• Sonuç bulunamadı

Kadınlar Birliğini kuran Nezihe Muhittin Hanım ne alemde?...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kadınlar Birliğini kuran Nezihe Muhittin Hanım ne alemde?..."

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

No. 9'2

YROİGÖN

S a y f a 3

Nezihe M uhittin’hanım ın zevkle döşen-rü? apartırnanm da a ld ığ ım ız muhteiif pozlar

Htf/VIM JV £ 9?A£ME)E

'N-m

*— Altın liraları, sedef kakmalı bir hıasa üzerine yığar, etrafında mumlar yaktırır, sonra karşısına yangelip çu­ buğunu tüttürür, ve bu seyre saatler­ ce kanamazmış.

1‘akat paraya bııkadar düşkünlüğü­ ne rağmen, çok ııamuskâr adammış. O zamanlar haraçlara «dişkirası» de­ nilirmiş .Mütcgallibe geçinenlerden biri­ si, fakir bir köylüden dişkirası almış, o bunu duyunca, hemen miHegnUihe- yi çağırtmış, ve otuz iki dişini bir­ den söktürmüş v e :

— Allah, demiş, fıkaraya geçirilen dişin sökülmesini emir buyurur!

— Eğer Allahın bu emri her zaman îutulsnydı, dünya dişsizlerle dolardı!

* ♦

Nezihe Mıılıiddin hanınım Harbiyede- ki apartımanının salonundayız. Kadın­ lar Birliğinin sabık reisi, duvarları, tarih sayfalarına çeviren eski resimle­

rin sahiplerinden bahsediyor. Yan ş.v Naillin Mulılddln hanım

ka cevabıma gülerek büyük dedesi Ağa Hüseyin Paşa hakkında verdiği malûmatı tamamladı :

— A ğ a Hüseyin Paşa, ilk lurk Seraskeridir de...

Sonra, onun tam karşısındaki yağlı boya portreyi işarel|e ilâve etli

— Bu da meşhur Tepedelenli Ali Paşadır I Kocamın büyük babasının büyük babası oluyormuş... Eğer o şimdi sağ olsaydı, kocam prens, ben de prenses olacaktık !

Nezihe Muhiddin hanımın eseflcnişin- deki samimiyeti görünce, içimi çeke­ rek iştirak eder görünmek mecburiye­ tinde kaldım :

- -.V a li, vali, çok y-’-'k olmuş lıa nımefendi I

Kadınlar Birliği miiessisinin; I e- pedelcnli ile beraber ölen prenseslik ’ hulynîarımn, hasreti, umduğum kadar uzun sürmedi. O, genç ıışngn, benim

(2)

VfcDİGÖN

No. 5')

için ikinci bir likör emrettikten

sonra güldü.

— Kadınlar Birliğini de amma yaz­ mışınız lıal O yazıyı okuyanlar, ora­ daki hanımların; fotoğrafçınızın önün­ de yoz almağa çalışmaktan, sizinle ko­ nuşmağa vakit bulmadıklarını zanne­ diyorlar I

— Böyle zannedecekleri, yanılmıya- caklarıtıa temin edebilirim hanımefendi!

Nezihe Muhiddin hanım, sebebini cevabından anladığını bir kahkahayı zaptedemedi :

— Demek beni de öyle zannettiği niz için fotoğrafçınızı getirmediniz?

Buna, lıcr benim yerimde olanın ve­ receği beylik cevapla mukabele ettim:

— Estafurullah hanımefendi I

Ve ele geçirdiğim konuşma fırsattnı kaçırmamak için, soluk alnından söze başladım : •

— Hanımefendi, bir dostumun Ka- , dınlar Birliği hakkıridnki kanaatini

ar-zetmekliğimc müsaade buyurulur mu? — Buyrun efendim I

— Efendim, o: «Bir yerde, yangın, zelzele gibi facinlar vukubulunca, ha­ yır sahipleri, yardım komisyonları teş­ kil ederler. Bu muvakkat komisyon, elinden gelen muaveneti yaptıktan son­ ra, bittabi dağılır.

Kadınlar Birliği; Kadınlarımızın bir çok içtimai mahrumiyetler içinde bu­ lundukları bir devirde teşekkül elti. Onları, - -sahip-_ölma1âri lâzım_gelen haklara kavuşturmak gayesini güttü. Bugünün kadını, her sahada erkekle müsavi haklara mâliktir, binaenaleyh, bütün maksatlarını temin etmiş olan Kadınlar Birliğinin; elinden gelen yar­ dımı yapmış bir muvakkat muavenet komisyonu gibi kendiliğinden dağılma­ sı lâzımdırl» diyor. Siz, bu fikre işti­ rak ediyor musunuz ?

Nezihe Muhiddin hanını, hakikî ve samimî kanaatini hassas hemcinsleri­ ni gücendirmeden ifade edebilmek için epi düşündü. Verdiği cevabı bir keli­ me değiştirmeden yazıyorum :

— Meşrutiyetten sonra yeni baştan dünyaya gelir gibi olmuştuk. O sıralar­ da, dostunuzun söylediği maksatların temini için bir Kadın Birliğine liizum vardı. Ve bu Birlik bu lüzumdan doğ­ du. Her «yeni doğan» gibi mırıldan­ dık, sızıldandık, çırpındık... «Ağlanıı- yana süt verilmezi» denir. Nitekim, bize, o kadar güzel gıda verdiler ’ ki, bugün, erken yetişmiş birer geııc irisi lıalindzyiz.

S a y l a 4

Bizim kadınlarımızda kusur., bilmem var mı acaba...

Avrupada, okur yazar kadırılnr, sa­ de çay ile, balo ile, sinema ile, moda ile vakit geçirmekle iktifa edemiyorlar. Ve; bir Birlik teşkil elmişler. Orada toplanıp, ciddî, içtimai meseleler etra­ fında münakaşalar yapmanın, konuşma­ nın zevkini. tadıyorlar.

Bizim Kadın Birliği de, pekâlâ, o- radakiler gibi bir entelektüeller klilbii olabilir. Meselâ benim tanıdığım ve te­ mas ettiğim hanımların hepsi epice münevverdirler...

mecburiyetinde kalmıştım.

Ve neticelenmesi güç bir münaka­ şanın nçılmnsına mâni olmak için der­ lini bir sual yetiştirdim :

— Kadınlar Birliğinin, diinyn sulhu- nü temine çalışmasına ne dersiniz?

— Bu, yenî bir şey değildir ki... İlk teşekkül ettiğimiz zamanlarda, bey­ nelmilel Kadınlar Birliğine dahil ol­ mak istemiştik. Bize, sulh cemiyeti­ ne aza olmak lüzumundan bahsetti­ ler. Knbul mecburiyetinde kaldık. — Söylediğiniz hanımlardan ekserisi­

nin zevçleri çok kıskanç olacaklar? — Niçin ?

— Bu hanımlardan ekserisi hiç so­ kağa çıkmıyorlar da I

— Nezihe Muhiddin hanım İnimi der­ hal tekzib etti :

— Ne münasebet efendim, her gün çıknrlarl

Güldüm :

— Hanımefendi, ben ki, mesleğim itibarile muhtelif muhillere girip çıka­ rım. Emin olun ki, tanışmak şerefini knzandıgım hanımefendiler içinde «Mü­ nevver» ismini taşıyanlar, «Münevver» sıfatına hak kazananlardan çoktur. Bıı itibarla, iddianıza inanabilmek için bahsettiğiniz hanımefendilerin toplan­ tılara çok az karıştıklarına hükmetmek

Fakat asıl mesele, sulha hizmet yo­ lunda yapılacak işleri inyindc isabet göstermektedir.

Sulh :

UyııHtlti ( İm Ituytiflim yıivımn ninni! menin, lı n r l t r l m r « i » r ninni!

Kabilinden ninnilerle çocuk yetiştir­ mekle temin olunamaz. Halbuki, bey­ nelmilel Sulh cemiyetinin misyoner a- zaları, güya sulhu lenıin ınnksndilr verdikleri konferanslarda dinleyicilere ıniskinâne bir sabır telkin etmeğe ça- fışırlar, içlerinden bir İanesini bilirim ki; konferans kürsüsünde hançeresini pallatıncıya kadar bağırıyor ve :

— Hanımlar, diyordu, Hazreli Isa- nın başına iğneli tac konuldu. O, bu­ na boyun eğdi. Yüzüne tokat ali dar, öbür yanağını da uzattı. Hemcinsleri­

(3)

No. 92

YEDİGÖN

Sayla 5

miz'ın cephelerde biribirlerinin kanla­ rını içmelerine şahit olmak istemiyor­ sak, koca peygamberden ibret ala- lıml.

Fakat gayet garib bir tesadüf bana öğretti ki,bıı fetvayı veren sulhperver ha­ nımın oğlu, ta bilmem nereden kalkıp ta Anadoluya saldıran düşman ordu­ sunun safları arasında idi.

Bu misal, gayet iyi gösterir ki, in­ sani hislerden dem vuran sulh konfe­ ransçılarının miskinlik telkin_ eden ba­ yat nazariycleri, menfaatler çarpışınca derhal iflâsa mahkûmdurlar.

Ve sulh... Sade kuvvetle temin olu­ nur.

Bunu bilen hükümetimiz, harici si­ yasetimizi olduğu kadar, dahilî vazi­ yetimizi günden giinc ve her sahada kuvvetlendiriyor.

Bu yolda, kadınlarımıza düşen vazi­ fe, çalışmak, muktesit, idealist birer ev kadını olmak, ve bilhassa, nufusu- muzun çoğalmasına hizmette fedakâr­ lık etmektir.

— Sizce, kadınlarımızın başlıcn ku surları nedir hanımefendi ?

— Bizim kadınlarımızda kusur... Bilmem... var mı ki acaba?

Nezihe Muhiddin hanım, yorgun bir lıatib edasile, likörünü aldı ve az evvel bitirdiği uzunca sulh nutku ile kuru­ yan damağını ıslattı:

— Çok düşündüm, dedi, demek ki yokl

Ve ilâve etti :

— Bizim kadınlarımız her şeyden evvel gayet iyi annedirler... Meselâ, size ak­ lıma gelen bir hikâyeyi anlatayım :

"Çok zengin bir ecnebi kadın, sekiz yaşındaki çocuğunu bir şvester’e bıra­ karak seyahate çıkmış. Onun sade maddi ihtiyaçlarını temin etmeyi, senelerce aramamak, sormamak için kâfi ,saymış. Gayet garip bir tesadüf, ana 'ile oğulu on beş sene sonra bir yerde karşılaştırmış, ve ikisi de biribirleriııi tanımamışlar. Hikâyede, aradan geçen uzun senelerin bir sürü maceralarını, bu tesadüfün şeklini okusaydıııız, emin olun ki bu lanınıantazlığı gayet tabii bulacaktınız.., Bir yazıcı kafası ile, bunları talimin edebileceğinize cinin olduğum için Uzatmayayım : Bu tamşmamazlık yüzünden ana ile, oğul arasında cinsi bir sempati başlamış. Ve ancak ikinci bir tesadüf sayesinde yaman hakikati anlamışlar, ve bu sem­ patiyi müthiş bir neticeye vardırmak­ tan kurtarabilmişlerdir...

Bu, hayali geniş bir yazıcı kafasın­ dan doğmuş bir romandır. Fakat bir­ çok ecnebi kadınlarının evlât telâkki­

leri bu müthiş hayali tahakkuk ettire­

bilecek kadar lâkaydanedir. Halbuki

bir Türk anası, çocuğunu yirmi dört saat göremediği zaman hasta olur.

Bunu düşününce, kadınlarımızın ev­ lâtlarına karşı bağlılıkta gösterdikleri

hudutsuz titizliği takdir etmemek el­

den gelir mi ki...

Üçüncü çilek likörünü yudumlarken mevzuu edebiyata intiknl ettirdim. Ve

Nezihe Muhiddin hanımdan, ilk defa

yazıya ne zaman, nasıl başladığını sor;,

dum:

---— Ben, dedi, ilk makalemi on se­

kiz yaşımda yazdım. O zaman, kızla­

rımızı Avrupaya göndermek hususunda

bir tasavvur vardı. Ben, hem

Darül-mualliınatta, hem lisede - ki o zaman dariilmuallimindi - hoca idim.

Avrupaya gönderilmek istediğim

i-çin, derhal, bu tasavvuru şiddetle al­

kışlayan bir makale yazdım. Buna mu­

kabil bana, şıkır şıkır bir Osmanlı

altını gönderdiler...

Nezihe Muhiddin hanımın gözleri, Darphaneden yeni çıkmış bir cumhuri­ yet altını gibi parladı :

— Bilseniz, yazıma kıymet verildi­

ğini görmek beni ne kadar sevindir­

mişti. Hayatımın en tatlı heyecanını, o sarı lirayı avucuma aldığım zaman

duydum diyebilirimi.

— Kaç senedir yazıyorsunuz hanı­ mefendi ?

— 23..

Sabık Kadınlar Birliği reisi, hayret­

le açılan gözlerime bakarak gülüm­

sedi :

— Bu kadar kıdemli olduğumu um­ muyor mu idiniz yoksal

Kekeledim :

— Hayır efendim... Hayretim ondan değil...

— ??...

— Dünya gözü ile, kırkını aştığını saklamıyan bir kadın görüyorum dal

Nezihe Muhiddin hanım -sevimli bir kahkahayı raptedemedi :

— Oo... O yaş saklamak illeti 35 e

kadar devam eder... Ondan sonra

«devri itiınf» başlar... Güldüm :

— Halbuki asıl o zamaıı «devri in­ kâr» başlar derler...

— Bence yanlış... Fakat siz benim

yaşımı nereden buldunuz ? Ha... Ta­

mam... Kaç yaşında yazmağa başladı­

ğımı, kaç senedir yazdığımı söylemiş­

tim... Fakat...

Muhatabım; hesabımın veya hesabı­

nın şimdi hatırlıyamadığıın bir nokta­

sında bulduğu yanlışlığı düzeltti. Ve

hayretimi boşa çıkardı.

Kıymetli yazıcıdan, en çok hangi muharrirleri beğendiğini sordum. Hiç tereddütsüz saymağa başladı :

— Reşat Nuri, Sadri Etem, Mahmut Yesari, Selâmi İzzet, Valâ Nurettin, Pe-yami Safa, Hü..

Devam edecekti, güldüm : — Bir ben kaldım hanımefendi I

— Sizi yüzünüze karşı methetmek

istememiştim de... Yoksa emin'olun ki hakkımda iyi yazasınız diye söyie-■ miyorütıÇ“' ilk. . . ' .

Bana da «lâyık olmadığım bir ' ilti­ fatı» harcamak cömertliğinde bulunan

muhatabıma : 1

— Romanlarınızı nasıl yazarsınız ha­ nımefendi? dedim.

— Ben; bazan dört, hattâ üç günde bir roman yazdığımı bilirim. Hissî ba­ hisleri daima yattığım yerde yazarım..

Güldüm ;

— Desenize maazallâh eğer bütün muharrirler sizin gibi olsalarmış mat­

baalar, yatakhanelere dönecekmiş...

Meselâ, Sadri Etemden hissî bir hi­

kâye istiyorlar... Derhal soyunup, pi­

jamasını giyiyor...' Haydi yatağa...

Telefonu açıp Vâlâ Nurettin'i so­

ruyorsunuz. «Gelemez efendim, yata­

ğında meşguldür... Cevabını veriyor­ lar, ve ilâve ediyorlar... «Yarım saat

kadar hissî bir hikâye yetiştirmek

mecburiyetinde olduğu için rahatsız

edemeyiz!

Nezihe Muhittin hanımın sözlerime attığı kahkahalar dinince son sualimi sordum :

— Hakkınızda yapılan tenkitler, si­ zi çok kızdırır m ı:hanımefendi?

t

— Y o, kat’iyen..! Hattâ hoşlanırım.

Meselâ, ben Birlikte iken, karika­

türlerimi yapnrlar, Türlü türlü tenkil­ ler, alaylar ederlerdi... Bunları alınca

bir odaya kapanır saatlerce, katıla

katıla gülerdim. Güldüm :

— O halde, konuştuklarımı yazar­

ken kalemimi istediğim gibi kullana­

bileceğim?

Nezihe Muhiddin hanımın yüzüne

birdenbire, ilıtiyntsız davranmış kim­

selerin endişesi sindi :

i — Y o , sakın ha.rfrBen.eskiden bah­ sediyordum... Şimdi çok kızarım...

A-nınn Allah aşkınıza suya sabuna do­

kunmayın...

* t ■ *

Nezihe Muhiddin banımın isteğini

yerine getirdim, ve bu yazımı tamam­

layıncaya kadar suya sabuna dokun­

madım.

Naci Sadullah

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Sanatçının anısına bir dakikalık saygı duruşuyla başlayan törende konuşan Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Atay, Fecri Ebcioğlu’nun şarkıları yıllardır

“Turgut Özal; zeki, çalış­ kan, -yakışıklı olmasa bile sempatik bir genç mühen­ dis olarak karşısına çıkıp da izdivaç teklifinde bulundu­ ğunda, Semra

Yalnız Nâzım ile Piraye’nin çevresinden ünlü yazarlar, sanatçılar değil, Erenköylüler, Çamlıcalılar, duygu dolu o güzel insanlar.... Sevginin egemen olduğu

[r]

Onbeş kişisel sergi açtı ve pek çok karm a sergiye

Hidiv Köşkü’nü gezen davetliler arasında bulunan Vehbi Koç, köş­ kün 97 basamaklı kulesine çıkarak, İstanbul’u Çubuklu tepelerinden uzun

Yaşar Kemal’le birlikte — (Soldan sağa) Amerikalı yazar Elie Wiesel, Hollandall belgesel ustası Joris Ivens, Italyan film yönetmeni Federico Fellini ve ünlü

könce Osman Hamdi Bey in bugün 77 yaşın­ da olan torunu Cenan Sarç'ı bulduk, cenan Sarç, Dedem, çok beğendiği eserlerini İki adet yapardı" dedi ve