• Sonuç bulunamadı

ÜNİTE 1 KAMU YÖNETİM Yönetim, kaynakların (maddi ve beşerî), belirli bir amacın gerçekleştirilmesi için kullanılması olarak tanımlanmaktadır ve aynı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ÜNİTE 1 KAMU YÖNETİM Yönetim, kaynakların (maddi ve beşerî), belirli bir amacın gerçekleştirilmesi için kullanılması olarak tanımlanmaktadır ve aynı"

Copied!
31
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÜNİTE 1 KAMU YÖNETİM

Yönetim, “kaynakların (maddi ve beşerî), belirli bir amacın gerçekleştirilmesi için kullanılması olarak tanımlanmaktadır ve aynı zamanda bu kavram ülkelerin yönetim sistem ve usullerini ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır.

YÖNETİMİN ÖZELLİKLERİ

Yönetim biliminde, farklı bilim dallarından istifade edildiği için çok yönlü bir disiplin olarak görülmekte ve yönetsel bilimler olarak da adlandırılmaktadır. Yönetim bilimi,

yönetimin daha iyi işlemesi için prensipler ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu prensipleri oluşturanların başında, yönetimin belirli aşamaların gerçekleşmesi

sonucu oluştuğu fikrinin mimarı olan Hanry Fayol gelmektedir. Yönetim aşamalarını İngilizce

(POCCC) olarak kısaltma ile ifade etmiştir. Planlama (planning), hedeflerin planlanması örgütleme (organisation) var olan planları uygulayacak yönetim gruplarını oluşturma ve uyumlu

çalışmalarının sağlanmasıdır. Emir verme (command), yönetimin gerçekleşebilmesi için gerekli emirleri verme, koordinasyon-eş güdüm (coordinating) yönetim gerçekleştirilirken farklı eylemlerin uyumlu bir şekilde yürütülmesi ve denetim (control) belirlenen hedeflere ulaşılıp ulaşılmadığının yetkililer tarafından kontrol edilmesi ve ne ölçüde amaçlara uyulduğunun tespit edilmesidir.

PODSCORB olarak kısaltması yapılan bu yedi yönetim şöyle özetlenebilir: Planning-planlama, organizing – örgütleme, staffing-personel, directing-yöneltme, coordinating – eş güdüm, reporting- haberleşme ve budgeting– mali yönetim, bütün bunlar bir organizasyonun tepe yönetiminin yönetimigerçekleştirirken dikkate alması gereken prensiplerdir.

YÖNETİM BİLİMİNİN İLKELERİ

Hanry Fayol ve Frederick Winslow Taylor isimli yönetim bilimciler. Fayol yönetim ilkelerini 14 başlık altında toplamıştır. Bu başlıklarla ilgili kısa açıklamalar verilecektir.

• İş Bölümü: Burada amaçlanan uzmanlaşma sayesinde giderlerin azaltılması, Verimliliğin artırılması ve bu sürecin iş eğitimi programlarıyla hızlandırılmasıdır.

•Yönetim Birliği:Yönetim hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Amaçlar gerçekleştirilirken bir üst tarafından ve bir plan içerisinde fikir birliği hâlinde faaliyetler sürdürülmelidir.

•Merkezîleşme İlkesi: Fayol merkezîleşme anlayışının iyi veya kötü bir yönetim sistemi olarak tanımlanmasını doğru bulmaz ve asgari ölçüde bir merkezciliğin koordinasyon ve yönetim açısından bir gereklilik olduğuna vurgu yapmıştır.

•Yetki ve Sorumluluk İlkesi: Yetki ve sorumluluk kelimelerinin ne anlama

geldiği ifade edilerek yetki ve sorumluluğun dengelenerek bulunması gerektiği ifade edilmiştir. Yetki emir verme, itaat ettirme aracı olarak görüldüğü için herkesin arzu ettiği bir durum iken, sorumluluk istenmeyen bir durumdur.

•Hiyerarşi İlkesi: Emir-komuta noktasında sorun yaşanmaması için en üst ve en alt arasında bir iletişim zincirinin bulunması gerekmektedir. Ancak büyük organizasyonlarda bu zaman alacağı için yatay iletişim denilen eş değerde olan yapıların birbirleri ile iletişime geçmeleri zaman

problemine çözüm olarak düşünülmüştür.

•Kumanda Birliği İlkesi: Fayol, organizasyon yönetimi içerisinde çatışmaya ve kaosa yol açmamak için her astın bir üst ile beraber çalışması gerektiği ve bunun ikiliği ve yetki çatışmasını ortadan kaldırdığını vurgulamıştır.

•Disiplin: Verilecek cezaların açık bir şekilde uygulayabilecek ve disiplini sağlayabilecek yöneticilerin olması her organizasyon için önemlidir. Fayol disiplini“itaat,çalışkanlık,enerji,davranış ve organizasyonla bireyler arasında anlaşma maddelerine saygı” olarak tanımlamıştır.

•Hakkaniyet İlkesi: Bir organizasyon için en tehlikeli durumun kurum içi adaletsiz davranışlar olduğunu ifade ederek, çalışanlara adaletli davranarak kuruma sadakatlerinin sağlanması gerektiğini belirtmiştir.

•Genel Çıkarların Kişisel Çıkarlara Üstünlüğü İlkesi: Bu Fayol’un üzerinde önemle durduğu ilkelerden birisidir.Ailenin çıkarlarının aile fertlerinin birebir çıkarlarından üstün olması ve aynı şekilde devletin genel çıkarlarının vatandaşın bireysel çıkarlarından üstün olduğu ilkesidir.

(2)

•Çalışanların Ödüllendirilmesi: Çalışanların emeklerinin mutlaka karşılığının verilmesi gerektiğini ifade eden Fayol, bunun için ise çalışanların yetenekleri, verilen sorumlulukları, yaşam standardı ve genel ekonomik durumlarıdüşünülerek tatmin edici bir ücretin ödenmesi ancak çok aşırı yüksek ücretin de ödenmemesi gerektiğini söylemiştir.

•Düzen İlkesi: Fayol bu maddeyi “her şey için bir yer ve her şey kendi yerinde” ve “her bir birey için bir yer ve her birey kendi yerinde” olmalı şeklinde ifade etmiştir. Maddi ve sosyal bir düzen olarak ifade edilen bu yapıda her şey bir düzen içinde olmalıdır.

•Personelin Devamlılığı ve Denge: İnsanların işe alışmaları için belirli bir süreye ihtiyaç duyduklarını ve başarı için bu uyum süresinin mutlak olması gerektiğini ifade eden Fayol, işinde süreklilik gösteren vasat bir yöneticinin çok sık iş değiştiren üstün yetenekli yöneticiden daha fazla tercih edilmesi gerektiği görüşündedir.

•Girişim İlkesi: Organizasyonlarda yönetici durumunda olanların astlarının girişim çabalarını desteklemeleri ve yönetimin her basamağındaki çalışanların plan yapma ve yenilikler ortaya koyma becerilerini geliştirmelerine yardımcı olmaları gerekmektedir.

•Birlik Ruhu İlkesi: Organizasyonun amaçlarını gerçekleştirme fikri etrafında bir birlik ruhu ile hareket edilmesi ve bu birlik ruhunun meydana getirdiği enerji ile daha büyük başarılar elde edilebilir düşüncesine vurgu yapmıştır.

Frederick W. Taylor ise 1911 yılında yayınlanan “Yönetim Biliminin Prensipleri” isimli eseriyle;

Klasik yönetim uygulamalarının terk edilerek bilimsel yöntemlerin uygulanmasını, kurum çalışanlarının işe alım ve istihdamlarının belirli prensiplere bağlanması gerektiğini ve verimliliğin artırılması için çalışanlar ve yöneticiler arasında iletişim kanallarının sağlıklı bir şekilde işletilerek adaletli bir yönetimin sağlanması yönünde düşüncelerini ifade etmiştir.

KAMU YÖNETİMİ

Kamu yönetimi, “işlevsel anlamda kamu politikaları belirleme ve uygulama, yapısal anlamda ise devletin örgütsel yapısını ifade eder. Kamu yönetiminin bir bilim dalı olarak ortaya çıkması 1812 yılında Bonnin tarafından hazırlanan Kamu Yönetimi İlkeleri kitabı ile olduğu kabul edilmektedir.

Kamu yönetiminin bir bilim dalı olarak Türkiye’de ortaya çıkışı, Türkiye Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünün (TODAİE) 1952 yılında kurulması olarak kabul edilebilir. Bu kurumun

kurulmasında, yönetim konusunda akademisyenler yetiştirmek, kamu yöneticilerinin çağdaş yönetim anlayışlarına göre geliştirilmesi için faaliyetler düzenlemek ve kamu görevlilerinin yönetim becerilerini geliştirmek ve uzmanlaşmalarının sağlanması hedeflenmiştir. Kamu bürokrasisini ve onun mal ve hizmet sunduğu halkla olan ilişkilerini anlamaya ve geliştirmeye yönelik pratik ve teoriden meydana gelen bir disiplin” olarak tanımlanabilir.Kamu yönetimi ilkeleri;

Halkın hayatını kolaylaştırmak, huzur, güvenlik ve refahını sağlamak, hayat kalitesini geliştirmek, kişilerin hak ve özgürlüklerini kullanmalarının önündeki engelleri kaldırmak ve kanunlarla verilen görev ve hizmetleri yerine getirmektir.16Farklı bir yaklaşımla kamu yönetiminin amacı, yönetimi oluşturan unsurların; statü, örgüt, işlev ve davranışlarını tanımlamak ve açıklamaktır.

Birinci aşamada kamu yönetimi, ulusal devlet yönetimi, yerel yönetimler, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bu tür yönetim örgütlerinin, yasal, teknik, sosyal, beşerî ve siyasi

bütün yönlerini ortaya koymayı hedefler. İkinci aşamada ise, yönetim örgütlerinin varlık nedenlerini açıklamak, geliştirilmesini sağlamak işlerini iyileştirmektir. Kurum çalışanları arasındaki ortak noktaları tespit etmek, aralarındaki davranışların arkasındaki nedenleri incelemektir.

