• Sonuç bulunamadı

1917 Tarihli Karaman Haritası ve Düşündürdükleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "1917 Tarihli Karaman Haritası ve Düşündürdükleri"

Copied!
45
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1917 TARİHLİ KARAMAN HARİTASI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Alaattin UCA



Aytunç ÜLKER



ÖZET

Yaklaşık bir asır önce çizilmiş bir Karaman haritasında şehrin şimdikinden çok farklı durumda olduğu görülmektedir. 1917 yılında bölgenin elektrik ihtiyacını karşılamak maksadıyla oluşturulan proje çerçevesinde hazırlanan raporla birlikte şekil itibariyle krokiye benzeyen ancak üzerinde Karaman Şehir Haritası ibaresi bulunan bir de harita çizilmiştir. Söz konusu haritanın aslı Cumhuriyet Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu harita Karaman’ın aşağı yukarı bir asır evvelki durumunu ihtiva etmesi bakımından önem taşımaktadır. Haritada o döneme ait camiler, türbeler, hanlar, hamamlar, resmi daireler, okullar ve diğer bazı kurumlar üzerinde durulmakta ve bu mimari eserlerin yerleri gösterilmektedir. Elimizdeki bu harita sayesinde, yüz yıl önceki Karaman’ı daha yakından tanımak ve şehrin yapısal dokusu hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür.

Anahtar Kelimeler: 1917’de Karaman, Karaman’daki Tarihi Eserler, Karaman Haritası, Karaman’ın Elektrik İhtiyacı.

REFLECTİONS ON THE 1917 KARAMAN MAP

ABSTRACT

A Karaman map, that was drawn nearly a century ago, shows that the city had a very different structure than it is now. In 1917, another map, entitled Karaman City Map, was attached to a paper that was prepared for a project of electrical services of the city. The original of this map is now in the Republican Archive. This map is significant in that it contains the general landscape of Karaman about one hundred years ago. On this map are shown the mosques, shrines, inns, baths, public offices, schools and some other facilities of this age. With this map, we are introduced into the city of Karaman as it was closely one hundred years ago.

Key Words: Karaman in 1917, Historical Monuments in Karaman, Karaman Map, Electricity Needs of Karaman.

Giriş

1917 yılında Karaman’ın elektrik ihtiyacını karşılamak için bir proje yapılmıştır. Bu proje çerçevesinde bir de Karaman Şehir Haritası çizilmiştir. Karaman şehir planı olarak da nitelendirilebilecek bu harita, gerek çiziliş tarihi gerekse içerdiği bilgiler itibariyle belge niteliği taşımaktadır (Harita:1).

Söz konusu proje kapsamında çizilmiş olan haritanın sol üst köşesinde başlık olarak, “Konya Vilayeti Konya ve Karaman Şehirleri Civarında Te’sîsât-ı Elektrikiyyeye Dair İbtidâî Projedir” şeklinde bir ibare bulunmaktadır. Arap alfabesi ile yazılmış olan bu başlığın hemen altında Latin alfabesiyle Fransızca yazılmış ve yukarıdaki açıklamalarla

Bu bildiri 24 Mart 2012 tarihinde Karaman Ulusal İnanç ve Kültür Turizmi Sempozyumu’nda sunulmuştur. Yrd. Doç. Dr., Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Karaman,

alaattinuca@kmu.edu.tr.

Arş. Gör., Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Karaman,

(2)

aynı anlama gelen şu ifadeler yer almaktadır: “Vilayet de Konia AVANT-PROJET D’ELECTRIFICATION ENVIRONS DES VILLES DE KONIA ET KARAMAN”

Yalnızca başlık kısmı değil, haritada yer alan bütün isim ve açıklamalar hem Arap alfabesi ile hem de Latin alfabesi ile yazılmıştır. Dil olarak da Osmanlı Türkçesi ve Fransızca kullanılmıştır. 1928 yılında yapılan harf inkılâbından yaklaşık on yıl önce Türkiye’de yapılmış bir projede ve bu proje kapsamında çizilmiş bir haritada Latin alfabesinin kullanılmış olması ilginçtir. Ancak bu durum yadırganacak bir şey değildir. Çünkü Arap alfabesini kullanarak yer ve şahıs adlarının yazılmasında ve yazılanların okunmasında hata yapma ihtimali yüksek olduğundan Osmanlı Devleti’nin son döneminde gazetelerde bile bu tür uygulamalara yer verildiği bilinmektedir. Konu teknik bir proje olunca dolayısıyla bu durum kaçınılmaz hale gelmiştir.

Haritanın başlangıç bölümünde, bölgede üretilecek elektriğin kaynağı olarak düşünülen Göksu ve Karasu Nehirleri ve çevredeki menbaalarla1 ilgili teknik çizimler

mevcuttur (Harita: 2). Bu kısımda, Arap alfabesi ile şu ifadeler bulunmaktadır: “Göksu ve Karasu ile Menbaaların İltihak Haritasıdır Mikyâsı 1/1000” Aynı ifade Fransızca olarak da şöyle geçmektedir: “PLAN DE JONCTİON DU GOK-SOU DU KARA-SOU ET DES SOURCES JAİLLİSSANTES Echelle 1:1000”

Bu bölümün hemen altında Göksu ve Karasu Nehirlerinin zemin etüdü, rejimi ve debisine yönelik çizimler yapılmış, boy-kesit profilleri de çıkarılmıştır. Bu çerçevede şu ifadelere yer verilmiştir: “Mikyası 1/1000 I. J. Makta-ı Tulânisi2”, “Suların Karların

Eridiği Zamandaki Zemini”, Göksunun Tahte’l Arz3 Geçidi”, “Suların İntiha-yı

Teşrinievvelde4 Zemini”, “Göksu İçinde AB Maktaı5”, “Fevkalâde Zemini”. Bu ifadelerin

aynı zamanda Fransızca karşılıkları da haritada yer almaktadır (Harita: 3). Ayrıca proje ile ilgili olarak aşağıdaki rapor hazırlanmıştır:

“Bih

Konya ve Karaman Şehirleri Civarında Tenvir ve Cerr Elektriği Tesis İçin İbtidai Proje Hakkında Rapordur

Yerköprü Şelalesi: İşbu şelale gerek tabiat nokta-i nazarından ve gerekse Konya ve Karaman civarında elektrik hususunda bahş edeceği fevaid cihetinden bir harikadır.

Cibâl-i mürtefia arasında (850) metro irtifada tabii bir havuz teşkil eden işbu şelaleye evvel emirde Göksu ırmağının suları ile dağın böğürlerinden feverân eden bir mâ-i câri ve bir de küçük çaya karışan ve şelalenin takriben (150) metro mesafesinde bulunan diğer üç fevvâreler cereyan etmektedir.

J. I makta-i tûlânîsinde dahi görüldüğü üzere Göksu suları şelalenin önünde vaki’ cism-i küllisi önünde muvakkaten tevakkufa mecbur olup bir mecra-i tabii vasıtasıyla yavaş yavaş işbu habbe-i nüfuz ile dakikada (560) metro mik’âb su girdâba süzülüp gider.

Karasu suları dahi dağın böğürlerinden nebe’ân eder ve dakikada (280) metro su girdâba dökülür. 1 Kaynak, pınar. 2 Boyuna kesit. 3 Yer altı. 4 Ekim sonları. 5 Kesit.

(3)

Ve’l hâsıl üç fevvâre de bu şelale-i mühimmeye dökülür.

1917 Teşrin-i evvelinin 29’uncu akşamı Göksu’dan dakikada 56 metro ve Karasu’dan dakikada 280 metro ve menbalardan dakikada 52 metro kâfi 858 metro mik’âb su cereyan etmekte idi.

Mevsim-i baharda karların eridiği zaman suların miktarı tekessür edeceğini kale almakla beraber Göksu sularının şelalenin girdâbına doğru nüfuz eylediği tahte’l arz mahzeni sedd edip ziyade masarif ihtiyar edilmeksizin cesim bir havuz teşkiliyle miktar-ı mezbur tezyid edilebilir.

Fi’l hakika karların eridiği vakit mevcut mahzenin ağzı yavaş yavaş yükselerek cesim bir havuz teşkil eden ve fazlası Karasuya dökülen Göksu sularını boşaltmaya kifâyet edemez. Ol zaman girdâb suları şimdiki zemininden 5 metro kadar tereffu’ eder. Demek olur ki Göksuyunun tabii yatağı içerisinde 25.000 metrodan ziyade yedek su bulunacağı hesap olunabilir ki bunun fazlası bir kanal vasıtasıyla ileride yapılacak bazı imalat-ı sınaiyyeden uzakça göl sularına iltihak edilebilir.

Krokinin M noktasında yani girdâbın boğazını teşkil eden noktada bir baraj inşa edildikte 10.000 metro mik’âbı mütecaviz bir miktar yedek su daha elde edilebilir ki cem’ân 35.000 metro mik’âb su eder ve bu ise kat’i projenin tetkiki esnasında daha ziyade tezyid olunabilir.

Balâda beyan olunduğu üzere üç mâ-i cârinin miktarı 388 metro mik’âb olup bu da (1800) bârgîr kuvvetine müsavidir ki bu kuvvet bi-s suhûle tezyid edilerek sahib-i imtiyazın talep eylediği kuvvete mukabele edebilir.

Masarife gelince (80.000) lira kadar sarf olunabilecek ise de bu miktar takribi olamaz zira sahib-i imtiyazın talep eylediği her şeyin kat’i projesini ve keşifnâmeyi de esasat-ı kaviyye üzerine hâl-i hâzır harbde tanzim etmek mümkün olmaz.

Fi 3 Kanun-ı evvel sene 333 Fi 3 Kanun-ı evvel sene 333 Alexandre Raymond”(Ek: 1)

Görüldüğü gibi rapor olumludur. Yerköprü Şelalesi hem tabii güzellik hem de elektrik üretimine vereceği katkı itibariyle harika olarak nitelendirilmektedir. Ayrıca burada elektrik üretmeye yeterli miktarda suyun bulunduğu ve yapılacak bir barajın elektrik üretimini artıracağı tespit edilmiştir.

Proje kapsamında çizilen haritanın sağ alt köşesinde biri 3 kuruş, diğer ikisi de 1’er kuruş değerinde olmak üzere toplam 5 kuruşluk üç damga pulu bulunmaktadır. Pulların üzeri imzalı ve imzanın altında da 5. XII. 1917 tarihi yazılıdır (Harita: 7).

Pulların hemen üzerinde yine Arap harfleriyle yazılmış şu açıklamalar bulunmaktadır: “Karaman Şehri Haritası Mikyas: 1/2000”

Bu ifadenin hemen altında yine Latin harfleriyle Fransızca olarak yazılan ve yukarıdaki açıklamalarla aynı anlama gelen “PLAN DELA VILLE DE KARAMAN Echelle:1/2000” ifadesi görülmektedir (Harita: 7).

