• Sonuç bulunamadı

Türk Toplumunda Kadın Algısı ve Kadın Haklarının Tarihsel Gelişimi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Toplumunda Kadın Algısı ve Kadın Haklarının Tarihsel Gelişimi"

Copied!
94
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

TÜRK TOPLUMUNDA “KADIN” ALGISI VE KADIN HAKLARININ

TARİHSEL GELİŞİMİ

DİLA KÜÇÜKKIRSOY

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ORTAÖĞRETİM SOSYAL ALANLAR EĞİTİMİ ANA BİLİM DALI

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

(3)

i

TELİF HAKKI VE TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU

Bu tezin tüm hakları saklıdır. Kaynak göstermek koşuluyla tezin teslim tarihinden itibaren 6 (altı) ay sonra tezden fotokopi çekilebilir.

YAZARIN

Adı : Dila

Soyadı : KÜÇÜKKIRSOY

Bölümü : Felsefe Grubu Öğretmenliği İmza :

Teslim Tarihi : 12 /12 /2016

TEZİN

Türkçe Adı : Türk Toplumunda “Kadın” Algısı ve Kadın Haklarının Tarihsel Gelişimi İngilizce Adı : Perception Of Women in Turkısh Society And Historical Development Of Women Rights

(4)

ii

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI

Tez yazma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyduğumu, yararlandığım tüm kaynakları kaynak gösterme ilkelerine uygun olarak kaynakçada belirttiğimi ve bu bölümler dışındaki tüm ifadelerin şahsıma ait olduğunu beyan ederim.

Yazar Adı Soyadı: Dila KÜÇÜKKIRSOY İmza: ...

(5)

iii

JÜRİ ONAY SAYFASI

Dila KÜÇÜKKIRSOY tarafından hazırlanan “Türk Toplumunda “Kadın” Algısı ve Kadın Haklarının Tarihsel Gelişimi” adlı tez çalışması, jüri tarafından oy birliği ile Gazi Üniversitesi Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Ana Bilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

Danışman: Prof. Dr. İbrahim ARSLANOĞLU

(Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğt. Ana Bilim Dalı, Gazi Üniversitesi) .…………..

Başkan : Prof. Dr. İbrahim ARSLANOĞLU

(Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğt. Ana Bilim Dalı, Gazi Üniversitesi …………. Üye : Prof. Dr. İbrahim ARSLANOĞLU

(Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğt. Ana Bilim Dalı, Gazi Üniversitesi ….………….. Üye : Prof. Dr. İsmail KÖZ

(Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü, Mantık Ana Bilim Dalı, Ankara Üniversitesi) ……… Üye : Doç. Dr. Beyhan ZABUN

(Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğt. Ana Bilim Dalı, Gazi Üniversitesi) ………..

Tez Savunma Tarihi : 10/11/2016

Bu tezin Ortaöğretim Sosyal Alanlar Eğitimi Ana Bilim Dalı’nda Yüksek Lisans tezi olması için şartları yerine getirdiğini onaylıyorum.

Prof. Dr. Ülkü ESER ÜNALDI

(6)

iv

TEŞEKKÜR

Hem lisans hem yüksek lisans eğitimim boyunca hayatıma çok büyük katkıları olan, tez çalışmalarım süresince bilgi ve deneyimleriyle beni yetiştiren, sabır ve anlayışına hayran olduğum, tez danışmanım Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. İbrahim ARSLANOĞLU’na, hiçbir zaman desteğini esirgemeyen Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Sayın Doç. Dr. Mehmet Ali DOMBAYCI’ya, tez yazım aşamasında destek olan Süleyman KALEMER, Nurcan KURT, Betül ULU’ya, her konuda yardım ve desteklerini her zaman gösteren aileme sonsuz saygı ve teşekkürlerimi sunarım. Araştırmanın daha sonra yapılacak olan konu ile ilgili çalışmalara ışık tutmasını dilerim.

(7)

v

TÜRK TOPLUMUNDA “KADIN” ALGISI VE KADIN HAKLARININ

TARİHSEL GELİŞİMİ

(Yüksek Lisans Tezi)

DİLA KÜÇÜKKIRSOY

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

Eylül,2016

ÖZ

“Türk Toplumunda Kadın Algısı Ve Kadın Haklarının Tarihsel Gelişimi” konusunda hazırlanan bu tez, giriş kısmının dışında “Türk Toplumunda Kadın Algısı” ve “Kadın Haklarının Tarihsel Gelişimi” olmak üzere iki başlık altında ele alınmış olup, tarihsel süreç içerisinde incelenmiştir. Kadının geçmişten günümüze toplum içerisindeki konumu sürekli değişime uğramıştır ve kadın hakkında birçok araştırma yapılmıştır. Biz de kadın olgusunu din, sanat, siyaset, ahlak kurumları bağlamında değerlendirmeye ve günümüzde bir hayli güncel olan kadın sorunlarına değinmeye çalıştık

Anahtar Kelimeler: Kadın, Kadın Hakları, Türk Toplumu Sayfa Adedi: 82

(8)

vi

PERCEPTION of WOMEN in TURKISH SOCIETY and HISTORICAL

DEVELOPMENT of WOMEN RIGHTS

(Master’s Thesis)

DİLA KÜÇÜKKIRSOY

GAZİ UNIVERSITY

INSTITUTE of EDUCATIONAL SCIENCES

September, 2016

ABSTRACT

This thesis which has been written for “Perception of Women in Turkısh Society and Historical Development of Women Rights”, apart from its introduction part, was discussed under two main topics, “Perception of Women in Turkish Society” and “Historical Development of Women Rights” and examined in the historic process. The situation of women has always undergone a change in a society from past to present and so many studies has been carried out about women. So we intended to evaluate the fact of women within the context of religion, art, politicts and morality mamers and touch upon the problems of women that are considerably experienced in this day and age.

Key Words : Women, Women Rights, Turkish Society Page Count: 82

(9)

vii

İÇİNDEKİLER

TELİF HAKKI VE TEZ FOTOKOPİ İZİN FORMU ... i

ETİK İLKELERE UYGUNLUK BEYANI ... ii

JÜRİ ONAY SAYFASI ... iii

TEŞEKKÜR ... iv

İÇİNDEKİLER ... vii

SİMGELER VE KISALTMALAR LİSTESİ ... iix

BÖLÜM I ... 1 GİRİŞ ... 1 1.1.Problem Durumu ... 3 1.2.Araştırmanın Amacı ... 3 1.3.Araştırmanın Önemi... 4 1.4.Sayıltılar ... 4 1.5.Sınırlılıklar ... 4 1.6.Kilit Kavramlar... 4 YÖNTEM ... 5 1.7. Araştırmanın Modeli ... 5 1.8. Evren Ve Örneklem ... 5