YENİ KAMU YÖNETİMİ

Kamu yönetiminde yeni yaklaşımların ortaya çıkması, devlet yapısının sürekli büyüyerek yapının

“hantal”, ağır işleyen ve bürokratik sürecin uzun sürmesinden kaynaklanan yavaşlamalar ve bazı zamanlar tıkanmalar dolayısıyla çalışamaz hâle gelmesi, bunu bir ihtiyaç olarak gündeme getirmiştir.

Yeni Kamu Yönetimi anlayışında, kamu kurumları özel şirket gibi çalışmalı, hizmet sunumunda rekabetçi bir ortam hazırlamalı, denetimin daha çok halk tarafından yapıldığı performansa dayalı bir yönetim tarzı kullanılmalıdır. Devlet mümkün olduğunca küçültülmeli, diğer sektörler ve sivil

top lum kurumları harekete geçirilmeli, özel sektörün avantajları kamu hizmeti sunarken kullanılmalıdır. Bu yeni yaklaşımla, kamu kurumlarının daha şeffaf, hesap verebilir, verimlilik ve etkililiği esas alan ve performansı değerlendiren bir kamu yönetimi hedeflenmektedir. Kamu

(3)

Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkındaki Kanun’un amacı, katılımcı , saydam, hesap verebilir, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir kamu yönetiminin oluşturulması;

kamu hizmetlerinin adil, süratli, kaliteli, etkili ve verimli bir şekilde yerine getirilmesi için merkezî idare ile mahallî idarelerin görev, yetki ve sorumluluklarının çağdaş kamu yönetimi ilke ve

uygulamaları çerçevesinde belirlenmesi; merkezî idare teşkil atının yeniden yapılandırılması ve kamu hizmetlerine ilişkin temel ilke ve esasları düzenlemektir21. Bu düzenlemelerle, kamu yönetiminde yeni ve çağdaş kamu yönetimi prensiplerinin uygulanarak hizmet kalitesi ve verimini arttırmak hedeflenmektedir. Özel sektörün çok hızlı değişim ve gelişimi, kamu yönetimi anlayışının değişim ve gelişimine katkıda bulunmuştur. Kamu kurumlarındaki geleneksel örgüt yapısı ve verimsiz işleyişine sebep olan unsurların çözümü olarak, “işletmecilik” (manageralism) yaklaşımı merkeziyetçiliği ortadan kaldırmayı, yetkilendirmeyi ve serbestliği tavsiye etmiştir. İşletmecilik yaklaşımı ise

yönetimin, idareden üstün olduğunu, özel sektördeki yönetim anlayışının, kamu kurumlarından daha iyi olduğunu, iyi bir yönetimin, ekonomik ve sosyal sorunları çözmede etkili ve tek yol olduğu, yönetimin prensiplerinin sistematik ve evrensel olması dolayısıyla kamu kesimi ile birlikte her yerde uygulanabileceğini ortaya koymaktadır. Yönetim var olan kurallara uygun işleri yürütmek, işletme ise sadece mevcut kural ve talimatları uygulamak yerine yeni hedef ler ve öncelikler tespiti yapar ve bunu başarmak için planlar yapar, insan kaynakları, performans değerlendirme ve işlerin sorumluluğunu üstlenme gibi birçok fonksiyonları birden ifade etmektedir.

KAMU YÖNETİMİNDE KULLANILAN TEMEL KAVRAMLAR

Halk; bir ülkede yaşayan tüm bireylerden, çeşitli üretici ve tüketici gruplarından, siyasi liderler, yasama organı üyeleri ve baskı gruplarından oluşur. Kamu yönetiminin bu beşerî unsuru diğerlerine göre daha önemli ve etkileyicidir.

Örgüt; Ortak hedefleri gerçekleştirmek amacıyla kişilerin veya kurumların oluşturduğu bir yapılanmadır.

Devlet; İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen ve bu ilişkilerin normlara uygun olarak yürümesini sağlayan; anlaşmazlıkları çözümleyen; kamusal mal ve hizmetleri üreten ve yöneten en üst egemen meşru gücü temsil etmektedir.

Merkezi Yönetim;Kamu yönetiminde karar mekanizmalarının merkezî bir yapıya bağlı ve bu yapı tarafından belirleniyor olması, insan kaynakları işlemlerinin ve tüm kamu hizmetlerinin, karar ve faaliyetlerinin merkez tarafından belirlenen bir hiyerarşi içerisinde bağlı birimler tarafından

yürütülmesini ifade eder.

Yerinden Yönetim ;Merkezî yönetim tarafından kullanılan yetkinin bir kısmının yerel idarelere aktarılmasıdır.

Yönetişim;Kamu yönetimi gerçekleştirilirken toplumun bütün aktörlerinin (özel sektör, kamu görevlileri ve sivil toplum örgütleri) karar mekanizmalarında ve yönetimde katkıda bulunmalarını ifade etmektedir.

Kamu Politikası;Kamu yönetiminin en önemli kavramlarından bir tanesi olan kamu politikası ilgili birçok farklı tanımlar bulunmaktır. “Toplumsal sorunları tanımlama ve bunların çözümlerini belirlemedir ve daha çok siyasi yöneticilerin bir görevidir.”Bir başka tanımda “kamu politikası, siyasi yöneticilerin yapmayı veya yapmamayı seçtikleri her şeydir.

Kamu Maliyesi;Kamu faaliyetlerini, kamu harcamalarını ve kamu harcamalarının finansmanı için alternatif gelir kaynaklarını inceleyen bir bilim dalıdır.

Kamu Görevlileri;Bir kimsenin kamu görevlisi sayılabilmesi o bireyin bir kamu örgütüne veya kamu kurumuna bağlı çalışması gerekmektedir.

Norm Düzeni;Hukuk düzeni olarak da ifade edilen bu kavram kısaca ülkenin tüm yasal

düzenlemelerini, anayasa, kanunlar, tüzükler, yönetmelikler ve idari kararlarını ve bunlarla bağlantılı yargı kararlarını ve içtihatlarını anlatmaktadır.

Bürokrasi; “Devlet kurumlarında kırtasiye işlerini öne sürmek, işlemleri zorlaştırma veya kırtasiyecilik”

gibi bir tanımın yanında “devlet kurumlarında çalışan üst düzey yöneticiler topluluğu” anlamında da kullanılmıştı.

ÜNİTE 2 KAMU

KAMU YÖNETİMİ BİLİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI

(4)

Devlet yönetimi ya da kamu yönetimi, medeniyetin yükselmeye başlamasıyla ve hükûmet (yönetim) kavramlarının ortaya çıkmasıyla birlikte uzun bir tarihe sahiptir.

NOT: Charles Jean Bonnin tarafından 1912’de yayınlanan Kamu Yönetimi İlkeleri , Woodrow Wilson 1887 yılında yayınladığı “Yönetimin İncelenmesi” adlı makale, Goodnow, 1900 yılında yayınladığı Siyaset ve Yönetim adlı eserinde siyaset (yasama) ve yönetimin (yürütme-idare) ayrı alanlar olarak kabul edilerek incelenmesi gerektiğini öne sürmüştür.

KLASİK DÖNEMDE KAMU YÖNETİMİNİN GELİŞİMİ

Taylor’un 1911 yılında yayınladığı “Bilimsel Yönetimin İlkeleri”, Weber’in 1920’de yayınlanan

Bürokrasi Teorisi, Fayol’un 1916 yılında yayınlanan Genel ve Sanayi Yönetimi veya Gulick ve Urwick’in 1937 yılında derledikleri Yönetim Bilimi Üzerine Makaleler adlı kitaplar sayılabilir. Taylor’un bilimsel yönetim anlayışının özellikleri şunlardır: Geleneksel iş yönetimi teknikleri yerine bilimsel yönetim teknikleri kullanılmalı ve çalışanların yönetilmesi ve ölçülmesinde bilimsel ölçütlerle verimlilik sağlanmalıdır. İşe eleman alırken en verimli kişileri işe almak için seçimlerde bilimsel yöntemler ve ölçütler kullanılmalıdır. Bilimsel ilkelerin uygulanmasında çalışanların iş birliğini kazanmak gerekir. Yönetim işleriyle çalışanların işleri arasında rol ve sorumlulukların belirlendiği rasyonel bir iş bölümünün yapılması gerekir. Yönetim teorisi ya da yönetim bilimi olarak adlandırılan görüşlerini bir yöneticilik deneyimlerine dayalı olarak (Genel ve Sanayi Yönetimi) adlı kitapta 1916 yılında Fransa’da yayınlamıştır. Fayol’a göre yönetim her yerde uygulanabilecek ilkelere sahiptir. On dört başlık altında topladığı bu ilkeler şunlardır: iş bölümü, otorite,disiplin, komuta birliği, yönetim birliği, genel menfaatlerin özel menfaatlerden üstünlüğü, merkezîyetçilik, otorite zinciri, iş ödüllendirmesi, hakkaniyet, personelin memuriyetinde istikrar, inisiyatif, birlik ruhu. Beş temel yönetim unsuru da şunlardır: Planlama, örgütleme, yöneltme, eşgüdüm ve denetim (PÖYED). Gulick ve Urwick 1937 yılında yayınlanan editörlüğünü

yaptıkları Yönetim Bilimi Üzerine Makaleler adlı derleme kitapta vurguladıkları en önemli nokta Fayol’un dediği gibi yönetim faaliyetinin kamu yönetiminde veya özel sektörde çok farklılık

göstermeyeceği ve yönetim ilkelerinin genel olduğu düşüncesiydi. Gulick, Fayol’a ait beş yönetim fonksiyonunu yediye çıkarmış ve bu ilkelerin evrensel olduğunu iddia etmiştir.

