• Sonuç bulunamadı

YILMAZ, Cevdet-KENTLEŞME SORUNLARI BAĞLAMINDA KENTLERDE RİSK ALGISI VE FARKLI KENTLEŞME BİÇİMLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "YILMAZ, Cevdet-KENTLEŞME SORUNLARI BAĞLAMINDA KENTLERDE RİSK ALGISI VE FARKLI KENTLEŞME BİÇİMLERİ"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KENTLEŞME SORUNLARI BAĞLAMINDA KENTLERDE RİSK ALGISI VE FARKLI KENTLEŞME BİÇİMLERİ

YILMAZ, Cevdet TÜRKİYE/ТУРЦИЯ ÖZET

Son dönemde “kentsel yoksulluk” kavramı ve kentleşme odağında büyük bir literatür birikmiştir. Bu çalışmalar, yoksulluğun kentsel görünümlerini genellikle mekân okumaları, iş gücü, göç ve kentleşme odağında ele almaktadır.

Ancak, yoksulluğun derin görüntüleri, kentte yoksul olmanın yeni anlamları ve kente eklenmenin biçimleri üzerine kapsamlı ve içten bakan çalışmalar oldukça azdır. Bildiride yeni kent yapılarında risk algısı ve kentin ürettiği belirsizlik ortamlarının kentlileşme üzerine etkileri sorgulanmaktadır. Bu nedenle çalışma genel olarak yeni kentlilik ve güven ilişkilerini açıklamaya çalışmaktadır.

Açıklamalar yeni kentleşme biçimlerinin kazanımları ve bu kalıpların nasıl taşındığının sorgulanması amacıyla birlikte yaşayabilme, dayanışma örüntüleri, geleneksel kalıpların risk algısıyla birlikte dönüşme biçimleri, kentlileşme kalıpları, kuralsızlık ve yeni kentlilik gibi birçok kavram odağında geliştirilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Riskli kentlileşme, yoksulluk, göç ve kentleşme.

ABSTRACT

Risk Perception in The Context of Urbanization Issues and Different Urbanization Forms

Recently, many studies focusing on urban poverty concept and urbanization have appeared in the literature. These studies generally discuss urban poverty in terms of space, labor, migration and urbanization. However, there is limited number of comprehensive studies on deep aspects and new meanings of poverty, and forms of inclusion in the cities. In this paper, risk perception regarding new urban structures and the effects of the uncertain environment on urbanism are discussed. In this context, this study aims at explaining new urbanism and trust relations. Hence, discussion focuses on many concepts such as common life, solidarity patterns, transformation of traditional models due to risk perception, disorder, urbanism forms and new urbanism to investigate the gains of new urbanization forms and how these patterns are reproduced.

Key Words: Risky urbanism, poverty, migration and urbanization.

(2)

GİRİŞ

Politik kavramlarımızın çoğu kent yaşamıyla ilgili teori ve pratiklerden gelir.

Dünya politikasına kaynaklık eden Yunan Polis’i kentti. Kent, insan ölçekli ve yurttaşların etkin eylemliliğiyle şekillenmiş, politik bir varlık olarak tanımlandı.

Kent aynı zamanda kendi iletişim araçları tarafından şekillenmiş olarak anlaşıldı. Platon ideal kentin büyüklüğünü bir kişi çağırdığında bunu duyabilecek yurttaşların sayısıyla sınırladı. Genelde mekân, özelde ise bir kent, toplumsal ilişki ağlarının her an oluştuğu ve gündelik yaşamın sürekli yeniden kurulduğu bir yaşam alanıdır. Bu nedenle kent mekânı toplumsal, toplum da mekânsaldır. Bu nedenle kentle ilgili her çalışma öncelikle toplumun mekânsal altyapısını ve mekânın kullanımının nasıl üretildiğini anlamaya çalışmalıdır.

Sosyolojik birikim ve diğer sosyal bilimler farklı odaklarla kente yaklaşsa da hepsinin kenti tanımlamasında ortak birtakım değerlendirmelerinden söz etme olanağımız vardır. Bu tanımlamanın temel kavramsal çerçevesi, kitlesel ve yoğun nüfus, uzmanlaşma, işbölümü, sanayileşme, siyasi katılım gibi kavramlarla çizilir. Bütün bu kavramsal çerçevenin ötesinde kentten, uygarlığın kaynağı ve kendisini yeniden ürettiği, her türlü başat toplumsal örgütlenmenin ve değişim dinamiğinin kaynağı olarak da söz edilir. Bunun için kentle ilgili konuşmak aynı zamanda farklılaşma, çatışma ve bütünleşme kavramlarıyla bir tartışma başlatmak anlamına da gelir.

Kent çalışmaları; döneminin toplumsal, siyasi ve ekonomik ilişkilerinin niteliğine bağlı olarak farklı kavramsal yaklaşımları doğurmaktadır. Böylesi bir olgusal gerçekliğin arkasında şüphesiz kentin çok yönlülüğünün etkisi de vardır.

Harvey’in söylemiyle; “kent, kuşkusuz karmaşık bir şeydir.” (harvey, 1988).

“bütün kent yaşamı modern değildir fakat bütün modern yaşam kent yaşamıdır.

Çünkü yaşamın modernleşmesi demek kent yaşamına daha fazla benzemek demektir” (bauman, 2001). 20. Yüzyıl boyunca, kent üzerine yapılan çalışmalar, kenti farklı açılardan yorumlamıştır. Yüzyılın ilk yarısına kadar olan çalışmalarda, chicago okulunun etkisiyle, daha çok kentin yabancılaştırıcı etkisinden kaynaklanan sorunlar üzerinde durulmuştur. Sonraki çalışmalarda ise, örnek olay incelemeleriyle kentte yaşayan bireylerin güçlü topluluk bağlarına ve toplumsal katılım duygusuna sahip olup olmadıkları incelenmiştir.

1970’lerden sonra ise kent sınıf savaşımının sahnesi olarak değerlendirmiştir.

Bu değerlendirmede kent, evrensel genellemeler yapılan bir yer olmanın ötesinde ‘uluslararası kapitalizmin bir sömürü alanı olarak nasıl dönüşmektedir?’ sorusu sorulmuştur. 1980’lere gelindiğinde ise yaşanan hızlı değişimlerin bir sonucu olarak kent çalışmalarında çeşitlenme göze çarpmaktadır. Bu dönemde, gençlik, toplumsal cinsiyet, çevre sorunları ve gündelik yaşam odaklı yeni toplumsal hareketler, sermayenin küreselleşmesinin kentlere etkisi, metropolleşme ve postmodernizm üzerinde yoğunlaşılmıştır.

Küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı değişimlere rağmen kent hâlâ

‘yumuşak’tır, istendiği gibi yoğrulabilen bir özellik taşır; maddi, kültürel ve

(3)

politik bakımdan birbirinden çok farklı nüfus kesimlerini birleştirir, gerilimler kaybolur ortaya etkileşimler çıkar. Mekân kutuplaşır ama, aynı zamanda heterojen kesimler aynı mekân içinde, bir arada var olmayı sürdürür…

küreselleşmenin de etkisiyle yeni kültürel, politik ve simgesel ilişkiler kent mekânında ortaya çıkar.

