• Sonuç bulunamadı

Suriye’de teröre darbe: Zeytin Dalı Harekâtı.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Suriye’de teröre darbe: Zeytin Dalı Harekâtı. "

Copied!
36
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

htyacımız vardı”

Hayrettin Karaman, 28 Şubat postmodern darbe sürecinin önemli simalarından biridir.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde görevinin başındayken başörtülü öğrencilere yapılan haksızlığa rıza göstermemiş, istifa etmiştir. İstifa etmekle kalmamış hem birçok akademisyeni yüreklendirmiş hem de bilfiil talebelerinin yanında durmuştur.

e

04A panorama of the coup d’etat at the 21st anniversary by selected books.

06 12

Müzisyen Asaf Ekin, şair Cahit Zarifoğlu’nundiği 9žACE=<=FÿQ=L?9R=L=KÿFÿF=Cÿ

F hrettin Altun ve Hasan Basri Yalçın’ın editörlüğünü yaptığı ö le Mücadele Stratejisi” isimli

dbiri olan TERÖRÜN KÖKENLERİ VE MÜCADELE YOLLARI

c9³R3d79;

R</±±Q´…

c9\94ÒGd±˜R</±±Qµ±P­

QAD21 I K9QA24 I ťM:9L2018

Gazetenizle birlikte üç hediye birden:

Açık Kitap eki, Hasan Aycın’ın çizgi posteri ve İbn Haldun’un Siyaset Dairesi posteri.

Suriye’de teröre darbe: Zeytin Dalı Harekâtı.

Uzun süredir konuşulan Afrin’deki terör örgütleri PYD/PKK’ya yönelik operasyon başladı.

9772602269000

Hakkı Öcal | Senfoni yönetme sanatı

▶ 3

Ravza Kavakcı Kan | Darbe zihniyeti değil bin yıl, yüz binlerce yıl bu topraklardan silinmiştir

▶ 6

Üzeyir Ok | How to deal with religious trauma and struggles?

▶ 29

www.acikmedeniyet.com

İbn Haldun Üniversitesi’nin Aylık Gazetesidir.

Fikrî Bağımsızlık | Intellectual Independence |

ي رــكفل ا ل لاقتــس لا ا

YIL: 1 SAYI: 4 ŞUBAT 2018

darbenn kapanmayan yaralarını anlattılar

Another sgn of rsng Islamophoba n

Europe

Senior member of the anti-Islam right wing party, Alternative for Germany (AfD), vowed that once the party comes into power, they will ban Islam starting from the Bosporus in—Istanbul is marked as the exact point where the European continent begins.

ﺔﻌﻣﺎﺟ ﻦﻴﺑ نوﺎﻌﺗ ﺔﻴﻗﺎﻔﺗا ﻊﻴﻗﻮﺗ ﻦﻴﻠﻴﻨﻟا ﺔﻌﻣﺎﺟو نوﺪﻠﺧ ﻦﺑا

ﻦﺑا ﺔﻌﻣﺎﺟ ﻦﻴﺑ نوﺎﻌﺘﻟا ﺔﻴﻗﺎﻔﺗا ﺖﻌﻗو ﺔﻌﻣﺎﺟ مﺮﺣ ﻲﻓ ﻦﻴﻠﻴﻨﻟا ﺔﻌﻣﺎﺟو نوﺪﻠﺧ ﻞﻛ رﻮﻀﺤﺑ ﺮﻴﻬﺸﻛﺎﺷﺎﺑ - نوﺪﻠﺧ ﻦﺑا رﻮﺴﻴﻓﺮﺒﻟا نوﺪﻠﺧ ﻦﺑا ﺔﻌﻣﺎﺟ ﺲﻴﺋر ﻦﻣ ﺔﻌﻣﺎﺟ ﺲﻴﺋرو كرﻮﺘﻧﺎﺷ ﺐﺟر رﻮﺘﻛﺪﻟا ﺪﻓﻮﻟاو نﺎﻤﺜﻋ لﺎﻤﻛ رﻮﺴﻴﻓوﺮﺒﻟا ﻦﻴﻠﻴﻨﻟا .ﻪﻟ ﻖﻓاﺮﻤﻟا

28 ◀

▸ 18 ▸ 22

▸ 29

▸ 26

Bin yıl denildi... Ama 21 yıl geçmesine rağmen kimse hatırlamıyor...

Peki, 28 Şubat 1997'de neler yaşandı? Tüm detaylarıyla kapak dosyamızda.

Bin yıl denildi... Ama 21 yıl geçmesine rağmen kimse hatırlamıyor...

Peki, 28 Şubat 1997'de neler yaşandı? Tüm detaylarıyla kapak dosyamızda.

28 Şubat...

(2)

all is for

the future  undergraduate and graduate

programs are about to begin.

Application Dates:

April  - June 

• Research university

• Distinguished faculty members

• Scholarship opportunities

• International experience

8OXEDWOࠪ+DVDQ&G1R%DĠDNĠHKLUòVWDQEXO  #LEQKDOGXQL ZZZLEQKDOGXQHGXWU

ibnhaldun.edu.tr

(3)

Senfon yönetme sanatı

2

8 Şubat’ın yıl dönümünde İHÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünün vizyonu ve hedeflerinden söz etmek istiyorum. Ama önce küçük bir anı:

Ankara’da, öğrencilik yıllarımda Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatrolarına ücretsiz bilet alırdık. O tarihte illerin üniversite kentlerinde (şimdi üniversitesi olmayan il kalmış mıdır?) öğrenci yurtları bulunurdu.

Bir gün Yozgat Yurdu’ndaki senfoni özlemi çeken arkadaşlarımla bu özlemi pek paylaşmayanları da alarak Devlet Konser Salonunun yolunu tuttuk.

Bu ikinci gruptaki bir arkadaşımızın yorumu halâ hatırımdadır:

— O eli değnekli adam ne yapıyordu?

Anlattık orkestra şefinin ne yaptığını.

İkinci itiraz geldi:

— Herkes ne çalacağını biliyorsa, orkestra şefine ne gerek var?

Siyasetçi değilseniz, kimi zaman

“pazarlık” sürecini anlamanız kolay olmaz. Oysa siyaset bir alışveriştir.

Hele işiniz politics ile policy arasındaki ayrımın policy tarafında ise. Nedir bu ayrım?

Şudur: Akademikler, bilimsel araştırmacılar ve genel anlamda bütün üst düzey bürokratlar arasında

“siyaset” kelimesi, bir alanda bir planın icrası, bir hedefin gerçekleştirilmesi için izlenecek yollar, atılacak adımlar, yapılacak işler anlamına gelir. Yani bir anlamda siyaset bizim için “policy development” ve “program evaluation”

çabasıdır. (Bu işlemi anlatmak ve onu geleneksel “siyaset” kelimesi ile anladığımız kavramdan ayırmak için

“siyasa” kelimesi türetildi ama sanırım hiçbir zaman tutmadı.)

Oysa siyasetin bir de “Hakkında siyaset oluna!” fermanından

kaynaklanan türü vardır. Zamanla bu

“hakkında siyaset olunan” insanlar illa ölüm cezasına çarptırılır olmaktan çıkmış, kelimenin anavatanı olan Arap Yarımadasında bile siyaset, bir “kıt kaynaklarla azamî ölçüde etkin yönetim sağlama” becerisine dönmüştür. Bu beceri bilimsel niteliğe sahip midir? Mekteb-i Mülkiye’ye isim arayan Ankara Üniversitesi’nin, Paris Üniversitesi’nin “Science politique”

tercihine katılmayarak “siyasal bilgiler”

üzerindeki ısrarı bu sorunun cevabıdır:

Siyaset, erbabının bilmesi gereken bilgileri gerektiren beceri kümesidir;

matematiksel kesinlikten uzaktır, evrensel ve tüm zamanlar için geçerli değildir.

Bürokratik oligarşinin “partilerüstü”

vesayet döneminden “tam bağımsız ve gerçekten demokratik” bir ülkeye dönüyoruz. Çoğulculuğun ve demokrasinin bütün veçheleri ile kalkınmadan kültüre, kişilerin kendini (adına Tanrı vergisi deyin, gizil veya sonradan edinilmiş deyin) bütün imkânlarıyla gerçekleştirmesine imkân veren katılımcılar hâline gelebildiği bir aşamaya doğru hızla yol alıyoruz.

Ülkemizde belki de en çok ihtiyacımız olan şey, siyasetin eğitimidir. Sosyal ve beşerî bilimler alanında bir ihtisas üniversitesi olan İbn Haldun Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü işte tam bu noktaya odaklanmış bulunuyor.

Bir taraftan geleceğin liderlerini, diğer taraftan akademisyenlerini yetiştirmeyi hedefliyoruz. Doç. Dr. Talha Köse’nin başkanlığında, bu bölüm, Türkiye’nin karşılaştığı siyasî meseleler, bölgesel ve küresel bağlamla etkileşim içerisinde incelenecektir. Öğrencilerimiz bir taraftan siyaset yönetimi sanatını, bir taraftan siyaset üretme ilmini alacaklar.

Siyaset, kendini bilim üreten

kurumlara veya bürokratik oligarşilere değil, halka beğendirmek zorundadır.

Bir liderin orkestra şefliğindeki başarısı, sadece “policy” tercihlerinin yerindeliğiyle ve sonuç alabilirliğiyle değil, “politics” sürecindeki pazarlık becerisiyle açıklanır. Siyaset, uygulayıcısının kimine dogma gibi görünen bir siyasetten, bir başkasına dogma gibi görünen bir başka siyasete ilkelerinden vazgeçmeden geçebilmesidir.

28 Şubat’ın 21. yılında Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümümüz işte bu orkestra şefliği sanatına giriş yapmak üzere kolları sıvıyor.

* İbn Haldun Üniversitesinde Rektör Danışmanı ve İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi.

HAKKI ÖCAL *

“Türkiye her şeye rağmen AB ile yeni bir sayfa açabilir”

İbn Haldun Ünverstes İletşm Fakültes

Dekanı Prof. Dr. Fahrettn Altun, AB’nn olumsuz tutumuna rağmen, Türkye ve AB ülkeler lşklernn normalleştrlmes ve rasyonelleştrlmesnn öneml olduğunu

belrterek, “Bütün olup btene rağmen, Türkye- AB lşklernde yen br sayfa açılmalı. Bu

Türkye’nn çıkarları açısından oldukça öneml

br husus.” ded.

