• Sonuç bulunamadı

1980 sonrası Türkiye'nin dış ticaret yapısı ve büyüme ilişkisi: Bir ampirik uygulama

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1980 sonrası Türkiye'nin dış ticaret yapısı ve büyüme ilişkisi: Bir ampirik uygulama"

Copied!
169
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ

ĠKTĠSAT ANA BĠLĠM DALI

1980 SONRASI TÜRKĠYE’NĠN DIġ TĠCARET YAPISI VE

BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠ: BĠR AMPĠRĠK UYGULAMA

Gülbahar EMĠROĞLU

Yüksek Lisans Tezi

DanıĢman

YRD. DOÇ. DR. SavaĢ ERDOĞAN

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ

Etkin kaynak kullanımının temel bileĢenlerinden biri olan dıĢ ticaret, II. Dünya SavaĢı‘nı takip eden yıllarda küreselleĢmenin hız kazanması sonucunda, dünya ekonomisinin uzun vadeli büyüme trendine girmesinde büyük bir rol oynamıĢtır. Bu zaman dilimi liberalleĢme ve müdahalecilik politikaları arasında bir geçiĢ dönemi olmuĢ; ticaretin serbestleĢmesiyle nihayet bulmuĢtur. Ülkemizde serbestleĢme sonucunda ihracat oranlarından ziyade ithalat oranlarında hızlı bir artıĢ gerçekleĢtiği gözlenmiĢtir.

ÇalıĢmamızın analiz konusu olan dıĢ ticaret ve büyüme arasındaki iliĢki, ihracat, ithalat ve GSYĠH oranları veri alınarak incelenmiĢ ve ampirik uygulama sonucu ithalatın büyümeyi pozitif ve tek yönlü olarak etkilediği sonucuna ulaĢılmıĢtır.

Tez çalıĢmam süresince çalıĢmalarımda bana her zaman destek veren, yol gösteren ilgisini esirgemeyen danıĢmanım Yrd. Doç. Dr. SavaĢ ERDOĞAN‘a sonsuz teĢekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.

YaĢamım boyunca iyi ve kötü her durumda desteklerini hissettiğim, hayata atılmamda, lisans ve lisans üstü çalıĢmalarımda maddi ve manevi olarak beni destekleyen kıymetli babam Seyit EMĠROĞLU ve sonsuz sabrıyla sevgili annem Nezihe EMĠROĞLU‘na her koĢulda yanımda olan ağabeylerim Vehbi EMĠROĞLU ve Cihat EMĠROĞLU ile saygıdeğer eĢlerine bilhassa göstermiĢ oldukları destek ve anlayıĢlarından dolayı ayrıca sonsuz teĢekkürlerimi ve Ģükranlarımı sunarım.

(5)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

enc

ini

n

Adı Soyadı Gülbahar EMĠROĞLU Numarası: 094226001005

Ana Bilim /

Bilim Dalı Ġktisat

DanıĢmanı Yrd. Doç. Dr. SavaĢ ERDOĞAN

Tezin Adı 1980 SONRASI TÜRKĠYE’NĠN DIġ

TĠCARET YAPISI VE BÜYÜME ĠLĠġKĠSĠ: BĠR AMPĠRĠK UYGULAMA.

ÖZET

KüreselleĢmenin hızlanması ile birlikte ülkelerin dıĢ ticaretleriyle büyümeleri arasındaki bağ gün geçtikçe kuvvetlenmiĢtir. Hem geliĢmiĢ hem de geliĢmekte olan ülkeler üzerinde yapılan analizler sonucunda dıĢ ticaret ile büyüme arasında pozitif yönlü korelasyonun varlığı gözlenmiĢtir. Bu çalıĢmada Türkiye’de ekonomik büyüme ve dıĢ ticaret iliĢkisi incelenmiĢtir. 1980-2010 dönemine ait ithalat, ihracat ve GSYĠH yıllık verileriyle, dıĢ ticaret ve ekonomik büyüme arasındaki uzun dönem iliĢkisi ve nedensellik yönü incelenmiĢtir. Analizin sonucunda ise ithalat ve büyüme arasında uzun ve kısa dönemli bir iliĢkiye ve ithalattan büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik iliĢkinin varlığına ulaĢılmıĢtır.

(6)

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

enc

ini

n

Adı Soyadı Gülbahar EMĠROĞLU Numarası: 094226001005

Ana Bilim /

Bilim Dalı Ġktisat

DanıĢmanı Yrd. Doç. Dr. SavaĢ ERDOĞAN

Tezin Ġngilizce Adı

THE RELATIONSHIP OF

TURKEY'S FOREIGN TRADE STRUCTURE AND GROWTH AFTER 1980:

AN EMPIRICAL APPLICATION

ABSTRACT

With acceleration of globalization, the link of growth of countires and foreign trade become more stronger. As a result of the analysis in both developing and developed countries, a positive corelation between trade and growth was observed. This study examined the relationship of foreign trade and economic growth in Turkey. Foreign trade and long term relationship between economic growth and the direction of causality investigated with import, export and GDP data of the period of 1980-2010. As a result of analysis, long-and short-term relationship between imports and growth and import growth in the presence of a unidirectional causal relationship has been reached.

(7)

Kısaltmalar GSYĠH: Gayri safi yurtiçi hasıla

ADF: Augmented Dickey – Fuller (Birim kök testi)

TUĠK: Türkiye Ġstatistik Kurumu

TCMB: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası

AIC: Akaike Information Criteria (Akaike Bilgi Kriteri)

DF: Dickey – Fuller

TL: Türk Lirası

ABD: Amerika Birlesik Devletleri

IMF: Uluslararası Para Fonu

GSMH: Gayri Safi Milli Hasıla

(8)

ĠÇĠNDEKĠLER

BĠLĠMSEL ETĠK SAYFASI ... İİ TEZ KABUL FORMU ... İİİ ÖNSÖZ ... İV ÖZET ... V ABSTRACT ... Vİ KISALTMALAR ... Vİİ TABLOLAR DĠZĠNĠ ... X GRAFĠKLER DĠZĠNĠ ... Xİİ GĠRĠġ ... 1 1.BÖLÜMEKONOMĠK BÜYÜME ... 2

1.1.EKONOMĠK BÜYÜME KAVRAMI ... 2

1.1.1.Ekonomik Büyümenin Belirleyicileri ... 2

1.1.2.Ekonomik Büyüme Modelleri ... 3

1.1.2.1.Klasik Büyüme Modeli ... 4

1.1.2.1.1 Adam Smith ... 5

1.1.2.1.2. Thomas R. Malthus ... 6

1.1.2.1.3. David Ricardo ... 7

1.1.2.2.Sosyalist Büyüme Modelleri... 9

1.1.2.2.1.Karl Marx ... 9

1.1.2.2.2.Schumpeter ... 11

1.1.2.3. Keynesyen Büyüme Modeli ... 12

1.1.2.4. Harrod-Domar ... 13

1.1.2.5. Neoklasik Büyüme Modelleri ... 17

1.1.2.5.1. Solow Büyüme Teorisi ... 18

1.1.2.6. Ġçsel Büyüme Modelleri ... 21

1.1.2.6.1. Romer Ġçsel Büyüme Teorisi ... 22

2. BÖLÜMDIġ TĠCARET VE SANAYĠLEġME STRATEJĠLERĠ ... 24

2.1.DIġ TĠCARET TEORĠLERĠ ... 24

2.1.1. Merkantilizm ... 24

2.1.2. Fizyokrasi ... 26

2.1.3. Mutlak Üstünlük Kuramı ... 28

2.1.4. KarĢılaĢtırmalı Üstünlük Kuramı ... 30

2.1.5. Heckscher- Ohlin Teoremi ... 32

2.1.5.1. Faktör Donatımı ... 34

2.1.5.2. Faktör Yoğunluğu ... 35

2.1.6. Heckscher- Ohlin Teoreminden Çıkarılan Teoremler ... 36

2.1.6.1. Faktör Fiyatları EĢitliği Teoremi ... 37

2.1.6.2. Faktör Donatımı Teorisi ... 39

(9)

2.1.6.4. Rybczynski Teoremi ... 40

2.2.DIġ TĠCARET TEORĠSĠ VE EKONOMĠK BÜYÜME ANALĠZLERĠ ... 41

2.2.1. Faktör Arzında ArtıĢ ... 41

2.3.SANAYĠLEġME STRATEJĠLERĠ ... 44

2.3.1. Ġthal Ġkameci SanayileĢme Stratejisi ... 44

2.3.1.1. Ġthal Ġkameci Politika Uygulama Sebepleri ... 46

2.3.1.2. Ġthal Ġkameci SanayileĢme Stratejisinin Eksiklikleri ... 47

2.3.2. Ġhracata Yönelik SanayileĢme Stratejisi ... 47

2.3.2.1. Ġhracata Yönelik SanayileĢme Stratejisinin Özellikleri ... 48

2.3.2.3. Ġhracata Yönelik SanayileĢme Stratejisinin Zorlukları ... 49

3.BÖLÜMTÜRKĠYE’DE DIġ TĠCARET VE EKONOMĠK BÜYÜME ... 51

3.1.1980ÖNCESĠ TÜRKĠYE EKONOMĠSĠ ... 52

3.2.1. 1923-1929 Yılları ... 54

3.2.2. 1930-1939 Devletçilik Dönemi ... 56

3.2.3.1940-1945 Ġkinci Dünya SavaĢı Dönemi ... 60

3.2.4. 1946- 1958 Yeni Dünya Düzeni Serbest DıĢ Ticaret Dönemi ... 62

3.2.5. 1960-1979 Planlama ve Ġthal Ġkameci Dönem ... 68

3.2.1980‘DEN GÜNÜMÜZE TÜRKĠYE EKONOMĠSĠ ... 78

3.2.1. 1980-1988 Dönemi: 24 Ocak 1980 Ġstikrar Tedbirleri ... 80

3.2.2. 1989-1995 Dönemi ve 5 Nisan Kararları ... 88

3.2.3. 1996-2000 Dönemi ve Gümrük Birliğine GeçiĢ ... 92

3.2.4. 21 ġubat 2001 Krizi ve Güçlü Ekonomiye GeçiĢ Programı (2001-2007 Yılları) ... 98

3.2.5. 2008 Küresel Ekonomik Krizi ve Günümüz Ekonomik GeliĢmeleri ... 108

4. BÖLÜMĠKTĠSADĠ BÜYÜME ĠLE DIġ TĠCARET YAPISI ARASINDAKĠ ĠLĠġKĠNĠN AMPĠRĠK ARAġTIRMASI ... 115 4.1.LĠTERATÜR TARAMASI ... 115 4.2.EKONOMETRĠK METODOLOJĠ ... 121 4.2.1. Birim Kök Testi ... 122 4.2.2. Koentegrasyon Testi ... 124 4.2.3. Nedensellik Testi ... 127

