik ve doğal hayatımızın bir parçasıyken, arzular sosyal hayatımızı ve toplumsallaşmamızı kuvvetlendi- ren ürünlerdir. Bu arzulanan ürünlere yönelik alışveriş merkezleri de bireyi ideallerine ve arzularına yaklaştırmayı amaçlamış olan mekânlar olarak inşa edilmiştir. AVM’lerde bulunan bire- yin özel arzularına yönelik hizmetlere birkaç örnek vermek gerekirse, bun- lar çeşitli restoran, kafe, yüksek tekno- lojili sinema salonları dışında kuaför, berber, özel otobüsler, bebek bakım ve oyun odaları, ibadet odaları, mescit, tiyatro, konser ve konferans salonla- rından oluşan geniş bir yelpazeye ya- yılmaktadır (Turkan, 2014: 99-100).

Dolayısıyla, buz pateni pistinden ti- yatro salonlarına, akvaryumlardan panoramik asansörlere kadar dizi di- zi fantastik öğeyi içinde barındıran bu mekânlar, modern yaşamın kamusal ilişkilerini düzenleyen ve bunu kon- trol eden yerler halini almaya başla- mıştır (Vural ve Yücel, 2006:105).

Görüldüğü gibi alışveriş merkez- leri sadece basit “tüketme” eylemini karşılamakla kalmamakta, aynı za- manda, topluma bir hayat tarzı su- narak tüketimi bir eğlenceye ve şöle- ne dönüştürmek suretiyle insanların enerjilerini topluma zarar vermeden boşaltmalarına olanak sağlamaktadır.

Bugünkü tüketim ritüelleri, tüketi- min sadece alışverişten ibaret olma- dığını göstermektedir. Alışveriş mer- kezlerine gidenler alışverişin yanında yeme, içme, seyretme, etrafı dolaşma,

(9)

vitrinlere göz gezdirme ve ayrıca haz- cı algılamalar içine giriyorlar. Bu tür mekânlar hiçbir zaman kendilerini sadece ihtiyaçların karşılandığı yer- ler olarak sunmazlar. Her zaman bir dizi eğlence imkânı da içerirler. İnsan- ların bugün büyük alışveriş merkez- lerinde tükettikleri sadece ürünler ve hizmetler değildir. Bu tür merkezler sinema, yemek, çeşitli oyunlar gibi eğ- lence imkânlarının da tüketilmesini sağlamaktadır. Öyle ki artık alışveri- şe eğlence eşlik etmekte, restoranlar, pastaneler, kafeler, sinema salonları, yürüyüş parkurları, oyun parkları, ço- cuklara yönelik aktiviteler vb. yan et- kinlik mekânları ile alışveriş, çoklu bir yaşamsal kültüre kaynaklık etmekte, alışveriş merkezleri, pek çok şeyin iç içe geçtiği, birbiri üzerinden anlam kazandığı çoklu bir etkinliğe dönüş- mektedir. Dolayısıyla, tüketim bir ih- tiyaç giderme etkinliği değil, bir keyif, hoşluk, hazcı, yerin hakkını vermek/

tadını çıkarmak işidir (Aytaç ve Öz- türk,2018: 2052-2055). Kısaca, tü- ketimin doğası değişmiş ve “tüketim”

eylemi gösteriş boyutuyla öne çıkan kültürel bir faaliyete dönüşmüştür.

Ritzer, çağımıza egemen olan bu yeni tüketim kültürünü “McDonald- laşma” kavramını kullanarak ifade eder.

Ritzer, “Toplumun Mcdonaldlaştırıl- ması” adlı kitabında tüketimin boyut- larını ele almakta ve alışveriş merkezle- rinin McDonaldlaşmayı kamçıladığını vurgulamaktadır. Ritzer’e göre alışveriş merkezleri tek tip ve kazançlı olmaları- nın yanı sıra, bireylerin sosyalleşecek- leri yerler olmalarıyla da tüketim top- lumuna hizmet etmektedir.

Gençler, hafta sonları alışveriş ma-

ğazalarında gezinerek toplumsal etki- leşime girmeye çalışmakta ve son mo- da ürünlerle eğlence biçimlerine göz gezdirmektedir (Ritzer, 2017:87). Ba- udrillard’a göre “sadece bireyler değil, metaların kendisi de (giysi, yiyecek, lo- kanta vb.) orada kültürleştirilir, çünkü oyunsal ve ayrıcalıklı maddelere, lüks aksesuara, tüketim mallarının oluş- turduğu genel takımın öğelerinden birine dönüştürülür” (Baudrillard, 2017:19). Artık “hazır yiyecek kültü- rü” denilen kültür toplumun tüm ke- simlerine yerleştirilmiştir. Günümüz- de McDonald’s 128 ülkede 35.000’i

aşkın restorana sahiptir ve günde 70 milyon müşteriye hizmet vermektedir (Ritzer, 2017: 17). İşte alışveriş mer- kezleri bu devasa hazır yiyecek sektörü ile yemek yemeyi de bir “gösteri”ye ve şölene dönüştürmektedir.

AVM’ler tüm bu özelliklerinin ya- nında, dünyaca ünlü markaların teşhir edildiği mekânlar olarak da gösterişçi tüketime hizmet etmektedir. Küresel markaları içinde barındıran tüm bü- yük hipermarketler, yaşamı eğlenceli hale getirecek ve tüketicileri eğlendi- recek değişik programlar sunmaya ça- lışır. Tüketime içkin çeşitli gösterge ve sembolleri içinde barındıran AVM’ler,

özellikle uluslararası markaların teşhir edildiği mekânlar olarak gösterişçi tü- ketimin gelişmesi ve yayılmasını sağ- lamada hayati derecede bir rol oyna- maktadır (Duman, 2016: 811-812).

Günümüzde alışveriş merkezleri, popüler kültürün bir parçası haline gelmektedir. Özellikle hafta sonları- nı alışveriş merkezlerinde geçirmek moda haline gelmektedir. Son verilere göre tüketicilerin yaklaşık %70’i haf- ta sonlarını AVM’lerde geçirmektedir (hürriyet.com, erişim:22.11.2018).

Yine yapılan saha araştırmalarından çıkan sonuçlara göre AVM’ye giden-

lerin sadece %23’ü alışveriş amaçlı git- mektedir. Geriye kalan %77’lik ke- sim, hoşça vakit geçirmek ve eğlence için gitmektedir (Şentürk, 2012: 73).

Kısaca, insanlar artık temel ihti- yaçlarını karşılamak için değil, “Ben McDonalds’ta yemek yiyorum, Star- bucks’ta kahve içiyorum” demek için, yani yapılan her eylemi bir eğlenceye ve “gösteri”ye dönüştürmek için alış- veriş merkezlerine gitmektedir. Tüm sosyal sınıflara yayılmış olan bu popü- ler kültürün etkisi, zamanın ve mekâ- nın alışveriş merkezlerinde “gösteri”

şeklindeki tüketimi, bugünkü toplu- mun en tipik özelliği olmaktadır.

İnsanlar artık temel ihtiyaçlarını karşılamak için değil,

“Ben McDonalds’ta yemek yiyorum, Starbucks’ta kahve içiyorum” demek için, yani yapılan her eylemi bir eğlenceye ve “gösteri”ye dönüştürmek için alışveriş

merkezlerine gitmektedir. Tüm sosyal sınıflara yayılmış olan bu popüler kültürün etkisi, zamanın ve mekânın alışveriş merkezlerinde “gösteri” şeklindeki tüketimi,

bugünkü toplumun en tipik özelliği olmaktadır.

(10)

DR. ÖĞR. ÜYESI HASAN TERZI:

İsrafı önlemek için zihniyet dönüşümü gerekli

RÖPORTAJ: YAHYA AYYILDIZ

İsrafı azaltmak için tüketim ürünlerinin nasıl tüketileceği ya da elden nasıl çıkarılacağı ile ilgili öneriler iyi niyetli olsa da eksik kalacaktır.

Fikrî bir dönüşüm gerçekleşmeli insanların hayatında. Yetinen toplumdan tüketen

topluma nasıl dönüştüyse insanlık, israf eden toplumdan bilinçli tüketen topluma dönüşmeli.

Öncelikle israfı ve tüketimi ta- nımlamak gerekir? İsraf nedir ve ne tür bir tüketim israfa girer?

İsraf bizim toplumumuza çok ya- bancı olmayan bir kavram aslında. Bu- nu dinle ya da kültürle açıklayabili- riz ancak lafı uzatmadan şunu açıkça söyleyebiliriz: Biz toplum olarak israf kavramına olumsuz anlamlar yüklü- yoruz. Çocuklarımızı israf etmeden yaşamak üzere yetiştiriyoruz, askeri- yede “Lüzumsuzsa söndür!” diyoruz, bankalar kâğıt israfını önlemek için ekstreleri eposta üzerinden gönderiyor ve biz bütün bunlarla hayatın normal akışı içinde karşılaşıyoruz, hiçbiri bize anormal görünmüyor. Çünkü biz israf etmememiz gerektiğini düşünüyoruz.

Peki, çok sevmediğimiz israf kavramı- nı nasıl açıklıyor sözlükler? Gereğin-

den fazla tüketim. Yani ortada bir tü- ketim olması lazım ve bu tüketimin gereğinden fazla olması durumunda buna israf diyeceğiz. O halde tüketi- min ne olduğuna değinmek gerekiyor.

Hepimiz biliyoruz ne demek olduğu- nu, hepimiz tüketiyoruz bir şeyleri fa- kat “gereğinden fazla” tanımına gide- bilmek için “gereği ne kadar?” sorusu- nu cevaplamamız gerekiyor.

Tüketimin gerekli miktarını as- lında zamanın koşulları, kültür, ya- şanılan şehrin büyüklüğü gibi ölçüt- ler belirliyor diyebiliriz. Böyle olun- ca tüketimin anlamı bana göre fark- lı oluyor, başka bir ülkedeki insana göre farklı oluyor. Zaman değişince, kültür ya da şehirler farklılaşınca ihti- yaçlarımız değişiyor çünkü. Her insan ihtiyaçlarını gidermek için tüketiyor

ve ihtiyaçlar değiştiğinde tüketim bi- çimleri de farklılaşıyor. Bu durumda tüketimi belirleyen temel faktör, ih- tiyaç dediğimiz kavram oluyor.

İhtiyaç kavramı kitaplarda “her- hangi bir şeyin yokluğunun yarat- mış olduğu gerilim hali” şeklinde ta- nımlanıyor. Susadığımızda veya acık- tığımızda yaşadığımız gerilim, aslın- da hissettiğimiz ihtiyacın göstergesi olarak düşünülebilir. Bu gerilimler de bizi tüketime yöneltiyor. Su içiyoruz, yemek yiyoruz, farklı ihtiyaçlarımızı çeşitli alternatiflerle gideriyoruz. Peki zaman, kültür ya da şehir değiştiğinde bizim ihtiyaçlarımız değişmiyor mu?

Değişiyor sanki, biz kahvaltıda çeşit çeşit kahvaltılıklar, yumurtalar, pa- tatesler yerken başka kültürlerde in- sanların kahvaltı yerine sadece kahve içtiklerini görebiliyoruz. Çoğu insan enerji ihtiyacını gidermek için sabah saatlerinde bir şeyler yiyip içiyor ama neden aynı şeyleri yemiyoruz ya da içmiyoruz? Neden farklı davranıyo- ruz birbirimizden? Cevap basit aslın- da, kültür farklı, zaman farklı, mekân farklı, her şey farklı. Maslow meşhur ihtiyaçlar hiyerarşisinde filanca kül- türde ekmek fizyolojik ihtiyaçtır, fi- lanca kültürde kahve fizyolojik ihti- yaçtır demiyor ki. İnsanların (tüm in-

(11)

sanların) fizyolojik ihtiyaçları vardır diyor, o ihtiyacın nasıl giderildiği ile ilgilenmiyor. Çünkü fizyolojik ihti- yaçlar bellidir: yemek, içmek, nefes almak, yani hayatta kalmak. Hayat- ta nasıl kalıyorsa kalır insan. İhtiyaç bellidir. Nereden ve nasıl gideriyorsa giderir. İhtiyaç tanımında biz ürün- leri baz almıyoruz, insanı baz alıyo- ruz. Buradan bakınca kahvaltıda ne yediğinin çok önemi kalmıyor, insa- nın karnının doyması, yeterli miktar- da enerji depolaması kâfi bizim için.

Bu tanıma göre de gereği kadar tüke- tim denildiğinde hayatta kalmaya ya da hayatı sağlıklı bir şekilde sürdür-

meye yeterli tüketimi anlamamız ge- rekiyor. Bunun üstündeki her tüketi- me de israf diyebiliriz.

Somutlaştırmak gerekirse örne- ğin çok pahalı bir elbise almak israf mıdır?

Çok pahalı diye bir kategorileştir- meye gerek yok bence, temiz olduğu sürece bir tane elbise de yeterlidir. Şart- lar gereği temiz kalamıyorsa elbise o zaman ikincisi, üçüncüsü ya da ihtiyaç

olduğu kadarı israf olmaz sanıyorum.

Bunun dışında kalan elbise biriktirme işini çok doğru göremiyorum.

W. Sombart, lüks tüketimin ka- pitalizmi veya ekonomik geliş- meyi desteklediğini öne sürer.

Bu görüşü nasıl değerlendirmek gerekir?

Grant McCracken moda kavramı- nın 18. yüzyıl İngiltere sarayından doğ- duğunu savunuyor. Ona göre kral ba- lo tertip ediyor, farklı şehirlerden gelen soylular ve zenginler kralın ve kraliçenin o baloda ne giydiğini görüp kendi şeh- rine dönüğünde benzer tarz ve renkte kıyafetler giymeye başlıyor. Bu soylula- rın ve zenginlerin balolarına gelen şeh- rin soyluları ve zenginleri de onlardan görüp kendileri de onlar gibi giyinmeye başlıyor. Böylelikle sarayda başlayan bir giyim tarzı küçük şehirlere kadar yayıl- mış oluyor. Lüks tüketim de bu şekil- dedir diye düşünüyorum. Bir kültürde, bir ülkede, bir toplulukta tercih edilen tüketim ürünleri ya da bunların benzer- leri, kopyaları daha alt sınıflarda o ürün- leri tüketen üst sınıflara benzeme arzu- sundan dolayı tüketime neden oluyor.

Üreticiler de tercih edilen, beğenilen, moda olan tüketim ürünlerinin kopya- larını, benzerlerini yapıp ekonomik bir değer yaratmış oluyor. Zaten ihtiyacı,

“kişinin mevcut durumu ile arzuladı- ğı yaşam tarzı arasındaki fark” şeklin- de tanımladığımız için insanlara arzu edecekleri bir yaşam tarzı gösterdiğiniz- de ve bunu da doğru bir biçimde yap- tığınızda doğru pazarlama yapmış olu- yorsunuz. Doğru pazarlama yaptığınız- da da firmanız kâr etmeye, ekonomik olarak büyümeye başlıyor. Firma gelişi-

HASAN TERZI

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü’nden me- zun oldu. Tüketici davranışları, kül- türlerarası iletişim, pazarlama araştır- maları alanında dersler vermektedir.

Alanında yazılmış çok sayıda maka- lesi, bildirisi ve kitap bölümü bulun- maktadır. Halen Karabük Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

(12)

yor, sektör gelişiyor, ekonomi gelişiyor.

Ekonomik gelişmeyi pazarlama sağla- mış oluyor bu yaklaşıma göre.

İsrafın ekonomik ve sosyal so- nuçları nelerdir? Kısaca bahse- debilir misiniz?

İsrafın ekonomik açıdan makro düzeyde zararı yoktur, faydası vardır.

Zaten zararlı olsaydı israfın en çok olduğu toplumlar geri kalmış ülke- ler olurdu. Halbuki tam tersi bir du- rum söz konusu, israf ettikçe gelişen bir yapıdan bahsediyoruz. (Bunu ge- ri dönüştürememek şeklinde yorum- lamamak lazım. Geri dönüşüm israfı önlemede çok kıymetli bir faktör el- bette ancak ilk yatırım maliyetlerinin yüksekliğinden dolayı ekonomisi zayıf ülkelerde daha az geri dönüşüm çalış- maları görüyoruz. Bu farklı bir tartış- manın konusu.) Ancak israf tümüyle faydalıdır diyemeyiz. Hatta toplum- sal açıdan büyük zararları olduğuna inanıyorum. En önemlisi de düşün- me biçimlerimize, yaşam tarzlarımı- za verdiği zarardır. Önceden tabağı sıyırmak, sünnetlemek vardı, tabak- ta kalan pirinçler arkamızdan ağlardı, sofrada ekmek kırıntısı kalması gele- cekteki fakirliğin habercisiydi, bırakıl- mazdı, insanlar yeni kıyafetleri, ayak- kabıları yalnızca bayramlardan önce alırdı ve bunlar çok kıymetli olurdu.

Şimdi tabağı temiz bırakmamak için zorluyoruz sanki kendimizi, küçücük bir ekmek kırıntısına değil ekmeğin ta- mamının atılmasına üzülmüyoruz bi- le, kıyafet dediğimiz şey canımız sıkıl- dığında, moralimiz bozuk olduğunda bizi daha mutlu yapmak için üretilmiş şeyler gibi oldu, devamlı moralimiz

bozuk, her zaman AVM’lerdeyiz. Ne- den? Mutlu olmak için alışveriş yapı- yoruz çünkü. Çünkü mutluluğu da- ha çok tüketmekte arar hale geldik.

Çünkü tüketmediğimiz zaman ken- dimizi eksik ve mutsuz hissediyoruz.

Çünkü elimizdeki bize yetmiyor, daha fazlasını istiyoruz. Toplumsal açıdan büyük zararları var demiştim ya, işte en büyük zarar şu: (Bir hocamızın de- yimiyle) yetinen toplumdan tüketen topluma dönüştük.

Dünyada ve Türkiye’de daha çok hangi tüketim kalemlerinde is- raf yapılmaktadır?

Nerede israf yok ki? Her şeyde var.

Uzaklarda aramaya gerek yok ceva- bı, hangimiz bir kıyafetle yetiniyoruz, hangimiz tek çeşit yemekle doyabili- yoruz, daha da ilginci hangimize za- man yetiyor? Hoyratça harcıyoruz her türlü kaynağı ve yetinemiyoruz.

Yılmaz Erdoğan’ın bir anısı var: “An- kara’ya yatılı okula gittiğimde yemek- hanede tabldotlarımızı aldık, sıraya girdik. Yemek sırası bana gelince aş- çı abi çorba, sulu yemek, pilav ve tat- lı koydu tabldotuma ve ben şaşırdım.

Bunlardan hangisini yiyeceğim diye sordum” diyor. “Köyde biz ailecek tek çeşit yemek yerdik, ortadan yerdik, beğenmeme ya da ‘sonra yerim’ deme lüksümüz yoktu” diye ekliyor. Hangi- miz Yılmaz Erdoğan’ın çocukluğun- da yaşadığı o şartlarda yaşamaya razı oluyoruz? İlginç bir örnekle farklı bir bakış açısı getirmeye çalışayım: İçin- de yaşadığımız postmodern çağda kı- rılamayan bir kısır döngünün içinde yaşıyoruz. Sabah kalkıyoruz, özel ara- cımızla ya da toplu taşıma araçlarıy-

la iş yerine gidiyoruz, akşama kadar kapalı, güneş görmeyen bir mekânda neredeyse hareketsiz kalıyoruz, akşam yemek yiyip spora gidiyoruz. Neden gidiyoruz spora? Sağlıklı ve fit bir vü- cuda sahip olmak için. Spordan sonra bir-iki aktivite, (yine kapalı mekân- da) sonra eve gidip yatıyoruz. Sabah yine aynı döngü akşama kadar. Ne- den spor yapıyoruz? Sağlıklı olmak için. Neden sağlıklı olmaya çalışıyo- ruz? Çünkü sağlıklı bir hayat yaşamı- yoruz. Yiyeceklerimiz sağlıklı değil, iş yerlerimiz sağlıklı değil, alışkanlık- larımız sağlıklı değil. Ama sağlıklı ol- mak istiyoruz. Yılmaz Erdoğan sağ- lıklı yiyeceklerden ve bir çeşit yiyor- du, tarlada, bağda, bahçede güneşin altında vakit geçiriyordu, fakat spor salonuna gitmiyordu (çok büyük ih- timalle), o zaman şimdiki gibi spor salonu da yoktu, spor salonuna gerek de yoktu. Ne oldu peki? “Biz büyü- dük ve kirlendi dünya” diyor ya şarkı- da, biz tüketim merkezli bir sistemin içine dahil olabilmek için köydeki do- ğal yaşantımızı bırakıp şehre geldik.

Bauman’ın anlatımıyla bedenlerimizi bir tüketim nesnesi haline dönüştü- rüp doğalmış gibi yaşamaya başladık.

Son zamanlarda şehirden sıkılıp kö- ye yerleşen ünlüleri ya da sıradan in- sanları YouTube’da görmeye başladık.

Neden? Doğal olan, insana özgüdür çünkü, insanın bir tarafı o doğal ola- nı ister. Şehir yapaydır, insana göre değildir çünkü. Uzun lafın kısası, her şeyi israf ediyoruz ama en başta kendi bedenimizi ve geleceğimizi…

İslam’ın tüketime ve israfa yak- laşımı nedir?

(13)

Snowpiercer filminde (kitapta ve dizide de) bahsedilen bir yapı, bir sis- tem var. Bu sistemde treni (sistemi) yöneten kişi biraz zalim ve trende- kilere biraz eziyet ediyor, arka taraf- larda yaşayan fakir halktan biri de bu sisteme isyan edip bir akıl hocasının desteğiyle makinisti öldürüp sistemi ele geçiriyor. Fakat treni (sistemi) ele geçirdiğinde kendisinin de makinist gibi biraz zalim olması gerektiğini anlıyor, çünkü sistem dediğimiz şey, aslında kendi içinde tutarlı bir yapı, ön taraftakiler arka taraftaki insanla- rın nasıl davranması gerektiğini, ne zaman uyuması, ne zaman uyanması gerektiğini, neyi yerse sağlıklı, neyi yerse hasta olacağını söylüyor ve ar- ka taraftaki insanlar da buna sorgu- suz inanıyorlar. İsyan eden ve başro- lü oynayan kahramanımız da kendisi makinist olduğunda, siste-

mi ayakta tutabilmek için önceki ma- kinistin yaptığının benzerini yapmak zorunda olduğunu fark ediyor. Ben bugünkü ekonomik ve toplumsal sis- temi tam olarak Snowpiercer filmin- deki trene benzetiyorum ve trenin, yani sistemin içinde yapılan bütün

eleştirilerin, bütün isyanların, treni, yani sistemi güçlendirdiğini düşünü- yorum. İslam dini ise bize başka bir trenin, yani bambaşka bir sistemin var olduğunu anlatıyor. Bugünkü bü- tün ekonomik sistemlerin temeli olan faiz diye bir şey yok İs- lam’da örneğin. İslam

hukuk kuralları- nın beş temel esası korumak için konuldu- ğunu biliyoruz;

aklın, canın, malın, neslin ve dinin korunması.

