• Sonuç bulunamadı

Geçmiş Zaman içinde:S. Münir Paşa'nın kızı Nimet Hanım anlatıyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Geçmiş Zaman içinde:S. Münir Paşa'nın kızı Nimet Hanım anlatıyor"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

»♦♦»w

♦♦♦♦¥

GEÇM İŞ ZAMAN İÇİNDE z ;

S. MÜNİR PAŞANIN KIZI NİMET HANIM ANLATIYOR

Salih Münir Paşanın çocukluğu

-

Sultan A zizin iltifatı

-

Âbdülhamit ile tanışması - G enç yaşta parlayış -

Abdülhamid'e yapılan

ihtar-- 1

-— Ben, Aksarayda, büyük ba­ bam, Ticaret ve Nafia Nâzın Mahmud Celâleddin Paşanın ko­ nağında doğmuşum. Çocukluğu­ mu içinde geçirdiğim bu konak, geniş divanhaneleri, birinden ö-tekine geçilen, içinde at koştu­ rulacak kadar geniş, hepsi de döşeli, dayalı olmak üzere, otuz küsur odası ile hâlâ gözlerimin önündedir. Cerrahpaşaya giderr ken sol kolda, çok geniş bir bah çenin ortasında idi!,,

İkinci Sultan Abdülhamidin 14 sene Pariste Büyük Elçiliği­ ni yapmış olan Salih Münir Pa­ şa merhumun kızı Nimet Eğri- boz Hanım söze böyle başladı. Ne kadar da canlı konuşuyordu. Anlattığı mevzular arasında, me selâ, elli yıl önceki Paris var.

Yabancı dil öğrenmiş, münev­ ver bir Osmanlı kızı için, yasak edilmiş bir yemişe karşı duyu­ lan sonsuz bir iştiha ile, uzak­ tan, "Servetifünun, mecmuasın - da çıkan resimlerini seyretmek, veyahut sadece rüyada görül­ mek mümkün olan Paris’in o de virdeki cazibesini bir düşünün.

Nimet Hanımefendi, babasının Büyük Elçi olarak bulunduğu bu sihirli şehirde yıllarca kal­ mış. her yanını serbestçe ge­ zip dolaşmış, sosyetelerine girip çıkmıştır.

Yabancı memleketlere kuş u- ulmadığı biç devirde, böyle bir seyahati ancak Padişaha ka­ fa tutmağı göze alanlar yapabi­ lirlerdi. Nimet Hf. ise (Oryan - Ekspres) katarının kırmızı ka­ dife döşeli birinci mevki kom­ partımanlarında Parise rahatça gidip gelmiştir.

Yine bu hatıraları arasında bir Vezir yalısının dekorunu ve bu dekor içinde geçen ihtişamlı ya-, şayışı bulacaksınız! Fakat hep­ sinde önemli olarak, yakın tari­ himizin üstüne gölge düşmüş bir çok noktalarını aydınlatan bir Balkan ittifakı teşebbüsü var ki Salih Münir Paşa, bu hakikî hi­ kâyenin başlıca kahramanıdır.

Tarihte yer etmiş nice şöhret­ ler biliriz ki hayatlarında onla - rın yalnız tek "bir cephelerini ele alıp haklarında pek yanlış ka­ naatlere varmışızdır. Sonra ara­ dan , zamanlar geçip de o şahıs veya şahsiyetlerin; içinde yaşa­ dıkları muhiti ve o muhite uy­ manın icap ve zaruretlerini da­ ha serin kanla tetkike başlayın­ ca, haklarında verilmiş olan in­ safsız hükümler de yavaş yavaş kuvvetten düşmüşlerdir.

Bereket versin ki böyle ol­ muştur. Yoksa bu memlekete canla başla hizmet etmiş birçok değerli insanları, bir kalemde millet ve devlet düşmanlan def­ terine geçirmek gibi affedilmez bir gaflette bulunmak işten de­ ğildi. Nitekim rahmetli Paris se­ firi Münir Paşa da vaktile hak­ kında pek yanlış kanaatlere var dığımız bir devlet adamıdır. Bu­ günden itibaren size, bir kısmı­ nı kızının ağzından, bir kısmım da paşanın bizzat kaleme'aldığı hatıralardan hulâşa edeceğim bu yazıların tertip ve malzemesi - nin temininde Nimet Eğriboz

Muharririmiz Bayan Nimet Eğribozla evinde görüşüyor Hf. nin sayın amcaları Aziz E-

senbelle sayın eşleri avukat Mü­ nir Eğribozun yardımlarına bil­ hassa teşekkür ederim.

Şimdi sözü tekrar Nimet Ha­ nıma bırakıyorum:

— Babam Salih Münir Paşa, 1859 tarihinde, Vefada büyük ba­ bası Mehmet Aziz efendinin ko­ nağında dünyaya gelmiştir. Mab mud Celâleddin Paşanın ilk eşin­ den doğan en büyük oğludur. Ga­ latasaray Lisesinde okumuştur. Zekâsı ve çalışkanlığı ile, pek küçük yaşta iken dikkati çek­ meğe başlamış.

1869 da Sultan Azizin Parise yaptığı ziyareti iade etmek üze­ re Istanbula gelen Fransız İm- paratoriçesi Öjeni, Galatasaray Lisesini Padişahla birlikte ziya-: rete geldikleri gün, henüz 11 yaş larında bulunan babam Salih Münir Beyin Hükümdarlara Fransız dilile söylediği küçük hitabe, împaratoriçenin pek ho­

şuna gitmiş. Sultan Aziz de bu sözlerden memnun kalarak ba - bamı elile okşayarak iltifatlar­ da bulunmuş. Salih Münir Bey, Galatasarayı bitirdikten sonra babası Mahmud Celâleddin Pa­ şa tarafından o sıralarda Maa­ rif Nazırı bulunan Ahmed Vefik Efendiye takdim edilmiş.

Vefik Efendi de babamı tak­ dir ederek (Moliere) den tercü­ me ettiği piyesleri kendisine kop ye ettirmeğe başlamış. Bir yan­ dan da edebiyat ve tarihe dair dersler verirmiş. Hâsılı babam, Vefik Efendinin konağına gide gele pek çok şeyler öğrenmiş.

