S a y f a
R Ö P O R T A J
A R A Ş T I R M AMoskova'ya
gidiyorsunuz ?
Hayret!..
Diyelim, mühendis, mimar yahut doktorsunuz. İh tisas alanınıza giren bir kongre, . düzenlenen bir sergi, yayınlanan bir dergi üzerinde konuşmak üzere Fransız, Alman, İngiliz ya da İspanyol kültür ataşesi sizi aradı. Fikrinizi aldı. Siz de adamı büronuza davet ettiniz. Ko nuştunuz. Bundan uygarca ilişki düşünülebilir mi?
Ama ayni işi demir perde diye yaftalanan ülkelerden birinin ataşesi yapsa, hemen damgalandınız.
Teutonia’da konser verilse, İngiliz kültür merke zinde şiir okunsa, Fransız konsoloslusunda film göste rilse bunlara rahatça gidersiniz; belki kartınız da var, boş zamanlarınızı Amerikan Haberler Bürosunun kütüp hanesinde geçiriyorsunuz.
Okumak öğrenmek iyi şey. Ama yine Beyoğlu’nun göbeğinde Tünel’de daha çok sanat ve spor resimleri sergileyen iki vitrinin önünden geçerken neden hep ba şınız önde acele adımlarla geçersiniz. Ya beni gözleyen varsa, ya karşıdan resmimi çekerlerse, değil mi?
Bugüne dek bir çok başkente Paris’e, Viyana’ya, Londra’ya çeşitli dünya başkentlerine çeşitli vesilelerle çağrıldım. Sofya’ya pasaportumu ancak Dahiliye Vekili Öztrak’ın şahsî emriyle alabildim.
İngiliz Kraliyetinden dönüşünüzde monarşist kesile ceğinizi kimse hatırına getirmez de, ne hikmetse Mos kova’dan gelenin ille cebinde ihtilâl beyannameleri ge tirebileceği akla daha yakın gelir.
Bu güvensizlik neden? Cevabını ata sözümüzden alalım; Kişiyi nasıl bilirsin, kendin gibi. Baskıcı, san sürcü, kısıtlayıcının, elbet kendince bir gerekçesi var. Ama bu gerekçe beyaz üstüne siyahla sahifeye vurul dukta ipe sapa gelir yanı olmadığı görülüyor.
Vatandaşı şu konuda özgür sayıp bu, konuda vesayet altına almağa kalkmanın ne büyük saygısızlık olduğu nu, ya dalgınlıktan, ya vurdum duymazlıktan, farketmez görünüyoruz. Ayıp ve yazık.
Bir zamanlar İzmir’in en işlek bulvarına Voroşilof adını vermiştik. Atatürk’ün en çok resmi Karahan Yol daşla çıkmıştır. Maksim Gorki, sık sık İstanbul’a uğ rardı. Onu ilk defa Galata’da bir iskele babasının üs tüne külfetsizce oturmuş, başında bir Özbek takkesi, iri kemikli elleri ile yanındakilere bir şeyler anlatırken görmüştüm. Dünyaya yalnız anlatmak için gelmiş gibi idi. O devirde Türk - Rus ilişkileri iyi idi. Sonra bo zuldu. Sonra yine biraz düzeldi. Son zamanlarda koalis yon hükümeti bir kültür anlaşması yaptı. Ondan sonra gelen hükümet bunu uygulamamayı tercih etti. Sanatçı lar, bilimciler, gıllıgışsız insanlardır. Samimî yaratıklar dır. Kültür adamları günlük politikanın gelip giden hü kümetlerin zikzaklı gidişlerine bazen de birbirinin tam tersi tutumlarına ayak uydursalar, kişilikleri kalır mı?
HALKA AÇILAN
KREMLİN
E
VET Kremlin’den geliyo rum. Stalin’in diktatorya- sı boyunca, özel şatosugibi kullandığı, duvarlarından içeri kuş uçurmadığı Kremlin şimdi artık halka alabildiğine açıktır. Orada dünyanın ünlü yazarlarının da konuk olarak
bulunduğu bir edebiyat kongre si vardı: Dördüncü Sovyet ya zarları kongresi.