Bu yüzden insan öldürme-

nin ce-

zası ağır, bu yüzden nikah çok önem- li, bu yüzden alkol yasak, bu yüzden faiz haram. Önemli İslam düşünürle- rinden Gazali bütün kuralların, izin- lerin ve yasakların karşıladığı birta- kım ihtiyaç dereceleri olduğunu söy- lüyor. En alt basamakta zaruriyyat,

sonra haciyyat, sonra da kemaliyyat (tahsiniyyat) yer alıyor şeklinde ifa- de ediyor El-Mustasfa adlı eserinde.

Bunların üstünde de tarafiyyat diye adlandırdığı bir derece olduğunu, bu derecede israfların yer aldığını, bun- ların yapılmaması gerektiğini ifade ediyor. Zaruriyyat derecesindeki ih- tiyaçlar insanın hayatta kalması için gerekli olan en temel ihtiyaç seviyesi- ni ifade ediyor; ölmeyecek kadar yi- yecek ve su, hayatta kalmaya yetecek kadar bir barınak, vb. Çünkü insa- nın korunması gereken beş yapısı var (akıl, can, mal, nefis ve din), bunları korumaya yeterli olan seviyeyi ifade ediyor. Haciyyat seviyesinde temiz yi- yecek ve su, rahat hareket edilebilecek barınak gibi ürünler veya nesneler yer alıyor. Bahsettiğimiz beş yapıyı daha iyi korumak için gerekli olanlar yani.

Üçüncü seviye olan ke- maliyyat (tah- siniyyat) sevi- yesinde ise gü- zelleştirmelerden bah-

Tabağı temiz bırakmamak için zorluyoruz sanki

kendimizi, küçücük bir ekmek kırıntısına değil ekmeğin tamamının atılmasına üzülmüyoruz bile, kıyafet dediğimiz şey canımız sıkıldığında,

moralimiz bozuk olduğunda bizi daha mutlu yapmak için üretilmiş şeyler gibi oldu, devamlı

moralimiz bozuk, her zaman AVM’lerdeyiz.

(14)

sediyor. Sağlıklı, daha çok enerji veren yiyecek ve içecek, ibadetin ve eğitimin daha güzel yapılabildiği yapılar, evler, okullar, kütüphaneler bu sınıfta yer alıyor. Hepsi aklın, canın, malın, nes- lin ve dinin korunması için, başka bir amaç yok. Bunların dışında kalanlara da tarafiyyat diyor Gazali ve ihtiyacın dışındaki her şeyin uzak durulması gereken şeyler olduğunu ifade ediyor.

İslam aslında diğer tüm alanlarda ol- duğu gibi ihtiyaç ve tüketim alanında da insan temelli, toplumun faydasını önceleyen bir bakış açısı sunuyor. O bakış açısına dönebilir miyiz, bu an- layışı hayat geçirebilir miyiz bilmiyo- rum ama gerçekleşirse daha huzurlu bir dünya ve daha mutlu insanlar ola- cağımıza inanıyorum.

Tüketim algısı, tarihi süreç içe- risinde nasıl gelişti veya değişti?

Benim bu konuyla ilgili bir görü- şüm var. Paranın icadı, Sanayi Devri- mi, bilgisayarların hayatımıza girmesi, internetin icat edilmesi, insanlık için çok büyük gelişmelerdir, doğru fakat

bugünkü üretim ve tüketim kalıpla- rımızı en çok etkileyen olay Henry Ford’un otomobil üretiminde kayan bant sistemine geçmesidir diyorum.

Evet, bugün para olmadan neredey- se hiçbir şey yapamıyoruz; evet, ne- redeyse her şeyi makinelerle üreti- yoruz; evet, bilgisayarlar ve internet olmasa ne yapacağımızı şaşırabiliriz.

Fakat hepsini anlamlı kılan şey, üre- timde kayan bant sisteminin kullanıl- masıdır. Çünkü kitle üretimi ancak bu sistemle mükemmel olabilir. Kitle üretimi olduğunda kitle tüketimi de hemen arkasından gelmek zorunda- dır ve gelmiştir. Kitlesel üretimin ve kitlesel tüketimin olduğu yerde top- lumların istek, arzu ve beğenilerini üreticiler kontrol eder hale gelmiş- tir. Buraya kadar geldikten sonra bi- reylerin farklılık arayışı da anlamsız hale gelmektedir, çünkü herkes farklı olma arzusunda aynı hale gelmiştir.

Herkesin aynı olduğu durumda bi- reysel tercihler kontrol edilebilir ol- muştur. Tercihleriniz kontrol edile- biliyorsa kendinize ait olmayan bir

hayatı yaşıyorsunuz demektir. Ken- di hayatını yaşayan insan toprağı eker, meyveyi toplar, hayvanı güder, ken- disinin ve ailesinin ihtiyacını giderir, kendi hayallerini gerçekleştirir. Kendi hayatını yaşamayan insan, başkasının toprağını eker, başkasının ihtiyacını giderir, başkasının hayalini gerçekleş- tirir. Önceki bir soruyla ilişkili olarak düşünün, bir insanın hayali, sağlıksız bir hayat yaşayıp sağlıklı olabilmek için spor salonuna gitmek olabilir mi?

Doğal olarak kendisinde var olan ye- teneği, gücü kullanarak başkasına pa- ra kazandırıp, kazandığı parayla do- ğuştan sahip olduğu halde sonradan bozduğu sağlıklı vücuda sahip olabil- mek adına yine bir başkasına para ka- zandırmak olabilir mi bir insanın ha- yali? Bu yüzden biz başka birilerinin hayallerini gerçekleştirmeye çalışan ve bunu da tüketimle yapan insanlarız.

Kendi hayalimizden vazgeçip başka- larının hayallerini gerçekleştirmek, iş- te tüketimin dönüşümü böyle oldu.

Veblen’in gösterişçi tüketim kavramı, modern tüketim an- layışının bir ifadesi gibi. Veb- len bu kavramla neyi anlatmak istiyor ve bugünkü tüketimimi- zin ne kadarı gösterişe yönelik?

Bir yüksek lisans öğrencisi derste

“instagram hesabımdan paylaştığım bir fotoğrafta giydiğim bir gömleği bir daha giymek istemiyorum, çün- kü o gömleği insanlar gördü ve ben tekrar aynı kıyafetle görülmek istemi- yorum” demişti. Veblen’in “ucuz bir ceket, ucuz bir adam anlamına gel- mektedir artık” ifadesindeki “ucuz bir ceket” kavramını “daha az kıyafet” ifa-

(15)

desiyle değiştirirsek o öğrencinin an- latmak istediğini tam olarak anlayabi- liriz. Baudrillard, Veblen’in teorisini ete kemiğe büründürdü ve tüketimin bugün aslında bir üretim aracı oldu- ğunu gösterdi bize. Sahip oldukları- mızı göstermek istiyoruz, başkaları bi- zi fark etsin istiyoruz, görünür, popü- ler olmak istiyoruz. Yakın çevremize gösterebiliriz ne kadar güzel şeylere sahip olduğumuzu, tanıdıklarımıza anlatabiliriz filanca ürünü neden satın aldığımızı. Fakat tanımadıklarımız?

Artık onlara da göstermek istiyoruz.

Biz onları tanımasak da onlar bizden haberdar olsun istiyoruz. Tüketilmek istiyoruz. Bunun en işlevsel mecra- sı da sosyal medya. Sosyal medyayı müthiş bir gösteri arenası olarak kul- lanıyoruz. Anı biriktirmek için değil başkalarına göstermek için fotoğraf çekiyoruz. Karnımızı doyurmak için değil başkalarıyla paylaşmak için ye- mek yiyoruz. Örtünmek ya da soğuk- tan korunmak için değil iyi görünmek için giyiniyoruz. Sergilediğimiz her bir tüketim davranışı başkaları için olunca Baudrillard haklı oluyor, baş- kaları için yaşayan birimlere dönüş- müş oluyoruz. Kendimiz için yaşadı- ğımızda, kendimiz için yediğimizde, kendimiz için giyindiğimizde, kendi- miz için fotoğraf çektiğimizde hiçbir gösteriş çabasına girmemiş oluyoruz.