İstinasız dünyanın en uç köşesinin bile küresel kapitalizmin kendini üretme sürecinden dolaylı ya da dolaysız etkilendiği bir dönemden geçiyoruz. Küresel ile yerel arasındaki ilişki artık modern mekânsal anlamından farklı anlamlara geliyor. Sosyal bilimleri, özellikle de kent sosyolojisini afallatan durum tamda bu farklılaşmadan doğmaktadır. Modernizmin gelecek odaklı, yenilikçi kentsel dönüşüm projelerini kapitalist modernite bakışıyla çözümlemek görece kolay iken, küresel kapitalizm çağında küresel olandan daha fazla yerele, gelecekten daha fazla (yeni bir) geçmişe gönderme yapan kentleşme tecrübelerinin kaynağını ve sembollerini yeni bir bakışla okumak kente karşı yeni soruları sormaya ihtiyaç duyulmaktadır. Yine de, kaba bir eşitleme ile kapitalist modernleşmenin ürettiği kentsel tecrübe ile küresel kapitalizm çağındaki yerel ile küresel arasındaki gerilimin doğurduğu kentsel tecrübe ve bunun etkilediği gerilimler benzer bir kalkış noktasından izlenebilir: kentleşme ve kent şeklinde örgütlenen sosyalin biçimi aslında ne planlamacıların şaşmaz kararlarından ne de sermayenin tezgâhından ibarettir. Tersine kentleşme ve ona dair tecrübe, kapitalist modernleşmenin gündelik veçheleriyle baş edebilmek için geliştirilmiş gerilimlere her daim gebe bir mekân siyasetinin adıdır (savege ve warde, 1993: 188-194). Bu nedenle mekân siyasetini oluşturan dinamiklerin ortaya çıkardığı yeni güven ve dayanışma ilişkilerinin sorgulanması, kent kavramının derinliğinin kavranmasının da anahtarını oluşturmaktadır.

Küreselleşme Sürecinde Türkiye’de Ortaya Çıkan Kentleşme Eğilimleri Küreselleşme süreciyle başlayan ulus devletin ve kurumlarının gerilemesi, Türkiye’nin geleneksel refah rejimi içerisinde anlamlanan toplumsal ilişkilerin kuralsızlaşmasını sağlayarak geniş toplumsal kesimleri yeni risk koşullarının etkisine açık hale getirmiştir. Özellikle küresel ekonomi ve bunun uygulamalarının ulus devletin kendi sınırları içerisinde bilinen güçlü rolünü oynama becerilerini elinden almasının yarattığı belirsizlik, risk algısını alabildiğince derinleştirmiştir. Bu derinliğin oluşmasında etkili olan süreçler, Türkiye’nin ulus devlet olma konusunda yaşadığı sorunların, küresel düzlem içerisinde yeni anlamlar kazanmasını sağlamaktadır. Ulus devletleşme sürecinin eksik bıraktığı alanlar, geleneksel refah rejimi içerisinde informal kanallarla beslenen dayanışma ilişkilerinin toplumsal zeminini belirlemekteydi. Yeni sürecin ortaya çıkardığı toplumsal yapı, informal dayanışma kanallarının yeni dinamiklerini aşındırmaktadır. Bu aşındırmaya bağlı olarak yoksulaşma artmaktadır. Yoksullaşma, bu süreçte geniş toplumsal gurupları mekâna bağımlı kılarak izole etmektedir. Son dönemde, kentsel yoksulluk, kavramı odağında büyük bir literatür birikmiştir. Bu çalışmalar, yoksulluğun kentsel görünümlerini genellikle mekân okumaları, iş gücü, göç ve kentleşme odağında

(4)

irdelemektedir. Ancak, yoksulluğun derin görüntüleri, kentte yoksul olmanın yeni anlamları ve kente eklenmenin biçimleri üzerine kapsamlı ve içten bakan çalışmalar oldukça azdır.

Şüphesiz küresel sürecin yeni anlamlarının oluşumunda ulus devletin yaşadığı değişim ve bundan etkilenen geniş toplumsal gurupların varlığı üzerinde daha dikkatli durulması gerekmektedir. Ulus devletin “pazarın etkilerini telafi etmesi ve düzeltmesi yoluyla toplumsal olanın içine ekonomik olanı dâhil edilmesi sonucu ortaya çıkan hareketinin” (Rosanvallon, 2004: 100), küreselleşme süreciyle birlikte yeniden yapılanış biçimleri değişmektedir. Refah devletinin “tazminat /telafi prensibinde” (Luhmann, 2002: 6) küreselleşme sonucu radikal değişimler ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu değişim, “toplumsal alanla ekonomik alanın arasındaki temel araç olan refah devletinin”

(Rosanvallon, 2004: 100) işleyişini de değiştirmiştir. Bu uzaklaşmanın, toplumsal sonuçları eksik uluslaşma sürecini yaşayan toplumumuzda da yaşanmaktadır. Özellikle Rosanvallon (2004) tarafından toplumun kendine yaklaştırılması kavramı odağında yeni dayanışma biçimlerinin sorgulamasının yapılamasına ihtiyaç vardır. Buna göre, refah devletinin yeni durumunun ortaya çıkardığı belirsizliğin, hangi toplumsallaşma biçimleriyle telafi edileceği sorgulanmalı, farklı toplumsal sınıflar için değişik risk durumlarının varlığını ortaya konmalıdır.

Türkiye’de kentlerde yatay ve dikey göçler sonucu oluşan yerleşim alanları kendi dinamiklerine uygun bir rasyonalite içerisinde, güven ve güvenlik ağlarını geliştirirken, hem kendi iç dinamiklerle hem de dış dinamiklerle dönüşmektedir.

Özelikle büyük kentlerde yukarıda çerçevesi çizilen sürecin etkileri, farklı sınıf çevreleri üzerinde, alışılagelmiş dayanışma ve güven ilişkilerinin yapısını bozmakta ve yeni etkilere maruz bırakmaktadır. Dayanışma ve güven ilişkilerinin etkiye açık yeni yapısı, risk profillerinin yeni çerçevesini belirlemektedir.

Göç eden ya da yeni mekânsal dağılımı oluşturan geniş kitleler; eğitim düzeyi düşük, ortalama aile büyüklüğü yüksek ve süreklilik arz etmeyen işlere sahiptir. Bu eksiklikten kaynaklanan olumsuz nedenler bu aileleri riske açık bırakmaktadır. Özellikle dikey göçlerle oluşan yeni kentsel alanların, alışıldık yüzü olan akrabalık ve hemşehrilik, yeni süreçte kente yeni gelen kitlelerin kente eklemlenme, kente ait olma ilişkilerini sürdürecek nitelikleri taşımamaktadır. Bu nedenle kentte karşılaşılan risk durumları güvensizlik ortamını yaratmaktadır. Kendisini güven içerisinde hissetmeyen bu guruplar, sürekli bir belirsizlik duygusu içerisinde kalmaktadırlar. Geleneksel refah rejimi içerisinde anlamlanan güven ilişkilerinin değişen yapısı, kent mekânında birlikte yaşama deneyiminin var olan yapısı ve geleceğinin, izole edilmiş mekânlarda, dışarıda bırakılmışlık duygusu içerisinde oluşumunu sağlamaktadır. Terör ve güvenlik kaynaklı nedenlerle göç edenlerin kırla ilişkileri zayıflamıştır. Bu değişim kent mekânında eşitsiz ilişki biçimlerinin yapısı derinleşmektedir.

(5)

Küreselleşme süreciyle Ulus Devlet’in yeni rolleri ve yeni liberal politikalarla kuralsızlaşan yoksulluk dinamikleri riskin içeriğini belirlemektedir.

Yeni dönemin risk eğilimleri, toplumsal kategoriler için kaçınılmaz etkileme/etkilenme biçimlerini oluşturmaktadır. Türkiye’nin terör nedeniyle kentlere verdiği kitlesel göç, dayanışma kanallarına yüklenen riski geriletme mekanizmalarının içeriğini belirlemektedir. Küreselleşme süreciyle, izole ve yalnızlaşmış toplumsal gurupların mekânsal konumları, riskli toplumsal gurupların içeriğini zenginleştirmektedir. Yeni dönemde kent mekânında yoksullaşan kitleler izole ve yalnızlaşma süreçleriyle geleceğe dönük olarak algıladıkları riskleri dönüştürecek kapasiteden uzaktır. Bu durum, adı geçen gurupların beklenti düzeyeni düşürmekte ve geleceği dönüştürme çabalarını azaltmaktadır.

