• Sonuç bulunamadı

Nefi'nin

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Nefi'nin"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

/

Ü

“ * ” 1»1.1»'"1

1 ■

■■■

f

E d e b i y a t b a h i s l e r i l

V — ... ...

j

Nef’iıtin heybeti

— öldürülüşünün yıldönümü vesilesıle —

Yazan: İsmail Habib Sevük

Ziya Paşa türkçe, arabca, farsca ve çağataycadan seçtiği manzume­ leri üç büyük cild halinde «Ha­ rabat» ismile neşredince Namık Kemal bunu eski edebiyatın kuv­ vetlendirilmesi telâkki ederek ye­ nilik ideali uğruna hiddetlenip o kadar yıl beraber mücahede ettik­ leri arkadaşına karşı Magosa zin­ danından asabi bir çığlıkla haykır­ mıştı:

Elvermedi mi Nedim ü Nef’î, Şi’rin bize var mı hiç nef’î? Fakat hiddeti yatıştıktan sonra aynı Magosa’dan Recaizade Ekrem Beye yazdığı mektubda: «Nef’î di­ vanını gene okuyorum, ne büyük şair, ne büyük» diye coşkun coş­ kun hayranlığını anlattı. Ziya Pa­ şaya akide hücum etmiş, Ekrem Beye hissile yazmıştı. Fani olan, aklın o hükmüne karşı; ebedî olan, hissin bu kanaatidir, Nef’î yalnız büyük değil, işte asırların sesleri meydanda duruyor, onun büyüklü­ ğünde, kendine mahsus, apayn bir heybet var.

0 ki övünüşlerinde en üst per­ deden ses verdi, buna rağmen sa­ mimiliğin de en üst perdesinde bu­ lunuyordu:

Ben sâde-dil, ebnâ-yi zaman ise tnünafik, Güçtür bana gayet de müdârâ-yi

zemâne. derken sahiden samimiydi. Tah­ liyelerindeki inandırıcı sıcaklık da zaten bu samimiliğinden geliyor. Bütün sahici klâsik şairlerimizin hepsi şi’ri en İlâhî bir mazhariyet ve şairi en yaratıcı bir mahlûk bil­ diler. N efî bu kanaatinde en çok yükselendi. O yarattığı hayalleri bir mahlûk gibi gördü. Gıdasını mücerred mefhumlardan alan bir divan şairinin bu mahlûkları tabiî bir roman ve bir piyes kahramanı gibi etli canlı olamazdı, o yarattığı mahlûkların bu hayat âleminde mevcud olmadığını da biliyordu. Bir gelin gibi yarattığı o hayalî mahlûklar süslenişlerini bu dün­ yanın telli duvaklı zeynetlerile yap tnadılan

Her hayâlim bir arûs-ü nâz per- verdir benim Kim bu âlemden geğil esbâb-ı zib ü ziveri Bu yaratma ne sayesinde olu­ yor? Onlar buna «ilham» dedi. II- hamsız söyleyiş kendini zorlayıştır. Öyle sözler şiir olamaz. Nefînin asıl fahriyesi işte burada:

Mest-i câm-ı aşkım ilham olma­ yınca söylemem derken ilham denilen, o „ mevhi,- benin ancak bir Tanrı vergisi ol­ duğunu da bilir. O kadar zevkli sözler ve o kadar bakir bir eda i)e şairlik yapabilmek başka türlü mümkün olur mu?

Taklid ile olmaz bu kadar lezzet-i güftâr, Bu iehce-i pâkize bana dâd-i

Hudadır Allahtan bu hidayete eren gerçek şair o kadar heybetli bir varlıktır ki o artık, sanki radyo devrinde gibi, verici bir radyonun bir anda bütün dünyayı dolaşmasını tanzir edercesine, şairin kalbi ve hayali de oturduğu yerden dünyanın her bucağım tecessüs edebilir. Öyle bir şaire böyle bir mazhariyeti çok görmemeli:

Devreder şeş ciheti, hem yine merkezde mukim, Çok değildir bu tecessüs dil-i çâlâkimden. Allah da ilham denilen o maz­ hariyeti şaire o kadar bereketle ih­ san etmiş ki, gelen kervanların bol­ luğu karşısmda onları barındırma­ ya imkân bulamıyan kervansaray­ lar misali, işte şiir ve mâna ikli­ minden kalkıp gönüle hücum eden ilhamları da zaman oluyor ki şair yerleştirmek için güçlük çekmek­ tedir:

Yer bulunmaz gâh olur mihmân saray-i sinede 01 kadar uğrar maâni kişverinden vâridât. Nef’î, bütün divan şairleri için­ de, şüphesiz nefesi en bol olan a- dam. Uzun kasidelerde, aynı kafi­ yenin düğümlerde çizilmiş daracık iz üzerinde herkes tıknefes olur­ ken, N efî en akrobatik zorlukları kuvvetinin acılığile kolayca yeni- veren bir atlet şevkile sonuna ka­ dar hiç bir yorgunluk eseri göster­ meksizin, hattâ aksine sonlara yak­ laştıkça hızını daha arttırarak ku­ laçtı adımlarla rahat rahat yürür gider. Meselâ Sultan Ahmed için yazdığı «İvdiye» kasidesinde yir- mi üç bey itlik girizgâhtan sonra o- tuz beyitlik medhiye kısmını da bi­ tirince artık yorulması lâzım gele­ ceği sırada bir de bakarız ki yeni kanad Harbelerde yirmi beyitlik daha şahinler gibi süzü'ür. Evet a- vını yakalamadan dönmek bilmiyen şahio'°r gibi. Ona bu kanadları Al­ lahın inayeti taktı; onun için dur- m -’-’n uçabdiyor:

Şâlıîn-i hayalimdir o şchhâz-ı şikârı Kim avıı-i İlâhî ana bâl-i tayarandır İlhamı o kadar hızlı ki şair onu kendine çekmiyor, ilham onu sü­ rüklüyor, sanki gem almaz bir küheylândaymış gibi, Sultan Os­ man hakkındaki meşhur kasidesin­ de hayalinin zorlu koşması yüzün­ den onu zaptedemediğini söyler:

Neyleyim zapt identem endîşe-i zov-âveri Zaten kendi de atı seven bir şeh- suvardı ki bütün edebiyatımızda cins atlara aid medhiyeleri en çok ve en çok vecidli o yazdı. «Saba», «Tayyar», «Saçlı Duru», «Ağa Al- cası» gibi küheylânlar onun bu at meftunluğu sayesindedir ki divan şi’rinin ölmez havası içinde' birer şahsiyet gibi, yaşamak payesine er­ diler. Ata o kadar âşık ki eğer Mecnun olanları görse Leylâyı bir daha anmazdı der:

Görse ger bunları Mecnuıı-u melâmet-dîde Yadına gelmez idi bir dahî husn ü

Leylâ. Evet at, yalnız dilberler gibi, câ~ inanlar gibi değil, onlardan da üs­

tün. Onların öyle cilveleri, öyle edaları, öyle bilekleri ve öyle kâ- fkülleri var ki selvi endamlı güzel- iiler onlara imrenip onları meşk et­

liseler gerek:

O mevzun peyker, ol traz-ı hirâm, ol cilve-i nâzik, O simin sâk, o müşkîıı yâl ü bâl, ol kâkül-ü pür khanı. Hirâm-ı diikeşe mâlik olan ra’nâ sehî-kadler Görünce husn-ü reftârm olurlar

şivede mülzem N efî zaten şairliği de bir şeh- suvar haline koyarak eli mızraklı tunç bir cengâver edasile bir cenk (sahası bildiği şiir meydanına at ısürüp muarızlarına meydan oku- Imaktadır. Fakat karşısına kimse (çıkamıyor ki:

Bunca demdir da’vi-i sahili - kıranı eyleriz: Bir mübâriz yok mu meydân-i sühan tenha mıdır? Kimdir bu meydan okuduğu mua rızlar? Onlar şairi çekemiyenler, onun şairliğindeki erişilmez kud­ rete hased edenler. O biliyor ki ihased edilmek meziyettir, mademki «söz» dediği şiirde üstadlık mer­ tebesine erdi, oraya eremiyenler ı elbette hased edecekler:

Üstâd olıcak sözde, hasedden kaçılır mı? Zirâ hüneri reşk ii hased mute­

ber eyler. İyi ama bu hasudlar da işi azıt­ tılar, büyük şaire dil uzatıyorlar, artık onlar bir nevi şakiler gibidir, onlara kılıç çekmekten başka ça­ re kalmadı. Şairimizi artık sahiden kılıcını çekmiş bir şehsuvar hey- betile görüyoruz:

Yok tig-ı zeban çekmeden özge dahi çare Gayette şaki oldular ebnâ-yi

zemâne Şi’rin lisan kılıcile herkesi yere seren şehsuvanmız felekle bile cen­ ge kalkışır. Felek, yani güneşi, ayı, yıldıadarile gök kubbe dediğimiz şu sonsuz âlem. Fakat onunla nasıl cenk edilir? İnsanın eli onun ete­ ğine yetişmez ki. Evet eteğine eli yetişmez ama ahinin pençesile ya­ kasından yakalıyabilir. Böyle ah vahi da bırak, ya hele hicvin kılı­ cını çekerse:

Tutalım ki elim îrişmez imiş dâmenine Pençe-i ahuna girmez mi giı ibân-ı felek? Âh dursun, hele şemşir-i zeban

çeksem eğer Ne çeker ben bilirim hep dil-i tersân-ı felek. Zaten şairin kendi de şu aylı güneşli felek gibi başlıbaşına bir âlem değil mi? Hem bir çarhı fe­ lek halinde dönüp duran o maddî âlem karşısmda şairdeki manevî âlemin dönüşünden kimse incinme­ diği için bu ondan daha üstündür:

Âlem-i ma’niyin âzâde-kaza hükmünde Kimse rencide değil gerdış-i

eflâkimden. Böyle anlarında şair artık felekle konuşmaya tenezzül etmiyecek ka­ dar kendini üstün görüyor:

Tûti-i mûcize - gûyem ne desem lâf değil Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil. Şair daha coşunca daha ileriye gi­ der. Onlarm devrinde efendilerine karşı elpençe divan duran hizmet­ çilerin bellerinde hançer bulunur­ du. Feleğin hilâli de aya benzemi­ yor mu? Öyleyse öyle anlarda o da şaire karşı bir hizmetkâr gibi di­ van duruyor:

Şâh-ı aşkız her ne emretsek miisehhardır feiek Mâh-ı nevle oldu hizmetkâr-ı

hançer-dârımız. Felekle böyle konuşan şair Sul­ tan Ahmede yazdığı kasidede şair­ liğin büyüklüğünü anlatmak için

«şairlere iltifat etmesini, padişah­ ların hep onların şiirleri sayesin­ de anıldıklarını» söyliyerek Ka­ nunî Sultan Süleyman gibi bir padişahın bile Bakinin si’ri saye­ sinde anılın durduğunu söyler: Şiir ebedî olduğu için şi’re girenler de ebedileşiyor:

Haşre dek âb ı hayat-ı sühan-i Bakidir Andırıp zinde kılan ııâın-ı

Süleyman Hânı. Sadrıazam Mehmed Paşaya yaz­ dığı kasidede dahi öyle caize ve para için şiir yazmadığını anlatır­ ken «mal ve menal denen şeyin gö­ zünde hiç olduğunu» söyledikten sonra elindeki şiir kazması sayesin­ de bulduğu mücevherat madeninin her bir parçası bir cihana değer diye şairliği nasıl gördüğünü hay­ kırdı:

Tîşe-i fikr ile bir kân ı giihcr buldum ben Ki değer her güheri nice rilıan mâl ii meııâl. Evet o işte şiir mazhariyetini böy­ le gören bir şairdi. Böyle bir şairi bundan 316 yıl önce, 27 ocak 1635 de, gene bu yıl olduğu gibi cumar­ tesiye rastlıyan bir günde. Vezir Bayram Paşa, Padişahtan aldığı i- zin'e konağının odunluğunda onu eellâd'arına boğdurup cesedini de denize attırdı.

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Ama bu kuşağın İz­ lenimci görüşten etkilenerek bir tür akademik ve yerel niteliğe dönüşen ve geniş bir sanat­ çı kesiminin somut bir görünüşe, figüre bağ­ lı

Merkezden binlerce kilometre uzak vilâyetlere malik olan Osmanlı İmpara­ torluğu için demiryolları, bunlar üzerinde gerek hâkimiyeti temin ve gerek daimî

Ertesi gün toplu bir halde Beyoğlu Belediye bina­ sında İstanbul kumandanı Refet Paşa' ya mülâki olduktan sonra hep bir ara­ da Topkapı sarayına geçerek

Kitaptan öğrendiğimize göre Çin ve Hint kuk­ lacılığı ile Türk kuklacılığı arasında doğrudan doğruya bir bağ bulunmakta­ dır.. Kitap o şekilde

Dirençli Gram-pozitif bakterilerin etken olduğu in- feksiyonlar arasında komplike deri ve yumuşak doku infeksiyonları önemli bir yer tutmaktadır.. Derin yerle- şimli ve

Ünüversite öğrencili­ ğim sırasında Babıâlı yokuşunda rastladığım Lütfü Oğuzcan, birgün, beni evlerine, ÇÎ&KÖFTE yemeğine çağırdı.,Hafızası olağanüstü

Bu çalışmada, Kars yöresindeki küçük aile işletme- lerinde klinik olarak lentivirus enfeksiyonu semp- tomları gösteren koyunlarda, KRL enfeksiyon varlı- ğının

Türkeş’ Sema Bingöl ECER - Zeynep ÇETİNKAYA MHP Lideri Alpars­ lan Türkeş’in Yaşar Kemal’i “PKK’ya arka çıkmakla” suçlaması ka- moyunda yeni bir tartış­