Hamam, bir zamanlar İstanbul’un simgesi
gibiydi. Başlıbaşına bir kültür, bir gelenek
yaşardı hamamlarda. Zamanlar değişti,
banyolu küvetli evler, hamama gidenlerin
sayısını parmakla sayılacak noktaya getirdi.
Zaten birçok tarihi hamam kapısını kapattı
artık. Geriye kalanların da “suları ısınıyor”
NECATİ GÜNGÖR
Yeryüzünde hamam kültürü ne sahip iki uygarhk var: Roma ve Osmanlı uygarlıkları:
Dünya sinemasında, bir Ro ma filmlerinde hamam sahneleri görülür, bir de Türk filmlerin de. Başka örneği yok bunun... Osmanlı uygarlığında hamam lar ayrıca mimari bir değer ola rak ortaya çıkmıştır. Ortadoğu1- dan Orta Avrupa’ya yayılan bu sanat yapıtlarının, günümüze kadar yaşayagelen tek tük ör nekleri de artık can çekişme noktasında! Hamam sözcüğü nün kökeni Araplardan geçmiş dilimize: Hamın, Arapçada
“sıcak” anlamına geliyor. An
cak dilimizde birer Gazi Lirası gibi ışıldayan atasözleri oluşmuş zamanla: “Hamam suyuyla ko
nuk ağırlanmaz” “İki çıplak bir hamama yakışır” yada “Eski tas eski hamam”... Uzayıp giden bu
sözler de kadim zamanlarda ya şamış insanlarımızın hamamla ne denli iç içe olduklarını gös teren birer kanıt değeri taşırlar.
Evliya Çelebi’nin anlattıkları
na göre Fatih, İstanbul’u alınca ilk iş, saray hademelerinin gusu- lü ve temizliği için bir hamam yaptırdı. Bu tür hamamlara “ır
gat hamamları” deniliyordu.
Çünkü ayan ve eşrafın böylesi yerlere gönül indirmeleri söz ko nusu olamazdı. Onların ha mamları özeldi; oralara da
“ırgat” takımı giremezdi.
Osmanlı, ta başından beri ha mamda ferahlık bulmuştu; ama bu yerlerin asıl sefası, Lale Dev- ri’nin çılgın eğlenceleri sırasın da yaşandı... Ne var ki müpte- zelliğin doruğuna varıldığı bu eğlenceler döneminin sonunu hazırlayan olaylar da yine bir hamamda tezgâhlandı: Patrona Halil Hamamı’nda!
Bir başka garip rastlantı ha mam mimarisinin yine bu yüz yılda duraklamaya başlamasıdır. Bu dönemde bir tek olsun yeni bir hamamın yapılmadığını söy lüyor, konunun uzmanları.
İşte o günlerden bugüne, bin lerce hamamı yıkmış, yok etmiş, tüketmişiz! 1988’de yapılan bir
saptamaya göre koca İstanbul’ da kala kala altmış altlı hamam kalmış! Oysa 1922’lerde, Balık hane Nazırı Ali Rıza Bey’in yaz dıklarına bakılırsa kadim İstan bul’da on dört bin beş yüz otuz altı tane hamam vardı...
Değişen toplumda geleneksel değerler, insanımızın hayatından bazen hızla, bazen de ağır bir se yirle çıkıyor. Buna en çok yüre ği yananlar, elbette hamamcılar! Hepsi de şimdiki acıklı duruma düşmeden önce, mesleklerinin göz kamaştırıcı günlerini yaşa mışlar. Bir iki turistik hamam dışında tüm hamamların günleri sayıh... Bugünleri var, yarınları yok. Birçoğunun kubbesi, yaşlı sahiplerinin sırtında bir kambur gibi duruyor...
Üsküdar’ın üç yüz seksen iki
yıllık “Ağa Hamamı” da o kam
burlardan biri işte! Yaklaşık dört yüzyıldan beri suları kaynayan bu tarihi hamam, şimdilerde yir mi müşteri bulduğu gün, bütün çalışanlarıyla birlikte bayram se vinci yaşıyor! Hilaf yok...