1.9. Veri Toplama Araçları ... 5

1.10.Verilerin Toplanması ... 6

1.11.Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumlanması ... 6

(10)

viii

KAVRAMSAL ÇERÇEVE ... 7

2.1. İlgili Araştırmalar ... 7

2.2.Türk Toplumunda Kadın Algısı ... 8

2.2.1.İslam Öncesi Türk Toplumunda Kadın ... 8

2.2.1.1. Hititler’de Kadın ... 13

2.2.1.2.İskit ve Hunlarda Kadın ... 13

2.2.1.3.Göktürk ve Uygurlarda Kadın ... 14

2.2.2.İslam Etkisinde Türk Toplumunda Kadın ... 14

2.2.2.1. İslamiyet ve Kadın ... 14

2.2.2.2. Selçuklu Devleti’nde Kadın ... 18

2.2.2.3.Osmanlı Devleti’nde Kadın ... 18

2.2.2.3.1.Tanzimat ve Meşrutiyet Döneminde Kadın ... 24

2.2.2.3.2. Kurtuluş Savaşı’nda Kadın ... 26

2.2.2.3.3. I. Dünya Savaşı’nda Kadın ... 28

2.2.3.Cumhuriyet Dönemi’nde Kadın ... 30

2.2.4. Atatürk ve Kadın ... 32

2.3.Kadın Haklarının Tarihsel Gelişimi ... 37

2.3.1.Kadın Hakları ... 37

2.3.1.1.Siyasal Haklar ... 40

2.3.1.2. Sosyal Ve Ekonomik Haklar ... 47

BÖLÜM III ... 57

BULGULAR VE YORUM ... 57

BÖLÜM IV... 57

SONUÇ VE ÖNERİLER ... 72

(11)

ix

SİMGELER VE KISALTMALAR LİSTESİ

BM Birleşmiş Milletler

CEDAW Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi ICPD Uluslararası Nüfus Ve Kalkınma Konferansı

OSB Organize Sanayi Bölgesi TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi TKB Türk Kadınlar Birliği

TNSA Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması WHO World Health Organization

(12)

1

BÖLÜM I

GİRİŞ

Bireyler doğdukları andan itibaren kendilerini bir çevre içinde bulurlar. Çevreden gördükleri tepkiler sonucunda kişinin davranışları, tutumları ve benliği şekillenir. Birey içinde yaşadığı sosyal grupla kurduğu etkileşim içinde benlik algısına ulaşır. Bu süreçte her şeye çeşitli anlamlar yüklenilmeye başlanır ve bu durum benliğin gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Kişisel benliğinde birey tamamen kendisini gerçekleştirmeye yönelik eylemlerde bulunur. Kadınlık ve erkeklik kurguları toplumsal değerler göz önüne alınarak oluşturulur. Geleneksel toplumlarda cinsiyet rolleri kadına ve erkeğe farklı roller yüklemektedir. Ataerkil yapının hüküm sürdüğü bu toplumlarda modernleşme süreciyle çeşitli değişimler gözlenmiştir. Kadın bu değişimlerden nasibini alsa da erkekle tamamen eşit konuma geldiğine yönelik veriler mevcut değildir. Kadın özel alanı içerisinde çeşitli roller üstlenerek hareket eder. Bunların başında çocuklarına karşı iyi bir anne ve kocasına karşı iyi bir eş olmak vardır. Kadın benliğin iki evresi gibi özel ve kamusal alanında eylemlerine farklı anlamlar yükleyerek davranışlarını sergiler. Kişisel benliğinde de özel alanında da kendi istekleri doğrultusunda hareket eden kadın, sosyal benliğinde ve kamusal alanda başkalarının tutumlarını göz önüne alır.

Kadının geçmişten günümüze, toplum içerisindeki konumu değişime uğramıştır. Adem ve Havva zamanından beri kadına çeşitli anlamlar yüklenilmiştir. İncil’de Havva’nın Adem’in kaburgasından yaratıldığı görüşü yer alır ve bu durum kadının erkeğe tabi olduğunu gösteren veriler arasındadır. Havva’nın yasak elmayı yemesiyle başlayan günahlar dizisi aslında her şeyinde başlangıcını kapsamaktaydı. Havva yasak olanı yemiş ve hikâye başlamıştır. Aynen Pamuk Prenses’in zehirli elmayı yemesi gibi. Pamuk Prenses için mutlu sonla biten hikâye Havva’nın ve kadınlar için tüm kötülüklerin başlangıcını ifade

(13)

2

etmekteydi. Aynı durum mitolojik öykülerde de geçerliliğini sürdürür. Mitolojik öykülerde kadın, kötülük ile çekiciliğin bedeninde kişileştirildiği, çekinilmesi ya da uzak durulması gereken bir yaratık olarak işlenmiştir (Erbil, 2008).

Tarihi süreç içerisinde kadının ve erkeğin rollerinin günümüzden farklı olduğunu görürüz. Özellikle avcı toplayıcı toplumlarda kadınlarda erkekler kadar özgür ve eşit şekilde hareket etmekteydi. Ataerkil anlayışın yerleşmesiyle birlikte değişim sürecide kendini göstermeye başlamıştır. Kadın kendini evde bulmuş, ev içi rolleri yerine getirmekle karşı karşıya kalmıştır. Toplumumuzda ataerkil anlayış geçmişten günümüze halen devam etmektedir. Cumhuriyet döneminde resmi devlet söyleminin de payı vardır. Cumhuriyet’in ilanıyla yerleşen ulus-devlet anlayışında toplumların homojenleşmesine yönelik faaliyetler yer almıştır. Merkezi yapıdan hareketle düzenlenmeye çalışan toplumsal yapıda kadına ve erkeğe de çeşitli roller verilmiştir. Kadın vatana benzetilerek, erkekler tarafından korunmaya alınmıştır. Düşman saldırısından korunmak için nasıl vatana sahip çıkmak gerekirse, aynı durum kadının namusu içinde geçerli kılınmıştır. Kadın da çevreden gelecek tehlikelerden korunmalıdır. Kadın kendisini tek başına değil, erkeğin yardımıyla korumalıdır. Kadının iffeti erkekten sorulmalıdır. Atatürk’ün devrimlerinin kadına yüklediği anlamlarla da kadın erkek karşısında yeni konumunu almıştır. Cumhuriyet’in “yeni ideal kadın”ı iffetini koruyan, vatanını seven, erkeğine sadık, iyi bir anne ve eş, eğitimli, kamusal alanda yeri olanları temsil etmekteydi. Kemalist söylemle birlikte kadın birçok hakka kavuşmuştur. Bu durum yadsınamayacak düzeydedir. Ancak elde edilen haklar gene bir eril zihniyet çerçevesinde şekillenip, topluma sunulmuştur. Kadın da bu haklarına sahip çıkarak, üstüne düşeni yerine getirmiştir. Türk modernleşmesinde, kadınlara modernleşmenin taşıyıcılığı rolü verilmiş, bir yandan da bu rol erkekler tarafından belirlenmiştir.

Kadın hakkında birçok araştırma yapılmıştır. Yaşadığı sorunlara ilişkin detaylı açıklamalar, sorunların çözümüne yönelik öneriler gibi çeşitli konulara değinilmiştir. Erkek egemen toplumun “kadın olgusu”na ve “kadın sorunları”na yeterince duyarlı olmadığı, kadınların toplumsal yaşamda bir izleyici değil, aktif ve donanımlı bir aktör olmalarının gerekliliği vurgulanmış, kadının toplumsal alanda daha çok yer almasına yönelik bir katkı sağlaması amaçlanmıştır.

(14)

3 1.1.Problem Durumu

Araştırmanın ana problemi ''Türk toplumunda “kadın” algısı nasıldır ve kadın haklarının

tarihsel gelişimi ne durumdadır?'' şeklinde belirlenmiştir.

Bu ana problem etrafında diğer alt problemlerde şu şekilde belirlenmiştir: İslamiyet öncesi Türk toplumunda kadına bakış nasıldır?

İslamiyet ile birlikte Türklerde kadına bakış açısında ne gibi değişiklikler olmuştur? Osmanlı İmparatorluğu’nda kadına bakış nasıldır?