Projenin Karaman öncelikli hazırlanmasına yani Konya adının sadece vilayeti belirtmek için kullanılmasına ve belgeler üzerinde devlete ait hiçbir emarenin görülmemesine rağmen bu projenin sivil bir proje olabileceğini düşünmek zordur. İlk

(4)

bakışta bu projenin devlet tarafından çizdirildiği düşünülebilir ve Osmanlı Devleti’nin bu bunalımlı yıllarda yani Birinci Dünya Harbi yıllarında böyle bir projeyi gündeme getirmesi ilginç bulunabilir. Ancak yapılan araştırmalar sonucunda bu projenin yerli müteşebbis tarafından gündeme getirildiği ve çizdirildiği tespit edilmiştir. Bu konudaki gelişmeler şöyle olmuştur: Karaman eşrafından Hacı Sami Tartan (Resim: 1), Karaman yakınlarındaki Göksu ve Karasu nehirlerinden elektrik üretmeyi düşünmüştür. Sadece düşünmekle kalmamış, 1904–1906 yıllarında demiryolu ile ilgili çalışma yapan Avrupalı mühendislerle Yerköprü–Karasu–Göksu üzerinde incelemelerde bulunmuştur. Hatta bu mühendislerin teknik görüşlerinden yararlanarak, sudan elektrik üretip, Karaman–Ereğli arasında tramvay çalıştırmak ve suyu Karaman ovasına akıtmak için Karaman eşrafını ikna etmiş ve bir kurul oluşturmuştur. Kurul bir temsilci seçerek mühendislerin fizibilite raporlarını Avrupa’ya göndermek için birtakım hazırlıklar yapmıştır. Daha sonra temsilci yola çıkmış fakat o dönemde İtalyan işgali altında olan Konya’da kalmış ve Avrupa’ya gidememiştir (Duru, R; Baskı tarihi yok: 72, 73).

Konuyla ilgili benzer açıklamalara Karaman İdadisi (Lise) Matematik Öğretmenlerinden Sapancalı H. Hüsnü Bey6 tarafından yazılan “Karaman Ahval-i

İctimaiyye Coğrafiyye ve Tarihiyyesi” adlı eserde de rastlanmaktadır. Yazar konuyla ilgili olarak şöyle demektedir: “Bu şelaleden (Yerköprü Şelalesi) istifade ederek Yerköprü’de tesis edilecek elektrik vasıtasıyla Konya, Karaman ve Ereğli’nin tenviri7

ve bazı fabrikaların inşası, ind-el iktizâ8

tramvaylar işletilmesi düşünülmüş, bunun için beş sene evvel Karaman’da mevcut Milli Banka, ticaret, ziraat ve Tartanzade şürekâsı9

şirketleri birleşip orayı Avusturyalı Alexandre Raymond isminde mütehassıs bir mühendise keşf ettirerek lazım gelen projeyi bi-l ikmâl10

Nafia Nezaretine11 müracaat ederler. Nezaret son derece teshilat12 gösterir ve imtiyâzı verilmek üzere iken mütareke mucibeleri13 mani olur” (Sapancalı, 1993: 28).

Orijinali Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan bu proje (BCA: 42E7/230..0.0.0) ve içeriğindeki Karaman Haritası ve ekindeki rapor ve diğer çizimlerin Hacı Sami Tartan tarafından hazırlatıldığı yukarıdaki açıklamalarla ortaya konulmaktadır. Çünkü söz konusu belgelerde devlete ait herhangi bir işaret bulunmadığı gibi herhangi bir kişiden de ismen bahsedilmemektedir. Proje, Beyoğlu’nda özel bir mühendislik bürosunun imzasını taşımaktadır. Ayrıca düzenlenen raporda, “Talep Sahibi” ibaresine rastlanmaktadır. Hacı Sami Tartan da bu projeyi özel bir mühendislik bürosunda yaptırıp, imzalattıracak ekonomik güçtedir. Projenin çizildiği tarihte de İstanbul’dadır. Çünkü kendisi 1915 - 1922 yılları arasında İstanbul’da bulunmaktadır.14 Ayrıca Hacı Sami Tartan’ın böyle bir

proje yaptırdığı bu projenin orijinalinin yine Karaman eşrafından Durmuş Ali Gülcan’da bulunduğu ancak adı geçen kişinin söz konusu projeyi Sami Tartan’ın oğlu Remzi Tartan’a vermeyi taahhüt ettiği halde bunun gerçekleşmediği Remzi Tartan tarafından ifade edilmiştir (Duru, R; Baskı tarihi yok: 73).

1917 yılında çizilen bu projenin hemen uygulamaya konulduğu ve elektrik üretilerek aynı yıl Karaman’a elektrik verildiğini söylemek mümkün değildir. Çünkü

6 Hasan Hüsnü Bey’in adı İbrahim Güler tarafından hazırlanan kitapta sehven H. Hüseyin olarak okunmuştur. Yazarın asıl adı H. Hüsnü’dür.

7 Aydınlatılması. 8 Gerekirse. 9 Ortakları. 10 Tamamlayarak. 11 Bayındırlık Bakanlığı. 12 Kolaylıklar. 13 Sebepleri.

14Hasan Pınarbaşı ise Hacı Sami Tartanın 1908–1918 yılları arasında İstanbul’da bulunduğunu ifade etmektedir (Pınarbaşı; Baskı tarihi yok: 86).

(5)

yukarıda da belirtildiği gibi hemen ertesi yıl 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalanmış, ardından işgaller başlamış ve ülke sonu belli olmayan daha da zor bir döneme girmiştir. İşte bu yüzdendir ki sonraki dönemlerde 1929 – 1949 arasındaki Karaman’dan bahsedilirken bile, o tarihlerde her mahallede elektrik olmadığı, sokakların geceleri fenerlerle aydınlatılmaya çalışıldığı, Karaman ile ilgili yazılan eserlerde yer almaktadır (Çopur, 2004: 27). Ayrıca Züğürtler Yaylası’nda değirmenlerin suyundan elektrik üreten küçük bir santralden de söz edilmektedir. Zira Bulgurhanelerin yanından gelen Gödet Irmağı’nın, Ağa Değirmeni’nden kesilerek elektrik üreten bu santrale verildiği ve gündüz elektrik ihtiyacı olmadığı için santralin gece çalıştırıldığı, gündüz ise bu suyun tekrar değirmenlere verildiği ifade edilmektedir (Duru, T; 2010: 227). Dolayısıyla söz konusu proje gerçekleşme imkânı bulamamıştır.

Bugün Yerköprü’de, şelalenin 300 - 400m yakınında bir elektrik santrali vardır (www.cografyaforum.com). Ancak bu santralin söz konusu proje ile ilgisi yoktur. Çünkü Göksu-Yerköprü Hidroelektrik Santralı DSİ (Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü), İller Bankası ve Konya Belediyesi tarafından ancak 1959 yılında yaptırılabilmiştir. Toplam 10.800 Kw’lik bir güce sahiptir. Bu santral yapıldığı dönemde Konya’nın elektrik ihtiyacını sağlamak için kullanılmış ve bu alanda önemli bir katkı sağlamıştır (Bildirici, 2009: 88, 188). Son zamanlarda büyük barajlar yapılıp ulusal elektrik ağı gerçekleştikten sonra elbette ki bu tür küçük santrallerin önemi azalmıştır.

1917 tarihinde, zamanımızdan yaklaşık bir asır evvel çizilmiş olan bir proje ekinde bulunan Karaman Haritası çiziliş amacı farklı olsa da bugün bizim için önem arz etmektedir. Çünkü bu haritadan yaklaşık yüz yıl öncesinde Karaman’ın nereden yönetildiğini, hükümet konağının, belediye binasının yerini, Karaman’ın hangi eserlere sahip olduğunu, önemli cadde, sokak ve meydanlarının nereler olduğunu, ticaretin nerelerde döndüğünü öğreniyor ve sosyal hayat hakkında da bazı bilgiler edinebiliyoruz.

Haritadaki Tarihi Mekânlar

Hisar

1917 Karamanının önemli eserlerinden biri haritada gösterildiği gibi “Hisar” yani Karaman Kalesi’dir. Hisarın güneyinden bir dere geçtiği ve üzerinde de bir köprü olduğu yine haritada görülmektedir (Harita: 4).

Haritada ilk bakışta göze çarpan ve bugün olduğu gibi o günlerde de büyük önem taşıyan tarihi eserlerden biri olan Karaman Kalesi’nin yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, Karaman’ın tarihiyle yaşıt olduğu düşünülmekte ve her dönem üzerinde birtakım yenilikler yapıldığı kabul edilmektedir. Bu yapının Selçuklular tarafından inşa edildiği ve onarıldığı söylenmesine rağmen Roma-Bizans dönemlerinde insanların kale olmadan yaşamasının mümkün olmadığı ve Strabon’un da belirttiği üzere Binbirkilise ile Karadağ’da birçok kalenin bulunmasına rağmen Karaman’da kale olmaması uzak bir ihtimal olarak düşünülmektedir (Gümüşçü, 2001: 73). Selçuklu Devleti zamanında Sultan II. Kılıç Arslan (1156-1187) ve oğlu I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1187-1196) dönemlerinde kalede önemli yapım çalışmaları olmuştur (Dülgerler, 2000: 169; Topal, 2007: 84). Selçuklulardan sonra bu topraklarda Karamanoğulları hüküm sürmüş ve Karaman’ın başkent olması dolayısıyla kalenin surları yenilenmiş fakat 1470’li yılların başında Fatih Sultan Mehmet, Gedik Ahmet Paşa’yı Karamanoğulları’ndan şehrin anahtarını alması için Lârende’ye gönderince şehir büyük bir yıkıma uğramıştır. Şikari, Gedik Ahmet Paşa’nın yaptığı yıkımı “Gedik Ahmet Paşa gelüb altı yıl sefer idüb ahir Lârende’yi Karamanoğlu Kasım Bey’in elinden alub, saray yerine hisar yapub ne kadar azim bina var ise yıkub hisara harç eyledi” şeklinde aktarmıştır (Gümüşçü, 2001: 42). İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre de Osmanlı Devleti, kaleyi ele geçirdikten sonra

(6)

Karamanoğulları Beyliği’nin yıkıldığına işaret etmek için Karaman’da bulunan mezar taşları, camii, medrese, mescit ve türbelerin kitabelerini kalenin yenilenmesinde gelişigüzel kullanmıştır (Konyalı, 1967: 164), (Resim: 3).