1874 de Şehzade Abdüihamid Efendi GalatasaraylI bir hoca­ dan Fransızca dersleri almakta imiş. Şehzadenin Fransızcayı iyi çe öğrenebilmesi için bu dille konuşmasına lüzum gösteren ho­ cası, bir gün yanma babamı ala­ rak Şehzade Abdüihamid Efen - diye götürmüş ve kendisile Fran sızca konuşmasını temin etmiş.

O günden sonra Selih Münir Bey, Abdülhamidin Ayazağadaki köş­ küne sık sık gidip gelmeğe baş­ lamış. Abdüihamid Efendi, tah­ ta çıktığı zaman babam henüz 17 yaşında imiş. Mithat Paşa, Kanunuesasî’yi ilân ettirmesi üze„ rine Ahmet Vefik Efendi de Ve­ zir payesile Mebusan Meclisi Re­ isliğine getirilmiş.

Vefik Paşa da eski talebesi Münir beyi hatırlayarak zekâ ve kabiliyetine emin olduğu için ken dişini genç yaşta Mebusan Mec­ lisi Başkâtipliğine tâyin ettir­ miş, 293 harbinin aleyhimizde neticelenmesi, bilindiği gibi Os­ manlI devletini büyük, bir sar­ sıntıya uğratmıştı. Mebusan Mec lisi, Padişahın bir iradesile ka­ patıldı. Vefik Paşa, Başvekil ün- vanile yeni kabineyi kurmağa memur olunca babamı yine ya­ nma alıyor: Kalemi mahsus mü­ dürlüğüyle! Vefik Pş. yerine Baş vekil olan Sadık Paşa da Münir Beyi Ticaret Nazareti mektup - çuluğunâ tayin ettiriyor.

Padişah, Meşrutiyet rejimine son verip bütün devlet işlerini kendi elinde topladıktan sonra dış politika ile şahsan meşgul olmak istiyor ve Münir Beyi Ha­ riciye Mektupçuluğuna nakletti­ rerek yabancı elçilerle münase - bet kurmağa memur ediyor.

Münir Bey, 1894 tarihine ka­ dar bu vazifede kalıyor. O sıra- iaıöa îstanijulda Ermeni ihtilâli patlak veriyor. Sokaklarda kanlı çarpışmalar vukua geliyor. A v­ rupa devletleri, bunu fırsat bile­ rek iç işlerimize müdahaleye kalkışıyorlar. Babamın o gün­ lerde Abdülhamitle Büyük dev­ letler arasındaki nazik muhabe­ releri idarede gösterdiği kabili - yet, her tarafta takdir ediliyor. Bilhassa sefirlerin hiddetini ya­ tıştırmak hususundaki gayret

Salih Münir Paşanın gençlik resmi

ve mahareti öğülüyor. Abdillha , mid, bunun üzerine kendisini ve zir rütbesile Paris Büyük El çili ğine tayin ediyor.

Babam, Pariste (1895) den (1909) a kadar tam 14 sene kal­ dı. Bu müddet zarfında Osman­

lI devletinin en mahrem işleri elinden geçmiştir.

Padişaha yakın tehlikeleri ha­ ber vermekten çekinmeyen na­ dir insanlardan biri de babamdı 1907 yılında mezuniyetle îs- Tanbıda gelişinde Padişrh; ay­ nen şu sözleri söylemek cesare­ tini göstermişti:

— Efendimiz, demişti, her as­ rın kendine mahsus bir idare tarzı vardır. Osmanlı hükümeti bugünkü vaziyetile uzun müd­ det yaşayamaz. Israr edilirse zâ­ ti şahaneleri tahtınızda otura • mıyacağınız gibi, imparatorluğu nuz da elden gider....

(2)

TAN — 5

GEÇMİŞ ZAMAN İÇİNDE E

AMülha'mjd'in huzurunda

Sultan Hamit beni görür görmez kim olduğumu

anladı ve yanalımı oksavarak iltifat etti

i *•

Etrafına toplananların hepsin­ den yalnız medhiyeler dinlemeye alışmış olan müstebid bir hüküm darın yüzüne karşı, kanaatlerini böyle serbestçe söylemek cesare­ tini göstermekle babam, belki de hayatına mal olabilecek büyük bir pot kırmış oluyordu.

Fakat birçoklarının beklediği, hattâ arzuladığı bu korkulu ne­ tice zuhur etmedi. Sultan Ha- mid, bütün dünyanın teslim et­ tiği büyük zekâsı ile gütdüğü iç politikanın çıkar bir yol ol­ madığım çoktan anlamıştı.

Fakat saplandığı bataktan bir türlü kurtulamıyordu. Bun­ dan dolayıdır ki makamına ve şahsına samimi surette bağlı o- lanlarm ileri sürdükleri fikir ve mütalâaları biraz patavatsızca da olsa, körükörüne reddedip ken dilerine gücenmez, memleket idaresinde tuttuğu yolu değiştir­ memekle beraber, tehlikeyi açık ça hatırlatanları, sırasında hoş görmesini de bilirdi.

Nitekim babama da bu sözle­ rinden dolayı kızmadı. Hattâ hâ­ diselerin akışına göre ona itima­ dı bir kat daha arttı.

Çok iyi hatırlarım henüz beş yaşında bir oyun çocuğu idim. Bir akşam dedem Mahmut Celâ- leddin Paşa Bursa Valiliğine ta­ yin edildiği haberi ile saraydan döndü.

O zamanlar îstanbuldan baş­ ka her yer, en yakın şehirler bi­ le "Taşra” sayılırdı. Valilikle de olsa taşrada vazife görmek ho­ şa gider birşey değildi. Bu se­ beple konakta o gece herkes küs kündü. Kimsenin ağzım bıçak açmıyordu. Dedem Bursaya gi­ dince Aksaraydaki konak ta çok geçmeden dağıldı. Biz de saraya daha yakın olsun diye babamın Nişantaşında temin ettiği döşeli dayalı bir konağa göç ettik. Bü­ yük babam Bursadan sonra Gi- ride Vali olarak gönderilmiş çok geçmeden de Ticaret ve Nafıa Nazırlığına tayin edilerek Îstan- bula dönmüştü.

Babam ise o tarihte Hariciye

Nezareti Mektupçuluğunda vazi­ fe görüyordu. Resmî işlerle o ka­ dar çok meşgul idi ki haftada ancak bir veya iki defa yüzünü görebiliyorduk.

Padişah kendisini sefaretler a- rasmdaki gizli temas ve muha­ berelere memur ettiği için bir­ çok gecelerini sarayda geçirme­ ğe mecbur oluyordu. Babam, ü- zerine aldığı bu hizmeti

kusur-Bayan Nimet

İğriboz anlatıyor

suz surette başarabilmek için, nasılsa izin koparıp eve geldiği gecelerde bile birkaç lokma bir- şey yiyip odasına kapanır; çan­ talar içinde getirdiği resmî kâ­ ğıtlara cevap yetiştirmeğe çalı­ şırdı.

M

Babacığımın en büyük arzusu beni gereği gibi yetiştirmekti. Bu arzusunu gerçekleştirmek için iki husus! "Guvemant” tut­ muştu. Bir yandan Fransız dili­ ni öğrenmeğe çalışıyor, bir yan­ dan da konağa devam eden bir kadın öğretmenden piyano ders­ leri alıyordum. Bu sayede pek genç yaşta fransızcayı ana dilim kadar çabuk ve rahat konuşabi­ liyordum. Piyanoda çaldığım par çalar da hoşa gidiyor, beyenili- yordu. Gösterdiğim bu istidat Nişantaşı çevresinde Sarayla a- lâkalı komşularımızdan biri ta­ rafından bir münasebet düşürü­ lüp Padişaha arzedilmiş.

Sultan Abdülhamid de birgün babama: • '

— Münir bey, kızının methini duyuyorum. Getir de göreyim! demiş. Ben o tarihte henüz 11-12 yaşlarında idim. Babam bir gün:

— Haydi Nimet; yeni elbise­ lerini giy, saraya gideceksin, di­ yince adetâ dünyalar benim ol­ muştu. *

Derhal aynanın karşısına geç­ tim çocukluk bu ya elbiselerimin birini çıkarıp ötekini giyiyor, fa ­ kat hiç birini beyenmiyordum. Nihayet bir tanesinde karar kı­ larak hazırlanabildim.

Pencereden başımı uzatınca ne göreyim! Kapının önünde te­ kerlekleri yaldızlı bir saray fay­ tonu. Arabacının yanında da Re­ dingotlu bir harem ağası oturu­ yor.

Ağa beni karşılıyar^k elimden tuttu. Tek başıma içi atlas dö­ şeli arabaya kuruldum.

Ver elini Yıldız sarayı.. O kadar büyük bir heyecan 1- çindeyim ki hiç sormayın. Kal­ bim dışarı fırlıyacakmış gibi çar pıyor, Yıldız sarayının o güne kadar yalnız adını işitmişim. Y e­ di Evliya kuvvetine sahib oldu­ ğu söylenen Padişaha gelince; Onun hakkında hiç bir fikrim yok. Yalnız isminin abdestsiz ağıza alınmıyacağı kulağıma ça­ lınmış.

Hava o kadar sıcak olmadığı halde sıkıntımdan buram buram ter döküyordum. Araba Yıldız yokuşunu tırmanıp sarayın dış kapısına gelinceye kadar binbir düşünce kafamın içinde çalkan­ dı durdu. Nihayet işte harem dairesi.

Merdiven başında biribirinden güzel birtakım saraylı hanımla­ rın toplandığını görünce büsbü­ tün şaşaladım.

Onlar biribirlerine meraklı me raklı:

— Kimin nesi bu efem ? diye soruyorlardı.

Harem ağasından Münir Be­ yin kızı olduğumu öğrenince be­ ni futbol topu ile oynar gibi bi- ribirlerinin kucağına atmağc başladılar.

Böyle elden ele, kucaktan ku­ cağa merdiven başına kadar a- deta yuvarlana yuvarlana geldi­ ğimi hatırlıyorum.

Biri bırakmadan öteki sarılı­ yor:

— Maşallah, maşallah., sesle­ ri biribirine karışıyordu. Harern dairesinin büyük bir salonunda bir kadın — galiba kadın efen­ dilerden biri idi amma şimdi han gisi olduğunu hatırlamıyorum. — Beni elimden tutup sevdi, okşa­ dı. Büyük bir adammışım gibi hat hatır sordu. Önüme birçok yemişler, çikolotalar çeşitli sa­ ray tatlıları getirdiler.

Elini süren kim acaba?. Utan­ cımdan kıpkırmızı olmuşum. Hep önüme bakıyorum. Bununla beraber sorulan şeylere serbest­ çe cevap vermeğe de çalışıyo­ rum. Böylece akşamı ettik.

Meyerse o gece saray tiyatro­ sunda oyun varmış. Padişah da yerli ve yabancı misafirlerle ye­ mekten sonra oyunu seyretmeğe gelecekmiş. Kendisini bir hayli bekledik.

Derken önüm sıra bir kaynaş­ ma oldu. Ama ne kaynaşma. Meğerse Padişah geliyormuş. Ge niş sofada bir an içinde adım a- tacak yer kalmadı. Saraylılar Padişahı daha yakından görebil­ mek için birbirlerinin üstüne atı­ lıyorlardı. Kadın efendi beni e- limden tutarak Sultan Abdülha- midin yanına götürdü. Ellerim göğsümde yerlere kadar eğile­ rek geri geri birkaç adım gittim. Sultan Hamid beni görünce der­ hal tanıdı:

— Münir beyin kızısın değil m i? Babana ne kadar da benzi­ yorsun diyerek yüzümü okşadı. Bir harem ağası karşısında el- pençe divan duruyordu. Onun arkasındaki Harem Ağasının elinde de küçük bir paket var­ dı. Padişahın başile yaptığı işa­ ret üzerine Harem Ağası paketi bana uzattı. Padişah birine bir şey verince evvelâ öpüp başa ko nulacağını babamdan öğrendiğim için paketi üç kere öpüp başıma koyduktan sonra kollarımın ara­ sına aldım. Sultan Hamidin sesi çok kaim ve tesirli idi.

Bana:

— Daha küçüksün şimdilik bunları kullan, ilerde büyüyünce sana daha iyilerini alırım, dedi.

Tekrar ayaklarına kapanır gi­ bi bir harekette bulundum. Beni omuzumdan tutup kaldırdıktan sonra saçlarımı okşadı. Ve sa­ raylıların kakışıp çekişmeleri arasında tiyatro binasının bulun­ duğu yere doğru yürüdü.