Geleceğin belirsiz ve tehlikelerle dolu olduğu bilgisine sahip yoksul kitleler, geleceğe ait beklenti düzeylerini karamsarlık içerisinde, hep kötüyü bekleyen bir çerçeve içerisinde şekillendirmektedir. Küreselleşme sürecinin ulus devletin karar alma süreçlerini geriletmesi sonucu ortaya çıkan belirsizlik durumu yeni yaşama stratejilerinin belirlenmesi için gerekli olan karar alma süreçlerini de zayıflatmaktadır. Kente yeni gelen/kentte tutunamayıp kent içi hareketliliğe başlayan toplumsal guruplar, kentte kendilerinin riskli guruplar olarak tanımlandıkları bölgelere yerleşmektedirler.

Türkiye’de kentleşme üzerine yürütülen tartışmalar, kırdan göç, gecekondulaşma, kentlileşme, siyasi katılım, kentte kurulan informal ilişkilerin niteliği ve son dönemlerde ise yoksulluk bağlamında ele alınmıştır. Bu araştırmaların sonuçları kentsel alandaki formal iş piyasasının kente göç edenleri emebilme gücünden yoksun olduğunu ve göç edenlerin kentte var olabilmek için daha çok informal ilişki kanallarını (akrabalık, hemşerilik gibi) kullanarak, informal iş piyasasına dâhil olduklarını ortaya çıkarmıştır. Ancak bu araştırmalar, göç edenler arasındaki katmanlaşma ve göçten sonraki katmanlaşma üzerinde fazla durmamaktadır. “Gecekondu” araştırmaları olarak diye özetlenen bu çalışmalar, göçün konut piyasası üzerindeki etkilerin üzerinden giderek, kente göçen yoksul kitlelerin öncelikli mücadelelerinin kentte tutunabilme olduğunu ortaya koymuştur (Erder, 2001: 18).

Kentlerde gerilim ve dışlanma sürecinin ortaya çıkardığı yeni dayanışma ilişkileri, “yerel ilişkiler ve kurumlar, mekân, siyasi, sınıfsal yapı ve etnik özellikler” (Erder, 1997: 29) ile şekillenmeye başlamıştır. Bu yeni yapı içerisinde, genel siyasi, toplumsal ve diğer süreçler bir bütün olarak düşünüldüğünde, kentsel mekânda ortaya çıkan ilişkiler, mekân kullanım deneyimleri, cinsiyete ve yaş gruplarına göre ayrışan bir toplumsal farklılaşma kentte karşılaşılan risklerinin nesnel zeminini oluşturmaktadır. Küreselleşme süreçlerinin ortaya çıkardığı değişme ve bu değişmenin tarafı olan aktörlerin yeni yüzlerinin oluşumunda kentsel eşitsizlikler ve ulus-devletin refah rejimi sağlama girişimlerinin içeriğini belirleme çabası da etkili olmuştur. Ulus devletin rollerinin, toplumsal sınıflar arasındaki farlılaşmaları derinleştireceği

(6)

tartışması genellikle, yeni duruma ilişkin refah rejiminin öncelikleri ve ülkenin sosyal sermayesinin yapısına bağlı olarak anlamlanmaktadır. Bu açılım, insanların ekonomik hayatlarını sürdürme biçimleri ve ekonomik hayatlarında karşılaşabilecekleri işsizlik ya da yaşlılık gibi çeşitli risklerle nasıl baş ettikleriyle ilgili tartışmalar üzerinden ilerletilebilir.

Bu tartışmalar, gündelik yaşamda temsil edilen sınıfla ilgili profillerin riskle olan ilişkilerinin yoğunluk derecesini de ortaya koymaktadır. Refah devleti kavramından yola çıkarak, insanların hayatlarında karşılaşacakları ve mutlak karşılaşacakları risklerin merkezine çözüm üreten aktör olarak devleti yerleştirme eğilimi vardır. Bu söylem refah devletinin bildiğimiz rolleri ve yeni süreçte bu rolleri yerine getirme/getirememe sonucunda ortaya çıkacak yeni risk durumlarının tanımlanmasını içerir. Buna karşılık Buğra tarafından refah devleti söyleminin karşısına refah rejimi konmaktadır. Bu yaklaşım devlet müdahalesinin yanı sıra, hem piyasa ilişkilerinin hem de kişisel ve enformel nitelikli aile, cemaat, komşuluk gibi ilişkilerin, işsizlik, hastalık, yaşlılık gibi durumlarda bireyin hayatını idame ettirmesini sağlamadaki rollerini ön plana çıkarmaktadır (Buğra, 2001: 22). Kentte risk altında bulunan ve kentte tutunma ve kendilerini yeniden üretme bağlamında informal konut piyasasıyla oluşan gelişmeler, özellikle son dönemde varoş söyleminin kullanılmasıyla, kentleşme deneyiminin öncelikli yapıları olan eskinin gecekondu bölgelerinde yeni toplumsal farklılaşmaları ortaya çıkmaktadır. Bu trendler aynı zamanda, kentsel alanlarda oluşan yapının hangi toplumsal kesimler için hareketlilik hangileri için dışlanma anlamına geldiğinin de ip uçlarını vermektedir. Bu yeni süreç, kentsel mekânda, göç etmiş ve kendi içerisinde homojen olmayan büyük gurupların, yeni durumlarının oluşumunda etkin olan faktörlerin anlaşılması ihtiyacını ortaya çıkmaktadır.

Özellikle dar gelirli ve göçe maruz kalmış, ciddi bir sermaye birikimi olmayan geniş kitlelerin yüz yüze geldikleri ciddi sorunlardan birisi, günümüz kriz şartlarında ortaya çıkan yoksulluk şartları ve onun doğurduğu risklerdir.

Ortaya çıkan yeni riskler kentsel alanda yaygınlık ve etkileri bakımından, bilinen ilişki ağları ile telafi edilemeyecek kadar büyüktür. Özellikle cemaatleşme eğilimlerinin desteklediği informal yapılarla oluşan yaşam deneyimlerinin anlamsızlaşması, kentlerde yeni yoksul guruplarını ortaya çıkarmaktadır. Ortaya çıkan yeni yoksul guruplarının kendi rasyonel ilişki yapılarını oluşturmaları, bu gurupların kendi dinamiklerinin tanımlanmasın da hareket noktasını oluşturmaktadır.

Yoksul bölgeleri olarak tanımlanan mekânlar yeni gerilimlerinin ve yarılmalarının alanlarıdır. Özellikle kitlesel göçle oluşan mekânların gerilim alanlarına dönüşümlerinin olgusal gerçekliği ve bu gerçeklik içerisinde oluşan yapı, risk kavramı odağında okunmalıdır. Bu okumanın önceliklerinin altı, güvenlik, güven ve dayanışma kavramları odağında tekrar gözden geçirilmelidir. Bu sayede, Türkiye’nin küresel kapitalist sisteme nasıl ve ne şekilde eklemleneceğinin koşulları, anlaşılacaktır. Değişik eklemlenme

(7)

biçimlerinin varlığı göz önüne alınacak olursa, bir trend olarak yoksullaşma eğilimlerinin içeriğinin farklı özneler tarafından nasıl biçimlendirildiğinin analizi, yeni risk koşullarının toplumsal sınırlarının çizilmesin de zengin bir veri kaynağıdır. Yeni risk koşulları kalıcı etkiler bırakacak zenginliktedir. Belirsizlik sürecinin etkisi ile zenginleşen çaresizlik ve dışlanmışlık duygusunun kalıcı etkileri hem eski yoksulları daha da aşağı itmekte hem de yeni yoksul guruplarını ortaya çıkarmaktadır. Özelikle ulus devletin küresel etkiler karşısında aldığı yeni konum, bu yoksul gurupların oldukça riskli guruplar olarak hacimlerini gittikçe artırmaktadır. Sanayi toplumu jargonunda sınıf profilleriyle analiz edilmeye çalışılan risk durumlarının içeriği değişmektedir.

