• Sonuç bulunamadı

Va - Nu'ların dostları

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Va - Nu'ların dostları"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Aralar denizinde...

S A D U N TANJU'ya artılarını anlatan ve Iju yazı dizisini zenginleştiren mektup, fotoğraf ve belgeleri veren M üzehher V a -N u ; gazetecilik mesleğinde,,ve yazarlık hayatında Nihal Karamşğjralı olarak da tanınır. M ü zeh h ep V a -N u ;

tanınmış gazeteci yazar Vala Nureddin'in eşidir. K arı-koca V a-N u'lar, ilginç bir dönemin, 1930'lar, 40'lar ve 50'ler Türkiye'sinin sosyal hayatını bütün sevinçleri ve üzüntüleriyle yaşamış; pek çok tanınmış Türk aydınıyla dostluklar etmiş ilginç bir ailedir.

S A D U N TANJU, M üzehher V a -N u ile yaptığı bir seri sohbet sırasında, siyasal, sosyal ve kültürel hayata ışık tutacak, yeni bilgiler getirecek pek çok ayrıntıyı okuyucuların gözleri önüne sererken; onlara, kırk elli yıl öncesinin aydın yaşayışı

hakkında gerçekten seçkin bir örnek sunmaktadır.

Vâla Nureddin ve Müzehher Va Nu, Hüseyin.Cahit'le Evian'da karşılaştıkları yıllarda..

“V A -N U 'la rın D osÜ an” nı

okurken, bugünkü kuşaklar, kültür sanat ve siyaset hayatımızın ünlü kişilerini kendi özel aile ve dostluk ilişkileri içinde, “ insan” yanlarıyla tanımış olacaklardır. Dizide anıları tazelenen

kişilerden çoğ u bugün artık hayatta değillerdir. Eski dostlarla

yaşanan yeni hayat ise bambaşka şaftlar,, içindedir. M üzehher V a -N u 'n u n anlattıklarında, tarih olmanın ve değişmenin hüzünlü güzelliğini tadacaktır okuyucu. Belki pek çok şey öğrenecektir. V E kuşkusuz, kendinden önceki

hayatlarla arasında sıcak bir duygu gezinecektir.

Hüseyin Cahit Yalçın, OsmanlI'dan Cumhuriyet dönemine intikal eden en ilginç kişilerden biriydi. Neyi savunursa onun haklılığına doğru olduğuna inanırdı...

K j

T

v¡an daydık, Hüseyin Cahit'le rastlaştık. Erine davet etti, S ı . g ittik . Osmanlı İmparatorluğumun Düyunu Llmumiye'deki eski S —Â temsilcisi, büyük b ir alışkanlıkla seçkin Fransız hayatına karışmıştı. Güzel b ir evde, gelini ile senelik dinlenme tatillerinden birindeydi. Yemekten sonra akşamüstü de çay ikram etti. Nefis b ir çaydı. İngilizlerin 3 asırdır aynı kaliteyi koruyarak ü rettikleri is kokulu Lapsang Souchong çayı..

Hüseyin Cahit, Tan Olayı ve

is” kokulu İngiliz çayı

• Y L e güzel çay bu i ■ böyle” dedim * I Müzehher Va

I Nu'ya. Gerçek-ten çayın rengi, lezzeti, kokusu bir harika idi. İnsan, tiryaki olmadan da çok “ özel” bir harman olduğunu fark ediveri- yordu.

Müzehher Va-Nu güldü: “ İngilizlerin is kokulu Lapsang Souchong dedikle­ ri çay. Yaklaşık üç asırdır aynı kaliteyi muhafaza edi­ yorlar” dedi.

“ Sizin böyle bir çay me­ raklısı olduğunuzu b il­ mezdim, Bülent Ecevit'i de geçtiniz” diye şaka yaptım.

“ Biliyor muşunuz” dedi Müzehher Va Nu: “ Bu çayı biz ilk defa Fransa'da Evi­ an'da, Hüseyin Cahit'in (Yalçın) evinde içtik. İlginç bir hikayesi vardır.”

“ Anlatsanıza” dedim. EVİAN'DA BİR KARŞILAŞMA

V

AlA ile ben Akşam adı­ na bir olayı izliyorduk Evian'da. Ortalık Vietnamlı doluydu. Galiba, Fransız­ ların Vietnam'dan çekilme şartları konuşuluyordu, şimdi çok iyi hatıriamıyo- rum. Biz, Valâ'nın Galata­ saray'dan arkadaşı Prens

Z

ekeriya ve Sabiha Serte! bizim ailecek yakın dostlarımızda Akraba kadar yakın yaşardık. Hüseyin C ahit'in b ir yazısı yüzün­ den gazetelerinin yakılıp y ıkılışı ile nasıl b ir şok geçirdiklerini,

nasıl b ir sürgün hayatına mahkûm edildiklerini gördüğüm için ünlü yazarı damgalıyor ve ondan adeta nefret ediyordum...

Dizide sözü edilen

ÜNLÜ KİŞİLER

Hüseyin Cahit Yalçın, Yahya Kemal Beyatlı. Halide Edip Adı var, Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Cahit Morkaya, Nazım Hikmet Ran, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Mümtaz Faik Fenik, Adyiye Fenik. Niyazi Berkes, Münevver

Andaç, Bakir Çelebi. İ. Sabri Çağlayangil. Celal Bayar, Ali Naci Karacan, Ertuğrul Muhsin, Vedat Nedim Tör, Samiye Yaltırım, Şevki Yazman, Halet Çambel. Nail V.. Sadrettin Celal. Kemal Salih Sel, Cami Baykut, Bal Mahmut. Rasih Güran. Adnan Çemgil, Lütfü Kirdar, Kazım Şinasi Dersan, Necmettin

Sadak, Pertev Naili Boratav, Samet Ağaoğlu, Dr. Siyami Ersek, Prof. Cahit Tanyol, Asaf

Ertekin, Ratip Tahir, Abidin Dino, Sabahattin

Eyüpoğlu, Doğan Avcıoğlu, Behice Boran, Semih Balcıoğlu, Şahap Balcıoğlu. Sabahattin Selek, Hıfzı Topuz, Faruk Karamağralı (Müzehher Va-Nu'nun babası), Şevket Rado, Türkan Rado, Ahmet Şükrü Esmer, Ahmet Muhip Dranas, Mekki Sait, Hikmet Saipı. Ercüment Ekrem Talu, Mahmut Dikerdem, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Çetin Altan. Ferruh Doğan, Sadettin Gökçepınar, Nezihe Topuz.

Cahit Osman'm evinde kalı­ yorduk. Evian'a yakın bir kasabada yaşıyor ve emlak simsarhğı yapıyordu. Hüse­ yin Cahit'i, arabasıyla önü­ müzden geçerken o bize

gösterdi. Hüseyin Cahit de Vala'yı gördü ve hemen arabasını durdurup indi. Ben geriledim ve uzak dur­ maya ça lıştım , ik isi el sıkıştılar. Vala “ K arım ”

diye beni de tanıştırmak zo­ runda kaldı. Hüseyin Cahit çok yumuşak, çok nazik bir eda ile benim de elimi sıktı, halimi hatırımı sordu ve er­ tesi gün için bizi evinde

Avrupa ve Amerikan Pazarlarında

•KONFEKSİYON ÜRETİMİ ORGANİZASYONU ve

YURTDIŞI KONFEKSİYON PAZARLAMASINDA

TECRÜBELİ,

•Ç O K İYİ İNGİLİZCE BİLEN

DIS PAZARLAMA

ELEMANLARI

İlgilenenlerin;

en geç T.Temmuz 1986 tarihine kadar, fotoğraflı özgeçmişlerim

P .K .

24 80600 ETİLER adresine göndermeleri rica olunur.

öğle yemeğine davet etti. Vala ile bakıştık. Reddet­ mek imkansızdı.”

"Siz galiba Hüseyin Ca­ hit'le ilk defa karşılaşıyorsu­ nuz?”

“ Evet. İlk defa orada.” “Peki, neden memnun ol­ mamış gibisiniz?”

“ İşte onu anlatmaya ça­ lışıyorum. Hüseyin Cahit tanınmış bir yazar, gazete­ ci, politikacı... Herkes gibi ben de onu yazılarından, makalelerinden, polemik­ lerinden tanıyordum. Bende soğukluk yaratan o la y - hatta büyük bir kızgmhk yaratan olay diyeyim- Ser- teller için yazdığı “ Kalkın Ey Ehli Vatan” başlığını ta­ şıyan ve Tanin'de çıkan başmakalesidir. Bir grup üniversite gençliğinin Bab ı- uli'ye yürüyüp Tan'ı yerle bir ettikleri günden bir gün önce o yazıyı okuyunca, tüylerim diken diken ol­ muştu! Ve onuıı gibi bir ay­ dının, kendisinden farklı düşünen m eslektaşlarını bağnazlığın aslanlarına parçalatma hevesi beni öf­ keden çılgına çevirmişti.”

“ Evet, olayı çok iyi bili­ yorum” dedim. “ O maka­ leyi de, sonradan yaptığım araştırmalar sırasında çe­ şitli nedenlerle pek çok kez okum uştum . H aklısınız. Hüseyin Cahit, savaş sonra­ sı bizde de esmeye başlayan özgürlük ve demokrasi rüz- garcıklarmdan siyasal ikti­ dar adına büyük bir endişe duyduğunu gösteriyordu o yazıda. S ertelleri su s­ turmak için gençleri, va­ ta n d a şla rı, g a ze te cile ri “ Kalkın Ey Ehli Vatan!”

diye “ göreve” çağırıyordu. Müzehher Va-Nu güldü: “ Kıyama çağırıyordu de­ mek, daha doğru bence” dedi ve sözlerini sürdürdü:

“ Z ek eriy a ve Sabiha Sertel bizim ailecek yakın dostlarımızdı. Akraba ka­ dar yakın yaşardık. Gazete­ lerinin yakılıp yıkılışı ile nasıl büyük bir şok geçir­ diklerini; nasıl bir sürgün

dildikle-hayatına mahkum edildik rini çok yakından gördü­ ğüm için, bu haksızlığın en (Devamı Sa. 19. Sil. 8’de)

Soldan sağa

1 - Birbirine karşı içten dost­ luk gösterme, içtenlikle dav­ ranma (eski dil)... Bir soru eki, 2 - Kırarak veya ezerek ufak p arçalara ayırmak... Unvan, 3 - Tanrı'nın adların­ dan biri... Tarihte bir İslam hanedanı (çoğul), 4 - Akıllı... Gemi kaplamalarını usu­ lünce ziftleyerek su geçir­ mez hale koyma İşi, 5 - Kuv­ vet ve mecal (eski dil)... Sofrada kutlanılan sahan altlığı, 6 - Erkek... Genç sığır... İridyum madeninin

Dünkü çözüm

Tjjhlîli

__________________

_ _ _

• A N I » İ N C E L E M E « A R A Ş T I R M A

V Â N Û 'la rın

D O STLARI

Dûymllmımıire'delıieslHlemilri

(2)

29 Haziran 1986 P a z a r ®

D

5. S A Y F A D A Kİ Y A Z I N IN D E V A M I

Hüseyin Cahit, Ton olayı ve

is" kokulu İngiliz çayı...