Haritada geniş yer verilen ve ilk bakışta hemen göze çarpan Karaman Kalesi, Anadolu’nun sayılı surlarından biridir (Resim: 4). Kalenin iç kale, orta kale ve dış kale olarak üç bölümden oluştuğu, bölümler arasında irtibatı sağlayan tüneller olduğu bilinmektedir (Konyalı, 1967: 164; Topal, 2007: 83; Tapur, 2009: 125). Dış kalenin de bazı kaynaklara göre on bir, (Duru, T; 2010: 104), bazılarına göre de on dokuz (Konyalı, 1967: 168) kapısının olduğu ifade edilmektedir. Ancak 1917 tarihli haritada, bugün olduğu gibi yalnızca Hisar, yani iç kalenin ayakta kaldığı görülmektedir. İç kale höyük üzerine kurulmuştur. İçerisinde iki sivil konut, bir cami, bir hamam ve çeşmeler barındırmaktadır (Topal, 2007: 83). Orta kaledeki bazı kalıntılar dışında, dış kalenin surları ve kapıların izlerine günümüzde rastlanmamaktadır. Arkeolojik çalışmalar sonucunda elde edilen verilere göre Hisarın üzerine inşa edildiği höyük Demir Çağı, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu, Karamanoğlu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde yerleşim yeri olarak kullanılmıştır (Topal, 2007: 83). İç kalede burç eteklerinde İslami dönem mimarisi izlerine rastlanırken orta kalede gayri İslami mimari izleri görülmektedir (Konyalı, 1967: 164; Dülgerler, 2000: 169; Topal, 2007: 84). Ayrıca eskiden kalenin etrafındaki hendeklerin su ikmalinin Kazalpa Çayından yapıldığı da bilinmektedir (Duru, T; 2010: 104). Çünkü kalelerin faal olarak kullanıldığı dönemlerde bir kalenin eteğinde su bulunması veya yanından bir ırmağın geçmesi önemliydi. Böylece herhangi bir düşman saldırısında kale içerisindeki insanlar susuz kalmamaktaydı. Karaman Kalesi’nin de böyle bir özelliği vardı. Kazalpa ve şehir ırmakları kalenin içerisinden akmaktaydı (Konyalı, 1967: 163). Böylece hem susuzluğun önüne geçilmiş olunuyordu hem de hendekler suyla doldurularak kale korunuyordu. Fisandun Deresi’nden gelen suyun da Karaman şehir merkezinden geçtiği ve şehir merkezinde iki kola ayrıldığı, bu suyun değirmenlerin çarkını çevirmede, mezbahanın su ihtiyacını karşılamada kullanıldığı ifade edilmektedir (Çopur, 2004: 29). Ancak yukarıda zikredilen unsurların hiç biri mevcut haritada görülmemektedir.

16. yüzyılın ortalarında Karaman yani Lârende Kalesi eski önemini kaybetmiştir. Çünkü II. Selim (1524-1574) zamanında Konya-Ereğli güzergâhı üzerinde bulunan Sultaniye hattının önem kazanmasıyla Lârende hattının önemi azalmıştır (Gümüşçü, 2001: 70, 71). Böylece 3 numaralı mühime defterindeki H. 967/M.1557 tarihli hükme göre Konya Kalesi’nde işlerin fazla, askerin az olması, Lârende Kalesi’nin yoldan sapa kalması ve işlerinin azalmasından dolayı yirmi askerin Konya Kalesi’ne gitmesi gerektiği bildirilmiştir (Gümüşçü, 2001: 70, 71). Yani bu dönemde Karaman Kalesi ticari yollar üzerinde bulunma özelliğini kaybedince ikinci plana düşerek muhafızlarının bir kısmı Konya Kalesi’ne gönderilmiştir.

Evliya Çelebi de Karaman Kalesi’nden bahsederken kalenin üç kısımdan ibaret olduğunu söylemektedir. Ancak Evliya Çelebi’nin tasvir ettiği kale ile haritada görülen kale (Harita: 4) arasında farklar vardır, çünkü aradan yüzyıllar geçmiştir. Haritada yüz yıl önceki yani 20. yüzyılın başlarındaki durumunu gördüğümüz Karaman Kalesi’ni Evliya Çelebi yüzlerce yıl önce 17. yüzyılın ikinci yarısında şöyle anlatmaktadır:

“Kalesi, Karaman Ovasının ortasında havalesiz üç kat bir şeddadi bina sarp, sağlam ve dayanıklı kaledir. İç kalesi bir yüksek topraklı bayır üzerinde dört köşe şeddadi iri taşlı kaledir. Bu iç kalenin büyüklüğü 600 adımdır ve 8 büyük kuledir. Dört tarafı derin ve geniş hendektir. Batıya bakan ancak bir kapısı var. Ağaç köprü ile geçilir üç kat demir kapılardır. Bu kapının iki tarafında olan duvar taşlarının her birinde iri yazı ile

(7)

Esmâ’ül-hüsnâ yazılmıştır. Ve dizdar15 burada oturur. Tamamı 46 adet toprak örtülü

küçük evlerdir ve bir camiden gayri bir şey yoktur.

Bu kaleden taşra bir kat kale daha çevrilmiştir. Ortahisar derler, yuvarlak, sağlam bir kaledir. Başka hendeği vardır. Çepçevre büyüklüğü 1.700 adımdır, 40 kuledir. Ve iki kapıdır. Batı tarafına Deli Kapısı, kıble tarafına Pazar Kapısı.

Bu büyük şehri kuşatan taşra burç kalesi üçüncü katıdır. Çepçevre 7.000 adım büyük kaledir. Toplamı 140 kuledir ve 9 kapıdır. Evvela Paşa Camii yakınında kıbleye bakar Elmedin Kapısı, doğuya nazır Seki Çeşmesi Kapısı, yine doğuya doğru Şam Kapısı, batıya bakan Kör Soğuk Kapısı, Hazret-i Mevlânâ annesinin türbesi dibinde Parmak Kapı, güneye Toplar Kapısı, kıbleye İmaret Kapısı, güneye Emir Ahmet Kapısı ve kıbleye Tekke Kapısı” (Evliya Çelebi, 2011: 336).

20. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise Karaman Kalesi’ndeki Selçuklu izleri varlığını hala sürdürmekteydi. Zira İngiliz casusu Gertrude Bell 6 Mayıs 1905’te Karaman Kalesi’yle ilgili olarak şunları dile getirmektedir: “Şehir manzarasını bütün görkemi ile gözler önüne seren kaleye tırmandım. Kalenin güneybatısı yakınında iki tane Selçuklu İmparatorluğu döneminden kalma cami harabesi vardı. Birincisinin çok güzel ve ince minaresi vardı. İkincisinin ise ana giriş kapısı karşısında duran büyüleyici bir çeşmesi ve onun yanı sıra gıpta ile seyredilesi bir işçiliği vardı. Fakat hepsi perişan bir haldeydi.” (Duru, R; Baskı tarihi yok: 104).

Karaman Kalesi’nden bir zamanlar atılan topla iftar vakti duyurulmaktaydı. Yani Kale’nin böyle bir işlevi de vardı. Buradan atılan kurusıkı topun sesi Karaman’ın her yerinden işitilirdi (Çopur, 2004: 35). Karaman Kalesi’nin sağdan üçüncü burcuna halk bu yüzden top burcu veya top kulesi adını vermişti (Konyalı, 1967: 176; Cicibıyık, 28.02.2012).

İç kalenin 1961 ve 1975 yıllarında iki kez restore edilmesiyle birlikte burası Belediye ve halk tarafından farklı amaçlar için de kullanılmaya başlanmış ve içi amfiteatr olarak düzenlenmiştir (Dülgerler, 2000: 169; Topal, 2007: 83). Zaman zaman Belediye tarafından düzenlenen sosyal faaliyetler burada yapılmıştır. Örneğin Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçeyi resmi dil ilan etmesi dolayısıyla kutlanan Türk Dili Bayramlarında kale içerisinde şenlikler düzenlenmiştir (Konyalı, 1967: 177). 1960’lı yıllarda Karaman Belediyesi’nde Meclis Üyesi olarak görev yapan İbrahim Cicibıyık da “Bizim zamanımızda kalenin içinde Dil Bayramını yaptık. Oraya sahneler kurduk. Orada böyle faaliyetlerde bulunduk” şeklinde açıklamalar yaparak, Hisar çevresiyle ilgili olarak da şunları söylemiştir: “Karaman’ın en gözde mahallesi Hisar’daymış. O kalenin etrafında evler vardı (Resim: 5). Annemin babası hali vakti yerinde bir adammış ve o civarda otururlarmış. Ondan sonra kalkmışlar şehre, buraya (merkeze) gelmişler. Evleri virane kalmış. Zamanla oralar kaybola kaybola yok olmuş. İkinci ve üçüncü ellere geçmiş. Karaman Belediyesi’nde görevli iken (1963 yılında olması lazım) orayı biz yıkıma tabi tuttuk. Yani oradaki evlere ruhsat vermeyip kalenin etrafını temizlemek istedik” (Cicibıyık, 28.02.2012).

Böylece oradaki evler yıkılarak Kale çevresi günümüzdeki görünümüne kavuşturulmuştur.

(8)

Hisar Caddesi

Haritaya göre 1917 yılı Karaman’ında Hisar’dan kuzeydoğu yönünde şehir merkezine doğru birbirine paralel olarak uzanan iki cadde bulunmaktadır. Bu caddelerden sağ tarafta olan ve Dikbasan Camii ile At Pazarı’nın bulunduğu alana yani şehir merkezine doğru uzananına “Hisar Caddesi” adı verilmiştir. Sol tarafta bulunan ve “Necibe Sultan” olarak adlandırılan binanın önünden geçerek İstasyon Caddesi ile birleşen caddenin ise haritada isimsiz olduğu ve sanki İstasyon Caddesi’nin bir devamı gibi görüldüğü anlaşılmaktadır (Harita: 4, 5). Günümüzde ise bu ismi taşıyan cadde bulunmamaktadır. Haritada Hisar Caddesi olarak geçen caddelerin isimleri bugün Behçet Kemal Çağlar Caddesi, Şehit İsa Kiriş Caddesi, Turgut Özal Caddesi ve Atatürk Bulvarı gibi isimlerle anılmaktadır (Harita: 8, 9).

Necibe Sultan

Haritada “Necibe Sultan” adıyla gösterilen yapı ise Osmanlı Sultanı Murad Hüdavendigâr’ın kızı ve Karamanoğlu Alâeddin Bey’in eşi Melek Hatun tarafından yaptırılan Hatuniye Medresesi’dir. Melek Hatun’un bilinen isminin Nefise Sultan olduğu söylenmektedir (Duru, T; 2010: 107). Medresenin Sultan Hatun tarafından bazı kaynaklara göre 1382, bazılarına göre 1388 yılında yaptırıldığı ifade edilmektedir (Topal, 2007: 234; Duru, T; 2010: 254; Konyalı, 1967: 467). Bu sözler bize Nefise Sultan için “Sultan Hatun” tabirinin de kullanıldığını göstermektedir. Görüldüğü gibi Osmanlı dönemi yapılarından olan bu eser, genelde Hatuniye Medresesi olarak adlandırılmış ise de çeşitli kaynaklarda değişik isimlerle geçmektedir. Bu isimler Nefise Sultan Medresesi (Tapur, 2009: 128), Hatun Mescidi (Konyalı, 1967: 303), Hatuniye Medresesi (Topal, 2007: 234; Duru, T; 2010: 254) gibi isimlerdir. Ancak Necibe Sultan ifadesinin yanlışlıkla mı yazıldığı yoksa Melek Hatun için böyle bir ismin de kullanılıp kullanılmadığı bilinmemektedir.

Karaman’ın Ali Şahane Mahallesi’nde inşa edilen bu medrese, (Konyalı, 1967: 303; Dülgerler, 2000: 144) Nefise Sultan (Melek Hatun) tarafından mimar Numan b. Hoca Ahmet’e yaptırılmıştır (Topal, 2007: 234) ki medresenin kapısının sağ köşesinde “Numan oğlu Hoca Ahmet için Fatiha suresi okuyana Allah rahmet etsin” şeklinde bir yazı vardır (Duru, T; 2010: 254).

Bu yapının inşasında kesme taşlar kullanılmakla beraber girişindeki süsleme taç kapı, eyvan kemeri, köşe odaların girişlerinde toplanmış ve yapıya ayrı bir hava katmıştır. Bazı yerlerde kırık çizgiler, geometrik motifler ve bitki motifleri kullanılmıştır (Topal, 2007: 234). Yapı Osmanlı döneminde medrese olarak kullanıldığı için bazı yerlerine ilmi öven yazılar yazılmıştır (Tapur, 2009: 128). Bu medrese kapalı avlulu olup avlunun her iki tarafında da öğrenci hücreleri bulunmaktadır (Aköz, 2000: 102; Tapur, 2009: 128).

Medresenin ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için çeşitli yerlerde gelir kaynakları oluşturulmuştur. Bunlar Melek Hatun Vakfiyesi’nde tek tek dile getirilerek medresenin ilelebet varlığını sürdürebilmesi için vakfedilmiştir (Konyalı, 1967: 303, 304; Duru, T; 2010: 254). 1483 yılında medresenin müderrisi padişahın emriyle Mevlânâ Tacüddin olmuştur ve evkafı Hatun Hamamı’nın yarı geliri ile üç değirmen, on beş zemin ve dört bağın gelirinden oluşmakla beraber 5330 akçeyi bulmuştur (Aköz, 2000: 103).

Kaynaklarda Hatuniye Medresesi dışında bir de Hatun Hamamı adına rastlanmaktadır. Nitekim ikinci kale surları içinde yapılan kazılarda bu hamama ait yıkıntılar ortaya çıkmıştır (Duru, T; 2010: 107).

(9)

1955 tarihli bir resimde harabe halinde görülen Hatuniye Medresesi 2003 yılında restore edilip lokanta olarak kullanılmaya başlanmıştır (Topal, 2007; 234), (Resim: 6, 7). Günümüzde de bu maksatla kullanılan yapı birçok sosyal faaliyete ev sahipliği yapmaktadır.

Mezarlık

Hisar ile Necibe Sultan arasında büyük bir alan haritada mezarlık olarak gösterilmektedir (Harita: 4). Burası sonraki dönemlerde Hatuniye Mezarlığı adıyla anılmıştır (Mısırlıoğlu, 2008: 191). Hisar ile Hatuniye Medresesi arasında bulunan bu mezarlığın Hisar Mezarlığı adıyla anıldığı da bilinmektedir (Ülkümen, Baskı tarihi yok: 88). Günümüzde bu alanda mezarlık yoktur. Bölgedeki yollar ve yapılar inşa edilirken muhtemelen bu mezarlık da ortadan kaldırılmıştır.

Karaman Mevkifî ve İstasyon Caddesi

Haritada İstasyon kavramı Osmanlı Türkçesi ile “Karaman Mevkifî” diye yazılırken, aynı sözcük Fransızca olarak “Gare De Karaman” şeklinde yer almaktadır (Harita: 5). “Mevkif” kelimesi, durak, duracak yer, demiryolu katarının yolcu ve yük alıp vermek üzere durduğu mahal, yer, istasyon anlamına gelmektedir (Şemseddin Sami, 1992: 1432; Devellioğlu, 1995: 635).

İstasyon ve İstasyon Caddesi bu dönem Karamanının önemli değerlerinden biri olarak görülmektedir. Karaman’a demiryolu 1904 yılında ulaşmıştır (Çopur, 2004: 40). Karaman’dan ilk defa trenin geçişi Rumi takvime göre 1319 senesinde gerçekleşmiştir ki bu tarih de Miladi olarak 1904 yılına tekabül etmektedir (Sapancalı, 1993: 42). İstanbul– Bağdat-Hicaz Demiryolu inşaatı kapsamında yapılan Karaman İstasyonu da bütün müştemilatıyla beraber Almanlar tarafından inşa edilmiştir (Resim: 8). Bu arada istasyonun şehirle bağlantısını sağlamak maksadıyla İstasyon Caddesi açılmıştır (Duru, T; 2010: 245, 246) (Resim: 9). Karaman İstasyonu bir zamanlar gerçek manada halkın yegâne gezinti ve mesire yeri idi. Şehirde nefes alacak, dinlenecek yer olarak bir tek İstasyon Parkı vardı. Burayı daha ziyade Karaman’a dışarıdan gelen memur aileleri şenlendirirdi (Çopur, 2004: 110). 20. yüzyılın başlarında Karaman’a ulaşan demiryolu, Karaman’ın ticari alanda gelişmesine, kabuğunu kırarak dışa açılmasına sebep olmuştur (Duru, R; Baskı tarihi yok: 59). Ancak bu açılımın yeterli olduğu söylenemez. Ayrıca demiryolunun Karaman’dan geçmesi o dönemde günlerle ifade edilen seyahatlerin artık saatlerle ifade edilir olması, ulaşımın kolaylaşması ve bunun sosyal hayat üzerindeki olumlu etkisi bakımından da önemlidir. Zira 1905 yılında Karaman’da bulunan Gertrude Bell de günlüğünün 6/7 Mayıs tarihli bölümünde bu konuya değinmekte ve Karaman’dan Konya’ya çamurlu bir düzlük üzerinde yürüyerek iki günde gidecekken demiryolu vasıtasıyla üç saatte gidebileceğini yazarak demiryolunun şahane bir buluş olduğuna dikkatleri çekmektedir (Duru, R; Baskı tarihi yok: 107).

İstasyon Caddesi ise Karaman’ın o dönemdeki en önemli yollarından biridir. Sapancalı Hüsnü Bey bu caddenin şehirle bağlantısını şöyle ifade etmektedir: “İstasyondan başlayarak şehir merkezine kadar dört beş metre genişliğinde şose16

vardır. Bu Adana ana yoludur” (Sapancalı, 1993: 40).

Haritada verilen bilgiye göre İstasyon Caddesi’nin şehir merkezine ulaştığı noktada Hacıbeyler Cami-i Şerifi, onun kuzeydoğusunda Hamam ve onun da güneybatısında Mevlevihâne Cami-i Şerifi bulunmaktadır (Harita: 5).

(10)

Hacıbeyler Cami-i Şerifi

1917 tarihli Karaman Şehir Haritası’nda bu adla anılan Hacıbeyler Cami-i Şerifi (Harita: 5), Karaman kültür envanteri içerisinde şüphesiz ki önemli bir yere sahiptir. Ancak İstasyon Caddesi’nin şehirle birleştiği yerde bulunan caminin bir kısmı yola engel teşkil ettiği gerekçesiyle 1903 yılında yıkılmıştır (Karpuz, 2009: 79). Demiryolu inşaatı için Karaman’da bulunan Alman ustaların marifetiyle caminin kapısı geri kalan bölümüne monte edilmiş yani bugünkü kapı ve yanındaki duvarlar aynı taşlar kullanılarak yapılmıştır (Duru, T; 2010: 266), (Resim: 10).

Hacıbeyler Camii’nin bir kısmını yıkarak, İstasyon Caddesi’ni açan 1890 – 1920 yılları arasında yaklaşık otuz yıl belediye başkanlığı yapan Ahmet Hilmi Birant’tır (Duru, R; Baskı tarihi yok: 80), (Resim: 2). Aynı belediye başkanı, İzmir’in işgalini protesto etmek maksadıyla Karaman eşrafı ile birlikte Sadaret Makamına 28 Mayıs 1919 tarihli bir protesto telgrafı da çekmiştir (Duru, R; Baskı tarihi yok: 85, 86).

Hacıbeyler Camii 1. İstasyon Caddesi üzerinde, Aktekke Camii’nin kuzeydoğusunda bulunan tarihi bir yapıdır. Günümüzdeki Külhan Mahallesi’nde bulunmaktadır (Cengiz, 2009: 59). Caminin yapım tarihi yapı üzerindeki kitabede Miladi 1356 yılı olarak belirtilmiştir (Karpuz, 2009: 79; Konyalı, 1967: 295). Camii yaptıran Seyfeddin Hacıbeyler (Topal, 2007: 144), Karamanoğlu Alâeddin Halil Bey zamanında büyük memuriyet sahibi bir zat idi (Totaysalgır, 1944: 63). Karamanoğlu II. Mehmet’in de amcası idi (Aköz, 2000: 95). Caminin vakfiyesinde belirtildiği üzere Hacıbeyler’in babası Sadeddin Mübârek’tir. Unvanı da Nizamüddin olarak geçmektedir. Bu sebepten dolayı camiye Nizam Camii de denilmiştir (Konyalı, 1967: 297 - 298).

Caminin banisinin Mısır Sultanı En-Nasır’ın naiplerinden biri olan Büyük Emir Hacıbeyler olduğu şeklinde ifadelere de rastlanmaktadır (Karpuz, 2009: 80; Konyalı, 1967: 296). Giriş kapısının hemen üstündeki bir yazıtta ise 1496 yılında buranın yeniden yapıldığı yazılmasına rağmen herhangi bir isme yer verilmemiştir (Karpuz, 2009: 80). Evliya Çelebi de bu caminin minaresi olmadığını belirtmiştir (Cengiz, 2009: 59). Caminin kuzeydoğu köşesinde bulunan bugünkü tek şerefeli minare ise 2000 yılında inşa edilmiştir (Topal, 2007: 144).

Camiye bazı yerlerin gelir olarak verildiği vakıf defterlerinden anlaşılmaktadır. Buraya zaman zaman vaiz, nâsih, hatip, imam ve müezzin ataması yapıldığı yine bazı arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır (Cengiz, 2009: 60). Bunun dışında caminin hemen yanında yer alan muallimhanenin de 1756/1757 yıllarında faaliyetlerine devam ettiği bilinmektedir (Cengiz, 2009: 60).

Cami olarak inşa edilen bu yapı, sonradan 1951 yılında il halk kütüphanesine dönüştürülmüştür (Karpuz, 2009: 79; Konyalı, 1967: 296). Ancak 1989 yılında kütüphanenin buradan taşınmasından sonra tekrar ibadete açılmıştır (Uysal, Baskı tarihi yok: 112).

Hacıbeyler Camii’nin karşısında eskiden aynı isimde bir de çeşme bulunmaktaydı. Bu çeşme 1965 yılında belediye tarafından yapılan yol çalışmaları sırasında tamamen yıkılarak yok olmuştur (Denktaş, 2007, 175 – 176). Ne zaman inşa edildiği konusunda herhangi bir fikir yoktur fakat çeşme kemerindeki kitabeden 1755’te onarıldığı anlaşılmıştır (Denktaş, 2007, 175). Ayrıca yukarıdaki literatüre rağmen, bugün Hacıbeyler Camii’nin asıl yerinin burası olmadığı caminin aslında yolun karşı tarafında olduğu Karaman eşrafından bazı kişiler tarafından iddia edilmektedir. Ancak 1917 tarihli haritada Cami bugünkü yerinde gösterilmektedir (Harita: 5). Buradan hareketle söz konusu Cami’nin en az 1917 yılından beri şimdiki yerinde olduğu anlaşılmaktadır.

(11)

Hamam

Evliya Çelebi Karaman’da 6 hamam olduğunu belirterek bunların adlarının Yeni Hamam, Seki Çeşmesi Hamamı, Karaman Hocası Molla Fenari Hazretlerinin Nazargâh Hamamı, Nasuh Bey Hamamı, Süleyman Bey Hamamı ve Seyyid Hoca Hamamı olduğunu yazmaktadır (Evliya Çelebi, 2011: 338). Bu hamamlardan sadece bir tanesi haritada yer almaktadır ki o da Süleyman Bey Hamamı’dır (Harita: 5; Resim: 11).

Sapancalı Hüsnü Bey’in 1922 yılında yaptığı tarife göre bu Hamam, İstasyon Caddesi üzerinde Mader-i Mevlânâ Zaviyesi karşısında bulunmaktadır (Sapancalı, 1993: 43). Daha sonra İbrahim Hakkı Konyalı da bu hamamın yerini şöyle tarif etmektedir: “Hamam Alişahane Mahallesi’nde Ak Tekke’nin–Mâder-i Mevlânâ Zaviyesi’nin yol aşırı doğusundadır” (Konyalı, 1967: 535). 1917 tarihli Karaman Şehir Haritası’nda da Hamam ile Mevlevihâne Cami-i Şerifi arasından geçen yolun İstasyon Caddesi ile Çarşı Caddesini birbirine bağladığı görülmektedir (Harita: 5). Yani bu Hamam o gün de önemli bir güzergâh üzerinde bulunmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı’nın ifadesiyle, Karaman’ın asil varlığından pek çok şey kaybetmeden günümüze kadar gelen bu Hamam muntazam kesme taşla yapılmıştır ve eşsiz bir tarih yadigârıdır. Dış soğukluğunu örten kubbesi gök kubbe kadar derindir. Bu güzide eser Karamanoğlu hükümdarlarından Halil Bey’in oğlu Süleyman Paşa tarafından yaptırılmış ve Mevlânâ Zaviyesine vakfedilmiştir (Konyalı, 1967: 535, 536). Süleyman Bey’in 1356-1361 tarihlerinde Karamanoğulları tahtında hüküm sürmesinden istifade edilerek, 14. yüzyıl ortalarında yaptırıldığı tahmin edilen Hamam, günümüzde de işlevini sürdürmektedir ve şahıs mülkiyetine geçmiştir (Topal, 2007: 240; Dülgerler, 2006: 199).

Mevlevihâne Cami-i Şerifi

İstasyon Caddesi şehirle buluştuğu noktada yani Hacıbeyler Camii’nin önünde ikiye ayrılmaktadır. Sağ tarafa yani güneybatı istikametine doğru giden kısmı Hisar’a ulaşırken, sol tarafa yani kuzeydoğu yönüne giden kısmı ise Hamam ve Mevlevihâne Cami-i Şerifi’nin arasından ve yakındaki pazarın önünden geçerek Çarşı Caddesi’ne ulaşmaktadır (Harita: 4, 5, 6, 7; Resim: 12, 13).

Bu tarihi yapıt İmaret Mahallesi’ndedir. Haritada Mevlevihâne Cami-i Şerifi diye geçen bu eser Aktekke, Mader-i Mevlânâ Türbe ve Camii, Valide Sultan Camii ve Mevlevi Tekkesi isimleriyle de anılmaktadır (Konyalı, 1967: 229). Sapancalı H. Hüsnü bu camiyle alakalı olarak şunları söylemektedir: “İstasyondan şehre giderken önünde uzun ve kârgir minaresiyle en evvel bu bina rast gelir. Bu binada sanat ve tarz-ı mimari itibariyle şayan-ı kayd bir şey yokdur. Yalnız zikre ve şükre şayan bir şey var ise bugüne kadar sağlam olarak kalmışdır” (Sapancalı, 1993: 56).

Giriş kapısının üzerindeki kitabesine göre cami 1370 yılında Karamanoğlu Alâeddin Bey tarafından yaptırılmıştır (Konyalı, 1967: 230; Topal, 2007: 122). Alâeddin Bey aynı zamanda şehit düşen kardeşinin (Süleyman Bey) türbesini de bu caminin yanına yaptırmıştır (Konyalı, 1967: 233).

Camii inşa ettiren Alâeddin Bey’e Mevlânâ sevgisi babası Halil Bey’den geçmiştir (Konyalı, 1967: 239). Mevlânâ Celaleddin Rumi ise 13. yüzyılın ilk yarısında ailesiyle Karaman’a gelmiş ve burada yedi yıl boyunca yaşamıştır (Topal, 2007: 122).

Cami ve türbe inşa edildiği dönemde Alâeddin Bey buraya çeşitli yerleri gelir olarak vakfetmiştir (Konyalı, 1967: 234). Fatih Sultan Mehmet döneminde 1476 yılında tahrir emininin tespitine göre tekkenin vakfiyesi bulunamamış ve atıl durumda olduğunu defterine yazmıştır (Konyalı, 1967: 236). Alâeddin Bey’in Aktekke Vakfiyesi, zamanında

(12)

Karaman Halk Kütüphanesi’nde bulunmuş ve Konya Yusufağa Kütüphanesi’ne nakledilmiştir (Konyalı, 1967: 252).

Mevlevihâne Cami-i Şerifi alışılmış cami tiplerinin hiçbirisine benzememekle beraber kubbesi altında semahane ve türbe bulunan Mevlevi zikir ve ibadet yeridir (Konyalı, 1967: 239). Cami iki kısımdan meydana gelmektedir. Bunlar son cemaat kısmı ve esas cami kısmıdır (Uysal, Alodalı, Demirci, Baskı tarihi yok: 474). Son cemaat mahallinin üstü eşit büyüklükte üç kubbeyle kapatılmıştır (Karpuz, 2009: 54).

Eserin inşasında Karaman’ın ak taşı kullanılmış ki bu sebepten dolayı yapıya Aktekke de denilmektedir (Konyalı, 1967: 229). Cami merkezi kubbeli yüksek minareli bir eserdir. On yedi penceresinden ışık almaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü burayı tamir ettirerek yapının günümüze dek ulaşmasını sağlamıştır. Caminin dış süslemesi kullanılmış olan doğal malzemenin rengi ve dokusunu bozmayacak şekilde yapılmıştır (Dülgerler, 2000: 139). Giriş kapısının üzerindeki mermer kemere Mevlevi sikkesi işlenmiştir. Kapının üstündeki sikkede beş satırlık Arapça bir yazı vardır (Konyalı, 1967: 230, 239). Girişinin sağında ve solunda iki tane mihrapçık bulunmaktadır (Temzisoy, Uysal, 1987: 61). Mihrabın süslemesinde birçok motif kullanılmıştır (Dülgerler, 2006: 87). Cami içerisinde sol tarafta ayrılmış olan yerde 21 adet taştan yapılmış sandukalı mezar vardır (Resim: 14). Burada Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin annesi Mümine Hatun, eşi Gevher Hatun, kardeşi Alâeddin Çelebi, Alâeddin Bey’in kardeşi Süleyman Şah ve bazı akrabalarının kabirlerinin bulunduğu kabul edilmektedir. Caminin minaresi Osmanlı özelliklerini yansıtır (Konyalı, 1967: 240, 243; Karpuz, 2009: 54; Topal, 2007: 122). Gerek mimaride ve gerekse süslemede Osmanlı etkisi az da olsa göze çarpar. Bu mabedin kapısının iç tarafında H. 1279 yazmaktadır ki bu tarih Miladi 1862/1863’e tekabül eder. Bu da bize eserin bu tarihte tamir edildiğini gösterir (Konyalı, 1967: 230, 243).

Cami duvarında büyük hattat Hamid’in iki levhası vardır ve bunların birisine Hâmid-i Amidî diye adını yazmıştır. Diğer levha ise 1384 yılında Hâmid imzasıyla yazılmış ve “Cennet anaların ayağı altındadır” Hadis-i Şerifi yer almıştır. Tekkenin sol duvarında Mustafa Halimi ile Mithat Efendi’nin manzumesi vardır. Göze çarpan bir başka levha ise Giritli Mevlevi Şükrü’nündür. Yapı içerisinde mezar taşları ve bazı kitabeler de bulunmaktadır (Konyalı, 1967: 244-247).

Mevlevihâne Cami-i Şerifi’nin güneybatı yönünde Karamanoğullarına, Osmanlılara ve Cumhuriyetin ilk yıllarına ait mezarlar bulunmaktadır. Mezar taşlarının büyük bir kısmı Karaman devri mimarisini yansıtmaktadır. Bu mezarlıkta kullanılan mezar taşlarında kurtderesi taşı olarak bilinen por taş ile beyaz mermer kullanılmıştır. Erkek mezarlarının baş taşları sarıklı, kadın mezarlarınınki ise bitkisel süslemelidir (Topal, 2007: 246). Kıymetli olan bazı mezar taşları zamanla yok olmuştur (Konyalı, 1967: 248).

Bu tarihi yapının 1648 yılında medrese olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Evliya Çelebi, Mevlevihâne Cami-i Şerifi’nin cemaatinin kalabalık olduğundan bahsederek Hazret-i Mevlânâ annesinin cami içinde medfun ve buranın Mevlevi Tekkesi olduğunu dile getirmektedir (Evliya Çelebi, 2011: 336).

Mader-i Mevlânâ Camii avlusunun kuzeyinde kesme taştan yapılmış, birer pencereli ve ocaklı hücreler bulunmaktadır. Bunlar derviş ve talebelerin kaldıkları yerlerdir ve çok sade bir yapıya sahiptir (Uysal, Alodalı, Demirci, Baskı tarihi yok: 474; Konyalı, 1967: 250). Yine Sapancalı H. Hüsnü bu caminin haritanın çizildiği dönemdeki halini şöyle anlatmıştır: “Zaviyenin sekiz kadar derviş odaları ile bir şeyh dairesi vardır. Havlısının ortası havuzlu güzel bir bağçe olup ekseriyya zaviyeye gelüp

(13)

kanapelere otururlar. Hâlâ şeyhi “Bekir Efendi” namında muhterem bir zatdır. Zaviyenin havlısına tesadüf eden ufak kubbeler yanındaki saçaklar münhedim olmuş, asıl kubbenin kurşunları çürümüş tamire şiddetle muhtaç ise de maalesef Evkafa merbut olmadığından kulak asılmıyor” (Sapancalı, 1993: 57). Bu hücreler 1966 yılında tamirat geçirmiştir (Konyalı, 1967: 250).

Günümüzde Karaman’da işlevini sürdüren önemli tarihi eserlerden birisi olan Mevlevihâne Cami-i Şerifi, inanç turizmi açısından insanların ilgisini çekmeye devam etmektedir.

Pazar

Haritada Mevlevihâne Cami-i Şerifi ile At Pazarı Meydanı arasında gösterilen Pazar, Buğday Pazarı olarak da anılmaktadır. Hatta eskiden bayram yeri olarak da kullanılan bu yerde salıncaklar, dönme dolaplar kurulduğu, burada simit, balon, elma şekeri, pişmaniye, macun, kuru üzüm, kestane, leblebi, leblebi şekeri gibi yiyeceklerin satıldığı ve bayram süresince çoluk çocuk ve gençlerin doyasıya eğlendikleri bilinmektedir. Aynı şekilde zaman zaman Karaman’a gelen cambazların üzerinde gösteri yaptığı iplerin de buraya kurulduğu söylenmektedir (Çopur, 2004: 36, 50). Buğday Pazarı’nın yakınında Saman ve Odun Pazarları da vardı ki bunların hepsi Mevlevihâne Cami-i Şerifi’nin arkasındaki meydanda bulunmaktaydı (Duru, T; 2010: 235).

Hasan Pınarbaşı da eserinde Buğday Pazarı’ndan şöyle bahsetmiştir: “Karaman’da eskiden doğusunda Buğday Pazarı, batı ve güneyinde de Odun Pazarı olarak kullanılan geniş bir alan vardır. Mülkiyeti Belediyeye aitti. Tüm hububat tüccarlarının, birer ikişer adet olarak kiraladıkları depoları buradaydı. Bu depolara innas adı verilirdi. Tüccarlar Belediyeye işgaliye adı altında kira verirlerdi. Köylüden satın alınan tüm hububatlar burada biriktirilir ve gideceği yere gönderilirdi… Karaman’ın kömürüyle diğer kömürler burada satılırdı Develere yüklenen kömürler buradan sevk edilirdi” (Pınarbaşı, Baskı tarihi yok: 283).

Karaman Belediyesinde görev yapmış olan İbrahim Cicibıyık ise Buğday Pazarıyla ilgili olarak “Üstü kapalı ve kubbeliydi. Belediye başkanlarından bir tanesi orayı yıktı ve oraya sıralı dükkânlar yaptı. Odun Pazarı’nın bu tarafında kalmaktaydı ama şimdi yok” demiştir (Cicibıyık, 28.02.2012).

Buğday Pazarı’nın doğu, batı ve kuzeye açılan üç tane kapısı vardı (Konyalı, 1967: 657). Günümüzde artık yıkılıp kaybolmuş bir yapıdır fakat yeri hâlâ Buğday Pazarı adıyla anılır ve Belediye buraya dükkânlar yaptırmıştır. Geçmişte idam sehpaları buraya kurulurmuş ve hatta İstiklâl Savaşı sırasında burada birçok kişi idam edilmiştir. Bu dönemde Buğday Pazarı’na ait eski bir bina hapishane olarak da kullanılmıştır (Konyalı, 1967: 657).

Haritada sadece “Pazar” olarak gösterilen yer ve çevresinde yani Pazarın bulunduğu bölgede Tahıl Pazarı Mescidi adı ile bir cami bulunmaktadır. Bu yapıt 1483 yılı sonrasında yapılmış fakat varlığını günümüze dek sürdürememiştir (Aköz, 2000: 99). Haritada da yoktur.

Adı geçen haritaya göre Pazar’ın doğusundaki Çarşı Caddesi’nin güneyinde ise At Pazarı, Dikbasan Camii, Hassan Köylü Pavlu Hanı ve Hassasi Mescidi bulunmaktadır.

At Pazarı Meydanı

At Pazarı Meydanı denilen ve hayvan alım ve satımı yapılan bu yerde pazar haftada bir gün kurulurdu. Perşembe günleri bütün civar köylerden insanlar gelerek

(14)

alacaklarını alır satacaklarını satarlardı. Bu geliş ve gidişler Cihan Harbi’nin sıkıntılı dönemlerinde eşkıya tehdidinden dolayı toplu halde olur ve hayvanlar da sürü halinde getirilip götürülürdü (Duru, R; Baskı tarihi yok: 57). Sapancalı Hüsnü Bey de o dönemlerde yani 20. yüzyılın başlarında Karaman’ın muayyen pazar günleri olmadığını hemen her gün köylünün üzümünü, peynirini, yağını, meyvesini getirip sattığını yalnız hayvan alım satımının perşembe günü At Pazarı’nda yapıldığını yazmaktadır (Sapancalı, 1993: 70). Bu ifadeler de bize At Pazarı’nın işlevini uzun süre devam ettirdiğini ve buranın 20. yüzyılın başlarında Karaman’ın ticari faaliyetlerinin yapıldığı önemli bir merkez olduğunu göstermektedir.

Dilbasan Camii

Günümüzde Dikbasan Camii adıyla anılan bu tarihi yapı mezkur haritada hem Arap alfabesi hem de Latin alfabesiyle “Dilbasan Camii” adıyla anılmaktadır.

Bu cami Konya Vakıflar Müdürlüğü’ndeki kayıtlarda “Cami-i Fasîh der mahalle-i Şahruh der Lârende” şeklinde geçmekte ve bu ibareden caminin Dikbasan adını sonradan aldığı anlaşılmaktadır (Konyalı, 1967: 281). Bazı kaynaklarda ise camiye Fetih Camii de denildiği ifade edilmektedir (Uysal; Alodalı; Demirci, Baskı tarihi yok: 478). 1500 yılında II. Bayezid adına yazılan Karaman Vakıfları Defterleri’nde de caminin adı Fasîh olarak geçmekte ve bu camiye çeşitli gelirlerin vakfedildiği görülmektedir (Konyalı, 1967: 281; Dülgerler, 2006: 53; Duru, T; 2010: 268). Cami, kitabesinde yazıldığı üzere 1493 yılında Fasîh tarafından yapılmıştır (Konyalı, 1967: 285; Aköz, 2000: 94). Başka bir görüşe göre Dikbasan Camii Karamanoğulları devrinde 1436-1437 yılları arasında yaptırılmış, 1493-1494 yılları arasında da tamir ettirilmiştir (Karpuz, 2009: 74; Uysal, Alodalı, Demirci, Baskı tarihi yok: 479; Topal, 2007: 134). Bu yapıt Mansurdede Mahallesi’nde bulunmaktadır (Topal, 2007: 134).

Camiye doğu, batı ve kuzey yönünde olmak üzere üç kapıdan girilmektedir (Topal, 2007: 134). İç mekân enine genişleyen ve doğu-batı yönünde uzanan bir özelliktedir. Evliya Çelebi, Dikbasan Camii’nin minaresi olmadığını yazmaktadır (Konyalı, 1967: 286). Fakat Hacıbeyler Camii’nde olduğu gibi bu mabedin de günümüzde minaresi vardır. 1960’lı yıllarda inşa edildiği söylenen (Uysal; Alodalı; Demirci, Baskı tarihi yok: 479) ve caminin kuzey köşesinde yer alan minareye giriş, cami içerisindendir. Caminin doğu ve batı köşesi kesme taş kaplama, diğer yerleri ise sıvalıdır (Topal, 2007: 134). İçerisindeki süslemelerde 19. yüzyılın sonlarına ait desenlere rastlanmaktadır (Karpuz, 2009: 75; Topal, 2007: 134).

Sapancalı Hüsnü Bey’e göre de bu mabedin bir ismi Cami-i Fasîh’tir. Köhnebedesten Mahallesi’nde bulunmaktadır ve Karaman’ın en büyük camilerindendir, minaresi yoktur. Kapısının sol köşesinde üst tarafta dikdörtgen şeklinde iki mermer bulunmaktadır ve bu mermerlerden biri üzerinde bulunan haç işaretini caminin imamına rica ederek kendisi kırdırmıştır. Tarihi bilinmeyen camiin 900-1000 yıllarında yapılmış olduğu rivayet edilmektedir. Tertibat-ı dâhiliyesi Arabzade Camii gibi mavili beyazlı kalın çizgilerden ibarettir (Sapancalı, 1993: 61).

Caminin doğusunda eskiden bir medrese bulunmakta idi fakat tekke ve zaviyeler kapatıldıktan sonra burası önce satılmış sonra da yıkılmıştır (Konyalı, 1967: 283). Buradaki medrese, Dikbasan Mektebi olarak da anılıyordu (Konyalı, 1967: 586). Mektebin hocası Ak Hafız idi. Karaman’ın elektrik ihtiyacını karşılamak için yapılan proje ve ekindeki haritayı çizdiren Hacı Sami Tartan da burada okumuştur (Konyalı, 1967: 586).

(15)

Dikbasan Camii’nin hemen yanında bir sarnıç ve çeşme de vardı ve bu çeşmenin üstündeki süslü taşta 1845 tarihi kazılmıştı. Bu tarihin çeşmenin yapılış tarihini gösterdiği iddia edilmektedir (Konyalı, 1967: 286). Ancak çeşmenin mimari özelliklerinden yola çıkarak bu yargıya varmak mümkün değildir (Denktaş, 2000: 105). 1980’li yılların sonlarına doğru bu çeşme Karaman Lisesi’nin bahçesine taşınmıştır. Ancak bu çeşmenin daha önce Mansurdede Mahallesi’nde, Dikbasan Sokağı’nda caminin kuzeydoğusundaki giriş kapısının karşısında bulunduğu bilinmektedir (Denktaş, 2000: 105).

Kıble tarafında bulunan mezarlık ise çevre düzenleme ve yenileme çalışmaları sırasında yok edilerek yerine şadırvan yapılmıştır (Konyalı, 1967: 287).

18. yüzyılda camiye imamın dışında şeyh, vaiz, mütevelli ve hatip ataması yapılmıştır (Cengiz, 2009: 56). Bu durum caminin merkezi bir özellik taşıdığına işarettir (Resim: 24). Gerçekten de 1917 yılı Karamanının merkezi yerinin Dikbasan Camii ve çevresi olduğu anlaşılmaktadır. Zira harita üzerindeki yön çizgisi de burası esas alınarak çizilmiştir. Dikbasan Camii sanki Karaman’ın ulu camii olabilecek nitelik ve konumdadır. Ancak sonradan şehir planı buna göre geliştirilmemiş ve caminin önüne yaptırılan iş hanı burayı ikinci plana itmiş ve cami, merkez olma özelliğini kaybederek binalar arasında sıkışıp kalmıştır.

Hassasi Mescidi

Haritada Dikbasan Camii’nin güneyinde Hassasi Mescidi adında bir yapı göze çarpmaktadır. Bu caminin vaktiyle yıkılıp yok olduğu, yerine yeni bir cami inşa edildiği ya da isminin sonradan değiştirildiği düşünülmektedir. Zira günümüz Karaman haritasına bakıldığında aynı yerde Çelebi Mescidi (Camii) nin bulunduğu görülmektedir (Resim: 16).

Çelebi Mescidi Gazi Dükkânı Mahallesi’nde bulunmaktadır. Mescidi yaptıran kişi Konya Vakıflar Müdürlüğü’nün kayıtlarında Şeyhî Çelebi olarak geçmektedir (Konyalı, 1967: 278). Mescidin yapılış tarihine dair herhangi bir kitabe yoktur (Konyalı, 1967: 278). Yapım tekniğine ve mimari detaylara göre 14. yüzyıl sonu 15. yüzyıl başlarına tarihlendirilmektedir (Dülgerler, 2000: 141; Topal, 2007: 130).

Bu esere mimari açıdan bakıldığında tamamen kesme taştan yapıldığı görülmektedir (Konyalı, 1967: 275; Topal, 2007: 130). Mescidin kubbesi günümüzde metal ile kaplanmıştır (Dülgerler, 2000: 142).Yapı dört köşesinden yarım ve dilimli kubbelerle beslenmiş tek sağır kubbelidir. Kubbesi tuğladır. Mihrabı ise kabartmalarla süslenmiştir (Konyalı, 1967: 276, 278). Mihrabı dışında tüm yüzeyleri sıvandığı için hangi malzemeden yapıldığını kestirmek mümkün değildir (Dülgerler, 2000: 142). Bu tarz süslemeler Karaman’da hiçbir camide yoktur (Konyalı, 1967: 278). Mabet, altı pencereden ışık almaktadır. Varlığını sürdürebilmesi için bazı yerler gelir olarak vakfedilmiştir (Konyalı, 1967: 277).

Haritaya göre, 1917 yılında, Çarşı Caddesi’nin kuzeyinde ise Panosyan Han, Belediye Caddesi, Belediye Binası, Şadırvan Meydanı ve Kadiri Mescidi bulunmaktadır.

Şadırvan Meydanı

Şadırvan Meydanı’nda bu meydana adını veren bir şadırvan bulunmaktaydı (Resim: 17). Şadırvan elbette ki o günün şartlarında büyük önem taşıyordu. Çünkü evlerde su yoktu. İhtiyaç duyulan su, kova ve güğümlerle çeşmelerden taşınıyordu (Çopur, 2004: 13).

(16)

İbrahim Cicibıyık bu meydandaki şadırvanla ilgili şunları söylemiştir: “Eski Taş Belediye Sarayının bu tarafında şadırvan vardı. Şadırvan ortasında havuz olan, kenarlarından su akan, çeşmelerden oluşan bir yapıydı. Bizim zamanımızda çürük su vardı. İçmeye elverişli olmayan su, çürük su, yani çaydan akan su gelirdi. İşte o şadırvanda da el yüz yıkanır, abdest alınırdı” (Cicibıyık, 28.02.2012).

Belediye Caddesi

Bu cadde eski Belediye Binasının bulunduğu caddedir. Yine söz konusu haritaya göre Panosyan Han, Balıkçıyan Han ve Belediye Binası’nın önünden geçen Belediye Caddesi doğuda Şadırvan Meydanı’na ulaşmaktadır. Burası günümüzde İsmet Paşa Caddesi olarak adlandırılmaktadır (Harita: 6, 10).

Belediye Binası

Karaman Belediyesi, Cumhuriyetten önce 1870 yılında kurulmuştur (Bildirici, 2009: 5). Haritada “Belediye” olarak yer alan Eski Taş Belediye Binası ise 1890 yılında yapılmıştır (Mısırlıoğlu, 2008: 203). Yılların yorgunluğuna dayanamayan bu bina da günümüzde restore edilmektedir (Resim: 18; Harita: 6).

Kadiri Mescidi

Haritada yer verilen önemli tarihi değerlerden biri de Kadiri Mescidi’dir. Sapancalı Hüsnü Bey’e göre Kadiri Dergâhı Karaman’da mevcut Kadiri Tekkeleri arasında en işlek olan ve dervişleri fazla bir zaviyedir. Bu zaviye birkaç defa yanmış hayır sahipleri imar ettirmiştir. O dönemde yani 20. yüzyılın başlarında zaviyeyi yeniden imar ve ihya eden Şeyh Hacı Bekir Efendi olmuştur. Bu zat vaktiyle tekkeye çok emek sarf ettiği gibi o dönemde de hizmetini devam ettirmiştir. Zaviye aynı zamanda mescid hizmetini görmekte olup esnaf ekseriya üç vakit namazını (öğlen, ikindi, akşam) burada kılardı (Sapancalı, 1993: 63).

Bu cami, günümüzde Kadirhane Camii olarak anılmaktadır ve Kirişçi Mahallesi’nde bulunmaktadır. Kapısının üzerindeki kitabede yazdığına göre cami H. 1224 (1809) veya H.1229 (1814) yılında yapılmıştır (Konyalı, 1967: 312, 315). Kitabeye göre camiyi yaptıran kişi Necip Ağa’dır (Konyalı, 1967: 315).

Bu tarihi yapı 1962 yılında beton olarak yeniden inşa edilmiş (Konyalı, 1967: 315) ve yine aynı yıl büyük bir tamirat geçirmiştir (Konyalı, 1967: 312), (Resim: 19). Minaresi tahtadan yapılmış ve camiye gelir olarak bazı dükkânlar vakfedilmiştir. Yapı dikdörtgen planlı, tuğla malzemeli kırma çatılı kiremitle örtülüdür (Topal, 2007: 153).

Caminin içerisinde minberin sağ tarafında dört tahta sanduka vardır ve burada İbrahim Hakkı Konyalı’ya göre, Abdülkadir Geylânî’nin sancaktarı Açıkbaş Veli, Şeyh Ali Baba, Şeyh Hanefî Baba ve Şeyh Bekir yatmaktadır (Konyalı, 1967: 312). Sapancalı Hüsnü Bey’e göre de türbe derununda “Açıkbaş Veli” ve “Şeyh Hanefi” gibi meşayih medfundur (Sapancalı, 1993: 63).

Kadirilik tasavvufî tarikatlardan birisidir. Abdülkadir Geylânî’yi takip edenler tarafından kurulmuş bir tarikattır. Karaman’da da bu tarikata mensup insanlar vardı. Bunlar Yunus Emre Cami’sinde zikir yapmaya başlayıp daha sonra Kadirî Camii’ne geçerek zikirlerine orada devam ederlerdi (Cicibıyık, 28.02.2012).

Kadiri Mescidi hem Çarşı Caddesi’ne hem de Hocapaşa Sokağı ile Cami Meydanı’na yakın bir konumda idi. Çarşı Caddesi ise Kadiri Mescidi’nin güneyinden

(17)

geçerek doğuda Hocapaşa Sokağı ve Cami Meydanı Caddesi ile buluşmaktaydı (Harita: 6).

Çarşı Caddesi

Haritada geçen Çarşı Caddesi, bugünkü Gazi Paşa Bedesteni’nin bulunduğu yerdir. Dolayısıyla günümüzde burası Gazi Paşa Caddesi olarak anılmaktadır. Eskiden olduğu gibi bugün de ticari açıdan önemli bir merkez konumundadır (Resim: 15, 20; Harita: 6, 9, 10). Evliya Çelebi “Bütün dükkânlar bir ulu yol üzerinde olup tamamı 470 dükkândır” sözüyle muhtemelen bu caddeden söz etmektedir (Evliya Çelebi, 2011: 338).

Hocapaşa Sokağı ve Cami Meydanı Caddesi

Bugünkü Kadirhane Camii ile Yunus Emre Camii arasında kalan bölge söz konusu haritada Hocapaşa Sokağı ve Cami Meydanı Caddesi olarak geçmektedir. Bu ifadeler günümüzde kullanılmamaktadır (Harita: 6, 10).

Yine haritaya göre Belediye Caddesi’nin kuzeyinde tam caddeye nazır bir yerde Balıkçıyan Hanı, bu hanın kuzeyinde Minare Camisi, onun kuzeydoğusunda ise Fenari Mescidi yer almaktadır.

Minare Camisi

Minare Camii günümüzde Ahi Osman Mahallesi’ndedir. Caminin 1522 yılında Cambazzâde Kadı Abdurrahman Efendi tarafından yaptırıldığına dair söylentiler vardır (Konyalı, 1967: 364; Baş, 2000: 215; Topal, 2007: 178). Yıldırım düşmesi sonucunda caminin hem kubbesi hem de minaresi yıkılmış ve cami yeniden inşa edildiği için Yeni Minare Camii adını almıştır (Konyalı, 1967: 363; Baş, 2000: 215). Bir dönem Ömer Efendi adındaki şahsın burada imamlık yapması, caminin “Ömer Efendi Camii” adıyla anılmasına da sebep olmuştur (Konyalı, 1967: 364).

Caminin tamamı taştan yapılmış ve tek kubbesi ise kurşun örtülüdür (Konyalı, 1967: 363). Yapının sağ ve sol tarafından iki girişi vardır. Son cemaat yeri üç kubbeliydi fakat sonradan burası yıkılmıştır (Konyalı, 1967: 363; Topal, 2007: 178). Batı cephesindeki minaresi ise Türk minare mimarisinin şaheserleri arasındadır (Resim: 21). Kuşak süsleri ve şerefe korkulukları, minareye ayrı bir hava katmıştır. Caminin giriş kapısının üstündeki süsler, kapısının yedi ak ve mor mermerden yapılmış zıvanalı kemeri oldukça güzeldir. Müezzin mahfiline sağ taraftaki minare kapısından çıkılmaktadır ve mahfilin alt kısmına Türk tahta ve tezhip sanatının güzel bir örneği işlenmiştir (Konyalı, 1967: 363; Topal, 2007: 178). Yapının her tarafında kesme taş kullanılmıştır. Minberi batı duvarına bitişik olarak yapılmış ve mihrabı gibi sadedir (Topal, 2007: 178). Minare Camii’nin çevresi günümüzde modern binalarla çevrilmiştir. Caminin etrafı da bahçe duvarıyla örülmüştür (Baş, 2000: 216).

Bu tarihi yapı 1962 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tamir ettirilmiştir. Eskiden bu caminin kıble tarafı mezarlıktı ve kuzeyinde de bir medrese vardı. Medresenin 1930’lu yıllarda tamamen yıkıldığı söylenmektedir (Baş, 2000: 216). Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda burası satılarak ev yapılmıştır (Konyalı, 1967: 363). Caminin etrafındaki on odalık medrese ve sarnıcın kim tarafından yapıldığı ise belli değildir (Totaysalgır, 1944: 64). Bazı araştırmacılar caminin kitabesi olmadığını iddia etseler de (Baş, 2000: 218) bazıları da caminin 1531 tarihli kitabesinin Karaman Müzesi’nde korunduğunu yazmaktadırlar (Temizsoy, Uysal, 1987: 73).

(18)

Fenari Mescid

Mezkûr haritada Minare Camii’nin hemen kuzeydoğusunda Fenari Mescid adıyla bir cami daha görülmektedir. Büyük İslam âlimi Molla Fenari’nin adını taşıyan bu cami eskiden yine kendi adının verildiği mahallede bulunmaktaydı (Konyalı, 1967: 289; Aköz, 2000: 98) (Harita: 6). Molla Fenari Karaman’da doğmuş ve burada tahsil görmüş büyük bir âlimdi. (Totaysalgır, 1944: 65). Caminin hemen yanında eskiden bir medresesi vardı fakat her iki yapı da zamanla yıkılmış sadece önünde bulunan çeşmesi bir süre daha ayakta kalmıştı. (Konyalı, 1967: 289).

1967 yılında kaleme aldığı eserinde İbrahim Hakkı Konyalı, Fenari Mescidi’nden bahsederken bu eserin yanında bir medrese ve bir de türbe olduğunu ve o tarihlerde hâlâ varlığını sürdürdüğünü yazmaktadır (Konyalı, 1967: 501, 505). Ona göre, Türbe dam örtülü bir binadır fakat sandukasıyla mezar taşı yok edilmiştir (Konyalı, 1967: 503).

Evliya Çelebi de Molla Fenari’nin türbesini ziyaret ederek eserinde buradan bahsetmiş, (Molla Fenari hakkında daha geniş bilgi için bkz. Konyalı, 1967: 503) ve bu türbede Molla Fenari değil de oğulları Mehmet Şah ve Yusuf Balî Efendilerin yattığını ifade etmiştir. Ancak hemen ardından çelişkiye düşerek bu türbede Fenarilerden hiç kimsenin olamayacağını da yazmıştır (Konyalı, 1967: 504). Bu mescidin Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından inşa ettirilmiş olabileceği fikri üzerinde de durulmaktadır (Konyalı, 1967: 504).

Fenari adını taşıyan bu yapılar topluluğunun bir de çeşmesi vardı. Bu çeşme mescidin hemen kuzeyinde bulunmaktaydı. Fenari Çeşmesi kemerli ve süslü idi. Üzerindeki kabartmalar dikkat çekici idi. Çeşme üzerindeki kitabeye göre Mehmet oğlu İbrahim çeşmeyi 1746 yılında tamir ettirmiştir. Bu kitabenin hemen sağındaki başka bir kitabeye göre de 1801 yılında çeşme tekrar onarılmıştır (Konyalı, 1967: 632). Ancak varlığını günümüze kadar sürdürememiştir (Denktaş, 2000: 178).

Caminin vakfiyesi Konya’da Yusufağa Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Konyalı, 1967: 504). Bu vakfiyeye göre caminin varlığını devam ettirebilmesi için bazı gelirler vakfedilmiştir (Konyalı, 1967: 504). Caminin tamir kitabesi de Kır Mahallesi’nde bir caminin duvarında bulunmaktadır (Konyalı, 1967: 289). Yani kısacası günümüzde Karaman’da Fenari Mescidi, Medresesi ve Türbesi diye bir yapı yoktur. Fenari adı bir Kur’an kursuna ve bir caddeye verilerek yaşatılmaktadır.

Hanlar

Karaman’da 1917 yılında 3 tane han olduğu yine haritada görülmektedir (Harita: 4, 5, 6). Bu hanların adları şöyledir: Balıkçıyan Hanı, Panosyan Hanı ve Hassan Köylü Pavlu Hanı. Bu isimlerle anılan hanların sonradan isimlerinin değiştiği ya da yerlerine yeni hanlar yapıldığı anlaşılmaktadır. Zira sonradan Karaman’da hanlardan bahsedilirken Vezir Hanı, Kervansaray Hanı, Deveci Hanı (Duru, T; 2010: 236), Zencirli Han, Yeni Han, Karakülah Hanı, Buğday Pazarı Hanı gibi isimler telaffuz edilmektedir (Sapancalı, 1993: 43; Duru, R; Baskı tarihi yok: 64).

Daha önceki dönemlerden bahseden Evliya Çelebi ise Çarşı Hanı, Nuh Paşa Hanı ve Sultan Alâeddin Hanı gibi hanlardan söz etmektedir (Evliya Çelebi, 2011: 338). Ancak haritada ismi geçen ilk hanların o tarihte Karaman’da yaşayan gayrimüslimler tarafından işletildiği anlaşılmaktadır. Eskiden Ermenilerin, Rumların ve Türklerin Karaman’da sorunsuz ve kardeşçe yaşadığı, hatta Ermenilerin ve Rumların Türkçe konuştukları ve başka dil bilmedikleri ancak 20. yüzyılın başlarından itibaren nifak tohumlarının ekildiği

(19)

ve kadınların kıyafetleri değiştiği gibi gençlerin de Rumca ve Ermenice konuşmaya başladıkları ifade edilmektedir (Duru, R; Baskı tarihi yok: 43).

Sapancalı Hüsnü Bey, 1922 tarihinde kaleme aldığı yazma eserinde Karaman hanları konusunda şunları söylemektedir: “Belli başlı otel ve han yoktur. Son zamanlarda Belediye tarafından meydana getirilmiş binalar meyanında tahtanî17 kahvehane ve aşçı

dükkânı olmak üzere fevkanî18

dört oda bir salondan ibaret yeni bir otel yapılmıştır” (Sapancalı, 1993: 43)

Han kelimesi insanların ve hayvanların konakladıkları otel anlamı dışında pasaj anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla buraların konaklama amaçlı olmadığı ve işyerlerinden ibaret olduğu düşünülerek, 1917 öncesinde ve sonrasında konaklama maksatlı hanlardan bahsedilirken adlarının geçmediği de varsayılabilir.

Zira İbrahim Cicibıyık’ın Balıkçıyan Hanı ile ilgili olarak söylediği şu sözler böyle bir düşünceyi doğrular mahiyettedir: “Balıkçıyan Hanı şimdiki Belediye İş Hanıdır. Onun üç tane kapısı vardı. İçerisinde kasap ve balıkçılar vardı. O dönemlerde Karaman’da Ermeniler vardı ve bu hanın adı onların isminden koyulmuş. Sonra burayı terk etmişler.” (Cicibıyık, 28.02.2012).

Mezkûr haritada Hocapaşa Sokağı’nın güneyinde Rüşdiye Mektebi, onun güneyinde Hükümet Konağı, Cezaevi ve ismi verilmeyen bir Cami-i Şerif de görülmektedir (Harita: 7).

Hükümet Konağı ve Cezaevi

Hükümet Konağı Sekiçeşme Mahallesi’nde bulunmaktaydı. 18. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı tahmin edilmektedir. 1917 tarihli haritada yer verildiğine göre o günlerde hâlâ kullanılmaktaydı (Harita: 7) ve 20.yüzyılın başlarında Karaman buradan idare ediliyordu. Sapancalı Hüsnü Bey’e göre, bu bina ahşaptı (Resim: 22). Alt katında 9 oda bir salon, üst katında 10 oda ve bir salondan ibaretti. 1922 yılında ise tamire muhtaç bir hali vardı. Önünde bir avlusu ile kurumuş havuzu, bir iki göz jandarma koğuşu ve bitişiğinde kadın hapishanesi mevcuttu. Düyun-u Umumiye ve Reji19 den başka Adliye,

Mülkiye, Maliye daireleri hep bu binada bulunmaktaydı (Sapancalı, 1993: 78).

Adı geçen haritada Hükümet Konağı yanında bir de hapishane görülmektedir. Bu yapı Osmanlı Türkçesi ile “Hapishane” şeklinde adlandırılırken buna karşılık Latin alfabesi ile de “Prison” tabiri kullanılmıştır ki bu tabir de Fransızcada hapishane anlamına gelmektedir.

Ayrıca bugün tamamen yıkılarak yerinde olmayan Hükümet Konağının haritaya göre yakınında olan ve bugün Çeşmeli Kilise adıyla anılan binanın da bir süre hapishane olarak kullanıldığı bilinmektedir (Mısırlıoğlu, 2008: 48).

Cami-i Şerif

Haritada Cami-i Şerif adıyla anılan yapı ise görüldüğü üzere Hükümet ve hapishane diye adlandırılmış yapıların güneybatı köşesindedir (Harita: 7). Günümüzde bu muhitteki tarihi yapılar gözden geçirildiğinde, Gazi Dükkânı Mahallesi’ndeki Parmaklı Camii’nin o dönemde Cami-i Şerif adıyla anılmış olma ihtimali yüksektir. Zira bugünkü Parmaklı Camii eski bir caminin yerine 1954 yılında tamamen yenilenerek yapılmıştır

17 Alt tarafı. 18 Üst tarafı. 19 Tekel İdaresi.

Referanslar

Benzer Belgeler

Kenarlarda bulunan 1'ler, harita silindir gibi kabul edilerek diğer köşede bulunan 1'lerle ikili ya da dörtlü bileşe oluşturabilir..3. Ahmet Cevahir Çınar,

• 1878’de eski California valisi Leland Stanford (iş adamı, at sahibi) tırıs giden atların dört ayağı da aynı anda yerden kesiliyor mu.. Sorusuyla fotoğraf

yüzyılda Karaman Eyaleti’ne bağlı olan Konya’nın bir nahiyesiyken 1990 yılında Konya’nın Selçuklu İlçesi’ne bağlanmıştır.. 221 Burası günümüzde de

Hanede baba adı kayıtlı olmayan 2 veya 3 erkek kardeĢin bir arada yaĢadığı toplam 8 hane tespit edilmiĢ bunlar geniĢ aile statüsünde belirtilmiĢtir.3 hane

Bitti kitap, ölüler boş bardaklara susadı İncecik kahır bıraktı günler, içte bir düğüm Geçmedi hiç yalnızlıkla ıslanmış çölden görüntüm Sonuç; karanlık çatılarda

In order to reveal the correlation of scavenging enzymes activities and cell differentiation, a panel of human hepatocellular carcinoma (HCC) cell lines, including

Zengin bir çevresel ortamda bulunan kişilerin daha çok uyaran aldığı ve bu uyaranların sinir sisteminde ayna nöronların etkinliğini artırarak kişinin dil, kültür ve

Said Halim Paşa ve Türk- Alman Cemiyeti Başkanı İsmail Cenani Bey’le görüş- meler yaptı. Wilhelm’in İstanbul’daki son gecesinde Padişah, Dolmabahçe Sara- yında bir