Cumhuriyet Dönemi’nde kadına bakış ne durumdadır?

Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk kadını ile ilgili düşünceleri nelerdir?

Kadın haklarının korunmasına yönelik ülkemizde hukuki olarak ne gibi tedbirler alınmıştır?

Türkiye’de kadına yönelik şiddet, cinsel suçlar, tecavüz vb. ahlaki problemler ne durumdadır?

Türklerde kadın eğitimi ne durumdadır? Türk edebiyatında kadın figürü nasıldır?

Türk tiyatro ve sinemasında kadın algısı nasıldır?

Türkiye’de kadın kuruluşları ve etkinlik alanları nasıldır? Türk basın ve medyasında kadına bakış nasıldır?

İşte araştırmanın ana problemi ve alt problemleri yukarıdaki gibi ifade edilmiştir. Bu ana problem ve alt problemler ışığında da araştırmanın planlanması yapılmıştır.

1.2.Araştırmanın Amacı

Araştırmanın amacı Türk toplumunda kadının yeri ve önemi ile kadın haklarının tarihsel gelişimini incelemektir. Sosyolojik bir araştırma niteliğinde olan bu çalışmanın kadınların hak elde etme yolundaki olayların tarihsel boyutunu göz ardı etmesi mümkün değildir. Bu sebeple araştırma hem Türklerdeki “kadın” algısını saptamakta hem de kadınların hak elde etme mücadelesini göz önüne koymaktadır.

(15)

4

Araştırma sosyal bir gerçekliği konu edinmesi bakımından, sosyolojinin yakından ilgili olduğu tarih, siyaset, hukuk, ahlak dörtgenini bir arada alarak değerlendirmeyi amaçlamıştır. Bilindiği üzere bugünü ve yarını anlayabilmek için tarih bilmek gereklidir. Çünkü tarih sosyal ve siyasal olayların iyi analiz edilebilmesi adına en önemli bilgileri bize sağlar (Erkal, 1998).

1.3.Araştırmanın Önemi

Araştırma alanında ilk olması itibariyle değerli ve önemlidir. Daha öncesinde “kadın” konusu birçok yüksek lisans ve doktora tezlerine konu olmuş fakat hem sadece Türk toplumunda “kadın” imgesini ele alması hem de aynı zamanda kadın haklarına değinmesi bakımından bu çalışma alanında ilktir.

Yapılan araştırmaların birçoğunda ekonomi, medya veya siyasetteki gelişmelerin kadın algısına yansımalarına değinilmiştir ya da sadece kadın haklarının tarihsel süreci incelenmiştir. İşte bu çalışma incelenen konuların dışında olan farklı bir alanı ele alması bakımından önemini arttırmaktadır. Bu araştırma aynı zamanda son zamanlarda ülke gündemini sıkça meşgul eden kadına şiddet, tecavüz, kürtaj vs. konuları ele alması sebebiyle güncel olması bakımından da değerlidir.

1.4.Sayıltılar

Araştırmada sayıltı kullanılmayacaktır.

1.5.Sınırlılıklar

Bu araştırma sadece Türk toplumunu kapsamaktadır. Ancak milattan önceki dönemden başlayıp günümüze kadar gelen süreci kapsadığından zaman bakımdan herhangi bir sınırlılığı bulunmamaktadır.

1.6.Kilit Kavramlar

(16)

5

Kadın Hakları: Kadınların erkeklerle eşit şekilde sahip olduğu sosyoekonomik, siyasi ve yasal hakların tamamına verilen isim (TDK).

Şiddet: Bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik (TDK).

YÖNTEM

1.7.Araştırmanın Modeli

Araştırma ''Türk toplumunda “kadın” algısı nasıldır ve kadın haklarının tarihsel gelişimi

ne durumdadır?'' probleminden hareketle diğer 12 alt problemi de incelemek adına

yapılan bir araştırmadır.

Araştırmada kullanılan metot sosyolojinin bir bilim olarak ortaya çıkmış olduğu günden bu yana kullanılan kalitatif metodudur. Bu metot 1950'lili yılardan itibaren geniş taraftar kitlesi toplamaya başlamıştır. Özellikle MaxWeber ve AlfredSchutz'un çalışmalarıyla mevcut desteğini arttırmıştır (Arslanoğlu, 2012).

Araştırma nitel araştırma kapsamında olacaktır. Araştırma literatür taramasına dayalı tarihsel bir çalışma niteliği taşımaktadır. Bu sebeple konuyla ilgili olan diğer çalışmalar (tez, makale, kitaplar vs.…) incelenecektir.

1.8. Evren Ve Örneklem

Araştırma konusu itibariyle Türk toplumunda “kadın” algısını ele aldığı ve kadın haklarının tarihsel gelişimini incelemesi nedeniyle yani tarihsel ve teorik bir araştırma olduğundan evren ve örneklemi yoktur.

1.9. Veri Toplama Araçları

Araştırma kitapları, dergileri, görselleri, makaleleri vb. kaynaklar ele aldığından araştırmada ayrıca bir ölçme aracı geliştirilmemiştir. Bu sebeple tezin bu kısmında

(17)

6

uyarlanmış ya da yeni baştan oluşturulmuş herhangi bir veri toplama aracından söz edilmemiştir. Sadece araştırmada kullanılacak belgelerin neler olabileceği kısaca özetlenmiştir.

1.10.Verilerin Toplanması

Araştırmada verilerin toplanması, öncelikle konuyla ilgili literatür taraması yapılarak gerçekleştirilmiştir. Daha sonra bu belgeler tüm yönleriyle incelenmiş ve karşılaştırmalı olarak ele alınmıştır.

Veri olarak yararlanılan şu şekildedirler:

Yazılmış veri kaynakları: Kitap, dergi, gazete, makale.

Ayrıca çalışmada bilgi toplama tekniklerinin, belgelerden yararlanma tekniğinden yararlanılmıştır.

1.11.Verilerin Çözümlenmesi ve Yorumlanması

Yazılı belgelerden yararlanarak toplanan veriler okunup, değerlendirilmiştir. Bunlar yapılırken araştırmanın problemi, amacı, önemi konunun bütünlüğü göz ardı edilmeden tüm yönleriyle ele alınmıştır. Türk toplumunda kadın ve kadın hakları ilgili literatür çalışması sonucunda elde edilen ham veriler tarihsel bir bütünlük içinde sunulmuştur.

(18)

7

BÖLÜM II

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.1. İlgili Araştırmalar

Kadın ile ilgili çalışmalar daha çok kadının sosyal ve siyasal yaşamını tarihsel bir süreç içinde ele alan çalışmalardır. Kadın ve kadın hakları ile ilgili yapılan çalışmaları şu şekilde özetlenebilir.

“Türkiye’de Kadın” adlı çalışma TC Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü tarafından Haziran 2014’te yayınlanmıştır.

“Tarihsel Süreç İçerisinde Türk Kadını Ve Atatürk” adlı çalışma Vahap SAĞ(2001) tarafından kaleme alınmış bir makaledir. Çalışmada İslamiyet öncesi Türk toplumundan Atatürk dönemine kadarki süreçte kadına bakış açısını ele almaktadır.

