SAYFA CU M HU RİYET
12
\o
KÜLTÜR
Kendi portresi, N artürm ort, 1948, tuval özerine yağhboya(üstte) Yoğurtçu, 1952i tuval özerine I yağlıboya.M
(yanda)Prensiplerinden hiç ödün vermeyerek oluşturduğu yapıtlarını yine sanat dünyasına armağan etti
Sabri B eık d ’in dünyası, resim di
HALİT ESKİŞAR___________________ Sabri Berkel’i iki yıl önce 4 Ağustos 1993 ’te kaybetmiştik. Ben kendisini kırk yıl önce tanıdım. İstanbul’da, Divan Pastane sinde, sanatçı arkadaşlar topluluğu içinde. Sanki biraz masanın dışında oturur gibi, ko nuşulanları dudağında bir gülümsemeyle dinleyen, şık giyimli, genç sayılabilecek bir adam. Sonraki günlerde sık sık birlikte ol duk. Biribirimizi daha yakından tanıdık.
Ben eski bir edebiyat ve sanat tutkunu genç bir avukat, o ünlü bir ressam. Arkadaş larla birlikte Hilton Oteli’nin açılışından başlayarak her cumartesi randevusuz top lanmayı adet haline getirdik. Bu toplantılar dan kimler geçmedi ki.
MacitGökberk, Bedia Akarsu, Nenııi Uy gur, İsmail Tunalı gibi felsefeciler; Cemal Tollu, Hakkı Anlı, Nurullah Berk, Şükriye Dikmen, Salih Urallı, Hamit Görele, Kenan Yontunç, Nusret Suman gibi ressam ve hey keltıraşlar; Salah Birsel, Sabahattin Kudret, Sabahattin Batur, Naim Tirali, Celal Sılay, Selahattin Esatoğlu gibi edebiyatçılar ilk anımsadı klanm.
Bu dostların kimi öldü, kimi başka kent lere gitti, kimi toplantılara gelmez oldu, ama biz Sabri Berke!’le bu adeti hiç bozmadık. İstanbul’da bulunduğumuz sürece, her işi mizi bırakıp cumartesi günleri öğleden son raları Hilton’a koştuk. Orada köşemiz hazır dı. Resimden, edebiyattan, şiirden, dostlar dan söz açtık. Zaman zaman da yan yana oturup bir güzel sustuk.
Sabri Berkel, konuşkan bir insan değildi. Sorular sorardı daha çok. Sağlam bir man tığı vardı. Yaşama filozofça bakar, filozof ça sözler söylerdi. “Her insan ya tuzak ku rar ya da tuzağa düşer” sözü anımsadığım ilginç sözlerinden biridir. Hiç evlenmedi. Ben de uzun süre bekar kaldığım için hemen hemen her gün akşam üstleri buluşur çeşit li yerlerde, en çok da Divan Pastanesi’nde otururduk. Baş konumuz resimdi. Biraz da giyim kuşam. Güzel giyinmek, şık giysiler yaptırmak isterdi. Bekar evinin dolapların da, çekmecelerinde bir yığın kostüm, göm lek, ayakkabı, kravat bıraktı gitti. Giyimin de kuşamında titiz bir adamdı. Onun bu ti tizliği resimlerine de yansımıştır. Okunak lı, temiz, ölçülü biçili resimler yapardı. Üs- küp’te doğan, Belgrat’ta ve Floransa’da oku yan ve Paris’te atölye çalışmalarını sürdü ren Sabri Berkel, Batılı bir kafa taşıyordu. Bir gün bir dostun evinde toplanmıştık; ara mızda Hakkı Anlı ve Salih Urallı da vardı; Salih Urallı, tartışmanın kızıştığı bir sırada o her zamanki atak haliyle Hakkı Anlı’ya, “Sana Avrupa’yı ben öğrettim” diye bağır dı. Rahmetli Hakkı Anlı şöyle ağır ağır doğ ruldu, kaşlarını çattı:
“Evet” dedi, “bana Avrupa’yı sen öğret tin, sen öğrettin ama kendin Şarklı kal- dm.”Ve hemen ekledi: “Sabri de Avru pa’dan geldi, bir türlü Şarklı olamadı” dedi. Gerçekten Sabri Berkel İstanbul’da bir Av rupalI gibi yaşamıştır. Çirkinlikler, kabalık lar, hoyratlıklar karşısında sinirlenir, öfke lenir “ Bu ne alaturkalık” diye söylenirdi. Sonra da sakinleşir, yüzünü buruşturarak “Bu kafayı fazla büyüttük galiba” diye ha- yıflanırdı.