Değişik risk gurupları sınıf profillerinin ötesinde zengin bir aday listesi ile karşılanmaktadır.

Bu noktada asıl tartışılacak konu ‘kente eklemlenme kalıplarındaki değişmelerdir. Bir kentin insanı olmayı belirleyen nedir? Doğrudan kazanç, ya da kazancın miktarı ve sürekliği ve düzenliği gibi değişkenlerin (Özgen, 2001:

98) her zaman işlememesi, yeni değişkenlerin tartışılması gerektiğinin habercisidir. Bu tartışmanın doğrusal bir bakış açısı ile kentli olmaktan ya da kentsel değerleri paylaşarak kentlileşmekten öte, farklı bir bakışla ele alınması ihtiyacını gerekli kılmaktadır. Bu değerlendirme, kente informal eklemlenme kalıplarının, yeni dayanışma ve kimlik temelli önceliklerinin bir değerlendirmesini yapmayı gerekli kılmaktadır. Sonuçta bu değerlendirme,

“kentsel yoksulluğun etkileri, temel kentsel hizmetlere ulaşmada karşılaşılan zorluklar, güvenlik açısından sorunlu alanlar olarak ve formal iş olanaklarına ulaşmada yaşanan problemler gibi alanlarda yaşananlar” (UNCHS, 2001: 18)’ın yeni bir yorumu olarak geliştirilmelidir.

Küreselleşme süreci üzerine yapılan tartışmalar genellikle toplumsal yapının geri dönülemez bir şekilde değiştiğinin odağında yapılmaktadır. Bu tartışmalar farklı toplumsal sınıf ve kesimlerin konumlarını, odak alarak çoğunlukla kent ve kentlerdeki yaşam alanlarını ele almaktadır. Küresel ideolojinin neo-liberal politikalarının değişmez ve tek doğru gibi yansıtmasının bir sonucu olarak gelir dağılımının alt gelir gurupları aleyhine bozulması, kentsel mekânda yoksulları ve yoksulluğa aday guruplarının hacmini her geçen gün artırmaktadır. Bunun sonucunda yeni dışlama ve yeni risk durumları kuşaklar boyu sürecek etkileri ortaya çıkarmaktadır. Özellikle 1980 sonrasında ortaya çıkan bu eğilim kentsel mekânın parçalanmış yapısı içerisinde derinleşen yarılma ve yalıtılmışları ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda kentleşme bütünsel bir değerlendirme olanağı sunmayan parçalanmış görünümü içerisinde, kendi rasyonelliğini farklı guruplarda aynı mantıkla işletmeye başlamıştır. Kentsel alanda yaşanan bu parçalanma Mumford’ın sanayi kentini tanımlamak için kullandığı megapolis’ten nekrapolis’e gidişe benzemektedir (1961). Genel yoksulluk koşulları altında zayıflayan güvenlik ağlarının dışlanma ve izolasyon süreçlerini işletmesi, kentsel mekânda kutuplaşmış ilişkileri zenginleştirmektedir.

Kentlerde birbirlerinden kopmuş kutuplanmış ilişkilerin yoksul kitleler

(8)

üzerinden ilerleyen yapısının yeni rasyonelliği, Simmel’in ‘Metropol ve Zihinsel Yaşam’* çalışmasındaki farklılaşmış bir kent yaşamı üzerinden ilerletilen uyum mekanizmalarının içeriğinin tanımlanmasının temellerini yeniden kurmaktadır.

Bu içeriğin Türkiye gerçeğinde gözlenen eğilimleri, kente eklenme kanallarının yeni güç ilişkileri bağlamında nasıl şekillendiğinin bir okumasının yapılmasıyla mümkündür.

Kentlerde Risk ve Dayanışma İlişkilerinin İçeriği

Kentlerde, memleketle sürdürülen ilişkileri iki başlık altında toplanmak mümkündür. Bunlar, kente yakın bir ilden göç eden ve köyleriyle olan ilişkileri zarflamakla birlikte devam ettirenler ve kırla olan ilişkilerini kaybetmiş kent yaşamında yalnızlaşmış olanlardır. Birinci gurup, hem göç sürecinde, hem de göç sonrasında köyleriyle olan ilişkilerini sürdürmektedir. Bu sayede köyle sürdürülen ilişkiler bir dayanışma kanalı olarak kullanılmaktadır. Ancak, kentlerde kırla sürdürülen bu ilişkinin geleceği ve içeriğine yönelik kaygılarda yaşanmaktadır. Kentlerde özellikle dışarıdan alınacak yardımın sürekli olmasına yaşamsal ihtiyaç duyan geniş bir kitlenin de varlığından söz edilebilir. Bu nedenle yardımın süreceğine inancın düşük olması, bu ilişkinin kentte karşılaşılacak risk durumlarını ne kadar ve ne zamana kadar taşıyacağına şüpheyle bakmayı gerekli kılmaktadır. Bir dayanışma türü olarak, köye olan ilişiklerin belirli bir süre devam ettirilme eğilimi vardır. Özellikle göç geçmişi eskiye dayanan guruplar, kırla olan ilişkilerini bir süre daha sürdürmektedirler.

Bu sayede göçle ortaya çıkan gerilim yumuşatılmaktadır. Travma sonucu, özelikle güvenlik ve terör nedeniyle kente gelen gurubun kırla ilişkilerinin kopmuş olması, göç sonrası geliştirilecek ilişkilerin içeriğinin belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Bu rol, çoğunlukla kimlik temelli oluşumların dışlanmışlığı üzerinden ilerletilmektedir. Bu tanımlama riskli kentleşme eğiliminin öfkeyle zenginleştirilmiş varlığını tanımlamaktadır. Her türlü toplumsal kırılma ve kriz durumunda riske açık olduğunun düşünülmesi, bu gurubunu algısını daha da zenginleştirmekte ve derinleşerek devam etmesini sağlamaktadır.

“Kente göçle –hatta geleneksel ilişki ağının kırda kayboluşuyla– birlikte keskin kültürel kopuş bazen şizofrenik bir algı üretebiliyor… Bu durum da bütün hayatı kavrayan bir kültürel duruşun ürettiği algı ve söylemin kurulabilme, sürdürülebilme zemini yok; o zaman geriye refleksif bir seçim şansından fazlası kalmıyor” (Can, 2002: 127). Kentlerde memleketiyle ilişkilerini sürdürme konusunda yalnızlaşan guruplar çoğunlukla Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi kökenli ailelerden oluşmaktadır. Bu guruplar göç kararını ani veren ve göç edeceği yere ilişkin herhangi bir hazırlığı        

* Simmel bir modernite paradigması oluşturduğu çalışmasında; modernitenin özünü, bilimsel teknolojik çağ içerisinde belirler. Bireyin iç güvenliğinin yerini modern yaşamın karmaşasından doğan belirsiz bir gerilim, huzurlusuzluk duygusu ve telaş almıştır. Bu huzurlusuzluk kendini en açık biçimde kent yaşamında gösterir.

(9)

olmayanlardan ailelerdir. Bu gurupların çoğunlukla göç ettikleri yerle hiçbir bağlantısı kalmamıştır. Köy, onlar için bir zamanlar yaşanmış ve bitmiş bir yerdir. Kentlerde dikkat çeken başka bir gurup ise iki guruptan bağımsız olarak daha eski kentli olarak adlandırabileceğimiz guruplardır. Bu guruplar, kente geçirilen süreye bağlı olarak akrabalarıyla olan ilişkilerini aşındıran, akrabalık temelli ilişkiyi sürdürme imkânını kaybedenlerden oluşmaktadır. Bu guruplar kişisel anlaşmazlıklar sonucunda kentlere göç etmekte, bu sayede akrabalarından uzaklaşmaktadır.