4.2.3.1. Granger Nedensellik Testi ... 128

4.3.VERĠ TANIMLAMASI ... 132

4.4.EKONOMETRĠK SONUÇLAR ... 132

4.4.1. Birim Kök Testi... 133

4.4.2. EĢbütünleĢme Testi ... 135

4.4.3. Granger Nedensellik Testi ... 140

SONUÇ ... 142

(10)

Tablolar Dizini

Tablo 1: GSMH Sektör Payları (Sabit Fiyatlarla, %)... 55

Tablo 2: 1923-1939 döneminde ihracat ve ithalat değerleri (- 000 $ )... 56

Tablo 3: 1930-1939 GSMH Sektör Payları ( Sabit Fiyatlarla % ) ... 57

Tablo 4: 1930 – 1939 Yılları Arası DıĢ Ticaret (-000 $) ... 58

Tablo 5: 1940-1945 Döneminde Türkiye‘nin DıĢ Ticareti (-000$) ... 61

Tablo 6: 1940-1945 Döneminde GSMH Sektör Payları ( Sabit Fiyatlarla, %) ... 62

Tablo 7: Türkiye‘nin DıĢ Ticareti (- 000$) ... 64

Tablo 8: GSMH Sektör Payları ( Sabit Fiyatlarla %)... 67

Tablo 9: 1963-1967 Dönemi Ġhracat Ġthalat ve Büyüme Oranları ... 70

Tablo 10: 1968-1972 Dönemi DıĢ Ticaret ve Büyüme Oranları ... 72

Tablo 11: Üçüncü Plan Dönemi ve GerçekleĢmeler ... 73

Tablo 12: Kalkınma Planlarında Amaçlar ve GerçekleĢmeler (%) ... 75

Tablo 13: Ġhracatın Oransal BirleĢimi ... 76

Tablo 14: Ġthalatın Oransal BirleĢimi ... 77

Tablo 15: GSMH Sektör Payları ( Sabit Fiyatlarla %)... 85

Tablo 16: Türkiye‘nin DıĢ Ticareti (- 000$) ... 86

Tablo 17: Temel Makro Ekonomik Göstergeler ... 92

Tablo 18: Ana Sektörlere Ġhracat Oranı ... 94

Tablo 19: Türkiye DıĢ Ticaret Göstergeleri ... 95

Tablo 20: Ġthalatın Mal Gruplarına Göre Dağılımı ... 96

Tablo 21: DıĢ Ticaret Oranları ... 100

Tablo 22: Ġhracatın Mal Grupları Ġtibariyle Dağılımı (Milyon $) ... 103

Tablo 23: Ġthalatın Mal Grupları Ġtibariyle Dağılımı (Milyon $) ... 104

Tablo 24: Ġhracatın Ülke Gruplarına Göre Dağılımı (Milyon $)... 105

Tablo 25: Ġthalatın Ülke Gruplarına Göre Dağılımı (Milyon $) ... 106

Tablo 26: Türkiye‘de 2000-2007 Arası Ġhracat, Ġthalat ( -000 $) ... 107

Tablo 27: 2000-2006 Dönemi Sabit ve Cari Fiyatlarla GSMH Oranları ... 108

Tablo 28: Dünyada ve Türkiye‘de Büyüme ... 111

Tablo 29: Gayri Safi Yurtiçi Hasıla Sonuçları ... 112

Tablo 30: 2007 – 2010 Yılları Arası DıĢ Ticaret (-000 $) ... 113

Tablo 31: DeğiĢkenlere Ait Uygun Gecikme Değerlerinin Seçilmesi (AIC Değerleri) ... 133

Tablo 32: DeğiĢkenlerin Düzeyde ADF Birim Kök Testi Sonuçları ... 134

Tablo 33: DeğiĢkenlerin Birinci Dereceden Farklarına Ait Uygun Gecikme Değerlerinin Seçilmesi (AIC Değerleri)... 134

(11)

Tablo 35: Regresyon Sonuçları ... 136

Tablo 36: Otokorelasyon Düzeltilmesi Ġle Regresyon Sonuçları ... 137

Tablo 37: Modeldeki Hata Teriminin Durağanlık Testi (ADF Birim Kök Testi) ... 137

Tablo 38: Hata Düzeltme Modeline Ait Regresyon Analizi Sonuçları ... 139

Tablo 39: VAR Analizine göre Gecikme Sayısı (Akaiki Bilgi Kriteri) ... 140

(12)

Grafikler Dizini

Grafik 1: Heckser – Ohlin Kuramının Geometrik Açıklaması... 36

Grafik 2: Faktör Fiyatları EĢitliği Teoremi ... 38

Grafik 3: Faktör Donatım Teorisi ... 39

Grafik 4: Rybczynski Teoremi ... 41

Grafik 5: Faktör Arzında ArtıĢ ... 43

Grafik 6: 1923-1980 Dönemi Ġhracat ve Ġthalat Değerleri ... 53

Grafik 7: 1938-1980 Dönemi GSMH Büyüme Oranı ... 53

Grafik 8: 1980-2006 Dönemi Büyüme Oranları ... 80

(13)

GĠRĠġ

Ekonomik büyümenin ana karakterinin ortaya konulmasında, büyümenin temel bileĢenlerinden biri olan dıĢ ticaret ile milli gelir arasındaki iliĢki önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle geliĢmekte olan ülkelerde büyüme için gerekli olan yatırım malları, ara mallar ve teknolojinin ülke ekonomisine kazandırılması yönünde pozitif katkılar sağlayacaktır.

DıĢ ticaret akımları, bir ülkenin büyümesini etkileyen dıĢ faktörlerden birisidir. Büyümenin sağlanabilmesi noktasında ülkelerin benimsedikleri temel stratejiler vardır. Bunlar dıĢ ticaretle iliĢkileri açısından kalkınma stratejileri, ithal ikameci ve ihracatın teĢviki olmak üzere iki kısma ayrılır. 24 Ocak 1980 tarihine kadar Türkiye‘de ithal ikameci dıĢ ticaret politikası izlenmiĢtir. Bu politika nedeniyle döviz kurları düĢük tutulmuĢ ve ihracata yönelik dıĢ ticaret politikasına yeterince önem verilmemiĢtir. 24 Ocak kararlarıyla ihracata dayalı dıĢ ticaret politikası uygulanmaya baĢlanmıĢtır ( Sezgin, 2009: 175).

Bu geliĢmeler temel alınarak, tez çalıĢmasının ilk ve ikinci bölümünde baĢlıca ekonomik büyüme ve dıĢ ticaret teorileri incelenmiĢtir. Üçüncü bölümde ise, Türkiye‘nin 1980 öncesi ve sonrası dönemlerde dıĢ ticaret (ithalat – ihracat) ile GSYĠH verilerinin geliĢmesi ayrıntılı bir Ģekilde dönemler esas alınarak ele alınmıĢtır. Son bölümde ise, Türkiye ekonomisi ile dıĢ ticaretin yapısal değiĢimi ve amprik araĢtırmalar açısından büyüme ve dıĢ ticaret arasındaki iliĢkiye yönelik literatür incelemesi ile birlikte, Türkiye ekonomisinin 1980 sonrası dönem esas alınarak arasında kapsamlı bir inceleme yapılmıĢ ve dıĢ ticaret ve GSYĠH arasındaki iliĢkinin yönü Granger Nedensellik testi yardımı ile araĢtırılmıĢtır. DıĢ ticaret ile büyüme arasındaki etkileĢimin görülebilmesi için modele ihracat ve ithalat değiĢkenlerinin ayrı ayrı dâhil edilmiĢtir.

(14)

1. BÖLÜM

EKONOMĠK BÜYÜME

1.1. Ekonomik Büyüme Kavramı

Ekonomik büyümenin tanımını Ülgener, iktisadi hayatın temel verilerinde ( iĢgücü, tabii kaynaklar, teçhizat ), kiĢi baĢına yıldan yıla daha yüksek bir reel gelir sağlayacak Ģekildeki artıĢlar (Ülgener, 1991:409) olarak yaparken, Üstünel iktisadi büyümeyi fiili üretim artıĢlarından ziyade üretim kapasitesindeki yükselme olarak tanımlamıĢtır (Üstünel, 1983: 218).

1930'larda Keynes'in etkisiyle 1950'lerin baĢlarına kadar yoğun olarak tartıĢılan, aslında Ricardo ile temel bulan, Marx'la alternatif yaklaĢımlar getirilen büyüme modelleri, 1980'lere kadar yaklaĢık otuz yıl boyunca ekonomi literatüründe geri plana itilmiĢtir. Bu tarihtan sonra ise, farklı yaklaĢımlar ( endojen büyüme modelleri ) geliĢtirilmeye baĢlamıĢtır. Tam anlamıyla bir genel modele ulaĢılmamıĢsa da yeni ekonomik faktörlerin büyümeye katılması bu döneme rastlamaktadır.

1.1.1. Ekonomik Büyümenin Belirleyicileri

Ekonomik büyümenin en temel koĢulları gerekli teĢvik sisteminin sağlanmasıdır. Bunun için ise ekonomide piyasaların, mülkiyet haklarının ve parasal değiĢimin olması gerekmektedir. Bu üç teĢvik olanakları sağlandıktan sonra ekonomik büyümenin gerçekleĢebilmesi için ( Parasız, 2007: 240) ;

 Toprağa, fiziksel donanıma ve insan kaynaklarına yapılan tüm yatırımları içeren sermaye birikimi,

(15)

 Nüfus artıĢı ve bu duruma bağlı olarak iĢgücündeki artıĢ,

 Teknolojik geliĢme sağlanmalıdır.

Ekonomik büyümenin belirleyicileri arasında gösterilen sermaye birikimi, mevcut gelirin bir kısmının tasarruf edilerek ileriki dönemde geliri arttırma amaçlı tasarruf edilmesidir. Bir baĢka belirleyici olan nüfus ve iĢgücü artıĢının ise, ekonomik büyümeyi uyarmada uzun yıllar sonunda olumlu etki göstereceğine dikkat çekilmiĢtir. Büyük oranlı nüfus artıĢı bir yandan iç pazarın geniĢlemesi sonucunu doğururken diğer taraftan nitelikli iĢgücü miktarının artmasına imkan sağlayacaktır. Ekonomik büyümenin en önemli kaynağı olarak görülen teknolojik geliĢme ise nötr, iĢgücünden tasarruf eden ve sermayeden tasarruf eden teknolojik geliĢme olarak üçe ayrılmaktadır ( Berber, 2006: 28-31).