“Cumhuriyet Dönemi Kadın İmgesi Üzerine Bir Değerlendirme” adlı makale Ayça GELGEÇ BAKCAK(2009) tarafından kaleme alınmıştır. Araştırmada Osmanlı toplumunda kadının toplumsal konumuna değinilerek, yeni bir ulus yaratma sürecinde kadına yüklenen toplumsal anlam ve yeni kadın kimliğinin oluşum süreci ele alınmıştır. “Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını” konulu araştırma Şefika KURNAZ(1991) tarafından kaleme alınmış bir kitaptır. Kitapta Tanzimat Dönemi’nden başlayarak Kurtuluş Savaşı’na kadar uzanan dönemdeki Türk kadınının toplumsal hayattaki konumu ele alınmıştır.

“Türkiye’de Kadın, Cinsellik Ve Kürtaj” adlı çalışma Sultan KOMUT(2011) tarafından kaleme alınmış bir makaledir. Araştırmada ülkemizde 1983 yılından itibaren yasal olan kürtaj, kadının bedeni ve doğurganlığı hakkında genel bir bakış açısı ortaya konmaya çalışılmıştır.

(19)

8

“Bugünün Türkiye’sinde Kadınların Siyasal Katılımı ve Katılımı Arttırmaya Yönelik Çözüm Önerileri” konulu çalışma Mehmet DİNÇ(2002) tarafından yapılmış bir yüksek lisans tezidir. Araştırmada kadınların siyasal haklarını elde etme mücadeleleri Türkiye gerçeğinde ele alınmıştır.

“Kadının Toplumsal Algılamalarındaki Dönüşümü” adlı çalışma Figen KANBİR(2014) tarafından kaleme alınmış bir makaledir. Çalışma özellikle kadın algısını İslam dini açısından irdelemektedir.

Konuyla ilgili yapılmış diğer çalışmaları şu şekilde özetleyebiliriz:

“Türk Sinemasında Kötü Kadın İmgesi” adlı araştırma Elif BAŞ(2011) tarafından yapılmış bir yüksek lisans tezidir. Bu çalışmada özellikle kadının erkek karşısındaki konumu ele alınmıştır.

“Türkiye’de Kadın Hareketleri Ve Edebiyatımızda Kadın Sesleri” Evren KARATAŞ(2009) tarafından kaleme alınmış bir makaledir. Özellikle Meşrutiyet sonrası dönem kadın hareketlerine değinmektedir.

“Türkiye’de Kadının Dünü Ve Bugünü” adlı kitap Emel DOĞRAMACI (1992) tarafından kaleme alınmıştır.

“Türkiye’de Kadın Eğitimi” adlı çalışma Hasan Ali KOÇER(1972) tarafından kaleme alınmıştır.

Araştırmanın konusu itibariyle benzer konuda yapılan çalışmaları bu şekilde özetleyebiliriz. Bu çalışmalar ışığında Türklerde kadının yeri ve önemi tespit edilecek ve kadınların hak elde etme mücadelelerine ışık tutulacaktır. Yukarıda adı geçen çalışmalar ile yapılacak yeni çalışma arasındaki ilişki bağlamında yeni çalışmanın bir sentez çalışması olacağı ve bu anlamda geniş bir yelpazeye hakim bir çalışma olacağı düşünülmektedir.

2.2.Türk Toplumunda Kadın Algısı

2.2.1.İslam Öncesi Türk Toplumunda Kadın

Kadınlar, kadın hakları, kadının toplumdaki yeri söz konusu olduğunda Batılıların Türkler ve diğer Asyalı toplumlar hakkındaki olumsuz kanaatleri öteden beri bilinmektedir. Bunda Batılıların Asyalı toplumları ve Türkleri yeterince tanımamalarının; çakışan ve çözümlenemeyen çıkar ilişkileri sonucunda yüzyıllar öncesinde yaşanan savaşların; son

(20)

9

zamanlarda ise Asya coğrafyasında yaşanan kadına şiddetin ve ötekileştirmenin de rolü büyüktür. Oysa konu etraflıca incelenip araştırıldığında (yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen) tarihte Türklerin ve Asyalı pek çok milletin aile ve toplum düzeni içinde kadının ayrıcalıklı bir yere sahip olduğu görülür (Alyılmaz ve Alyılmaz, 2014).

Kadınlar, eski Türk destanlarının ve mitlerinin pek çoğunda da hayatın kaynağı, ideal eş, anne, gönlün, aklın ve bilgeliğin sembolü olarak yer almaktadır. Türk destan geleneğinde kadınlar aktif bir şekilde mücadelenin içinde yer alarak erkek kahramanlar gibi hüner sergilemişlerdir. Savaşçı kadınlar destan türünün; pasif ve aşk konusu olmuş kadınlar ise halk hikâyelerinin kahramanları olarak boy göstermişlerdir. Türk kültür tarihi incelendiğinde, inanç sisteminden yaşam biçimine kadar topluma yön veren, çeşitli özellikleriyle millî değerlerin sembolü hâline gelen sayısız kadın kahramanın yer aldığı görülür (Bars, 2014).

Eski Türklerde, kadınların toplumsal yaşantısının dışında tutulmadığı ailede kadının kocasıyla eşit haklara sahip olduğu, savaşa katıldığı ve siyasal kararların alınmasında etkili olduğu konusu, birçok tarihçi tarafından kabul edilir. Eski Türklerde bir emrin kabul edilebilmesi için mutlaka “Hakan ve Hatun emrediyor ki” sözü ile başlaması lazımdı. Şölenlerde, kurultaylarda, ibadet ve ayinlerde, harp ve sulh meclislerinde hatun da mutlaka hakanla beraber bulunurdu. Eski Türklerde zevce yalnız bir tane olabilirdi. Normal ailelerde ev ortak olarak, karıyla kocaya aitti. Çocuklar üzerindeki sorumluluk ise hem anaya hem de babaya aitti. Dinsel inançlar yönünden de eski Türkler, kadının kutsal bir güce sahip olduğunu düşünürlerdi ve bu nedenle de kadının toplumdaki yeri çok yüksekti (Gökalp, 1996).

Göçebe hayatın sürdüğü bozkır cemiyetinde kadın erkekten farksızdı. Düşmana karşı birlikte çarpışırlardı. Kadın cesur, kahraman olmalı, ata binmesini ve ok atmasını bilmeliydi. Dede Korkut Hikayeleri’nde ailenin monogami (tek eşlilik) esasına dayandığı görülür. Karısından çocuğu olmayanlar bile aksini düşünmez. Ailenin başkanı baba olmakla birlikte evde erkek baskısı yoktur. Kadınlara saygı gösterilir ve ailedeki kararlar karı ve koca tarafından alınırdı (Göksel, 1988).

Türkler’in İslamiyet’ten önceki dinleri Şamanizm’di. Tanrı ve tanrıçalara inanılan bu dönemde, en güçlü tanrı “Ana Tanrıça” idi. Evrenin yaratılması fikrini “Ulu Tanrı” ya veren “Akana” da bir tanrıça idi. Şamanizm inançlarında doğum, iyilik, aşk gibi güzel olan her konuya “tanrıça” ismi, hastalık, ölüm, savaş gibi konulara ise “tanrı” adı verilmişti. Bu

(21)

10

yüzden eski Anadolu uygarlıklarında olduğu gibi Orta Asya Türklerinde de kadın kutsal bir yere sahipti (Altındal, 1994).

İranlıların eski dini Zerdüşt’te ise kadın kötülüğün ve kirliliğin sembolü idi. Zerdüşt dininde kötülüğü simgeleyen tanrıların hepsi kadındı. Türklerden önce İslamlaşan İranlılar, eski dinlerden kalan inançlarıyla Osmanlı inanışını da etkilemişti (Göksel, 1988).