Bunun ilki 1934 de yapılmış. Maksim Gorki'nin yönettiği bu kongreye Atatürk, Yakub Kadri Karaosmanoğlu ile Falih Rıfkı Atay’ı göndermiş. Arada 1954 ve 1959 da iki defa daha topla nan kongrenin 1967’deki dördün cü oturumu 23 Mayıs Pazartesi günü Kremlin’in büyük kongre salonunda açıldı. 500 yazarın ka tıldığı oturumda, Presidium ma kamında bütün Sovyet Cumhu riyetlerinin 6500 yazarını temsil eden başkanlar yer almıştı. Or tada kongre başkanı Kostantiıı Fedini. biraz solunda birden moda olan «Sessiz Akardı Dons un ünlü yazarı Şolohof’u, daha yanda ise Sovyet Rusya’nın en sevilen bir yazarı, Simonof’u görmek mümkün. Konuk dün ya yazarları olarak ise Türk sa natseverlerinin pek iyi bildikle ri Pablo Neruda (Şili), Anna Seghers (D. Almanya), Friedrich Dürrenmatt (İsviçre), dostum Hans Magnus Enzensberger (B. Almanya), Roger Caillouas ve Lanoy (Fransa), «Trafik Kazâsı» adlı piyesi Ankara’da oynanan Karlo Levi ve Avrupa Yazarlar Birliği Sekreteri Vigorelli (İtal ya), Charles Snow (İngiltere), Lilian Helmmann ve Joseph Nord (Amerika), «Nedcma» ad lı aşk romanı ile dünyaya ün salan Cezayir’in genç şair ve romancısı Kateb Jacinth, beyaz
kabarık saçları ile her yerde gö ze çarpan Faiz Ahmet Faiz (Pa kistan). Her biri kulaklarında üç dil üzerinden çevirileri ve ren kulaklıklar, Sovyet yazarla rın kendi sorunlarını tartışması nı dikkatle izliyorlar.
Y A R I N :
Sovyet
Yazarları
Haldun Taner, Moskova’daki Halk Sanayi Başarılan cümle kapısı önünde
m m m
>-r~
' M
l
S a y f a A R A Ş T I R M A
En çok "^
Yazar-Yönetici,,
ilişkisi üstünde duruluyor
Rus edebiyatında
“ Poz,, sökmüyor
...
■ Sovyet yazarları kolay ve çok yazıyorlar. Üslup kaygu-
ları pek yok. Güzel şiir okuyan ve Kongreyi izlemek
yerine kapanıp içki içmeyi tercih eden Jevtuçenko'nun
erken şöhreti kıskanılıyor...
Lomonosov ÜniversitesiB
S
OVYET yazarları en çok ilgilendiren yazarlarla y ö neticilerin ilişkileri. Esas ta, ilkede ayrılıkları yok. Edebi yatın sosyal gerçekçi, halkçı, ol ması, sosyal bilince katkıda bu lunması ve bu arada estetik kay- gulan birinci plânda tutmasın dan yanalar. Ayrılıkları çoğu zaman bunun uygulanışındaki dosaj üzerinde. Zaman zaman kısıtlayıcılıklara karşı koyduk ları da olmuyor değil.POZSUZ EDEBİYAT
Sovyet yazarları çok yazıyor lar. Çok kolay yazıyorlar. Kür süde de rahat konuşuyorlar. Acelesiz. Süssüz, şatafatsız. Biraz da fazla uzun konuşuyorlar. Söz lerinin içine sık sık somut ör
nekler, epizodlar sıkıştırıyorlar. Halkın içinden gelmenin halkla övür olmanın, halkın derdi ve sevinci ile bir olmanın verdiği bir sadelik ve candanlık başlıca özellikleri. Rahat konuşmaları konuşacaklarını sade kafalarında oldurmuş olmalarından değil, onu yaşamla da denemiş olma larının verdiği güvenden geliyor, iyi duyan iyi konuşur. Uslûb kayguları pek yok. Çok diyeceği olup da yüreğinin üstündekini dışarı atmak isteyen her insan gibi önce bunun hızına kapılıp içlerini boşaltıyorlar. Biçim süs lemesi, üslûb kaygusu güzel şeydir ama, kabul etmeli ki, bir anlamda da, pozdur. Oysa Sov yet edebiyatının başlıca karakte ristiklerinden biri zannımca pozsuz olması. Olmaktan çok gö rünmek kaygusu dürüstlükle ko
lay bağdaşmasa gerek. Bizim üslûbculuk meraklısı Fecri Ati cilerimizi düşünelim. Onların o biçim özeni ve üslûb kaygusun- dan bugüne ne kaldı? Zaman o kelime cambazlıklarını bir ka buk gibi kurutunca bunların içinde kalıcı bir öz bulunmadığı hayretle görüldü. Ote yandan onların üslûbsuz yazar saydık ları, halk diliyle ve kaleminin ucuna geldiği gibi yazan Hüse yin Rahmi, belki biçim olarak özensiz, ama öz bakımından on ların topundan çok daha zengin bir Türk insanı materyelini gü nümüze bırakmadı mı?