Özelikle akrabalık ilişkilerinin değişen içeriği, kentte tutunmak ve riskleri karşılamak akacıyla akrabalık ilişkilerinin dışında başka birlikteliklere duyulan ihtiyacı ortaya koymaktadır. Akrabalık ilişkileri ve hemşehrilik dayanışması açısından dezavantajlı guruplar, sorunlarını paylaşma ve kente eklemlenmek amacıyla kendilerine uygun bir güvenlik alanı arayışına girmektedirler. Kentte sahipsiz kaldığını düşünen ve yardıma ihtiyaç duyan bu gurubun güçlü olmak ve ayakta kalmak için akrabalık ve hemşerilere ihtiyaç duyması ve buna karşılık gelecek ilişkileri geliştirememesi yoksulluk koşullarıyla derinleşmektedir.

Kentlerde aile dayanışması açısından dezavantajlı ve riske açık konumda bulunan bir diğer gurup ise, eş kaybı ya da farklı nedenlerle eve gelir getiren aile üyelerinden birisinin olmadığı ailelerdir. Özellikle ölüm, ayrılık vb.

nedenlerle aile üyesinin aile ekonomisi içerisinden çekilmesi aileyi derin risk durumuyla baş başa bırakmaktadır. Aile reisinin olmadığı durumlarda, ailenin riski algılama düzeyi oldukça yükselmektedir. Can tarafından yoksullukla ilgili yapılan bir çalışmada (2002); ‘içinden çıkılamaz yoksulluk döngüsünün başlangıcı olarak, hastalık, aile sorunu, beklenmedik iş kaybı, gibi travmatik olaylara gönderme yapılmaktadır. Bu göndermeye göre, yoksullaşma çoğu zaman uzaktaki ya da dışarıdan bir nedene bağlanmamaktadır. Böyle bir algının kaçınılmaz sonucu olarak travmatik bir kırılma/savrulmayla yoksulluk döngüsüne girildiğinde, eş zamanlı olarak önce aileye sonrada kendine kapanan ve bir anlamda sürekli olarak içeriye doğru dökülen bir çökme süreci işlemeye başlıyor’ (Can, 2002: 126).

Aile içerisindeki yakın kayıplarının ya da aileden uzaklaşmasının ortaya çıkardığı risk durumlarında, öncelikli kullanılan kanal çoğunlukla akrabalar olmaktadır. Kentte ailesi ve kendisine yardım edecek akrabalarla sürdürülebilir bir ilişkisi olmayan aileler, karşılaştıkları risk durumlarını daha yoğun ve kalıcı etkilerle geçirmektedirler. Özelikle kadının aileye sahip çıkması gerektiğinde, o güne kadar ev dışarısında çalışma yaşamında katılmayan kadının bu sorumluğu yüklenmesini beklemek başka bir sorunlu alan olarak tanımlanabilir. Yeterli geliri olmayıp, derin yoksulluk içerisine itilen ve yalnızlaşan kadının riskleri geriletmek için kullanacağı alternatifler çoğu zaman ailenin toplumsal yaşamın dışına itilmesiyle sonuçlanmaktadır. Bu durumdaki aileler yaşamlarının bundan sonraki bölümünde sahipsiz kalma açmazıyla yüzleşmektedir.

(10)

Kimlik ve bölgecilik, kentlerde komşuluk ve akrabalık ilişkilerinin işlemediği durumlarda, işlevsel olarak kullanılan kanallardır. Bu kanalar çoğunlukla hemşehrilik temelli olmakla birlikte, son dönemde kente tutunmak amacıyla kullanılan din, mezhep, etnik ve bölgeci seçimlerle şekillenmektedir.

Dayanışma için ihtiyaç duyulan kanalların yetersizliğine yapılan vurgu, sadece maddi yardımlarla ilgili değildir. Sorunlarını paylaşacak birilerine duyulan ihtiyaç ve paylaşım da bu anlamda değerlendirilebilir. Risk durumlarında dayanışma ilişkisine girilecek kanalların yokluğunun yarattığı güvensizlik, sürekli yardıma ihtiyaç duyan gurup için vazgeçilmez bir öncelik olarak değerlendirilebilir. Özelikle bu bağlamda kurumsal desteğe ihtiyaç duyan aileler akrabalık ilişkileri açısından yalnızlaşmaktadır.

Yoksullaşmanın etkisiyle izole hale gelen aileler, derin sahipsizlik algılamasıyla gündelik yaşamın dışına itilmektedir. İzole olmuş ailelerin yalnızlaşmasında yaşadıkları hayal kırıklığı ve gelecekte içerisinde bulundukları durumu değiştirecek bir özneye olan inancın yıkılmasının etkisi vardır.

Özellikle ulus devletin bu beklentiyi karşılamada yaşadığı kurumsal yetersizlik ve siyasi tercihinin küresel koşullarda kazandığı anlamlar, sahipsiz kaldığını düşünen kitlenin hacmini arttırmaktadır.

Kent çalışmalarında akrabalık ve aile yüceltilen bir dayanışma kanalı olarak öne çıkarılmaktadır. Akrabalık ve aile dayanışması açsından kendisini dezavantajlı gören kent sakinleri köksüz ağaç metaforu olarak tanımlanabilecek bir algılamayla, kendilerini güvende hissetmemektedirler. Kentte kopan akrabalık ilişkileri bu köksüzlüğü sürekli hatırlatmaktadır. Akrabalık ilişkilerinin gelecekte alternatif bir kanal olarak kullanılma olasılığı, göç sürecinde yerleşilen mekânla doğrudan ilişkilidir. Akrabalık ilişkilerinin kullanılma olasılığı çoğu zaman ortak mekânı paylaşmakla birlikte ilerlemektedir. Bunun için kentlerde farklı bir mekâna yerleşmek bu olasılığı ortadan kaldıran bir girişim olarak tanımlanabilir. Akrabalık ve hemşehriliğin derinlemesine bakıldığı zaman şimdi ve gelecekte karşılaşılacak risk durumlarını koşulsuz taşıyacak bir olgu olmadığı tespitini yapmamız gerekmektedir. Göç süreci ve akrabalarla ilgili görüşmelerde, akrabalığın öncelikli kullanılan bir kanal olduğu, ancak daha sonra geçen zamana bağlı olarak kullanım amacı ve sıklığının değiştiğini söyleyebiliriz.

“Aile dayanışmasına yeni dünyada artan sorumluklar yüklenmesi, kişilerin giderek yoksulluğa sürüklenmesine yol açmakta, refah devleti de bu gidişi önlemekte yetersiz kalmaktadır. Bu tür geleneksel modelde en çok yoksulluğa düşme riski taşıyan kesimler aile ve diğer toplumsal ağları olmayan veya böyle bir olanaktan yararlanamayan kesimlerdir” (Kalaycıoğlu & Rittersberger, 2002:

211). Dayanışma ilişkilerinin içeriğinin belirlenmesinde yoksulluk belirleyicidir. Buna göre, kentte her şeyin para olması, ilişkilerin bir sürü masrafa yol açması, durumu iyi olan akrabaların selam vermekten bile kaçması, geçim derdinin her kapıyı kapatması ve akrabalardan darbe yenmesi gibi

(11)

düşünceler, akrabalık ilişkilerinin var olan durumunu şekillendiren temel faktörün, yoksulluk kaynaklı olduğunu ispatlamaktadır.

Özellikle yoksulluğu bağlı kapanmanın ortaya çıkardığı/çıkaracağı yalnızlaşma kentlerden beklenenlerin olumsuz duygularla ifade edilmesini sağlamaktadır. Bu durum hem yaşanan ilişkilerin değersizleşmesini hem de gelecekte yaşanacak risk durumlarına karşılayacak ilişki ağlarının zayıflaması sonucunu doğuracaktır. Kısaca tekrar etmek gerekirse, akrabalık ilişkilerinde meydana gelen değişim, bu ilişkilerin altının oyulmasıyla birlikte ilerlemektedir.