İslamiyet’ten önceki Türklerde kadının temel niteliği “analık” ve “kahramanlıktı”. Ata binip silah kullanabilen eski Türk kadını savaşlara da katılıyordu. Devlet yönetiminde “Hakan” kadar “Hatun” da söz sahibi idi. Kanun niteliğindeki emirnameler Hatun’un imzası olmadığı müddetçe uygulanamazdı (Darga, 1984).

Eski Türklerde evlenme, kadının ehliyeti üzerine tesir etmezdi. Kızlık soyadını taşımaya devam eden kadın, malları üzerinde de dilediği kadar tasarruf edebilirdi. Ve İslam hukukundan farklı olarak kadın da erkek gibi boşanma hakkına sahipti (Cin, 1974).

Evlenmenin önemli şartlarından biri erkeğin evleneceği kızın ailesine, miktarı tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre değişen “kalıng veya kalın” denilen malı vermesiydi. Bugünkü başlık parası mahiyetinde olan “kalıng” hem kıza yapılacak masraflara hem de ananın süt hakkına hem de babanın velayet hakkına karşılık geliyordu (Doğramacı, 1992).

Eski Türklerde nişanlanma evliliğe zorlayıcı bir kurum niteliğindeydi. “Kalın” ın tespiti, nişanlanmaya mecburi bir karakter vermekteydi. Eski Türk hukukunun İslam hukukundan diğer bir farkı da nişanlanma müessesesine verdikleri önemdir (Cin, 1974).

Eski Türkler ev bark sahibi olup dirlik ve düzen içinde yaşamak için evlenirlerdi. Gelin, evi aydınlatan ışıktı. Eski Türklerde harem yoktu. Marco Polo seyahatnamesinde Türkistan hükümdarı Kaydu Han’ın kızı için şunları yazmıştı: “Kaydu’nun bir kızı vardı adı Ayyürek idi. Tatarca’da dolunay anlamına gelir. Ayyürek güçlü, cesur bir kızdı, ülkede bileğini bükecek bir erkek daha yoktu. Cesarette, kuvvette nice erkeğe pes ettirmiş, nicesini ok attırmada, kılıçla vuruşmada pes ettirmişti.” (Darga, 1984).

Eski Türklerde erkekle kadın eşit idi. Türklerde kadınlardan Türk Kutluk Devletinde, Hint Türk Devletinde, İlhanlılarda olduğu gibi kadın hükümdarlar, vezirler vardı (Dinçtürk, 1990). Hatta, tarihte “devlet başkanlığı” yapan ilk kadınlar da eski Türklerdendir. Mesela Delhi Devletinde Raziye Sultan, Kirman’da Kutluk Türk Devletinde Türkan Hatun gibi. Türk Halk İlimi’ (Folklor) nin en değerli belgesi sayılan “Dede Korkut” kitabında da

(22)

11

“kadının erkeği tamamlayan saygı değer kişiliğinden” söz edilir. Ayrıca bu kitaba göre, kadın ata binmekte, silah kullanıp savaşmaktadır. Toplumda olduğu gibi aile içinde de kadının yeri yüksektir. Erkekler çok sayıda kadınla evlenmezler (Göksel, 1993). Görüldüğü gibi Eski Türklerde hak ve sorumluluklar paylaşılmış, kavmin bütünlüğünü kadın, erkeği ile birlikte korumuştur.

Eski Türklerde kadının sosyal ve siyasi hayat içindeki yeri çok önemlidir. Orta Asya Türk devletlerinde hükümdarlık yapan kadınlar olduğu gibi eski dönemlere ait birçok belgede

Hakan ve Hatun buyuruyor ki, şeklinde ifadelere sıkça rastlanmaktadır. Türk tarihine ışık

tutan en önemli eserlerden Orhun Anıtları’nda, Bilge Kağan’ın Tanrı Türk Milleti yok

olmasın diye babam İlteriş Kaan ile anam İlbilge Hatun’u yükseltti şeklindeki ifadesi bu

durumu en açık şekliyle ortaya koymaktadır (Turan, 1993).

Eski Türkçe dönemine ait yazıtlarda ve diğer yazılı eserlerde kadınlarla ilgili pek çok kavram işareti bulunmaktadır. Söz konusu kavram işaretlerinden açı, ana, ebçi, ebçi kişi,

ece, eçe, eget, egetlig eke, karabaş, ekek, ekek işler, émiklig, ersek, karabaş, katun, kelin, kırkın, kırnak, kız, kişi, koduz, kunçuy, kurtga, küng, oynaş, ög, özük, singil, tişi, tişi kişi, tul, tul uragut, uragut, yotuz… farklı özelliklere ve farklı statülere sahip kadınlar için

kullanılmıştır. Ayrıca eski Türk yer adları (ırmak, dağ vd.) arasında da kadın (katun) adını taşıyanların olması (Katun Sını, Katun Irmağı, Katun Dağı…) kadına verilen değerin bir başka göstergesidir (Alyılmaz ve Alyılmaz, 2014).

İslamiyet’ten önceki Türklere ait bilgiler M.Ö. 4000 yıl gerilere kadar gitmektedir. Bu köklü bilgiler arasında kadının temel nitelikleri “Ana” lık ve“kahramanlık” tır. Kadın ata binme, silah kullanma, savaşabilme gücü ile de değerlendirmeye tabidir (Savcı,1993). Eski Türk topluluklarında Tanrı’nın seçkin ve saygınlara lütfu olan “kut”un, “baht”ın, “talih”in, “asalet”in… de kadınlardan / analardan geldiğine inanılmıştır. Nitekim katun / ana, “kut”un, “baht”ın, “talih”in, “devlet”in, “servet”in, “bolluğun ve bereket”in, “mutluluk”un, “huzur”un… sembolü olarak kabul edilen “Umay Kuşu”na / “Umay Ana”ya benzetilmiş; kağanların, tiginlerin, kumandanların “yiğitlik”, “kahramanlık”, “savaşçılık”… özelliklerinin kaynağı olarak da yine kadınlar / analar gösterilmiştir (Alyılmaz ve Alyılmaz, 2014).

Türkler’in tarihte göçebe bir yaşam tarzı sürdürmüş oldukları bilinen bir gerçektir. Bu yaşam tarzlarına rağmen Türklerin doğal ve geleneksel ulusal kültürlerinin kadına kazandırdığı kişilik canlı ve hareketlidir.

(23)

12

Türklerin İslamiyet’e girmelerinden önceki mitolojik çağda ve daha sonraki“yazılı eser” döneminde çok ilginç bir yaşam tarzı vardır... “Totemcilik ilk Türklerde de görülmektedir. Yine en ilkel toplum sayılan “klan” hayatını yaşayan atalarımızda “klan” mensupları arasında evlenme yoktur. Erkek evleneceği kızı başka klanlardan seçmeye mecburdur. Exogamı (dışardan evlenme) zorunluluğu aile yaşamına bazı özellikler getirir.” (Kafesoğlu, 1980). Türklerin totemi “Kurt”tur. O’ nu “Ata” sayarlar, ona taparlar (Göksel,1993).