Ancak “Başkaları nasıl değerlendirir bu ürünü acaba?” sorusunun girdiği her tüketim kararında gösteriş vardır.

Modern toplum, Baudrillard’ın ifadesiyle, “tüketim toplumu”

olarak adlandırılmaktadır. Bu- nunla kastedilen, Descartes’tan

ödünç alırsak, “Tüketiyorum, o halde varım” anlayışı mı?

Baudrillard’ın yaklaşımını çok de- ğerli buluyorum. Baudrillard’a göre ürünleri fonksiyonel faydaları için değil gösterge anlamları için satın almaya başladık. Bulaşık makinesin- den bulaşıkları temiz yıkamasını de- ğil, buzdolabıyla uyumlu olmasını istiyoruz artık. Salonumuza koltuk takımı alırken rahatlığa değil halıy- la ya da perdeyle uyumlu olmasını önemsiyoruz. Çünkü takım halin- de nesnelerin sunduğu faydanın her bir ürünün tek başına sağladığı fay-

dadan daha büyük oluğuna inanıyo- ruz. Bu inançla da evlerimizi birer su- num mekanına dönüştürüyoruz. Bu- nu da buzdolabı ya da koltuk sahibi olmak için değil güzel görünen, albe- nisi olan, bizim zevkimizi yansıtan, ne kadar doğru tercihler yapabildi- ğimizi belli eden ürünler yelpazesiyle yapıyoruz. Çünkü Baudrillard’a göre bu tüketim değil, aslında göstergeler üzerinden yaptığımız bir üretim. Biz anlam üretmeye çalışıyoruz. Kimlik ya da kişilik inşa etmeye çalışıyoruz.

Bu bağlamdaki tüketimleri gerçekleş- tirirken de aslında kendimizi tüketi- len ya da tüketilmesini istediğimiz bir nesneye dönüştürüyoruz. Bu durum-

da da Descartes’ın ifadesini şöyle de- ğiştirmemiz gerekiyor, “tüketiyorum, çünkü tüketilmek istiyorum”.

Müslüman toplumlardaki tü- ketim algısı nasıl bir çeşitlilik gösteriyor? Bu çeşitlilikte ne tür faktörler rol oynuyor?

Müslüman toplumları nereden, hangi ülkeden, hangi kültürden oku- duğumuza bağlı. Katar’dan bakarsa- nız farklı bir resim görürsünüz, Bir- leşik Arap Emirlikleri’nden farklı, Afganistan’dan farklı. Ancak kendi doktora tezimde ulaştığım ilgi çeki-

ci bir sonucu paylaşayım sizinle: Gö- rece yüksek gelir grubundaki bireyler, satın aldıkları ya da sahip oldukları ürünlerle ne kadar zevk sahibi olduk- larını, tercihlerinin ne kadar güzel ol- duğunu göstermek amacını gütmek- teyken görece düşük gelir grubunda- ki bireyler sahip oldukları ya da satın aldıkları ürünler aracılığıyla ne kadar zengin olduklarını göstermeye çalışı- yorlar. Dolayısıyla Katar’da yaşayan bir Müslümanı her zaman temiz ve güzel elbiseler giyerken, pahalı tab- lolar satın alırken, hatta futbol kulü- bü satın alırken görebilirsiniz. Ancak Afganistan’da yaşayan orta gelirli bir Müslümanın kendini zengin göster-

Bireysel düzeyde israfı ortadan kaldırmak için ihtiyaçlarımızı doğru tanımlamamız gerekiyor. Ne

olmadan yaşayamayız, neyi almazsak yaşamaya devam edebiliriz, bunu doğru tespit etmemiz gerekiyor. İnsanlar (gıda ürünlerini dışarıda tutarak

söylüyorum) bugün alışveriş yapmayı bıraksa,

neredeyse herkes en az iki sene rahatça yaşayabilir.

(16)

me çabasına şahit olursunuz. Çünkü Müslüman da olsa farklı bir dine men- sup da olsa hepimiz insanız ve hepi- mizin içinde birtakım dürtüler mev- cut. Güzel olanı arzuluyoruz, rahat olanı tercih ediyoruz, konforlu ola- na sahip olmak istiyoruz, çünkü in- sanız. Bu konuda Müslüman olanla olmayan arasında bir fark olmadığını düşünüyorum. Müslümanların daha dikkatli davranması gerekmez mi, ta- bii ki gerekir, çünkü İslam zaten ifrat ve tefrit arasında bir orta yolu emre- diyor ancak öyle sanıyorum ki İslam dinini ne doğru anlayabiliyoruz ne de doğru uygulayabiliyoruz.

İsrafı ortadan kaldırmak veya minimum düzeye çekmek için neler yapılabilir?

Bunu bireysel ve toplumsal olarak iki düzeyde gerçekleştirebiliriz diye düşünüyorum.

Bireysel düzeyde israfı ortadan kaldırmak için ihtiyaçlarımızı doğru tanımlamamız gerekiyor. Ne olmadan yaşayamayız, neyi almazsak yaşama-

ya devam edebiliriz, bunu doğru tes- pit etmemiz gerekiyor. İnsanlar (gıda ürünlerini dışarıda tutarak söylüyo- rum) bugün alışveriş yapmayı bıraksa, neredeyse herkes en az iki sene rahat- ça yaşayabilir.

Toplumsal düzeyde israfı engelle- mek için insanları dış görünüşlerine göre değerlendirmemek gerektiğini öğrenmemiz gerekiyor. Herkesin bi- rey olduğunu, herkesin eşit olduğunu kabullenmemiz gerekiyor. Herkesin eşit olduğu yerde biz de o eşitlerden biri oluruz ve diğerlerinden farklı ol- mamız gerekmediğini anlamış oluruz.

Farklı olmadığımız durumda da sa- dece ihtiyaçlarımız için tüketimde bulunuruz.

Bu konuda teknolojiden de fay- dalanılabilir mi? Örneğin kulla- nılmayan eşyaların ikinci el satı- şını gerçekleştiren sosyal medya ortamları, israfın azaltılmasına katkı sunabilir mi?

Ben israfı sadece ürünlerin gere- ğinden fazla tüketilmesi olarak gör-

müyorum, bir zihniyet meselesi ola- rak görüyorum. Dolayısıyla israfı azaltmak için tüketim ürünlerinin nasıl tüketileceği ya da elden nasıl çı- karılacağı ile ilgili öneriler iyi niyet- li olsa da eksik kalacaktır diye düşü- nüyorum. Fikrî bir dönüşüm gerçek- leşmeli insanların hayatında. Önceki sorunuzda ifade ettiğim gibi hem bi- reysel hem de toplumsal tarafı olan hem bugünü hem geleceği kurtaracak bir dönüşüm olmalı bu. Yetinen top- lumdan tüketen topluma nasıl dönüş- tüyse insanlık, israf eden toplumdan bilinçli tüketen topluma dönüşmeli.

Geleceğimiz olan çocukları hayata hazırlayan anne-babalara bilinç aşı- lanmalı önce. Okullarda eğitimciler öğrencilere israf etmeme noktasında örnek olmalı. Camilerde görevliler is- raf etmemenin İslam dininin bir ge- reği olduğunu göstermeli insanlara.

Politikacılar israf engellendiğinde devletin nasıl bir refaha ulaşacağını göstermeli halka. Ancak bu şekilde israfı her alanda önleyebiliriz diye dü- şünüyorum.

(17)

Israfın zararları ve

bundan kurtulma yolları

PROF. DR. MEHMET SOYSALDI

NEVŞEHIR HACI BEKTAŞ VELI ÜNIVERSITESI, ILAHIYAT FAKÜLTESI

İsraf, insanlar arasındaki ekonomik dengeyi bozar, kişiler arasındaki kıskançlığı artırır. Malı rastgele kullanmak, saçıp savurmak, geçimsizlik doğurup aile düzenini de bozmaktadır. Bu hastalık cemiyete sirayet edince, cemiyeti de sarsıp mali gücü yok etmektedir.

ARAPÇA sözlükte, “haddi aşma, ha- ta, cehalet, gaflet” anlamına gelen “is- raf ” kavramı, dini terim olarak, “in- sanın yapmış olduğu her fiilde haddi aşması” anlamında kullanılmaktadır.

Zamanla anlam daralmasına uğramış olan kelime; fıkıh, tasavvuf ve ahlak literatüründe genellikle ferdi harca- malardaki aşırılığı ifade etmeye baş- lamıştır.

İslam dinine göre, Allah’ın insan- lara bağışladığı maddi ve manevi im- kânların hepsi birer emanettir. Dola- yısıyla bu nimetlerin Allah’ın emret- tiği şekilde ve insanlara fayda sağlaya- cak bir biçimde kullanılması gerekir.

Dinen haram kılınan içki, kumar, fu- huş, rüşvet gibi ferdi ve içtimai zarar- lar doğuran hususlarda yapılan harca- malar israf ve haram olduğu gibi, helal kabul edilen maddelerin günün icap- larına göre ihtiyaçtan fazla tüketimi de israf ve haram sayılmıştır.

Bir Müslümanın hayatının her

alanında olduğu gibi sosyal ve eko- nomik alanlarında da dengeli, ölçülü ve tutarlı olması gerekir. Kur’an, isra- fı şiddetle yasaklamış ve israf edenle- ri şeytanların kardeşleri olarak nite- lendirmiştir.

İsraf, sosyal dengeyi altüst eden manevi bir hastalıktır. İsrafın gerek fert gerekse toplum üzerinde olumsuz tesirleri vardır. İsraf, insanlar arasın- daki ekonomik dengeyi bozar, kişi- ler arasındaki kıskançlığı artırır. Malı rastgele kullanmak, saçıp savurmak, geçimsizlik doğurup aile düzenini de bozmaktadır. Bu hastalık cemiyete si- rayet edince, cemiyeti de sarsıp mali gücü yok etmektedir.

ISRAFIN ZARARLARI

İsraf öyle bir hastalıktır ki, ona alışan kimse parayı ve malı verirken layık olanla olmayanı ayırt edemez hale gelir. O insanın ruhunu kötü bir tabiat kaplar. Görüşlerinde hafiflik,

iradesinde kusur ve yanlışlıklar baş gösterir. İnsan; fikri, ruhi ve bedeni ihtiyaçlarını meşru yollardan tatmin etmek zorundadır. Aksi halde fikren şüphe ve tereddüde, ruhen bunalı- ma, bedenen de zafiyet ve güçsüz- lüğe uğrar. Böyle bir durumda hem dini hem de bedeni sorumluluklarını yerine getiremez olur. Kur’an’da Al- lah’ın yarattığı her şeyin meşru yol- dan ve ihtiyaç kadar yenmesi emre- dilmiştir. Ancak bu, aşırı ve taşkınlık derecesine varmamalıdır. Zira israf noktasına varan tüketimin zararları, ferdi aşarak aile ve topluma yansır.

Bu da haramdır.

İnsana emanet olarak verilen malı saçıp savurmak, gerekli yerlere harca- mamak, insanlar arsındaki ekonomik dengeyi bozup kişiler arasındaki kıs- kançlığı artırmaktadır. Malı rastgele kullanmak, saçıp savurmak, geçim- sizlik doğurup aile düzenini de boz- maktadır. Bu hastalık cemiyete sirayet edince, cemiyeti de sarsıp mali gücü yok etmektedir.

Ülkemizde bir grup insan nasıl harcayacağının mücadelesini verir- ken, diğer bir grup da nasıl idare ede- ceğinin, hayatta nasıl kalacağının kav- gasındadır. Son asır Osmanlı ahlak- çıları israfın sefahati artırıp cemiyeti yıktığını, fakirlik ve sefaletin de en sonunda iflası davet ettiğini, bunun

(18)

ise esaret ve zilleti doğurduğunu ileri sürmektedir. Bu dengesizlikler ancak, israfın ne olduğunu bilmek ve aşırı- lıklardan uzak kalmakla düzeltilebi- lir. İnsan hayatında önemli bir yeri olduğu için, semavi dinlerin hepsinde Allah Teala, kötü bir huy olan israfı yasak etmiştir. İslam dini de insanla- rın saadeti, refahı, adaleti ve huzuru için boşu, abesi, haramı ve israfı ya- saklamıştır.

İsrafın kötülüğünü anlamak için, Allah Teala’nın “Yiyin, için, fakat is-

raf etmeyin! Elbette Allah Teâlâ israf edenleri sevmez.” ve “İsraf etmeyiniz.

İsraf edenler şeytanların kardeşleridir.”

kelamını dikkatlice incelememiz ye- terlidir. Yüce Allah, Firavun’u kötü- lerken, “O, israf edenlerden idi.” bu- yuruyor. Hz. Lut’un kavmini de “Siz, israf eden kavimsiniz!” diye kötülüyor.

İsrafın kötü olmasının esas sebebi, malın kıymetli olmasıdır. Mal, Allah Teâlâ’nın verdiği bir nimettir. Ahire- ti kazanmak, mal ile olur. Dünya ve ahiret, mal ile intizam bulur, rahat

olur. Hac ve zekât sevabı mal ile ka- zanılır. Bedenin sıhhat ve kuvvet bul- ması, mal ile olur. Başkasına muhtaç olmaktan insanı koruyan maldır. İn- sanlara hizmet de mal ile olur. Hz.

Peygamber (sav) buyuruyor ki: “İn- sanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunan yani değer üreten, mal üretendir.”

İslamiyet; kanaati, tasarrufu, is- raftan ve lüksten kaçınmayı, ölçü- lü yaşamayı emreder. Tarih boyunca Müslümanlar ne zaman israfa, lükse, aşırı tüketime, konfora, rahata müp- tela olmuşlarsa başlarına bir sürü be- la ve musibet gelmiş, izzet ve istiklal- lerini yitirmiş, esarete ve zillete düş- müşlerdir.

Servet sahibi olmak, birçok mesu- liyeti beraberinde getirir. Servet, as- lında bir emanettir. İsrafa, lükse, aşırı tüketime kalktığı zaman o emanete hıyanet etmiş olur. Lüks hayat, ihti- yaçsızlık, bilhassa gençler için çok za- rarlıdır. Bazı varlıklı ailelerin çocuk- larında görülen, lüks ve pahalı elbise- ler, ayakkabılar, gömlekler, arabalar, bunları gurur ve kibir sahibi yapıyor;

ibadetten, büyüklere saygıdan, çalış- maktan, ciddiyetten, sebat ve azim- den uzaklaştırıyor.

Bilhassa gençlerin ihtiyaçlarını temin ederken dikkatli olmak zo- rundayız. “Biz göremedik, yiyeme- dik, hiç olmazsa çocuklarımız sıkın- tı çekmesin” düşüncesinden hareketle yapılan dengesiz harcamalar, çocuk- larımız için çok tehlikelidir. Daha hayat mücadelesinin başında her is- tediğine kavuşmaya alışan genç, ile- ride her istediğine kavuşamadığı za- manlarda büyük sıkıntıya, depresyona

(19)

girer. Gençlerde görülen intiharların en önemli sebeplerinden biri budur.

Unutmayalım ki, “Nereden kazandın, nereye harcadın?” sorusu ahirette so- rulacak ilk sorulardandır.

Şu hususu çok iyi bilmeliyiz ki, is- raf da cimrilik de sadece ferdi ilgilen- diren bir tutum değildir. Nimetleri saçıp savurma veya elde tutma, şüp- hesiz toplumu da etkileyen birer dav- ranıştır. Sahip olunan şeylerin rasgele sarf edilmesi, ihtiyaç için saklanma- ması, yalnız ferde değil, ferdin sahip olduğu ailesinden başlamak üzere, çemberin genişleyerek, topluma da zarar vermesini sağlar. İsraf, insanla- rı ve toplumu kısa zamanda fakirlik ve yoksulluğa sürükler. İsrafın zıddı olan cimrilik ise kalpleri katılaştırır, insanları merhametsiz ve acımasız kı- lar. İnsanların hırslı olmasına sebep olur. Bu iki durum da insanlar ara- sında sosyal dayanışmanın gerçekleş- mesini engeller. İnsanların güven ve huzurlu bir toplum halinde kaynaş- malarına engel olur.

ISRAFTAN KURTULMA YOLLARI

İsraf yapan, Allah’ın vermiş oldu- ğu maddi ve manevi nimetleri hoy- ratça kullanan varlık, insanın bizzat kendisi olduğuna göre, israfa karşı ön- celikle alınması gereken tedbirlerin başında insanın bu konuda eğitimi gelmektedir. Zira iyi bir eğitim gör- müş insan; hayatın, sağlığın, gençli- ğin ve vaktin kıymetini bilerek yaşa- mını devam ettirecek, tembellikten, ataletten sıyrılarak üretken bir insan olarak içinde yaşadığı toplumun ya- rarına çalışacaktır.

İsrafın neticesi, sadece fert olarak insanın kendine yönelik değildir. Ço- ğunlukla yapılan israftan toplumun diğer fertleri de etkilenmektedir. Bir toplumda israfın önlenebilmesi için, toplumun en üst birimlerinden baş- layarak her kademedeki insana bir- takım görevler düşmektedir. Gerek okul, aile, cami ve diğer müesseseler- de görevli olan kişiler, küçük büyük bütün insanımıza israfın zararlarını her zeminde anlatmalı, bu kişiler tu- tumlu olmanın gereğine inandırılıp tasarrufa yönlendirilmelidir.

Dini eğitim, israfın önlenmesin- de büyük bir rol oynamaktadır. Zira Müslümanlar, gerçek anlamda Kur’an ve Sünnetin öğretilerine kulak vere- rek hayatlarını buna göre düzenlemiş olsalar, israfa sürüklenmeleri o dere- ce imkânsız hale gelir. Çünkü insa- nın gösterişe, servet ve bolluğa aşırı meyline karşılık, dinimiz kanaatkâr olmayı, Allah’ın ihsan ettiği ile yeti- nip şükrü elden bırakmamayı tavsiye

etmektedir. Zira kanaat, tükenmeyen bir hazinedir. Kanaat, kişiyi aynı za- manda tutumlu olmaya da yöneltir ki bu, savurganlığa karşı yapılacak en ye- rinde bir tavırdır. Hz. Peygamber de:

“Harcamada tutumluluk, geçimin ya- rısıdır.” ve “İktisada riayet eden, fakir düşmez.” buyurarak tutumlu olmanın önemine dikkatlerimizi çekmektedir.

Tutumlu olan insanın müsrif olması düşünülemez. Tutumlu olmak, cimri olmak da değildir. Zira tutumluluk, ölçülü olmaktır.

İsrafa sebep olan hususları belir- tirken, bu konuda kişilerin lüks ve bolluğa düşkünlüğünün büyük rol oynadığını ifade etmiştik. Bunda da özentinin büyük etkisi vardır. Özen- ti, insanın hiç düşünmeden kendisini büyük külfetler altına sokmasına se- bep olabilecek bir durumdur. Netice- nin ise daima israfla sonuçlanmasına yol açar. Kişi, maddi konularda daima kendinden daha aşağıda olanları dü- şünmelidir. Doğru olan da budur. Ni- tekim Hz. Peygamber (sav): “(Dün- yaca) kendinizden aşağıda olanlara bakınız. Sizden üstün olanlara bak- mayınız. Elinizde olan Allah’ın nime- tini hor görmemenize en yarayışlısı budur.” buyurmaktadır.

Netice olarak diyebiliriz ki İslam’a göre insan, daima kontrol altındadır.

Bütün söylediklerine ve yaptıklarına dikkat etmek zorundadır. Zira insa- nın her davranışı tespit edilmektedir.

“İnsan iyi, kötü hiçbir söz söylemesin ki, yanında gözetleyen, dediklerini zapteden bir melek hazır bulunma- sın.” İslam’a göre insan ya hayır söy- leyecek ya da susacaktır.

Bir toplumda israfın önlenebilmesi için,

toplumun en üst birimlerinden başlayarak

her kademedeki insana birtakım görevler düşmektedir. Gerek okul, aile, cami ve diğer

müesseselerde görevli olan kişiler, küçük büyük

bütün insanımıza israfın zararlarını her zeminde

anlatmalı, bu kişiler tutumlu olmanın gereğine

inandırılıp tasarrufa

yönlendirilmelidir.

(20)

Türkiye Iş Ahlakı Zirvesi’nin 6’ncısı Istanbul’da yapıldı

IGIAD tarafından düzenlenen, iş ahlakı konusuna dikkat çekmeyi ve bu ko- nuda duyarlılık oluşturmayı hedefleyen Türkiye Iş Ahlakı Zirvesi’nin 6’ncısı Istanbul’da gerçekleşti.

TÜRKIYE İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD) tarafından bu yıl 6’ncı- sı düzenlenen Türkiye İş Ahlakı Zirvesi,

‘Zor zamanda iş ahlakının önemi’ tema- sıyla İstanbul’da gerçekleşti. Zirve, Tür- kiye’de iş ahlakını kamuoyunun, dev- let kurum ve kuruluşlarının, iş dünya- sının ve STK’ların gündemine taşıma- yı; İş ahlakı konusunda duyarlılık artışı sağlamayı; İş ahlakının yaygınlaşması- na katkıda bulunmayı; iş ahlakında iyi uygulama örneklerini ortaya çıkarmayı ve kamuoyunun gündemine taşımayı amaçlıyor.

İGİAD ev sahipliğinde ‘zor zamanlar-

da iş ahlakının önemi’ temasıyla gerçek- leşen zirveye Türkiye İhracatçılar Mecli- si (TİM) Başkanı İsmail Gülle, LC Waiki- ki Grubu CEO’su Mustafa Küçük, Eyüp Sabri Tuncer Kozmetik Sanayi Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Engin Tuncer, Tür- kiye Halk Bankası Yönetim Kurulu Baş- kanı Recep Süleyman Özdil, MÜSİAD Genel Başkanı Mahmut Asmalı konuş- macı olarak katıldı.

“PANDEMI KRIZINDE IŞ AHLAKINDAN ÖDÜN VERMEYENLER UZUN

VADEDE KAZANÇLI ÇIKACAK”

Zirvede konuşan TİM Başkanı İsma-

il Gülle, “İGİAD ideal iş ahlakı konusun- da farkındalık oluşturmak ve girişimcili- ği yaygınlaştırmak üzere 2003 yılından beri faaliyet gösteriyor. Aynı zamanda ahlaki olmayanı meşru kabul etmeyip hak eksenli bir iş hayatı inşa etmeyi hedefliyor. Zor zamanlarda iş ahlakının önemi daha da önem kazanıyor. Son 2 yıldır pandemi sebebiyle dünya zor- lu bir süreçten geçiyor. Bu süreçte kısa vadeli çıkarlar için ahlaklı iş yapmaktan vazgeçmeyen herkes uzun vadede ka- zançlı çıkacak. Pandemi döneminde iş ahlakından ödün vermeyenler uzun va- dede kazançlı çıkacak. Türkiye ihracat- çılar meclisi olarak istikrar içinde büyü- yen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi top- lumuna dönüşmüş müreffeh bir Türki-

(21)

ye için çalışıyoruz. Bunu iş ahlakımızla, duruşumuz ve kararlılığımızla hep be- raber başaracağız” dedi.

“TÜRKIYE, PANDEMI KRIZINI ANCAK AHLAKIN KILAVUZLUĞUYLA AŞABILIR”

İGİAD Yönetim Kurulu Başkanı Ay- han Karahan ise pandeminin iş haya- tına olumsuz etkilerinin olduğuna dik- kat çekerek bu sıkıntıların iş ahlakı kı- lavuzluğuyla aşılacağına vurgu yaptı.

Karahan, “Pandemi döneminde teda- rik zincirinde sıkıntılar ortaya çıktı. Kriz dönemlerinde zam üstüne zam yapan- lara, piyasayı manipüle edenlere rast- ladık. Stokçuların ortaya çıktığına şahit olduk. Bu süreçte İGİAD olarak, birey- sel değil toplumsal kurtuluşun müm- kün olduğuna; ahlak dışı ve bencilce davranışların, üzerinde bulunduğumuz dalı kesmek anlamına geldiğine dikkat çektik. Girişimciliğin ancak ahlakla mez- cedildiğinde anlamlı, kalıcı ve faydalı ol- duğunu tekrar tekrar hatırlattık. Çünkü

TİAZ-2021 SONUÇ BİLDİRGESİ

TİAZ-2021 programında ele alınan konular bağlamında aşağıdaki hususların önemle vurgulanması ge- rektiği düşünülmektedir:

Zor zamanlarda iş ahlakının artan önemine binaen;

1. Krizler ve içinden geçtiğimiz küresel ölçekte etkilerini hissetmeye devam eden salgın gibi ortamlar- da, daha fazla kazanç elde etme, kişisel menfaatler adına kimilerinin zor durumundan kendi menfaat- lerine uygun hareket etme gibi eğilimlerin artabildiği gözlenmektedir.

2. Kişisel menfaatler adına zor duruma düşenleri yok sayma, ticari teamülleri göz ardı etme ve ne pa- hasına olursa olsun fırsatını bulmuşken daha fazla kazanma eğilimlerinin “piyasa zaten böyle”, “ben ya da biz yapmasak başkaları yapıyor ve onlar kazanacak”, “başka türlü rekabet edemeyiz, ayakta ka- lamayız” benzeri zor zamanlarda kendi menfaatini haklılaştırma gerekçeleri üretilebildiği de gözlen- mektedir.

3. Zirvedeki konuşmalardan hareketle, zor zamanda iş ahlakının olumsuzluklarının neye mal olabilece- ği yanında zor zamandaki iyi iş ahlakı örneklerinin nasıl somut ve değerli katkılar sağladığı da açıkça anlaşılmıştır.

4. Zirve konuklarının örnek uygulama ve davranışlarından hareketle, toplumsal değerlerimizden pay- laşma, dayanışma ve zorluklar karşısında bireysel menfaatler yerine toplumun menfaatlerinin gözeti- lebildiği ve dolayısıyla toplum olarak iş ahlakı bakımından önemli ve anlamlı potansiyele sahip oldu- ğumuzun görülmesi, tüm katılımcıları mutlu etmiştir.

5. Zirvede gündeme getirilen iyi örnekler ve bunlara benzer çok sayıdaki olumlu örnek sayesinde iş kaybı, gelir eşitsizliği ve ödemelerin dengelenebilmesi bakımından, birey, işletme ve ekonomi düze- yinde anlamlı katkıların sağlanabildiğini de rahatlıkla söylememiz mümkündür.

6. Tüm bu hususlar dikkate alındığında, zor zamanlarda ortaya konan fırsatçı çabalar karşısında top- lumsal ve kültürel anlamda bizi güçlü kılan önemli değerlerin harekete geçmiş olması, iş ahlakının an- lamlı bir toplumsal zemininin olduğu da bu zirvede görülmüştür.

Zorluklar ve Yeni Risk Alanları

1. Küresel ölçekte tedarik bağımlılığının ortaya çıkarmış olduğu ticari risklerin iş ahlakı bakımından olumsuz uygulamalarla birleştiğinde ortaya çıkabilen problemlerin etki alanının ne denli büyük olabi- leceği salgın sürecinde daha açıkça görülebilir hale gelmiştir.

2. Hemen her ülke “önce can sonra canan” deyişine uygun şekilde kendi vatandaşlarının tedarik em- niyetini, bir diğer ifadeyle stratejik konuma gelen çok sayıda mal ve hizmetin arz güvenliğini sağlama çabasına haklı olarak girmiştir.

3. Bu tür çabaların sonucunda eşitsizliklerin sadece ekonomik ve gelir boyutuyla sınırlı kalmadığı, sağlık hizmetleri, ilaç ve aşıya erişim konusunda da yaşandığı net olarak görülmüştür. Bu husus sade- ce gelişmişlik düzeyine göre ülkeler arasında değil aynı ülke içinde dahi vatandaşlar arasında da pek çok mal ve hizmete erişim açısından dengesizliklerin daha görünür olmasına yol açmıştır.

4. Dürüst ve düzgün çalışan çok sayıdaki girişimci ve işletmeler, iş ahlakını göz ardı eden eylemler se- bebiyle dezavantajlı konuma düşebilmiştir. Bu durum da aslında, ahlaki iyilerin ahlaki kötüler karşısın- da korunaklı hale gelebilmeleri için kendi kişisel çabaları yanında hukuk normları ve bu normların di- rayetli ve düzgün bir biçimde uygulanabilmesinin önemini de göz önüne sermektedir.

Birey, Şirket ve Kamu Düzeyindeki Sorumluluklar ve Yapılması Gerekenler

1. Zor zamanları farklı dönemlerde yaşamış ya da yaşanmış tecrübeleri bilen girişimcilerin işletmele- rini zor zamanlara daha dayanıklı hale getirme çabalarını, kolay çalışılabilen dönemlere de yaymaları ve hazırlıklı olmalarının daha dayanıklı hale gelmeleri için elzem olduğu kaçınılmaz bir yönetim tercihi haline getirilmesi gerektiği açıktır.

2. Zor zamanda genelde ahlaki ve özelde iş ahlakı değerlerinde muhtemel göz ardı etmelerin önüne geçilebilmesi bakımından rahat dönemlerde de ahlaki farkındalıkların artırılması ve bu bağlamda, he- men her sektördeki iş teamüllerinin iş ahlakı değerleri çerçevesinde yeniden gözden geçirilmesine ih- tiyaç olduğu açıktır.

3. Bu bağlamda iş ahlakı değerlerini destekleme açısından hukuk normlarının önemi ve yasaların uy- gulanmasındaki aksamaların neye mal olabileceği konularının da girişimci, çalışan, işletme, kamu oto- ritesi ve toplum düzeyinde ayrı ayrı çalışılması elzemdir.

FAALIYETLER

Referanslar

Benzer Belgeler

Etkinlikler sırasında öğretmenler tarafından geliştirilebilecek gözlem formlarıyla (kontrol listesi ve derecelendirme ölçeği gibi) çocukların etkinlikle hedeflenen

Büyünün sistematize edilerek bir mekândan diğerine kolay bir şekilde transfer edilebilmesi (Ritzer, 2000, s. 28) aynı zamanda yazılı kuralları olmayan yeni bir

The articles included in our 39th issue have a wide range of topics from political history to economic history, from foreign policy studies to social movements.. We owe a debt of

Bu çalışmanın amacı, tutundurma karması unsurlarından olan kişisel satışın yanısıra gönüllü satış olgusunun tanımlanması ve sosyal medya uygulamalarının

Anahtar sözcükler: Alışveriş Merkezleri (AVM’ler); Ankara Migros AVM; boş zaman; fiziksel çevre, sosyal çevre; 13-19 yaş grubundaki gençler. Key words: Shopping

Mithat paşa seneler geçtikçe kıymeti daha çok anlaşılacak ve cumhuriyet tarafından sevilecek bir OsmanlI veziridir; bir Türk bü­ yüğüdür. RADIKTAN

IoT (Internet of Things), AI (Artificial Intelligence), Remote Sensing & ImP (Remote Sensing and Image Processing) techniques have been integrated with GIS

Bu kısımda çok yüzlü yapılar için Ag@Pd ve Pd@Ag kor-kabuk yapısındaki noparçacıklarının şekle bağlı erime sıcaklıklarının değişimi ve ebada bağlı