1.1.2. Ekonomik Büyüme Modelleri

―Modern ekonomik büyüme teorileri, tarihsel bir pespektiften bakıldığında ilk olarak Frank Ramsey‘in 1928 tarihli, ―A Mathematical Theory of Saving‖ isimli çalıĢmasıyla baĢlamıĢtır. Ramsey bu çalıĢmasında, hane halkının dönemlerarası optimizasyon kararlarını, büyüme teorisine uygulamaktadır. Ramsey‘in bu çalıĢmasıyla 1950‘li yılların sonları arasındaki devrede R.F. Harrod ile E.D. Domar‘ın, Keynesyen statik teoriyi, büyüme teorisiyle dinamikleĢtirme çabaları yer almıĢtır. Harrod-Domar büyüme modeli, girdiler arasındaki ikame oranının küçük kabul edildiği bir üretim fonksiyonuyla, kapitalist sistemin kararsız bir yapıya sahip olduğunu belirtmiĢlerdir. 1929 ekonomik bunalımının ardından geliĢtirilen bu modeller, sonraki yıllarda ekonomistler arasındaki popülaritesini yitirmiĢtir. 1950‘li yıllarda ise R.M Solow tarafından geliĢtirilen büyüme modeliyle bu alana yeni katkılar yapılmıĢtır. Solow büyüme modelinin (SBM) temelini, girdilerin azalan verimlere sahip olduğu ve ölçeğe göre getirinin sabit varsayıldığı neoklasik üretim fonksiyonu oluĢturmuĢtur. Bu üretim fonksiyonu, ekonominin basitleĢtirilmiĢ bir genel denge modelini kurmak amacıyla, sabit tasarruf oranı varsayımıyla birleĢtirilmiĢtir‖ ( AteĢ, 1998: 9).

(16)

1.1.2.1. Klasik Büyüme Modeli

Klasik büyüme modeli A. Smith (1723-1790), D. Ricardo ( 1772-1823 ), Malthus ( 1766-1834), J. S. Mill (1806-1873) ve James Mill (1773-1836) gibi klasik iktisatçıların adete ortaklaĢa meydana getirdikleri bir üründür. Klasik büyüme modeline en büyük katkıyı D. Ricardo‘nun yapması sebebiyle Ricardo modeli olarak da bilinmektedir (Acar, 2002: 61).

Toprağın sabit olarak alındığı sermaye ve iĢ gücünün yer aldığı klasik üretim fonksiyonunu kullanan klasik iktisatçılar, sermaye birikimi, kiĢi baĢına düĢen gelir ve nüfus artıĢı, rekabetin Ģartları, genel denge dinamikleri, iĢ gücünün uzmanlaĢması, yeni üretim metodlarının keĢfinde teknolojinin rolü, azalan verimler yasası ve fiziki sermayenin oluĢumuna katkısı gibi modern iktisadi büyüme teorilerinin temel olarak yer aldığı konularda genel ekonomik denge içinde ―büyüme perspektifini‖ belirlemiĢlerdir (Gübe, 1997: 17 ).

Klasik büyüme modelinin varsayımları (Alkin, 1975: 46 ) :

i. Sermaye birikimini uyaran temel faktör kardır. Sanayi devriminin baĢlarında karlar yüksek olduğundan tasarruf artıĢı ve sermaye birikimi oldukça hızlıdır. ii. Sanayi kesiminde teknik ilerleme hızlıdır.

iii. Tarım kesiminde ise teknik ilerleme çok yavaĢtır. Toprağın alanı da sınırlı olduğundan bu kesimde azalan verimler kanunu geçerlidir. Sanayi kesimindeki teknik ilerleme ve artan verim, kesimindeki azalan verim halini yenemediğinden ekonominin tümü için azalan verimler kanunu iĢlemektedir. iv. Üretim fonksiyonu veridir.

(17)

v. Ücretler kısa dönemde emek arzı ve talebi tarafından belirlenmekle birlikte uzun dönemde asgari ücret düzeyinde sabit kalma eğilimindedir. Çünkü Malthus‘un nüfus kuramı geçerlidir.

Ekonomi devamlı olarak tam rekabet ve tam istihdam koĢullarında çalıĢır.

1.1.2.1.1 Adam Smith

Ġktisatın, pozitif ve normatif içerikli bir bilim olarak doğuĢu Adam Smith ile baĢlar. Smith, hem kendinden öncekilerin ve hem de çağdaĢların fikirlerini biraraya getirmiĢtir. Smith ünlü kitabı Ulusların Zenginliği‘ ne ― Her ulusun yıllık emeği, o ulusun bir yıl içinde tüketeceği gerekli mal ve hizmetleri temin eden fon olup ya emekçinin o süre içinde ürettiklerini veya o üretilenlerle baĢka uluslardan satın alınanları ihtiva eder‖. Bu cümle Smith‘in temel araĢtırma konusunun tıpkı Fizyokratlarda olduğu gibi, ulusal zenginlik ve bu zenginliğin nasıl arttırılacağının incelenmesi olduğunu gösterir. Fizyokratlara göre ulusal zenginliğin ana kaynağı ―doğa‖ olduğu halde Smith‘e göre bu kaynak ―insan emeği‖ dir ( Samuelson, 1966: 804-805).

Smith ekonomik büyümeyi belirleyen faktörlerin ve hızlı kalkınmayı gerçekleĢtirecek politika tedbirlerinin neler olduğunu açıklamaya çalıĢmıĢtır. Bu çerçevede kiĢisel çıkar, iĢ bölümü, üretim fonksiyonunu ele almıĢtır. A. Smith, iĢ bölümü ve sermaye birikimini iktisadi büyümenin temel faktörleri olarak görmektedir. Smith‘e göre, iĢ bölümü üç nedenden dolayı üretim miktarını arttırır: 1) Her iĢçinin yeteneğini arttırır. 2) iĢçinin bir iĢten diğer bir iĢe geçmesi sırasında oluĢacak zaman kaybından tasarruf edilir. 3) iĢçiler iĢ gücünün verimliliğini arttıran makineler ve aletleri geliĢtirip, bunları iĢ alanlarında uygularlar. Smith‘e göre, her iĢçinin tek iĢ üzerinde yoğunlaĢması, iĢçinin bir iĢten diğer iĢe geçerken yitirilen zamanı tasarruf ederek üretim sürecine katması, teknolojik ilerlemeler, iĢ gücü verimliliğinin artmasına yol açar (Gürak, 2009: 74).

Smith, sermaye birikimini iĢ bölümünün bir sonucu olarak ortaya çıktığını ifade etmektedir. ĠĢ gücünün artan uzmanlaĢması ile birlikte sermaye stokundaki geniĢleme

(18)

verimlilik artıĢına yol açacaktır. Bu da ulusal milli geliri arttırır. Milli gelirdeki yükselme ise, toplumun eskisine göre daha fazla tüketmesine neden olacak ve bunun sonucu olarak da ülkenin refahı artacaktır (Kaya, 1998: 28).

Smith, büyümenin tabii üst sınırına eriĢme nedenini, girdilerin paylarındaki değiĢimle elde etmiĢtir. Tabii kaynakları zengin, yeni iskan edilmiĢ bir ülkeden hareket ederek, ekonomi geliĢirken kar haddiyle ücret haddi arasındaki iliĢkiyi ele almıĢtır. BaĢlangıçta, kaynaklara oranla sermaye stokunun az olması sebebiyle kar hadleri yüksektir. Bununla beraber, sermaye stoku artmaya baĢladıkça, kar hadleri düĢecektir. Ancak, sermaye birikimi nüfus artıĢını takip ettiği sürece, ücret haddi yüksek kalacaktır. Döngünün sonunda, nüfus artıĢıyla beraber sermaye stokunda yüksek artıĢ gerçekleĢecek ekonomi nihai zenginliğe ulaĢacaktır. Bu aĢamada durgunluk baĢlayacak ve sermaye birikimi yavaĢlayacaktır. Büyümenin sonsuz olmadığını vurgulayan Smith, kar haddinin düĢmesiyle, büyümenin tabii sınırı olan durgunluk dönemine ulaĢacağını iddia etmektedir (Kazgan, 1997: 87-88).

1.1.2.1.2. Thomas R. Malthus

Robert Malthus, kendine ekonomi düĢünceleri tarihinde Ģöhretini sağlayan «Essay on the Principle of Population as it AffectstheFutureImprovement of Society» — Toplumun Gelecek GeliĢmesine Etkileri Yönünden Nüfus Ġlkeleri Üzerine AraĢtırma— adını verdiği kitabını yayınlamıĢtır. Bu eserde sürekli bir nüfus artıĢının gelecekte gıda arzının yetersizliğine neden olacağını ve bunun da insanlığın refahını tehdit eden ciddi bir tehlike olduğunu belirtmiĢtir. Malthus‘un teorisine göre, eğer nüfus artıĢı kontrol altına alınamazsa, nüfus geometrik bir dizi halinde artmaya devam ederken; gıda maddelerinin artıĢı aritmetik bir dizi halinde olacak ve bu iki dizi arasındaki fark giderek büyüyecektir.

Smith ve Malthus‘un klasik modelleri, iktisadi geliĢmeyi sabit toprak ve artan nüfusla açıklamıĢlardır. Toprak ihtiyaçtan fazla olduğu müddetçe, kıymeti emekle

(19)

açıklayan basit bir teori uygundur. Hasıla, nüfusla beraber sürekli olarak artmakta, iĢ gücü bütün hasılayı elde etmektir (Samuelson, 1966: 805-806).

Malthus‘un büyüme modelinin sağlık, gelir dağılımı ve teknolojik ilerlemeler konusundaki politika önermeleri ile ilgili sonuçlar vardır. Gelir politikasında, hükümetin gelir adaletsizliğini azaltmak amacıyla toprak sahiplerinden iĢçilere kaynak aktarması, sağlık alanındaki ilerlemelerde olduğu gibi, daha fazla insanın daha fakir bir biçimde yaĢamasına yol açmaktan baĢka bir iĢe yaramayacaktır. Çünkü hükümet gelir dağılımı eĢitsizliğini azaltmak için zengin toprak sahiplerinden fakir iĢçilere gelir transfer edince, iĢçiler daha iyi beslenecekler ve sağlık imkanlarından daha fazla yararlanacaklardır. Bu durum, daha çok insanın daha büyük bir hasıla üzerinden daha düĢük bir kiĢi baĢına hasıla elde etmesiyle sonuçlanacağından, Malthus yaĢadığı dönemin Ġngiltere‘sindeki fakirliği azaltmak amacıyla uygulanan ―Fakirlik Kanunu‘na‖ karĢı çıkmıĢtır (Acar, 2002: 58).

Malthus‘un nüfus sorunu ile esas ilgisi, Bentham‘ın öncülüğünü yaptığı ―radikal filozoflar‖ın önerdikleri reformlardan kaynaklanmıĢtır. Malthus‘a göre nüfusun gücü, toprağın insanların geçimi için ürün sağlama gücünden sonsuz ölçüde büyüktür. Çünkü nüfus kontrol altına alınmazsa geometrik bir oranla, geçim vasıtaları ise, en iyi olasılıkla, aritmetik oranla artar.

Malthus, tezini desteklemek için ABD‘de nüfusun 25 yılda iki misli artmasını örnek olarak göstermiĢtir. Sonra da bu potansiyeli yıllık yiyecek arzındaki artıĢ potansiyeli ile karĢılaĢtırmıĢtır. Malthus‘un düĢüncesine göre, bilinen toprak kalitesi ile, düĢünülebilecek en iyi koĢullarda 25 yıl içinde ürün seviyesinde meydana gelecek artıĢ ancak bugünkü üretim kadar olacaktır (Samuelson, 1966: 34).