Totemcilikten sonra Türklerin girdikleri din Şamanizm’dir. Bu dönem“Tanrı” ve “Tanrıça” lara inanma devridir. Türklerin en fazla inandıkları ve güçlü buldukları Tanrı’nın adının “Ana Tanrıca” olması gerçekten ilginçtir. Doğum, iyilik ve aşk gibi “güzel” olan her konunun üzerinde bir “Tanrıça” ismi, buna mukabil hastalık, ölüm ve savaş gibi “fena” konularda olan bir “Tanrı” nın gücü geçer. Eski Türk inanışlarına göre, evrenin yaradılışında Ulu Tanrı’ya “Dünyayı yaratan fikri”ni veren “Akana” da bir “Tanrıça” dır. Dişidir (Göksel,1993). Şamanizm’ de eşitlik temel kuraldır. Kadın güçlü, kişilikli ve etkilidir (Doğramacı,1989).

Tarihte “Devlet Başkanlığı” yapan ilk kadınlarda Türklerdir. Mesela Delhi Türk Devleti’nde Raziye Sultan, Kirman’da Kutluk Türk Devleti’nde Türkan Hatun gibi. Türklerde örtünme (tesettür) yoktu. İslamiyet’in getirdiği daha çok büyük kentlerde özellikle İstanbul’ da gelişen “kaç-göç adeti” köy ve kasabalarımızda pek etki yapmamıştır. Daha yakın tarihimizde kadının erkeğin sorumluluklarını hep paylaştığı görülür. Atilla, gelenekleri sürdürür, elçileri karısıyla birlikte kabul ederdi.(Göksel, 1993) Eski Türklerde evlilik kurumunda, “tek kadın – Monogami” esastı. Ailede mal-mülk tümüyle ortaktır. Çocuklar üzerinde velayet hakkı da birleşiktir. (İnan,1969). Görüldüğü gibi tarihsel gelişim sürecinde Türk toplumunda kadına gereken değer verilmiştir.Çeşitli Türk devletlerinde kadının önemli ve saygın bir konuma sahip olduğunu görmekteyiz. Yine Türk toplumuna her dönemde yön veren kadın olmuştur. Bu bir Türk yaşam tarzıdır. Bunu bir milletin dilinde, edebiyatında ve sanatında görmek mümkündür. Türk devletlerinde kadın yalnız ev içinde değil, tarlada, pazarda ve hatta devlet işlerinde eşinin yardımcısı olmuş, özellikle sosyal etkinliklerde ön planda yer almıştır. Kadının meclislere katılması, kaç-göç olmaması, yaşlı kadının söz sahibi olması, tek eşlilik modelinin yaygınlığı kadının taşıdığı değeri ortaya koymaktadır (Erkal, 1987).

(24)

13 2.2.1.1. Hititler’de Kadın

MÖ 1700-1180 yılları arasında hüküm süren Hitit Krallığı’nda Anadolu’da eski çağlardan beri var olan anaerkil aile biçiminin etkisi vardır. Hititler kadını ön plana çıkaran bu geleneği sürdürmüşlerdir.

Hitit ceza hukukuna göre kadın ve erkek eşit haklara sahipti. Hitit yasaları cinsiyete göre değil, köle ve özgür oluşa göre belirlenmişti (Göksel, 1988).

Hitit resmi belgelerinde kral ve kraliçenin ortak mühürleri yer alırdı. Ve Hitit kralları gibi kraliçelerin de öldükten sonra “Tanrı” katına yükseldiğine inanılırdı. Hitit Kraliçesi Pudupeha, Mısır Kralı Ramses’le mektuplaşırdı. Bilinen milletlerarası ilk anlaşma Hititlerle Mısırlılar arasında yapılmıştır. Anlaşmanın üzerinde Mısır Devleti’ni bir imza temsil ederken, Eti Devleti’ni kral ve kraliçenin imzası temsil etmekteydi (Altındal, 1994). Hitit sarayı özellikle prensesleri komşu devletlerin kralları ile evlendiriyordu. Böylece soylu hanımlar bir barış unsuru olarak milletlerarası politikada yerini alıyordu (Göksel, 1988).

2.2.1.2.İskit ve Hunlarda Kadın

İskitlerde veya Sakalardaki kadının durumuyla ilgili bilgiler azdır, ancak kadının çok önemli bir toplumsal ve siyasal etkinliği ve görevi olduğu bilinir. Buna göre İskitli göçebelerin kadınları her savaşta erkekleriyle birlikte dövüşe katılmaktaydılar (Altındal, 2004).

İslam öncesi Türk devletlerinden Hunlarda kadın ise Batı ve Doğu Hunları olarak iki ayrı görünümdedir. Doğu Hun kadını daha çok Çin gelenek ve göreneklerinin etkisindedir. Batı Hun kadını ise ne İskit kadınına ne de Doğu Hun kadınına benzer. Çünkü Batı Hunların kendilerinden önce Avrupa’ya gelmiş olan kavimlerle, Bizans’la, Batı Roma ile her türlü ilişkileri olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Batı Hun kadınının durumu, yarı barbar toplumlardaki üretim ilişkilerinin belirlediği koşullar çerçevesinde değerlendirilebilir (Altındal, 2004).

Hunlarda kadın erkeğin tamamlayıcısı olarak görülmüştür. Yabancı elçilerin kabulünde Hakanla birlikte olan eşi, tören ve şölenlerde Hakanın solunda oturur, siyasi ve idari konularda görüşlerini beyan ederdi (Gültepe, 2008).

(25)

14 2.2.1.3.Göktürk ve Uygurlarda Kadın

Prof. İnan’ın belirttiğine göre Göktürkler ve Uygurlar yazılı metinlerinde kadına ayrı bir yer vermişler ve Oğuz prenseslerinin siyasi ve toplumsal rolleri belirtilmiştir. Bunlara göre aile hukuku, mülkiyet meseleleri kurallara bağlı olarak düzenlenmiştir. Evlilikte ana babanın onayı gerekmekte ve erkek tarafı kıza ağırlık vermekteydi. Evli kadın kutsaldı ve tecavüz edenin cezası idamdı. Yüksek sınıftan olan bir kadın halktan olan biriyle evlenemezdi. Sınıflar, soylular ve esirler şeklindeydi. Soylular asker, esirler işçiydi. Kadın aile içinde eşit haklara sahipti. Din olarak hem kadının hem de erkeğin ayrı ayrı tanrıları/ tanrıçaları vardı. Şamanizme göre gökyüzü ve güneş (hayatın kaynakları) kadın, yeryüzü ve ay erkek olarak kabul edilmişti. İyilik tanrıları kadın olarak düşünülmüştü. Kadın giyimi itibariyle kapalı değildi. Kavimin bütünlüğü ve devletin otoritesinde kadın erkek ile beraber temsil edilmekteydi. Bu dönemin kadınının en belirgin özelliği, evlenme çağına gelen kızların “ne kadar hanım kız, becerikli ve iyi yemek yapar” değil, ata binmek ve silah kullanmaktaki maharetleriyle seçilmekte olduklarıdır (Altındal, 2004).

Göktürklerde de Kağan’ın eşi devlet işlerinde söz sahibi olmuş ve yapılacak anlaşmalarda önemli rol oynamıştır. Bu gelenek Uygurlarda da devam etmiş hatta henüz devlet dahi kurulmadan önce Uygur oymağının reisi savaşta iken annesi Uluğ Hatun halkın arasında cereyan eden ihtilaflara ve davalara bakmıştır. Çin kaynaklarına göre de Uygurlarda, Hatunların kendilerine ait otağları olduğu gibi “K’otunCh’eng”(Hatun Şehri) olarak bilinen Uygur prenseslerinin yaşadığı şehirler bulunmaktadır (Gültepe, 2008).