Altı oyulan dayanışma kent yaşamında ihtiyaç duyulan akrabalık ilişkilerinin dayanıksızlaşması sonucunu derinleştirecektir.

Yoksullukla birlikte kentlerde komşuluk ilişkilerinin alternatif dayanışma kanalları olduğuna ait bir beklenti çoğu araştırmalarda sıklıkla dile getirilmektedir. Türkiye’nin geleneksel refah rejimi içerisinde informal kanalların örten varlığının, çoğu kriz ve dayanışma gerektiren durumlarda sıklıkla birincil bir konumda algılanması, bu konuda yapılan çalışmaların sıklıkla dile getirdiği bir olgudur. Özellikle toplumsal dayanışmanın yüceltilmiş değerlerinin uğradığı değişimi, yüzeysel bir bakışla algılamanın olanağı yoktur.

Bunun için, alışkanlık olduğu üzere, geleneksel refah rejimini oluşturan toplumsal yapıların üzerine konuşmaktan çok, gelecekte hangi toplumsal konumda olacağına ilişkin konuşmaya ihtiyacımız vardır.

Memleketiyle ilişkilerini koparmış, kentte yalnızlaşmış riske açık hâle gelen aileler tekrar göç etmek için ihtiyaç duydukları/duyacakları gücü kendilerinde bulamamaktadır. Özelikle yoksulluk süreciyle kentte yorulan aile dayanışması, yeni duruma adapte olmak için ihtiyaç duyacağı direnişi sergileyemeyecektir.

Geri dönme imkânın bir alternatif olarak değerlendiren aileler, memleketle ilişkilerini koparmayanlardır. İlişkisi devam eden bu aileler, en azından, çocukları olmasa bile kendilerinin gelecekte (belki) memlekete geri dönebileceğinin altını çizmektedirler. Bu düşünce karşılaşılacak risklerde esnek davranma olanağı olan, özellikle sürekli bir işe ihtiyaç duymayan, yani mekâna bağımlılığı olmayan gurupların dile getirdiği bir düşüncedir. Kentlerde yoksulluk şartları, zaman geçtikçe yorgun bir gurubu ortaya çıkarmaktadır. Yeni risk durumlarında mücadele gücünden yoksun bu gurup, bildiği tüm direnme kanallarını kullanmış bir anlamada yenilgiyi kabul etmiştir.

Risk grubu aileler olarak tanımlanabilinecek, dönüştürme kapasitesinden yoksunluk, kentlerde ortak mekânı paylaşmadan kaynaklanan çaresizlik duygusunu zenginleştirici rol oynamaktadır. Yoksulluk koşullarında çaresizleşen aile izole olmuş mekânın sorunlarını yoğunlaştırarak yaşamakta ve riske gittikçe açık hale gelmektedir. Başka bir ifadeyle içe kapanmış bir şekilde riski beklemektedir.

Belirsizlik süreci sonucunda geliştirilen derin güvensizlik duygusu karşılaşılan risklerin olağanlaştırılmış bir çerçevede algılanmasını sağlamaktadır. Özellikle olağanlaştırılmış, normalleştirilmiş risk algısı, yaşamın

(12)

bütün bileşenlerine karşı derin ve köklü öfke refleksiyle birlikte ilerlemektedir.

Yarının nasıl olacağına dair verilerin bulunmaması, dipsiz bir kuyunun içerisinde ilerlediği izlenimi vermektedir. Gündelik yaşamda karşılaşılan sorunlar sürekli üzerine gelmektedir. Özellikle yalnız, toplumsal destek kanallarından mahrum olan aileler, komşuluk da dâhil olmak üzere, sağlıklı ilişkiler geliştirmek için gerekli çabadan uzaktır. Komşularla olan ilişkilerin güvensizlik içerisinde şekillenmesi birlikte yaşama deneyiminin zeminini kaygan hâle getirmektedir. Kente eklemlenme ve kentli olma becerilerinden yoksunluğun yarattığı eksiklik duygusu sürekli yaşanır hale getirmektedir.

Agamben, Kutsal İnsan isimli çalışmasında egemen iktidarın karşısında çıplak bir yaşımın doğal koşullarının kamp hâline getirilmiş mekânlarda yaşandığından söz ederken, toplama kampı ve buna benzer kapatılmışlıkların insanı nasıl savunmasız bıraktığını açıklamaya çalışır. Agamben, ‘istisnai durumların kurala dönüşmeye başladığı zaman açılan mekânların kamp olarak tanımlanması gerektiğini savunur. Agaben’e göre, dışarıda tutulan anlamına gelen istisna (ex-capere), kampa alınarak dışarıda tutulan şeyin tam da dışlanmak suretiyle içlenmesidir (2001: 219-222). Kampa giren herkes, dışarıyla içeri, istisnayla kural, yasalla yasal olmayan arasındaki belirsizlik mıntıkasına girmiş olur (Agemben, 2001: 222). Agemben’e göre bugün “ulus devletin yapısı ülke/toprak-düzen-doğum üçlüsüyle tanımlanıyor” (2001: 227) ise bu düzenin egemen paradigması bir yerlerde kırılmaktadır. Günümüz siyasal sistemi, artık hayat tarzları ve hukuk kuralları vazetmiyor; bunun yerine, bunu aşan ve bütün hayat tarzlarını ve bütün kuralları içine alabilen yersizleştiren bir yerleştirmeye (dislocating localization) dayanıyor. Yersizleştiren bir yerleştirme olarak kamp, bugün hala içinde yaşadığımız siyasetin gizli kalıbıdır.

…şehirlerimizdeki varoşlar olarak karşımıza çıkan metamorfozlarını tanıyabilmek için kampın bu yapısını bilmemiz gerekiyor. Dolayısıyla kamp, devlet, ulus (doğum) ve ülkeden oluşan eski üçlüye eklenen dördüncü ve ayrılmaz unsurdur (Agamben, 2001: 228). Bu anlamda mekânda izole olmuş, kamp koşullarını yaşayan kent sakinlerinin de-facto durumu meşrulaştırılması söz konusudur. Bu de facto durum, burada yaşayan insanları kent mekânında bağımlı kılmakta, diğer mekânlarla olan ilişkilerinin kesilmesini sağlamaktadır.

Mekânın kamp koşullarının tanımı olarak okunabilecek bu durum kentlerin kamp gibi algılandığının göstergesidir.

Agamben tarafından dile getirilen kamp koşullarının, izolasyona dayanan mekânlarda yeniden üretimini zenginleştiren, yalıtılmışlık söylemi, risk guruplarının belirlenmesinde ya da riske birlikte açık benzer toplumsal sınıfların birlikte yaşadıkları mekânların dışlanmışlık alanları olarak tanımlanmasını zenginleştirmektedir. Kentte beklediği konumu elde edemeyen, içerisinde bulunduğu durumdan memnun olmayan görüşülenler, kamp koşullarının tanımını yaparken, kentlere gönüllü olarak yerleştiklerinin farkındadırlar. Bu anlamda özellikle mahalleler dışarının riskli ve karşı konulamaz taraflarına karşı en iyi savunmanın yapılabileceği yerdir. Bunu aynı zamanda, kente eklemlenme

(13)

konusunda yaşanan başarısızlığın verdiği dışarıda kalmışlık duygusunun kendi içerisinde savunmasının yapıldığı mekân olarak da değerlendirilebiliriz.