//•

(B a ş tur afi 5. sayfada) büyük suçlularından biri olarak Hüseyin C ahit'i damgalıyordum ve ondan a- deta nefret ediyordum. Evi- an'daki karşılaşma bu şart­ lar içinde oldu.”

"Aman, ne ilginç hikaye... Sonunu merak ediyorum. Ye­ meğe gittiniz...”

UNUTAMADIĞIM BÎR ÖĞLE SONU...

E

VET, ertesi gün evine gittik. Benim duyguları­ mı bildiği, kendisi de Tan olayındaki o rolünden dola­ yı, Hüseyin Cahit'i, affede- mediği halde, Valâ insan olarak çok yumuşak, çok uzlaşmacı, kolay affedici bir kişiliğe sahipti. Hüseyin Ca­ hit gibi bir meslek büyüğü­ ne nezaketsizlikte bulun­ mak. asla onun harcı değil­ di. Ben de onu müşkül bir duruma sokmak istemez­ dim. Gittik. Osmanlı tmpa- ratorluğu'nun Düyunu U- mumiye'deki eski temsilcisi, büyük bir alışkanlıkla, Evi- a n 'd a k i seçkin Fransız hayatına karışmıştı ve gü­ zel bir evde gelini ile bera­ ber senelik dinlenme tatille­ rinden birindeydi. Evde hiz­ met gören Fransız kadını nın hanımefendi hali dikka­ timi çekmişti. Sonradan öğrendik ki, bir banka mü­ dürünün eşiym iş; savaş sonrası Fransası'nda evinin geçimine yardım olsun diye tanınmış kişilerin ev işlerini görüyormuş. Zaten her ha­ linden yetişkin bir kadın ol­ duğu belliydi. Neyse, biz konuya gelelim. Yemek,: Hüseyin Cahit'in zarif ev sahipliği ile tatlı bir hava içinde geçti. Onu yakından tanıdıkça, kızgınlığımın gi­ derek hafiflediğini hissedi­ yor, buna da sinirleniyor­ dum. Sofrada Hüseyin Ca­ hit her ikimize de iltifatlar ediyordu. Beni yeni tanıyor­ du, ama Valâ'yı ayrıca öve­ rek, “ İnşallah sizin de benim de bu maratonun sonuna ka­ dar nefeslerimiz kesilmez” sözleriyle Vala'yı en az ken­ disi kadar uzun soluklu bir meslektaş olarak gördüğü­ nü zarif bir biçimde be­ lirtiyordu. Vala, bir ara da­ yanamadı; “Acaba, babamın eski bir dostu olduğunuz içini mi beni iltifatlarınıza layık gö­ rüyorsunuz?” dedi. Çünkü i Hüseyin Cahit, hem Va- la'mn “ karşı cephe” de olu-! şunun üzerine basıyor, hem de bunun mesleki düşünce ve duygusunu etkilemeyi- şini iltifatlarım esirgemeye­ rek göstermeye çalışıyordu. Karı-koca, ikimiz de, üs­ tadın S ertellere karşı ne kadar acımasız davrandığı­ nı biliyorduk. Olayın üze­ rinden öyle pek uzun za­ man da geçmemişti.”

Müzehher Va-Nu, bana o nefis kokulu çaydan bir bar­ dak daha getirmek üzere mut- j fağa gitti. Ben, Hüseyin Ca- j hit'i düşünmeye başladım, i Bizden bir önceki kuşağın bu ı ünlü kavgacı yazarı, gerçekten j insanı şaşırtacak bir kişiliğe j sahipti. Hangi tarafı tutarsa,; neyi savunursa onun haklılığı­ na ve doğru olduğuna inanı­ yordu. Lozan'da İsmet Paşa'- yı, Cumhuriyet'in ilanında da Gazi'yi öylesine öfkelendirmiş­ ti ki, her ikisinin gözünde de o < sıralar Hüseyin Cahit karşı devrimciden başka bir şey de­ ğildi. Aradan bir yirmi, yirmi beş yıl geçiyor, aynı Hüseyin Cahit,. İsmet Paşa'nın er “ cengaver” başyazarı olarak,

devleti yeni liberal düşüncelere karşı aslanlar gibi savunuyor­ du. Bu kez de demokratların ve özgürlükçülerin gözünde, dikta ve terör yanlısı bir, tek parti militanı görüntüsündey­ di. Müzehher Va Nu, salona döndüğü zaman:

"Bizim son dönem aydınla­ rımız, ne kadar çok imti­ handan geçtiler, bu konuyu hiç düşündünüz mü?" dedim.

“ Anlıyorum” dedi Mü­ zehher Va Nu; “ Kim, bu ka­ dar çok olayın süzgecinden geçse, mutlaka bir yerde takılır kalırdı demek isti­ yorsunuz.”

“ Ben sadece, insanın bu kadar sık ve çok denenmesinin tehlikeli ve haksız olduğunu söylemek istiyorum.” dedim. “Meşrutiyetten beri Türk ay­ dınının hikayesi biraz da bu­ nun için bize hayli dramatik görünüyor.”

Sonra, sabırsızlıkla hikaye­ nin devamım dinlemek iste­ dim:

“ Biz, Evian'daki öğle ye­ meğine dönelim isterseniz.”

BİR PAKET ÇAY

E

V E T , ne diyordum : Hüseyin C ahit'in ilti­ fatları ikimizi de biraz te­ dirgin etmişti. Samimiye­ tine inanamıyorduk. Vâla- nın babası, eski Selanik Valisi ve İttihatçı olarak Hüseyin Cahitün yakın ar­ kadaşıydı. Valâ, iltifatların, bir meslektaşa değil, bir eski arkadaş oğluna yapıl­ dığı kuşkusundaydı. Hüse­ yin Cahit şöyle bir durdu, “ Hayır Vala Nurettin Bey” dedi. “ Babanızın arkadaşı ol­ duğum için değil, artık hayatımda konuşup görüşecek insanı pek kolayca bulamadı­ ğım için duygularımı ifade edi­ yorum.” Sonra bizi otomobi­ liyle Evian çevresinde gez­ dirdi. Akşamüstü de çay ikram etti. Güzel bir gün geçirmiştik ve cidden nefis bir çaydı. Ben ilgilenince, o tarihlerde 75'ine yaklaşan Hüseyin Cahit, uzun uzun bana bu çayı nasıl keşfetti­ ğini, yıllardan beri sadece onu içtiğini, beğenmiş ol­ mamın hoşuna gittiğini an­ lattı durdu. Derken araya yıllar girdi. Demokratların iyice gemi azıya aldıkları 1950'li yılların sonlarına d o ğ ru , 83'ünü bulmuş Hüseyin Cahit, Paşakapısı Cezaevi ne düştü. İktidarın hışmına uğramıştı. Vala görüşmeye gitti. İhtiyaçla­ rım sordu. Rahatmış. Kitap okuya bili yormuş. Alaturka heladan başka, pek büyük bir derdi yokmuş. Onu da lazımlık]] bir. koltukla hal­ letmişler. Vâlâ'nın ziyare­ tine sevinmiş. İnsanın sade­ ce yaşlılıkta değil, böyle zamanlarda da dostu hayli azalıyormuş. Bir süre sonra hapisten çıktı. Bir gün kapı çalındı. Açtım. Hüseyin Ca­ hit'in gelini idi. Elindeki pa­ keti bana verirken, “Kayın­ pederim sizin için gönderdi” dedi. Açtım. İs kokulu İngi­ liz çayı idi. Demek onca ba­ dire arasında, o eski anıyı unutmamıştı koca ihtiyar. Kırk yıla yakındır ben de bulup buluşturuyor, dost­ lanma bu çayı ikram ediyo­ rum.”

Müzehher Va-Nu'ya: “ İyi bir başlangıç oldu” dedim. “ Çaylarımızı içtik. Anılar denizinde yolculuğa çıkabiliriz artık.”

YARIN:

Celal Bayar

Sertel'lerin evinde

(3)

»A M I » İN C E L E M E » A R A Ş T IR M A

Çarûaş'to evlenme tekini

Konye'ds çitte nikâhla noktalanıyor

İlginç insanlar, ilginç olaylar.

VÂ-NÛ'lann

DOSTLARI

9 9 ir gün S erieller b izi yemeğe çağırdılar. Vâlâ'yı tanıyorlarmış. s T m Benimle de kanları kaynayınca sık sık buluşmaya başladık.

Kalam ış'tan M oda'ya kayıkla 1 liraya gider 1 liraya dönerdik. Zekeriyalarda her zaman m isafir olurdu. Hem de yem ekli y a tılı m isafirler. S erieller ikram etmeyi, sofra sohbetini severlerdi. Ben Celal B ayar'ı bile onların evinde tanıdım ...

Yazan: Sadun TANJU

"Refah Faciası

i #

bir yazı ve

ver elini Konya

A ralık 1945 gecesi. Mevsim kış. Akşam erken oluyor. Vala geldi. Yüzü bembeyaz. uK alk Zekeriyalara gidiyoruz, Bugün Tan'ı yakıp

yık tıla r, onları merak ediyorum

*

dedi. E vleri karanlıktı. Önümüz­ de ik i gölge belirdi. O nlar evde yok dediler. Polis oldukları belliydi. Aramaya çıktık. B al M ahm utlarda bulduk..

Muhsin Ertuğrul'dan Konya'ya mektup

Zekeriya Sertel'i Vala çok daha eski yıl­ lardan tanıyordu. Biz Kalamış'a yerleş­ tikten sonra ailece ayrdmaz olduk. Ba­ na akrabadan yakın gelirlerdi.

Tanıdığımda. 45 yaşlarında, ama insanı etkileyen oldukça güzel bir kadındı Sa- biha Zekeriya Sertçi. İdealimdeki çağ­ daş aydın kadın tipiydi...

Vâlâcığım, iki gözüm

Sana (Cürüm ve Ceza)nın Rusçasını bizim ressam P ero fdan alarak gönderiyo­ rum, buradaki kitapçılarda ne Almancasını, ne de Rusçasını bulduramadım. Fakat öyle zannederim ki, Fransızca nüshası bende, M altepe'deki evde olacak, pazar günü oraya gideceğim , bulursam onu da hem en gönderirim . (Anna Karenina)nın bende Fransızca veya Alm ancası olacaktır. Her ikisinin de İngilizcesi buradaki kitapçılarda yok. B ir tanıdığımda bulursam onları da gönderirim . Böyle ufak tefek işlerin olursa, çekinm eden bana yaz, iki elim kanda olsa yine yaptırm ak çaresini bulurum. B irçok gözlerinden öperim. Ertuğrul

P.S.: Gönderdiğim (İflas) piyesini okudun mu, beğendin mi? M.E.

L ABÎHA ve Ze C t I keriya Sertel'-

I leri nasıl mı t 'V I tanıdım ? tn- san eski dost- ların ı nasıl tan ıdığın ı k ola y kolay hatırlayamaz ki! Kaynaşı­ yorsunuz, akraba gibi aile gibi oluveriyorsunuz. Durun bakayım^ nasıl başladı: E- vet, Vala ile Konya'da ev­ lendik. Sürgündeydi. 1942'yi Konya'da geçirdik. 43 Şu- bat'mda İstanbul'a döndük. Kalamış'taki evi bulduk. Yeni evimize yerleştikten biraz sonra Zekeriya'lar bizi yemeğe çağırdılar. Sabiha Hanım'la ilk kez Moda'daki evlerinde karşılaştım. Son­ ra çok sık gidip gelmeğe başladık.”

“ Demek ki 42 43 yıl geri­ ye gidiyoruz” dedim, Mü- zehher Va Nu'ya.

‘ Taradığımda 45 yaşla­ rında, ama hâla güzel, kişi­ liği ile insanı etkileyen can­ lı, heyecanlı bir kadındı Sabiha Hanım.”

“önce şu Konya'da evlen­ me jşini anlatın, ne işiniz var Vala ile sizin Konya'da?”

“ H atırlayacak sınız...” dedi Müzehher Va Nu: “ 1941 yaz başlangıcında Akdeniz'­ de Kıbns açıklarında büyük bir deniz faciası oldu, Refah' adlı bir şilebimiz battı. İçin­ de iki yüze yakın bahriye­ limiz vardı, donanmamız için İngiltere'de yaptırılan

denizaltılan teslim almaya gidiyorlardı. İngiliz Hükü­ meti gemileri vermek iste­ miyordu; bizim hükümet ise bir çeşit emrivaki yap­ mak niyetindeydi. İşte ne olduysa oldu, Refah şilebi Akdeniz'de torpillendi, en seçkin bahriyelilerimizden 150-160'ı şehit oldu. Tam sayıları şimdi hatırlamıyo­ rum, ama olay memlekette büyük bir heyecan yarattı. Vala da Akşam da sert bir yazı yazmıştı. Hükümet öf­ kelenmiş! İsmet Paşanın Milli Şeflik'teki, ilk yılları, biliyorsunuz. Vala'yı ceza­ landırmak için aramışlar taramışlar, askerliğini yap­ madığını bulmuşlar; elinde­ ki raporu filan da diııle-mişler, Konya'ya sürmüşler.

■ ' I mm.”

Orada askerlik yapıyoı “Peki siz neredeydiniz? VÂLÂ BANA ÇARDAŞ'DA

EVLENME TEKLİF ETTİ

lar yazmaya başladı. Şart­ lar iyi değildi, ama onun katlandığı gibi ben de kat­ lanabilirdim. Böylece evlen­ dik. Hem çifte nikah yaptık.”

“ Çifte nikâh mı dediniz?” “ Ben Vala'ya ‘oraya geli­ yorum’ diye cevap verince, bana hemen bir mektup ya­ zarak, ‘Münire'yi de getir’ dedi. Münire benim Yücel'- den arkadaşımdı. Aşıl_mes­ leği arkeolog idi. Vala onu benim yakın arkadaşlarım­ dan biri olarak tanımıştı ve sevmişti. Meğer kendi kafa­ sında bir plan yapmış. Kon­ ya'da evinde kaldığı Bakır Çelebi'nin bekar olduğunu düşünerek; ikisi birbirlerini tarayacak olurlarsa pekala ev len eb ilirler diye h e­ saplam ış. G erçek ten de plan tuttu. Bakır Çelebi, Mevlana torunlarından ol­ gun bir insandı. Münire de

B

EN_ İsta n b u l’daydım . Vala ile bir hayli zaman­ dan beri tanışıyorduk. Ben de birkaç yıldır Yücel'de (Dergi), Akşam'da çalışı­ yordum. Hatta, bu sürgün olayı çıkm adan kısa bir süre önce, arkadaşlar cüm- bürcem aat Çardaş'a git­ miştik. Vala bana orada ev­ lenme teklif etmişti. Asker­ lik işi çıkraca gecikecek diye düşünmüştüm. Vala bana çok duygusal

nıektup-iyi yetişmiş bir genç kadın­ dı. Sizin anlayacağınız, biz iki gelin namzedi İstanbul'­ dan trene binip Konya'daki k ısm etim ize koşarak gittik.”

“ İşte tam söz sözü açar diye buna_ derler” dedim Mü­ zehher Va-Nu'ya ve Sertel'- lerle dostluklarından önce Konya macerasını tamamla­ masını rica ettim, 1941 Kon­ ya'sında biri bakaya er_ diğeri Mevlana torunu iki bekar orta yaşlı adama İstanbul'dan çok genç, çok güzel iki gelin geli­ yor ve taşra şehrindeki sürgün hayatı birden cennete dönüve- riyordu.

KONYA'DA İKİ RUS KADINI...

TÜRKİYE

SIN A İ KALKINM A BANKASI A .Ş .’den

Tasarruf sahipleri,

Bankamız Bonolan

ve

Bankamız Garantili Bonolar

P

EK de öyle olmadı” dedi Müzehher Vâ Nû. “ Bir kere taşrada hiçbir şey gizli kalmıyor. Hemen bir dedi­ kodu yayıldı. Vala Nured- din'le Bakır Çelebi'ye İstan­ bul'dan iki Rus kadını gel­ miş d ed iler. B izi R us'a benzetmişler. İşin şakası yok. Bir tahkikat, bir tah­ kikat... üstelik tam da o günlerde Ihsan Sabrı Çağ- layangil Ankara'dan çıkıp gelmez mi? Çağlayangiî sa­ nıyorum o sıralar emniyette önem li bir m evkide idi. Bakır Çelebi'nin de arkada­ şı olduğu için, postu bizim yeni evlilerin evine serdi. Otelde kalıyor. Konya'daki resmi görevi neyse onu bir­ kaç saat içinde halledip ka­ lan zamanını bizlerle geçiri­ yor. Biz vakit geçsin diye poker filan gibi iskambil

yoluyla tasarruflarını her zam an

yüksek verimle, güvenli bir şekilde

değerlendirebilirler *

BONO SATIS YERLERİ ' Türkiye Sınai Kalkınma Bankası A.Ş. Sermaye Piyasası İşlemleri Müdürlüğü

Meclisi Mebusan Cad. No. 137, Fındıklı-istanbul

Tel: 149 08 12 - 149 08 11 -151 27 92 - (8 hat) 151 28 00 (7 hat) Teleks: 24344 TSKB TR • 24904 TSKB TR Telefaks: 143 29 75

Karadeniz Bölgesi Şubesi

Atatürk Bulvarı, Bulvar Apt Blok C Kat: 3 SAMSUN Tel: 14670 14671

1 Çukurova Bölgesi Şubesi

Gazipaşa Bulvarı, 273, Sokak Cihan Apt. Kat: 1 ADANA Tel: 35040 - 35044

Ege Bölgesi Şubesi

Cumhuriyet Bulvarı No. 140 Kat: 1 İZMİR Tel: 21 36 40 - 21 36 41

*l8ono satışları ışgünlerınde saat 15 00 e kadar devam etmektedir.

oyunları oynuyoruz, o da katılıyor. Mevsim kış. Hava berbat. Belki de samimi bir dostlukla zamanlarını bize ayınvor. ama biz kuşkulu- (Devamı Sa. 14, Stt.3’ de)

Soldan sağa

1- Yaba (halk dili)... Bildik ve taradık, 2 - Çan... Eski uzunluk ölçülerinden ar­ şının sekizde biri, 3- Tele­ vizyon anlamındaki harf­ le r ... Ses k irişlerin in işleycmemesi yüzünden se­ sin kısılıp yok olm ası... F asıla, 4 - Çabuk d a v­ ranışlı... Yurdumuzda bü­ yük bir ırmak, 5- Tanrı... Sağlam ve dayanıklı... Su, 6 - Kır hayatını anlatan yazı... Kaynak veya pınar, 7- Gagası çok büyük olan bir kuş... İki dağ yamacının

Dünkü cüzüm

1 2 3 4 5 9 10 11 12

r a s a n L E 5 e-AJS Mh I

y

H

p

u wk

MA

M

e

VA

K

L

L

S

E A

K

¡ V

ŞJ

A

U

Â

Ea|t |

L

n a ı *0

1

MA

u k l

E

a

e

a fv: A SUi

R

ısı

1=

l rap s ı

H Í H

M U

s&ttnsui : R.z B A D .İ ■ P!C?'IZ«A NA

(4)

5.SAYFADAKİ YAZININ DEVAMI

(Baftarafı 5. sayfada)

yuz, ‘hakkımızda tahkikata geldi’ diyoruz.”

“Bakın nasıl bir çağrışım oldu bende birdenbire” dedi. “ Biz çocukluğumuzda “ Rus gelir aşka / Rus aşkı başka / Bir iki dönüyor / Oynuyor ka­ zaska” diye bir şarkı söy­ lerdik. Hadi diyelim ki, Rus'la kazaskanın bir münasebeti var. Benim anlamadığım, ne­ den Rus kadınına benzetiliyor­ sunuz?"

“ Vallahi bilm iyorum . Hükümetin hışmına uğra­ yan herkes için hemen bir komünist şüphesi yayılıve- rirdi, belki ondandır. Belki, Vala'nın Nazım la arkadaş­ lığını bilenler bir şeyler söy­ lemişlerdir. Size sadece şu kadarım söyleyeyim. Dedi­ kodular o kadar ciddiye alınmış ki, evlenme cüz­ danımızı istetip uzun uzun incelediler. Sonradan öğ­ reniyoruz. Babamın adının Faruk olduğunu öğrenince, ‘Aaa, Müslüman kızıymış’ demişler.”

“ Hayli zor günlerdi desenize...”

Müzehher Vâ NÛ, yaşma çok yakışan görmüş geçirmiş gülüşüyle hemen itiraz etti:

OO, çok da tatlı ta ­ rafları vardı. Şimdi en çok onları hatırlıyorum. Evlendikten kısa bir süre sonra Bakır Çelebilerin evinden ayrıldık, küçük bir evde iki aile olmuyordu. Eski, oturulabilir bir ev bulduk, fakat eşyamız yok­ tu. Ben bir valizle g el­ miştim İstanbul'dan. Zaten orada da fazla bir şeyim yoktu. Vala, ben yokken iki

battaniye alm ıştı, onun eşya fazlalığı bundan iba­ retti. Bakır Çelebi portatif eski bir masa ile dört is­ kemle verdi. İki boş amba­ laj sandığım da yan yana koyup sedir yaptık ve ya­ tağımızı üzerine serdik. Bir saç soba kurduk. Konya kışı eksi 20 yapıyor. Ev tıngırtı, bomboş..Odun bu­ labilmek için Vala alaca sa­ bah karanlığında kalkıp yola çıkıyor; odun arabası kollarken üşütüp kön kön öksürüyor. Salataya zeytin­ yağı koyacağız, şişe taş gibi olmuş. Erisin diye sobanın üzerine koyuyoruz, pat diye patlayıp etraf vıcık vıcık yağ oluyor. Ama neşemiz yerinde. İyi dostlarımız var. Askeri lisede h oca olan Şevki Yazman'la akşamları ajans dinleyip askeri du­ rumları tartışıyoruz. Su­ baylardan, askeri d o k ­ torlardan dostlarımız var, bize evlerini açıyorlar. İs­ tanbul'daki dostlarımız da ilgilerini esirgemiyorlar. Ve­ dat Nedim radyo için skeç­ ler istiyor. Ertuğrul Muhsin piyesler gönderip tercüme ettiriyor. Akşam da Kazım Şinasi ve Necmettin Sadak, elimize biraz daha fazla para geçsin diye roman ve hikâyeler için ek ücretler ödüyor. Vala deliler gibi çalıştığı halde, ikimiz de içimizde bir korkuyu saklı­ yoruz. Y'a bir şey olursa ya ödem eler, kesilirse? Ben güya Vala yi yüreklendiri­ yorum. ‘Darda kalırsak be­ nim astragan mantoyu satarız’ diyorum. İçimden de, ‘senin bu uyuz pat astragan man­ tona şu Allah'ın Konya'sında

"Refah faciası" bir yazı ve ver elini Konya

kim para verir’ diye söyleniyorum.”

“ Eveet... Askerlik bitti. ! Sürgün sona erdi. 1943 Şubat'-

mda İstanbul'dasınız. Sertel'- lere yakın bir ev tuttunuz. Oraya dönelim.”

S

ÖYLE yerleşir gibi ol­ duktan sonra, bir gün Ö ertel'ler bizi yem eğe çağırdılar. Vala'yı tanıyor­ lardı. Benimle de kanları kaynayınca sık sık buluş­ maya başladık. Kalamış'tan Modaya kayıkla bir liraya gider, bir liraya dönerdik. Zekeriya'lar da her zaman misafir olurdu. Hem de ye­ mekli, yatık misafirler. Ser- tel'ler ikram etmeyi ve sof­ ra sohbetlerini severlerdi. Bir iki geliş gidişten sonra, onların evi benim için bir eğitim ocağı anlamı kazan­ dı. Konuşmalar yüksek dü­ zeyde bir seminer gibi insa­ nın ufkunu açıyordu. Ben, Haydar Rıfat'ın kitapların­ dan, Nazmı'ın şiirlerinden etkilenerek iyi kötü bir şe­ kil almış sayılırdım. Ama Sabiha Hanım ı dinledikçe, bilgilerimde ve kültürümde eksikler bulunduğunu his­ setmeye başladım. Gözüm­ de, Sabiha Ser tel, aydın Türk kadınının en iyi ör­ neklerinden biri olarak yükseliyor ve olgun kişiliği beni adamakılk etkisi altına alıyordu. Sertel'lerin yakın çevresinde bulunanlar da il­ ginç insanlardı. Nail Beyie eşi Halet Çambel, Sadrettin Celal le eşi Nazıma Hanım, Nazım'm kız kardeşi Sa- miye ile kocası Şeyda, Sa­ bahattin Ali ile eşi Aliye ve kızı Filiz, Kemal Salihler, Mehmet Ali Aybar ile Siret,

I Cami Bey, Bal Mahmut'la i eşi Seniha Hanım, Niyazi | Berkes'le o zamanki eşi

j

Mediha... Daha kimler? Ra-

j

sih Güran'la Muvakkat Ha­ nım. Adnan Cemgil'ler... Ben Celal Bayar'ı bile Ser­ tel'lerin evinde tamdım.”

“ İyi ama...” dedim Mü­ zehher Va Nu'nun sözünü ke­ serek: “Bütün bu isimler bu anlattıklarınız, bir aydın gaze­ teci ailesinin normal dost ve arkadaş çevresini veriyor. Her şeyden konuşurduk, fikrini söylerdi diyorsunuz. Öyle mili­ tanca, partizanca, yönlendirici bir tavır yok benim anladığım. Yani Hüseyin Cahit'in “Kal­ kın ey ehlivatan!” diye üzeri­ ne adam saldığı kan koca hiç de öyle “ kızıl canavar” gibi görünmüyorlar. Peki nasıl esti o kasırga? O günü bana anlat­ sanıza...”

B

İZDE bu işler bir doğa felaketi gibi patlak ve­ rir, bilmez misiniz...” diye konuşmasını sürdürdü Mü­ zehher Va Nu: “ 4 Aralık 1945 gecesi. Mevsim kış. Akşam erken oluyor. Vala geldi. Yüzü bem beyaz. ‘Kalk Zekeriya'lara gidiyoruz bugün Tani yakıp yıktılar, onları merak ediyorum’ dedi. Evleri karanlıktı. Yine de kapıyı çaldık. Karanlıkta iki gölge belirdi kapının önünde. Onlar evde yok de­ diler. Polis oldukları belliy­ di. V ala bana ‘ Bir ah­ baplarına sığınmışlardır dedi yavaşça. Aramaya çıktık. Bal Mahmut'larda bulduk. Sabiha'nın ağabeyi Neşet Bey de oradaydı. Onlar k a rı-k o ca erkenden ay­ rılınca, biz Sertel'lere ‘Hadi bize gidiyoruz' dedik.

Zekeri-ya, önce eve uğrayalım da yanımıza bir şeyler alalım dedi. Polislerden izin alarak eve girdik. Biz aşağıda bek­ liyoruz. Küçük bir valizle merdivenlerden indiler. Ka­ pının hemen sağında ikisi­ nin de kullandığı kütüpha­ ne odası vardı Zekeriya oraya girdi ve bir yere tele­ fon etti. Sonra yolda bize söyledi. Vali Lütfü Kırdar'ı bulmuş, ararsanız Valâ'- lardayız demiş. Ne yolda ne evde hiçbir şey konuşmuyo­ ruz. Bir fırtına esmiş ve du­ rulmuş gibi. Sadece yeniden eserse diye bir kuşku var içimizde ve kimse onu söy­ lemeye cesaret edemiyor. Eve geldik. Yatak odamın onlara verdik. Bizim Vala ile gözümüzü uyku tutmu­ yor, onların yattıkları oda­ dan ise horultular geliyor. O şartlarda derin bir uy­ kuya dalmak için insanda bir iç rahatlığı olmak, değil mi?”

“Sonraki günler?” “ Bütün o tatk, ahenkli, zevkli yaşayış düzeni bozul­ du tabii. Gelip gidenleri azaldı. Gazete yok, dergi yok. Yazı hayatları kesi­ lince, sudan çıkmış balığa döndüler. Zekeriya Bey, Ramazan A rkm ’ı severdi. Çoklukla onun matbaasına gidip vakit geçirmeye çalışı­ yordu. Demokrasi ve özgür­ lük adına o yıllarda esen hava, herkesin içinde daha önceki felaketli siyasal kav­ gaların korkularını ca n ­ landırıyordu. Geleceğin ne olacağım kestirmek güçtü. Dışarda yaşamak yollarım düşünmeye başladılar.”

(5)

T'* Sİ

• A N I » İN C E L E M E » A R A Ş T IR M A

aa

ünlü şair Nazım m affı İçin açılan kampanyaya katılımlı

İlginç insanlar, ilginç olaylar.

VÂ-N 0'lann

DOSTLARI

I /

ula nın b ir yeğeni vardı. Çok güzel ta tlı b ir kız. Âdı Z izet. W Z izet, Yahya Kem al'in şiirlerine bayılıyor. “Âh beni de T tan ıştırsanız” diye g özleri parlıyor. B ir gün Âbdullah Efendi'de yemekteyiz. Yahya Kem al tek başına. Masaya en az dört kişiye yetecek kadar koca b ir tepsi yoğurtlu kebap getirm işler. Üstat, tabağı boşaldıkça yeniden dolduruyor. Küçük Z ize t öylesine şaşırmıştı ki, “Keşke tanımasaydım dayıcığım ” demişti...

Yazan: Sadun TANJU

m

t

Bir imza Yahya

Kemalle Vâlâ'nın

arasını açıyor

Ö

yle ayrın tılar an latır, öyle tablolar çizer k i, şaşar kalırsınız. “Sen yine o kitabı oku, ama Fransız

ih tila lin i kısaca benden dinle” diye başlar; M arat'yı, M irabeau'yu, Robespierre'i, daha

k im le ri k im le ri a n la tır a n la tır . Ben hayatımda ta rih i Yahya Kem al kadar canlı, heyecanlı anlatan b ir insan görmemişimdir..

L VE geliriz, ba- I 71 I karız, kapının I J I altından atıl- I ' < I mış bir kart: “ Aziz V a la , ben burada Is- tavro'dayım . Eğer işiniz yoksa hanımefendi ile gelir misiniz? Birkaç kadeh içe­ riz, ben de artık dönerim. Hürmetler.” İmza, Yahya Kemal'in İstavro dediği Ka­ lamış'taki ünlü Todori gazi­ nosudur. Baba Todori o sı­

ralar henüz hayatta idi, ama garsonluk hizmetlerini oğlu İstavro görürdü. Yah­ ya Kemal de kendisine kim yakınsa, kim hizmet edi­ yorsa onun adını anar. Bu bahçeli Rum meyhanesini h epim iz severd ik . D u ­ varlarda eski İstanbul man­ zaraları, ciddi yüzlü paşa resim leri... Yahya Kemal hem Kalamış'ı, hem bu­ rasını sever. îsta v ro 'y u çağırır: “ Oku bakalım be­

nim filanca şiirimi” diye komut verir. İstavro, o tatlı şivesiyle “ A h este çek kürekleri, mehtap uyanma­ sın” filan derken bağırır: “ Uzat, orasını biraz daha uzat!” Istavrocuk bir türlü üstadın istediği gibi okuya­ maz. Zaten kimse okuya­ maz k i... Titizlikte, ay­ rıntıda üzerine yoktur.”

“ İyi mi görüşürdünüz Yah­ ya Kemal'le?”

“ Yahya Kemal sık sık kapımızı çalardı..

_ Müzehher Vâ-Nu “ Ben, Vâlâ ile evlendikten sonra tamdım” dedi ve anlatmasını sürdürdü:

“ Bu_ anlattığım 1940'lar- da... Vâlâ ile Cumhuriyetin ilk y ılla rın d a n b eri tanışırlarmış. Daha Var­ şova'ya, Madrid'e filan elçi olarak gitm eden. G özte­ pe'de E m in B ü len t'in evinde. Nazım, Celal Sahir, belki başka şairler de var; sık sık buluşurlar, edebi

ahya Kemal'den ezbere şiirler biliyordum. F akat üstadı ilk kez bu kadar yakından görüyordum. Ona özenle b ir iç k i

__

sofrası hazırladım . Ye incelik olsun diye rakıyı sürahiye koyarak masaya getirdim . Ölçülü de olsa beni şaşırtan b ir sertlikle

“Şişeyi g e tirir m isiniz lütfen” deyince kıpkırm ızı oldum re şişeyi g etirip sofraya koydum. H içb ir şey olmamış g ib i yemeye içmeye koyuldu..

sohbetler yaparlarmış. Her­ halde sadece Yahya Kemal konuşurdu. Zira üstat, ken­ di sanatı ve kişiliği etra­ fında dönmeyen bir sohbet­ ten sık ılır, som u rtu r oturur. Onu canlandırma­ nın y olu , otu ru p onu

dinlemektir.’

“Size, Kalamış'taki eve ge­ lince de böyle mi olurdu?”

YAHYA KEMAL'İN İÇKİ SOFRASI uç d ö rt

A

y d a kapım ızı çalardı. kez Biz

Varşova'dan gelen eleştiri

15 E y lü l 1928 V arşo va

A

ZİZİ muhîbbim efendim. Ne kadar vakitten beri neşeli yazılarınızı oku­ yorum; okurken, tahassüse bir za­ man beraber geçirdiğimiz Göztepe günle­ rinin hatıralarını ilave edince bîr hayal çerçevesi içinde kalıyorum.

Yazık ki bu güzel neşriyatta kendi imzanızı esirgediniz. Türkçedeyarattığınız bu tarza imzanızı itminanla bahşedebilir­ siniz. Edebiyatta iyi muharrirlerin hepsi şiirden gelmişlerdir, bilhassa zarafet de­ hasına malik olanların esliden şair olma­ ları şarttır. Anatol Frans, Moris Done ve benim bildiğim daha birçokları hep sizin gibi eski sairdirler. Sizin aziz dostunuz

Nâzım Hikmet İstanbul'a mevkuf geliyor­ muş. Çok kıymetli olan bu arkadaşınız inşallah beraat kazanır, serbest olur. Fa­ kat siz de bu defa kendisine hitaben

şöyle bir nasihata başlayınız; “Hey ava­ nak! Bana baki Politikayı bırak! Serse­ rilik ettiğin de kâfi! İstanbul gibi dünya­ nın en güzel yerinde rahat otur ve yaşa!” 6u çocuk hayatını değiştirirse şii­ rimizde iyi bir şair olur; yalnız onun çok yeni zannettiği fakat hakikatte çok hayide olan bayatlamış bulunan komünist mi­ tinglerinin tafrasından ve natıkasından kurtulursa. İşte azizim Vâlâ Nureddin, siz beni unutmuşken ben sizi hatırladım; bu tahattürümden biraz mahcup olacaksınız, fakat beni bir zaman hatırlamayı öğrene­ ceksiniz! Kâzım Şinasi beye hürmet ve muhabbetlerimi söyler misin? Kendileri­ nin çok maddi adam olduğuna ve belki sizi paraca biraz sıktığına bakmayınız; çok zarif ve gülümser ruhlu bir zattır; benim çok eski arkadaşımdır. Tahassürle ve muhabebetle gözlerinizden öperim.

Yahya Kemal

sayın doktor,

ecza cı ve

ecza depolarının dikkatine,

(Potasyum Klorür)

SELDIYET

®

Tuzu

piyasaya sunulmuştur,

. Tel: 333 98 23 - 333 70 92

Koçak _

ilaç Fabrikası A.Ş.

)2 Telex:- 29 084 kıas t r ___ i

em/zue Kemi Keminize

İNGİLİZCE

ı

I

Kurumuımmm öğretim ilanına getirdiği yeniliklerle İngilizce öğrenmek artık çok kolaydır. 34 yılda yiizbinlerce kişiye İngilizce öğretmiş olan kurtımumuzıın bölün dünyada uygu­ lanmaya başlanan en yeni öğretim metodu İle, Türkiye'nin neresinde bulunursanız bu­ lununuz. yaşınız, mesleğiniz, tahsiliniz ne olursa olsun, en ekonomik yol ile İngilizce'yi anadiliniz gibi öğrenebilir ve Milli Eğilim'den lastikli diploma alabilirsiniz. Geniş bilgi için kuponu doldurup bize yollayınız veya lelelon ediniz. Ücretsiz tanıtıcı broşürümüz adresinize gönderilecektir.

T.C. Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı 0«

Limasollu Naci

Öğretim Kurumu

m İCTİl/l Al Af> M a« -I AO Onn*7A İCT

I

iif

I

I

I

I

I

I

Konya'dan geldik, azbuçuk yerleştik. Hiç unutmam, ilk gelişiydi. O tarihlerdeki okur yazar her genç kız gibi benim de bir şiir def­ terim vardı ve Yahya Ke­ mal'den de ezbere şiirler bi­ liyordum. Fakat üstadı ilk kez bu kadar yakından gö­ rüyordum. Ona özenle bir içki sofrası hazırladım ve incelik olsun diye rakıyı sü­ rahiye koyarak masaya ge­ tirdim. ölçülü de olsa beni şaşırtan bir sertlikle “ Şişeyi getirir misiniz lütfen!” de­ yince kıpkırmızı oldum ve şişeyi de getirip sofraya koydum. Hiçbir şey olma­ mış gibi yiyip içmeye başla­ dı. Bir mana veremedim, ama sonradan düşündüm ki, içtiği içkinin kalitesini gözleriyle görm ek istiyor olmalı..; ”

“Vala tanınmış bir gazete­ ci. Siz dil biliyor, tercümeler yapıyor, hikâyeler yazıyorsu­ nuz. Yani değişik bir aile mo­ delisiniz. Yahya Kemal size bir şey anlattırmıyor mu? Siz­ den bir şey dinlemek istemiyor mu?”

“ Ya ne okuyorsunuz di­ ye sorar, ya da okuduğum kitabı görür, alır karıştırır; konusunu kavrayınca “ Dur ben sana Meksika ihtilalini an latayım ” der, başlar: Pancho Villa nasıl bir hay­ dudun tekiymiş? Emiliano Zabata ile aralarında nasıl bir rekabet varmış? Bu yüz­ yılın başlarında Meksika'da nasıl yaşanırmış? Diazlar, Maderolar, demokrasi ve hürriyeti yaratacağız der­ ken terörün kan göllerinde ne kadar adam boğmuşlar? Carranza'nın başım kim ye­ miş? öyle ayrıntılar anlatır, öyle tablolar çizer ki, şa­ şarsınız. “ Sen yine o kitabı oku, ama Fransız ihtilalini kısaca benden dinle” diye b a şla r: M a ra t'y ı, M ira ­ b e a u 'y u , R o b e sp ie rre 'i, D a n to n 'u , T a lley ra n d 'ı, Saınt-Just'ü, daha kimleri kimleri anlatır anlatır. Ben hayatımda tarihi bu kadar canlı, heyecanlı anlatan bir insan görmemişim. Ağzının

çine baktıkça, hoşlanır. içm e

Banarıa iltifatlar eder: “ Sizinki gibi anlaşmış bir karı-koca hayatı ideal­ dir, gıpta edilecek bir şey­ dir, herkese nasip olmaz. Anlaşamamış bir çiftin evli­ liği kadar felaket bir şey y o k tu r, çü nkü k u rtu la ­ mazsın: metres hayatı yaşa­ mak böylesine bin kere mü­ reccahtır.” diye, kendisini pek ilgilendirmeyen konula­ ra bile girer. Benim ve Va-

(6)

[ ş . S A Y F A D A Kİ Y A Z I N I N D E V A M l ) '

Bir İmza, Yahya Kem al'le

Vâlâ'mn arasını açıyor

(Baştarafi 5. sayfada) la nın şiir zevkimize güven göstererek iltfiatlarmı ç o ­ ğaltır, kendi sanat sırlarım açar:

“ Ben olsam, Haşim'in Piyale şiirini: “ Karşında ne güldür ne de lale / Gül ren­ gine aldanma, yanarsın/El sürme ateştir bu piyale” diye söylerdim der. “ Şebbi aşk” , “ efgan” da ne oluyor, bana kalırsa: “ Aksetmede sevda gecesinden / Baştan­ başa feryad ile nâle” daha iyi der.”

KÜÇÜK ZlZET'lN ŞAŞKINLIĞI...

M

ÜZEHHER Vâ-NÛ, ilk gençliğinin şiir defterini getirerek, Haşim'in şiiri üze­ rinde Yahya Kemal'in yaptığı düzeltmeleri gösterdi:

“ Bakın, kendi el yazısı­ dır bunlar.”

Defterin içinden sararmış bir kağıt düştü.

“ Bu da bizim Kalamış'­ taki evde yazılmış bir rübai. Nasılsa buraya girmiş.. Oku yayım mı, ister misiniz?”

"Lütfen...” dedim. “ Bilmem kime yahut ne­ ye uyduk gittik^

Gahi meye gâhi neye uy­ duk gittik.

Erbabı zeka riyayı mez­ hep bildi

Bizler dil i divaneye uy­ duk gittik.”

“ Size nasıl gelirdi; deli gönlünün sürükleyişine kapıl­ mış romantik bir insan gibi mi görünürdü?”

Müzehher Va-Nu bir kah­ kaha attı:

“ Bakın tatlı bir hikâye anlatayım size. Vala'nın küçük kız kardeşi Sündüz, bir Lübnanlı ile evlenmiş, orada oturuyorlardı. Savaş sonrası bir yaz İstanbul'a geldiler, Kalamış'ta bize ya­ kın bir ev tuttular. Onlara İstan bu l'u gezdiriyoruz. Sündüz'ün yeni yetişen, çok güzel tatlı bir kızı var. Adı

Zizet. Zizet, Yahya Kemal'­ in şiirlerine haydıyor, birço­ ğunu ezbere biliyor. Bizim dostumuz olduğunu öğre­ nince “ Ah beni de tanıştır sanız!” diye gözleri parlı­ yor. Bir gün onları Abdul­ lah'a yem eğe götürdük. Yahya Kemal tek başına bir masaya oturmuş yemek yi­ yordu. Masaya en az dört kişiye yetecek miktarda ve büyük bir servis tabağı içinde yoğurtlu kebap ge­ tirmişlerdi. Üstat, k o ca ­ man bir peçeteyi sivrileme- sine gerdanının altına sıkış­ tırm ış, ön ü n d ek i tabak boşaldıkça yeniden d o l­ duruyor ve bütün dikkatini yemek işine vermiş, kim­ seyle meşgul olmuyordu. Vala, yanaklarma yoğurt bulanmış şişman bir adamı gösterip Zizet'e: “ İşte Yah­ ya Kemal...” deyince zavallı kızın halini bugün bile gö­ rür gibi oluyorum, inana­ madı. Şiirlerini o kadar ince, duygulu, bir şarkı ka­ dar ahenkli bulduğu şairi, kimbilir nasıl düşünmüştü k a fa sın d a k ü çü k Z izet; “ Keşke tanı ma saydım dayı çığım” demişti. Bizim için böyle bir şey söz konusu de­ ğildi tabu. O, benim, Vâ- la'nın; sanatına, olgun kişi­ liğine, bilegeiiğine hayran­ lık duyduğumuz değerli bir dostumuzdu. Yalnız...”

NAZIMIN AFFI İÇİN İMZA VERMEMİŞTİ P V E T ,” yalnız... ’’dediniz, “ bir şey mi geçti aranızda?” “ Yahya Kem al, bizim Nazımı ne kadar sevdiği­ mizi, Vala'nın ne kadar eski ve yakın arkadaşı ol­ duğunu bilirdi tabü. Hatta her zaman sorardı” “ Yeni bir şiir var mı bizim oğ­ landan, . varsa okuyun ba­ na” derdi. Nazım'm büyük bir şair olduğunu kaç kez onun ağzından duymuşuz­ dur. öyle kolay kolay her­

kese böyle payeler v e r­ mezdi. Sonra biliyorsunuz, Yahya Kemal'in, gençlik yıllarında Nazım'm annesi Celile Hanım'a aşık olduğu da söylenildi. Biz ikisini de pek yakından tanıdığımız halde, bu aşk hikayesini bir vesile yaratıp Yahya Ke­ mal'e sorama mışızdır. O da böyle şahsi meselelere pek fazla yanaşmazdı. Sadece bir kez bana: “ Ankara'da Celile Hanimi gördüm, ne kadar değişmiş, ne kadar bozulmuş” demişti. Belki Celile teyze de bir başkasına onun için aynı şeyleri söyle­ miştir. Evet, niçin “ yalmz” dediğimi anlatayım, yâlâ ile Yahya Kemal, birbirlerine dargın gittiler. Nasıl mı oldu? Nazım'm açlık gre­ vine girdiği günlerdeydi. Affı için imza toplanıyor. Düşünün Kazım Şinasi gibi muhafazakarlar bile Na- zım'ın affı için imza ver­ m ekten çe k in m iy o rla r. Yahya Kemal imzalamadı. Vala da haber gönderdi: “ Ne benim cenazeme gel­ sin, ne de ben onunkine gi­ deyim ” dedi, ö lü n c e de gitmedi.”

“ Hay Allah...” dedim içim­ den. Yüreğimin cız ettiğini duydum. Ne güzel, ne değerli dostluklar birdenbire bozulu- veriyordu! Hayatının uzun bir devresinde sana canlılık veren, sevinç veren, yaşamına anlam katan dostun, bir olay oluyor ve senin için, yaşarken oluve­ riyordu.

Yahya Kemal'in “ Vala'ya ithaf ettiği “ Deniz Türkü- sü” nün son mısralarını oku­ dum, kütüphanenin duvarın­ daki camlı levhada:

“ Çıktığın yolda, bugün, yelken açıp, yapyalnız

Gözlerin arkaya çev - rilmeyerek, pervasız

Yürü! Hür maviliğin bit­ tiği son hadde kadar!

insan âlemde hayal etti­ ği nisbette yaşar.”

Ne yazık... ikisi de birbir- leriyle ilgili bütün hayalleri öl­ dürerek sonsuzluğa göçmüşler.

YARIN:

Hayal apartmanı

(7)

• A N I • İN C E L E M E « A R A Ş T IR M A

Hayal apartmanı

Zekeriya, Vâlâ, Niyazi bir araya geldiklerinde taslaklar çizer ev projesinden başka bir şey konuşmazlardı

İlginç insanlar, ilginç olaylar.

VÂ-NÛ'larm

DOSTLARI

Yazan: Sadun TANJU

Niyazi Berkes'ten V â-N û'ya

içten bir teşekkür mektubu.,

i(U * í t y t 1

A n w r p , 1 l .a r t , 194b

m M azen düşünürüm de ne

güzel günlerdi, yaşa-

maktan ne kadar zevk

alır; nasıl şikayetsiz, dertsiz,

dopdolu bir ömür sürerdik. Her

birimizin başına bir sürü şey

gelmişti. küçük, büyük felaketle­

re uğramış sayılırdık; ama üze­

rinde durmazdık, dost ve arka­

daş dünyamızda, bir arada olu­

şumuzu talih sayarak, başka bir

yaşayışa gıpta etmeden, ömrün

akışına kendimizi bırakırdık..

F

aşını başını almış, dü­şünmeyi, yazm ayı mes­ lek edinmiş insanlar

bile kendi aralarında nasıl s a f çocukça oyunlar oynuyorlar...

Bizim kilerin o günlerde en bü­ yük oyunu, şehrin kırsal güzel b ir yerinde b ir arsa alm ak ve orada büyük b ir bina yaptı­ rarak b ir arada oturm aktı...

Sabahattin Ali, iyi bir aile babasıdır. Nasıl da titrerdi ailesinin üzerine. Hikayelerini büyük bir hayranlıkla okumuşumdur. Sımsıcak tara­ fını çok iyi biliyorum; ama hınzır tarafları da vardır. Serüven seviyordu. Neden kaçmak is­ tesin, diye uzun uzun düşünmüşümdür.

A z i i l a V rle N u reacln Bey:

Durum A *t«ıu 'da { in o n y s z ı n ı z i bildim om dum . Hem t o b ı i z , h a - t e . e m ü r «d e r im . Y r .u n u bu redr b i r gön m ü n ev verler cr tA ın d r büyü* L ir h a y r a n lı* ! ? « a l g ı l a n d ı «

İ b a r e t e t t i ğ i n i z g i b i , .ta zc/ıa la n dav*» y a l n ı z b iz üç ¿ .id in in d a v a cı d e ğ i l , « e ra le * e U n f i * i r h ü r i y e t i d a v a s ıd ır . İ § ı n ço h fil t t r a f ı n e * e l i n c e , m a a le e e f b a l ? ta m a ..* * i s t e a . â y 0r . V fcKil, z a r a r ı h a l? n i i l â n e t ... i g t ir ne de b iz e t e b l i ğ e t t i r m i ş t i r . Bu z a r a r ın * i.u ln t a r a fın d a n t e b l i ğ e d i l e c e ğ i n i de h a l? ö ğ r e n e l i * bulunuyo- r u z . F a k ü lt e 'y e eoruyorum , H ektürlüge d i y o r l a r , h e * t ö ılü ~ e y u y o r u m b i l i l i y o r u z , u a zu n İıga soru n d i y o r l a r . Uu^ün b i r i s t i d a y e r e r e * v r f r ı Bl» a n lık ta n t a le p ediyoru m . B a » a lıu ne cevap v e r e c e k le r . /u z a t tee r e z F e z ü lt e a e , ¿ e r e z HekturlU kt# s i z e s a d e ce z a r a r b ozu ldu » ,ib l b i r cevap v e r i l e c e k , z a r a r u e t n i b i ld l r l L u i y e c e ı t d i y o r l a r ,

Ar r a r aanp, resmen D i l d i r i l , .te e n r a z u ıt e ıa a t o b i u « r e - le r i;.* iz i t a t i l ¿ e r e r i v er..«iş. F ilv a k i g e ç i c i o la r a k b ö y le b i r s a lâ h iy e t ­ l e r i v r r . Fazat bu anca.z d e r s e devam etlen t a le b e n in ıfcfio&a ’ t o p l u 1 b i r h a r e z e t i g örü ld ü ğ ü zaman y a p ı l a b i l i r , F a külte ş lu d i t a t i l , ken di t a l e ­ b e n iz in i s e ş iı.d iy e zada r h i ç b i r h a r e k e t i görülm üş d e ğ i l . U ilû z la bu h â d is e le r âdeta, ta le b e m iz n ezd in d e 'p o p ü l o r i t e ’ . . i z i a r t t ı r ı y o r . Bu i t i - baaİn a l ın ın bu k a ra r tam am iyle u s u ls ü z d ü r.

İ z i gün e v v e l Dekan b e n i gdrüşı.cK ü z e re cv ia d e n ç e v i r t t i . L â f ın ı uzun u za d ıy a a ğzında d o l a ş t ır d ık t a n eou n o i z i m ou F akültede d ers vermemize imkân o lm a d ığ ın ı, b i r büyüklük J e s t i yaparak i s t i f a e t .-e ta iz i, k e n d ile r in in b i z e i ş b u l a c a ğ ı n ı , Büken*dan gelm e atkiugu b i r ilh a m la s ö y ­ le n d i ğ i u e l l i o lu n b i r i f r d e i l e a n l a t t ı , k e c l i s t e F a k ü lte y i lâ ğ v e d e c e k le r * m iş , b i z ç e k i l i r s e k F a k ü lte y i k u r t a r ır m ış ız . Ü s t e lik h e y e tim iz t e h lik e d e im iş . T a leb e h a z ır la n ıy o r m u ş , b izim F a k ü ltede d e r e ver. .e.oiz ş ö y le dursun , z it u p la r ım ı almak i ç i n F a k ü lte b in a s ın a aypk basmama dahi tahammül e d i l - m iyorm uş. Bu l â f l a r ı yabana atmamak lflzim .

T ekrar t e ş e k k ü r le r im i su n a r. H anım efendiye benim ve zevcem in s a y g ıla r ım ız ı sunarım .

L İR gün kapı- I I I mız çaldı” di-B - f I yor Müzehher İ l i Vâ-NÛ. Kapıyı ■ açmış. Bakmış kırk yaşlarında, şaşılacak kadar birbirine ben­ zeyen iki temiz yüzlü adam. “ Ben Niyazi Berkes'im” de­ miş ikizlerden biri. Gerçekten de ikizmişler, öbürü de karde­ şi Enver'miş.

Güldüm.

“ Nasıl da İttihatçı neslinden oldukları belli...” dedim: “Son devir Osmanlıları Meşrutiyet'- te doğan çocuklarına bol bol Niyazi. Enver gibi isimler koy­ muşlardır. Bir çeşit özgürlük simgesi, daha doğrusu özgür­ lük özlemi...”

“Ne yazık k i” dedi Mü­ zehher Vâ--NÛ, “ Dostlarımız kendilerini pek de özgür hissetmiyorlardı. ”

a aOt _ c n i tt

SİNDİRME ÇABALARI.

N

İVAZI Berkes'ler de sizin

c

• dost-arkadaş çevrenizdey- diler demek?”

“ O günden sonra oldular. 401ı yılların sonlanndaydık. İsmet Paşa iktidarı bir ta­ raftan demokrasiye geçiş emeklemeleri yapıyor, öbür taraftan da “ solcu” “ sağcı” diye aydınlara iki taraflı to­ katlar atıyordu. Niyazi Her­ kes, Pertev Naili Boratav, Be hiçe Boran da o günlerde Dil Tarih ten atılanlardan­ dı. Olay patlak verince Vâlâ ‘Ne oluyoruz?’ diye bir yazı yazmıştı. Zamanın bası ran­ da bu çeşit arka çıkmalar pek bol olm a d ığ ın d a n , Niyazi B erkes de m em ­ nunluğunu ifade edebilmek için aramış, evimizi bul­ muştu. Tanışmamız böyle oldu.”

“ Ankara'dan İstanbul'a mı göç etmişler?”

“ Başka çareleri yok ki... Yaşamak için bir şeyler yapmak lazım. Karısı Medi- ha ile Niyazi Berkes'i kısa zamanda benimsedik, çok sevdik. Boratav'lan da öy­ le... Zekeriya'lar da, biz de, onlar da sık sık buluşuyo­ ruz. Küçüksu'da çok b ö ­ lümlü kocaman bir eski za­ man köşkünün bir bölümü­ ne de Berkesler yerleşti. Kirası çok UCUZ. Oturdukla - n yapı ise bir dünya güzeli. Bir bölümünde de Cahit Ir­ gatla Mina oturuyor. Meh­ met Ali (Aybar). Zekeriya ve Vâlâ için yeni bir yürü­ yüş parkuru çıktı. Akılları­ na estikçe Küçüksu'ya yü­ rüyüş yapıyorlâr. Niyazi ve Mediha, işsizlere iş bulmak­ ta eşi olmayan Ramazan a (Arkın) hani hani tercü­ meler yapıyorlar. Oğullan Fikret daha çok küçük, bi­ zim k iler onunla ş a k a ­ laşmaya da haydıyorlar. Yani şöyle bakınca, öyle mutlu bir tablo görünü- m ündeyiz k i, sanırsınız k ah ır yüzün den lü tfa uğramışız.”

“ insanın, iyi olmayan şartlar içinde bile neşe ve mutluluk araması ayrı bir kültür ve bil­ gidir” diyorum.

o k u r,d ü şü n ü r, k on u şu r, tartışır; kendi dost ve arka­ daş dünyamızda, birbirimi­ zin kişiliğine ve bilgisine saygı duyarak, bir arada oluşumuzu talih sayarak, başka hiçbir yaşayışa gıpta etm eden öm rün akışına kendimizi bırakırdık.”

“ Bu konuşmalar sırasında beni en fazla üzen, sizi geç­ mişe sürükleyerek hüzünlen­ dirmem oluyor, inanın” dedim.

“ Hüzün fena bir şey değih

d ir ” dedi Müzehher Va-Nu

ve anlatmasını sürdürdü: “ Yaşım başım almış, dü­ şünmeyi ve yazmayı meslek edinmiş insanlar bile kendi aralarında nasıl saf, ço ­ cukça oyunlar oynuyorlar... Bizimkilerin o günlerdeki en büyük oyunu da, şehrin güzel kırsal bir yerinde bü­ yük bir arsa almak ve ora­

da büyük bir bina yaptıra­ rak bir arada oturmaktı...”

“Peki para?”

“ Herkes nesi var nesi yok satacaktı. Zekeriya'larm durumu fena değildi. Biz, Salacak'ta babadan kalma harap tahta evin yerine iki katk bir ev yaptırmıştık ve malımız ondân ibaretti. Di­ ğ e rle ri de böyle k ü çük v arlık lara sah iptiler. İş bayağı ciddiye âbmyordu. Zekeriya, Valâ, Niyazi bir araya geldikleri zaman, uzun uzun yapılacak evin projesi üzerinde tartışıyor­ la r, taslak lar çizip du­ ruyorlardı. Bir toplantıda Salacak'ta uygun bir ar­ sanın bulunduğu müjdesi veriliyor; öbür toplantıda

‘sahibi vermiyor’ diye hayıf- lanıhyordu. Günün birinde Zekeriya ‘Çamkca'da hari­ ka bir arsa buldum’ diye etekleri zil çalarak geldi.”

“ Alındı mı arsa?”

AYDINLAR ÜZERİNDE ŞOK!

“ Ne gezer... Zaten bu o- yun oynanırken, m eğer herkes kendi geleceği için birtakım teşebbüsler için­ deymiş. Niyazi Berkes'ler Kanada ile anlaşmışlar; ‘Biz gidiyoruz’ dediler. Per­ tev Boratav'lar Paris'e git­ tiler.

Zekeriya'lar biraz son­ ra yurt dışında yaşamaya karar verdiler. Biz kaldık.” • “Sabahattin Ali vurulmuştu o yıllarda...” HAYATIMIZDAN MEMNUNDUK Müzehher Va-Nu:

B

AZEN düşünürüm de...” diyor; “ Ne güzel gün­ lerdi, yaşamaktan ne, kadar zevk alır; nasıl şikayetsiz, dertsiz, dopdolu bir ömür sürerdik! Her birimizin ba­ şına bir sürü şey gelmişti, k üçük büyük felaketlere uğramış sayılırdık; ama ü- zerinde durmazdık. Yine

n i n M U T İ I I O l İ M Müzehher Hanım ın, yaşamım renklendiren en sıcak D M I fI M I IbU V I U ı ı olay, dost çevresiyle bir araya gelip, eski günleri yad etmek. İşte bu mutlu günlerden biri, Karikatürist Semih Bâlcıoğlu'nun evinde, Meh­ met Ali Aybar'la anılar tazeleniyor...

K

UŞKUSUZ o olay, aydın­ lar üzerinde büyük bir şok yaratmıştı. Herkesin içinde bir kuşku, bir ürkün­ tü vardı.”

“Bana söylediğinize göre Sa­ bahattin Ali de sizin dost, ar­ kadaş çevrenizdekilerden biri.”

“ Onu son gördüğüm günü hatırbyorum şimdi. Bize gelmişti. Hatta o gece bizde kaldı. Sırtında bir meşin ceket, başında kasket, ‘Şo­ för oldum ben ’ diyordu. Nakliyecilik yapacakmış. Sabahattin'in bu hallerine alışıktık. Gelir, birbiri ardı sıra karmakarışık bir sürü şey söyler,, bir gürültü bir patırtı... Vâla ona ‘ön ce şu söyleyeceklerini bir sıraya koymasını öğren’ derdi. O yine bildiğim okur. Ortalık­ ta başıboş torpil gibi do? laşır. Karışım, kızım da çok severdik. Filiz o sıralar küçük. Zavallı Aliye Hanım hep heyecan içinde, yüreği ağzmdadır. Üstelik ne de iyi aile babasıdır Sabahattin A li, nasıl titrer ailesinin üzerine... Onun Değirmen'- ini, Kağnı'sım, Kuyucakk Yusufunu, içimizdeki Şey­ t a n im , büyük b ir h a y ­ ranlıkla okumuşum; sımsı- ca k ta ra fım ço k iyi biliyorum; ama hınzır ta­ rafları da var. Serüven se­ viyor. Yine de ‘neden kaç­ m ak is te sin ?’ diye düşünm üşüm dür uzun ^ f r k n

İddialıyız; tatil, bizim le yaşanır!.

LİSAN

LABORATUARLARI

İÇİN MİKROFONLU

KULAKLIK

-

7 K

E C N E B İ K O N U K LA R LA BİR LİK TE , BATI T A R Z I BİR TATİL!...

CLUB CENNET KIRI

TİTREYEN DENİZ

SkJ»-$orgun 23.000 m? totit, 400 m. kıyı şeridi... * Şahane denız-enfes kum * Su kayağı * Orman gezi alanı

* Çocuk ♦ buyuk yüzme havuzu * Çocuk parkı

* Bar-Restoran-Disco-TV * ilk yardım

* PTT

O D A : 7 gece-8 gün Y.P. 84.000 (K D V + Servis dahil) BUNGOLOVV: 7 gece-8 gün Y.P. 31.500

(K D V + Servis d ah ili * Sörf * Tenis * Voleybol * Ping Pong * Market * Camping olanağı

Jrkmuş, korkmuş1 olamaz mı?”

“ Olur tabii. Ama hayat ona uzlaşmayı da pekala öğretmişti. Cumhuriyetin ilk yıllarında dilini tut­ masını bilmeyen bir öğret­ men olarak Konya ve Sinop hapishanelerinde çilesin.i doldurduktan sonra pekala Ankara'da hem de Devlet Konservatuvarı'nda hocabk yap a ra k u zlaşm acılığın ı gösteriyor. Sonra savaş yıl­ larında Aziz'le beraber o M ark o Paşa m a cera sı! Korkmasını bilen adamın yapacağı iş mi o?”

YARIN:

Nazım'ın öyküsü

(8)

H .

O

* A N I •İN C ELEM E • A R A ŞTIR M A

Nazım ı dinlerken ağlıyordu

O dada biri şiir okuyor, hem de N azım 'dan. Kim dersiniz? İçeride Ç ağlayangil ile A ğaoğlu v ar.

İlginç insanlar, ilginç olaylar.

V Â -N Û 'la rın

D O STLAR I

Yazan: Sadun TANJU

/% /

azım duygu adamıdır. En iy i arkadaşlarından b iri... Hapiste

/ W

bulunduğu seneler boyunca aramamış, sormamış. Şimdi geliyor.

■Z

▼ jVe

yapacağı bilinmez. Vâlâ'yı da korkutan bu. Şeyse, Şevket geldi kucaklaştılar. İk is i de b ir j e y olmamış g ib i davranma gayretin­ de. İk is in i de çok seviyoruz. Ödümüz patlıyor, b ir şey olmasın diye..

KAÇIŞTAN ÖNCEKİ GÜNLER

VA-N?!i, Naram Hikmet ve bir akraba... Arabada yeni doğmuş Memo, kız çocuk, I"çocuk, Münevver hanımın kızı Renan..

L E V K E T Sü I reyya _(Ayde- I mir) Vala Nu- k f I red d in ’in en

eski arkadaşla- tından biriydi değil mi? ‘Bu Dünyadan Na­ zım Geçti’ kitabında Valâ bu arkadaşlığı uzun uzun anlatı­ yordu. Nazım, Şevket Sü­ reyya, İsmail Hüsrev (Tö- kin) ve Vala dörtlü bir öğren­ ci ailesi teşkil etmişler. Yani 1920'lerin ilk yıllarından beri birbirlerini tanıyorlar. Siz ne zaman tanıdınız?”

“ Vala ile evlendikten son­ ra tabii. 19401ı yıllarda.

Nazım Bursa Cezaevi nden

VA-NÜlara sesleniyor...

r 1/cuZct'' ° tA İ ~ J + ■

A '

i ' -&L , wX<; ¿ 4 c i< U

-Şair duvarlar ardında olmasına karşın, yaşama sevincini

yitirmemiş. Dostlarının yeni yılını kutlam a nezaketini gösteriyor

■ /

â lâ nın, “Bu Dünyadan Sazım G cçti”y i W bitirdikten sonra, D oktor Siyami Ersek'e T yazdığı b ir ith a f vardır. “Doktor, am eli­ yat masasında elin titreseydi ben bu kitabı b iti­ remeyecektim.” Vâla, kanserdi... D r. Ersek, ona birkaç y ıl daha yaşama şansı kazandırm ıştı..

rim iz sık la ştı. A y a ş'ta küçük bir toprak edinmiş,

Nazım H ikm et'in kardeşi Sam iye ile Selanik'te çekilm iş çocukluk resm i...

Onun arkadaşları benim de dostlarım oldu. Şevket Sü­ reyya uzun da yaşadığı için bir yakın akraba, bir ağa­ bey yerine geçti.”

“Öyleyse bana bugün Şev­ ket Süreyya'yı anlatın” de­ dim Müzehher Va-Nu'ya. 27 Mayıs Devrimi'nden sonraki özgürlüğe açılış yıllarında koca koca biyografiler yazmıştı Şevket Süreyya. Önce ‘Suyu Arayan Adam’la kendi hi­ kâyesini yazmış, arkasından Mustafa Kemal'i, İsmet Pa- şa'yı, Enver'i, Menderes'i ciltler dolusu anlatmıştı. Le- nin devrinde Rus ihtilal üni­ versitelerinde okuyup da Ke­ malist yönetime uyum sağla­

yan eski _solçulardandı. Müzehher Vâ-Nu anlatmaya başlamadan önce bir soru sordum:

“Hatırladığıma göre, Nazım 1938 1950 arasında hapistey­ ken, Şevket Süreyya devletin ekonomik denetim kurulların­ da görev yapan bir yüksek bürokrattı. Vala da, malum; gazetecilik, fıkra yazarlığı, her çeşit yazı işçiliği ile hayatını kazanıyor. Siz üçünü de tanı­ dığınız zaman, eski arkadaşlar arasındaki ilişkileri nasıl buldunuz?”

“ Zaten anıların baskısı al­ tındayım, isterseniz sırası ile anlatayım, yani şu anda

hatırladığım g ib i...” dedi Müzehher Va Nu:

SE'

AGA1. VKET SÜREYYA YI ABEY GlBÎ SEVERDİM

G

AZETENİN bir işi için Vâla ile Ankara'ya git­ miştik. Şevket Süreyya bizi evine davet etti. Bahçeüev- ler'de oturuyordu. Vala, Şevket'in eşi Laman Ha­ nim i da Rusya'dan tanıyor­ du. Böylece. biz Ankara'ya gittikçe; onlar İstanbul'a geldikçe, görüşmeye başla­ dık. Şevket Süreyya emekli olduktan sonra

görüşmele-meyve ağaçları dikmişti. Gittiğimizde bize “ çiftli­ ğini” gezdirirdi. Kitaplarım yazmaya başlayınca sık sık İstanbul'a gelir, çoklukla bizde kalırdı. Konuşmasını çok severdi Şevket Sürey­ ya. Kitaplarından da belli değil mi? Kalın kalın kitap­ lar. Vâl'nın en büyük eleşti­ risi “ uzun y a z ıy o rsu n ” olurdu. Şevket uzun yazar, uzun konuşur; ama istifa­ delidir, insanın ufku nu açar, bilgilidir, heyecanlı ve hayalcidir. Kısacası, Şevket Süreyya'yı bir ağabey gibi severdim. O da bana “ kı­ zım” derdi, mektuplarına “kızım” diye başlardı.”

“Şevket Süreyya'nın bana verdiğiniz mektupları arasında bir yazışım buldum. Sizdeki bir geceyi anlatıyor. Nazım hapisten çıkmış, sizde kalıyor. Şevket Süreyya da gelmiş. Şi­ irler okumuşlar. Aşağı yukarı 25-30 yıl sonra, üç gençlik ar­ kadaşı bir araya geliyorlar. Sizden dinlemek isterim o geceyi...

İTHAL MALI TOMRUK-KERESTE ve KAPLAMA

1) Kaplamacılar-Keresteciler-Yat ve Gemiciler

2) Mobilya satıcıları-Mutfakçılar-Müteahhitler

3) Dekoratörler-Kamyorı kasacıları-Perdeciler-Otel ve

Motelciler’e MÜJDE!

1) Tomruk-160.000.-TL/m3

2) Kaplama-200.-TL/m2

3) Kereste-200.000.-TL/m3

Üretim çeşitleri:

1 - MODÜLER MOBİLYA ÇOK UCUzT'A

2- SUNTALAM FİATINA HAZIR MUTFAK GÖVDELERİ

3- MELAMİNLİ (BOYALI) HAZIR KAPI,

4- SIVADAN UCUZA HAZIR LAMBİRİ,

5- AFRİKA MENŞELİ TOMRUK VE KERESTE

(15 mt. BOYA KADAR)

6- AFRİKA MENŞELİ ÇEŞİTLİ UZUN KAPLAMA

7- SUNTA. MEl AMİNİ i SI !NTA KAPI

a m a i i c i i m t a

ANTALYA KOLEJİ EĞİTİM

TESİSLERİ A.Ş.

GENEL MÜDÜRLÜĞÜ NDEN

ÖĞRETMEN ALINACAKTIR

Kolejimize 1986/1987 öğretim yılı ıçm aşağıdaki branşlarda öğretmen alınacaktır.

istekli öğretmenler bizzat Genel Md. Mahmut Celâl UNAL'a başvurabilecekleri gibi fotoğraflı özgeçmişlerim pos­ ta ile de gönderebilirler

Müracaatlar 31 Temmuz gunu bitecek. 4-14 Ağustos tarih­ leri arasında da çağrılan öğretmenlerle mülakat yapılacaktır ilgilenenlere duyurulur

BRANŞLAR KADRO SAYISI

1 İn g iliz c e ... 7

1 Matematik (İngilizce okutacak)...2

1 Fen Bilgisi (İngilizce okutacak)... 3

1 Matematik (ÖSS-ÖYSde d e n eyim )... 1

• Fizik (Ö SS-O YSde deneyim).

• Biyoloji (OSS-OYS'de deneyim)...

• Tarih (Fakülte çıkışlı)... • Almanca (Anadolu liseleri ile Alm öğretim yapan

okullarda çalışanlar tercih e d ilir.)... • Din Kulturu ve Ahlak B ilg is i... • Bilgisayar seçmeli dersi öğret ...

NOT: Öğretmenlikte en az 2 yıl deneyim aranır Adres: P K. 545 - Tel: Okul Md. Direkt: 17886

Santral (5 Hat): 21400 - ANTALYA

MUM IŞIĞINDA ÜÇ ARKADAŞ...

S

ALACAK'taki evdeyiz. Nazım'ı bizde misafir e- diyoruz. Münevverle bera­ ber bahçe katında kalıyor­ lar. Vala, Nazım a, “ Şevket gelecek, suratım asma, iyi davran“ dedi. Nazım duygu adamıdır. En iyi arkadaşla­ rından biri, hapiste bulun­ duğu seneler boyunca ara­ mam ış, sorm am ış, şimdi geliyor; ne yapacağı bilin­ mez. Vâlâ'yı da korkutan bu. Neyse, Şevket geldi. Kucaklaştılar. İkisi de bir şey olmamış gibi davranma gayretindeler. Biz ikisini de ayrı ayrı seviyoruz, ö d ü ­ müz pathyor, bir şey olma­ sın diye. Şevket, Nazım'dan şiir okumasını istedi. “ Geti­ rin benim kutumu” dedi Nazun. İçerdeyken yazdığı şiirleri çeşitli yollardan bize gönderir, biz de büyükçe bir teneke kutuda saklar­ dık. Kutu geldi. Nazım oku­ yacağı bir iki şiiri seçti. Devamı Sa. 17. Sii. 3’de)

Referanslar

Benzer Belgeler

İşte bunların hepsi gösteriyor ki belki bir vakitler Avrupa sa­ atlerini tamirle başlıyan Türk saatçilik sanatı X VI nci asrın ikinci yansından sonra, Türk

Müşir M ehm et Ali Paşa ve M ustafa Celaleddin Paşa’nın torunu, Küçük Enver Paşa ile Leyla Hanım efendi’nin kızlan, merhum Avni Okçu’nun eşi, Ayşe Baştım

Rakibi olan Sabah, bu muharrirlerden birini kendisine bağlıyabilmek için daha fazla ücret vadeder, bazılarını çekip almağa muvaffak olur; Fakat Cevdet

Material and Method: Sixty primary or secondary infertile cases diagnosed as unexplained infertility were retrieved from the entire infertility cases admitted between June 1998

Yapmış olduğumuz bu çalışmada, melatoninin izole sıçan uterusunda oksitosinle indüklenmiş kasılmalar üzerindeki etkisi araştırıldı ve hormonun doza bağımlı

Şekil-1’e bakıldığında, psikolojik sözleşme kavramının işletme alanında yapılan bilimsel yayınların artma eğiliminde olduğu görülmektedir. Yıllara göre bakıldığın-

Öncelikle 360 μg/hafta dozuyla 12 hafta indüksiyon yapıp, 180 μg/hafta olarak devam ettikleri, tedavi süresini 48 ve 72 hafta sürdürdükleri iki grup ve 180 μg/hafta olarak 48

In our study, PV-L closure technique was evaluated to be an effective method to achieve adequate ETT cuff seal with significantly lower cuff pressures and it was associated with