2.2.2.İslam Etkisinde Türk Toplumunda Kadın 2.2.2.1. İslamiyet ve Kadın

İslam dininin kadına verdiği değeri doğru tespit edebilmek için diğerdin ve toplumların kadına olan bakışlarını da doğru değerlendirmek gerekir. Mesela, eski Yahudi hukukuna göre kadının bütün malı kocasına ait olduğu gibi, çok kadınla evlenmek de caizdir. Sonraki devirlerde Yahudi din adamları çok kadınla evliliğe sınırlama getirmişlerdir. Hıristiyan dünyasında ise yüzyıllar boyunca kadın kötülüğün sebebi olarak algılanmıştır (Sucu, 2002). Ortaçağ Avrupa’sında engizisyon mahkemelerinin yarattığı korku ve şiddet eksenli kilise baskısı öncelikli olarak kadınları hedef almış, büyücülük ve cadılık suçlamalarıyla

(26)

15

çok sayıda kadın ateşe atılmıştır. Hatta günümüzde Fransızlar tarafından ulusal kahraman kabul edilen Jeanned’Arc da büyücülük iddiası ile yargılanmış ve yakılmış, ortaçağ sonu yeniçağ başlarında ise kadının insan olup olmadığı konusu tartışılmıştır (Gültepe, 2008). İslamiyet öyle bir toplumun içinde öylesine kötü bir ortamda doğmuştur ki, her manevi anlayışın düştüğü ve ahlak kurallarının sıfıra indiği bir dönemdir. Kuran-ı Kerim ve diğer dini kitaplar, bu kapkara devre “cahiliye devri” adını verirler (Göksel,1993).

İslamiyet Arap ülkelerinde doğmuştur. Arabistan’da İslamiyet doğduğu zaman kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor ve öldürülüyorlardı. Kız çocuğu doğuran kadınlar cezalandırılıyorlardı. Kadın bir sürüden farksızdı. Bir erkek istediği kadar kadınla evlenebiliyordu (Tozduman, 1984).

İslamiyet doğduğu ortamın etkisiyle, önce o yöre için kurallar getiriyordu. Kızların öldürülmesi yasaklanıyor, evlenme ve boşanma yasal kurallara bağlanıyordu. İslamiyet ile birlikte ilk kez miras hakkı ve mal edinme hakkı kadına tanınmış, kadına kocasına itaat zorunluluğu konurken, kocada karısına iyi davranma yükümlülüğüne bağlanmıştır. Kadın ve erkek Kur’an da eşittir. Ana ve baba saygı açısından denktir (Doğramacı, 1989). Bu açıklama gösteriyor ki, İslamiyet evlilik, eş sayısı, boşanma, miras hakkı, mal-mülk edinme, insanca muamele görme, cinsiyet ayrımı gözetmeme gibi konularda kadın ve erkeği aynı düzeyde görmektedir. Türkler İslamiyet’e girişleriyle birlikte, bir taraftan kendi örf ve adetlerini muhafaza etmeye çalışırken, Arap ve istila ettikleri yerlerdeki Fars, Bizans ve Avrupa ülkelerinin kültürünün de etkisi altında kalmışlardır. Bu kültür karışımı içerisinde elbette ki Türk kadınının statüsünde de değişmeler olmuştur. Daha sonra Anadolu’ da doğan tarikatlar da Türk kadınının durumunu etkiler olmuştur. Bunlar arasında özellikle Mevlevilik ve Bektaşilik sayılabilir. Orta Asya’ da ki Türk kadınının üyesi olduğu ailenin durumu hiçbir zaman baba erkil (Pederşahi – patriarkal) olmamıştır (İnan, 1969).

İslam dini, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını hiçbir nizam ve sistemin veremediği müstesna bir makama sahip kılmıştır. Nitekim Cenabı-ı Hak Kur’an-I Kerim’inde “Erkeklerin kadınlar üzerinde olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.” buyurmuştur. Resulallah (s.a.v) de erkekleri kadınların hak ve hukukunu gözetmeye davet etmekte ve bu konuda: “Kadınların haklarını yerine getirme hususunda Allah’tan korkunuz! Zira siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız.” buyurmaktadır.

(27)

16

Başka bir hadis-i şeriflerinde de “sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır (Domaniç, 2007).

Mekke'de nazil olan 59/Leyl Sûresinde Yüce Allah, doğru yola davet ederken kadın ve erkek ayrımı yapmadan şöyle seslenmektedir:

... Erkeğin ve dişiyi yaratana and olsun ki sizin çalışmanız çeşit çeşittir. Bundan dolayı kim fakirlere verir, (günahlar-dan) korunursa ve en güzel (sözü) doğrularsa, ona en kolayı kolaylaştırırız. Fakat kim cimrilik ederse kendini Allah'tan müstağni görür ve en güzel (sözü) de yalanlarsa en gücü kolaylaştırırız... Açıkça görülmektedir ki, Yüce Allah daha İslâm'a davetin başında erkek ve kadın arasında hiçbir ayrım yapmamaktadır (Akdemir, 1997, s.42).

ÂI-i İmran Suresi’nin 195. âyet-i kerimesinde ise Yüce Allah erkek ya da kadın olsun hiçbir ayırım yapmadan onlardan her birinin iyi işlerini mükâfatlandıracağını müjdelemektedir. Rableri onların dualarını kabul etti: "Ben sizden erkek ya da kadın olsun çalışan hiç kimsenin amelini zayi etmeyeceğim. Hep birbirinizdensiniz. Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda ezaya maruz kalanlar, savaşanlar ve öldürülenler... Elbette onların kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım... Ayette geçen, "hep birbirinizdensiniz" ibaresi üzerinde ısrarla durmak gerekir. Yüce Allah kadınla erkek arasında amel bakımından herhangi bir ayrım yapmadığı gibi, her ikisinin de birbirlerinden olduğunu ve yaptıkları iyi işlerin karşılığı olarak her ikisini de cennetlerine sokacağını vaat etmektedir (Akdemir, 1997).

Türklerin İslamiyet’i kabul ettikleri dönemin ilk edebiyat ürünlerinden olan “Kutadgu Bilig” le birlikte kadına bakışın değiştiği de görülür. Dede Korkut’ta “başımın bahtı, evimin tahtı” diye hitap edilen kadın, yavaş yavaş tahtından yuvarlanmaktadır. Evlenebilecek kızın özellikleri Kutadgu Bilig’de şöyle verilmektedir: “İyi kız iste, gözünü aç, aslı uruğu iyi olsun, el dokunmamış, yüzünü kimse görmemişini al, seni sevsin senden başkasını bilmesin. Yüzünün güzelliğini arama, iyi ahlak ara. Ahlakı güzel olan yüzünü güldürür.” (Altındal, 1994).

“Cennet, annelerin ayağı altındadır” diyen dinimiz kadına hak etmiş olduğu değeri vermiştir. İslamiyet’in ilk şehidi bir kadındır. İslam’ın kadına böylesine değer verdiği bir dönemde Hıristiyanlar şunu tartışıyordu: “Bir kadın İncil’e dokunabilir mi dokunamaz mı?”

Kur’an-ı Kerim’de Nisa (Kadınlar), Müntehine (İmtihan edilen kadın), Mücadele (Mücadele eden kadın), Meryem (Hz İsa’nın annesi) gibi sure isimleri vardır lakin Rical (Erkekler) suresi yoktur (Domaniç, 2007).