SÖYLENECEK SÖZ
Genellemelerden mikrop gibi korkarım. Hele ayrıntılı incele necek bir konuyu bir yazı boyu na indirgemenin insanı bazen
çok tehlikeli şematizmlere düşü receğini de iyi bilirim. Kısa ya zalım derken yanlış yargılara götürmeyelim kimseyi. Hem öz hem üslûb sahibi çok yazar da var orda.' Büyük sanat eseri el bette biçim ihmali ile yaratıl maz. Demek istediğim kısaca şu. Orda önce söylenecek söz var. Bunun hızı var. Avrupamn bâzı yerlerinde ise, bir doymuşluk şı marıklığının ürünü, sadece bi çim denemeleri var. Söz önemli değil. Cambazlık alkış topluyor. Bunu bir değer yargısı koymak için söylemiyorum. Bunlar sade ce ayrı nedenlerin ayrı sonuçları. O kadar.
PABLO NERUDA
Kremlin sayasının büyük kon gre salonundaki oturumlar üç saat sürdükten sonra yirmi da kikalık sigara arası veriliyor, işte asıl kaynaşma bundan sonra kuliste başlıyor. Pablo Neruda’y- la ilkin burada tanıştık. Türki ye’de çok tanındığını sevildiğini hattâ taklit edildiğini bir Şili’li diplomattan duymuş.
— «Gelsem, orada dostlar mı bulurum düşmanlar mı?» diye sordu.
— «ikisinden de bulunur» de dim, «Çünkü kişilik Rahibi bir şair olduğunuz bizde de kabul ediliyor.»
Güldü. Koluma girdi. Çok iyi tanıdığı Nâzım H ikm efç dair anılarını anlatmaya başladı. Her Moskova’ya gelişte ille onu arar mış. Son şiirlerini karşılıklı okurlarmış. Türkiye’den, başka kimseyi tanımıyor. Çeviricilerini bile. Yazarlar Birliği Kulübün de iki gün sonra verilecek ede biyat matinesine muhakkak ge lip beni dinleyin bir sürprizim olacak» dedi.
JEVTUÇENKO
Jcvtuçenko ile de bu
kulisler-de tanıştık. Kongreye pek gelmi yor. Enzensberger’le beraber ka panıp, içiyormuş. Jevtuçenko sap san saçlı mavi gözlü uzun boylu çakı gibi bir çocuk. Açık mavi dar pantalonu bir numara bü yük mavi süveteri, mokasenleri rahat, elâstiki, çevik hareketleri ile formunda bir atleti andırı yor. Cana yakınlığı yalnız genç liğinden ve güzelliğinden gelmi yor. Asıl sermayesi zekâsı. Kül yutmuyor. Ama yine de çok öl çülü ve mütevazi olmayı bece riyor. Kafası daima şiir üstüne konuşmaya hazır. Bu konuşmayı da bir Kembriç aydınını do yuracak kalitede yapabiliyor. Jevtuçenko'nun şiirleri tartışma götürür. Ama okumakta üstüne yok. O okuyunca şiir başka bir yaşantı oluyor. Dünyaya ün sa- lışı da yazışından çok okuyuşun dan oldu. Erken şöhretini on dan kıskananlar az değil. Mos kova’da gençlerin çoğu onu bu yüzden pek tutmuyor. Edebi ol maktan çok turisttik bir değer olma tehlikesi bu yetenekli gen ci bozar mı bozmaz mı bunu zaman gösterir. Onun bir stizü- nü çok beğenmiştim. John Os- borne bir ara «Öfke» adlı oyunu ile ilgi çekip öfkeli gençlik m o dasının sembolü olduğu zaman Jevtuçenko’yu da bazı AvrupalI eleştirmenler bu etiketle yafta lamak istemişlerdi. Jevtuçenko onlara şöyle demişti: «Avrupada •öfkeli gençler bir şeye öfkeleni yorlar ama niye öfkelendiklerini kendileri de pek bilmiyorlar. Bizse biliyoruz. Farkımız bu rada.»
Y A R I N :
TÜRK YAZARLARA I
TEŞEKKÜR
f
* R ö P O R T A J A R A Ş T I R M A
S
US HATİPLER, ALKIŞA
ALKIŞLA MUKABELE EDİYOI
H Yunan delegesi Koçias, tutuklanan Yun<
yazarları için bildiri
yayınlayan Tü
edebiyatçılarına teşekkür etti
m
K
o n g r e 5 gün sürdü. Kongrenin en çok alkışla nan yabancı hatibi Yunan delegesi Koçias oldu. Yurdun daki hükümet darbesi sonucu hapse atılan yazar arkadaşların dan söz ederken bütün kongre onu ayakta alkışlıyordu.Kongre tutuklu Yunan yazar ların özgürlüğe kavuşmaları için bir de bildiri yayınladı. Yunan delegesi haftalarca önce ilk ola rak Türk Edebiyatçılar Birliği nin bu konuda dünyaya öncülük ettiğini duymuştu. Türk yazar lara teşekkürlerini iletmemi is tedi.
VİETNAM LI OLANLAR
Vietnam ozanları otuzlarına basmamış iki sevimli delikanlı. Ateş hattından izin alıp buraya gelmişler. Yaşamak üzerine şiir leri vardı. Şiir .için evrenin di lidir denir. Şiirden de kutsa’ şey, şu dünyada, her tek insanır ayrı ayrı yaşamı. Bence lıgr in sarım yaşamı, hattâ en önemsi zinnki bile, evrenin bir şarkısı Yaşamak bu şarkıyı sürdürmek Hele insan yirmi sekizinde ise VietnamlI teğmen ozanlar, tepe lerindeki bombardımanın henüz susturamadığı böyle birer özgür lük türküsünü kürsüye çıkma dan söyler gibiydiler.
BİR GARİP ADET
Moskova’da bize ters gelen bir âdet de şu. Bizde alkışlanan hatip ne yapar. Reverans yapar gülümser, teşekkür eder. Orada hatip de kürsüden kendini alkış layanları alkışlıyor. Karşılıklı bir alkışlamadır gidiyor. Bana sıra gelince Fransızca mı Alman ca mı konuşacağımı soran ya nımdaki delegeye nâzik ve zekî mihmandarım Vera hanım ben den önce:
«— Elbet, Türkçe» diye cevap verdi.
Vera hanım Türkleri ve Türki- yeyi bir İstanbul şivesi ile ko nuştuğu . Türkçeyi sevdiği kadar bu sözleriyle bizi ne kadar iyi tanıdığını da belirlemiş olu yordu.
Kongrede insan Sovyet Edebi yatının renkliliği ve çeşitliliği
hakkında da yakından fikir c niyor.
Bu mozaikde her Sovyet Cu huriyetinin ayrı bir payı v Ozbekler, Kırgızlar, Azeriler, I ğıstanlılar, Gürcüler, Estonyı lar, Littuanyalılar hepsi bu eı biyata kendilerine özgü deyiş] soluklar rüzgârlar getirmiş]
Taner, Moskova’nın dev yapılarından biri
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi