Nahid Sırrı
Örik öyküleri
YEŞİM DİNÇER
U
V
1
nur” cıiy
3
1 ünki insan kalbinde çok gizli, çok ı kirli, çok korkunç köşeler bulu- iye yazar Nahid S im Ö rik bir öykü sünün finalinde (“B ir Para Hikâyesi”). Ya zar, öykü karakterlerinin hemen hepsini sanki bu çok gizli, çok kirli, çok korkunç sırları ifşa etm ek üzere kişileştirmiştir. “Kırmızı ve Siyah”ta, adının da çağrıştıra- bileceği gibi, ölüm le sonlanan şehvet, “Masum B ir Yalan”da kurnazlık, “Sadet tin Bey’in D am adı”nda vefasızlık, “Yadi gâr Resim ”de kibir, “iki R akibe”de haset, “Düdüklümescid’in D iktatörü”nde entri ka, “B ir Dağ ve Deniz Hikâyesi”nde iha net, “Nişantaşı'nın Bir Konağında” isimli öyküde ise para hırsı ve riya anlatılır. O kadar ki, Ö rik’i “daima istihzah, daima kötücül” bir yazar olarak tanımlayan Selim ileri, eseri karşısındaki duygula rını “korku ve hayranlık” sözcükleriyle ifade eder (Sepya M ürekkebiyle Yazıldı, O ğlak Yay., 1997, s. 28).Ö rik’in öyküleri doruğa çok yakın bir noktadan ya da eylemin tam orta sından başlar:
Sultan Hamid devrinin son vükelasın dan Ahmed Hikmet Paşa hemen hiç en dişe uyandırmamış kısa bir hastalık neti cesinde birdenbire ölüverince, kızı Meb- rure telefona koştu. (“Nişantaşı'nın Bir Konağında”)
Buna karşın, olay örgüsü çapraşık değil dir ve eylemden çok karakter ön planda tutulur. Ö rik’in öykülerinin toplandığı üç kitaba da birer önsöz yazmış olan M . Ka- yahan Özgül, yazarın “Maupassant tar zı olay hikâyesinden Çehov tarzı du rum hikâyesine geçişimizde bazen katalizör, bazen de adaptör rolü nü üsdenen üç beş insandan bi ri” olduğunu belirterek, “Nahid Sırn’nın Maupassant bedeninde gizlenen bir Çehov olduğundan söz etmek acaba çok mu iddialı bir benzet me olurdu?” diye sorar.
Nahid Sırrı Örik San'atkârlar Oğlak Yayınları, 1996, 278 s. • Kırmızı ve Siyah Oğlak Yayınları, 1996, 186 s. •
Eve Düşen Yıldırım
Oğlak Yayınları, 1998, 216 s.
Nahid Sırrı Ö rik, tıpkı Maupassant gibi, karakterlerini betimlerken serinkanlı, eleş tirel, hatta acımasızdır. B una karşın, Ö rik’in öykü kişileri, hiçbir zaman tuhaf ve beklenmedik olayların içinde bulmazlar kendilerini; bazı rasdantılar olabilir ama büyük sürprizler yoktur. Özellikle, kısa öy külerinde olay örgüsü karakteri geliştire cek şekilde ilerler:
Eve Düşen Yıldırım’m içinde yer alan “Sadettin Bey’in D am adı” isimli öykünün açılışında, Halit Beyle eşi Sârâ Hanımın Sadettin Beyle tesadüfen karşılaşmaları an latılır. Kom isyonculukla geçinen ancak çok sevdiği güzel karısmm iyi yaşamak için gereksindiği kadarını kazanamayan Ha- lit’in de oracıkta hayrede öğrendiği gibi, Sadettin Bey, Sârâ Hanınım ölen halasının ilk kocasıdır.
Evet, bu hakikaten olur şey değildi! Koca bir (.... ) müdîr-i umûmîsi Sadettin Bey âi-lenin tıbkı kendi gibi damadı olsun da, bundan bahis bile edilmesin (...) Halit’in teşebbüs ettiği en mühim işler, nüfuzlu bir şahsiyetin himayesinden mahrumiyet se bebiyle akim kalıyordu. Bu garabed ilk günden öğrenmiş olsa, şimdiye kadar ne ler becermez, nelere muvaffak olmazdı! H alit’in bu durumdan yararlanmak için yaptığı plan basit ama yaratıcıdır:
Haftada hemen iki üç kere Sadeddin Bey’i ziyaret için bahaneler bulu yor, onun bazen biraz istiskali andıran tavırlarına da ehemmiyet vermeyerek oturuyor, temennalarla evrak getiren memurlara ve işlerini ayakta anlatan tüccarlara kendisini bir dost, bir mahrem, bir ev lât vaziyetinde gösteriyor du.
İstanbul’un işgalinden sonra Sadettin Bey görevinden alı nır ancak kendini tüccar ve bürokratlara
Sadettin Beyin damadı olarak tanıtarak iş lerini yoluna koyan H alit’in ona ihtiyacı kalmamıştır artık:
(...) Halit, bu azlin ferdasmda büyük bir kibarlıkla tâ Şişli’deki evine kadar gidip zi yaretinden çekinmedi ve bu uğurda iki sa atini heder etti. Hattâ bir bayram, azli ta kip eden ilk bayram, yine ziyaretinde bu lundu. Lüzumsuz yere bu kadar zahmete katlandı.
Ö ykünün finalinde, seneler sonra, emekli maaşından başka geliri olmadığı için geçim sıkıntısı çeken Sadettin Beyin, artık varlıklı bir adam olan H alit’i, belki bir ricada bulunmak üzere, ziyareti anlatı lır. Halit ancak o zaman, Sadettin Beyin “kayınpederi falan” olmadığmı hatırlar ve uşağına “bu kartm sahibine söyle; bugün pek meşgulüm. Başka bir gün gelsin” tali matını verir.
Nahid Sırrı Ö rik, tıpkı Çehov gibi, ka rakter yaratma becerisi olan bir yazar. An cak ondan farklı olarak, öykü karakterleri üzerinden dillendirdiği anlam doğrudan aktarılır okura. Çehov, karakterlerini, Le- onardo’nun Mona Lisa’yı çizerken kullan dığı sfumato (giderek erime) tekniğine benzer bir teknikle betimler. Katica çizil meyen kişiliklerin kenar çizgileri, sanki gölgede kayboluyorlarmışçasına biraz be lirsizdir. Ö rik ise, kalın çizgilerin içini can lı ayrıntılarla, sarsıcı gerçeklerle doldura rak olgunlaştırır öykü karakterlerini.
Eve Düşen Yıldınm ’m içinde yer alan “Muhafaza Memuru Abdurrahman E fen di” isimli öykü, yazarın Çehov tarzına en yakın duran, en güzel ve en dokunaklı öy külerinden birisidir. Abdurrahman E fen dinin “Rize taraflannda bir köyde doğ muş, onsekiz yaşmda İstanbul’a gelip ge milerde bir müddet tayfalık ettikten sonra G üm rük İdaresi’ne muhafaza memuru olarak girmiş” olan babasından başlaya rak, “Ramiz’in en yüksek bir noktasındaki ev”ine, “gittikçe daralan bir para ile bu evi çekip çevirme derdi”ndeki karısına kadar bütün ayrıntılar Abdurrahman Efendinin hüzünlü hikâyesinin ayrılmaz birer parçası olarak verilir. Altmış beş yaşmda zorunlu olarak emeldi edilen Abdurrahman E fen di, bu gerçeği, artık işe yaramaz bir adam olarak görüleceği korkusuyla kansından
gizler. Aylaı/ca her gün “sırtında üniforma, başında kalpak ve ayaklarında çizm e”, işe gidiyormuşçasına evden çıkarak, en kuytu kahve köşelerinde sürünür. Oysa karısı gerçeği çoktan öğrenmiştir:
Ağlamak için büyük bir arzu duyarak ve buna cesaret edemeyerek, ihtiyar kadın onun giyinmesine yardım etti. Sonra ha rap evlerinin kapısını kendi eliyle ona açtı. Rüzgârla savrulan kar da yağmağa başla mıştı. Uzak ve kenar mahallelerin izbe kahvelerinde bir türlü geçmek bilmeyen saatleri geçirmeğe giden kocası, Ra- miz’den Eyüb’e inen kır yollarında sırtı gittikçe kamburlaşıp omuzları çökerek uzaklaşırken, kadın ona gözlerinde topla nıp inmeyen yaşlarla ve o gözden kaybo- luncaya kadar baktı. Rüzgâr uğulduyor, ahşap ve harap evi sarsıyor, kapıyı itmek ve üzerine kapamak istiyordu.
Abdurrahman Efendi ile karısı, Nahid Sırrı öykücülüğü açısından atipik olmaları na karşın, son derece sahicidirler. Daha çok sevgisizliğin konu edildiği öyküler yaz sa da, iyi bir yazar; sevgiyi anlatmayı da b e cerebilir kuşkusuz.
N
ahid Sırrı’nın öykülerinde, karakter lerin ruhunda çatışmalar doğduğuna ya da bunların zaaflarıyla yüzleştiklerine nadiren tanık oluruz. Bu insanlar, zengin ya da yoksul, okumuş ya da cahil olsunlar, kendi hayatları üzerinde uzun boylu dü şünmüş değillerdir. Karakterlerin gerçek durumu kavrayamadığı öykülerde ironik bir bakış açısıyla karşılaşırız. Artık yaşlan mış ve unutulmuş bir kabare artistinin, özenle sahne giysilerini giyerek, hizmetçisi nin önünde her gün dans etmesi hem gü lünç, hem de acıklıdır:Sanki memnun olmazsam seyretmeyecek- mişim gibi büyük bir dikkatle oynuyor, beni memnun etmek, rakslarını bana be ğendirmek için tekmil gayretini sarfedi- yordu. Halbuki artistler salonun üçte biri bile boş olsa hevessiz, baştan savma oynar lar. Fakat zavallı Mösyö yüzlerce insan kendisini seyredecekmiş gibi, o kadar itina ile numaralarını yapar, sonra ben alkışla yınca da sanki yüzlerce seyircinin çılgın al kışlarına teşekkür ediyormuş gibi bir dizi âdetâ yere düşerek derin reveranslarla eği
lir, odanın dört tarafına parmaklarının ucu ile buseler yollardı. (“Dansöz”, San'atkâr- lar içerisinde)
ironi küçümseyicidir. Nahid Sırn, kendi kahramanlarını küçümsemekten, kinayeli bir dille iğnelemekten kaçmmaz. Kırmızı ve Siyah’tâki “Masum bir Yalan” isimli öy küde, dönemin kaypak siyasî atmosferiyle ve Ahmet Salim Bey kimliğinde karakteri- ze ettiği dalkavuk memurlarla şöyle alay eder:
Meşrutiyetten evvel validen gayri ancak erkândan bir iki zatla, eşraftan bir iki kişi yi eteklerdi. Hürriyetin ilânından beri yü züne gülünmesi lâzım kimselerin sayısı gerçi hayli çoğalmıştı. Fakat, buna muka bil, yeni rejimde itibar borsası daha çok değişiklik arzettiği, kimsenin ehemmiyet ve itibarında istikrar bulunmadığı için Ahmet Salim Bey’in hürmetlerinde ve hürmetsizliklerinde de bir karar kalma mıştı.
incelemeye konu olan kitaplarda, basit rasdantılara ya da gevşek bir entrikaya da yalı, karakterlerin silik kaldığı birkaç öykü de var. Bunlardan biri olan “D edikodu”da CKırmızı ve Siyah içerisinde), Nezih Beye karısı tarafından aldatıldığını yetiştiren komşuların yanılgısı hikâye edilir. Aslında işbilir hizmetçileri, Nezih Beyle hanımının evde olmadığı günlerde, evlerini, yersiz yurtsuz çiftlere kiralamaktadır. Bu basma kalıp öykü bile, ancak tiyatroya yaraşır bir çabukluk ve akıcılıkta örülüp çözülür.
Nahid Sırrı Ö ıik ’in, yaşadığı dönemde de az okunan bir yazar olduğu biliniyor. 1895-1960 yılları arasında yaşamış, eserle rini daha çok otuzlu yıllarda vermişti. Aca ba onu zor bir yazar yapan, hep eleştirilen kılçıklı dilinden ziyade, hikâye ettiği tipler le özdeşleşmekten alıkoyduğu okuru sık sık pusulasız bırakması mıdır? Yoksa “kıl çıklı” denilen dilinin düpedüz sivri oluşu; ince alaycılığı mı? Kötülüğün kutsandığı ikibinli yılların okurlarına onun yapıtlarını okumalannı tavsiye ederken “korku ve hayranlık”tan bahsetmemizi nasıl karşılar dı? Çünkü kendisi de “Bir Heykeltraş” isimli öyküsünde, M ikelanj’ın Musa hey keli karşısındaki duygularını tastamam bu sözcüklerle ifade ediyor, bunlara bir de “hürmet”i ekliyordu. ♦
-» V İR G Ü L
53
M A Y IS '2 0 0 1m-Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği T a h a T o ros Arşivi