Sultan Hamidin huzuruna ka­ bul edilmem işte böyle olmuştu. Eve gelince hediye edilen pake­ ti açtık. , (Devamı var)

(3)

W » » V * S ^ /V \A /S / V W ^ W ^ W W W N ^ ^ W

GEÇMİŞ ZAMAN İÇİNDE

MAHMUT CELÂLETTİN PASA MÛSİKİYE

MERAKTI, BESTELERİ HÂLA DİLLERDE

DOLASAN BİR BESTEKÂRDIR

Bayan

Nimet Iğriboz

anlatıyor

— 3 —

O devre yetişmiş olmayanlar, bir Vezir konağı ne demek ol. duğunu bilemezler. Bu konaklar, küçük ölçüde birer saraydı- i ç ­ lerinde 40-50 ve daha fazla oda sı olanlar vardı.

Selâmlık ve Harem daireleri­ ni yüksek duvarlar biribirin- den ayırırdı. O zamanki Vezir konaklarından bazılarının işgal ettiği arsalar üstünde bugün bir değil, bir çok mahalleler yük selmektedir.

Meselâ Taşkasapta Hamdul­ lah Suphi Beyin büyük pederi Sami Paşa konağı gözümün ö- ııüne geliyor. Bir kapısı Aksa­ ray da, öteki kapısı Fatihte... Se lâmlığı, Haremi ayrı ayrı bi­ rer âlem...

Çerkeş Haşan vak’asına sah ne olan bir Milthat Paşa kona­ ğı vardı ki Soğanağa mahalle­ sinin yarısını içine alırdı

Bu konakların başlıca husu­ siyeti, Harem ve Selâmlık dai­ releri arasında kuş uçurmamak hususunda gösterilen itina ve dikkatti.

Uşak, aşçı, bahçıvan, ayvaz gibi selâmlık personelinden her hangi birinin haddine mi düş­ müştü ki, Harem kapısından içe ri başım uzatab;lsin. Yahut so­ kakta rastladığı konağın besle­ melerinden veya Paşanın cariye lerinden birine yan gözle baka bilsin?

Derhal kolundan tutulup atıl dığı gündü.

Yıllarca aynı konağın iki ay­ rı dairesinde yaşadıkları halde biribirlerini görmeyen insanlar pek çoktu. Bununla beraber, tür lü hile yollarına baş vuı ı ak meselâ dönme dolaptan yeıııek alıp verirken biribirleıile tanı­ şıp, fırsat buldukça konağın tenha köşelerinde sevişenler de olurdu.

Konağın sahibi olan zat, vak­ tinin çoğunu selâmlıkta geçirir di. Çünkü konağın bu kısmı, daha civcivli, daha hareketli ve dalla eğlenceli olurdu.

Paşa, çok defa ikindi üstü da iresinden döner ve "kudumunu” dört gözle bekleyen dalkavukla, rı tarafından elden ayaktan kar şılamrdı. Eğer mevsim yaza rastlayıp da-aile yalıya taşınmış bulunursa selâmlık âlemleri da ha zevkli olurdu.

Büyük Pederim Mahmud Ce- lâleddin Paşa saza çok meraklı idi. Bu merakı gitgide artıra­ rak işi hcstekârlığa kadar gö­ türmüştü. ,

Bizzat yaptığı besteler arasın da halkın çok tuttuğu parçalar vardır ki Radyo başta olmak ü- zere saz meclislerinde hâlâ sık sık tekrarlanır.

'

^ Ş ^ P Pp hKbk

-’

Bn. Nimet Eğriboz’ un bir gençlik resmi. Yaz gelince Mahmut Celâled-

din Paşa takımı, Çubukludaki yalıya göç eder, beni de birlik­ te götürürlerdi.

Çocukluğumun en neş’eli gün lerini yaşadığım bu yalıyı hiç unutamam. Sabahları, çok er­ ken saatlerde bülbül seslerde Ur yanırdık. Boğazda iki semt var­ dı ki bülbüllerde şöhret almıştı. Biri Çubuklu, öteki îstinye!..

Şu iki mısra, îstinye bülbülle­ rinin o devirdeki hayranları ağ zindan söylenmiştir:

“ Ho kafes nâlesini, nağme! pey- derpeye gel, Raylgân dinleyelim bülbülü, îs- tinyeye gel!” Günümüz yalıda nasıl geçer­ d i? Bunu şimdi bütün teferru- atiyle anlatmak uzun sürer. Üç beş kelime ile ifade etmek lâ­ zımsa, bu; tam manasile eskile rin "ekmek elden, su gölden” diye tarif ettikleri pürüzsüz, ke yifli ve azami derecede rahat ve kaygısız geçen demlerdi. En büyük heyecanımız, dedemin çatana ile yalıya dönüşünü bek lemekti. Çatana Kanlıca burnu­ nu dönüp Çubukluya doğru yol almağa başlayınca siz gelin de bizdeki sevinci görün! Yalının rıhtımı boyunca, o zamanın ta birde -sebilhane bardağı gibi - dizilirdik. Derken çatana gelir,

büyük pederimi Kâhya ile bir­ likte koşup karşılardık. Sayıla­ rını hatırlamıyorum ama, konak ta bir sürü uşak vardı. Bunla, rın hepsi de son derecede terbi­ yeli, nazik, hattâ kibar insan­ lardı. Karıncayı incitmekten korkar gibi ayaklarının ucuna başarak yürürlerdi.

Gürültülü sesler çıkararak konuştuklarını, bir gün olsun a- ralarında kavga ettiklerini gör­ medim.

Büyük babam, konağa dön dükten sonra doğruca Hareme geçer, soyunup dökünür, sırtı­ na keten ceketini, ayağına ince bir kumaştan yapılmış ev pan- talonunu geçirip tekrar selâm lığa dönerdi. Yaz kış başından takkeyi eksik etmezdi. Bu tak ke, mevsimine göre yazsa sa­ dakordan, kış ise daha kalınca bir kumaştan yapılırdı. Ayağın da da daima ince göderiden, ar kalıklı terlikler bulunurdu.

işi olmadığı ve kendisini bek leyen teklifli misafirleri bulun­ madığı zamanlar, Haremde faz laca oyalanır, küçükleri sevip ok şar, Hammlarile dereden tepe­ den konuşur vakit varsa bahçe­ ye İner, bir müddet istirahat et tikten sonra Selâmlıkta hazır­ lanmış olan sofranın başına ge­ çerdi.

Celâleddin Paşanın sofrası devrinin büyük şöhretlerinden biri idi. Kilerci başı, sofradaki çeşitli çerez ve mezelerin hazır lanmasmda bütün maharetini gösterirdi.

İlk mastika kaderleri yuvar­ landıktan bir müddet sonra ince saz takımı da ahenge başlamış olurdu. Celâleddin Paşa mer­ hum, içkiye müptelâ bir adam değildi. Hanendeler ne kadar coşarsa coşsun, o gene bildiğin den şaşmaz, bir, bir buçuk ka deh mastika ile kanaat ederdi.

Onun bu imsakini, sofradaki, ler, içkilere ve mezelere müthiş bir rağbet göstererek, fazlasile telâfi ederlerdi.

Saz âlemi her gece yapılmaz dı. Fakat yapıldığı geceler, pek parlak olur, yukarı Boğazın en seçkin halkı, sandallar, kikler ve futalarla Çubuklu sahilleri­ ne akın ederlerdi. Saz âlemle­ rinde Tanburi Cemil Beyden Udi Nevrese, bestekâr Lem’i Atlıya kadar devrin kalbur üstü ge­ len belli başlı bütün musiki üs- tadlan hazır bulunurdu.

Dedemin sesi de epeyce gü. zeldi. Sevdiği parçalar çalınır ken ellerini hafifçe dizlerine vu rarak tempo tutar ve ağır ağır okurdu .

Bu sofra âlemlerinin birinde Babam Münir Paşa ile dedem Mahmud Celâleddin Paşa ara­ sında ne sebeple olduğunu anla­ yamadığım çok şiddetli bir mü nakaşa olmuştu.

Babam, birdenbire iskemlerin den fırlayarak dedeme şöyle haykırmıştı:

— Rica ederim efendim.. Iş, sizin bildiğiniz gibi değil! Mem­ leketin felâkete doğru sürüklen meşine sebep oluyorsunuz. Zâtı Şahaneye hakikatleri olduğu gi bi arz etmiyorsunuz!

Babamı, o günkü hâli ile hiç görmemiştim.

Hiddetinden her tarafı sapıı sapır titriyordu .

Dedem ise son derece soğuk kanlı idi. Babama, cevap olarak sadece şunları söylüyordu:

— Size sükûnet tavsiye ede­ rim. Lütfen itidalinizi muhafa. za ediniz efendim...

Her zaman etrafındakiler! neş eye, şatarete boğan sofra, o ge ce bu hâdiseden sonra erkence dağılmıştı.

Sclâhaddin GÜNGÖR (Devamı var)

(4)

— ===: GEÇMİŞ ZAMAN İÇİN D

E---"İRADEN ELİNDE OLSUN!” DENİLİNCE KIRK YILLIK NİKÂHLI KADIN

Vezir Konaklarının iç yüzle, rini etraflı şekilde anlatmağa kalkışacak olsam bir koca ro­ man yazmak lâzım gelir. Ben, bu görüşmemizde sadece, bu mevzua ait birkaç enstantaneyi tespit etmeğe çalışacağım. Bü yük pederimin ve babamın ko

naklarında küçük yaşıma rağ men bir nokta var ki, gözüm den kaçmamıştır: Erkeğin ka dına, kadının erkeğe gösterdiği saygı... Öyle bir saygı ki, bu. günkü cemiyet hayatımızın yap macık nezaketine hiç benzetemi yorum.

Niçin saklamalı? Dedem de, babam da, kadına karşı zaafı olan insanlardı.. Fakat ikisi de gizlice yaptıkları çapkınlıkları, haremlerinden büyük bir sır gi bi saklamağa çalışırlardı. Hal buki o devirde erkek, şimdikin den çok daha hür ve her bakım­ dan istiklâline sahipti.

"İraden elinde olsun!” denilin­ ce kırk yıllık nikâhlı kadın, ko casından boş düşerdi. Ne hâki­ me, ne avukata müracaata ha­ cet kalmadan.. Çapkınlık etmek, — O zamanın tabiri ile— erke, ğin eli kınası idi- Hali, vakti ye rinde olan bir adam, kapatma, veya odalık adı altında nikâhlı haremleri üstüne diledikleri ka dınla birleşip, bir arada yaşa­

mağa, şer‘an da, kanunen de mezundular Bu böyle olduğu hal de ırkların en güzel örneklerin den seçilmiş birbirlerinden gü­ zel çeşitli cariyelerle dolup ta­ şan konaklarında ne babamın, ne de büyük babamın skandala sebep olacak bir hareketlerine şahit olmadım. Çünkü ibadet gi bi, kabahat de gizli idi. Erkek evdeki kadına yaptığı işlerden birşey hissettirmemeğe çalışır­ dı. O devirde kadınlar da son derece sabırlı idiler.

KOCASINDAN BOS DÜŞERDİ

Hakime avukata

lüzum kalmazdı

Sultan Hamidin Paris Büyük Elçiliğini yapan Salih Münir Paşa (Çorlulu).

Kocalarının bazı şımarıklıkla, rina göz yummasını bilirlerdi- Vaktile dedemin konağına gidip gelen bir esirci Fatma Hanım vardı İşi gücü Vezir konakları­ na makbule geçecek cariyeîik kız lar takdim etmekten ibaretti. Bunu herkes bildiği halde, lıa- remde kendisine ses çıkaran, hat tâ asık surat gösteren olmaz­ dı.

Fatma hanım, konağa bazen öyle kızlar getirirdi ki, paşayı değil, evliyayı bile baştan çıka rırdı. Geigelelim konağın hanı­ mı, gene de tetiği bozmaz, Paşa ya peşkeş çekilmek üzere getiril diğinde şüphesi olmadığı halde, onu güler yüzle karşılayarak ha linden bir şey belli etmemeğe ça lışırdı. Fakat.. Aradan çok geç­ meden bu fıkırdak taze, birden bire ortadan siliniverirdi Bir hafta, on gün sonra kızın tek rar Fatma hanıma teslim edile

rek ucuz pahalı elden çıkarıldı, ğı haberini alırdık.

Büyük annem, bu işi paşaya sormadan nasıl yapardı, hâlâ keşif edememişimdir. Boyu bo­ su, kaşı gözü helé sazı sözü ye­ rinde olan kızların, paşa ile te­ masına hanımefendiler, ancak kendilerince malûm olan bir ta­ kım tertiplerle mani olmağa ça lışır ve bunda çok defa muvaf fak da olurlardı. Fakat, bu mev zu üzerinde ne paşa, karısına birşey açardı. Ne de Hanımefen di işi dallandırıp budaklandırır- dı. Tereyağından kıl çekercesine ateş bacayı sarmadan tehlikeyi örtbas ediverirlerdi. Hanımların

asıl korktukları şey, paşanın bu taze dilberlerden birine gönül kaptırması ihtimali idi.

Çünkü bu takdirde, dünkü ca riye parçası, birdenbire hanım, efendilik pâyesine yükselip, ko­ nakta kendi yerini alırdı ki, iş­ te buna tahammül güçtü. F a­ kat, böyle bir kaza, günün bi­ rinde vukua gelse de Hanımefen dinin, bazı mahalle karıları gi­ bi afakanları tuttuğu ayılıp bayıldığı pek görülmezdi.

Konaktaki hizmet halayıkları mn yüzlerine bakan yoktu ama, bazı midesiz damatlarla bu bu. laşık çukuru kokan kızlar ara sında inceden inceye ve gizli­

den gizliye bazı maceralar geç­ tiği kulaktan kulağa söylenip du rurdu. Hizmet halayığından bahs ederken aklıma

geldi-Dedemin konağında son dere­ ce pasaklı bir halayık vardı. Temizlikten hiç hoşlanmazdı. Hiç unutmam, büyük annem bir gün bu halayığa kızmış, ve o hiddet arasında ağzından kaçır­ mış:

— Ahdim olsun, seni satayım da diyetin olan para ile çarşı­ dan sabun alayım inşallah! de. miş. Aradan çok geçmedi, Bir gün hamalların sırtında çuval çuval sabunlar..

__ Destur,, destur, diye ses’ e nerek, haremdeki büyük kilere doğru yürüyorlar. Meğese pa­ saklı halayığın satış parasile alı nan sabunlar değil mi imiş? En azdan 50-60 çuval sabun var­ dı. Kilerde bunları koyacak yer bulunamamıştı ama, büyük an­ nemin de ahdi başka türlü na­ sıl yerine getirilebilirdi?

Sahıhaddin GÜNGÖR (Arkası var)

(5)

G E Ç M İŞ

ZAMAN

İÇ İN D E

"PARİS, O TARİHLERDE

Hayallerde yaşayan şehirdir"

Bayan Nimet İğriboz yarım

P a r i s t e

g ö r d ü k l e r i n i

Nimet Eğriboza rica ettim: — Bize biraz da o zamanki Paris'i anlatmak Iûtfunda bu­ lunur musunuz?

Nazik muhatabım, belli belir­ siz iğini çekti. Bu iç çekiş, kü­ çük yaşta geçirilmiş parlak bir devire karşı duyulan derin bir hasretin ifadesi olduğuna şüphe yoktu.

Ben devam ettim:

— Meselâ Parise yaptığınız İlk seyahat?

Hafifçe gülümsedi:

— Paris, o tarihlerde bütün Türklerin hayallerinde yaşattık­ ları bir şehirdi.

Babam, oraya büyük elçi o- larak gönderilince annemle ben de Parisi görebilmek ümitleri belirmekte gecikmedi.

Ben henüz genç bir kızdım ama Saraydan gereken müsa adeyi almakta güçlük çekme­ dim. Ve günün birinde Oriyant - Ekspres trenine atlayıp eski a- ile dostlarımızdan bir Fransız

asır evvelki

a n l a t ı y o r

la birlikte yola çıktım. Bu Fran sız kadın, pek konuşkan bir insandı. Bana ideal bir yol arka daşı oldu.

Viyanadan geçerken, - babam haber vermiş olacak . orada Büyük Elçi olarak bulunan Mahmud Nedim Paşanın bizi karşılamağa geldiğini gördük. Trenin hareketine epeyce vakit vardı. Elçi Paşa, bizi açık bir faytona bindirerek şehri gezdir di.

Parise varışımızda şehrin banliyösü bende hafif bir hayal kırıklığına s,ebep oldu. Fakat arabaya binip şehrin büyük ana caddeleri, geniş bulvarları, muh teşem binalarile karşılaşınca, bu hayal kırıklı bir anda sili­ nerek yerini derin bir hayran­ lık aldı. Babamla birlikte, doğ ruca Sefarethaneye gittik. O tarihte Fransada asalet an’a- nesi henüz yıkılmamıştı.

Bourbon ve Monmoransi aile lerine mensup pek çok zevat, servet ve itibarlarını hâlâ mu­ hafaza etmekte İdiler. Baba, mm ilk işi bana Pariste bir Gu- vernant tutmak olmuştu. Kısa zamanda yüksek sosyeteden bir hayli ahbap edindik. Bunlar arasında (Monmoransi) ailesi­ ne mensup yetmişlik bir Dü­ şes de vardı ki gitgide en iyi dostlarımdan biri olmuştu.

Kendisi (Dük dö Dina) adın da bir zatın zevcesi idi. Beni nedense çok sevmişti.

Operaya ilk defa bu Düşesle birlikte gittim.

Operada - hiç unutmam . Fa- ust oynuyordu. Artistlere, de­ korlara hayran kaldım. Hazır bulunduğum toplantılarda bana canımı sıkan sualler sorarlar-

v du

— Siz bir Türk kızısınız ha? — Peki.. Nasıl oluyor da böy le yanlışsız Fransızca konuşa­ biliyorsunuz ?

— Şalvarınızı evde mi bırak­ tınız ?

— Babanızın kaç nikâhlısı var?

Onlara birer birer cevap ver­ mek zorunda kalışım beni çok Tanışma alanım gitgide ge- üzerdi.

nişliyordu. Müzeleri, sarayları, tarihî ve mimarî şöhreti olan yerleri birer birer dolaşıyor­

dum. Bu ziyaretler benim için çok istifadeli oluyordu. Babam, Fransız millî bayramı şerefine 14 Temmuzda Elize sarayında verilen suvareye beni de gö­ türerek o tarihteki Fransız Cum hurreisi (M. Lubet) ye takdim etti.

M. Lubet, beyaz sakallı, pek zarif şekilde giyinen, nazik bir zattı. Benimle dakikalarca meş gul oldu. Verdiğim cevaplar hoşuna gitmiş olacak ki bana o gece dağıtılan katiyonlardan bir çok hediyeler verdi.

Sefarette babamın hizmetine bakan zenci bir kölemiz vardı; adı Yaverdi. Pariste iken ca­ nım tiyatro seyretmek istedik­ çe Yavere söylerdim. O da be­ nim adıma babama ricada bu­ lunurdu.

Yaver çok geçmeden elinde bir fransız altını ile yanıma ge­ lince babamdan tiyatro için izin koparmış olduğunu anlayarak

sevinirdim. Kısa süren bir ha.

zırlıktan sonra Emil adındaki uşağımız ve Yaverle birlikte yo la çıkardık.

Bazan bu müsaadeyi almak için Guvernantım Miss Emmiyi gönderirdim.

Perşembe günleri, matineler­ de klasiklerin oyunlarım seyir etmek için (Teatr Franse) ye giderdik. Oradaki konuşma tar zı benim için adeta ders yerine geçer ve pek istifadeli olurdu.

— O tarihte Paris kadınları nasıl giyinirlerdi Hanımefendi

— Her halde bugünkü gibi açık saçık değii. Günlük tuva­ letler, çok ağır kumaşlardan ya pılırdı. Suvare ve baloda giyi­ len elbiselerden maadasının ya kalan boyun hizasında kapalı idi. Ahbap toplantılanna dekolte kıyafetle gelinmezdi.

O zamanlar uzun eldiven mo­ dası vardı. Hemen bütün kadın lar uzun eldivenler takarlardı.

Eldivenlerin çoğu dantelli idi. Tercih edilen kumaşlar, tafta, saten ve dra idi. Kadın şemsi yeleri de pek süslü olur, kenar, larına muslinler, danteller ge­ çirilir, uzun saplanna çeşitli hayvan başı şekilleri verilirdi.

Paris kadınının elinden yelpa j ze düşmezdi. Bu yelpazelerin ço-1 ğu uzun tüylü idi. Pahalı yel­ pazeler Deve kuşu tüyü ile süs lenirdi.

Başa takılan taraklar da çe­ şit çeşitti. Fil dişinden bağaya kadar...

(6)

GEÇMİŞ ZAMAN İÇİNDE

«v»a*v* M H M M * * * \ *v j U V / U

durma yemek, Belediye ce yasak edilmiştir.

İL K B A L K A N İ T T İ F A K

TEŞEBBÜSÜ, 1906 DA S. MÜNİR

PAŞA TARAFINDAN YAPILDI

— Abdüihamidin emrile, mer. hum pederimizin Balkan devlet­ lerde OsmanlI Hükümeti arasın­ da ittifak kurmak yolunda bir teşebbüsü vardı. Bu tarihî vak’a- yı bir kere de sizin ağzınızdan dinlemek isteriz.

Nimet Eğriboz hanımefendi: — Babamın, dedi, bu mevzua dair bizzat kaleme aldığı hâtıra, lardan bazı parçalar okuyabili­ rim. Siz sonra bunları, kendi üs lûbunuza çevirerek yazarsınız! Salih Münir Paşa, Balkan ittifa kı teşebbüsüne dair olan hâtıra­ larında şunları anlatır:

— Bulgaristan Prensi Ferdi - nand, Prensliği resmen tasdik e. dildikten sonra Abdülhamide te­ şekkür ve ubudiyetlerini ( ! ) arz etmek üzere îstanbula gelmişti (1896). Gerek padişah ve gerek vükelâsı ile yaptığı temaslarda, kendisini Osmanlı devletinin sâ­ dık bir bendesi gibi göstererek, (Hükümeti matbuası) nm başı­ na bir gaile çıktığı zaman Bul. gar ordusunun yardıma hazır ol­ duğuna dair mahremane (gizli­ ce) teminat vermişti. Fakat bu hizmetine karşılık olarak Make- donyada yeniden beş Bulgar Met repclitliği ihdasına Rumelide se kiz şehire tüccar vekili adı al. tında Bulgar temsilcileri gönde­ rilmesine müsaade olunmasını is " , ordu.

Prens Sofyaya döndükten son­ ra o zamanki Bulgar Başvekili Istovlofun Sobranya Meclisinde* verdiği demeç, çok mânalı idi.

Başvekil şöyle demişti: ' “ Bizim ruhumuz îstanbulda- dır. Devleti Matbuamızın politi. kası bizim de politikakamızdır.”

Fakat 1313 de patlayan Os­ manlI — Yunan harbinde Bulgar lann hududumuz boyunca aske­ rî bazı hazırlıklar yapmağa yel­ tendikleri görüldü. Ve bunun he men ardından Bulgarlar eski is­ teklerini tekrara başladılar. Sa­ ray ve BabIâli, yeni bir gaile çı. karmamak için bu isteklerinin harp sonunda dikkate alınacağı bildirildi ve İsrarları üzerine Bul garistana bu mevzuda bir de res mi senet verildi. Yunan harbi de vam ettiği müddetçe Bulgarlar- dan dostluğa aykırı bir hareket • görülmedi. Bulgarların bize dost elini uzatnvş gibi görünmeleri . nin hakikî sebebi, Rusya, A l­ manya ve Avusturyadan Yunan harbine karışmamak için talimat almış olmaları idi.

gelişinden biraz evvel Romanya Kralı Karol, mahrem İşlerinde kullandığı Margarik adında biri ni gizlice îstanbula göndermiş­ ti. Margarik, Sadrazam Halil Rifat Paşa ile ittifak etmek arzu sunda bulunduğunu bildirdi.

Romenler, daha sonraları bu teşebbüslerini tekrar ettiler. Bu mevzuda yapılan temas ve mü- zarekeler son derece gizli olu­ yordu. Vükelânın ileri gelenleri, Bulgarlarla mı, yoksa Romenler le mi ittifak etmenin hayırlı ola cağını bir türlü kestiremedikle. rinden iş uzayıp gitmekte idi. Tam bu sıralarda Prens Fendi- nand ikinci defa olarak îstanbu- la geldi. Prens, bu seferki seya­ hatinde Türkiye ile Bulgaristan arasında tedafüi bir ittifak mua­ hedesi müsveddesini de birlikte getirmişti.

Böyle gizli ittifak muahedele. rinin son derece mahrem çere - yan etmesi lâzım gelirken iş, il­ kin askeri encümen, daha sonra da encümeni mahsusu vükelâya havale edilerek (lâkırdı tellâla verilmiş) ti .

Nihayet muahedenin bir müs­ veddesi yapıldı ki hülâsası şu idi: Bulgaristan haricî bir taar. ruza uğrayacak olursa Osmanlı orduları Bulgar topraklarına gi­ rerek, onun mülkî tamamlığını birlikte müdafaa edecek, Rumeli cihetinde biz bir tecavüze uğrar sak 100 bin kişilik bir Bulgar

ordusu Osmanlı ordusunun yar­ dımına koşacaktı.

Fakat bu sıralarda Vükelâ­ nın fikri değişerek bir Balkan ittifakı kurmak arzuları peyda oldu, Bu ittifaka Sırbistanla .Ka radağı da dahil etmek için tema yüller belirdi.

Romanya kralı yaptığı ittifak teşebbüsünü îstanbuldaki sefirin den bile gizli tutmuşken kısa bir zaman sonra bu işi duymadık kimse kalmamıştı. Bulgarlar da RomanyalIların teşebbüsünü bu sırada haber almış bulunuyordu. Bunun neticesi olarak Prens Fer dinand Türk . Bulgar ittifak mü ahedesi müsveddesini alelacele Sofyaya getirterek imza ediver. mişti.

Romanya kralı bunu haber a- lınca Bükreşteki şefirimiz Kâ­ zım beyi yanına çağırmış:

— Sizin îstanbulda, demiş, ga liba sır saklamak ne olduğu bi­ linmiyor. İttifak teşebbüsünü ben buradaki elçilerden duydum. Üçlü Alman - Avusturya ittifa. kından herkesin malûmatı var­ dır, ama bu ittifakın esaslarını kimse bilmez.

Bulgarlarla da ittifak yapma. ğa kalkışmışsınız, bu ne acaip iştir! Ben artık Osmanlı devle- tile ittifakı aklımdan bile geçir­ mem!”

Aradan epeyce bir zaman geç tikten sonra Balkan ittifakı te.

(Devam ı 6 ncı sayfada)

Diğer taraftan Bulgarlar, öte denberi Romanyadan çekinirler­ di. Romenler de Bulgaristanın büyüyüp kuvvetlenmesini iste - mezlerdi. Bu hak’ mdan biz:mle ittifak edüp Bulgarlara karşı cephe almak için el altından te. şebbüse geçtiler.

(7)

Geçmiş zaman

(Baştarafı 4 üncü sayfada) şebbüsleri yeniden tazelenmiş ve Salih Münir Paşa 1906 yılı Şu­ batı içinde Balkan menleketleri- le temasa memur edilerek ilk o- larak Sofyaya gönderilmiştir. Münir Paşa, Sofyadan sonra Sır bistan, Karadağ ve Yunanistanı ziyaret etmiştir.

23 Şubatta Belgratta bulundu ğu sırada Münir Paşaya Sultan Hamit tarafından gönderilen şif reli bir telgrafta, hemen Sofya, ya giderek Prens Ferdinantla görüşmesi emredilmişti.

Salih Paşa bu şifreyi alır al­ maz Sofyaya gidiyor. Fakat aya ğının tozunu silecek vakit bula­ madan Abdülhamidin yeni bir şifresi üzerine İstanbul’a dönü, yor.

Salih Münir Paşa Bulgaristan la yapılan müzakerelerin bir çık maza girmesi üzerine Rumanya, Sırbistan, Karadağ ve Yunanis - tanla büyük bir ittifakı kurma - nın daha faydalı olacağı Padişa­ hı inandırmış ve bu memleketle, re yaptığı seyahatlerde çeşitli safhalar arz eden müzakereleri

¡çinde

pek güzel idare etmiş.

Meşrutiyetin ilânından üç ay evvel Balkan devletleriyle yapı­ lan müzakereler ermiş bulunuyor du. Temin edilen anlaşmaya gö­ re Osmanlı imparatorluğu ile Ru manya, Sırbistan, Karadağ ve Yunanistan arasında bir Balkan ittihadı kat’I bir mahiyet almış tı. Hazırlanmış olan muahedenin imza ve tasdikine ait formalite­ ler için alâkalâ hükümetler ara­ sında görüşmeler yapıldığı sırada meşrutiyet ilân edildi. İktidara geçen İttihat ve Terakki hükû. metleri ne yazık ki işin ehemmi­ yetini takdir edemediler ve bazı büyük devletlerin esassız vaad- lerine kapılarak imza edilmek üzere bulunan bu muahedeyi bir köşeye attılar.

Arası çok geçmeden Bulgaria tan istiklâlini ilân etti. Bir müd­ det sonra Balkan milletleri ara. larında anlaşarak Rumeli kıt’ası nm elimizden çıkmasına sebep oldular.

( S O N )

SalâJıaddin GÜNGÖR

Referanslar

Benzer Belgeler

Amacı, ilköğretim öğrencilerinin Seviye Belirleme Sınavı (SBS) İngilizce alt testinden aldıkları ham puanlar ile proje görevi, performans görevi, ders içi katılım ve

1948 yılında İstanbul’da doğan sanatçı, resim öğrenimini İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Bedri Rahmi.. Eyüboğlu Atölyesi’nde

Hikâye, roman, deneme, inceleme türlerinde 15 eser yayınlamış bulunan Burhan Arpad, çağdaş Alman dili edebiyatlarından yap­ tığı (Remarque, S. yazarlardan

İkinci Dünya Harbinin sona erdiği 1945 yılının Ekim ayında Londrada toplanan Birleşmiş Milletler Eğitim Konferansında (1) eğitim ve bilim yönünde

9 teşrinisani perşembe günü Fran­ sız Reisicümhuru ve Maarif Nazırının huzurunda Paris üniversitesi rektörü yedi yabancı âlime Docteur honoriş causa diplom ve

Çünkü, tam­ pon bölgeye girmiş olan Türk askerinin bu bölgeye girmiş olabileceğine ilişkin olarak Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından Bartş Gücü'ne

Nous avons des raisons pour penser que si les dirigeants arméniens obéissant aux vœux de leurs Ressortissants, avaient réclamé la tutelle française en Cilieie,

Duble rakı­ nın; içinden çıktığı şişesinden iki üç katı fazla fiyatla satıldığı lüks barların, gece kulüplerinin şarkıcısı oldu.. Basın, haberi bir