1.1.2.1.3. David Ricardo

David Ricardo (1772-1823), iktisat tarihinde üzerinde en çok durulan ve çeĢitli yönlerden tartıĢılan iktisatçılardan biridir ( Samuelson, 1966: 322).

(20)

Klasik iktisatçılar arasında büyüme kuramına önemli katkılarda bulunanlardan biri Ricardo'dur. Adam Smith gibi Ricardo da değer/fiyat kuramı, ücret, kar, değiĢ-tokuĢ iliĢkileri, dıĢ ticaret ve büyüme gibi konulara ilgi duymuĢ ve ayrıca değeri değiĢmeyen bir faktör arayıĢı içinde olmuĢtur (Gürak, 2008: 75).

Ricardo doğrudan büyüme konusunu incelemekle beraber uzun dönem üretim faktöleri paylarının ne olacağını baĢka bir deyiĢle gelir dağılımını incelemiĢtir ( Hiç, 1998: 2 ).

Ricardo‘nun temel amacı, gelir dağılımını belirleyen faktörleri incelemek ve rant, ücret ile karın gelecekte izleyecekleri seyri araĢtırmaktır. Ricardo‘nun gelir dağılımı teorisi toprak ve toprağın ―marjinal‖ kullanımı ile sıkı sıkıya ilgilidir. Ricardo‘ nun ―rant kanunu‖ iki ayrı durumu kapsar. Bunlardan biri daha düĢük kaliteli toprakların kullanılması ve ―ekstansif rant‖ hali, diğeri de aynı toprak üzerinde daha çok emek ve kapital kullanımından kaynaklanan azalan verimler hali ―entansif rant‖ dır (Samuelson, 1966: 322).

Ricardo, azalan getiriyi modeline ekleyerek Smith‘in açıklayamadığı boĢlukları doldurmayı baĢarmıĢtır. Rant teorisi ile gelirin, sadece ücret ve kar arasında bölüĢümü üzerinde durmuĢtur (Kazgan, 1997: 87-88).

Ricardo‘nun büyüme modelinde sermayeyi kar uyarır. Karların yüksek oranda olması, tasarruf ve sermaye birikimini de hızlandırır. Sanayi kesiminde teknik ilerleme hızı yüksek iken tarım kesiminde düĢüktür. Bununla beraber toprağın kıt olması ve daha düĢük kaliteli topraklara gidilmesi gibi sebeplerle, tarım kesiminde azalan verimler kanunu varsayılmaktadır. Ricardo‘ nun tanımına göre rant, toprağın asli ve yok edilemez gücünün kullanılmasından dolayı sahibine sağladığı gelirdir. Rant gelirini yaratan neden, azalan verim halidir. Nüfus arttıkça gitgide daha verimsiz topraklarda tarım yapılacaktır. Ürünler, tam rekabet koĢullarının geçerli olduğu piyasalarda satıldıkça, fiyatlar en verimsiz toprak parçasındaki üretim maliyetini karĢılayacak düzeyde belirleneceğinden, düĢük maliyetle çalıĢan verimli toprak sahipleri bu durumdan yararlanarak rant geliri

(21)

elde edeceklerdir. Bundan dolayı, Ricardo‘ya göre rant geliri doğanın cömertliğinden değil cimriliğinden doğmakta ve hak edilmemiĢ gelir niteliğini taĢımaktadır. Ekonominin tam istihtamda olduğunu kabul etmektedir. Ricardo‘ya göre, ekonomide tasarrufta bulunan yalnızca giriĢimci - sermayedar sınıfıdır. Toprak sahibi ve iĢçiler ise, bütün gelirlerini tüketim harcamalarında kullanmaktadırlar (Kaya, 1998: 35 ).

Ricardo her ne kadar temel ağırlığı ranta vermiĢse de, ekonomik geliĢme yönünden çok daha önemli olan kar oranının göstereceği trenddir. Çünkü, yüksek rantlar, düĢük karlara sebep olmaz, sadece onunla birlikte bulunur. DüĢük karlar ise, yüksek emek maliyetinin bir sonucudur. Emek maliyetini ise, marjinal tarım iĢletmesinde üretilen yiyecek maddelerinin maliyeti belirler. Ricardo‘ya göre, ücret malı dıĢında kalan malların üretiminde kullanılan emeğin verimliliği, kar ve servetin artıĢı bakımından, nispeten önemsizdir. Bu nedenle toprak rantı ile ilgili teorisi, bütün gelir dağılımı teorisinin kalbini oluĢturmaktadır (Samuelson, 1966: 324).

1.1.2.2. Sosyalist Büyüme Modelleri

Sosyalist öğreti, kaynağını, bir yandan 19. yüzyıl kapitalizminin doğurduğu somut gerçeklerden, bir yandan liberalizmin kaynağı olan Tabii Kanun felsefesi ve Faydacı felsefeden almıĢtır (Kazgan, 1997: 271).

Sosyalist büyüme modelinin ortaya çıkmasında en büyük pay Karl Marx‘a aittir. Sosyalist büyüme modeli, kapitalist sistemdeki çeliĢkilerin zamanla alevleneceğini böylece mevcut sistemi çökerteceğini ileri sürmektedir ( Acar, 2002: 67 ).

1.1.2.2.1. Karl Marx

Marx büyüme modeli, Klasik büyüme modeli gibi 19. yy Ġngiltere‘sinin koĢullarından ve sorunlarından geniĢ ölçüde etkilenmiĢtir. Bununla beraber, kullanılan analiz tekniği ve varılan sonuçlar bakımından iki görüĢ arasında büyük farklılıklar söz konusu olmuĢtur ( Acar, 2002: 67).

(22)

Marx‘ın büyüme teorisinde büyüme, yatırımların, yatırımlar da kar oranının fonksiyonudur. Zaman içinde kar oranı azalacağından, yatırımlar da azalacak ve ardından efektif talebin azalması sonucu buhran kaçınılmaz olacak, büyüme sekteye uğrayacaktır. Teoride nitelikli emek büyüme iliĢkisi kurulmamasına rağmen emek nitelik farklılığına dikkat çekilmiĢtir ( Gürak, 2008: 81 ).

Marx‘ın büyüme teorisinin; üretim fonksiyonu yapısı, yeniliklerin karakteri ve sermaye birikim Ģekli ile ilgili çeĢitli varsayımlara dayanmaktadır. Bu varsayımlar genel olarak ücret ve kar hadlerinin zaman içindeki davranıĢları ile ilgilidir ve bunlar ekonominin dinamik gidiĢi yönünden bazı sonuçlar ortaya koymaktadır. Marx‘ın büyüme teorisi özellikle büyüyen bir ekonomide yapısal bozuklukların ortaya çıkacağını ifade etmektedir (Kaya, 1998: 40).

Karl Marx özellikle emek değer teorisi ile D. Ricardo‘nun teorisinden etkilendiğini belli etmektedir. Marx‘daki arttık değer kavramı emek değer teorisi ile yakından iliĢkilidir. Fakat Marx‘ın büyüme hakkındaki görüĢleri Ricardo‘nun büyüme teorisinden tamamen farklılık göstermektedir. Ricardo‘nun teorisinde belirli bir noktadan sonra sermaye birikimi ve nüfus artıĢı kısaca büyüme sona erecek ve ekonomi durgunluk safhasına gidecektir. Sermaye birikiminin durması, azalan verim kanunu dolayısıyla tam rekabet Ģartları altında normal üstü karların sıfıra inmesi sebebiyle gerçekleĢecektir. Karların sıfıra inmesine karĢın, rantlar yükselecektir. Nüfus, Ricardo‘da Malthus‘un kanununa tabidir ve uzun dönemde ücretler, nüfus-gelir iliĢkisi dolayısıyla asgari seviyede gerçekleĢecektir ( Berber, 2006: 95).

Marks‘ın teorisinde artık değerin miktarı, ve oranı, üç faktöre bağlıdır. Bunlar iĢgücünün uzunluğu, emeğin verimi ve iĢçinin reel ücretini oluĢturan malların miktarıdır. Bu faktörlerin her biri tek tek veya topluca kapitalist tarafından değiĢtirilebilir ve artık değerin miktarı ve oranı arttırılabilir. Marks, artık değerin yaratılmasını sadece emek ile ilgili bir olay olarak görmektedir. Üretimde kullanılan makine ve araç ile harcanan malzeme bir artık değer yaratmaz, sadece kendi değerlerine eĢit bir değeri malın

(23)

değerine katarlar. Marks, bu nedenle bunlara ―sabit kapital‖ adını verir ve (c) ile gösterir. Buna karĢılık ―değiĢken kapital‖ (v), iĢçiye ödenen ücretlerden oluĢur ve bir fazlalık (artık değer) (s) yaratır (Aktaran: Gürak, 2008: 79). Bu nedenle üretilen her malın toplam değeri c1+v+s ye eĢit olacaktır. Buradaki c1

sabit kapitalin üretim iĢleminde tüketilen kısmını gösterir. Marks, ―emeğin istismar oranı‖ veya ―artık değer oranı‖ adını verdiği kavramı s1

ile gösterir ve s1=s/v Ģeklinde tanımlar (Samuelson, 1966: 616).

Klasik iktisatçılarda sermaye birikimi ekonomik büyümenin temeli varsayılırken, Marks‘ın büyüme teorisinde de sermaye birikimi aynı önemi taĢımaktadır. Bununla beraber, Ricardo‘da teknik ilerlemenin rolü gözardı edilmesine rağmen Marks‘ın teorisinde, birikimle beraber teknik ilerleme de önemli rol üstlenir. Kapitalizmin, sadece sürekli olarak yeni üretim tekniğini yaratmakla kalmayıp, bunların uygulanması için dürtüleri de meydana getirdiği gösterilir ( Kazgan, 1997: 303-305).

1.1.2.2.2. Schumpeter

Schumpeter, yenilik getiren, bir Ģeyi keĢfeden, bunu geliĢtiren ve kuran, teknik ilerlemeleri baĢlatan veya bunları uygulayan müteĢebbisin rolü üzerinde önemle durmuĢtur. Schumpeter, yenilik getiren müteĢebbisi kapitalizmin dinamik faktörü saymaktadır. Bu çeĢit müteĢebbislerin egemenliği çok kısa sürmekte ve bu müddet sırasında büyük karlar elde etmektedirler, fakat karları, kısa zamanda yapmıĢ olduğu yenilikleri taklit eden diğer müteĢebbisler tarafından kapılmakta olduğunu iddia etmiĢtir (Samuelson, 1966: 824-825).

Schumpeter‘e göre, yeniliklerin hayata geçirilmesi ancak yatırımla ile mümkün olacaktır. Karın ve faizin çok düĢük olduğu noktada giriĢimcinin yeni üretim tekniği veya yenir bir ürün bularak ekonomide hareket yaratacağını iddia etmektedir.

Schumpeter‘e göre kapitalist sistem kendi iç dinamiği gereği geliĢmesini baĢarılı bir biçimde gerçekleĢtirmeye devam edecektir. ĠĢçiler ise Marx‘ın iddia ettiği gibi sefalet

(24)

içinde değil ferah içinde yaĢamlarını sürdürecektir. Piyasada bulunan firmaların zamanla büyümesi, sermayedarların parçalanmasına yol açacaktır. Sonuçta ise, kapitalizm Marx‘ın ifade ettiği gibi ihtilale gerek kalmadan yerini sosyalizme devredecektir ( Acar, 2002: 73-74).

Schumpeter‘in konjonktür devrelerine ait teorileri hesaba katılmadığı takdirde geliĢme teorisinin, iktisat tarihinin ilk iki trendi ile – yükselen reel ücret hadleri ile, nüfus artıĢ hızını aĢan sermaye artıĢı – tutarlı olduğu görülmektedir (Samuelson, 1966: 825).

1.1.2.3. Keynesyen Büyüme Modeli

Birinci Dünya SavaĢının baĢlarına kadar klasik sistemin otomatik dengelerinden kuĢku duyulmamıĢtır. Bunun sebebi kısa dönemli bunalımların Say kanunuyla veya konjonktür dalgalanmalarıyla açıklanmıĢ olmasıdır. Ġlk kez otomatik dıĢ dengenin sağlanmasındaki mükemmellik ve çabukluk, miktar teorisiyle açıklanan fiyat hareketlerinin denge sağlayıcı fonksiyonu hakkında kuĢku uyandırmıĢtır. Birinci Dünya SavaĢını takip eden periyodda, özellikle 1929‘da baĢlayan büyük buhranın etkisiyle, geliĢmiĢ batı ülkelerinde iĢsizlik ile otomatik tam istihdam görüĢünü bağdaĢtırmanın olanağını ortadan kaldırmıĢtır. Keynes‘e göre kısa dönemde, yani arzı arttırmanın sorun olmadığı bir durumda, talebi belirleyen arz değil arzı belirleyen taleptir. Böylece yetersiz bir talep hacmi, kendine eĢit düĢük bir arz ve dolayısıyla tam istihdam noktasından geride düĢük bir istihdam yaratacaktır (Alkin, 1981: 69).

Keynes, ekonomilerin durgunluğu atlatabilmelerinin çaresinin talebin geniĢlemesine bağlı olduğunu ifade etmiĢtir. Bunu da geniĢleyen talep stoklarının yatırımları teĢvik ederek arttırmasıyla ve bu artan yatırımların büyümeyi hızlandırmasıyla açıklamıĢtır. Böylece eksik istihdam dengesinden tam istihdam dengesine doğru yürümeye baĢlanacaktır. Teoriye göre otonom yatırımlarda meydana gelen bir artıĢ geliri bir katsayı ( çarpan katsayısı ) kadar daha fazla çoğaltmaktadır.

(25)

Çarpan katsayısı ise marjinal tüketim eğilimi tarafından belirlenmektedir (Acar, 2002: 80).

1.1.2.4. Harrod-Domar

Uzun dönemde Keynesgil temel makro -ekonomik modeli geniĢletmeye yönelik ilk giriĢim Roy Harrod ve Evsey Domar tarafından yapılmıĢtır. Her ne kadar Harrod ve Domar çalıĢmalarını ayrı ayrı yapmıĢlarsa da aralarında çok büyük farklılıklar olmadığı için birlikte Harrod- Domar modeli olarak ele alınmaktadır yalnız Domar‘ın analizinde statik unsurların ağır bastığı dikkat çekmektedir.

Klasik makro analizin ileriye dönük dinamik yapısının aksine, Keynesgil modelin statik yapısının var olması Rey Harrod ve Evsey Domar‘ın, temel olarak Keynes‘in kısa dönem kapsamı içerisinde olan statik denge yaklaĢımının kalkıĢ noktasını ele alarak analiz yapmaya itmiĢtir (Hamberg, 1971: 3).

1939 yılında Roy F. Harrod, net yatırımların ekonomide üretim artıĢını zorunlu kıldığını, üretim artıĢının olmadığı durumlarda, bazı sermaye mallarının saf dıĢı kalacağının altını çizmiĢtir. Harrod‘un temel olarak ele aldığı konu ise ekonomideki büyümenin sabit bir hızla süreklilik arz edip etmeyeceğidir. Bu çeĢit bir büyümenin koĢulu da ex ante tasarruf ve yatırımın birbirine eĢit olması olduğu için Harrod ex ante tasarruf ve yatırım arasındaki eĢitliğin uzun dönemde de devamını sağlayacak koĢulların ne olacağını ve bu koĢullar gerçekleĢmezse ortaya çıkacak durumun niteliğini araĢtırmaya yönelmiĢtir (SavaĢ, 2000: 819).

Harrod, ekonominin uzun dönemde tam istihdam dengesinde olması için yatırımların zaman içinde nasıl bir seyir takip etmesi gerektiğini saptamak amacıyla nispeten kısıtlayıcı bazı varsayımlardan hareketle basit bir model kurmuĢtur. Bu varsayımlardan ilki, ekonomi için ortalama tasarruf eğiliminin zaman içinde sabit

(26)

kaldığı, ikincisi ise, birim yatırımın ürettiği ürünün de zaman içinde değiĢmediğidir (Akat, 1980: 595-596).

Harrod-Domar büyüme modelinin vurguladığı temel prensip net yatırımın ikili etkisidir. Net yatırım bir yandan üretime yönelik bir talep oluĢtururken öte yandan çıktı üretmek için ekonominin kapasitesini arttırmaktadır. Ekonomide herhangi bir dönemde gerçekleĢtirilen net yatırımın bir talep, bir de kapasite etkisi olacaktır. Keynes‘in teorisinde herhangi bir dönemde net yatırım miktarı dönemin net tasarrufuna eĢitse ve eğer gelir ve çıktı düzeyinde denge olacaksa planlanan tasarrufla planlanan yatırım birbirine eĢit olmalıdır. Keynesgil modelde olmayan husus, bu net yatırım döneminin ayrıca kapasite etkisinin olacağıdır. Net yatırım bu dönem ekonominin prodüktif kapasitesini, gelecek dönem potansiyel çıktısını arttıracaktır. Eğer geniĢleyen bu kapasite tam olarak kullanılacaksa, gelecek dönemdeki toplam talebin bu dönemin toplam talebini aĢması gerekir. Böylece genel olarak bir dönemden diğerine yatırım yapılırsa, net yatırım sonucu oluĢan prodüktif kapasite tam olarak kullanılacak Ģekilde toplam talep dönemden döneme artacaktır (Parasız, 1997: 39).

Temel teori toplam çıktının oluĢumunu sermaye-çıktı oranı aracılığıyla sermaye stoğuna bağlayan bir basit üretim fonksiyonu içermektedir. Üretim tekniği verildiğinde belli miktar bir çıktı üretmek için belli bir miktar sermaye malı gerekir. ‗K‘ sermaye stokunu, ‗Y‘ üretim düzeyini belirtiyorsa, ortalama sermeye-çıktı oranı K/L olarak tanımlayabiliriz. Marjinal sermaye-çıktı (∆K/∆L) oranı, çıktı akımına belli bir ilave yapmak için ne kadar ek sermaye gerektiğini gösterir. Zaman içinde teknoloji değiĢtikçe marjinal oranın ortalama orana eĢit olmasına gerek yoktur. Marjinal oran sermaye kullanan teknolojilerle birlikte artarken sermayeyi tasarruf eden teknolojilerle düĢer. Bununla birlikte modelde teknolojinin sabit olduğu varsayılmaktadır. Böylece (K/L)‘ de sabit olacaktır. K/Y = ∆K/∆L = v yazılabilir. ―v‖ e sermaye katsayısı denilmektedir. Ortalama sermaye-çıktı oranının tersine sermayenin ortalama prodüktivitesi denir. Sermaye stokunda belli bir artıĢ ∆K olduğu zaman ∆K/∆L sermaye stokuna bağlı olarak çıktı kapasitesinin artıĢ oranı vurgulanmaktadır.

(27)

Harrod, uzun dönem tasarruf fonksiyonunu kullanmıĢ ve bu nedenle ortalama ve marjinal tasarruf meylini birbirine eĢit farzetmiĢtir. Yatırım, sermayenin prodüktivite katsayısı ve hızlandıran gibi diğer değiĢkenlerin, eğer tam istihdamın zaman içinde devamı isteniyorsa, kendilerini tasarruf oranına uydurmaları gerekmektedir. Harrod, bu varsayımlara dayalı teorisini, her biri dikkatle tanımlanmıĢ değiĢik bir büyüme hızını ifade eden ― temel denklemler ile açıklamıĢtır (SavaĢ, 2000: 820).

Gerekli büyüme hızı

Harrod‘un kullandığı büyüme hızlarından en önemlisi ― gerekli büyüme hızı ‖dır. Gw sembolü ile gösterilen gerekli büyüme hızına uygun büyüme haddi de denilmektedir.

Burada, Gw giriĢimciyi tatmin eden ve gerekenden az veya çok üretim olmadığını

gösteren büyüme oranıdır. Cr ise, belirli bir nüfus artıĢı ve teknik ilerlemeyi içeren

gerekli büyüme oranının devamını sağlayan sermaye/hasıla oranını temsil etmektedir (Öcal, 2007: 402).

Devamlı büyüyen bir ekonomide denge için gerekli koĢulu, Harrod, ―Gw.Cr= s

―olarak belirtmiĢtir. Bu denklemde bulunan (s) uzun dönem tasarruf eğilimi olup ortalama ve marjinal tasarruf meyilleri birbirine eĢittir. Bunu denklemle göstermek istersek; s = S/Y= ∆S/∆Y ‗dir. Teoride tasarruf arzusunun daima gerçekleĢtiğini, bu nedenle ex ante yatırımın ex post tasarrufa eĢit olacağı vurgulanır. Sermaye- hasıla oranı teknik iliĢki olarak düĢünülür ve mevcut sermayeye ek sermayenin ancak ek üretimi mümkün kılmak için gerekeceği fikri savunulur. Bu da Cr = ∆K/∆Y = In /∆Y

denklemiyle gösterilir.

Fiili büyüme hızı

Harrod‘un modelinde yer alan ikinci büyüme hızı ―fiili büyüme hızı‖dır. Fiili büyüme; G. C = s olarak gösterilir. G, belirli bir zaman döneminde milli gelirin büyüme oranı (∆Y/Y); C bu dönemdeki sermaye birikiminin gelir artıĢına oranını (In/∆Y); s

(28)

G: fiili büyüme oranı s: fiili tasarruf oranı

C: kapital stokundaki fiili artıĢın üretimdeki fiili artıĢa oranıdır. C = ∆K/Y veya C = In/ Y

∆Y/Y. In/∆Y= S/Y

Bu teoride fiili tasarruf oranının beklenen tasarruf oranı ile aynı olacağını kabul edilir. Harrod bu denklemlerle, gerçekleĢen yatırımın gerçekleĢen tasarrufa eĢit olduğunu göstermeyi amaçlar (SavaĢ, 2000: 822-823).

Doğal Büyüme Hızı

Nüfus artıĢ oranı ve teknik değiĢme oranının belirlediği ve teknik bakımdan mümkün olan büyüme doğal büyüme hızını (Gn) verir. Gn‘nin doğrudan doğruya,

gerekenden az yada çok üretim olmadığını gösteren Gw oranıyla iliĢkisi yoktur.

Harrod‘un teorisine göre normal olan durum iki oranın birbirinden farklı olmasıdır. Eğer Gw > Gn durumunda ekonomi, uzun dönemli bir durgunluğa sürüklenecektir. Gn, uzun

dönemde milli gelirin büyüme haddinin ulaĢabileceği maksimum ortalama haddinin sınırını belirler (Öcal, 2007: 403).

Domar ise analizinde iki temel kavram kullanmıĢtır. Bunlarda tasarruf meyli ve sermayenin marjinal prodüktivitesidir. Domar S/Y olarak belirlediği ortalama tasarruf meyli ile ∆S/∆Y ile belirlenen marjinal tasarruf meylinin birbirine eĢit olduğunu ve zaman içinde bu iki oranın sabit kalacağını öne sürmüĢ ve bu iki kavramı α olarak göstermiĢtir. Domar sermayenin marjinal prodüktivitesini ∆Y/ ∆K oranı ile tanımlar ve δ sembolü ile göstermiĢtir. Ortalama ve marjinal oranların eĢit olduğu varsayılırsa, sermayenin ex post ortalama prodüktivitesini göstereceği gibi bir birimlik sermaye artıĢının üretim kapasitesinde yaratacağı artıĢı da gösterir. Domar her ―net yatırım‖ın ekonominin üretim gücünü arttıracağını ileri sürmüĢtür. Bu durum ―∆Y = I. δ"denklemi

(29)

ile ifade edilir ve bu denklem ekonominin arz yönünü göstermektedir (SavaĢ, 2000: 825-826).

1.1.2.5. Neoklasik Büyüme Modelleri

Ġkinci Dünya SavaĢı‘ndan sonra büyüme analizleri konusunda yapılan çalıĢmalarda iki dönem çalıĢmaları dikkat çekmektedir. Bunlardan ilki, 1950‘lerin sonu ikincisi ise 1980‘lerin sonu ve 1990‘lı yıllarda gerçekleĢtirilen çalıĢmalardır. Ġlk çalıĢma neoklasik büyüme teorileridir, ikinci dönem çalıĢmaları ise içsel büyüme teorileri olarak literatüre geçmiĢtir ( Berber, 2006: 142).

Harrod-Domar büyüme modelinin bir bıçak sırtı dengeyi tanımladığını ileri süren neoklasikler, üretimin değiĢmez getiri ve değiĢen faktör oranlarına göre gerçekleĢmesi durumunda aynı karar büyümenin tutturulabileceğini savunmaktadırlar (Alkin, 1981: 187)

Teknik değiĢikliğin bulunmadığı bu teoride, durağan durum denge kavramı, kiĢi baĢına hasılanın sabit olması için gereken Ģartlara dikkat çekmektedir. Artan nüfusla birlikte; tasarruflar, nüfusun yeni üyelerine ekonominin tümünde geçerli olan kiĢi baĢına sermaye miktarını sağlamaya tam yetecek kadar olmalıdır. Durağan durum gelir seviyesini, tasarruf oranı ve nüfus artıĢı belirlemektedir. Teknik değiĢikliğin bulunmaması durumunda; toplam hasılanın durağan durum büyüme hızı, nüfus artıĢ hızına eĢittir. Tasarruf oranındaki bir artıĢ, hasılanın büyüme hızını geçici olarak artırmaktadır. Yeni durağan durumda büyüme hızı değiĢmeden kalmasına rağmen, kiĢi baĢına hasıla düzeyi artmaktadır. Teknik değiĢiklik durumunda, durağan durumdaki kiĢi baĢına hasıla, teknik geliĢme hızında büyümektedir. Toplam hasıla, teknik geliĢme ve nüfus artıĢ hızlarının toplamı kadar büyür. Bundan dolayı, Neo-klasik büyüme teorisinde büyümenin durağan durumu egzojen nitelikte olduğu vurgulanmaktadır (Kıraçlar, 2005: 58).

(30)

1.1.2.5.1. Solow Büyüme Teorisi

Solow öncesi dönemde egemen olan Neoklasik ekole ait olan ―büyüme kuramı‖ nın aksaklıkları solow modeliyle gözler önüne serilmiĢtir. Aksaklıkların sebebi her türlü analiz ―denge‖ kavramı çerçevesinde değerlendirilmesi olmuĢtur. Denge, statik (durağan) bir durumu gösterdiği için doğal olarak ancak ve ancak ―denge‖ ye ulaĢılıncaya kadar bir büyümeden söz edilebilirdi. Dengeye ulaĢıldıktan sonra ise büyümeye sebep olabilecek bir tek neden kalıyordu; nüfus artıĢı. Dolayısıyla, dıĢsal bir veri olarak kabul edilen teknoloji yanında nüfusu da veri alındığı durumda, dengeye gelinceye kadar büyümenin tek kaynağı olarak yatırımlar kalıyordu. Nitelikli emek kavramı da Solow öncesi dönemin ihmal edilmiĢ en önemli kavramlarından biridir ( Ercan, 2000: 130-131).

Harrod‘un ‗bıçak sırtı‘ sorununa neoklasik teorinin getirdiği çözüm, sermaye/hasıla katsayısının sabit alınacak yerde üretim faktörleri arasında ikameye olanak veren bir üretim fonksiyonunun kullanılmasıdır. Modele, ilk geliĢtiren iktisatçıya itafhen Solow Modeli denir. Model rekabet koĢulları ve düzgün üretim fonksiyonları gibi geleneksel neoklasik varsayımlara ek olarak, ekonomide bir tek mal olduğunu ve gelirden tasarruf edilen miktarların bir tasarruf fonksiyonu tarafından gösterilebileceğini varsayar. Bunla beraber parasal sorunlar ve teknolojik geliĢme soyutlanır. Denge tasarruflar yatırıma eĢit olacağından sermaye stokundaki artıĢ bu durumda net yatırımı verir (Akat, 1980: 621-625).

Solow öncesi Neoklasik denge modelinin özellikleri:

Mallar homojendir, üretim fonksiyonu 1. Dereceden homojendir. Üretim faktörü olan emek (L) ve sermaye (K) oranı sabittir. Fiyatlar genel düzeyi veri olarak kabul edilmektedir. Ücretleri ve karları üretim faktörlerinin marjinal verimlilikleri belirler :π=MPKp ve w=MPLp. Piyasada tam istihdamın olduğu varsayılır. Faktörler için azalan

verimler yasası geçerlidir. Ölçeğe göre sabit getiri yasası varsayılır ve yatırımların tasarruf miktarını belirlemektedir ( S = I = sY). Say Kanunu geçerlidir nüfus dıĢsal,

(31)

teknoloji veri kabul edilmektedir. Üretim fonksiyonu Y= F (K/L) olarak gösterilmektedir.

Solow Modeli:

Solow modeli biri üretim fonksiyonu, diğeri de sermaye birikim eĢitliği olan iki denklem çerçevesinde oluĢturulmaktadır. Üretim fonksiyonu, Cobb-Douglas üretim fonksiyonu ― Y=F(K,L)=Kα L1-α ― biçiminde olduğu varsayılır (Charles I. Jones, 1998: 20).

Ekonomideki firmaların bir dönem zarfında iĢçilere birim iĢgücü baĢına ―w‖ kadar ücret ve kiraladıkları birim sermaye baĢına da ―r‖ kadar ödeme yapmakta oldukları varsayılır. Tam rekabet koĢullarının geçerli olduğu ekonomide, firma sayısının çok fazla olduğunu, firmaların da fiyatları veri aldıkları kabul edilmektedir (Berber, 2006: 175). Maksimum kar elde edebilmek için;

MaxK,L F(K, L)-Rk-wL

Bu problem için birinci sıra koĢula göre firmalar, iĢgücünün marjinal ürünü ücrete eĢit oluncaya kadar iĢgücü; sermayenin marjinal ürünü sermaye getirisine eĢit oluncaya kadar da sermaye kullanmaya devam edeceklerdir:

w = ɗF/ɗL = (1-α ) Y/L , r = ɗF/ ɗK = α Y/L.

wL+rK=Y eĢitliği gözönünde bulundurularak, girdilere yapılan ödemeler, ortada ekonomik kar kalmayacak Ģekilde, çıktı değerine tam olarak eĢit olmaktadır. Bu sonuç, ölçeğe göre sabit getirili üretim fonksiyonlarının ortak özelliğidir.

Üretim fonksiyonu, iĢçi baĢına çıktı (y ≡ Y/L) ve iĢçi baĢına sermaye (k ≡ K/L) cinsinden yeniden yazıldığında:

(32)

y = kα

ĠĢçi baĢına sermaye ne kadar fazla olursa, firmaların ürettiği iĢçi baĢına çıktı o ölçüde çok olmaktadır. Bununla birlikte, iĢçi baĢına çıktıda azalan getiri söz konusudur: Bir iĢçiye verilen her ek birim sermaye, o iĢçinin üretimini gittikçe azalan ölçüde arttıracaktır ( Bocutoğlu, 2009: 509-510).

Solow modelinin ikinci temel denklemi, sermaye birikiminin nasıl olduğunu tanımlayan eĢitliktir. Sermaye birikim denklemi:

Ǩ = sY – dK‘dır.

Bu denkleme göre, sermaye stokundaki değiĢmeler ( Ǩ ), brüt yatırım miktarından (sY), üretim sürecinde meydana gelen aĢınma ve yıpranmaların (dK) çıkarılmasına eĢittir (Parasız, 1998: 392-393).

Solow modeli, tasarruf düzeyinin büyümeyi sadece geçiĢ döneminde etkilediğini ileri sürerek, sermaye birikiminin büyüme üzerindeki etkisini minimize etmekte; ekonomik büyümenin nedeninin teknolojik ilerleme olduğunu ileri sürerek teknolojik ilerlemenin ekonomik büyüme üzerindeki etkisini maksimum seviyeye ulaĢtırmaktadır. Böylece, Solow modelinde dıĢsal bir olgu olarak kabul edilen teknolojik ilerleme, iktisadi büyümede süreklilik arz eden artıĢın sebebidir (Öcal, 2007: 406).

(33)

1.1.2.6. Ġçsel Büyüme Modelleri

1960‘lı yıllarda literatüre kazandırılan neoklasik büyüme modeli ekonomik büyümeyi; Harrod-Domar‘ın bıçak sırtı dengesizliğinden ve istikrar için devletin müdahalesi gerektiği kabulünden kurtarmıĢ, üretim artıĢını piyasa mekanizması bağlamında, temel üretim faktörleri olan emek ve sermayedeki artıĢlara ilave olarak teknolojik geliĢme ile açıklamıĢ ve büyüme sürecinin anlaĢılmasına önemli katkılar sağlamıĢtır (Berber, 2006: 169).

1980'li yılların sonlarına kadar iktisadi büyüme literatürüne hakim olan Neoklasik yaklaĢıma göre; kiĢi baĢına düĢen sermaye miktarının artması sermaye faizinin düĢmesine yol açar. Sermaye faizi sadece sermaye birikim hızının, iĢ gücü artıĢındaki ve teknik geliĢmedeki hıza eĢit olması durumunda sabit kalır. Bu nedenle Neoklasik yaklaĢımda uzun vadeli büyümenin motoru olarak iĢ gücü artıĢı ve teknik geliĢme görülür ve her iki faktörün de dıĢsal oldukları varsayılır. Neoklasik yaklaĢımda 'teknik bilgi', tüm ekonomiler için aynı miktarda ve bedelsiz olarak elde edilebilecek bir kamu malıdır. Ülkelerin birbirlerinden farklı büyüme hızlarına sahip olmaları ise, o ülkelerin farklı iĢ gücü büyüme hızlarına sahip olmalarıyla açıklanır.

Ġçsel Büyüme Teorileri‘nin çıkıĢı noktası ise, Neoklasik büyüme teorisinin pratikteki somut geliĢmelerle birebir çakıĢmaması olmuĢtur. Ekonomi literatüründe içsel büyüme teorisinin temellerinin Romer (1986) ve Lucas‘ın (1988) çalıĢmalarına dayandığı konusunda görüĢ birliği bulunmaktadır.

Ġçsel büyüme modelleri, iktisadi büyümeyi piyasa mekanizması içinde faaliyet gösteren ekonomik güçlerin içsel olarak belirlediğini varsayarken, büyümenin itici gücünü tanımlamaktadır. Ekonomideki itici gücün birikimini sağlayan etkenler ile büyüme sürecinin iĢleyiĢini açıklamaktadır (Ehrlich, 1990:3).

(34)

1.1.2.6.1. Romer Ġçsel Büyüme Teorisi

1986 yılında Paul Romer‘in makalesiyle Ġçsel Büyüme Teorileri‘nin baĢlangıcı niteliği taĢıyan teori; Neoklasik modele bir alternatif olarak geliĢtirilmiĢtir. Romer, modelde teknolojik geliĢmeyi içselleĢtirmekte, yapılan yatırımların bir yan ürün olarak teknolojik bilgiyi arttırırken, diğer üretim süreçlerinde ücretsiz girdi olarak kullanıldığını bunun da taĢmalar sonucu sektör geneline yayıldığını öne sürmektedir. Bu sebeple Neoklasik modele kıyaslandığında yatırımların daha düĢük maliyetlerle yapıldığı ve getirilerin de daha yüksek olduğu gözlenmektedir ( Parasız, 1997: 130).

Romer‘in çalıĢması Arrow (1962)‘un yaparak öğrenme diye adlandırdığı fikre dayanmaktadır.

Romer Modeli‘nde Ģu varsayımlar hakimdir:

− Üretim fonksiyonu, K ve Ly değiĢkenlerine göre ölçeğe göre sabit getiri, A‘ya göre

artan getiri özelliklerini taĢımaktadır.

− gx = gk = gA dengeli büyümeyi ifade etmektedir.

− Sermaye birikim denklemi Solow modeliyle aynıdır.

− Dengeli büyüme çizgisi boyunca araĢtırmada görev alan iĢgücünün (LA) büyüme oranı

iĢgücü büyüme oranına (L) eĢittir ( AteĢ, 1998: 28 ). Romer‘in modelinde de iki önemli unsur bulunmaktadır: − Üretim Fonksiyonu: Y = F( K, AL )= Kα.( ALy)1-α 0 < α < 1

− Üretim fonksiyonunda yer alan girdilerin zaman içerisindeki geliĢimini gösteren bir dizi eĢitlik.

Romer‘a göre bir ekonomide uzun dönem büyüme oranı araĢtırmacı sayısı ve yaratıcı fikir üretim fonksiyonunun parametreleri tarafından belirlenmektedir. Romer‘in sınai mülkiyet haklarının korunmasından hareketle, büyümeyi bilgi üretimine ve bunun

(35)

sürekliliğine dayandırarak içselleĢtirdiği model, büyüme modellerinde önemli bir katkı olmakla beraber, modelin orijinal formu kapalı ekonomi varsayımına dayanmaktadır. Bu kapsamda bilgi, tamamen yerli kaynaklarca üretilmektedir ve yerel niteliktedir. Romer dıĢ ticaretin serbestleĢtirilmesi ve özellikle beĢeri sermaye açısından zengin ülkelerle ekonomik bütünleĢmenin sağlanması durumunda büyüme sürecinin olumlu yönde etkileneceğini belirtmektedir (ġentürk, 2007: 98).

(36)

2. BÖLÜM

DIġ TĠCARET VE SANAYĠLEġME STRATEJĠLERĠ

2.1. DıĢ Ticaret Teorileri

A. Smith ve D. Ricardo‘nun temellerini attığı dıĢ ticaret teorileri, aradan geçen zaman içerisinde evrimler geçirmiĢtir. Klasik dıĢ ticaret teorileri, üretim faktörü olarak sadece emek unsuruna dayanır ve üretim maliyetini homojen olduğu varsayılan emeğin miktarına bağlanırken Neoklasik teorilerde, ―fırsat maliyeti‖ kavramı ile, sermaye de bir üretim faktörü ve maliyet unsuru olarak ele alınmıĢtır. Neoklasik katkıları kullanarak uluslararası ticaretin gerek-Ģartı olan ülkelerarası verim farklılığının nedenini ve refah sonuçlarını faktör donanımı ile açıklayan modern teoriler de iki-ülkeli, iki-faktörlü modellerinde emek ve sermayeye dayanmıĢlardır. 1960‘lardan itibaren geliĢen Yeni DıĢ Ticaret Teorilerinin emeğin niteliği ve teknolojinin geliĢtirilmesi ve üretim sürecinde kullanımının etkilediği bir uluslararası ticaret modeli ortaya koydukları görülmektedir.

2.1.1. Merkantilizm

Klasik teoriden önceki ekonomik ve siyasal doktrin Merkantilizmdir. Bu düĢünce akımı 16. asırdan 17. asır sonlarına kadar dünyada etkili olmuĢtur.

Orta Çağ‘ı takip eden dönemde, Orta Çağ‘ın temel özelliklerini yansıtan ―doğal‖ ekonomi anlayıĢı, feodalizm ve skolastisizm tümüyle ortadan kalkmamıĢ ve dönemin sonuna kadar bazı ülkelerde az, bazı ülkelerde çok; etkisini göstermeye devam etmiĢtir. Buna rağmen, bu dönemde çok önemli ekonomik, siyasal, kültürel ve dinsel değiĢmeler ortaya çıkmıĢtır. Merkantilistler, Orta Çağ düĢüncesini reddedip onun yerine daha akılcı ilkeler oluĢturmaya yönelmiĢlerdir. Bu yönleri nedeniyle, sonradan ortaya çıkacak ve gerçek politik ekonominin kurucusu sayılan Fizyokratlar‘ın öncüsü olarak kabul edilmiĢlerdir (Seyidoğlu, 2003: 13).

(37)

Merkantilist düĢünürler, özellikle dönemin ilk yıllarında günlük yaĢam sorunlarıyla ilgilenmiĢ ve ulusal devletin zenginliğini nasıl arttıracaklarını araĢtırmıĢlardır. O devirde bir devletin güçlü olup olmadığının ölçütleri, uzun savaĢlara dayanabilmesi, ülkeler fethetmesi ve kolonilere sahip olabilmesiydi. Bu nedenledir ki; Hükümdarın birinci amacı hazinenin büyümesi idi ve bunun için de dıĢ ticaret dengesinin pozitif olması yani ithalattan çok ihracat yapılmasını gerektirmekte idi( Samuelson, 1966: 807).

Merkantilist felsefeye göre, ülkelerin hedefi ödemeler dengesinin fazla vermesidir. Bir ülkenin ödemeler dengesinin fazla vermesi, o ülkenin değerli maden stokunun artması ile mümkün olur. Değerli maden stokunun artması, o ülkenin uluslararası arenada ekonomik ve siyasi gücünün artması anlamına gelmektedir (Tunç, 2004: 13).

Merkantilistler için ulusal servet, halkın refahı, tüketici ya da iĢçi yararı ile ilgili değildir. Nitekim, imalatçıların olabildiği kadar düĢük ücretlerle iĢçi çalıĢtırmaları, dünya piyasalarında rekabet için gerekli görülmüĢtür (Kazgan, 1997: 35-38).

Merkantilizm yoğun devlet müdahaleciliğine dayanan bir doktrindir. DıĢ ödeme fazlası oluĢturup altın stoklarını artırabilmek üzere, iç ve dıĢ ekonomik faaliyetler üzerine yoğun devlet müdahaleciliğini zorunlu görmektedirler. Temel amaçları doğrultusunda, ihracatın arttırılmasına en üst düzeyde ihtimam verirken hammadde ithalatı hariç mamül malların ithalatlarında kısıtlayıcı politikalar uygulamaktadırlar. Merkantilizmin sanayileĢme anlayıĢı, nüfus artıĢını da beraberinde getirir. Çünkü, emek arzının artıĢı ücretleri düĢüreceğinden sanayi üretimi ve ihracat artar. Nüfus hareketleri ve tarımsal üretim iliĢkisi (tarımsal üretimin arttığı dönemlerde toplam tarımsal gelirin düĢmesi) Ģeklindeki King Kanunu ilk kez bu dönemde ortaya konmuĢtur. Paranın miktar teorisinin çok ilkel bir ifadesi burada yer alır.

(38)

Buna göre; MV=PT Ģeklindeki Fisher denkleminde V' nin etkisi açıkça belirlenmemekle beraber lüks mal talebinin yükseliĢinin fiyat artıĢlarını körüklemesi dolayısıyla harcamaların hızlanması (J. Bodin) Ģeklindeki tespit, V' nin kavranmıĢ olduğu Ģeklinde yorumlanabilir. Paranın değeriyle ilgili olarak da madeni paraların ayarındaki değiĢmelerin piyasalarda dengesizliğe yol açacağını savunan «kötü para iyi parayı kovar» ilkesi de bu dönemden kalan bir görüĢtür ( Aktan, 2000: 27).

2.1.2. Fizyokrasi

Merkantilist ilkelerin üç asır süresince uygulanması, ideolojik tepki yaratacak sonuçlar doğurmuĢtur. Ekonomik alanda tarımın bilinerek ve istenerek sanayiye feda edilerek ve ticaretle sanayinin kaba bir tüzükçü anlayıĢıyla engellenmesi bir tür kötüye kullanma sayılmıĢtır. Böyle bir ortamda, fizyokrasi, merkantilizme karĢı bir anti tez olarak ortaya çıkmıĢtır. Fizyokrasi ―doğanın egemenliği‖ anlamına gelmektedir. Fizyokrasi ekonomi biliminin ilk düzenli görüĢlerinin kapsar. 18. yüzyılda Fransa‘da ortaya çıkan fizyokrasi, Adam Smith‘in ―Ulusların Zenginliğinin Nedenleri ve Ġçeriği Hakkında AraĢtırma‖ adlı eserinin yayınlamasıyla öneminin kaybetmiĢtir ( Zarakoğlu, 1981: 11).

Fizyokratlar, her insanın kendi kiĢisel çıkarlarının bilincinde olacağını kabul etmiĢtir. Bir insanın ihtiyaçlarını en iyi bilen yine o insandır. Bu düĢünce nedeniyle Fizyokratlara göre ekonomik sistemin temelini ―kiĢisel çıkar‖ ilkesi oluĢturur. Onlara göre insan her davranıĢın yarar ve zararlarını hesaplar ve diğer insanlarla iĢbirliği yapmanın gereğini kabul eder. Ünlü sloganları ―Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.‖ Bu temel düĢüncenin veciz bir ifadesi olmuĢtur.

Fizyokratların ―tabii düzen‖ le ilgili çalıĢmaları iktisadi düzeninin bütününü kavramak, mantıklı ve tutarlı bir düĢünce çizgisi içinde açıklamak yolunda atılan ilk adımdır. Fizyokratlar, merkantilistler gibi ―servet‖in kaynağını aramakta, fakat

(39)

bunlardan farklı olarak, servetin mübadeleden değil, üretimden olduğunu ileri sürmüĢlerdir (Kazgan, 1997: 56-58).

Servetin kaynağının sadece toprak olduğunu düĢünmeleri, Fizyokratları toprak üzerinde, özellikle çiftçilikte kullanılan emeğin üretken olacağını öne sürmelerine neden olmuĢtur. Fizyokratlar, bir ekonominin üç sınıftan oluĢtuğunu düĢünür: Mülk (toprak) sahipleri sınıfı, çiftçi sınıfı ve üretken olmayanlar sınıfı. Bu üç sınıfın niteliği ve ekonomide oynadıkları rol, fizyokratların ―net üretim‖ kavramlarıyla açıklanır. Bir sınıf, eğer ―net üretim‖ yaratabiliyorsa, yani kendi geçimi için gerekenden daha fazla bir üretim yapabiliyorsa ―üretken‖ yani ―verimli‖dir. Sadece, üzerinde tarım yaptıkları toprağı mal sahiplerinden kiralayan çiftçi sınıfı, üretken bir sınıftır. Fizyokratlara göre üretim, üretim için, kullanılan malzemeden daha fazla bir ürün elde etmek, teknik deyimle bir ―artık değer‖ yaratmak demektir (Samuelson, 1966: 349).

Fizyokratların ileri sürdüğü net hasıla kavramı, ulusal gelir olarak tarif edilebilir. Üretim süreci sonunda elde edilen ürünle, bu üretimi sağlayabilme amaçlı yapılan harcamalar arasındaki pozitif farka hasıla denmektedir. Fizyokratlara göre, net hasıla yalnız tarımdan elde edilebilmektedir ve servetin kaynağı üretimdir. Fizyokratların teorileri bu sebeplerle, servet yaratılması ve birikim için gerekli ‗artık‘ın hangi üretim etkinliğinden doğduğunun araĢtırılmasına yoğunlaĢmıĢtır. Artığın doğuĢunu, toplumun çeĢitli sınıfları arasında dolaĢımını incelerken de, soyutlamayı ve model kurmayı tutarlı bir biçimde baĢarmaktadırlar ( Alkin, 1998: 19).

(40)

2.1.3. Mutlak Üstünlük Kuramı

Ġktisadi insan (homoeconomicus), ―bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler (laissez faire, laissez passer)‖ ve görünmez el (invisible hand) ile klasik liberalizme yön veren Smith, Merkantilistlerin aksine, dünya toplam servetinin sabit olmadığını, iĢbölümü ve uzmanlaĢma ile dünya kaynaklarının verimliliğini artıran dıĢ ticaretin, sadece bir tarafın değil, her iki tarafın ve dünyanın refahını artıracağını düĢünmektedir.

Adam Smith, ‗Mutlak Üstünlükler Kuramı‘ nda iki ülke arasında neden ticaret yapıldığını açıklar ve ticaret yapan ülkelerin ticaret sebebiyle kar elde edip etmediklerini analiz eder. Smith bu kuramın açıklamasını, iki ülkenin var olduğu bir dünyada yalnızca iki malın üretildiği ve üretimin yapıldığı piyasanın serbest piyasa olduğu varsayımı altında yapar (Tunç, 2004: 15).

Smith, serbest ticaret ve uluslararası uzmanlaĢmanın yararlarını mutlak üstünlük teorisi ile açıklar. Buna göre, iki-ülkeli bir modelde, ülkelerden biri, diğeriyle kıyaslandığında, hangi malları daha düĢük maliyetle üretiyorsa, o malların üretiminde uzmanlaĢmalı; düĢük maliyetle ürettiklerini ihraç ederken iç maliyetleri yüksek malları ithal etmelidir. Ancak, buradaki maliyet kavramı, sadece homojen olduğu düĢünülen emek faktörünü içermektedir ( Seyidoğlu, 2003: 17).

Adam Smith‘in Mutlak Üstünlük kuramını bir örnekle açıklamak gerekirse; Bir iĢçinin bir günde üretebildiği malların Ģeması aĢağıdaki gibidir.

A Malı B Malı

Türkiye 50 birim 30 birim Amerika 20 birim 80 birim

(41)

Bu Ģema, emek değer teorisine göre düzenlenmiĢtir. Rakamlar ülkelerin verimliliğini yansıtırken, maliyetleri de ölçmemizi sağlamaktadır. Türkiye‘nin A malı üzerinde, Amerika‘nın ise B malı üzerinde uzmanlaĢması gerektiği gözlemlenmektedir. Söz konusu ülkelerde, emek verimliliği bu mallarda daha yüksektir. O halde, Türkiye Amerika‘ya A malı ihraç edip bu ülkeden B malı ithal etmesi gerekmektedir. Böyle bir uluslararası üretim ve ticaret modeli, iki ülkenin de refahını arttırmaktadır.

Mutlak Üstünlük Teorisi‘nin, uluslararası ticaretin nedenini bilimsel olarak açıklamada önemli bir ilerleme olmakla beraber, uluslararası ticaretin ancak sınırlı bir bölümünü açıklayabilmektedir. GeliĢmiĢ ülkelerin kendi aralarındaki ticareti açıklamakta ise büyük ölçüde yetersiz kalmaktadır.

(42)

2.1.4. KarĢılaĢtırmalı Üstünlük Kuramı

Adam Smith'ten yaklaĢık kırk yıl sonra David Ricardo, 1987‘de Politik Ekonomi ve Vergilerin Prensipleri adlı kitabını yayınlamıĢtır. D. Ricardo‘nun bu çalıĢmasında ‗KarĢılaĢtırmalı Üstünlükler Kuramı‘ yer almaktadır. Bu kuram, ekonomide hala değiĢmeden kalan ve önemini koruyan kuramlardan biridir (Tunç, 2004: 18).

Ricardo, karĢılaĢtırmalı üstünlük kuramını, emek-değer teorisine dayanarak kurmuĢtur. Ricardo, serbest dıĢ ticaret ve rekabet Ģartları altında, ürün birimi baĢına iĢ saati itibariyle bir ülkenin ―reel maliyeti‖ her üretim dalında diğer ülkeden yüksek olsa bile, karĢılaĢtırmalı maliyete göre mal mübadelesinin mümkün olduğunu göstermiĢ ve her iki ülkenin yararına olduğunu ispat etmiĢtir. Üretimde sabit maliyet kabul edildiği için, her ülkenin karĢılaĢtırmalı olarak üstün olduğu malda ―tam uzmanlaĢma‖sı gerektiğini ileri sürmektedir (Kazgan, 1997: 100).

Ricardo‘ya göre uluslararası ticareti mutlak üstünlüklere dayandırmaya gerek yoktur. Bunun sebebi böyle bir yaklaĢımın teorinin kapsamını daraltmasıdır. Çünkü mutlak üstünlükler, karĢılaĢtırmalı üstünlüklerin özel bir durumu gibidir. KarĢılaĢtırmalı üstünlüklerin gerçekleĢtiği durumlarda mutlak üstünlük de vardır, ama bunun tersi geçerli değildir, yani karĢılaĢtırmalı üstünlük elde edilen her durumda mutlak üstünlük bulunmayabilir.

Ricardo‘nun yaptığı katkılara göre uluslararası ticaret için üzerinde durulması gereken, ülkenin bazı malları diğer ülkeden daha ucuza üretmiĢ olması değildir. Bunun aksine, esas olarak önemli olan üretimdeki üstünlük derecesidir. Bir ülke, diğerine göre, hangi malların üretiminde daha yüksek oranda bir üstünlük sahibi ise o mallarda uzmanlaĢmalıdır. BaĢka bir deyiĢle, Ricardo‘ya göre uluslararası ticaretin temelinin mutlak değil, karĢılıklı üstünlükler oluĢturmaktadır (Seyidoğlu, 2003: 19).

Bir ülkenin çeĢitli malların üretiminde diğer malların üretimine nazaran yüksek oranda verimli olması durumunda düĢük oranda verimli olduğu malların üretimine devam etmesi üretim kaynaklarının israfına neden olacaktır. Bu israfın engellenmesini

Şekil

Grafik 3: Faktör Donatım Teorisi
Tablo 2: 1923-1939 döneminde ihracat ve ithalat değerleri (- 000 $ )
Tablo 5: 1940-1945 Döneminde Türkiye’nin DıĢ Ticareti (-000$)
Tablo 6: 1940-1945 Döneminde GSMH Sektör Payları ( Sabit Fiyatlarla, %)
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

It was revealed that integrated approach to the use of literature in the language classroom offered foreign language learners the opportunity to develop not only their

Sami Ulus Children ’s Health and Diseases Training and Research Hospital, Ankara, Turkey; e Department of Pediatric Infectious Diseases, Selcuk University, Konya, Turkey; f

Eğer gerilme basit olarak çekme veya tek eksenli veya fiber doğrultusunda değilse matriks çok çeşitli yüklere maruz kalır ve kompozitin yorulma dayanımı

The highest contact angle value at 1 s was found in the untreated control specimens, while the lowest contact angle was found in the specimens treated at 210 °C and then exposed

Böylece Oktay, 1980’lerden itibaren şiirine kültür endüstrisi ve popüler kültür meselelerini taşımış, sosyal hayata dair gözlemlerini sanat ve bilim alanında

Amfoterisin B için Candida türlerinin hepsinde elde edilen MİK değerleri benzer ve MİK aralığı dar olduğu için in vitro referans duyarlılık testleri ile suşların direncinin

Toplam Kalite Yönetimi, işin organize edilme şekli üzerinde önemli değişikliklere neden olabildiği gibi psiko-sosyal iş faktörlerinde pozitif veya negatif değişikliklere

geliştirilen; bireylerin demografik bilgilerini, akademik başarıyı etkileyen olumsuz düşüncelerini saptamaya yönelik 13 sorudan oluşan veri toplama formu ve 30 sorudan