S

iyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) ta- rafından, “Türkiye-AB İlişkilerini Rasyonelleştirmek” konu- lu bir panel düzenlendi. Oturum başkanlığını SETA Avrupa Araştırmaları Direktörü Enes Bayraklı’nın yaptığı panele konuş- macı olarak, İbn Haldun Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı ve SETA İstanbul Genel Koordinatörü Prof. Dr. Fahrettin Altun, Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Beril Dedeoğlu, İstinye Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Aylin Ünver Noi ve gazeteci Belkıs Kılıçkaya katıldı.

Türkiye’nin artık Batıcı diskur üzerinden Avrupa ile ilişkilerini sürdürme- diğini ve daha çok rasyonel ve realist perspektiften çıkarlar üzerinde bir ilişki geliştirildiğini ifade eden Prof. Dr. Fahrettin Altun, “Türkiye açısın- dan ekonomik, siyasî, güvenlik, toplumsal ve kültürel açıdan Avrupa ile iliş- kilerin geliştirilmesi bir zorunluluktur. Avrupa Birliği açısından baktığımız- da da benzer bir durum söz konusudur.” dedi.

Avrupa’nın, Türkiye’nin sosyopolitik gerçekliğini tanımadığını ve Türkiye’nin iç siyasetine müdahil olmak için çok yoğun bir çaba ge- liştirdiğini ifade eden Prof. Altun, sözlerine şöyle devam etti: “Bunu

‘Gezi olayları’ ve benzeri her meselede gördük. Avrupa, her fırsatta seçil- miş iktidarın yanında değil onun karşısında ve illegal güçlerin arkasın- da yer aldı. Ve Avrupa ülkeleri her krizde ‘Recep Tayyip Erdoğan’dan kur- tulmak’ gibi beklenti içine girdi. Bu duruma en somut örneği 16 Nisan Cumhurbaşkanlığı sistemi referandumunda gördük, Avrupa ülkeleri açık olarak ‘Hayır’ cephesinin yanında yer aldılar.”

Prof. Altun sorunların yapısal değil, konjonktürel olduğuna dikkat çe- kerek, bununla beraber söz konusu sorunların Türkiye açısından önem- siz olmadığını vurguladı. Avrupa ülkelerinin ve Türkiye’nin ortak çıkar- lar perspektifiyle hareket etmesinin karşılıklı olarak kazanç sağlayacağını ifade eden Prof. Altun, burada hem bir dizi mecburiyetin hem de bir dizi imkânın olduğunu kaydetti. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında belki de en önemli imkânın ekonomik iş birliği olduğunu belirten Prof. Altun, Türkiye’nin Avrupa için önemli bir pazar ve güzergâh, Avrupa’nın ise Türkiye’nin büyüyen ekonomisi için önemli bir kaynak olduğunu söyle- di. Bunun yanında iki aktör arasında enerji kaynakları, güvenlik, askerî iş birlikleri gibi imkânlar, terörle mücadele, mülteci meselesi gibi zorun- luluklar olduğunu kaydederek, “Bütün imkânlar ve mecburiyetler çerçe- vesinden baktığımızda Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin rasyonelleşmesi her şeyden önce Türkiye açısından önemlidir.” dedi.

Prof. Dr. Fahrettin Altun

İbn Haldun Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı

(4)

T

ürkiye tarihine “postmodern darbe” olarak geçen ve toplum ile siyaset üzerinde derin izler bırakan 28 Şubat’ı geride bırakalı 21 yıl oldu. O süreçte “irtica” gerekçesiyle fişlenip meslekten çıkarılan, istifaya zorlanan, disiplin cezası alan, başörtüsü yasağı ve katsayı sorunu nedeniyle eğitimine ara veren ya da tamamlayamayan milyonlarca insan var. Hatta 28 Şubat’ın bazı sivil mağdurları hâlâ cezaevinde. Ancak şurası bir gerçek ki darbeci generallerin, “28 Şubat süreci bin yıl sürecek!” şeklindeki ifadelerinin geçerliliği kalmadı.

“Postmodern” darbe mi “demokrasiye balans ayarı” mı?

28 Şubat 1997’de başlayan süreçte serbest seçimlerle oluş- turulan bir hükümet yıkıldı. Yani Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller ortaklığındaki Refahyol Hükümeti, Silahlı Kuvvetler tarafından istifaya zorlandı. Silahlı Kuvvetler bu süreçte, diğer askerî darbelerden farklı olarak medya, iş dün- yası ve bürokrasiyi öne sürdü. Askerlerin, hükümeti “silah zoruyla” devirmemesi nedeniyle 28 Şubat “postmodern dar- be” olarak nitelendirildi. Ancak darbenin mimarı olan gene- raller süreci, “demokrasiye balans ayarı” diye andı.

Aslında 28 Şubat süreci 1994 yılındaki yerel seçimlerde alı- nan sonucun ardından başladı. Mart’ta yapılan seçimlerde Refah Partisi (RP), oy oranını yüzde 21,3’e yükselterek daha önce Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) yönetimindeki İstanbul ve Ankara’nın da aralarında bulunduğu 5 büyükşe- hir belediyesini kazandı. Bu seçim Necmettin Erbakan lider- liğindeki Refah Partisi’nin iktidara yürüyüşünün işareti sa- yılmış ve kimilerini de rahatsız etmişti.

“Üzerinize düşeni yapın”

Büyükşehir belediyelerinin kazanılması, Aralık 1995’de yapılan genel seçimde RP’yi yüzde 21’den fazla oy ile birinci parti yaptı. Türkiye Büyük Millet Meclisindeki 550 milletvekilliğinden 158’ini kazanan RP, 1990’la- rın başında başlayan yükselişini en üst seviyeye çıkar- mış oldu. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, teamüller gereği sandıktan en fazla oyu alan parti- nin liderine yani Necmettin Erbakan’a hükümeti kur- ma görevi verdi. Ancak Erbakan koalisyon için görüştü- ğü hiçbir partiden destek bulamayarak görevi iade etti.

Seçimden birinci parti çıkan RP, hükümeti kuramıyordu.

Hükümeti kurma görevi sırası seçimden ikinci olarak çı- kan Anavatan Partisi (ANAP) lideri Mesut Yılmaz’daydı.

Yapılan kulisler ve askerin siyaset üzerindeki baskısı gi-

derek artıyordu. Dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, RP’nin koalisyon kurma olasılığı karşısın- da, “Bu koalisyon kurulursa, çok üzüleceğimiz olaylardan en- dişelenirim. Bunu önlemenin bir yolu varsa üzerinize düşe- ni yapın!” açıklamasıyla Mesut Yılmaz ve Doğru Yol Partisi (DYP) lideri Tansu Çiller üzerindeki baskıyı iyice artırıyor- du. Sonunda Bülent Ecevit liderliğindeki Demokratik Sol Parti (DSP) dışarıdan destek verince, Yılmaz ile Çiller ara- sındaki kişisel kavgaya rağmen azınlık hükümeti kuruldu.

Ancak askerlerin tüm uğraşları ve baskıları sonu- cu kurulan azınlık hükümetinin ömrü uzun olma- dı. ANAP’ın koalisyon ortağı Tansu Çiller hakkında- ki yolsuzluk iddialarıyla uğraştığı basında duyulunca, Mesut Yılmaz 6 Haziran 1996’da istifa etti.

Kızların başörtülü olduğu için

okullara alınmadığı, dini vecibelerini yerine getirmek isteyen insanların adeta kamusal alandan silindiği, var olan toplumsal düzeni korku ve tehlike mantığına endeksleyen kararların kâğıda döküldüğü günün adıdır 28 Şubat. Darbenin ardından geçen 21 yıla rağmen toplumda açılan yaralar hafızalarda hâlâ çok canlı durumda. İşte 21 yıl önce yaşananların kilometre taşları…

Türk demokrasisinde postal izi. 28 Şubat

m ğ S H k

(5)

▶ Necmettin Erbakan başbakanlık koltuğunda…

Siyaset giderek sertleşiyor, aynı oranda da askerin siya- set üzerindeki baskısının arttığı günlerden geçiliyordu.

Başbakan Yılmaz’ın istifasının ardından ANAP, Başbakanlığı döneminde örtülü ödeneği usulsüz kullandığı gerekçesiy- le Çiller’e karşı bir meclis araştırması önergesi verdi. Ancak önerge RP’nin Çiller’i desteklemesiyle kabul edilmedi.

Cumhurbaşkanı Demirel için yine sıkıntılı bir süreç başla- mıştı. Demirel pek istekli olmasa da hükümet kurma görevi-

ni bir kez daha Necmettin Erbakan’a verdi. Erbakan, Çiller ile masaya oturdu ve uzun pazarlıkların ardından Refahyol Hükümeti kuruldu. Erbakan ve Çiller dönüşümlü başba- kanlık yapacaklardı. Tarih 29 Haziran 1996’yı gösterdi- ğinde Necmettin Erbakan Başbakanlık koltuğuna oturdu.

Erbakan’ın başbakanlığı hem laik kesimler hem de Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile karşılandı.

Darbe sürecinin taşları diziliyor

Koalisyon hükümetinin göreve başlamasından hemen son- ra, Erbakan karşıtı kampanya yürürlüğe sokuldu. Erbakan’ın ilk yurt dışı gezisini İran’a yapması, İslam dünyası ile iş bir- liğini geliştirme politikası kapsamında G-7’ye karşı, D-8 gru- bunu kurması ve son olarak Susurluk kazasında “devlet-maf-

ya-siyaset” ilişkisinin gözler önüne serilmesinin faturası Refahyol Hükümeti ve en başta da Necmettin Erbakan’a kesildi. Erbakan’ın Susurluk skandalı için yöneltilen suçla- maları “faso fiso” diye nitelendirmesi, askerler için bardağı taşıran son damla olarak görüldü.

▶ “Batı Çalışma Grubu” fişlemelere başladı

1996’nın ikinci yarısında Refahyol koalisyonuna karşı kap- samlı bir psikolojik savaş başlatıldı. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kurulan ve Batı Çalışma Grubu (BÇG) adlı olu- şumla, RP’nin tüm faaliyetleri izlemeye alındı ve askerî ve sivil bürokraside fişlemeler başladı. Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak sürecin baş mimarlarıydı. BÇG çalışmalarına hız- lı başladı.

6 Nisan 1997’de tüm askerî birimlere gönderilen ilk belgede, laiklik aleyhtarı faaliyetlerin arttığı vurgulandı ve camile- rin gözetim altına alınması emredildi. Plana göre görevli as- kerî personel camilere gidecek ve laiklik karşıtı fiil ve sözle-

ri ivedilikle garnizon komutanlıklarına bildirecekti. Bu emir açıkça, halkın dini inanç ve değerlerini baskı altına almayı amaçlıyordu.