“Ağa HamamT’nı yaptıran
MalatyalI İsmail Ağa kimdir, necidir. Orasını bilmiyoruz. Bil diğimiz, Tlınusbağı ile Üsküdar çarşısı arasında kalan yerde, 1609 yılında bir cami ile hem ka dınlar hem de erkekler bölümü bulunan bir hamam yaptırıp bı raktığıdır. Aradan geçen dört asırlık zamana karşın, her iki yapı da dimdik ayakta! Anlaşı
lan o ki İsmail Ağa kendi adına oluşturduğu vakfa gelir sağlasın diye bir de çarşı hamamı yaptır mayı tasarlamış vaktiyle... Daha sonraları el değiştire değiştire bugünkü sahiplerine ulaşmış.
Şimdilerde Tokatlı Kadri Tu
runç işletiyor Ağa Hamamı’nı.
Küçük, şirin, kendine özgü iç mimarisi olan on iki kurnalı bir hamam burası. Aradan geçen yıllar orasını burasını eskitmiş; ama yapılan onarmalarda eski ye uygunluk gözetilmiş, özgün yapısı korunmaya çalışılmış.
“Bugünse duvarına bir tek çivi çakamıyoruz” diyor Kadri T\ı-
runç. “Birinci derecede tarihi
eser sayılıyor çünkü.”
Dışarıdan bakınca hamama benzer bir yanını göremiyorsu nuz. Yarısı yolun aşağısında ka lan ahşap bir ev görünümünde. Üsküdar’ın soyu tükenmiş, ama dirliği düzeni yerinde mütevazı evlerinden biri gibi! Bu kırmı zıya boyalı ahşap yapının ha mam olduğunu anlamak için kapısına kadar sokulup tabela sına bakmanız gerek...
“Banyo” sözcüğünün dilimi
ze ve evlerimize Meşrutiyetle birlikte girdiği söylenir, ilk de virlerde banyo, kum sancısına tutulanların tedavisi ve yeni doğ muş çocukların yıkanması için kullanılıyordu. Zamanla yaygın laşan alafrangalık aşkıyla tüm evlerde hamamın yerini aldı. Es ki usul konak hamamlarına
bi-7
.
H
le şofben takılır oldu. Yine de bu geçiş döneminin pek kısa sürdüğü söylenemez.
Bütün öteki çarşı hamamları gibi Üsküdar’ın Ağa Hamamı da çok yakın yıllara kadar sal tanatını korumuştu. “Öyle za
manlar bilirim ki kapıda biriken kalabalığı dağıtmak için polis ten yardım isterdik”diye anlatı
yor o görkemli günleri, Kadri Turunç. “Kapıyı kapatır, artık
müşteri almıyoruz derdik, yine de milleti dağıtamazdık!”
İstanbulluların çarşı hamam larına ilgisi altmışlı yıllara kadar sürecek, bu dönemden sonra ço ğalan banyolu daireler sayesin de herkes evlerinde yıkanmayı yeğleyecekti. Bir dönem de ha mamcıların yüzünü Anadolu- dan gelen bekâr yapı işçileri gül dürecektir: Ahşap evlerin yoğun biçimde yıkılıp yerlerine apart manların dikildiği yıllarda, müş terinin niteliği değişse bile ha mamcıların kazancında bir düş me görülmez. Ne var ki bu da bir geçiş dönemidir. Gün olur, yapı işçilerinin de ayağı kesilir hamam kapılarından... H a mamcılar, külhanı yakıp suyu ısıtıp gözleri yolda müşteri bek lemeye koyulurlar.
Bu arada on şansları var hamam sahiplerinin: Evlerde su lar kesiliyor ya, insanlar banyo- suzluktan kaşınır hallere düşü yorlar ya; o zaman akıllarına hamam geliyor kimilerinin...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a To ros Arşivi