Bu değerlendirme, bazen öfkeyle konumun sorgulanması, bazen de öfkesini doğrudan yansıtacağı bir başka grubun aranması şeklinde kendisini göstermektedir. Beklentisi karşılanmamış, riske açık ve savunmasız olduğunu düşünen gurubun kendisini üvey evlat gibi görmesi, dışlanmışlığın bir başka ifadesi olarak okunabilir. Dışlanmışlık düşüncesi, geleceğe yönelik, beklenti düzeyinin düşüklüğünü ortaya çıkarmaktadır. Buna göre, gelecekte çevresinde olanlara etkin bir özne olarak katılamayacağını düşünen kent sakinleri, tanımlanmayı ve tespit edilmeyi istememektedir. Bu durum, iki farklı düşünceyle birlikte ilerlemektedir. Öncelikle, kimsenin farkında olmadığı bir varlık olarak bu mekânlarda yaşamak, kente öncelikli eklemlenmenin birinci yoludur. Bu eklemlenme süreci daha sonra ‘ben burada hep vardım, siz benim farkıma varmadınız’ düşüncesiyle birlikte bir sorgulama sürecine girmektedir.

Gündelik yaşamda yoksullaşma süreci birlikte bıçak sırtında yaşamı ortaya çıkarmaktadır. Bıçak sırtında yaşamak sürekli riske açık olmak, sürekli risk koşulları içerisinde yaşamakla aynı anlama gelmektedir. Yoksulluğa karşı geliştirilecek yaşama stratejileri, bıçak sırtında yaşama koşulları etrafında şekillenmektedir. Yeterli geliri olmayan, derin yoksulluk içerisine itilen bu yaşam, düzenli ve sürekli gelire duyulan ihtiyaçla ifade edilmektedir.

Yakın aile ilişkisi içindeki önemli katkılardan biri, Türkiye’nin geleneksel yapısına uygun olarak, ailenin erkek üyelerinin düzenli ve yüksek gelir getiren bir işte çalışmasına bağlıdır. Bu işin temel nitelikleri, özel ve kamu sektöründe, Emekli Sandığı, SSK ve Bağ-kur gibi sosyal güvence ve emeklik haklarına sahip olunabilinen, ve zaman içinde maaş, ücret artışları alınabildiği bir iş’

(Kalaycıoğlu & Rittersberger, 2002: 219) ailenin gelecekte karşılaşacağı risklerde nasıl davranacağının ip uçlarını vermektedir. Sürekli gelire sahip bir iş ve herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna üye olma, güven için en gerekli donanımlardan birisi olarak sunulmaktadır. Kente yeni taşınmış ve kentte tutunma deneyimleri görece başarısızlığa uğramış aileler, bu durumlarıyla başa çıkmanın bir yolu olarak sürekli bir geliri olan düzenli bir işi kurtuluş olarak görmektedirler. Özellikle komşular arasında düzenli bir işi, bir geliri olan aileler şanslı konumda tanımlanabilir. Bu bağlamda düzenli gelir, belirsizlik algısını azaltan ve kente tutunmak için gerekli olan bir değişken olarak tanımlanabilir.

Kendisini risk altında hisseden öznenin, etrafında olup bitenlere karşı takındığı tavır ve bu olayları anlamlandırırken kullandığı dil üzerinden bir analiz yapmak gerekirse; kendisini risk altında hisseden yoksul gurup, etrafında olup biten olayların kendi dışarısında gerçekleştiğini ve kendilerinin bu olayların hiçbir yerinde olmadığını düşünmektedir. Bunu kontrol yitimi olarak tanımlayabiliriz. Yaşadığı dünyayı dönüştüren özne olmamanın ortaya çıkardığı kontrol yitimi duygusu içe kapanmış bir yaşamın gelecekte karşılaşacağı risk durumlarında temsil edilecek toplumsal kategori hakkında bilgi vermektedir.

(14)

Bağımlı olmanın yetersizlik açısından bir yorumunu yaparken aynı zamanda dönüştürme kapasitesinin yoksulluk koşullarında nasıl şekillendiğinin ipuçlarını da vermektedir. Yoksulluğun bu yüzü, Erdoğan’ın da belirttiği gibi, “Türkiye’de kültürel ve tarihî açıdan yoksulluk, bir yaşam standardı veya maddi ekonomik gösterge olmanın ötesinde bir hissetme yapısına işaret etmektedir.” (Erdoğan, 2001: 12).

Kentlerde kimlik temelli izolasyona eğilimli olan, travma nedeniyle göçün kente savrulmuşluk üzerinden ilerleyen geniş kitleler söz konusudur. Özellikle terör ve kan davası gibi nedenlerle göç edenlerin, içerisinde bulundukları savrulmuşluk ve yerinden edilmiş duyusuyla geliştirdikleri öfke, kentte geliştirilecek kimlik temelli girişimlere kaynaklık etmektedir. Kimlik temelli izolasyona eğilimli, dayanışma ve geri dönme kanalları kapanmış bu guruplar kendisini dışlanmış hissetmektedir. Bu anlamda travmalı kapanmayla yoksulluktan kaynaklanan kapanma arasında bir fark var mıdır? sorusunun sorulması gerekmektedir. Kapanmanın izlerinin güvenlik ve güven içerisinde ya da dayanışma içerisinde aranma şansı vardır. Travmalı kopanların kentle ilgili beklentilerinin radikal bir istem şeklinde dile getirilmesi söz konusudur.

Özellikle göçün ortaya çıkardığı duruma karşı geliştirilen öfke bu gurupta yoğun bir şekilde gözlenebilir. Travmalı göçün kentte taşıdığı geniş gurubun kentte kullanacağı dayanışma ağları daha çok kimlik temelli olacaktır.

SONUÇ

Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, öncelikle, gündelik yaşamın günümüz koşullarında, bir dönüştürme dinamiği olarak hangi önceliklerine uygun değiştiğinin tespitinin yapılması gerekmektedir. Gündelik yaşama, dolayısıyla toplumu değiştirmek için benimsenen tutumlar, belirli bir terminolojinin üzerinden ilerler. Bu çalışmada üzerinde konuştuğumuz alan sonuçta bir kenttir. ‘Her dönem kentler bir özelliğiyle öne çıkarılıp bu tercihin üzerinden tartışılır’ (Albertsen & Diken, 2002). Bu durum sanayi kentinde de, sanat kentinde de ya da politik bir güç merkezi olarak kentte de hep böyle bir tercih odağında tartışılmıştır. Bu nedenle her çalışmanın baskın bir kavramsal odakta yapılandırılan bakışı, bir şekilde bütün çalışmanın söylemsel zemini üzerine kurulur.

Günümüzde yaşam alanları, egemen aktör olarak değerlendirebileceğimiz ulus devletin yeni konumunun öncelikli tercihlerinin etkileriyle şekillenmektedir. Bu şekillenme her aktörün aynı değişmeye verdiği farklı cevabın yeniden bir yorumunun yapılmasıyla oluşmaktadır. Bugün özelikle büyük nüfusu barındıran kentler, özellikle dezavantajlı üyeleri için, bütün kuralları ortadan kaldırılmış bir jungle’a dönüşmektedir. Bu dönüşüm sağlam bir zemin bulma kaygısını yaşamının tüm hücrelerinde hisseden gurupların mekâna ve toplumsal yaşama dönük tercihlerini şekillendirmektedir. Bu anlamda büyük kentlerde oluşturulan korunaklı siteler, steril alışveriş mekânları ve varoşlar birlikte yaşama deneyimini zenginleştirmekten öte, bu mekânların

(15)

üyelerinin yaşamlarını bir kamp hâlini almasını sağlamaktadır. Özellikle son dönemde kentsel mekânda ortaya çıkan yarılmanın sonucu olarak, hem kentin dışında hem de içinde var olan ve dışlanmışlık duygusuyla yalıtılan mekânların farklı özellikleri üzerine yapılacak olgusal değerlendirmeler, bu yargıyı güçlendirmektedir. Günümüz kentsel yaşamının yeni belirleyeni olan yarılmışlığın izolasyon ve kapanmayla zenginleşen yapısı aracılığıyla yalıtılan mekânlarının riske açık doğasının ortaya konmasına duyulan ihtiyaç, çalışma boyunca her an kendisini gerçeklemiştir.

