S
-
11
V
+
Bl£
S.
JfL
MUZAFFER BUYRUKÇU
U
" lkelerin, toplumlann, bireylerin ilişkilerinde meydana gelen olumlu olumsuz değişiklikleri, iyilikleri, kötülükleri, çirkinlikleri, gü zellikleri, bunalımları, çözümü zor so runları anlatır kitapların çoğu öykü, ro man, oyun, günlük deneme, araştırma, inceleme kimliklerine bürünerek.Yıllardan beri şiir, deneme, günlük, oman alanlarında çalışan Salâh Birsel’in ürettiği yapıtların değişik bir yapısı var dır. Birsel, daha önce yaşanmış olanların roman alanlarında çalışan Salâh Birsel’in
ğ işik b ¡yaşam
üzerlerine eğilir ve eğildiklerini, ‘anlata caklarına’ merkez olarak seçer...kurgu, teknik, yaratma hünerlerini burada dev reye sokar, seçtiklerine kendi düşünce lerini, kendi izlenimlerini, kendi sanat ve estetik anlayışını ekler ve bu çabası so nunda yepyeni bir anlatım'
Birsel’in yapıtlarına yakından bakanlar,dan bakanlar,biçimi doğar, o yapıtların içeriklerine sızıp oralarda
»izlenen gerçekleri sarsanlar, -yukarıda Belirttiğim gibi- Arapça, Farsça, Osman
lIca yazıldıkları için zor anlaşılan eski metinlerin anlaşılır hale getirilmesini gö rürler.
‘Kahveler Kitabı’nın başlangıcında, Lavoiser’in ünlü “Doğada hiçbir şey yok olmaz, hiçbir şey de yoktan var olmaz.” sözleri vardır, aslında bu sözler Birsel in bütün yazın vaşamını etkileyen, ona ‘Sa lâh Bey Tarihini yazdıran bir güce dö nüşür. Bir bakıma ona, yürüyeceği, yü rümesi gereken yolu işaret eder. Ve Sa lâh Birsel, doğru bellediği o yolda iri adımlar atarak ve yazınımıza eşine ben zerine rastlanılmayan özgün yapıtlar ka zandırarak ilerler. Evet, o yapıtlarda, »eçmiş dönemleri renklendiren, aydın- atan, o dönemlerin zenginleşmesine kat kıda bulunan ya da o dönemleri tutum larıyla, davranışlarıyla, dünya görüşle riyle ve eylemleriyle karartan kişilerin ya şamlarından kesitler vardır. Başka ne vardır? Her şeyi allak bullak eden olgu lar vardır. O olguları, Salâh Birsel’in üs tün zekâsıvla, -tabanına mizah, eleştiri, yergi koyduğu- Hacivat Karagöz üslu buyla yorumladığı ilginçlikler vardır.
yın
b ı’ı
Pek çok kişinin belirttiğine göre Salâh Birsel’in şiirleri ‘şairane’likten, duygu yoğunluğundan uzaktır, kurudur, mate matiksel hesaplarla doludur ama onu ya zıncıların ve okur kitlesinin gönüllerin deki tahta oturtan, ‘anlatı’ türündeki ba şarısıdır.
"Bu bir kahveler kitabıdır"
Benim ‘Arkası Yarm’daki günlükle rimle Salâh Birsel’in ‘Kahveler Kitabı’ 1975 yılında Tarık Dursun K. ile Meh met Harmancı’nın yönettikleri Koza Ya- evi’nce yayımlandı. ‘Kahveler Kita- ı’mn ilk sayfasında ‘olaylar, belgeler, anılar’ ibaresi yer alır; ön ve arka kapak larında -biri tablo, biri fotoğarf- ila re sim göze çarpar ve ikisinde de mekân kahvedir.. .ikisinde de insanlar sandalye lere, iskemlelere oturmuşlardır. Yeni baskıda bu güzelim kapak kaldırılmış - oysa içeriye alınabilirdi- Salâh Birsel’in resmiyle ‘Salâh Bey Tarihi’ sözleri kon muştur.
“Bu bir kahveler kitabıdır” yazışım okuyarak girersiniz ‘Kahveler Kitabı’na, daha doğrusu kitaptaki kahveye, kahve lere. Oralarda -gerçek yaşamdaki gibi- tavla, dama, okey, kâğıt oynayanları gö rürsünüz. Gazeteleri okuyanları, gaze telerdeki iş ilanlarını bir yerlere not edenleri, birilerini bekleyenleri, birile- riyle konuşanları, tartışanları, kavga edenleri, kahkahayla gülenleri; çay, kah ve, coca-cola, fanta içenleri, hayal ku ranları, derin derin düşünenleri, sigara nın birini yakıp birini söndürenleri gö rürsünüz.
Ben de Salâh Birsel gibi bir kahve kur duydum Toprak Mahsulleri Ofisi’nde çi le doldururken. ‘Nuruosmaniye’deki İk bal Kıraathanesi’nde, Vilâyetin
karşısın-Salâh Bey Tarihi yeniden yayımlanıyor
Kahveler Kitabı
Salâh Birselin ünlü ‘Salâh
Bey Tarihi’nin ilk kitabı olan
‘Kahveler Kitabı’, okurun pek
çok şey öğreneceği, yaşamın
zenginliklerini kucaklayacağı,
bilgisine bilgi, zevkine zevk
katacağı bir yapıt.
daki Gökay Hanı’nın altında bulunan Kürdün Kahvesi’nde, Ankara Cadde sindeki Meserret Kahvesi’nde, Tepeba- şı’ndaki tarihi Kanuni Esasi Kahvesi’nde buluşurduk arkadaşlarımla. Buluşur bu luşmaz saniyeleri, dakikaları, günün ye di sekiz saatini birlikte değerlendirdiği miz, söyleştiğimiz, birbirimizi kızdırdı ğımız, alay ettiğimiz, darıldığımız, ko nuşmamaya yemin ettiğimiz arkadaşla rımdan Orhan Kemal öldü, Edip Can- sever öldü, Haldun Taner öldü, Behçet Necatigil öldü, Ümit Yaşar Oğuzcan öl dü, Enver Aytekin öldü, Mehmet Ali Er miş öldü, Edip Karahan öldü, öykücü Yusuf Kenan Karamanlar öldü, Nuret tin Akan öldü, -Fethi N aci’nin çok yalan arkadaşıydı- Lütfü Erişçi öldürüldü. Bu kişilerin o kahvelerde yuvalandıklarını anlatan koca Salâh Birsel de öldü.
Salâh Birsel, ‘Kahveler Kitabı’nda kahve bitkisinin, kahve çekirdeğinin dünyanın her vanma vavılışından söz eder. “Kahveyi bir Şaziii dervişinin Ara bistan’daki Moka’aa 1258 yılında bulup
ortaya çıkardığını yazar İsveç’in İstan bul Elçisi Ignatius M ouradja D. Ohs- son tarihçi Ahmet Efendi’ye dayana rak. Tekkesinden kovulan ve Kûh-ı Esvab’a sürülen bu derviş, o kuş uçmaz, kervan geçmez yer de, açlıktan bitkin bir halde dolaşırken, bütün o bölgeyi kaplayan bir çeşit ağacın meyvelerini kaynatıp içmeyi dener. Üç gün yalnız bu suyla yaşar. Bu sırada arkadaşlarından ikisi, onun bu haline üzülerek kendisini bulmak ve ona yardım etmek için sür gün yerine gelir. Nedir, bunların ikisi de uyuza yakalanmışlardır.
Kahvenin Istanbula gelişi
Dervişin yaşamasını borçlu olduğu içeceği merak edip tadarlar. Kokusunu çok beğenirler. Orada kaldıkları sekiz gün boyunca hep ondan içerler, sekizin ci günün sonunda hastalıklarından kur tulduklarını görünce iyileşmelerini bu içkiye yorarlar. O zaman haber Moka’da yayılır. Herkes kahve adıyla anılan bu meyveleri toplamaya koşar. Çok yararlı özellikleri olduğu sanıldığı için büyük bir hırsla kullanılmaya başlar./ Kahve Türkiye’ye, İstanbul’a 1543 yılında, K a nuni Sultan Süleyman çağında gemiler le getirilir. Fransa’ya 1653’te girer ama 1669’da kullanılmaya başlar. O vıl Pa
rislileri kahveye alıştıran Türk elçisi Sü leyman Ağa olur. Birkaç yıl sonra da bir başka Türk elçisi Mehmet Ağa onu Vi yana’ya kabul ettirir. Oradan da bütün Orta Avrupa’ya yayılır.
İstanbul’da illi kahvehaneler ise 1555 yılında açılmıştır. Peçevi, o yıl İstanbul’a H alep’ten Hakim adında bir herif, Şam’dan da Şems adında bir zârif geldi ğini yazar. Bunlar, Tahtakale’de birer büyük dükkân açıp ‘kahvefüruşluk’a başlamışlardır. Keyiflerine düşkün kimi ‘yaranı safa’ özellikle ‘okur yazar maku- lesi’nden nice zârifler buralarda topla nır olmuştur. Kimi kitap okur, kimi tav la oynar, kimi satranca gömülür. Kimi lerinin getirdiği “Nevgufte” gazeller ise sanat üzerine konuşmalara yol açar./ İs tanbul’ a kahveler çok çabuk yayılmıştır. Evliya Çelebi 1630 yılında İstanbul’u adım adım dolaşırken şehirde 55 kahve ve bu kahvelerde 100 ocakçı ve çırak ol duğunu saptar./ II. Selim, III. Murat ça ğında şehirdeki kahve sayısı altı yüzü ge çer./ Halkın kahvelere alan etmesi imamları, müezzinleri, ikiyüzlü sofuları çileden çıkarır. Bunlar; Halk kahvelere alıştı, mescitlere kimse gelmez oldu de meye başlarlar. Din bilginleri bile; Kah veler kötülük ocağıdır, meyhaneye git mek oraya gitmekten ividir, derler. Bun ların kopardığı patırdı o kadar yaygın laşır ki Şeyhülislâm Ebussuut Efendi bi le- Kuran’da kahveyle ilgili tek sözcük olmadığı halde- kömürleşme derecesin de kavrulan her şevin yasak olduğu üze rine fetva verir ve kahve çuvallarını del dirip denize attırır. Ama Şeyhülislâm’ın fetvasını Padişah evetlememiştir. Bu yüzden halk üzerinde çokça etkili ol maz.
"Koltuk kahvesi"
Halk yine kahvelere gizli gizli gider. Ne var, başta Hasanbeyzade olmak üze re birçokları yine fesat yatağı saymayı sürdürürler. Sonunda IH. Murat zama nında kahveler kapatılır, dahası kahve içmek de yasaklanır. Ama bütün bu ya saklara karşın yine kimilerine “koltuk kahvesi” adı altında çıkmaz sokaklarda kahve açma izni verilir./ III. Sultan M u rat çağından sonra kahveler o kadar ço ğalır ki artık yasak para etmez olur./ Bu yeni yorum üzerine IH. Murat koyduğu kahve yasağmı kaldırır. 1592’den sonra artık her sokakta bir kahvehane vardır. Kıssahanlar, çengiler de bu kahvelerde hüner gösterir. Gelgelelim halk işten güçten kalmaya başlamıştır. Çarşıda alış veriş diye bir şey olmaz. “Padişahtan di lenciye varınca halk birbirini kesip biç mekle eğlenir” olmuştur. Bunun üzeri ne IV. Murat 1633 yılının sonlarında bü tün Osmanlı imparatorluğu ülkesinde ki kahvelerin kapatılmasını buyurur, kahve içilmesini de yasaklar. Naima, Sul tan IV. Murat'ın kahveleri kapatmasına 1633 yılındaki o büyük İstanbul yangı nının yol açtığım yazar. O yılın sefer ayı nın 27. cuma günü kuşluk zamanında Cibali Kapısı dışında bir kalafatçının yaktığı fundadan çıkan yangın, rüzgâr da çok estiği için kısa zamanda İstan bul’un yarısını silip süpürmüştür. “Bu yangın bir dehşet filmi gibidir. Rüzgârın da kesintisiz esmesiyle semtten semte sıçramış, o semtlerde yaşayan halkan ko şuşturması, her şeylerini yitirme acılarıy la kıvranması, bir filmde canlandırılmış olsa o film, film sanayiinin en büyük fil mi olur.” ‘Bu bölüm kitabın en vurucu bölümüdür.’
“Naima, IV. Murat’m kahveleri kapa masını ve yasağı dinlemeyenleri öldürt- mesinin bir nedeninin rezilleri terbiye ve halkı korkutmak için bir bahane oldu ğunu da belirtir. ‘Çünkü’ der, ‘zorba eş kıyasının terbiyesizce hareketleri ve o çalışkan padişahın rezillerden çektiği üzüntüleri bilenler ve olaylarm içini okuyan aydınlar, bu kahır ve şiddetin al tında yatan genel çıkarı düşünür ve pa dişahın itaatinden çıkıp onun rızasına
Taha Toros Arşivi
aykırı olanları doğru yola götürmek için keskin kılıç ile bütün halkı korkutmanın elbette en gerekli bir iş olduğunu an lar.
7
Bizzat Kendileri gezip, gece ve gün düz dolaşıp, rasgeldiği rezilleri, eşkıya yı ve tütün toplantısı yapanları yakalayıp öldürtürdü. Geceleri sokağa çıkan per vasızlara da ölüm şerbeti içirirdi. IV. Murat geceleri sokakları dolaşır, tütün kokusu gelen yerleri basar, ev sahipleri ni öldürtür. Bu arada hiç suçu olmayan lar da gürültüye gider. IV. Murat, ken disi içkiden baş kaldırmadığı halde kimi zaman evlerin damlarına bile çıkıp ba caları koklar. Bir defasında, gizli bir yer de tütün içen 14 kişi yakalar. Bunlardan biri ‘mukabele halifesi’ biri de saray ka- pıcıbaşısıdır. Topu da ‘telef’ edilir. Re ha’da 14 kişi, H alep’te 20 kişi, Hacce- gür’de 6 kişi aynı alın yazısını paylaşır. Bunlardan kimisinin eli ve ayağı kırılır, kiminin boynu vurulur, kimi de dört parça edilir. Hem de bu işler halkın ya da erlerin önünde yapılır. Kimi zaman da otağın önü yeğlenir.”'Ah kahve vah kahve'
Osmanlı Imparatorluğu’nun her ya nında açılan kahvelerle birlikte toplum da ‘kurumlaşma’, eksiklikleri giderme bilinci gelişir. Ama insanlık ve uygarlık yolunda ilerlemek, büyümek zorunlulu ğunu duyan ülkelerin varlıklarında yu valanan sinsi, karanlık güçler çıkar böy le zamanlarda ortaya ve ileriye doğru atı lan dev adımları durdurmaya çalışır, bi reylerin özgürleşeceğinden, kölelikten kurtulacağından korktukları için. Dün yanın her ülkesinde görülen bu din tüc carları, bu din yobazları öteden beri olumlu bütün yürüyüşlerin kamışında dırlar ve atılımcılarla kavgaya tutuşurlar. Bunlar, bu güzelliğin, bu aydınlığın düş manları, ilerlemenin geniş bir alana ya- yıhnasını önleyemezler ama çok kan dö külmesine neden olurlar.
Salâh Birsel, ‘Kahveler Kitabı’nda,
ki-yayımlar. Sadri Ertem’in şiiri ‘Anadolu köyünün gerçek tapmağı kahvedir’ dize siyle başlar. Behçet Necatigil’in de şiiri ne değinir. “Necatigil’in bu şiiri kahve leri kahve yapanların daha çok yazarlar, ozanlar olduğu gerçeğini bir kez daha anımsatır bize.
Bunlar daha çok ‘edebiyat kahvesi’ di ye andır. İstanbul’da X X . yüzyılla birlik te bu tür kahveler de çoğalmaya başla mıştır. Sarafim Efendi Kıraathanesi, Le- bon, Tepebaşı Bahçesi, ikbal Kahvesi, Nisuaz, Viyana Kahvesi, Elit, Baylan, Ankara Pastanesi, Cennet Bahçesi bun ların başlıcalarıdır. Yazarların çoğu da Sait Faik, Orhan Kemal, Sabahattin Kudret, İskender Fikret Akdora, Celâl Sday, Samim Kocagöz, Cahit Saffet gibi tam bir kahve kuşudur. Bunlar yatakla rını alıp kahveye taşınmamıştır, ama her gün kavhede üç, beş, on saatlerini geçir meden edememişlerdir. Bu kahveler üzerine yaptığı incelemeyle batağın ba tağına saplanan bizim zavallı Salâh Bir sen sorarsanız -ki artık sorulmalıdır- o da, lâf değil, 22 ydını -1940 de 1962 ara sı- bağışlamıştır bu kahvelere. Yememiş, içmemiş, Tanrının akşamı gelip parası nı buralara yatırmıştır. ”
‘KahvecÜer kahve kavurur’ yazısında Salâh Birsel, kahvehanelerin artık geliş tiği ve oturduğu dönemde bir kahveha nenin iç düzenini öyle güzel betimler ki öyle bir betimlemeye ancak şapka çıka rdır ve o betimlemenin eşi yalnız betim lemeler kralı Balzac’ta bulunur. Bence bu betimleme, betimlemelerimizin en önemlderindendir, en seçkin örnekle rindendir.
‘Kahveler Kitabı’ okurun pek çok şey öğreneceği, yaşamın zenginliklerini ku caklayacağı, bilgisine bdgi, zevkine zevk katacağı bir yapıttır.«
Kahveler Kitabı/ Deneme/
Salâh Bir
sel/ Sel Yayıncıltk/ 278 s.
'Kahveler Kitabı’mn başlangıcında, Lavoiser’in ünlü "Doğada hiçbir şey yok olmaz, hiçbir şev de yoktan var olmaz." sözleri vardır, aslında bu sözler Bırsel'in bütün yazın yaşamını etkileyen, ona 'Salâh Bey Tarihi'ni yazdıran bir güce dönüşür.
tabm ‘Ah kahve vah kahve’ bölümünde, kahvelere dadanan şair şuera takımın dan, yazıncdardan söz etmeden önce kahve ve kahveler hakkında yazdan ki mi şiirleri sıralar. Şiir yazanlardan biri de Mehmet Akif’tir ve ‘Mahalle kahvesi şarkın harim-i kastilidir’ diye kötüler ama “Berlin’e gidip de oradaki kahvele ri gördüğü vakit ağız değiştirmek zorun da kalır ve ‘Bu kahve...Öyle mi? Lâkin
hakikaten hayret! Feza içinde feza...Bir harim-i nuranur’ der.”
Salâh Birsel, kahveleri övenlerin ba şında Sadri Ertem olduğunu anlatır. “Ertem kahveleri kamuoyu fideliklerine benzetir. Buralarda daha özenli, daha görklü, daha cafcaflı, daha insanca çi çekler yetiştirileceğine inanır.” Ve kah veleri, -içeriklerinde olanları da katarak - ayrıntılı bir biçimde tanımlayan şiirini