• Sonuç bulunamadı

Marmaris'de emekli bir balerin:doğanın yeşillikleri ve maviliklerinde bale resmi yapıyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Marmaris'de emekli bir balerin:doğanın yeşillikleri ve maviliklerinde bale resmi yapıyor"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

“Bale, koreografi estetik kurallarına göre düzenlenmiş danslardan oluşan sahne gösterisine denir.” Henüz iki yıllık bir yayın geçmişi olan “Müzik Ansiklopedisinde balenin tarifi böyle yapılıyor: Türk Dil Kurumunun “Tiyatro Terimleri Sözlüğü”nde ise bale maddesinin karşılığında şunları okuyoruz: “Barok çağında İtalya’da doğmuş. Fransa ve Rusya’da gelişmiştir. Belli bir düzeni ve kuralı olan dans, dekor ve müzikten oluşan bir gösteri türü.” Yine ansiklopedilerden, balenin Fransa’da 14’üncü Louis zamanında geliştiğini ve ilk modern bale temsilinin Versailles sarayında 1581'de yapıldığını

okuyoruz. Türkiye’de balenin geçmişi ise çok yeni sayılır. Yabancı bale topluluklarının 16'ncı ve 19’uricu yüzyılda konuk sanatçılar sıfatıyla Türkiye’de gösteri yapmalarını saymazsak, balenin ülkemizde okullaşması ve müzik eğitim programına girmesi ise 1948-1950 yıllarına rastlıyor. Çağdaş Türkiye’nin temelini atan Atatürk’ün önderliği, teşviki ve batılı anlayışı sonucu bale İngiltere’den çağrılı olarak gelen ülkesindeki İngiliz Kraliyet Balesinin kurucusu Dame Ninette de Valois 1948’de ülkemizde klasik balenin temelini atıyor. Yeşilköy'de bir okulda başlayan bale eğitimi daha sonra 1950'de Ankara’ya taşınarak Ankara Devlet Konservatuarının bir bölümü olarak resmi hüviyete giriyor ve günümüze kadar sürüyor. İşte bale sanatının ülkemizde henüz tohumlarını atmaya başladığı 1949’lu yıllarda gencecik bir kız İstanbul Belediyesi Konservatuarında bale dersleri veren Lidya Krassa Arzumanova’dan bale dersleri almaya başlar. Yıldız Alpar adındaki bu genç kızın, devam etmekte olduğu piyano bölümünden baleye geçişi, hayatının önemli bir dönemidir. Çünkü Ankara Konservatuarında bale bölümünün açılmasından bir yıl önce, bu genç kızı dans tutkusuna iten içgüdü, Avrupa’lara kadar götürecektir. Fransa’dan verilen özel bursla Paris’e gidecek ve Paris Opera ve Balesinde o tarihlerde açılan yüksek bale ihtisas kurslarına devam ederek, buradan başarı ile mezun olacaktır. 1952’de de yurda döndüğünde ülkemizde ilk bale okulunu Taksim Sıraselviler semtinde açacaktır.

YILDIZ ALPAR:

BALE

ÖĞRETMENLİĞİNDE

35 YIL...

“MİNİKLERİ

OYA GİBİ İŞLİYORSUNUZ.

TAM YETİŞİYORLAR,

BALEYİ BIRAKIYORLAR.

İÇİM BURKULUYOR O ZAMAN.”

“Bugün 35’inci yılımı tamamladım” diyor Yıldız Alpar. Balede, bale öğretmenliğinde uzun, zorlu ama çok zevkli 35 yıl. Halen 1964 yılında Kadıköy’de kurduğu "Yıldız Alpar Özel Bale Müzik ve Tiyatro Okulunda” hem yöneticiliği, hem de öğreticiliği devam ediyor Yıldız Alpar’ın. Geçen yılların, insan fiziğinde ve ruhunda bıraktığı yıpratıcı yorgunluğu büyük aşkla bağlandığı bale sayesinde hissetmeyen Yıldız Alpar bugüne kadar sayısını bilemediği kadar çok öğrenci yetiştirmiş. Halen İstanbul Devlet Opera ve Balesinde kendisinin yetiştirdiği öğrenciler dansediyor. “Hiç beklemediğim bir anda ve yerde, ya bir öğrencimle, ya da çocuğunu yetiştirdiğim bir veliyle karşılaşmak beni öylesine heyecanlandırıyor ki” diyen Yıldız Alpar’m buna rağmen içini sızlatan, yüreğini daraltan büyük bir üzüntüsü var.

(2)

Yıldız Alpar okulundaki yetişkin gruba ders verirken

ÇABUK BIRAKIYORLAR

“Öğretiyorsunuz, emek veriyorsunuz. Tam bir yere geliyorlar. Yetişiyorlar. Bakıyorsunuz birden baleyi bırakıveriyorlar. İşte o zaman içimden birşeylerin koptuğunu duyuyorum. Sanki yüreğimi almışlar gibi bir duygu bu.” Yılların bale eğitimcisi Yıldız Alpar'ı en çok üzen ve kahreden olay bu. Emek verdiği minicik balerinlerin bir gün yeniden olağan hayata dönüp, bu güzelim dansı bırakmaları. Alpar’ın dediğine göre, gelen öğrencilerin yüzde 70'i baleyi terkediyor. Neden geliyorlar ve sonra neden bıkıp bırakıyorlar? Şöyle anlatıyor Yıldız Alpar: “Bilindiği gibi balede ideal yaş 5 yaşın altıdır. Okul çağı öncesi yaştaki bu çocukları evde ya anneleri baleye

yönlendiriyor, yüreklendiriyor ya da arkadaşları. Günümüzde ayrıca televizyon iletişim aracı olarak çocuklar üzerinde çok etkili oluyor. Böylece çocuk baleye başlıyor. Ama bir ya da iki yıla kalmadan bırakıp gidiyor. Bir nedeni şu: Çocuk kendi evinde, ailesi ve çevresinde minik bir yıldızdır. Dansettiği zaman anne babasının, eşin dostun beğenisini alkışını toplar. Ama okula geldiğinde bakar ki, tek star (yıldız) kendisi değildir. Aynı yetenekte ve kendi yaşında pek çok star vardır. Öyle olunca keyfi kaçar, starlığını evinde sürdürmeyi tercih eder.

Yıldız Alpar’ın, özel dersanesinde halen 300’ü aşkın öğrenci bale öğreniyor. Beş de hoca var. Tahmin ettiğimiz gibi öğrencilerin çoğunluğunu kızlar oluşturuyor. Erkek çok az, “40 yıl öncesinin zihniyeti devam ediyor" diyor Yıldız Alpar bu konuda, “Aileler erkek çocukları ancak okumadığı takdirde baleye gönderiyorlar. Çocuğumuz okumuyor, bari dansçı yapalım diyorlar. Oysa bu düşünce öyle yanlış ki. Tersine biz okumuş, okumakta olan ve okuyacak öğrencileri seçiyoruz. Çünkü klasik bale eğitiminde vücudun yatkınlığı kadar, kültür de önemli. Öğrencinin aklı ermeli ki, vücudunu kullansın. Kültürsüz bir beyin vücudunu balede kullanamaz. Bu sebepten prensip olarak okumayan çocuğu kursa almıyorum. Bende yetişkin balerinler hep üniversite ve lise talebisidir. Yıldız Alpar ülkemizde balenin dünden bugüne çok gelişmiş olmasına rağmen, daha çok reformlar yapılması gerektiğini söylüyor. “Sadece okula gelen az sayıdaki istekli çocukların dışında, böyle bir olaydan haberi olmayan, bilmediğimiz kimbilir daha kaç yetenek vardır. İşte asıl onlara ulaşmak gerek" diyor. Yıldız Alpar, son olarak bale yapanlarla ilgili yerleşmiş yanlış bir yargıya da değiniyor. Bizim de bildiğimiz, bale yapan kişide, bu uğraşı bıraktıktan sonra bacaklarında görülür bir deformasyon oluyor. Adeta bacaklar kalınlaşıyor. "Hayır” diyor Yıldız Alpar, “Bu görüş, bazılarımızın çocuğum baleye gitsin zayıflar düşüncesi kadar yanlıştır. Baleye giden ne zayıflar, ne de onu bırakınca bacaklar kalınlaşır. Bütün bunlar kalıtımsaldır. Balede sadece bacaklar kuvvetlenir, adelelenir. Birçok hanımlarımızın şikâyeti olan sellülit derdi, bale yapanlarda yoktur. Çünkü yağ yoktur bale

yapanlarda.” Yıldız Alpar, aynı enerji ve zevkle işin başına dönerken bir başka sıkıntısını da dile getiriyor. Derslerin azlığı sorunu. “Haftada iki kere bale için çok azdır. Ancak operada her gün derse gitmeğe başladığı zaman, sıkı çalışma oluyor. Dolayısiyle biz ancak operaya eleman yetiştiriyoruz.

Ama bir primabalerin olmak için her gün operada çalışmak gerek. Ancak o zaman bir yere gelinebilir” diyor.

(3)

MARMARİS'D E

EMEKLİ BİR

BALERİN

D o ğ a n ın y e ş illik le ri

v e m a v ilik le rin d e

b a le re sm i y a p ıy o r

Keşke insanın sevdiği, tutkunu olduğu şeyler ömür boyu sürüp gitse!.. Ama mümkün mü ki? Yaşam öylesine sürprizlerle dolu, insan ömrü öyle değişken çizgide sürüp gidiyor ki! Geriye ise, aşkla bağlandığınız, tutkunu olduğunuz idealinizden çokça anılar kalıyor sadece. Kimi zaman anmaktan haz duyduğunuz, bazen de yüreğinizi sızlatan anılar. M eral Öge'nin bundan sonraki yaşamı da böyle anılarla dopdolu geçecek. Türkiye'nin Ankara Konservatuarı bale bölümü iik mezunlarından M eral Öge, şimdi Marmaris'in şirin bir köşesinde sakin, evinde, sahnede parmaklarının ucunda döndüğü günlerin heyecanlı anılarını, artık sadece tuvale yansıtmakla yetiniyor. Pastel boyalarla balerin resmi yaparak. Ama bu da sanatın bir dalı değil mi? Kişiyi en az bale kadar yaşama bağlayan bir tutku olamaz mı? M eral Oge, hararetle onaylıyor bu ğörüşümüzü. Kimsenin hayal bile edemediği

dönemde Amerika'da bale çalışmalarını sürdürdüğü ve vatan özlemiyle döndüğü Türkiye'de baş balerin olarak "Uyuyan G ü zel", "C opellia", "Çeşme Başı", "G ise lle " ve daha pek çok bajede oynadığı günlerin unutulmaz anlarını tuvale yansıtıyor. M eral Oge, romanlardaki gibi bir başlangıçla girmiş bu balerinlik serüvenine. Henüz üç yaşında bir bebekken rüyasında dansettiğini görmüş. Küçücük yaşına rağmen bu güzel rüyayı belleğinden atamadığı gibi, yolunu da çizmiş. 1948'de Anadoluhisarı Pansiyonlu ilkokulunda okurken, Türkiye'de bale okulu kurmak için İngiltere'den getirtilen Royal Bale okulunun kurucusu Dame Ninette De Valois M eral Ö ge'yi beğeniyor. Bale okulunda okumak üzere seçilen 28 öğrenciden biri olarak okula giren Meral Oge, mezun olan 5 kişiden biri oluyor. Ve baş balerin olarak sanat hayatına atılıyor. Amerika'da 1969-70 yıllarında bale çalışmalarını sürdürürken tekrar hocası de Valois ile karşılaşıyor. Hocası ona, Türkiye'ye dönmesini salık veriyor. Çünkü artık bale o dönemde Türkiye'de gelişme sürecindedir. "O ysa o sıralarda Amerika'da sanatımın zjrvesindeydim " diye o günlere dönerek anılarını tazeliyor Meral Ö ge, "Am a ülkemi, topraklarımı da öylesine özlemiştim ki, bir an bile tereddüt etmedim dönmekte." Ancak uzun yıllar yurt dışında kaldığı için Ankara'ya döndüğünde hemen baş balerinliğe geçemiyor M eral Öge. Solistik partilere dublör olarak devam ediyor. Baş balerinlik için İstanbul Devlet Opera ve Balesi kucak açıyor ona. 1982 yılına kadar pek çok bale eserinde baş balerin olarak sahneye çıkıyor. M eral Öge, vücut yapısı, fiziği ile de balerin olmaya çok uyğun bir tip. Bir başka önemli nokta ise, baleyi bir meslek değil de, küçüklüğünden bu yana rüyalarını süsleyen büyük bir ideal olarak gördüğü için, tutku derecesinde dansa bağlı olması. Bale onun günlük yaşamının ayrılmaz bir parçası oluyor. Öyle ki evliliği bile aklına getirmiyor M eral Oge.

Onu zorunlu olarak sahneden ayıran ya ş faktörü kadar, bağlı olduğu kuruluşun biraz

da vefasızlığı çok zor bir dönem oluyor onun hayatında. Yıllarca yüreğinde aşkla dansettiği sahnelere veda ederken, vefa örneği hiçbir jestin ne kuruluştan ne devletten gelmemesi, pek çok üzüyor sanatçıyı. Belki de bu yüzden şehir hayatına küsüyor. Bale aşkıyla manen ve/ maddeten bağlandığı şehir hayatı, balenin onun için hiçbir anlam taşımadığı hayatının 50'sinden sonraki döneminde ilginçliğini kaybediyor. Yakınları orada yaşadığı için Marmaris'i seçiyor. "Bundan sonraki yaşantım, evim, bahçem ve resimlerim olacak" diyor M eral Oge. Herşeye rağmen yüzünden eksik etmediği tebessümüyle...

cnkadın 10

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

So- kullu’ nun dokuz yüz hiristiyan kölesi Osmanlı İmparatorluğu kuvvetlerinin türlü akınlarda garp ülkelerinden toplayıp getirdiği insanlar­ dı; Garp

Toplu musiki hayatına, 1923-1924 yıllarında Polis Müdüriyeti Parmak İzi Kısırımda Süreyya Bey’in idaresi altında kanuni Hacı Arif Bey’in küçük oğlu

Bu çalışmada yoğun bakımda bakteriyal ve viral menenjitli hastalarda serum iyonize kalsiyum (iKAL) düzeyinin, yoğun bakıma geldiklerindeki ve süperenfeksiyon

Ayak bileğinin anterolateral instabilitesi; superior peroneal retinakulumun gevşekliği, peroneal tendon subluksasyonu ve peroneus brevis tendonunun ayrışması ile

1942 yılında Ulvi Cemal Erkinin eşi Ferhunde Erkin için bestelediği piyano konçertosunun ilk çalmışını dinleyenler... Haşan Ali Yücel, başbakanın eşi

Al- though the Japanese policy makers did not reach a full consensus with other regional actors on solving human security issues, these various ef- forts made by Japan should be

Toraks ult- rasonografisi (USG)’nde, sağ hemitoraksta kitle ya da atelek- taziyle uyumlu olabilecek görünüm ve komşuluğunda 7 cm kalınlıkta yoğun içerikli plevral

Haluk Eraksoy, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Çapa, İstanbul, Türkiye..