“Risk toplumu” söyleminin en temel savlarından birisi olan bütün meşrulaştırmalarının ve çözüm yollarının bir tek birey referans gösterilerek (Beck, 1999) tanımlanmaya çalışılmasının sonucu olarak, toplumsal önceliklerin birlikte yaşamaya dayanan yapısı, koruyuculuğunu kaybetmektedir.

Bu anlamda risk koşullarına açık olma hali, farksızlaşma içeren süreçlerin, mekânın içi boş şekilde algılanmasını sağlamaktadır. İçerisi ve dışarısı arasında belirsizleşen ama etkileri artan geçişliliklerin hızı ve miktarının artması bu algılamanın giderek zenginleşmesini sağlamaktadır. Özelikle, genelde mekân, özelde yaşam çevresi için iç ve dış ayrımı yapmaya duyulan ihtiyacın karşılanmaması, yeni sürecin etkilerinin tolare edilebilirliğini azaltmaktadır.

Günümüzde kentlerin yaşadığı farklılaşma, ormanla kentsel yaşamın farkını yitirip aynı anlamda bir iç ve dış ayırımına olanak vermeyecek bir bölünmeyi yaşamayı sağlamaktadır. Bu durum, Bauman’ın tanımıyla, ‘bütün kurallara son verecek kurallar kümesinin’ (Bauman, 2000: 182) ortaya çıkardığı risklerden başka bir şey değildir.

Bu aynı zamanda farksızlaşan ortak risk profillerini paylaşan mekânın yaratılması anlamına da gelmektedir. Farksızlaşmanın bir sonucu olarak belirsizlik duygusunun yaratılması ve birey tabanlı ve doğrudan bireye referans verilen bir çerçevenin yaratılması yeni sürecin önemli karakteristiklerinden birisidir. Sürekli risk altında olduğunu düşünen kaygılı insanın yaratılması, bir anlamda sürekli riskin var olduğu inancıyla tehdit edilen insan profilini ortaya çıkarmaktadır. Böyle bir risk durumunun yaratılması, bireylerin etkin özneler olarak davranmasını etkilemekte, adeta yaşam alanlarına daha da acımasız bir şekilde kapatılmalarını sağlamaktadır. Bu algılama aynı zamanda farksızlıkların farklılaştığı bir duruma da karşılık gelmektedir. Özellilikle network’ün değişen niteliğinin içerisi ve dışarısı arasındaki sınırları kaldırılması, gelişen teknolojilerin insanın kent içerisinde iki türlü anlamının ortaya koymaktadır.

Birincisi olumlu anlamda tüketici olma halidir. İkincisi ise olumsuz anlamda risk altında bırakılmış kapatılmışlık halidir. Bu aynı zamanda sanal gerçekle gerçeğin birbirinin içerisine geçmesi anlamına da gelmektedir. Özellikle görüşmelerde ışıklı mağaza vitrinlerine bakan, izole olduğu yerden kenti seyrettiğini belirten görüşülenlerin tüketememekten kaynaklanan sanallıklarıdır.

Bu aynı zamanda Klasik Durkheimci bir dayanışmanın takibinin imkânsızlaşması anlamına da gelmektedir. Yeni risklerin yarattığı durum, bireysel yaşam biyografilerin düzenlenmesine izin vermeyecek kadar da

(16)

müdahaleci bir tutum sergilemektedir. Beck’in dile getirdiği gibi, bu koşullarda bireyler toplumsal kategorilerden daha uzun ömürlü bir şey hâline gelmektedir.

KAYNAKÇA

Agamben, G., (2001), Kutsal İnsan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Albertsen, N. & Diken B., (2002), “Mobility, Justification, and The City”, http://www.comp.lancs.ac.uk/sociology/soc082bd.html, 02.03.2004.

Bauman, Z., (2000), Siyaset Arayışı, Metis Yayınları, İstanbul.

---, Z., (2001), Parçalanmış Hayat –Postmodern Ahlak Denemeleri–, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Beck, U., (1999), Siyasallığın İcadı, İletişim Yayınları, İstanbul.

Buğra, A., (2001), “Ekonomik Kriz Karşısında Türkiye’nin Geleneksel Refah Rejimi”, Toplum ve Bilim, Yaz 2001, Sayı: 89.

Can, K., (2002), “Yoksulluk ve Milliyetçilik”, Yoksulluk Hâlleri, Demokrasi Kitaplığı, İstanbul.

Erder, S., (1997), Kentsel Gerilim, UM-AG Yayınları, No: 31, Ankara.

---, (2001), Ümraniye –İstanbul’da Bir Kent Kondu– İletişim Yayınları, İstanbul.

Erdoğan, N., (2001), "Garibanların Dünyası: Türkiye’de Yoksulların Kültürel Temsileri Üzerine İlk Notlar", Toplum ve Bilim, Yaz 2001, Sayı: 89, İstanbul.

Harvey, D., (1988), Sosyal Adalet ve Şehir, Metis Yayınları, İstanbul.

Kalaycıoğlu, S.-Rittersberger, H., (2002), “Yapısal Uyum Programlarıyla Ortaya Çıkan Yoksullukla Baş Etme Stratejileri”, 7. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi, Kentleşme, Göç ve Yoksulluk Bildirileri, İmaj Yayıncılık, Ankara.

Lewis, M., (1961), The City of History, Harcourt, Brace & World, INC., New York.

Luhmann, N., (2002), Refah Devletinin Siyasal Teorisi, Bakış Yayınları, İstanbul.

Özgen, N., (2001), “Kente Yeni Yoksulluk ve Çöp İnsanları” Toplum ve Bilim, Sayı: 89, İstanbul.

Rosanvallon, P., (2004); Refah Devletinin Krizi, Dost Kitapevi, Ankara.

Savage, M. and Warde, A. (1993), Urban Sociology, Capitalism and Modernity, New York: Contium.

United Nations Centre for Human Settlements (UNCHS), (2001), The State of the World Cities.

Referanslar

Benzer Belgeler

Dani Karavan dışında Robert Morris, Alice Aycock, Ulrich Rückriem, Dennis Oppenheim, George Trakas, Anne ve Patrick Poirier, Richard Serra, Maurizio Stacciolli, Fausto

Kent ekosistemi bazı bitkilerin yaşamını ve çoğalmasını kolaylaştırırken diğerlerinin yok olmasına neden olmaktadır... Bitkilerin birçoğu kent ortamlarına uyum

Ulus devletin küreselleşme sürecinde bazı işlevleri değişmiştir. Đşlevlerdeki bu değişim olumlu ve olumsuz yaklaşımlar için de önemli bir farklılaşma

Amasya’da yaşama süresine göre katılımcıların üniversitelerinin şehirde en çok neyi değiştirdiğine ilişkin değerlendirme düzeyleri arasında anlamlı bir

insanların boş zamanları ( sanat , kültür, spor, tiyatro, müzik, kütüphaneler, parklar, doğayı koruma, dışarıda yeme içme ve sosyalleşme) içinde planlama

Bölgesi Yaylalarında Çevresel Değişim, Ankara Üniversitesi Yayın No: 362, Çevre Sorunları Araştırma. ve Uygulama Merkezi Yayın

ağırlıklı olan nüfus kesimi kırsal olandır (pek çok ülkelerin nüfuslarının üçte birini kentsel olarak kabul

Ara t rma sürecinde a a daki i lemler yap ld. 1) lgili makamlardan gerekli izinlerin al nmas. 4) Derste kazand r lacak hedef, davran ve içeri in belirlenmesi.. 6) Strateji ve