Orgeneral Çevik Bir imzasını taşıyan 29 Nisan 1997 tarih- li ikinci belgede ise her ildeki öğrenci yurtları, özel okullar, dernekler, vakıflar, Kur’an kursları, imam hatip okulları ve bu kurumlara giden gelenlerin sayısının ve kimliklerinin tespit edilmesi istendi.

İrticai faaliyetler içinde olduğu tespit edilen kişilere kar- şı tedbir almak amacıyla kurulan BÇG’nin 28 Şubat süre- cinde 6 milyona yakın insanı fişlediği bugün için belge- lenmiş durumda.

Medya işin içine katılıyor

BÇG’nin faaliyetleriyle birlikte askerin medyayı yönlendir- me faaliyetleri de eşgüdüm içinde yürütülmeye başlandı.

Bunda askerler kadar, bazı medya yöneticilerinin ve çalışan- larının istekli olması da büyük rol oynadı. Askerler bir yan-

dan ana akım medyayı brifinglerle ve doğrudan temas- larla yönlendiriyor; televizyon kanallarına, Refah Partili bazı isimlerin, laiklik ve cumhuriyet aleyhine ifadelerini içeren konuşmaları servis ediliyordu.

Geri dönülmez yola girildi!

Türkiye’de, askerlerin başını çektiği ve kendi ifadeleriy- le “sivil güçler” olarak nitelenen medya, yargı, devlet bü- rokrasisi, iş dünyası ve kimi sendikaların eşgüdüm içinde- ki faaliyetleriyle “şeriat geliyor” korkusu pompalanmıştı.

Darbeden önceki son olay ise Refah Partili Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın düzenlediği Kudüs gecesi oldu. Geceye İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri’nin katılması,

yapılan konuşmalar ve sergilenen tiyatro oyunu medyada büyük yer buldu ve irtica tartışmaları iyice tırmandı.

Belediye Başkanı Yıldız, 6 Şubat’ta gözaltına alındı, Ekim 1997’de de “halkı din farklılığı gözeterek, kin ve düşmanlı- ğa tehlikeli biçimde açıkça tahrik ettiği” gerekçesiyle 4 yıl 7 ay hapse mahkûm edildi.

Sincan’da tanklar ve 28 Şubat MGK Toplantısı

Askerlerin hükümete en sert tepkisi, Ankara Sincan’da oldu.

Tanklar ve zırhlı araçlar Sincan merkezinden geçiş yaptı.

Genelkurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı her ne kadar tankların eğitim amacıyla geçtiğini açıklasa da döne- min Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir daha sonra “Demokrasiye balans ayarı yaptık!” diyecekti.

İşte tüm bu ortamda gözler 28 Şubat tarihinde

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında yapıla- cak olan Milli Güvenlik Kurulu toplantısına çevrildi. Milli Güvenlik Kurulu “irtica” gündemiyle toplandı. Dokuz bu- çuk saatten fazla süren gergin toplantıda askerler Refahyol

Hükümetinin önüne 18 maddelik bir liste koydu.

En önemli istek 8 yıllık kesintisiz eğitimdi. Yani zorunlu il- köğretim 5 yıldan 8 yıla çıkarılacak ve böylece imam hatip liselerinin orta kısımları kapatılacaktı. Tüm Kur’an kursla- rının Diyanet İşleri Başkanlığına devredilmesi, tarikatların faaliyetlerinin yasaklanması, tarikat ve cemaatler tarafından işletilen okul, vakıf ve yurtların kapatılması, imam hatip okullarının sayılarının sadece imam ihtiyacını karşılayacak seviyeye düşürülmesi, kamudaki irticai olduğu öne sürülen kadrolaşmaya son verilmesi ile İran’dan kaynaklanan irticai faaliyetlere karşı önlem alınması diğer istekler arasındaydı.

(6)

Darbe zhnyet değl bn yıl, yüz bnlerce yıl bu topraklardan slnmştr

T

ürkiye, 2000’li yılların başına kadar süre gelen zamanda darbelerin dayattığı baskıcı devlet geleneği ile yönetildi.

Demokratik yönetim biçimi her fırsatta askerî vesayetin müdahaleci yasalarıyla gölgelendirildi. Ve ne yazık ki Türkiye yıllarca millete tepeden bakan eli silahlı bir kesim tarafından yazılmış olan anayasa ile yönetilmek zorunda bırakıldı.

28 Şubat, nam-ı diğer Postmodern Darbe, her darbede olduğu gibi insan haklarını ortadan kaldırdı. Lakin 28 Şubat öncesinde olan, ne 12 Mart’a ne de 12 Eylül’e benziyordu. Malum kişilerce “balans ayarı” yapılan demokrasi, kışladan çıkan emirlerle kısıtlanarak yok

edilmişti. 28 Şubat MGK kararları ile baskı altına alınan hükümetin görevini yerine getirmesi engellenmiş, darbenin sivil ve medya ayaklarını da yönlendiren Batı Çalışma Grubu, millet iradesini psikolojik baskıyla ortadan kaldırmıştı.

İrtica ile mücadele diye ortalığı velveleye veren dönemin gazedicileri(!) tarafından

oluşturulmak istenen korku ortamında toplum darbeye şartlandırılmaya çalışılmıştı. İdeolojik mensubiyetlerinin hududunu bütün dünya zanneden balans ayarcıları, kendi karanlık hudutlarında yaşamaları için insanlarımız üzerinde baskı kurma cesaretini tepeden bakan zihniyetlerinden aldılar. Bu hezeyanlarla bilerek oluşturulan irtica canavarının, bireysel ve toplumsal düzeydeki yansımaları kamuoyunun vicdanında derin yaraların açılmasına neden oldu.

Sırf inancının yükümlülüğünü yerine getirdiği için milyonlarca insanımız doğuştan sahip oldukları inançlarına göre yaşama hakkından yoksun bırakıldı. Kanunların yok sayıldığı müdahaleci sistemde, adil yargılama hiçe

sayılarak hayatlar paramparça edildi. İşkencelerle ve hukuk dışı uygulamalarla on binlerce aile darmadağın edildi. İnanç ve eğitim özgürlüğü elinden alınan insanlarımız ötekileştirildi. Saçma uygulamalarla bu vatanın evlatları insanlık dışı muamelelere maruz bırakıldı. Sosyal haklardan mahrum bırakılan insanlarımızın zaman zaman sağlık hizmetlerinden dahi faydalanmaları engellendi. Sokaklardaki postal izleri sebebiyle insanlarımızı evlerinden dışarıya çıkmaya korkuttu.

Gündelik hayata odaklanarak dindar insanların özel hayatlarını da dizayn etmeye yeltenenler, başörtülü kızlarımızı ikna odalarında sistematik ve psikolojik baskı altına aldı. Bu baskılara direnen birçok kardeşimiz temel haklarından yoksun bırakıldı. Üniversite eğitimi alanlar kampüslere sokulmadı ve bu nedenle eğitimlerini yarım bırakmak zorunda kaldı. Toplumsal

düzenin verimliliği yeşil ve yeşil olmayan diye ayrılan sermaye ile düşürüldü. Büyük bir travma yaşayan Türkiye’de kutuplaştırılmaya çalışılan toplum, düzeltilmesi uzun süren kültürel, ekonomik ve siyasî sarsıntılar yaşadı.

Bugün 28 Şubat’ın darbe olmadığını iddia edebilenler var. O günleri yaşamayanların bu pervasız söylemleri art niyetli olarak nitelenmeyi hak ediyor. Nitekim bugün hâlâ 28 Şubat mağduriyetini yaşamaya devam eden binlerce insanımız var. Dönemin hukuksuz şartlarında kurulan mahkemelerde alınan kararlar nedeniyle hâlâ hapis yatan insanlar var.

28 Şubat mağduriyetini yaşamış biri olarak, bu mağduriyetlerin giderilmesi ve tekrar adil bir yargılanma yapılması en büyük temennim.

O gün “28 Şubat bin yıl sürecek” diye fütursuzca övünenler, bugün mağdur ettikleri milyonlarca insanın ahının bedelini ödemektedirler. Türkiye, o karanlık dönemden iman edenlerin sabrıyla bugünlere geldi. 15 Temmuz’daki FETÖ’cü karanlık geceden Türkiye’yi aydınlık sabaha yine aynı iman ulaştırdı. Türk halkı, Sayın Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan Beyefendinin önderliğinde bütün hainliklere karşı dimdik ayaktadır. Artık darbe zihniyeti değil bin yıl, yüz binlerce yıl bu topraklardan silinmiştir. Millî iradenin hükmünün sonsuza kadar sürmesi tek

hedefimizdir. Her şartta bu bilincin sorumluluğu ile hareket etmeye devam edeceğiz.

* AK Parti Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili.

RAVZA KAVAKCI KAN *

2

8 Şubat 1997 yılında

Çankaya Köşkünde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında topla- nan Milli Güvenlik Kurulunda (MGK), askerler ile Refahyol Hükümeti, daha doğrusu hüküme- tin Refah Partili kanadı ile dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan arasında- ki gerilim had safhaya çıkmıştı. Toplantı öncesi var olan gerilim, toplantının uza- masıyla iyice arttı. Dokuz buçuk saatlik MGK toplantısının ardından yayınlanan ve askerlerin ifadesiyle “irtica tehlikesine”

atıf yapan kararlar iplerin adeta koptuğu- nun göstergesiydi. İşte çok tartışılan Millî Güvenlik Kurulunun 28 Şubat 1997 tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A kararları:

Anayasamızda cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer alan ve yine ana- yasanın 4. maddesi ile teminat altına alı- nan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korun-

ması için mevcut yasalar hiçbir ayrım gö- zetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasa- lar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Milli Eğitim Bakanlığına devri sağlanmalıdır.

Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uy- garlık düzeyine çıkarma ülkü ve ama- cı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çe- şitli mihrakların etkisinden korunması bakımından:

a- 8 yıllık kesintisiz eğitim tüm yurtta uygulamaya konulmalı.

b- Temel eğitimi almış çocukların, aile- lerinin isteğine bağlı olarak devam ede- bileceği Kur’an kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık, aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü mil- li eğitim kuruluşlarımız, Tevhid-i Tedrisat Kanununun özüne uygun ihti- yaç düzeyinde tutulmalıdır.

Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dinî tesisler belli çevrelere mesaj ver- mek amacıyla gündemde tutularak siyasî istismar konusu yapılmamalı, bu tesislere ihtiyaç varsa, bunlar Diyanet İşleri Başkanlığınca incelenerek mahalli yönetimler ve ilgili makamlar arasında koordine edilerek gerçekleştirilmelidir.

Mevcudiyetleri 677 sayılı yasa ile men edilmiş tarikatların ve bu kanun- da belirtilen tüm unsurların faaliyetle- rine son verilmeli, toplumun demok- ratik, siyasî ve sosyal hukuk düzeninin zedelenmesi önlenmelidir.

İrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askeri Şura kararları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ilişkileri kesi- len personel konusu istismar edilerek

28 Şubat MGK’sının 18 maddelik

“sözde”

tavsiye

kararı

(7)

28 Şubat kmlern hayatında z bırakmadı k!

2

8 Şubat darbesi olduğunda üniversite öğrencisiydim. Yürütülen tankları da lehte, aleyhte yürüyen kalabalıkları da dün gibi hatırlıyorum. Hele Aczmendiler, Müslüm Gündüzler, Fadime Şahinler, Ali Kalkancılar bugünden tiyatro oyunuymuş gibi gözüküyor. Oysa o zaman medyamız bunun ülkemiz ve dinimiz için ne denli tehlikeli olduğunu canhıraş anlatmaya ve Türk halkını da buna ikna etmeye çalışıyordu. Belli bir kesim zaten bu konuda ne dense inanmaya hazırdı. 28 Şubat Kemalist cuntanın son darbesiydi fakat bu darbe aynı zamanda onların sonunu getiren sürecin başlangıcı oldu. Bu darbede FETÖ’cülerin de nasıl bir rol oynadığı şimdi ortaya çıkıyor.

Ülkenin başına bela olan bu örgüt, rejimin din takıntısının yol açtığı hastalıklı ortamdan istifade ederek kendilerini gizlemeyi başardı.

28 Şubat, asıl olarak 2000’lerde etkisini gösterdi. Zira alınan kararların geriye dönük uygulaması hukuken mümkün olmadığı için, o kararlardan en çok gelecek kuşaklar etkilenecek. Ben de tam 2000 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun olmuştum. Hayalim felsefede yüksek lisans ve doktora yapmaktı. Okuduğumuz okullar nedeniyle tüm devlet kurumlarında hayat bize

zehir edilmişti. Ne burs bulabiliyorduk ne de istediğimiz yerlerin lisansüstü programlarına başvuruda bulunanabiliyorduk. Kimi zaman yasal bir engel olmasa da psikolojik ortam sizin böyle bir şeye cüret etmenize dahi müsaade etmiyordu. Ne öğretmen olabilen ne akademik kariyer yapabilen ilahiyatçılar, hayatlarını nasıl kuracakları üstüne kara kara düşünüyor, meslekleriyle alakası olmayan işlerde çalışmaya zorlanıyorlardı. Bu durumu fırsat bilenler de yok değildi. Bir gün gazetede, “… Döner’de kasiyer olarak çalışacak ilahiyatçı aranıyor.” diye bir ilan gördüm. Hem ilana çok şaşırdığımdan hem de çalışmaya ihtiyacım olduğundan, hâlen de faaliyette olduğunu öğrendiğim, o dönercinin Beyazıt’taki yerine gittim. İşverene neden ilahiyatçı bir kasiyer aradıklarını sordum. O da bana, bugüne kadar çalıştırdıkları arasında bir tek ilahiyat mezunlarının çalmadığını, bu yüzden ilahiyatçı kasiyer aradıklarını söyledi.

Şartları sorduğumda ise, Marks’ın bahsettiği 19. yüzyıldaki vahşi kapitalizmin çalışma koşullarından hiç de geri kalır yanı yoktu.

İşçi, 15 günde 1 gün tatil yapacak, sabah saat 6:00’dan gece 12.00’ye kadar çalışacak ve bunun karşılığında ayda 300 lira alacaktı. Toplamda günde 18 saat çalışacak, geri kalan 6 saatin, İstanbul koşullarında en iyi ihtimalle, en az iki saatini (gidiş-geliş) yolda geçirecek, son 4 saatte ise uyuyacak, yemek yiyecek, banyo yapacak, eşi dostuyla vakit geçirecekti. Harca harca bitmez 4 saat! Elbette böyle bir teklifi kabul etmedim.

İki haftada toplam 252 saat çalışıp 1 gün dinlenme hakkı elde edebilecektim. Kendisi ise bu teklifi hiç utanmadan yapabiliyordu. Çünkü ilahiyatçıların dürüstlükten başka satabilecek hiçbir sermayesi yoktu. Onun yaptığı şey de durumu fırsata çevirmekti.

Bu arada Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsünde yüksek lisansımı bitirdim, ancak bu ülkede hayal ettiğim şeyleri yapamayacağımı anladığımdan, Viyana Üniversitesi felsefe bölümü doktora programına başvurdum ve bir yıl içinde kabul aldım. Almanca kursunu bitirip, bölüm derslerine geçtim. Üniversitenin eğitim yönetmeliği gereği, öncelikle hemen bir danışman atanması gerekiyordu. Biraz Türkçe de bilen ve daha çok kültür felsefesi çalıştığını söyleyen Wimmer adında bir hocaya bana danışmanlık yapması için gittim. Sağ olsun, o da kabul etti. Ancak harcımı yatırmadığımı, harcımı yatırdıktan sonra bana resmî olarak danışmanlık yapabileceğini söyledi. Bu esnada 28 Şubat Viyana’da da yakamızı bırakmamış, Kemal Gürüz yönetimi Avusturya’da okuyan binlerce başörtülü, İHL’li öğrencileri sırf mağdur etmek için, Türkiye’de okuyan 12 Avusturyalı öğrenciden 800 dolar harç almıştı.

Türkler, Türkiye ile Avusturya arasındaki kültür anlaşması muvacehesinde, 14 avro gibi sembolik rakam öderken, öyle ki Avusturyalılar bile bizden kat be kat daha fazla ödüyordu, bir anda harcımız, o günün parasıyla hiç de az olmayan 742 avroya yükseltildi. Kalacak yer, yeme-içme, harç vesaire biriktiğinde bunu karşılamam mümkün değildi. Mecburen gerisin geri dönüp doktoramı Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü, Felsefe tarihinde iki Alman filozofunun estetiklerini karşılaştıran bir çalışmayla bitirdim.

Kısaca, 28 Şubat bana bir doktoraya ve bir sürü sosyal psikolojik sıkıntıya mâl oldu. Gerçi benimkisi bazılarının çektikleri yanında hiç kalır.

* İbn Haldun Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi.

HABİP TÜRKER *

TSK’yı dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silah- lı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

İrticai faaliyetleri, disiplinsizlik- leri veya yasa dışı örgütlerle irtibatla- rı nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve ku- ruluşlarında istihdamı ile teşvik unsu- runa imkân verilmemelidir.

TSK’ya aşırı dinci kesimden sızma- ları önlemek için mevcut mevzuat çer- çevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üni- versite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yar- gı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.

❶⓿

Bu maddenin tam metnini Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini il- gilendirdiği için yayınlayamıyoruz.

❶❶

Aşırı dinci kesimin Türkiye’de mezhep ayrılıklarını körüklemek sure- tiyle toplumda kutuplaşmalara neden olacak ve dolayısıyla milletimizin düş-

manca kamplara ayrılmasına yol aça- cak çok tehlikeli faaliyetler yasal ve idarî yollarla mutlaka önlenmelidir.

❶❷

T.C. Anayasası, Siyasi Partiler Yasası, Türk Ceza Yasası ve bilhassa Belediyeler Yasasına aykırı olarak ser- gilenen olayların sorumluları hakkın- da gerekli yasal ve idarî işlemler kısa zamanda sonuçlandırılmalı ve bu tür olayların tekrarlanmaması için her ka- demede kesin önlemler alınmalıdır.

❶❸

Kıyafetle ilgili kanuna aykırı ola- rak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağ dışı bir görünüme yöneltecek uygulama- lara mani olunmalı, bu konudaki ka- nun ve Anayasa Mahkemesi kararları taviz verilmeden öncelikle ve özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında titiz- likle uygulanmalıdır.

❶❹

Çeşitli nedenlerle verilen kısa ve uzun namlulu silahlara ait ruhsat iş- lemleri polis ve jandarma bölgele- ri esas alınarak yeniden düzenlenme- li, bu konuda kısıtlamalar getirilmeli,

özellikle pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.

❶❺

Kurban derilerinin, malî kay- nak sağlamayı amaçlayan ve dene- timden uzak rejim aleyhtarı örgüt ve kuruluşlar tarafından toplanma- sına mani olunmalı, kanunla ve- rilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.

❶❻

Özel üniforma giydirilmiş ko- rumalar ve buna neden olan sorum- lular hakkında yasal işlemler ivedi- likle sonuçlandırılmalı ve bu tür yasa dışı uygulamaların ulaşabileceği va- him boyutlar dikkate alınarak, yasa ile öngörülmemiş bütün özel korumalar kaldırılmalıdır.

❶❼

Ülke sorunlarının çözümünü

“Millet kavramı yerine ümmet kavra- mı” bazında ele alarak sonuçlandırma- yı amaçlayan ve bölücü terör örgütüne de aynı bazda yaklaşarak onları cesa- retlendiren girişimler yasal ve idarî yollardan önlenmelidir.

❶❽

Büyük Kurtarıcı Atatürk’e kar- şı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aley- hine işlenen suçlar hakkındaki 5816 sa- yılı kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.

28 Şubat 1997 yılında dokuz buçuk saat süren MGK toplantısında alınan ve kanunen hükümete “tavsiye” niteli- ğinde olan bu kararların imzalatılması konusunda da kriz yaşandı. Başbakan Necmettin Erbakan bu kararları imza- lamadı. MGK kararlarını “uygunluğu- nun denetlenmesi” için gerekli mercile- re sevk etti. Bu da askerlerin Başbakan Erbakan üzerindeki baskıyı giderek ar- tırmasına neden oldu. Hatta medyada Başbakan Erbakan’ın MGK kararlarını imzaladığı haberleri yapılarak algı yö- netimi de oluşturuldu. Ancak asıl olan, Erbakan’ın kararları imzalamadığı, ka- rarların altında dönemin MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç’ın imza- sının olduğuydu.

(8)

İsmail Hakkı K aradayı

30 Ağustos 1994’te Genelkurmay Başkanlığı görevine getirildi.

28 Şubat postmodern darbesi sonrasında dönemin Genelkurmay Başkanı Karadayı’nın, dönemin

Cumhurbaşkanı Süleyman Demir el ile iş birliği yaparak, dönemin

Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in planladığı iddia edilen askerî darbeyi engellediği öne

sürülmüştü.

Darbenn

“unutulan”

fgürler

Hüseyin Kıvrıkoğlu

Dönemin Kara Kuvvetleri komutanı. “28 Şubat bin yıl sürer” diyerek darbenin sembol sözünü söyledi. 28 Şubat’tan sonra Genelkurmay Başkanı oldu. Görevi 2002’de bıraktı.

Güven Erkaya

Oramiral rütbesiyle dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanıydı.

1995 yılında Başbakan Prof. Dr.

Necmettin Erbakan’ın düzenlediği alkolsüz yemek davetinde, ısrarla kendisine alkollü içki getirilmesini istemişti. O dönem tüm gazetelerin manşetinde yer alan bu olay, 28 Şubat postmodern darbesinin ilk sinyalleri olarak algılandı.

Doğu Aktulg a

Dönemin E

ge Ordu komutanıy

dı. Batı Çalışma Grubunun önde g

elen destekçilerindendi. Y

akın geçmişte, Y

üksek Askeri Şura kararlarına y

argı yolunun açılmasına büy

ük tepki göstermişti.

Erol Özkasnak

Dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri olan Özkasnak, özellikle medya ile ilişkileri yürüttü.

Özkasnak, “28 Şubat bir kriz yönetimidir. Kriz yönetiminin amacı, savaş ya da çatışmaya girmeden isteklerinizi karşı tarafa kabul ettirmektir. Bu amaç hâsıl oldu.” ifadeleriyle akıllarda.

Darbeyi, “postmodern” olarak nitelendirmişti.

Çevik Bir

Orgeneral rütbesiyle dönemin Genelkurmay 2. Başkanlığı görevini yürüten ve Batı Çalışma Grubunun kurucu üyelerinden olan Çevik Bir, bir telefonuyla gazetelere, yazarlara ve kurumlara emir veriyor, manşetleri değiştirebiliyor ve gazetecileri işinden edebiliyordu.

Sincan’da tankların yürümesi için

“Demokrasiye balans ayarı yaptık”

yorumu yapabiliyordu. Çevik Bir, 28 Şubat sürecinin bin yıl süreceğini iddia etmişti.

(9)

İlhan Kılıç

Orgeneral rütbesiyle dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri görevini yürüttü.

Ünlü 28 Şubat tarihli MGK toplantısının gündemini hazırladı ve alınan kararları Başbakan Erbakan’a imzalatmak için ziyaretlerde bulunmuştu.

Erdal Ceylanoğlu

Dönemin Zırhlı Birlikler Eğitim Tümen Komutanı olan Ceylanoğlu, 28 Şubat sürecinde Sincan’da tankların yürütülmesi olayında adını duy

urmuştu.

Vural Savaş

28 Şubat postmodern darbe sürecinin kahramanlarından olan Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş,

“Parlamentolara meşruiyet kazandıran sadece seçimle işbaşına gelmiş olmaları değildir” şeklindeki açıklamasıyla sürecin gözde isimlerinden olmuştu.

Sürecin hemen ardından Refah Partisi hakkında “temelli kapatılması” davası açtı ve parti kapatıldı.

Nur Serter

Dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun yardımcısı olarak görev yaptı.

Çok tartışılan “İkna Odaları”nın mucididir. Serter, üniversiteyi kazanan yetişkin ve reşit bireyleri

“örümcek kafalı” zihniyetlerden kurtararak aydınlığa kavuşturmak için bu uygulamayı başlattıklarını söyleyecekti. Cumhuriyet kadını olarak, başörtülü üniversite öğrencilerine psikolojik baskı uygulamış, aşağılamış ve tehdit etmişti.

Ali Kalkancı

Sahte şeyh olar

ak 28 Şubat sürecinin en bilinen aktörlerinden

. Kendini şeyh ilan etmiş, bir g

ece gördüğü rüy üzerine evini der a

gâha çevirmiş, hiçbir dini eğitimi olmamasına r

ağmen tarikat kurup yönetmişti. 2

8 Şubat sürecinin ardından ortadan kayboldu, s

akalını kesti, iş adamı kimliğiyle ortay

a çıktı ve uyuşturucudan tutuklandı.

Fadime Şahin

“Tarikatçılar” tarafından nasıl

kandırıldığını anlatarak kurban rolünü oynayan Fadime Şahin, toplumun merhametinin yanında onlarca kişiden evlilik teklifi de almıştı. 28 Şubat kararlarının alınmasıyla Şahin’in rolü sona erdi ve ortadan kayboldu.

Kemal Alemdaroğlu

28 Şubat döneminde üniversitelerde başörtüsü yasağını ilk uygulayan dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü.

Aynı zamanda yardımcısı Nur Serter ile birlikte ikna odalarının mimarı. Yıllar sonra Aralık 2017’de verdiği mülakatta, “Başörtüsü ile kapalı ve açık alana girilemez!” şeklinde çıkardığı genelge için

“Hiçbir zaman hata olarak görmedim” ifadesini kullandı.

Müslüm Gündüz

Aczmendi lideri olarak halkın karşısına çıkan Gündüz, 28 Şubat

sürecinin “İslamcı figür” olarak gündeme gelen unutulmayanları arasındaki yerini aldı

(10)

28 Şubat darbe yargılamaları

D

arbeler, toplumda hem sosyolojik hem de hukukî olarak derin izler bırakan olaylardır. 23 Temmuz 1908 tarihinde başlayan darbe tecrübemiz, 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar farklı periyotlarda devam etmiştir. Bu süreçte yaşanan darbeler ve darbe tehditleri

arasında 28 Şubat darbesi ise çok farklı anlama sahiptir. Her darbe önce zihinsel bir altyapı oluşturup sonra da kendi hukukunu inşa etmiştir. Bunun sebebi ise darbeye meşruiyet kazandırarak sorumluluktan kurtulmaktır.

1991 yılından itibaren Genelkurmay Başkanlığında

“Yavuz Psikolojik Hareket” adı altında yapılan gizli toplantılarda gelecek on yıl içinde Türkiye’de siyasal İslam’ın hâkim olacağı tespiti yapıldı. Yavuz Psikolojik Hareketin iki amacı vardı; 54.

Refahyol Hükümetini düşürmek ve toplumun geleceğini yönlendirme ve yeni bir toplum ile siyaseti inşa etmek. Bu hareketin devamı olarak, askerler tarafından Batı Çalışma Grubu kuruldu. Kısaca bu grubun temel amacı toplumda başörtülüleri tespit edip irtica tehdidine son vermekti.

İşte bu olaylardan yaklaşık 15 yıl kadar sonra 28 Şubat darbesinin failleri Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmaya başlandı. Ancak toplum içinden çıkan on binlerce mağdur olduğu düşünüldüğünde yargılamalar hem hukukî hem de sosyolojik nedenlerle toplumda büyük etki bırakmamıştır. Mağdurların yaşanan olayları yıllar sonra tekrar hatırlamak istememesinin yanı sıra aşağıda anlatılan birçok hukukî eksikliğin de neden olduğu bilinmektedir.

Esasında darbe suçu dediğimizde TCK md. 312’de düzenlenen

“hükümete karşı suç” kastedilir.

Ancak anayasayı ihlal ve yasama organına karşı suçlar da işlenebilir.

Bu fillerin cezaları kanunda çok

ağır düzenlenir. Çünkü anayasanın temel kurumlarından yasama, yürütme ve yargı organları işlemez hâle gelir. Ve tüm toplum mağdur olmaktadır.

28 Şubat yargılamalarındaki sorunların temelinde hem soruşturma hem de kovuşturma aşamalarındaki yetersizlikler yatmaktadır. Öncelikle bu dava o dönemde suç oluşturacak fiillerin hepsinin yargılandığı dava değildir.

Bu darbenin bileşenlerinden sadece Batı Çalışma Grubunun yargılandığı bir davadır. Maalesef dönemin baş aktörlerinden medya, iş dünyası, siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları yargılanmamaktadır.

Ayrıca yargılamalara, beklendiği gibi o dönem de mağdur olan on binlerce kişi davaya katılmamıştır.

Birçok kurumdan, STK’dan, sendikadan, dernekten, medyadan ve siyasilerden beklenilen katılım gerçekleşmemiştir.

Soruşturma aşamasının en önemli eksiği ise böyle önemli bir suçun resen soruşturulması gerekirken, mağdurların şikâyetine kadar herhangi bir soruşturma başlatılamaması, neredeyse takibi şikâyete bağlı basit bir suç hâline getirilmiş olmasıdır. Savcılar bu hususta ihmali davranmışlardır.

Yargılama sürecinde de darbe yargılamasından ziyade işe iade davası gibi davranılmıştır.

Darbe gibi davalar normal davalardan farklıdır. Bu tür davaların yargılanması için maalesef sadece hukuk kuralları yeterli değildir. Böyle olsaydı daha önce de açılabilirdi. Bu yargılamaların yapılabilmesi için çok güçlü bir siyasî iradeye sahip olunması gerekmektedir. Ne kadar yargılamalardaki eksikliklerden söz etsek de hem 28 Şubat hem de 1980 darbelerinin sorumlularının başlı başına yargılanabiliyor olmaları demokrasi açısından çok önemli gelişmelerdir.

* İbn Haldun Üniversitesi Hukuk Bölümü Araştırma Görevlisi.

GÜLNİHAL AHTER YAKACAK *

ﺔﻤﻛﺎﺤﻤﻟا ةدﺎﻋإ نوﺮﻈﺘﻨﻳ طﺎﺒﺷ 28 ﺎﻳﺎﺤﺿ

28 نأ ﻻإ ﺮﻳاﺮﺒﻓ 28 ﻲﻓ ثﺪﺣ يﺬﻟا بﻼﻘﻧﻻا ﻰﻠﻋ ﺎ ًﻣﺎﻋ 21 روﺮﻣ ﻦﻣ ﻢﻏﺮﻟا ﻰﻠﻋ ﺔﻤﻛﺎﺤﻤﻟا ﻖﻳﺮﻃ ﺢﺘﻓ ةدﺎﻋإ ﻦﻴﺣ ﻲﻓ .مﻮﻜﺤﻣ 600 ل ﺔﺒﺴﻨﻟﺎﺑ ﺪﻌﺑ ﻪﺘﻨﻳ ﻢﻟ ﺮﻳاﺮﺒﻓ ﻦﻴﻤﻬﺘﻤﻟا ﺎﻳﺎﻀﻗ ﺾﻌﺑ ﻲﻓ ﻦﻴﻣﺎﻌﻟا ﻦﻴﻋﺪﻤﻟاو ةﺎﻀﻘﻟا ﻦﻣ ﺐﻠﻄﺑ ﺪﻳﺪﺟ ﻦﻣ ﻦﻴﻣﻮﻜﺤﻤﻠﻟ ﺔﺒﺴﻨﻟﺎﺑ نﻵا ﻰﺘﺣ ﺎًﻘﻠﻐﻣ ﻖﻳﺮﻄﻟا اﺬﻫ ﻰﻘﺒﻳ زﻮﻤﺗ 15 بﻼﻘﻧا ﺔﻟوﺎﺤﻤﺑ .طﺎﺒﺷ 28 ﺎﻳﺎﻀﻗ ﻲﻓ اﻮﻟازﻻ ﺔﻴﻣﻼﺳﻹا طﺎﺒﺷ 28 ﺎﻳﺎﻀﻘﺑ ﻢﻬﺘﻣ 600 نﺈﻓ ﺔﻟدﺎﻌﻟا ﺮﻴﻏ تﺎﻤﻛﺎﺤﻤﻟا هﺬﻫ ﺐﺒﺴﺑ ﻢﺗ لﺎﺣ ﻲﻓ .ﻢﻬﻘﺣ ﻲﻓ ﺔﻴﻓﺎﻜﻟا ﺔﻟدﻷا ﺮﻓﻮﺗ مﺪﻋ ﻦﻣ ﻢﻏﺮﻟا ﻰﻠﻋ نﻮﺠﺴﻟا ﻲﻓ نﻮﻌﺒﻘﻳ 'ﻮﺘﻓ' ﺔﻤﻬﺗ ﻦﻣ ﺔﻴﺋﺎﻀﻘﻟا ﺔﻘﺣﻼﻤﻟاو ﻦﻣﻷا ﺔﺤﻔﺻ ﻲﻓ ﻢﻫؤﺎﻤﺳأ ةدراﻮﻟا ﻦﻣ % 70 جاﺮﺧإ .طﺎﺒﺷ 28 ﺎﻳﺎﺤﺿ ﺎﻳﺎﻀﻗ ﻲﻓ ﺮﻈﻨﻟا ةدﺎﻋإ ﻰﺘﺣ ﻢﺘﻳ ﻢﻟ ﻪﻧﺈﻓ زﻮﻤﺗ 15 بﻼﻘﻧا ﺔﻟوﺎﺤﻣ ةدﺪﻌﺘﻤﻟا ﻞﺋﻻﺪﻟا ﺮﻓﻮﺗ ﻦﻣ ﻢﻏﺮﻟا ﻰﻠﻋ ﺎ ًﻣﺎﻋ 22 ﺬﻨﻣ تأﺪﺑ ﻲﺘﻟا ﺎﻳﺎﺤﻀﻟا ﺎﻣارد ﻚﻟﺬﺑ ﺮﻤﺘﺴﺗ ﻰﺘﺣ ماﺪﻋﻹﺎﺑ ﻪﻴﻠﻋ ﻢﻜﺣ ﻦﻣ ةﺎﻴﺤﻟا ىﺪﻣ ﻦﺠﺴﻟا ﺔﺑﻮﻘﻋ ﻦﻣ ﺺﻠﺨﺘﻟا ﻊﻄﺘﺴﻳ ﻢﻟ .ﻢﻬﺗءاﺮﺒﻟ ﻪﺘﻴﻣﻮﻜﺤﻣ ﺬﻔﻨﻳ لازﻻ .'ﺖﻣأ ﻢﻟ ﺎﻧأ' لﺎﻗو ﺔﻤﻜﺤﻤﻟا مﺎﻣأ ﻪﻠﺘﻗ ﺪﻗ ﻪﻧﺄﺑ َﻲﻋُّدا ﻦﻣ ﻞﺜﻣ ﻮﻟ ﺔﻧﺎﺤﻟا جﺎﺟز ﻰﻠﻋ ةرﺎﺠﺤﻟا فﺬﻘﺑ ﻢﻬﺗا ﻦﻣ ﻦﺠﺴﻟا ﻲﻓ ﺎ ًﻣﺎﻋ 22 ﻲﻀﻘﻳو ﺪﺑﺆﻤﻟا ﻦﺠﺴﻟﺎﺑ ﻪﻧﺄﺑ ﺔﻤﻜﺤﻤﻟا مﺎﻣأ ﻪﺗدﺎﻬﺷ ﻲﻓ ﻰﻟدأ ﻮﻟ ﻰﺘﺣ وأ ﻪﻴﻠﻋ فﺮﻌﺘﻟا ﺎﻬﺒﺣﺎﺻ ﻊﻄﺘﺴﻳ ﻢﻟ ﻲﺘﻟا ﻞﻴﻧ ﻦﻣ ﺎﻀﻳأ ﻊﻨﻤﻳ ﻢﻟ .ﺎ ًﻣﺎﻋ 16 ﺮﻤﻌﻟا ﻦﻣ ﻎﻠﺒﻳ ﺮﻘﺷأ ﻲﺒﺻ نﺎﻛ ﻞﻋﺎﻔﻟا نا ,ﻞﻋﺎﻔﻟا ﺲﻴﻟ ﻚﻠﻤﻳو ﺎًﻴﺼﺨﺷ ﻮﻫ ﻪﻓﺎﻓز ﻞﻔﺣ ﻲﻓ ﺎﻬﺑ ﻢﻬﺗأ ﻲﺘﻟا ﺔﻤﻳﺮﺠﻟا ﺬﻴﻔﻨﺗ ﺖﻗو نﺎﻛ ﻦﻣ ﺪﺑﺆﻤﻟا ﻢﻜﺣ يروﺮﻀﻟا ﻦﻣ ﺲﻴﻟ طﺎﺒﺷ 28 ةﺮﺘﻓ ﻲﻓ ﻪﻧإ ﻰﻠﻋ ﻪﻠﻛ اﺬﻫ لﺪﻳ .ﻚﻟذ ﻰﻠﻋ دﻮﻬﺸﻟاو رﻮﺼﻟا ﻊﻤﺟ ﻢﺘﻳ نأ ﻢﻬﺴﺒﺤﻟ ﻲﻔﻜﻳ نﺎﻛ ﻪﻧإ ﻞﺑ ﻦﺠﺴﻟا ﻲﻓ ﻢﻬﺟز ﻢﺘﻳ ﻲﻛ ﻦﻴﻴﻣﻼﺳﻺﻟ ﺐﻧﺬﻟا ﺮﻓﻮﺗ .ﻢﻫﺪﺿ ﻞﺋﻻﺪﻟا قﻼﺘﺧاو ﻢﻬﻴﻟإ ﻢﻬﺘﻟا ﻖﻴﻔﻠﺗو ﻢﻬﺋﺎﻤﺳأ

ﻦﻴﻧﻮﺠﺴﻣ ﻰﻘﺒﻨﺳ ﺎﻨﺘﻧادإ ﺖﻤﺗ اذإ ،ﺎﻨﻫ ﻦﺤﻧ”

ﻰﻟإ ﺐﺜﻛ ﻦﻋ طﺎﺒﺷ 28 ﺎﻳﺎﻀﻘﻟ ﺔﻌﺑﺎﺘﻤﻟا ﺔﻟاﺪﻌﻟاو نﺎﺴﻧﻹا قﻮﻘﺣ ﺔﻛﺮﺣ ﺔﻴﻌﻤﺟ ﺖﻋد

ﺔﻴﻌﻤﺠﻟا ﺖﻟﺎﻗو .ﺔﻟاﺪﻌﻟا ﻖﻳﺮﻃ ﻲﻓ ةﻮﻄﺧ ﻮﻄﺧ ﻞﺟأ ﻦﻣ ﺎﻳﺎﺤﻀﻟا تﺎﻔﻠﻣ ﻲﻓ ﺮﻈﻨﻟا ةدﺎﻋإ

ﺔﻳﺮﻜﺴﻌﻟا ﺔﻤﻜﺤﻤﻟا ﻦﻋ ةردﺎﺼﻟا مﺎﻜﺣﻷا رﺎﺒﺘﻋا ﺐﺠﻳ' اًﺮﺧﺆﻣ ﺪﻘﻋ ﺎﻬﻟ ﻲﻔﺤﺻ ﺮﻤﺗﺆﻣ ﻲﻓ

طﺎﺒﺷ 28 ةﺮﺘﻔﺑ ﺔﻓوﺮﻌﻤﻟا ﺔﻴﺋﺎﻨﺜﺘﺳﻻا ةﺮﺘﻔﻟا ﻲﻓ ﺔﻳﺮﻜﺴﻌﻟا ﺔﻳﺎﺻﻮﻟا ﺔﻄﺳاﻮﺑ ﺔﻠﻜﺸﻤﻟا

ﺔﻤﻛﺎﺤﻤﻟا ﺔﻣذ ﻰﻠﻋ ﻦﻴﻤﻬﺘﻤﻟا ﺲﺒﺣ ﻢﺘﻳ وأ ﺔﻠﻃﺎﺑ ﺎﻣإ ﺔﺛاﺪﺤﻟا ﺪﻌﺑ ﺎﻣ بﻼﻘﻧا ةﺎﻤﺴﻤﻟاو

ﻦﻴﻴﻋﺪﻤﻟاو ةﺎﻀﻘﻟا ﻞﺒﻗ ﻦﻣ ﻚﻟذو ﺎﻬﻴﻓ مﺎﻜﺣﻷا ﻒﻴﻔﺨﺗ ﻢﺘﻳ وأ ﺪﻳﺪﺟ ﻦﻣ ﺎﻬﻴﻓ ﺮﻈﻨﻟا ةدﺎﻋإو

.'﴾ﻮﺘﻓ ﺔﻤﻈﻨﻣ﴿ ﻢﺳا ﺖﺤﺗ ﻲﻟﺎﺤﻟا ﺖﻗﻮﻟا ﻲﻓ ﺔﻳرﺎﺠﻟا ﺔﻤﻛﺎﺤﻤﻟا ﺔﻴﻠﻤﻌﻟ ﻦﻴﺒﺴﺘﻨﻤﻟا ﻦﻴﻴﻣﺎﻌﻟا

ﺔﻴﻠﺟو ﺔﺤﺿاو ةﺪﻋ نﻮﺠﺳ ﻲﻓ ﺎًﻴﻟﺎﺣ ﻦﻳﺰﺠﺘﺤﻤﻟا طﺎﺒﺷ 28 ﺎﻳﺎﺤﻀﻟ ﺔﻛﺮﺘﺸﻤﻟا ﺔﻟﺎﺳﺮﻟا

دﺎﻌﺗ نأ ﺪﻳﺮﻧ ﺎﻤﻧإو ﺎﻨﺣاﺮﺳ قﻼﻃإ ﺪﻳﺮﻧ ﻻ' :ﻮﻔﻌﻟا ﺲﻴﻟو ﺪﻳﺪﺟ ﻦﻣ ﺔﻤﻛﺎﺤﻤﻟﺎﺑ ﺔﺒﻟﺎﻄﻤﻟا ﻲﻫو

ﻒﻴﻔﺨﺗ ﻦﻣ ﻢﻏﺮﻟا ﻰﻠﻋ .'ﺎﻨﻣﺎﻜﺣأ ﺬﻴﻔﻨﺗ ﻲﻓ ﺎﻨﻳﺮﻤﺘﺳا ﺎﻨﺘﻧادإ ﺖﻤﺗ اذإ ،ﺎﻨﻫ ﻦﺤﻧ ،ﺎﻨﺘﻤﻛﺎﺤﻣ

نﻮﻧﺎﻗ ﻢﻜﺣ ﻲﻓ مﻮﺳﺮﻣ اًﺮﻴﺧأو ،2003 مﺪﻨﻟا نﻮﻧﺎﻗو 1999 مﺎﻋ ﻮﻔﻋ روﺪﺻ ﺪﻨﻋ مﺎﻜﺣﻷا

.ﻦﺠﺴﻟا ﻲﻓ ﻢﻫدﻮﺟو ﻰﻠﻋ ﺎﻣﺎﻋ 22 روﺮﻣ ﻊﻣ طﺎﺒﺷ 28 ﺎﻳﺎﺤﺿ ﻞﻤﺸﺗ ﻢﻟ مﺎﻜﺣﻷا هﺬﻫ نﺈﻓ

(11)

“Kâğıtsızlık”tan tekrar vatandaş olmaya doğru

1

997 yılında Boğaziçi Üniversitesi son sınıf öğrencisiydim. Yasakların en son ulaştığı yerlerden biri olan Boğaziçi’nde yaşamın çok fazla değişmediğini hatırlıyorum.

Genel yasaklar başlamadan önce derslerine tesettürlü öğrenci almayan hocalar sadece biraz daha cesaretlenmişti, o kadar. Boğaziçi’nin tesettürlü öğrencisi 1997’den önce de kötü muameleyle karşılaşmış olduğu için hangi hocanın dersinin seçilip seçilmeyeceğini iyi bilirdi. O yaz mezun olur olmaz (ki mezuniyet törenine gitmedim) İngiltere’de dersleri

sadece yazın yapılan bir master programına başladım. Eğitimime böylece yazları İngiltere’de devam ederken başörtüsü yasağının giderek hoyratlaştığına, ilahiyatlara bile sirayet ettiğine şahit oldum. Her gün gazetelerde ve televizyonlarda başörtülü insanların devletin hiçbir hizmetinden yararlanma hakkı olmadığına dair bir propagandaya maruz kalıyorduk. Nefes almamıza izin veriliyordu ya, o da iyiydi. Derken 1999 yılında Merve Kavakçı’nın Meclis’ten yuhalanarak kovulması bende tam bir kimlik kaybına yol açtı. Kendimi hiçbir ülkenin vatandaşı olmayan “kâğıtsızlar” gibi hissettim. Ülkenin en iyi okullarından birinden mezun olduğum hâlde aynı ülkeye katkıda bulunmama hiçbir şekilde izin verilmiyordu. Bu hâlâ içinde bulunduğum, neredeyse klinik anlamda bir yabancılaşmaya sebep oldu. Birdenbire elimde bulduğum bu “boş vakit”i -yıllar süren bu “boş vakit”i- okuyarak ve dil öğrenerek geçirdim. Yasağın hâlâ tam manasıyla uygulanmadığı Boğaziçi’nde ders takip ettim. Derken 2001 senesinde o kapı da suratıma kapandı. Oxford Üniversitesine başvurabilmem için gerekli olan transkripti vekâlet verdiğim başı açık bir arkadaşımın vesilesiyle alabildim.

Yurt dışında geçen master ve doktora sürecinden sonra 2010 senesinde Türkiye’ye “kesin

dönüş” yaptığımda hâlâ kendi ülkemde hocalık yapıp yapamayacağımdan emin değildim. İşe başladıktan iki sene sonra Türkiye’de görev yapan Amerikalı akademisyen bir arkadaşın paso kullandığını görünce hayrete kapıldım. Elbette bu ülkede hocalık yapanların böyle bir hakkı vardı. Ama devletten herhangi bir şekilde istifade edebileceğim fikrine o kadar yabancıydım ki böyle bir paso çıkartmayı denemek aklımın ucundan bile geçmemişti. Yine o Amerikalı arkadaşın ısrarıyla bir paso aldım. Her yeni gün bu devletin bir vatandaşı olduğuma dair bazı şeyler yaşıyor ve hâlâ hayret ediyorum. Başörtülü bir akademisyen olarak bir zamanlar yanına bile yaklaşmadığım MEB ve TÜBİTAK gibi kurumlardan proje hakemliğine çağrılıyorum. İnsan gülse mi ağlasa mı bilemiyor. Kısaca Türkiye’deki hayatım 28 Şubat sürecinde yabancılaştığım bir devletin yavaş yavaş tekrar vatandaşı olma çabasıyla geçiyor.

* İbn Haldun Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi.

NAGİHAN HALİLOĞLU *

28 Şubat senaryosu nasıl kurgulandı?

Batı Çalışma Grubu, başörtüsü yasağı, katsayı engeli, fişlemeler ve adeta bir neslin yok edilişi… Tüm bunlar 28 Şubat postmodern darbe girişiminde yaşanan, aslında etkileri çok sonraları daha da iyi anlaşılan girişimlerdi. Yani 28 Şubat’ın ve 28 Şubat’ı tasarlayanların ve alet olanların sabıka dosyaları hayli kabarık.

▶ Darbeye giden süreçte bu ve ben- zeri binlerce fişleme yapılırken, bu fiş- lemeler 28 Şubat’ın “kudretli” paşa- sı Çevik Bir’in yanı sıra Güven Erkaya, Doğu Aktulga ve Çetin Doğan gibi isim- lerle özdeşleşen Batı Çalışma Grubunda (BÇG) toplandı. Yasa dışı olarak ku- rulan BÇG, 55. Hükümet yani Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde Başbakanlık Takip Kuruluna dönüştü- rülerek adeta yasallaştı.

▶ 28 Şubat sürecinin dönüm noktala- rından biri de Ankara’nın Sincan ilçe- sinde Genelkurmay tarafından tank- ların yürütülmesiydi. 4 Şubat 1997’de Ankara Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığına bağ- lı 20 tank, 15 civarında kariyer ve çeşit- li araçlardan oluşan konvoy, Sincan ilçe sokaklarından yürütüldü.

▶ Darbecilerin senaryosuna göre mu- hafazakâr kesimin irticacı diye kamu- dan uzaklaştırılmasının yanı sıra din- dar kesimin marjinal gösterilmesi de gerekliydi. Bu filmdeki 4 başrol oyun- cusundan biri olan Aczmendi lideri Müslüm Gündüz, diğerleri ise Fadime Şahin, sahte şeyh Ali Kalkancı ile Emire Ersoy’du. Önce Fadime Şahin tesettüre sokuldu. JİTEM için ile çalı- şan Ali Kalkancı, Emire Ersoy ile ev- lendirildi. Kur’an okumayı bile bilme-

yen Kalkancı, daha sonra bu evlilik için dini eğitim aldı. Aczmendilerin lide- ri Müslüm Gündüz, daha sonra müri- di olduğu iddia edilen Fadime Şahin’le basıldı. Mağdur kız rolüyle ekrandan ekrana çıkarılan Fadime Şahin, gözyaş- ları içinde nasıl mağdur edildiğini an- lattı. Daha sonraları senaryonun detay- larının Harbiye Orduevinde yazıldığı ortaya çıktı.

▶ Refahyol Hükümetinin iktidara gel-

mesinin ardından bir taraftan darbeci- lerin psikolojik harekât planları başlar- ken, medya da bu harekâtta aktif bir rol aldı. Her gün kaynağı belli olmayan irtica haberleriyle toplumsal algı oluş- turuldu. Darbecilerin mesaj ve beyan- larını manşetine taşıyan medya, hükü- meti zor durumda bırakacak, açığını ortaya çıkartacak haberleri de yoğun şekilde kamuoyu gündemine taşıyordu.

Hükümet böylece yıpratılıp yıkılmaya çalışılıyordu.

▶ Askere adeta hizmet verir hâle gelen medya kuruluşları, demokrasinin alaşa- ğı edilmesinde önemli bir rol üstlendi.

Sadece hükümetin değil, askerin anti- demokratik tavırlarını eleştiren rakip- lerinin de asker tarafından fişlenmesini sağladı. Rakibini fişleten medya grup- ları, fişlettikleri medya kuruluşlarının tüm ticari faaliyetlerini engelledi.

▶ Medya patronla- rı darbecilerin de des- teğiyle hükümete ve Bakanlar Kuruluna ta- limat verir hâle gel- di. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın Doğan Medya’nın patronu Aydın Doğan’ın evin- den çıkarken çekilen fo- toğrafı hâlâ konuşuluyor.

Hatta Refahyol Hükümetinin bir baka- nına, dönemin en güçlü gazetesinin ge- nel yayın yönetmeninin şantaj yaptığı ve bakanın istifa ettiği iddiaları da gün- demdeki yerini koruyor.

▶ Dönemin medyası o kadar as- kere teşne olmuştu ki 1998’de or- taya çıkan “andıç skandalı” medya yöneticilerinin rakiplerine karşı ne- ler yapabileceklerini de ortaya ser-

di. 1998’de yakalanan PKK’nın üst dü- zey yöneticilerinden Şemdin Sakık’ın soruşturma zaptına yalan ifadeler ek- lenerek andıç oluşturuldu. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir ve dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak’ın basına gönderdiği sahte belgeye göre Sakık’ın ifadesine dayanılarak birçok ünlü gazetecinin ve sivil toplum kuruluşlarının “para kar- şılığı PKK’ya destek verdikleri” iddia ediliyordu.

▶ Belgede adı geçen Akın Birdal ise su- ikasta uğradı. Olaydan 11 yıl sonra sah- te belge için dönemin Genelkurmay 2. Başkanı olan Orgeneral Yaşar Büyükanıt, “Evet hata idi...” itirafında bulundu.

▶ Refahyol Hükümetinin yıkılışının ardından 8 yıllık kesintisiz eğitim, ale- lacele hayata geçirildi. Bu düzenlemey- le birlikte imam hatip liselerinin orta kısımları kapatıldı, mezunların katsa- yı uygulamasıyla ÖSS’de taban puanları düşürülerek ilahiyat fakülteleri dışında- ki yerleri kazanmaları imkânsızlaştırıl- dı. Bu işi yaparken ortaya çıkacak ma- liyet de halka yüklendi. 8 Yıllık Temel Eğitim Kanununa eklenen geçici bir madde ile eğitime katkı olsun diye pek çok alanda ek vergi, katkı payı vb. öde- meler getirildi.

(12)

H

er anın, her günün, her ayın ve her yılın bir anısı olur ya işte hayatımın dönüm noktası olan 28 Şubat gününün de benim için derin bir anısı var.

Yaşamımdaki ilk anılarıma dönüp baktığımda insanlara ve dünyaya dair hayallerimi, umut- larımı, sevgimi, inancımı ve içerisinde kötülüğün, ön yar- gıların olmadığı duygularımı, düşüncelerimi hatırlıyorum.

Zaman akıp giderken tüm güzel duygularım kaybolmadan yaşamıma anlam katmaya devam etti. Beni hayatta güç- lü kılan hayallerim vardı. Okuyacaktım… Bir meslek sahibi olacaktım… İnsanlara, dünyaya faydalı bir insan olacaktım…

Her gün evimden bu umutlarla, hayallerle okuluma gidiyor ve sabırsızlıkla meslek sahibi olacağım günleri bekliyordum.

Yine bu güzel duygularla okuluma gittiğim bir gün okulun önünde bir kalabalık vardı. Tuhaf giden bir şeylerin olduğu- nu fark ettim. Okulun kapısında hayallerimle aramda engel olan o sınırı gördüm. Bu, insanların ön yargılarının acımasız bariyeri olan sınırdı ve onun ötesine geçilemezdi. Tüm bun- lara anlam veremezken bir anda insanların bakışları, duruş- ları değişti. Her şey hızla değişiyordu, insanlar sizden korku- yor, duygularınızı hissetmiyor ve kimi zaman da yaşantınıza acıyarak bakıyordu.

Değişen neydi? İnsanlar neden korkuyordu? İnsanlara ve dünyaya karşı hissettiğim tüm olumlu duygu ve düşüncele- rim mi değişmişti? Topluma fayda üretmeye olan inancım- dan mı vazgeçmiştim?

Elbette değişen ben değildim. Topluma, dünyaya anlam üretebilmenin derdini kalbinde taşıyan birisi nasıl olur da bir anda kimlik değiştirebilirdi ki! Bir yanda inancım diğer yanda hayallerim. Öyle bir çıkmaz yoldu ki bu! Hiçbirinden vazgeçemezdim!

Bir umutla çalışmaya ve meslek sahibi olabilmek için sınava hazırlanmaya devam ettim. 17 Haziran 2001'de gerçekleş- tirilecek ÖSS sınavına hazırlanmaya başladım. Sınavda ba- şarılı olup olamayacağım kaygısıyla birlikte sınava nasıl gi- receğimle ilgili endişelerimle hazırlanmaya çalıştım. Tüm çalışmalarıma rağmen beni nelerin beklediğine dair içimde derin bir endişe vardı. Günden güne sınav günü yaklaşıyor ve kaygılarım artıyordu. Tarif edilemez bir duygu sarmıştı ruhumu. İnsanları, doğayı saatlerce izliyor ve bir ayrılık acısı hissediyordum. Ayrılıktı hissettiğim ama ölüm gibi uzun bir ayrılık değildi bu. Sanki bu doğayı, bu güzel manzarayı son seyredişimdi. “Ölüm değilse neden son seyredişim gibi hisse- diyordum?”, “Ayrı kalacağım şey neydi?” diye kendime soru- yordum fakat sorularım cevapsız kalıyordu.

Tüm bu kaygı ve endişelerle sınav tarihi yaklaşıyordu.

Sınava nasıl girebileceğimle ilgili net bir cevap yoktu ve sı- nava yakın bir tarihte sınava da başörtüsüyle giremeyece- ğimi öğrendiğimdeyse yıkılmıştım. Kelimelerim tükenmiş- ti. Öyle bir çaresizlik duygusu sarmıştı ki bedenimi, kendimi

“lanetli sınıf” gibi görmeye başlamıştım.

Değerlerimden, özgürlüğümden nasıl bir anda vazge- çebilirdim! Peki, ya hayallerim, onlardan bir anda nasıl vazgeçebilirdim!

Önümde bir yol ayrımı vardı ve tercih yapmalıydım. Çoktan seçmeli bir sınavda iki şıktan birini seçmek gibi bir duygu değildi ki bu! Hayatınıza şekil veren, kimliğinizi oluşturan temel taşlarınızdan birisinden vazgeçmek gibi bir durum- du bu! Neden bir şeylerden vazgeçmek ve tercih yapmak zo- rundaydım? İnsanlara ve dünyaya karşı en ufak olumsuz duygu, düşünce barındırmazken neden bu tercihi yapmak zorunda bırakılmıştım?

Bu sorular, cevabını bulamadığım ama sürekli beynimde dö- nen sorulardı. Sınava bir gün kalmıştı ve ne yapacağımı bi- lemiyordum. Sınava saatler kala bir anda sınava girmeye ka- rar verdim ve bir peruk satın aldım. Sınava girecektim, peki, ya sonra ne olacaktı? Katsayı problemine rağmen istediğim bölüme girebilecek miydim? Hayır, bu imkânsızdı! Psikoloji ya da edebiyat bu iki bölümden birisini kazanmak ve bu alanda hizmet etmek istiyordum. Ancak puanım ne kadar yüksek olursa olsun katsayı probleminden dolayı istediğim bölüme girmem olanaksızdı. Yaşamda nasıl, nereye ve ne şekilde ilerleyeceğime kimler karar veriyordu? Yaşam özgür- lüğü bireye ait değil miydi?

Tüm gece olanları, olacakları düşündüm, sorguladım ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte hazırlanmaya başladım.

Başörtümü taktım, peruğu poşetime koydum ve saati- me baktım, zaman ilerlemişti ama gitmek istemiyordum.

Gitmeli miydim? Onu da bilemiyordum. Bir an gözüm ay- naya takıldı, o anki hâlime baktım, sınavdaki hâlimi düşün- düm ve gözyaşlarıma engel olamadım. Sınav başlamak üze- reydi fakat hâlâ evden çıkamamıştım. Hızlıca evden çıkıp bir taksi çağırdım. Takside elimdeki poşete ve içindeki pe- ruğa baktım ve aceleyle saklamaya çalıştım, gerçekte bana ait olmayan bir kimlikti o ve onu sahiplenemezdim! Sınav yerine gelmiştim. Önce binanın kapısına sonra da elim- deki peruğa baktım. Tereddütler içindeydim. Telaşlıydım.

Endişeliydim. Mutsuzdum. Ağlamak üzereydim. Sözcükler dilime dolanmıştı.

Kimsenin görmesini istemeden hızlıca peruğu başörtümün üzerine aceleyle geçirdim. Koşarak sınav salonuna girdim.

Sırama oturdum. Sınav zili çalmak üzereydi ama yüreğime saplanan o acıyla mücadele ediyordum, sakinleşmeye çalış- tım, ağlamamaya çalışıyordum. Sınav zili çaldı ama ben hâlâ hazır değildim. Bu çalan sınav zili ayrılık zili gibi ağır gel- mişti, gözlerim dolu doluydu, odaklanamıyordum. 3 saatliği- ne duygularıma, düşüncelerime odaklanmamaya karar ver- dim, yoksa işin içinden çıkamayacaktım. Sınav bitti, hızlıca binadan çıktım ve aceleyle peruğu poşetime geri koydum.

İşte o an ertelediğim tüm duygularım önümde dağ gibi bi- rikti ve hıçkırıklara dönüştü. Çevremdeki insanlara bak- tım, sınavdan kurtulmuş olmanın rahatlığıyla gözleri ışıl ışıldı. Sınav bitmişti, rahatlamalıydım ama öyle olmamıştı.

Gözler kör eden br anı

GÜLSÜME ŞENOCAK * Gülsüme Şenoc ak,

28 Şubat sür ecinde yaşadığı psik olojik bulanımlarından dolayı

görme duyusunu kaybetti. Fa kat hiçbir

zaman müc adeleden vazgeçmedi.

Üniversiteyi kazandı ve birincilikle

bitirdi. Şimdi sosyal sorumluluk projelerinin ar anan

ismi oldu. İşte Gülsüme'nin g özleri yaşartan o hikây esi...

Ս

Referanslar

Benzer Belgeler

Öğrenciler 20 Nisan 2020 Pazartesi günü saat 13.00’da Bölüm tarafından temin edilen araçla, Fakülte önünden ve öğretim üyesi Dr.. İrfan PAKSOY nezâretinde

İnternet kullanımının yaygınlaşması ile, sosyal medya gibi birçok platformlarda her türden bilginin paylaşılıyor olması içeriği suç teşkil edecek şekilde bireylerin

28 Şubat Sürecinde kemal-i hahişle hükümeti kurmaya amade olan Mesut Yılmaz ve DYP’den istifa ettirilen milletvekillerine, Hüsamettin Cindoruk başkanlığında

2001 yılından itibaren görev yaptığı Yakın Doğu Üniversitesinden önce Ankara Üniversitesi ve Bilkent Üniversitelerinde öğretim üyesi olarak görev yaptı.. Dil

1980’ler boyunca TÜSİAD’ın ve üyelerinin kendi adına yaptıkları açıklamalar daha çok ikameci bir ekonomiyi terketme, yabancı sermayeyi ülkeye çekme,

Buna göre; “Bilgisayar Öz Yeterlikleri” ölçeğinden akademisyenlerin aldığı ortalama puanlar ile “Performans Kazanımları” ölçeğinden alınan ortalama

Çalışma sonuçlarına göre, 175 kişiden 41’inin (%17,6) aile he- kimini bildiği, 25 kişinin ( %14,3) ise düzenli olarak aile heki- mine gittiği (Tablo 1), Aile hekimini bilme

Bu aktivitelerden biri de özel gereksinimli bireyler için fiziksel aktivite haklarını savunmak ve geliştirmek, programları, politikaları, standartları, eğitim ve