EDEBİYAT
SÖYLEŞİLERİ
Ü H t
Adalet Ağaoğlu
YAZARLAR.
ANALARI VE
ANILARI
Dünya romanı çeşit çeşit analarla doludur. İçlerinde yüceltilenleri ol duğu gibi, yerin dibine batırılanları da az değildir.
Yazarların analığa ve analarına yaklaşımları da çeşitlidir doğallıkla. Anneliği, ola ola ‘bir zevk anı’nın çocuğun başına ördüğü çorap, dahası, yeryüzüne saldığı yeni bir kötülük tohumu’ olarak gören Marki de Sade bir yanda, ‘Deli Ingiliz’ diye anılan Nancy Cunard İle annesi arasındaki ‘aşırı duyarlık' bir yanda. İki savaş arası Paris’e demir atmış yabancı yazar ve sanatçılar arasın da, siyasal eylemleriyle olduğu kadar, gerçeküstücülere kucak aç masıyla da ünlenen Nancy Cunard, annesinin kıskançlık kavgalarından epey çekmiş. (Bunu, Anne Chis- hom’un Nancy Cunard üstüne yaz dığı bir kitaptan öğrenmiştim bir zamanlar...)
Hemen bu noktada, Romain Gary’nln az sonra sözünü edeceğim kitabından şu satırları alıntılamadan yazımı sürdürm ek iste m iyoru m : “ Anaların çocuklarıyla sevişmesinin hiçbir zaman yanında olmadım. Ama yine de şunu diyorum: Bu, yaşadığımız bunca rezilliğin içinde çok masum bir suç olarak kalır. Anaların çocuklarıyla yatmaya düş kün olması, bana Hiroşima’dan, Buchenwald’dan, idam mangaların dan ve polis işkencelerinden, terö ründen çok daha kabul edilebilir görünüyor." (Şafakta Verilmiş Sö züm Vardı. Çev.: Alev Er. Can Ya yınları, s. 70) Daha sonra sözünü edeceğim kitap bu ve bu sözlere bütünüyle katılıyorum.
Şimdi sürdürebilirim.
Romanda çeşitli ana kimlikleri deyince, adının sağladığı kolay çağrışımla ilk aklımıza gelen Gorki’- nin Ana’sı olur. Bu romandaki anaya, yazarının olmasını istediği insan gözüle bakabiliriz. Yaşam içinde duygudan bilince geçmiştir; kendisine toplumsal bir İşlev yük
le n m iş tir. D ostoyevski’ nin Anna Andreyevna’sı şu anda aklıma gelen başka bir ana. Onun, Ihmenev ailesini deril toplu tutmaya çaba lamaktan, kızı Nataşa’yı ve kocası Nikolay Sergeylç’l sağlıklı, mutlu görmekten öte derdi yoktur. Bu da, küçük burjuvalıkta geneli belirleyen bir ana örneği. Bizim romancıları mızdan Fakir Baykurt’un, (ister birinin, isterse köy kavmlnin anası olsun), kitaplarındaki ana tektir. Irazca dizisinde de, Tırpan’da da görüldüğü gibi, bu ana, hele özcanı yandı mı, gözünü yumup ağzını açan bir anadır. Özlemlerinin öyle gizlisi saklısı yoktur. Gözyaşlarını içine akıtmaz. Köyün kendisine ayırdığı ‘ana’lık payesini ise, yine köyün değer ölçülerine uygun bi çimde, ’yiğitçe’ savunup haketmeye çalışır. Kimi kez onun bu uğurda adam öldürmeye bile yatkın olduğu nu görürüz.
Flaubert’in Madam Bovary’sinde Emma Bovary’nin başrolde olması, kaynanasını gölgede bıraktırmıştır. Charles’ı o kadar ezik büzük bir hale sokan bu ‘otoriter ana’ üstünde pek durulmaz. Çünkü anaların böylesi hayatta bol, romanlarda daha da boldur.
Bir de yazarların kendi anaları üstüne, kimi kez özyaşamöyküsel roman, kimi kez anı biçiminde eğil meleri var. Bunlardan ikisini, bir rastlantı sonucu ardarda okudum. Romain Gary’nin “ Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı” adlı kitabı ile Selim llerl’nin “ Annem İçin” adlı kitabı. Gary’ninkl roman diye tanımlan
mış. Ileri’ninki bir anı, anma kitabı. Ama, ister öyle olsun, ister böyle; her iki yazarı da annelerini anlatma ya iten neden, onların ölümleri. Yine, her iki yazar da bir kez annele rini anlatmaya koyuldukta, anlattık ları artık anneleri değil. Onları bu ‘anneler’, anlatanı da bu ‘çocuklar’ yapan bir yaşam biçimi; o yaşam biçimini belirleyen toplumsal töre. Garipseyebilirsiniz, ama her İki yazar, tam da buluştukları bu nok tada birbirlerinden ayrılıyorlar İşte.
Romain Gary’nln daha serinkanlı bir yere yerleşerek kitabında bir roman kişisi gözüyle görebildiği anne figürüne karşın, sık sık bir roman olarak tasarımlanmış Sühey lâ İleri yaşamı, ölümden sonra, oğlu için yazılması ‘artık imkânsızlaşmış bir romandır. “ Bir roman yazmak isterdim. Nihavent, Vals ve Tango olacaktı adı. Ama artık imkânsız.” (Annem İçin. S.24) lleri’de, annenin
ölümünden sonra gerçekleştirilmesi artık olanaksız görünen ilk tasarı, Gary’de ölümden sonra bir amaç haline gelmiştir: Orada, “ Big Sur’un bomboş plajında, kumlar üstünde uzanmışken ve deniz kırlangıçları kimi zaman yere o kadar yakın uçup duruyorken...”
Bence, Gary’de olanak durumuna gelmiş bir şeyin, lleri’de artık olanaksız görünmesi, onların İki ayrı toplumun çocukları olmaların dan, ölümü algılamadaki duyarlık farkından kaynaklanıyor. B irin in daha az, birinin daha çok duyarlı olması anlamında değil bu. Değişik bir duyarlık olması. Gary, ölüme şenlikli, ışıklı bir yan da katabilir. (Onları, Gary ile annesini yaşarken de, Roçuebrune sokaklarında elefe, kolkola geçerken gözümün önüne getirebiliyorum.) Romanda betimle nen bütün güç koşullara karşın, Gary İle annesi, ömürlerinin büyük bölümünü aydınlık bir gökyüzü altında geçirmişlerdir. Bu, uzamsal açıdan böyle olduğu gibi, birey özgürlüğü açısından da böyledlr. Gary’nln annesi hiçbir özlemini içine kapatmaz, orada bastırmaz. Toplum töresi, bu özlemleri istediği kadar yüksek sesle söylemesine İzin verir: Oğlum Balzac olacak, oğlum devlet başkanı olacak, hiçbirini ola masa da sekiz topu birden havada atıp tutacak! O anne, ‘yasak bölge- ler’e bile aynı sınırtanımazlıkla gire bilir. Süheylâ İleri, daha başka bir törenin hem simgesi, hem kurbanı. O törede insanlar özlemlerini de, gözyaşlarını da içlerine akıtırlar. “ İçe akıtılmış gözyaşlarından her zaman etkilendim. Sonra başkaları ne der... kaygısı, yasaklar, töre... daima bu yaşama biçiminin değiş mesi için yazdım.” Galiba, lleri’de aynı kaygı, Süheylâ İleri romanının ‘artık yazlamayacağının’ da bir belirleyicisi oluyor. Ama, genç yaşında kucağında bir bebekle Mos kova'dan Batı Avrupa’ya göçmüş olan Gary'nin annesi de, Doğu duygusallığını içinde yaşadığı yeni düzenin yarıştırmacılığı İle denge lemeye savaşırken, oğlunu ister is temez yerle gök arası bir noktada bırakmamış mıdır? Gary, kitabının sonunda şöyle diyor: “ Arkadaşlarım hep bir alışkanlığımdan yakınırlar: Sokakta yürürken birden durup yukarı bakarmışım. Ve orada öylece durup beklermişim. Seveceğim bir şeyle karşılaşmak İster gibi.”
Demek Gary, orada sevebileceği o şeyle karşılaşmadı. ■
23