POSDCORB (planning- planlama, organizing- örgütleme, staffing- personel yönetimi, directing- yöneltme, coordinating- eş güdüm, reporting-haberleşme ya da iletişim, budgeting- mali planlama) denilen yönetim süreci fonksiyonları bir örgütün üst yönetiminin üstlenmesi gereken faaliyetler olup bunlar örgütün yapısı ve çalışmasını oluşturur. Gulick’e göre iş bölümü bir örgütün temelidir. Weber’e göre modern bir yönetim yapısı uzmanlaşmanın olduğu, görev hiyerarşinin belirlendiği, kamu bürokrasisinin işlemlerinin gizli olduğu, özel hayat-iş hayatı ayrımının olduğu, daimi memurluğun olduğu, düzenli maaşın ödendiği bütün işlemlerin kayıtlarının tutulduğu bir yapıdır. Willoughby 1921 yılında Bütçe ve Muhasebe Kanununun çıkmasında önemli rol oynamıştır.

Willioughby 1918 yılında yayınladığı ABD’de Bütçe Reformu Hareketi kitabı ile kamu bütçesi oluşturmanın ana unsurlarını ortaya koymuştur. Diğer yandan 1926 yılında ABD’de Leonardo D.White ilk kamu yönetimi ders kitabı Kamu Yönetimi İncelemesine Giriş’i yayınlatmıştır. Kamu yönetimi alanının ayrı bir disiplin olmasında önemli rol oynayan bir akademisyen olan

White’ın kitabı ABD’de yıllarca okutulmuştur.

NEO-KLASİK DÖNEMDE KAMU YÖNETİMİ BİLİMİNİN GELİŞİMİ

Mary Parker Follett ;Yönetim faaliyeti birileri üzerine güç kullanımı değil birileriyle birlikte güç kullanımıdır demiştir. Chester Barnard’ın 1938 yılında yayınladığı Yürütmenin Fonksiyonları adlı Çalışmasın da Tepe yönetimin temel fonksiyonu örgütün ihtiyaçları ile bu örgütün

çalışanların ihtiyaçları arasında işleyen bir denge kurmak ve bunu korumaktır. Bunu başarmak için, örgüt yönetiminin, örgütün birbirine karşılıklı bağımlı olan biçimsel ve doğal yapılarının farkına varması ve dikkate alması gerekir. Yine en önemli davranışsal

çalışmalardan biri de insan ilişkileri yaklaşımı adıyla öne çıkan ve bir alan çalışmasına dayanan, Elton Mayo öncülüğünde öne sürülen İnsan İlişkileri Teorisi’dir. Hawthorne araştırmalarının ortaya koyduğu en önemli nokta, örgüt teorisindeki temel vurgunun örgütteki görev ve işlerin

örgütlenmesinde en iyi yolu bulmak için mekanik bir bakış açısından, örgütsel performansın

(5)

artırılması için insan ilişkilerinin öneminin tanınmasına doğru kaymasıdır. Böylece Elton Mayo’nun öncülüğünde gerçekleştirilen Hawthorne araştırmaları örgütlerin yaşayan sosyal yapılar olarak incelenmesi gerektiğini ortaya koymuşlardır. Böylece insanın örgütteki en önemli öge olduğu ve insanın sosyal açıdan ele alınması önerilmiştir. Yönetimde insan odaklı davranışsal yaklaşımlar Follett, Barnard ve Mayo’dan sonra özellikle çalışanların çalışma isteklerinin artırılması konusunda insan kaynakları yönetimi bağlamında ardı ardına ortaya konmuştur. Bu motivasyon teorilerinden bazı örnekler şunlardır: Maslow- İhtiyaçlar Hiyerarşisi, Herzberg’in Motivasyon Hijyen Teorisi, McGregor- X Ve Y Teorisi, Argyris’in Olgunsuzluk-Olgunluk Teorisi ve Karma Modeli.

SİYASET-YÖNETİM AYRIMI TARTIŞMASI

Paul Appleby 1945 yılında yazdığı Büyük Demokrasi adlı kitabında , Robert Dahl, 1947 yılında yazdığı “Kamu Yönetimi Bilimi” adlı makalede, Waldo, 1948 yılında yazdığı İdari Devlet kitabıyla , Katz ve Kahn’ın 1966 yılında yayınladıkları Örgütlerin Sosyal Psikolojisi adlı kitapla, Yukarıda ele alındığı gibi 1940’lardan sonra kamu yönetimi disiplininin sadece yönetim mekanizmasını inceleyen bir bilim dalı olmadığı aynı zamanda siyaseti de inceleyen bir bilim dalı olması düşüncesi 1970’lerde kamu politikası çalışmalarına katkı yapmıştır. Kamu politikası çalışmaları bu dönemde ivme kazanmış ve bu yaklaşım kamu yönetiminde süreci bir bütün olarak görerek siyaset ve yönetimi birlikte incelemiştir.

YENİ KAMU YÖNETİMİ VE YENİ KAMU HİZMETİ

H. George Frederickson’un “Yeni Bir Kamu Yönetimine Doğru” adlı makalesidir. Bu makalede Frederickson, yeni kamu yönetimi hareketini ikinci nesil davranışçılık olarak adlandırmıştır. Bu yaklaşımla kamu yönetimi halkın ihtiyaçlarına daha fazla hitap eden, daha fazla halkın dertlerine ilaç olan, daha fazla müşteri ve vatandaş odaklı, daha kuralcı ve yine daha bilimsel esaslara göre gerçekleştirilmelidir. David Osborne ve Ted Gaebler yayınladıkları Kamu

Yönetiminin Yeniden İcadı adlı kitaplarıyla yeni kamu yönetimi anlayışını sistematize etmişlerdir. Bu anlayışa göre kamu yönetimi hizmet sunumunda rekabeti artırmalıdır. Denetim daha çok kamuoyu ve halk tarafından yapılmalıdır.

Performansa dayalı bir yönetim anlayışı oluşturulmalıdır. Kamu kurumları stratejik yönetim anlayışına sahip olmalıdır. Böylece amaç ve hedefler ana belirleyici olmalıdır. Kamu kurumları özel sektör tekniklerini kullanmalı ve vatandaşı müşteri gibi görmelidir. Böylece sunduğu hizmetlerde müşterilerin beğenisini kazanma yoluna gitmelidir. Kamu kurumları özel şirket gibi çalışmayı düşünmeli ve mümkün olduğu kadar kamu hizmetlerini kazanç yoluyla finanse etmelidir. Kamu ekonomisi piyasa ekonomisi gibi çalıştırılmalıdır. Devlet mümkün olduğu kadar küçülmeli ve diğer sektörleri harekete geçirici önlemeler almalı böylece gönüllü kuruluşlar ve özel sektörün potansiyeli daha verimli kamu hizmeti sunmada kullanılabilir. Kamu

yönetimi katılımcı yönetimi benimsemelidir. Ayrıca kamu yönetimi örgütlenmesinde mümkün olduğu kadar yerelleşme imkânı araştırılmalıdır. Yeni kamu yönetimi yaklaşımı ile kamu kurum ve kuruluşlarının şeffaf, hesap verebilir, performansı önde tutan, stratejik vizyona sahip, verimlilik ve etkililiği esas alan bir kamu yönetimi oluşturulması esas alınmıştır. Denhardt ve Denhardt, yeni kamu hizmeti derken demokratik vatandaşlık, demokratik topluluk, sivil toplum, örgütsel insanlık ve söyleme dayanan bir hareketten söz etmektedirler. Bu yazarlar kamu görevlisinin toplumu

kontrol etme ve yönlendirmeden ziyade vatandaşlara yardım ve onların ortak çıkarlarını

korumak olan rolünü ortaya koymak için yedi ilke önermektedirler. Birincisi kamu görevlisinin görevi toplumu ve vatandaşları yönlendirmek değil onlara hizmet etmektir. İkincisi, kamu yararı, bir ara ürün değil bir amaçtır. Üçüncüsü, kamu görevlisi stratejik düşünür ama

demokratik şekilde hareket eder. Dördüncüsü, kamu görevlisi müşterilere değil vatandaşlara hizmet etmektedir. Beşincisi hesap verebilirlik basit değildir. Kamu görevlileri özel sektör çalışanına göre daha dikkatli olmalı ve aynı zamanda anayasaya, ilgili yasal düzenlemelere, mesleki standartlar, kültürel değerlere ve vatandaş çıkarlarına sahip çıkmalıdır.

Altıncısı,sadece üretkenliğe ve verimliliğe değil,aslında insanlara değer verilmelidir. Yedincisi kamu görevlisi, girişimcilikten daha fazla vatandaşlığa ve kamu hizmetine değer vermelidir. Kamu

(6)

yararı, devletin parasını sanki kendi paralarıymış gibi harcamaya çalışan girişimcilerin yerine topluma anlamlı işler yapmaya kendini adamış kamu görevlileri ve vatandaşlar tarafından daha iyi gerçekleştirilir.

TÜRKİYE’DE KAMU YÖNETİMİ BİLİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİMİ

Kamu yönetimi incelemelerini yapacak kurumsal gelişim ilk olarak Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünün (TODAİE) Birleşmiş Milletlerin desteğiyle kurulmasıyla olmuştur. TODAİE 1952 yılında kurulmuş ve 1953 yılında faaliyete geçmiştir. 1958 yılında çıkarılan 7163 sayılı Kanunla bugünkü statüsüne kavuşarak bilimsel, yönetsel ve mali açıdan özerklik ve tüzel kişilik kazanmıştır. TODAİE üç amacı gerçekleştirmek için kurulmuştur: Kamu yöneticilerinin çağdaş yönetim anlayışına göre geliştirilmesi için çalışmalarda bulunmak, yönetim konusunda

öğretim elemanı yetiştirmek, bu konuda çalışan diğer kurumlara katkılarda bulunmak ve kamu görevlilerinin yönetim alanında gelişmelerini ve uzmanlaşmalarını sağlamaktır. Türkiye’de kamu yönetimi incelemelerini Henri Fayol ile Gulick-Urwick ikilisinin yaklaşımları doğrultusunda yapanlar genelde yönetim bilimi adı altında planlama, örgütleme, yöneltme, eşgüdüm ve denetim (PÖYED) fonksiyonlarını anlatarak süreci irdelemektedirler. Diğer yandan kamu

yönetimini yapısal açıdan ve siyaset-yönetim birlikteliği içinde ele alanlar ise biraz daha kapsamlı bir bakış açısıyla konuya fonksiyonlardan ziyade yapılar açısından bakmaktadırlar. Türkiye’de kendine özgü bir kamu yönetimi disiplini gelişmemiştir.

ÜNİTE 3 KAMU DEVLETİN GELİŞİMİ

Anayasanın beşinci maddesinde devletin temel amaç ve görevleri şu şekilde ifade edilmiştir. “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak;

kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve

manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır. Anayasa’nın bu maddesinden kaynaklanan devletin yükümlülükleri, eğitim,sağlık, güvenlik, yasama görevi, yürütme görevi, yargı görevi ve kişi hak ve özgürlüklerine ilişkin görevler olarak özetlenebilir. Devletin en önemli görevi vatandaşın huzuru ve mutluluğu için çalışmaktır. Devletin önemli görevlerinden bir tanesi de gelirin adil dağılımını sağlamak için politikalar geliştirmek gelir dengesizliğinin önüne geçmektir.

Geleneksel Devlet

Geleneksel yönetim anlayışı, insanlık tarihinin başından, on yedinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren modernleşme hareketlerinin başladığı veya yönetim kavramının ilk kullanıldığı yıllara kadar devam etmiştir. Geleneksel devlet yapısında toplumun bireyleri genelde tarıma dayalı bir ekonomik yaşam sürerlerdi ve siyasal gücün kime ait olduğunu umursamadan otoriteye tabi olurlardı. Bazı geleneksel toplumlarda iktidar dinî inanç ve değerlere dayanmaktaydı.

Geleneksel devlet anlayışlarında iktidarın zorla el değiştirdiği ve ülke içinde güçlü grup ve kişilerin mevcut yönetimi devirerek yönetime geçmeye çalışması söz konusudur. Geleneksel devlet anlayışında yönetme hakkının meşru yollarından birisi olarak başka bir ülkeyi savaşarak işgal etme ve mevcut yönetiminin iktidarı el değiştirmesi olarak kabul edilmekteydi. Geleneksel yönetimde yöneten ve yönetilen arasında hukuki bir ilişki bulunmamakta,

yönetilenler tebaa durumunda yöneticilerin insafına terkedilmiş durumdaydılar. Böyle bir

toplumda çalışan kamu görevlileri de bizzat yöneticiye bağlı kimseler olarak görev yaparlardı.

Geleneksel devlette iktidarda olmanın meşru sayılması, güce, dinî esaslara, işgallere dayanmaktaydı.

Modern Devlet

Modernleşmenin başlangıcı olarak, Rönesans ile başlayan ve arkasından Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi ile devam eden bir süreç kabul edilmektedir. Aklın ve bilimin egemen olduğu Rönesans anlayışı modern toplumdaki insanın olaylara bakışını ve kavrayışını tamamen

değiştirmiştir. Bu anlayış dolayısıyla iktidar üzerindeki dinî anlayışların baskısı azalmaya başlamıştır. Modernleşme, sanayileşme ve milliyetçilik gibi iki olguya dayanmaktadır.

(7)

Sanayileşme ise kırsaldaki iş gücünün şehirlere göçmesine sebep olmuş ve böylece şehirler çok fazla büyümüş yepyeni bir şehir hayatı başlamıştır. Sosyal hayatta yaşanan

Değişimler sonucu krala isyan eden, iktidarı ele geçirmeye çalışan halklar milliyetçilik

duygularının da tesiriyle Fransa’da ulusal bir devlet kurma çabaları olmuş ve Fransız İhtilaline kadar devam etmiştir. Batı toplumları için geçerli olan modernleşme diğer toplumlar için ise modernleştirilme olarak ifade edilmektedir. . Modern devlette vatandaşlar yönetimle olan ilişkilerin hukuki kurallar çerçevesinde belirlerler. Vatandaşların sahip oldukları hak ve özgürlükler anayasa Ve yasaların güvencesi altındadır.Bu şekilde hukukun üstünlüğü ilkesinin geliştirilmesine

çalışılmıştır. Laiklik anlayışı ile de dinin devlet üzerindeki etkisi veya devletin din üzerindeki etkisinin sonlandırılması hedeflenmiştir.

Postmodern Devlet

Modernleşme sürecinin 1950’li yıllarda en yüksek seviyesine çıkması ve günümüze kadar devam etmesiyle birlikte, Avrupa Birliği gibi tek bir ulustan oluşmayan anlayışların ortaya çıkması ulus devlet anlayışının sorgulanması sürecini başlatmıştır. Bu durum postmodernizm olarak adlandırılmakta, bu şekildeki devlet kavramı da postmodern devlet olarak ifade edilmektedir.

Uluslararası ilişkilerin gelişmesi ve ülkelerin birbirleriyle etkileşimlerinin artmasından dolayı ulus devletlerin etkinliklerini kaybetmeye başladıkları düşünülmektedir.

DEVLET – TOPLUM İLİŞKİLERİ AÇISINDAN DEVLET Güçlü Devlet

Herkesin kabul edeceği meşru bir güce sahip ve bu gücün otoriter bir şekilde kullanıldığı devlet, güçlü devlet olarak tanımlanmaktadır. Güçlü devlet anlayışında topluma bütün yönleriyle hükmetme hedeflenmektedir. Devlet toplumsal yaşam içinde ekonomik, sosyal ve siyasal olarak geniş roller üstlenmektedir. Kamu politikalarının belirlenmesi ve karar alma sürecinde sivil toplum kuruluşları ve diğer sosyal örgütlerden ziyade kamu görevlileri baskın durumdadır.

Amaç devletin çıkarlarını topluma karşı korumaktır. Bu şekilde hem toplumun hem de devletin çıkarları korunmuş olur. Japonya, Almanya, Türkiye ve Fransa güçlü devletlere örnek olarak verilebilir

Zayıf Devlet

Zayıf devletlerin hedefi topluma hizmettir, kamu görevlileri ve bürokrasi ikincil bir durumdadır. Toplumdan gelen teklifleri tarafsız bir şekilde gerçekleştirmeye çalışırlar. Kamu politikalarının tespiti ve karar alma sürecinde temsil ve baskı gruplarının etkisi fazladır.

KAMU YÖNETİMİ AÇISINDAN DEĞİŞEN DEVLETİN ROLÜ Bu sürecin dört evresi olduğu ve yepyeni bir dönemin başında olunduğu düşünülmektedir.

•1900–1930: Karışmayan (liberal)–demokrasi ve insan haklarının güçlendirilmesi için

•1930–1980: Karışan devlet (müdahaleci)

•1980–2000: Liberal düzenleyici devlet

•2000– - Liberal düzenleyici ve yönetilen devlet

Yeni dönem ise 2009’da sonra başlayan, mali ve ekonomik anlamda kısmi müdahaleci devlet anlayışıdır.

Minimal Liberal Devlet (1900 – 1930)

Liberalizmin John Locke ve Adam Smith’in fikirleri doğrultusunda geliştiği ve 1700’li yıllardan itibaren ortaya çıktığı düşünülmektedir.Klasik anlamda liberalizmde, devletin güvenlik, adalet ve savunma gibi hizmetler hedeflenmekte ekonomik düzenlemelere karışılmamaktaydı.

Liberalizm, topluma, bireye ve ekonomiye müdahaleyi hiçbir şekliyle doğru bulmuyordu. . Türkiye kuruluşundan 1930’lara kadar liberal ekonomi politikalarını uygulamıştır.

Müdahaleci Sosyal Devlet (1930 – 1980)

Serbest ekonomik sistemde 1920 sonrası şirketler sattıklara ürünlere yeterli talep bulamayınca üretim durma aşamasına gelmiş ve 1929’daki ekonomik buhranla sonuçlanmış ve

devletin ekonomiye karışmaması sorgulanmaya başlanmıştır. Serbest ekonomi politikaları Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkelerdeki kıtlık ve fakirlik nedenleriyle anlamsızlaşmaya

(8)

başlamıştır. Yaşanan büyük buhran (1929) sonrası ekonomik krize çözüm olarak, John Maynard Keynes’in ekonomiye devlet müdahalesi fikri sunulmuş ve birçok ülke bunu uygulamıştır.

Düzenleyici Devlet (1980 – 2000)

Margaret Thatcher ve Ronald Reagan devlet başkanları olarak 1980’li yıllarda İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde işbaşına gelmesiyle yeni liberal ve muhafazakâr politikalarla devletin küçülmesi fikri hızla uygulanmaya başlanmıştır. Uygulanan bu politikalar, diğer liberal demokratik ülkeleri de tesiri altına alarak devletin kamu hizmetlerini sağlayıcı değil, sadece düzenleyici olması gerektiği anlayışını yaygınlaştırmıştır. Burada yapılmaya çalışılan nicel olarak devleti küçültürken nitel olarak etkinliği ve verimliliğini artırmak olmaktaydı. Bu dönemde, verimlilik ve etkinliğin artırılması amacıyla, toplam kalite yönetimi, yönetime katılma ve yönetişim gibi kavramlar öne çıkmaya ve tartışılmaya başlanmıştır.

Yönetişen Devlet (2000 – 2009)

İlk defa Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütünün (OECD) 1989 yılındaki toplantı sonuç raporunda yönetişim kavramı demokrasinin ilerletilmesi ve halkın yönetime katılması anlamında kullanılmıştır. Yönetişimde, halka ait kurumların ve bireylerin yönetime katılması, alınan kararlarda katkısının bulunması söz konusu iken kararların sonuçlarından kimin hesaba çekileceği konusu bu uygulamalarla ilgili tereddütler meydana getirmektedir.

Kısmi Müdahaleci Devlet (2009 - …)

Dünyada yaşanan ekonomik krizler devletin yeniden mali olarak müdahaleci role dönüşmesine sebep olmuştur. . Bu müdahalelerin nasıl sonuçlanacağı ve mali kriz yaşayan şirketlerin kurtarılması için yapılan müdahalenin devletleştirme ile sonuçlanıp sonuçlanmayacağını şimdiden

tahmin etmek zordur.

DEVLET KİME HİZMET EDİYOR?

Devletin siyasal yapısına göre değişen devlet – toplum ilişkileri açısından üç farklı yaklaşımın anlaşılmasında fayda vardır. Bunlar, Çoğulcu, Seçkinci ve Marksist yaklaşımlardır.

Çoğulcu Yaklaşım

Doğrudan demokrasinin hedeflendiği bir yaklaşımdır. . Şehirleşmenin ve nüfusun artmasıyla devlet bürokrasisi büyümesi, kamu yönetimine hem devlet hem toplum kuruluşlarının dâhil olması temsili demokrasi (siyasal partiler) anlayışını güçlendirmiştir. Modern bir toplum içerisinde güç, sosyal gruplar arasında paylaşılmakta, çoğulcu siyasal ve sosyal bir yapı meydana gelmektedir. Bu yapıların devlet ile aralarındaki ilişkinin karmaşıklığı siyasal partiler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları gibi aracı kurumların ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.

Seçkinci Yaklaşım

Bu yaklaşım Masco ve Pareto adlı iki İtalyan düşünür tarafından yönetici seçkinler hakkındaki düşünceleri ile ortaya çıkmıştır. Medeniyetin az geliştiği veya çok geliştiği toplumlarda yöneten ve yönetilen diye iki sınıf vardır. Yönetenler daima yönetilenlerden daha az sayıda bulunurlar ve bütün yönetimi gerçekleştirirler ve gücün tek sahibidirler. Yönetilenler ise sayı bakımından çok olmalarına rağmen yönetenler tarafından kısmen yasal, kısmen de yasal olmayan bazen keyfî ve şiddet usulleriyle yönetilirler. Devletlerin modernleşme süreçlerinden sonra gücü elinde

tutanlar sadece siyasal elitler değil, aynı zamanda bürokratlar, teknokratlar, askerler ve devlet memurlarında güce sahiptirler.

Marksist Yaklaşım

Marksizm, toplumun alt ve üst yapılardan oluştuğu, alt yapının asıl belirleyici ve diğer üst yapıları oluşturan bir anlayışa dayanmaktadır. Alt yapı, her türlü üretim araçlarını ve maddeyi, üst yapı ise ekonominin dışında kalan her türlü ideolojik, kültürel, sosyal ve dinî yapıları ifade etmektedir. Kapitalist sistemde ekonomik değerlerin sahibi zenginler, bu ekonomik değerleri üreten ise işçilerdir. Marksizm’e göre, bu iki grup kapitalist sistemde birbirleri ile devamlı çatışma hâlindedir.

TÜRKİYE’DE MODERNLEŞME VE MODERN DEVLETİN ORTAYA ÇIKIŞI

(9)

Tarihsel anlamda Türk devletleri genelde merkezîyetçi, güçlü ve sömürgeci olmayan bir imparatorluk sistemine sahiptiler. Cumhuriyetin ilanıyla yeni bir devlet kurulduğu ifade edilse de, siyasal ve sosyal sistemler bütün sorunlarıyla birlikte Osmanlı’dan devralınmıştır.

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ‘hızlı modernleşmeyi başlıca hedef olarak gören ve benimseyen yeni kurulmuş bir siyasal sitemin ilk örneği bir ülke’olarak görülmesine ve yapılan bütün reformlara rağmen devlet geleneği devam etmiştir. Burada dikkat çeken bir husus ise, devlet sivil toplumla beraber gelişmemiş ve toplumu yönlendiren ve ona egemen olan bürokrasi tarafından

geliştirilmeye çalışılmıştır.

ÜNİTE 4 KAMU KLASİK YAKLAŞIMLAR

FREDERİC TAYLOR’UN BİLİMSEL YÖNETİM YAKLAŞIMI

Bilimsel yönetim kavramının Frederic Taylor’a ait olduğunun sanılmasına rağmen aslında bu kavramın sahibi Taylor’un arkadaşı olan Louis D. Brandeis’tir. Fakat Taylor 1911 yılında yayınladığı Bilimsel Yönetimin İlkeleri adlı kitapla ünlendiği için bu düşüncenin Taylor’a ait olduğuna dair bir kanaat oluşmuştur. Ayrıca Taylor 1912 yılında bilimsel yönetim ilkelerinin ne olduğu ve nasıl uygulanacağı konusunda Eyaletler arası Demiryolu Düzenleme Kurulunun önünde bir sunum

yapmıştır. 1912 yılında yapılan bu sunum ve 1911 yılında yayınlanan kitapla Taylor, bu yaklaşımın sahibi olarak ABD’de ve daha sonra dünyada ünlenmiştir. Taylor, büyük sanayi kuruluşlarının yönetimi ile ilgili ilkeleri geliştirmeye çalışmış ve bu ilkelerin evrensel uygulamaları bulunan bir kısım bilimsel genellemeler olduğunu ortaya koymayı amaçlamıştır. Taylor, işçilik, ham madde ve malzemede büyük ölçüde israf olduğunu saptamış; bunu önleyerek verimliliği arttırmanın yollarını araştırmıştır. Taylor’un öne sürdüğü bilimsel yönetim ilkeleri şunlardır:

•Yönetim, yapılacak her işin her bir bölümü için bir birim geliştirmelidir.

•Yönetim, tüm işçileri bilimsel olarak seçmeli, eğitmeli ve geliştirmelidir.

•Yönetim, işçilerin bilimsel metotlara uygun çalışmasını sağlamalıdır.

•Yönetim,sorumluluğu işçiler ve yöneticiler arasında dengeli olarak paylaştırmalıdır.

MAX WEBER’İN BÜROKRASİ TEORİSİ

Weber’in öne sürdüğü bu üç tip otorite şunlardır:Karizmatik, geleneksel ve rasyonel-hukuki.

Weber’e göre rasyonel-hukuki otorite tipi modern devletin bir karakteridir.

Karizmatik otorite, ‘belli ve istisnai bir kutsallığa olan bağlılığa, kahramanlığa veya bir kişinin örnek ve olağanüstü karakterine dayanır.Geçici bir otorite olup diğer bir otorite tipine eninde sonunda değişir.

Geleneksel otorite ise, geleneksel olarak gücü elinde tutan ve kullananların zaten o konuda halk nazarında var olan geleneksel meşruiyetine dayanır. Geleneksel otorite geleneksel devlet ve topluma sahip ülkelerde vardır.

Rasyonel-hukuki otorite normatif kuralların yasallığına olan inanca ve bu kurallar altında (doğrultusunda) emirleri vermek üzere yetkilendirilmiş kişilerin hakkı olduğu düşüncesine dayanır. Aslında bu tür bir otorite sisteminin devam ettirilmesi, daimî görevlilerin kuralları

yürüttüğü ve bu kurallara kendilerinin de aynı zamanda bağlı oldukları hukuka dayalı bir bürokratik yönetim sisteminin gelişimine dayanmaktadır. Weber bürokrasiyi tanımlarken bazı temel özellikleri sıralamıştır. Bunlar kısaca özetlenebilir.

•Bürokrasi, kurallarla belirlenmiş faaliyet alanına sahip ve uzmanlaşmış işlevlerle donatılmış daimî bir örgüttür. Organizasyon içindeki devamlılık ve düzen yazılı yasalara, kurallara ve kararlara dayanır.

•Personelin örgütlenmesi hiyerarşi esasına dayanmaktadır. Hiyerarşi içindeki Yetki alanı açıkça tanımlanmıştır. Her seviyede görevlilerin hak ve yükümlülükleri belirlenmiştir.

•Görevliler iş ve özel hayatlarını birbirinden ayırırlar. Bürokrasi içindeki kişiler kişisel anlamda (özel hayatları açısından) özgürdürler. Görev açısından ise sadece kişisel olmayan resmi yükümlülükleri açısından üstlerine bağlıdırlar.

•Görevliler, seçimle değil, işin gerektirdiği niteliklere göre atanma yoluyla işe başlarlar. Ayrıca liyâkate göre yükseltilirler.

•Görevlilere belirlenmiş düzenli ücret ödenir. Çalışma koşulları belirlenmiştir. Ücret miktarı

genellikle hiyerarşik yapı içerisindeki konuma göre düzenlenmiştir. Görevde kalma daimi olup,

(10)

emekli olana kadar devam etmektedir. Bu güven altına alınmış olup bürokrasi içinde çalışma bir meslek olarak görülmektedir. Emekli olunduğunda emekli maaşı ödenir.

HENRY FAYOL’UN YÖNETİM BİLİMİ YAKLAŞIMI

Fayol’a göre yönetim her yerde uygulanabilecek ilkelere sahiptir. On dört başlık altında topladığı bu ilkeler şunlardır: İş bölümü, otorite, disiplin, komuta birliği, yönetim birliği, genel menfaatlerin özel menfaatlerden üstünlüğü, merkezîyetçilik, otorite zinciri, iş ödüllendirmesi, hakkaniyet, personelin memuriyetinde istikrar, inisiyatif, birlik ruhu. Beş temel yönetim fonksiyonu da şunlardır: Planlama, örgütleme, yöneltme, eşgüdüm ve denetim- PÖYED)

Planlama ile anlatılmak istenen husus; Bir işin veya hizmetin önceden planlanarak kim tarafından, nasıl ve ne zaman yapılacağının belirlenmesi amaçlara ve hedeflere ulaşmada kolaylık sağlayacaktır.

Örgütleme ise; kurum veya örgütün birimleri ile çalışanlar arasında iş taksimi ve paylaşımı yaparak çalışanlar arasındaki iş bölümünün belirlenmesi ve örgütlenmesi olarak tanımlanabilir.

Yöneltme ya da eski adıyla sevk ve idare çalışanların isteklendirilmesini ve hizmet ve iş yapma anında yönlendirilmeleri demektir.

Eş güdüm ya da koordinasyon fonksiyonu kurumun sunduğu hizmet ve işlerde amaçlara ulaşmak için çalışanların arasında uyumun sağlanmasını böylece başarıyı artırmayı amaçlar.

Fayol’a göre son fonksiyon denetimdir. Yönetimde denetim bir işin ne kadar yerinde ve ne kadar amaçlara ulaşıldığını görmek üzere yapılan bir çalışmadır. Böylece çalışanların ne kadar iş yaptığı kurumun ve örgütün ne kadar hedefe yaklaştığı denetlenmiş olmaktadır.

LUTHER GULİCK VE LİNDALL URWİCK’İN YÖNETİM TEORİSİ

Gulick, Fayol’a ait beş yönetim fonksiyonunu benimseyip bunları yediye çıkarmış ve bu ilkelerin evrensel olduğunu iddia etmiştir. POSDCORB (planning- planlama, organizing- örgütleme, staffing- personel yönetimi, directing- yöneltme, coordinating- eşgüdüm, reporting-haberleşme ya da iletişim, budgeting- mali planlama) denilen yönetim süreci fonksiyonları bir örgütün üst yönetiminin üstlenmesi gereken faaliyetler olup bunlar örgütün yapısı ve çalışmasını oluşturur.

Planlama, örgütün yapacağı çalışmaların önceden üst yönetim tarafından belirlenmesi çabalarının tamamını içermektedir. Örgütleme ise örgütün birimleri arasında görev dağılımının yapılarak kimin ne yapacağının belirlenmesidir. Personelle ilgili işe alma, eğitme, ücret ödeme ve diğer personel işlemlerini içerir. Yöneltme fonksiyonuna bakıldığında örgütün elindeki personelin emirlerle yönlendirilmesi ve kararların verilmesi gibi faaliyetleri içerir. Eş güdüm, örgüt içindeki birimler ve personel arasında hareket ve işbirliği yaratarak örgütün amaçları

doğrultusunda her birim ve kişinin istihdam edilmesi faaliyetidir. Haberleşme ya da iletişim, örgüt içi ve dışı ast- üst çalışanlar arasında her türlü bilgi akışının yapılmasını ifade eder. Bütçeleme ya da mali yönetim, örgütün çalışması için gerekli mali kaynakların yönetimidir.

ÜNİTE 5 KAMU

NEO-KLASİK (DAVRANIŞSAL) YAKLAŞIMLAR

MARY PARKER FOLLETT’IN KATILIMCI YÖNETİM VE YÖNETİMDE İŞBİRLİĞİ YAKLAŞIMI Follett özellikle “diğerlerinin üzerinde gücün” aksine “diğerleriyle birlikte güç”

kullanmanın yararları üzerine yazmıştır. Bu yönüyle örgütlerde bireyler (insanlar) ile ilgili doğrudan yazan ilk kişi olarak kabul edilmektedir. 5 Follett, emir vermenin sadece yöneticilerin zihinlerindeki düşünceleri çalıştırdığı insanlara aktarmak olmadığını belirtmiştir.

Geleneksel olarak çoğu insan için yönetmek ve emir vermek çalışanların verilen emirlere kesinlikle uymasını beklemek anlamına gelmektedir. Sonuç olarak Follett, örgüt yönetiminde bireylerin ve grupların davranışlarının yönetim mekanizmasının iyi çalıştırılmasında ne kadar önemli olduğuna dikkati çeken ilk kişi sayılabilir.

CHESTER BARNARD’IN DOĞAL VE BİÇİMSEL ÖRGÜTLER YAKLAŞIMI

Chester Barnard 1938 yılında yayınladığı (Tepe Yönetimin Fonksiyonları) adlı kitabında bir örgütün açıklanmasında klasik yaklaşımların yaptığı biçimsel (formel) açıklamaların yetersiz olduğunu bunun yanında örgütlerin doğal (informel) boyutunun göz önüne alınması gerektiğini söylemiştir. Barnard, bu kitabın bir bölümünü doğal örgütler ve doğal örgütlerin

(11)

biçimsel örgütlerle bağlantılarına ayırmıştır. Barnard örgütleri herkesin birlikte çalıştığı sistemler olarak görmüştür. Tepe yönetimin temel fonksiyonu örgütün ihtiyaçları ile bu örgütün çalışanlarınihtiyaçları arasında işleyen bir denge kurmak ve bunu korumaktır. Bunu başarmak için örgüt yönetiminin, örgütün birbirine karşılıklı bağımlı olan biçimsel ve doğal

yapılarının farkına varması ve dikkate alması gerekir. Böylece Barnard, Follett’dan sonra örgütlerdeki bireylerin davranış ve ilişkilerine odaklanılması gerektiğini söyleyen önemli kişilerden biridir. Sonuç olarak, Barnard bir örgütün amaçlarını başarmada örgütün biçimsel ilişki ağı kadar doğal ilişki ağı da önemlidir demiş ve tepe yönetimin bu ikisini de göz önüne alarak aralarında bir denge kurmak şartıyla örgütün başarıyla yönetilmesini sağlayabileceğini söylemiştir.

HERBERT SİMON’IN İDARİ DAVRANIŞ VE KARAR VERME SÜRECİ YAKLAŞIMI

Herbert Simon 1946 yılındA Public Administration Review’de ‘Yönetimin Atasözleri’ adlı yazısını yayınlamıştır. Bu yazıda geleneksel yaklaşımlardan Gulick’in görüşlerini ağır şekilde eleştirmiştir. Simon, yönetimin aslında bir karar verme sürecinden meydana geldiğini ve böylece yönetimin bu karar verme sürecinde gösterilen idari davranış (administrative behaviour) ile açıklanabileceğini söylemiştir. Gulick’in saydığı ilkelerde öne sürülen görüşlerin gerçekleri çok yansıtmadığını daha çok temenniden ibaret olduğunu belirtmiştir. Simon, geleneksel yaklaşımların verimliliği ve etkililiği artırmak için ilkelerin varlığının şart olduğunu söylemelerini eleştirmiştir Bunlar uzmanlaşma, hiyerarşi ve komuta birliği, denetim alanı, amaç, süre, hizmeti alana ve yere göre örgütleme gibi şeylerdir. Simon, geleneksel teorilerde görülen rasyonel yaklaşımın sınırsız olmadığını söylemiştir. Hatırlanacağı gibi geleneksel

yaklaşımlar rasyonellik kavramının, ‘yöneticinin elindeki tam imkânlarla (örgüt yönetimiyle ilgili her türlü tam bilgiye sahip olarak) seçenekler arasında en iyisini seçme ve ekonomik olarak en verimli kararı vererek örgütü yönettikleri anlamına geldiğini’ iddia etmişlerdir. Böylece

akıllı yönetici en etkili ve verimli şekilde elindeki kaynaklarla belirlenen amaçlara ulaşabilecektir.

İşte Simon, klasik yaklaşımlarda öne çıkan ekonomik insan kavramının yerine idari insan kavramını sunmuştur.

ELTON MAYO’NUN İNSAN İLİŞKİLERİ YAKLAŞIMI

Böylece örgütteki sosyal yapı ve insan ilişkileri yönetimin başarısında temeL

ögedir.Çalışanların bir organizasyon içerisinde kendi kişisel davranışı değil, grup psikolojisinin etkisiyle grup davranışı ortaya koyduğu görülmüştür. Dolayısıyla örgütsel davranışın özü olan bu grup davranışı örgütlerin amaçlarına göre yönlendirilmelidir. Çünkü insanların işe bağımlılıkları, sahiplenmeleri ve verimli olabilmeleri salt rasyonel işbölümüne dayanmaz. İş bölümü yaparak verimliliğin artırılması belki klasik teorinin özü olmasına rağmen, neo- klasikler bunun tek başına yetersiz olduğu düşüncesini öne sürmüşlerdir. Böylece yönetimde verimliliğin artırılması amacıyla örgütün fiziksel kapasite koşullarının

iyileştirilmesinden çok sosyal kapasitesinin iyileştirilmesi gerekir. Beşerî ilişkilerin örgüt içindeki önemini birincil konuma getiren neo-klasik yaklaşımın doğal olarak çok fazla insan ve grup

psikolojisine girerek örgütün genel amaçlarını biraz geride bıraktığı öne sürülebilir. Ancak günümüzde de bir kamu veya özel sektör örgütünü ele alırken ve açıklamaya çalışırken örgütün biçimsel yapısı, verimliliği ve iş bölümü kadar o örgütün çalışanları arasındaki dayanışma, ilişki ağı ve grup psikolojisi önemini korumaktadır.

ÖRGÜTLERDE MOTİVASYON (İSTEKLENDİRME) YAKLAŞIMLARI

A. H. Maslow- İhtiyaçlar Hiyerarşisi- Maslow 1943 yılında yayınladığı “A Theory of Human Motivation” adlı makalesiyle görüşlerini ortaya koymuştur. Maslow, bir insanın

ihtiyaçlarındaki öncelikleri sıralarken buradan bir örgütün çalışanlarının nasıl motive

edilebileceğini açıklamayı amaçlamıştır. Maslow’a göre bir insanın ihtiyaçları beş kategoride sıralanmıştır: Fiziksel ihtiyaçlar (yiyecek, barınak ve su gibi), güvenlik ihtiyacı (kendini koruma ve güvenlik altına alma gibi), aidiyet ev sevgi ihtiyacı (aile, iş arkadaşları ve diğer insanlardan alınacak sevgi gibi), saygı duyulma ihtiyacı (örgüt ve diğerlerinden saygı) ve son olarak kendini ifade etme ihtiyacı. Herzberg’in Motivasyon-Hijyen Teorisi- Herzberg, 1966 yılında yayınladığı

(12)

Work and the Nature of Man (İş ve İnsanın Doğası) kitapta Maslow’a benzer şekilde motivasyonu artırıcı faktörleri ikiye ayırmıştır. Maslow’un hiyerarşisindeki

ilk basamaklara hijyen faktörler (örgüt ve çalışanlar için temel olan) demiş ve bunlar karşılandıktan sonra diğerlerinin isteklendirmeyi artıracak faktörler (motivators- motive ediciler) olduğunu söylemiştir. Hijyen faktörler çalışma ortamıyla bağlantılı olanlardır: Yönetim uygulamaları, yönetim ve politikalar, çalışma şartları, kurum içi resmi ilişkiler, statüler vb. İkinci grup motive ediciler ise işin kendisiyle bağlantılı olan faktörlerdir: Başarı, başarılarından dolayı tanınma, artan sorumluluk, meslekte yükselme imkânları, kişisel gelişim ve ilerleme için fırsatlar. Birinci grup hijyen faktörler doğru şekilde bir örgütte yoksa meslekte ve işte memnuniyetsizlik kaynağı olur.

ÜNİTE 6 KAMU

MODERN YAKLAŞIMLAR

PHİLİP SELZNİCK’İN KOOPTASYON MEKANİZMASI YAKLAŞIMI

Selznick, Tenessy Vadisi Yönetimi (TAV) üzerine yaptığı araştırmalardan sonra 1949 yılında TVA and the Grass Roots adlı eserini yayınlamıştır. Bu eserinde Selznick kooptasyonu şu şekilde tanımlar:

‘Kooptasyon, bir örgütün istikrarına veya varlığına gelebilecek tehditleri önlemenin aracı olarak, o örgütün önde giden yönetici (lider) kadrosuna veya karar verme (politika belirleme) yapısına yeni eleman ve üyelerin dâhil edilmesi sürecidir’. Selznick’e göre bir biçimsel (formal) kooptasyon bir de doğal (informal) kooptasyon vardır. Bunun anlamı örgütleri açıklarken hem çevrelerinde hem de kendi içlerinde gelişen biçimsel olan veya olmayan (doğal) sosyal sistemler göz önüne alınmalıdır. Selznick, dış çevreyi doğrudan dâhili sosyal sisteme bağlar. Bir idari örgüt içinde kişiler bu örgüte çalışma amaçlı girerken beraberlerinde sosyal anlayış ve karakterlerini de getirirler. Diğer bir ifadeyle bir kamu kurumunda işe başlarken, bir yetkili bazı ideal amaçları yapmak üzere işe başlar. Bu noktada dolayısıyla görev anında hizmet sunulan kesimi etkileyen hareketleri idari görev bağlamında gerçekleştirmek zorunda kalacaktır. Bu

etkiledikleri kesimler (hizmet sundukları kesimler) tek tek bireyler veya güçlü örgütlenmeler olabilir.

AÇIK SİSTEM YAKLAŞIMLARI

Bu konuda en önemli kişiler, biyoloji ve psikoloji alanında kullanan ve bütün bilim dallarında kullanılabileceğini öneren Bertalanfyy, siyasal sistem analizinde kullanan David Easton’ın siyasal sistem yaklaşımı ve 1966 yılında yayınladıkları The Social Psychology of Organisations (Örgütlerin Sosyal Psikolojisi) adlı kitaplarıyla örgüt analizinde kullanmayı öneren Katz ve Kahn8 sayılabilir.

David Easton’ın Siyasal Sistem Analizi

Easton, siyasal sistemi, bir toplumda o toplumu birbirine bağlayan idari kararları alan ve toplumsal değerleri koruyan, karşılıklı ilişkide olan kurum ve çalışmaların bir uzlaşması olarak tanımlamaktadır. Bu modele göre kamu politikası siyasal sistemin bir çıktısı olarak tanımlanmaktadır. Sistem modelinde bazı kavramsal terimler vardır: Siyasal sistem, girdiler (istemler ve destekler), çıktılar (kararlar ve çalışmalar) ve son olarak çevredir.

(13)

Bir ülkenin bürokratik yapısını, alt sistemlerden meydana gelen bir büyük sistem olarak açıklamayı amaçlayan Easton’un sistem modeli Türk bürokrasisi ve siyasal sisteminin analiz edilmesi amacıyla Cemil Oktay tarafından kullanılmıştır.

Katz ve Kahn’ın Örgütler ve Sistem Kavramı

Katz ve Kahn örgütlerin ne olduğu, nasıl çalıştığı, insanların bunları nasıl algıladığı ve

örgütlerin insan ihtiyaçlarına ne kadar cevap verdiği konularını anlamanın önemli olduğuna vurgu yaparak sistem teorisinin örgütleri açıklamada ne kadar etkili olabileceğini ele almışlardır.

Katz ve Kahn açık sistemlerin ortak özelliklerini şöyle sıralamaktadır: Enerji İthali, Sistem İçi Girdiler, Sistem İçi Girdiler, Çıktılar, Olayların Dönüşümü Olarak Sistem (tekrar enerji alma), Negatif Entropi Bilgi Girdisi, Negatif Geri Besleme ve Kodlama Süreci, İstikrarlı Durum ve Dinamik Denge Oluşumu, Farklılaşma, Eşsonuçluluk.

•Enerji ithali; açık sistemler dış çevreden bir çeşit enerji ithal ederler. Benzer şekilde sosyal örgütler de diğer kurumlardan, insanlardan veya maddi çevreden yenilenmiş enerji temini yapmak zorundadır. Hiçbir sosyal yapı kendi kendine yeterli veya başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan bir yapı olamaz.

•Sistem içi girdiler; açık sistemler, ellerindeki kaynakları kendi amaçlarına uygun elde edilebilir enerjiye dönüştürürler. Örgüt yeni bir ürün yaratır veya maddeleri işler veya insanları eğitir veya bir hizmet sunar. Bu faaliyetler girdilerin yeni bir organizasyonunu gerektirir. Böylece bazı işler sistem içinde yapılır.

•Çıktılar; açık sistemler çevreye bir ürün ihraç eder. Bu çıktılar ister yeni bir icat olsun ya da başka bir şey olsun bir şekilde dış çevreye sunulur.

•Olayların Dönüşümü Olarak Sistem (tekrar enerji alma); sistemin dış çevresiyle karşılıklı enerji değişimi faaliyetleri biçimi dönüşümsel bir özelliğe sahiptir. Çevreye verilen ürün,

faaliyetler döngüsünün tekrarlaması için enerji kaynaklarını sağlamaktadır. Faaliyetler döngüsünü destekleyen enerji, faaliyetin kendinden gelen veya dış dünyadaki aynı ürün değiş tokuşundan ortaya çıkabilir.Böylece enerji yenilemesi,doğrudan örgütün kendi faaliyetlerinden gelir.

Dolayısıyla açık bir sistem bir yandan ürettiği çıktıların (ürünler) getirilerini ister para şeklinde, ister duygular şeklinde kendinin yaşaması için tekrar kullanır.

• Negatif Entropi; açık sistemler canlı kalmak için entropi sürecini tamamen önüne geçemeyecekleri için geciktirmeye çalışmalıdırlar. Bu da ancak bozulmaya karşı koyma (negatif entropi) şeklinde olabilir. Açık sistemler harcadığından daha fazla enerjiyi içine alarak yedek enerji depolayabilir ve entropiyi (bozulmayı) geciktirebilir. Bu sürece negatif entropi denmektedir.

•Bilgi Girdisi, Negatif Geri Besleme ve Kodlama Süreci; Sisteme sadece yaşaması ve çalışması için enerji girişi olmaz. Bunun yanında girdiler, bilgi karakterlidir ve yapıya çevreyle ilgili olarak bilgi sinyalleri de sağlarlar. Bilgi girdisinin en basit örneği negatif geri beslemedir.

Negatif geri besleme bilgisi sistemin kendi temel amacından meydana gelen sapmaları düzeltmesini sağlar. Böylece sistemin faaliyetlerinde istikrarlı olması mümkün olur. Aynı şekilde sistemler sadece uyum sağlayabileceği bilgi sinyallerine tepki verirler. Bir sistemin kendi yapısına kabul ettiği, çevirdiği veya reddettiği seçici mekanizmaların genel adı kodlamadır.

Kodlama süreci yoluyla evrendeki karmaşık gibi görünen sistemler anlamlı ve anlaşılabilir birkaç kategoriyeindirgenebilir. Sistem tarafından gerçekleştirilen işlevlerin doğası kodlama

mekanizmalarını belirler ve böylece işlevlerini sürekli hâle getirirler.

•İstikrarlı Durum ve Dinamik Denge (homeastatic) Oluşumu; Entropinin önüne geçme amaçlı enerjinin sisteme alınmasının hedefi, sistemin çevresiyle karşılıklı enerji değişiminde (sistemin çevreye çıktı vermesi ve çevreden girdi alması) bir devamlılığın sağlanmasıdır. Dalgalar içinde yüzen bir geminin kendini mümkün olduğu kadar bir dengede (istikrarlı durum)

tutması gibi sistem çevredeki değişiklik ve istikrarsızlıklar içinde kendi mekanizmaları sayesinde belli bir dengede yaşamını devam ettirecektir.

•Farklılaşma Açık sistemler, farklılaşma ve karmaşıklaşma yönünde hareket ederler. Sosyal örgütler daha büyük çapta fonksiyonel uzmanlaşmayla

(14)

birlikte rollerin artmasına ve karmaşıklaşmasına doğru gelişirler. Dolayısıyla örgütlerde zaman içinde basit yapılanmadan karmaşık ve gelişmiş bir yapıya doğru eğilim vardır. Bu noktada fonksiyonel farklılaşma çevreye paralel olarak artmaktadır.

•Eşsonuçluluk; açık sistemlerin son özelliği ise eşsonuçluluk ilkesidir. Bu ilkeye göre bir sistem, başlangıçta farklı koşullara ve imkânlara sahip olabilir ve aynı sonuca ulaşmak için farklı yollar kullanabilir. Ama sonuçta aynı nihai duruma ulaşır. Böylece açık sistemler bir sonuca ulaşmak için birden çok yol, yöntem ve duruma sahip olabilir. Buna eşsonuçluluk denir.

Durumsallık Yaklaşımı (Contingency Theory)

Bu yaklaşım özü itibariyle belli bir örgütü anlamak ve açıklamak için hatta yöneticiler açısından yönetmek için örgütün içinde bulunduğu durumlara, şartlara ve özelliklere bakarak yaklaşımı belirlemek gerekir. Bu nedenle bu yaklaşım ne geleneksel yaklaşımların dediklerine ne de açık sistem teorisinin dediklerine açıkça destek verir. Duruma, zamana, yere ve eldeki imkânlara göre yönetime yaklaşımlar değişmektedir. Dolayısıyla bu durumsal bakış açısı örgüt açıklamalarında daha gerçekçi ve önemli hale gelmektedir. Bu yaklaşıma en iyi örneklerden bir tanesi İngiltere’de sanayi kuruluşları üzerine yaptıkları alan çalışmasının analizinde Burns ve Stalker’in öne

sürdükleri fikirlerdir. Yönetim sistemleri konusunda şöyle bir ayrım yapmışlardır: Mekanik ve organik yönetim sistemleri. Mekanik yönetim sistemleri, daha çok Weberyen modele uyar ve daha çok değişmeyen istikrarlı görevler için en uygun olanlardır. Bunun aksine ikinci anlamda organik yönetim sistemleri, açıkça tanımlanmış hiyerarşi içindeki uzmanlık kuralları arasında paylaştırılamayan ve dağıtılamayan sorunlar ve ihtiyaçlar ortaya çıktığı zaman,

istikrarsız koşullara en iyi uyarlanan sistemlerdir.

ÜNİTE 7 KAMU

KAMU YÖNETİMİNDE TEŞKİLATLANMA

Kamu yönetimi literatüründe örgütlenme olarak da kullanılan teşkilatlanma kısaca belirli bir amacı gerçekleştirmek üzere kaynakları bir araya getirmek olarak tanımlanabilir. Kamu yönetiminde teşkilatlanmanın iki temel amacı vardır. Birincisi, kamu hizmetlerinin etkin ve verimli bir şekilde sunulması, ikincisi de denetim için yetki,görev ve sorumlulukların sınırının çizilmesidir.

MERKEZDEN YÖNETİM

Merkezden yönetim, “kamu yönetiminde karar mekanizmalarının merkeze bağlı işletilmesi ve Kararların merkez tarafından belirlenmesi, mali kaynak gelir ve giderlerin yönetiminin, her türlü personel işlemler inin ve kamu hizmetlerinin organizasyonunun merkezî birimler tarafından” icra edilmesidir. Merkezden yönetim, ülkenin siyasi ve idari olarak tek bir merkezden idare

edilmesini ifade eder. Devletin yasama yürütme ve yargı işlevleri merkezî yönetim tarafından yerine getirilmektedir. Bütün bu görevlerin merkezdeki idarece yapılmasına siyasi merkezden yönetim de denmektedir.

Merkezden Yönetim Kuruluşlarının Teşkilatlanma Biçimleri

Hükümet ve bağlı ünitelerden oluşan merkez teşkilatının dört farklı esas çerçevesinde

örgütlendiğini belirtmiştir. Bunlar hizmet edilen amaç, hizmet edilen kimseler, hizmet alanı ve ihtisastır. Hizmet edilen amaca göre örgütlenme, devletin temel görevleri olan eğitim, sağlık, savunma gibi kamu hizmetlerini sağlayabilmek üzere bakanlık tarzı yapılanmalara gitmesidir. Günümüzde bakanlıklar genellikle hizmet edilen amaca göre örgütlenmişlerdir. Milli Eğitim Bakanlığı, ülkede eğitim hizmetini sunmak ve sunulmasını sağlamak üzere

teşkilatlandırılmıştır. İkince temel kriter ise hizmet edilen kimselerdir. Bir kısım hizmetler sadece belli kimselere sunulur. Bu kimseler genellikle özel durumları olan ya da bir yönüyle

diğerlerinden ayrılarak farklı muamele edilmesi gereken kişilerdir. Devlet bu kişilere özel bazı hizmetler sağlar. Örneğin emekliler, gaziler ve göçmenler bu gruplardandır. Hizmet alanı,

örgütlenmenin üçüncü esasıdır.Yani kamu hizmetinin sunulacağı coğrafyaya göre teşkilatlanma sık görülen bir teşkilatlanma esasıdır. Buna göre merkezî hükûmet gerekirse yerel idarelere ağırlık verebilir. Örneğin illerdeki valilerin fonksiyonu, merkezî otoritenin belli sınırları içerisinde belirlediği alana (ile) hizmet sunmaktır. Buna göre valilik sistemi hizmet alanına göre örgütlenmenin bir örneğidir. Örgütlenmede dördüncü kriter ihtisastır. Bu esasa göre aynı sınıftaki işler

(15)

belli bir örgütte toplanır. Maliye Bakanlığı birçok farklı birim ve bakanlığa hizmet veren bir bakanlıktır ve benzer neviden işleri bünyesinde toplamıştır. Bu tür örgütlenmenin amacı, genellikle teknik görevler yapan uzmanları bir araya getirerek teknik yetenek ve birikimlerden daha etkin ve verimli bir şekilde faydalanmak, bu hizmetleri daha profesyonel olarak sunmak ve bunu kamu hizmetlerinin sunumuna yansıtmaktır.

Merkezden Yönetimin Özellikleri:

• Tek bir tüzel kişilik vardır, o da devlet tüzel kişiliğidir.

• Merkezî idare, kamu hizmetlerinin konularına göre bakanlıklar şeklinde örgütlenmiştir.

•Kamu hizmetlerinin yürütülmesi için gerekli olan gelir ve giderler merkezî bütçede toplanır.

•Kamu hizmetleri merkezde planlanır ve düzenlenir.

•Merkezî idarenin bir de taşra teşkilatı vardır.

•Merkezî idare bir bütündür. Merkezî idare içindeki tüm görevliler hiyerarşik bir düzen içinde sıralanmıştır.

Merkezden Yönetimin Yararları:

• Güçlü bir devlet yönetimi sağlar.

• Bölgeler arasında eşitliği sağlayıcı bir etkisi vardır.

• Hizmetler daha rasyonel ve gerçekçi yürütülür.

• Mali denetim daha kolaydır.

• Kamu görevlileri yerel etkilerden kurtulur.

Merkezden Yönetimin Zararları (sakıncaları):

•Bürokrasi ve kırtasiyeciliğe yol açar.

•Hizmetlerin yöresel ihtiyaçlara göre yürütülmesini güçleştirir.

•Demokratik ilkelere pek uygun değildir.

Yerinden yönetim (adem-i merkezîyet”) ise, bazı kamu hizmetlerinin belediye, köy, üniversite, KİT, TRT, gibi devlet

dışındaki kamu tüzel kişileri tarafından yürütülmesi demektir.

Yerinden Yönetimin Yararları:

•Demokratik ilkelere daha uygundur.

•Kırtasiyecilik ve bürokrasiyi azaltır.

•Hizmetler ihtiyaçlara daha uygun bir şekilde yürütülür.

Yerinden Yönetimin Zararları (Sakıncaları):

•Bölgeler arasında eşitsizliği artırabilir, ülkenin birliğini bozabilir.

•Partizanca uygulamalara yol açabilir.

•Yeterli mali ve teknik imkânlara sahip değillerse, hizmetin yürütülmesinde aksaklık doğabilir.

•Mali denetimleri güçtür.

Katı Merkezîyetçiliği Azaltma Yolları Yetki Genişliği

Yetki genişliği en yalın ifadesiyle merkezdeki yönetimin kendi yetki ve sorumluluklarından bir kısmını kendine bağlı olarak faaliyet yürüten taşra birimlerine devretmesidir.

Yetki Devri

Yetki devri en basit anlamıyla sahip olunan yetkinin başka bir kişi ya da kuruma devredilmesidir.

İmza yetkisi

mza yetkisi genellikle yetki devri ile birlikte yapılır. Buradaki amaç da üst yöneticinin iş yükünü hafifleterek daha önemli yönetim fonksiyonlarına daha fazla zaman ayırabilmesidir. İmza yetkisinde de yetki devrinde olduğu gibi sorumluluk imza yetkisini devredendedir.

ÜNİTE 8 KAMU

DEVLET YAPISI: YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI

Devletin; yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç temel işlevi vardır. Bu işlevleri yerine getiren organlar Anayasada belirtilmiştir. Buna göre yasama işlevi, Türkiye Büyük Millet Meclisi

Referanslar

Benzer Belgeler

Özellikle kamu sektöründe yönetim felsefesinin değişimini zorunlu kılan bu gelişmeler, e-devlet, yönetişim ve kamu-özel sektör işbirliği gibi yeni paradigmalarla önemli

5902 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’a göre, toplumun tamamı veya belli kesimleri için fiziksel, ekonomik ve

Muhafazakârlık, liberalizm, yeni liberalizm ve yeni muhafazakârlık gibi siyasal akımların eklektik bir karıĢımı olan yeni sağ 1980 sonrası devlet yönetiminde

“Değişen yönetim anlayışıyla birlikte devlet dışında yer alan diğer aktörlerin daha fazla ön plana çıkmaya başladığı, bu değişimin kamu

(3p.) C) Aşağıdaki test sorularında uygun cevabı işaretleyiniz. Aşağıdakilerden hangisi Osmanlı Beyliği kurulduğu sırada Anadolu ve Balkanların durumunu yansıtmaz?.. A)

Kunt (2011) Konya koşullarında kışlık olarak ye- tiştirdiği aspir bitkisinde farklı sıra üzeri mesafelerin yanısıra yabancı ot mücadelesinin de verim ve

Sekonder amiloidoz, reaktif amiloidoz ya da AA Tip amiloidoz olarak adlandırılan amiloidoz türü genelde kronik inflamatuvar hastalıklarda görülür.. Daha önceleri

Temel Benzerlik Teoremi (Açı – Açı – Açı), eşit açı- ların gördükleri kenar uzunluklarının oranı eşittir.. Buna göre temel