Yalan dolan bilmezdi. Dürüst bir insandı. Cimriydi ama, diyelim bir arkadaşının has talık dolayısıyla yaşamsal bir gereksinimi karşısında olanaklarını ortaya koyacak ka darda vefalı bir dosttu. İstanbul’a Usküp’ten
SABRİ BERKEL’İ ÖLÜMÜNÜN 2. YILDÖNÜMÜNDE ANIYORUZ
Çağdaş Türk resim sanatının en önemli temsilcilerinden biriolan ressam Sabri Berkel, ölümünün 2. yıldönümünde, bugün saat 12.00’de Zincirlikuyu M ezarlığındaki kabri başında anılacak. Sabri Berkel 1907’de Üsküp’te doğdu. 1927’de Ecole Franco Serbe Okulu’nu bitirerek Belgrad Güzel Sanatlar Okulu’na girdi. 1929 -1939 yıllan arasında Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’ndc Felice Carena’nın atölyesinde çalıştı. 1936 - 1938 yıllan arasında Ankara İsmet Paşa Kız Enstitüsü’nde resim öğretmenliği yapan Berkel, 1939’da Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü Başkam Leopold
Levi’nin isteği üzerine gravür atölyesi asistanlığına atandı. D Grubu üyesi olarak birçok sergiye eser veren Berkel, yurtiçi etkinliklerinin yanı sıra
1956, 1958, 1962 Venedik, 1957 - 1963 San Paulo ve 1. Uluslararası Gravür Bienal’i (Tokyo) gibi
uluslararası etkinliklere de katıldı. 1961 ’de
22. Devlet Sergisi’nde ‘Kompozisyon No: 1’ adlı
yapıtıyla birincilik kazandı. 1977’de Akademi’den profesör olarak emekli olan Berkel ile ilgili en son etkinlik, 1989 yılında İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’ nde açılan retrospektif sergisidir.
genç bir bekar olarak gelmiş ve öğrenci gi bi yaşamaya alışmıştı. Yaşamı boyunca ken dini bu düzenden kurtaramadı. Kardeşinin ani ölümü onu çok sarstı. Yaşama sevincini kaybetti. Durgunlaştı. Çok geçmeden de ölümcül bir hastalığa yakalandı: “Aplastik anemi.” Adı, mesleğini çağnştıran bir hasta lık. Gerçekten de mesleği ile ilgili bir has talıktı bu. Nesli tükenmiş insanlardan olan Prof. Dr. Muzaffer Aksoy (Muammer Ak- soy’un ağabeyi) hastalığın sebebini saptadı. Resim yaparken kullandığı bazı boyalar içindeki “benzen” maddesi, zamanla Sabri Berkel’in kemik iliğini bozmuştu. Kemik
iliği yeterli kan hücresi üretmiyordu. Bu nun sonu ölümdü. Ne var ki, Sayın Prof. Aksoy ile birlikte kendisini çok yakından iz leyerek hastamızın ömrünün yedi sekiz yıl daha uzamasında yardımcı olduk sanırım. Ama ne yazık ki Sabri Berkel ’ in gücü gün den güne azalıyordu. Zaman zaman büyük bir kederle yüzü gölgelenir, “Sabri Berkel
çürüyor” derdi.
Nihayet ölüm meleği göründü. Sabri Ber kel hastaneye yatırıldı. Bir süre sonra bilin ci karardı, düşler dünyasına geçti. Artık ken dini İsviçre’de, Polonya’da, bazen de Rus ya’da sanıyordu. Bir tıbbi kontrol bahanesiy
le getirilip tutsak edildiğini düşünüyor, “Be
nim memleketim Türkiye, ben Türkiye’ye dönmek istiyorum” diyordu. Odasına girip
çıkan genç hemşireleri de Rus kızlan sanı yor ve bilinen çapkın tavnyla bana Fransız ca olarak “Cici kızlar değil mİ?” diyordu. Ben bilincinin yerine gelmesi için çabalıyor dum. Sakin bir gününde, “Sabri, söyle ba
kalım şu anda neredesin” diye sordum. “Dünyada” dedi. “Dünyanın neresinde” de
yince, “Bir köşesinde” diye cevap verdi.
“Canım bu köşenin adı yok mu,” diye üste
ledim. Biraz durdu ve “Abstre bir cevap ver
mek gerekirse annemin kam ında”dedi. Bir
gün de, nasıl hastalandığını, nasıl yerlere düştüğünü, nasıl evine girilip yatağa yatırıl dığını, daha sonra da hastaneye getirildiği ni anlattığımda, yüzüme derin derin baktı,
“Sen bana annemi anlatıyorsun” dedi. Baş
ka bir gün de, “Sen Halit’sin, peki Sabri Ber
kel nerde” diye soruyordu. Kendine gelme
si, ayağa kalkabilmesi için kan üstüne kan veriyorduk, ama boşuna. Sabri Berkel tü kenmişti.
Sabri Berkel’in seveni çoktu. Yaz olma sına karşın Şişli Camii’nin avlusunu dost lan doldurmuştu. Pek çok hanım dostlan da oradaydı. Bunlardan birine, “İşte hayat” di yecek oldum ; hanımefendi başını salladı,
“Ölüm bu, ölüm” dedi. Sabri Berkel’i, an
nesinin ve kardeşinin yanma gömdük. Rast lantı bu ya, ilk önce benim çelengimi getir diler ve çiçekler, onu kucaklar gibi mezan- nın üstüne kapandı.
Sabri Berkel’in dünyası, resim dünyası demekti. Resim yapar, resimden konuşur, başka şeylerle çok az ilgilenirdi. O yüzden yaşam düzenini basite indirgemişti. Belli yerlere gider gelir, az yer, az içer, az konu şurdu. Sanatına büyük bir ciddiyetle eğilir di. Bazı sanatçı dostlarının, atölyesine uğ radıklarında, yaptığı resimlerle ilgilenmeyip başka konularda gevezelik edip gitmelerine şaşar kalırdı. Hatta bu yüzden olsa gerek, atölyesine gelen bir sanat tarihçisi hanımla konuşurken, “Ben duvara, resimlere bak
mak yasaktır diye bir levha asacağım” de
diğini bana anlatmıştı.
1950’den bu yana non figüratif resim ya pıyordu. Resmi, expressif olmaktan çok dé coratif özellikler taşıyordu. Abstre resimler yapıyordu ama, bir Rönesans sanatçısı gibi belli kuralları gözeterek, akla dayalı kom pozisyonlar üretiyordu. Türk resmi hakkın da bir kitap hazırlamak isteyen bir yazarın mektubuna, “ En çok ilgimi çeken beş res sam: Boticelli, Miguel Angelo, Tintoretto, Cezane ve Picasso’dur, bunların etkisinin
sanatıma girip girmediğini, girmişse ne öl çüde girdiğini bilmiyorum” yolunda cevap
verdiğini anımsıyorum. Türkiye’de en güzel abstreler yine de ondan çıkıyordu. En son açtığı retrospektif sergide, Atatürk Kültür Merkezi’nin duvarlarını resimleriyle donat mış ve izleyenler bir renk ve biçim cümbü şü içinde resmine hayran kalmışlardı. Res mi üzerinde elbet durulacaktır, durulmalı dır. Resmi hakkında bugüne kadar pek çok yazı yazılmıştır. Bence en parlak yazı Gi
useppe Marchiori’nindir ama, Hollanda’da
açtığı sergi dolayısıyla Gljs Van Tüyl’un yazdığı yazı daha gerçekçidir (çeşitli kata loglarda yer alan bu iki yazının Türkçe çe virilerini ben yapmıştım). Bizden de en gü zel yazı Canan Beykal’dan gelmiştir. Şim di adını anımsayamadığım bu yazıda Sabri Berkel’in resmi, isabetle değerlendiriliyor du diye düşünüyorum. (Yazının başlığı,
“Güzelin resmi” veya “Güzelin estetiği” di
ye bir şey olacak.
Sabri Berkel, bütün resimlerini Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ne bağışladı. Ge çenlerde mahkemede okunan vasiyetname sinin sonunda sevgili Sabri Berkel şöyle di yordu
“Onurumdan, prensiplerimden hiçbir ödün vermeyerek ve bir ömür harcayarak meydana getirdiğim ve bugüne kadar titiz likle koruduğum eserlerimi yine sanat dün yasına armağan etmiş oluyorum ”
Sabri Berkel’le müzelerde buluşmak üzere.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi