• Sonuç bulunamadı

Yıldız Parkı ve Köşkleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yıldız Parkı ve Köşkleri"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Tarihi Değerlerimiz

Y ILD IZ PARK! VE KÖŞKLERİ

ç e l i k g ü l e r s o y

Bugün adına Yıldız Parkı dediğimiz koruluk, Boğaziçi’nin yeşil örtüsünden kalan öbür parçalar gibi, başlangıcı antikiteye kadar uzanan en eski ağaç varlıklarından birisidir ve belli ki, şehrin kuzeyini boydan boya örten büyük Belgrad Orma- nı’nın buralara kadar inen uzantılarından birini oluşturur.

Tarih boyunca bildiğimiz bir gelişme var: Şehrin büyüdükçe ve yerleşim yoğunlukları arttıkça, eski doğal yeşil örtü yukarılara doğru çekilmiş, arada sadece böyle bir kaç koruluk kalmıştır.

Bu koruluğun kalabilmesinin başlıca sebebi, bu­ raların oldum olası halka ve genel kullanıma değil, saraya ve imtiyazlı kişilere ayrılmış olmasıdır.

17. yüzyıldan itibaren, yani 1600’lü yıllarda Bo­ ğazın, İstanbul’un bir yazlığı ve hoş vakit geçir­ me yeri olarak daha geniş şekilde kullanılmaya başladığı dönemlerde, bir çok tatlı ve keyifli Bo­ ğaz köylerinin ve körfezlerinin adı ve ünü yayıl­ maya başlarken, şehre en yakın büyük yeşillik olarak, bu yamaçlar ve kıyılar da şöhret kazan­ maya başlıyor ve tarihe geçiyor.

Yıldız tepelerinden Beşiktaş kıyılarına kadar epeyce dik eğimlerle sahile inen ve baştanbaşa ulu ağaçlarla kaplı bulunan bu yamaçlar, o zamanki sahibinin adıyla, «Kazancıoğlu Bahçeleri» adını taşıyor. Boğaz’ın mavi suları boyunca uzanan bu kıyılarda, o tarihlerden beri hep saraylar yükseli­ yor ve bunlar kâh padişahlara ve ailelerine, kâh onların ihsanıyla, kimi devlet adamlarına verili­ yor.

En son, Abdülaziz, 1870’li yılların başında, so­ nuncu ahşap Çırağan Sarayını söktürüp, yerine (1911’de yanan, bugün dört duvarını gördüğü­ müz) kârgir sarayını yaptırınca, arkasındaki bu bahçelikleri halâ duran masif bir taş köprüyle, yeni sarayına bağlatıyor. Aynı Hünkâr, koruluk içerisine Çırağan ile beraber, iki köşk de oturtu­ yor: İki katlı Malta Köşkü ve bir buçuk katlı Çadır Köşkü. Köşklerin, harem veya mâbeyn gibi belirli ve devamlı bir fonksiyonları yok. Eski bir Boğaz geleneğine uyularak, arasıra kahve içilmesi

ve mehtap seyredilmesi için yapılmış keyif köşk­ leri.

Abdülaziz’in, o kadar altın döktüğü ve sedef, fil dişi, billûr ve gümüşle süslediği yeni Çırağan Sa­ rayında kısa sürede sıkılıp, daha doğrusu, bir akşamüstü, arkadaki kuşhanesinde, kanatlı hay­ vancıkların çıkardığı çığlıklardan ürküp, burasını terk ederek, Dolmabahçe Sarayında yaşamaya devam etmesinden sonra, kıyıdaki sarayla beraber arkasındaki park ve içindeki köşkleri de, boşa­ larak sahipsiz kalmışlar.

Az sonra taht’a kardeşi Abdülhamid çıkmış ve bu genç olduğu kadar, vesveseli de olan yeni hükümdar, donanmanın toplarına açık ve yolun kenarındaki Dolmabahçe Sarayını güvenli bulma­ yarak, kendisine saray yeri olarak, Yıldız tepe­ lerini seçmiş. Buradaki bir kaç binaya yenilerini eklettiği gibi, mevcut ağaçlığı da yeni arsalar ka­ tarak epeyce genişletmiş ve hepsini yukarıda oluş­ turduğu, küçük bir şehri andıran yeni sarayına bağlatmış.

Yeni düzen içerisinde yerlerini alan ve bir çok nâdide ağaçlarla zenginleştirilmiş, çok güzel ve çok bakımlı bir ormancığın içerisinde kalan Mal­ ta ve Çadır Köşkleri, yeni bir ikbale ermişler ama, bir ara-duvarla ayrıldıkları asıl Yıldız Sarayından, epeyce uzakta da kalmışlar. Ancak belirli günler­ de haremin ziyaretine uğrayarak, panjurları açı­ labilir ve içlerine biraz neşe, biraz ışık, biraz ya­ şam girebilir olmuş. Koca ülkeyi demir bir pençe içinde tutmak isteyen yeni padişahın politikasının uzantıları, bu iki küçük yapıya da yansımakta gecikmemiş: Çadır Köşkü, Mithat Paşa ve kader arkadaşlarının sorgulamalarına, Malta Köşkü ise, yakınında kurulan büyük yargılama çadırına pa­ ralel olarak, Mithat Paşa’nın duruşmaya getirilip götürülmek üzere tutulmasma sahne olmuş, ikisi de, çevredeki binlerce renkli doğal cümbüşün, kuş ve kelebek dünyasının, tatlı, keyifli, sükûnet ve barış dolu zenginlikleriyle ilgisiz, acı ve tatsız hatıralar.

Ne yapalım ki, dünya ve yaradılış, bu gibi çe­ 27

(2)

1

lişkiler ve tersliklerle doludur ve hiç bir şey, özel­ likle tabiat içinde insanın yaptıkları, bütün gönül­ lerin arzuladığı gibi ve yaradılıştaki hikmetin kul­ lardan beklediği doğrultuda gitmez. Dünya, ağ­ layan ayvalar ve gülen narlarla doludur.

Bu kadar tedbir, vesvese ve kuşku, Abdülha- mid’e de yaramayıp, onun bunca sevdiği taht’ın- dan uzaklaşmasından sonra, Yıldız Sarayı’nın Bo­ ğaz yamaçlarını oluşturan ağaçlık ve içindeki iki köşk, yine sahipsiz kalmış. Cumhuriyet dönemin­ de de, epeyce bir süre, zorunlu olarak kapalı tu­ tulmuş.

1940’lı yılların başında, İstanbul’un becerikli ve çalışkan valisi Dr. Lûtfi Kırdar, sarayın bu kıs­ mını hukuken kestirerek, Maliye’den sembolik bir bedelle, Belediye’nin mülkiyetine geçirtmiş.

Ben çocukken, bu dönemi ve bu mutluluğu yaşadım. Belediye’ye geçen park, az sonra halka açıldı. Halka dersem, kimsenin aklına bugünkü kalabalıklar gelmesin. Bir milyonu bulmayan nü­ fusuyla, o zamanki İstanbul’da, kimsenin piknik veya gezinti için Yıldız Parkına gelmeye ihtiyacı yoktu. Düşünmeli ki, şehir, Şişli Meydam’na gel­ meden bitiyordu. Ondan ötesi kırlık ve çiçeklikti. Mecidiyeköy ve Gayrettepe yöreleri, tümüyle dut ağaçları ile doluydu. Bugün bile apartmanlar ara­ sında bir kaçı gözüküyor.

Şehrin içinde İstanbul tarafında bile, hemen- hemen her evin, kendi bahçesi, ve o yüzden de birkaç meyve ağacı vardı.

Bu durumda halkın Yıldız Parkına doluşması için bir sebep bulunmadığından, ağacın her çeşi­ dini sergileyen, içinde, yüzleri ayna gibi parlak doğal gölleri ve büyük havuzları saklayan, her dalında kuşların ötüştüğü bu çenet diyarı, 1940’ larda halka değil, deniz kıyısındaki bir kaç oku­ lun öğrencileri olan biz çocuklar için açılmış de­ mek oluyordu.

Biz de bu imtiyazı ve bu keyfi, olanca tadı ve bereketiyle yaşıyor, okuldan kurtulur kurtulmaz, yol üstündeki büyük taş ve demir kapısından içeri dalıp, boğazımıza kadar, bir çimen, kuş, çi­ çek, kelebek ve sessizlikler dünyasında, yüzmeye dalıyorduk.

Bu mutlu dönemi, 1950’lerin değişen şartlan izledi. Şehir kalabalıklaşmaya, hayat pahalılan- maya, geçim zorlaşmaya başlamıştı. Her yıl art­ makta olan nüfus, eski alışakanlıkları ve şehir 28

Malta Köşkü

halkındaki bileşimi değiştiriyor, bunun sonuçları, her yerde olduğu gibi, bu cânım ormanlıkta da görülüyordu. 1950’li, 6 0 ’lı ve 7 0 ’li yıllarda, Y ıl­ dız Parkı, her yıl biraz daha artan oranda bir ba­ kımsızlığın, tahribin içine gömülüyor ve yeni bir kullanıma sahne oluyordu:

Hafta içinde iki grup insan; yersizlikten buraya sığınan genç âşıklar, ve onların seyrinden sapık bir zevk alan hasta ruhlar kalabalığı. Hafta sonla­ rında bu manzara gidiyor, onların yerini, tüpgaz ve tencere çıkınları ile yerlerde yemek yapan ve ağaçlara salıncak kuran kalabalıklar alıyordu.

Garip dünya! Yarım yüzyıl gibi kısacık bir za­ man parçasının içerisinde, bir ağaçlık, üç kere, içerik ve görüntü değiştirmişti.

Yüzyılın başında «Yıldız» deyince, dudak uçuklatan bir izlenim doğar. İnsanlar kıyı yolun­ dan giderken, Sarayın ancak karşı tarafındaki kaldırımından yürümeye izinli bulunur, bütün çevrede biraz saygı, bir çok korku duyguları hü­ küm sürerken, parkın yüksek duvarlarından, yeşil ve pembe ağaçlar ve dallar sarkardı. 1940’larda burası, ayni renkli ve soylu görünümleri yansıtan, kapısı açık, ama kimsenin girmediği, mutluluk dolu, sessiz bir cennet demekti.

Ondan da 20-30 yıl sonra, dünkü saray bahçe­ si bir yandan bakımsızlaşmış, öbür yandan, kötü bir şöhret sahibi olmuştu. 1950 ve 6 0 ’lı yılların Türk edebiyatını karıştırın, burasının hikâyelerde ve romanlarda, hep kız kaçırma ve ırza geçme gibi olaylara sahne olarak kullanıldığını görürsü­ nüz.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Arada bir B mezonu kendili¤inden, çok büyük kütleli iki parçac›¤a bozunuyor: maddenin en temel bileflenleri olan kuarklar›n alt› çeflidinden en a¤›r› olan bir “üst”

Due to its high depth resolution this non-destructive DSCEMS method may be useful in various industrial applications such as surface control o f iron-containing materials..

Yaratılan yeni mimari bütün içinde, vazgeçilmez birer öge olarak yer aldılar ve dönemin süsleme dağarını varlıklarıyla yönlendirdiler; çini sobalar

En güçlü İslam devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nda dinsel kurumlardaki bozulma­ nın önlenmesiyle Doğunun yı­ kılış tehlikesini atlatacağına inanan Akif,

Uluslararas› Kat›l›ml› Meslekî ve Teknik E¤itim Teknolojileri Kongresi”’ni, 5-7 Ey- lül tarihleri aras›nda, Marmara Üniversitesi Gözte- pe

Mezun olduktan sonra Fransa’ya gitmiş, önce iiç ay Academie Julian’da Marcel Bachet ve Royer'in hocalık ettiği atölyeye devam etmiştir.. Daha sonra

ve Baş Boyun Cerrahisi Dergisi, Cilt: l Sayı: 2, 1993 maksiller fiksasyon ile tedavi edilemeyen açık redüksiyon ve interösseöz fiksasyon gerektiren durumlar ise; 1.. Displase

“Yolda yürüyordum, orta yaşlı bir karı - koca yanaştı, 'Siz osunuz’ diye.. Tebrik ettiler falan, derken adam ' Bu değerli düşüncelerinizi yaz­ malısınız’