(28)

17

Kadınların örtünmesiyle ilgili olarak Ahzab Suresi 59. ayette şöyle der: “Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) örtülerini üzerlerine almalarını söyle. Onların tanınmaması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur.

Kur'ân-ı Kerîm, kadın ile erkek arasında hiçbir ayrım yapmamakta, her ikisine de aynı hak ve yükümlülükleri tevdi etmektedir. Ancak, kadın aleyhtarı yabancı kültürlerin İslâm'a girmesi sonucu, kadın asırlar boyu aşağılanmış ve toplumdan adeta soyutlanmıştır. Ve hâlâ soyutlanmaya devam edilmektedir, işte kadının toplumdan soyutlanması ve cahil bırakılması sonucudur ki, insanlığın en azından yarısı âtıl, işe yaramaz hale getirilmiştir. Oysa ki, erkeklerle aynı hak ve sorumluluklara sahip olan kadın, tıpkı erkek gibi devlet başkanlığı da dahil olmak üzere onun yapabileceği bütün işleri ve görevleri yapabilir (Akdemir, 1997).

Eski Türk devletlerinde kadın toplum içerisindeki önemini uzun bir süre devam ettirmiş olmakla birlikte bu durum zaman içinde değişmeye başlamıştır. Genellikle bu mesele ile ilgili olarak Türklerin İslamiyet’i kabul etmesi ile bu özelliğin yitirildiği yolunda yorumlar yapılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki İslam dini zamanın şartları göz önüne alındığında çok ileri değişiklikleri başarmış, özellikle ortaya çıktığı coğrafyada kadının durumu konusunda büyük bir reform yapmıştır. Emeviler dönemiyle kadınlar sosyal hayattan büyük ölçüde çekilmeye başlamakla birlikte yinede İslam dünyasında kadınlar diğer dinlerde olduğu gibi toplumsal nefretin merkezinde olmamışlardır (Gültepe, 2008). İslam ailesinde ise kadın hor görülmemiş, tarih boyunca kadın şairler, âlimler ve mutasavvıflar yetişmiş, kadınlar fiilen savaşa iştirak etmiştir. Hatta Hz. Muhammed’in eşi Hz. Aişe’nin, Cemel gazvesinde kumandanlık yaptığı bilinmektedir. İslamiyet poligamiyi ancak eşler arasında mutlak eşitlik sağlandığı ölçüde meşru görmüş, bu da güç olduğu için aslında tatbik imkânını daraltmıştır. En önemlisi İslamiyet erkek ve kadını aile şerefi açısından aynı ölçüde sorumlu saymış, İslami ahlak ve kurallara riayeti yalnız kadınlardan değil aynı zamanda erkeklerden de beklemiştir. Ancak uzun vadede hukuki anlamda bu dengenin sağlandığını söylemek mümkün değildir (Ülken, 1967).

(29)

18 2.2.2.2. Selçuklu Devleti’nde Kadın

Selçuklular döneminde ise, Selçukluların 10’uncu yüzyılda Anadolu’ya gelişlerine kadar, İslamiyet’in etkilerine rağmen Türk kadını aktiftir, günlük yaşamda yine erkekle beraberdir. İslam dinini 10. yüzyılda kabul ettikleri halde,14. yüzyıla kadar İslam öncesi değer ve törelere saygı göstermişlerdir. Bu dönemde de kadınlar eve kapatılmamıştır ve harem henüz bilinmemektedir. Yine bu dönemde kadınlar, sanat ve kültür faaliyetleri ile ilgilidir. Kadınlar adına medrese, hastane ve vakıflar yapılmaktadır. İran’ın Kirman şehrinde Kutlu Türkan Hastanesi (1271), Kayseri’de bugün adına tıp fakültesi kurulan Gevher Nesibe Şifahanesi (1206) bunlardandır (Göksel, 1993). Bu faaliyetler Selçuklular döneminde kadının saygınlığını koruduğu izlenimini vermektedir.

14. yüzyılda Anadolu Selçuklu şehirlerini dolaşan Arap seyyahı İbni Batuta’nın Türk ailelerinin toplumsal yaşamı ve adetleri hakkında verdiği bilgilerde kadının konumunu açıklar bir nitelik taşır. Batuta, misafir edildiği Türk ailelerinde kadınlarla erkeklerin birlikte oturduklarını, kadınların erkeklerden saklanmadıklarını ve kadının konumunun erkeklerle eşit olduğundan bahseder. Selçuklu kadını, İslamiyeti benimsemiştir fakat özgür yaşantısını tümüyle yitirmemiştir. Selçuklu Türklerinin son küçük beyliğinden biri olan Osmanlı Beyliği’nde kadın, 15. yüzyıla kadar hareketli bir yaşam içinde olmuşlardır (İnan, 1992).

2.2.2.3.Osmanlı Devleti’nde Kadın

Osmanlı Devleti, müslimi, gayrimüslimi, şehirlisi, saraylısı ve köylüsüyle homojen olmayan bir yapıya sahipti. Asırlara, bölgelere ve dini inançlara göre farklılık gösteren Osmanlı toplum yapısında standart bir Osmanlı kadınından söz edilemez. Fetihlerle beylikten imparatorluğa yükselen ve üç kıtada hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nda kadın ve erkeği devlet yapısıyla birlikte değerlendirmemiz gerekir (Altındal, 1994).

Türk‐İslam devletlerinden Selçuklular döneminde ise kadınlara büyük mevkiler verilirken, Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde kadınlar toplum hayatının içinde aktif bir şekilde yer almışlardır. İbni Batuta’nın seyahatnamesinde bu dönemdeki Osmanlı ailesinin yaşayışı hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır. Batuta eserinde Türkmen kadınların birçok ilde toplumsal faaliyetlere katılımlarına ve iş hayatındaki başarılarına dikkat çekmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde görülen bu özelliklerin Orta

(30)

19

Asya’ya dayanan bir geçmişi vardır. Bu dönemde kadınlar bazı işkolları etrafında örgütlenmişlerdir. “Bacıyan‐ı Rum” olarak bilinen teşkilat“ahilik” teşkilatının kadınlardan oluşan yan koludur. Türkmen kadınların erkeklerle birlikte iş hayatına girmesi dikkat çekicidir. Bu gelenek ve kadına verilen önem Orta Asya’dan Selçuklu’ya ondan da Osmanlı’ya sirayet eden bir kültür mirasıdır (Doğan, 2001).

Türkiye’de kadın sorunu incelenirken, çoğu kez başlangıç noktası olarak Osmanlı öncesi dönem alınmakta ve bu dönemde kadınların tüm toplumsal etkinliklere katıldığı, siyasal kararların alınmasında söz sahibi olduğu, tek eşli evliliğin yürürlükte olduğu belirtilmektedir (Çitçi, 1982). Osmanlı Beyliği’nde erkeği ile birlikte hareketli bir yaşam içinde olan kadın, özellikle 15. yüzyıldan itibaren saygıdeğer konumunu yitirmeye başlamıştır. Bunun nedenlerini ileri süren Çitçi, iki görüş belirtmektedir. Bu görüşlerden birisine göre, İslam dininin kabul edilmesi ile kadın toplumda aktif özelliğini kaybetmiş ve eve kapanmıştır. Diğer bir görüşe göre ise, kadının toplumdaki yerini kaybetmesinin temel etkeni, Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasından başlayarak Bizans kurumlarının etkisinde kalması ve kadının hareme kapanmasıdır. Teokratik bir devlet sistemine göre yönetilen Osmanlı Devleti’nde kadının, hareme kapatılarak toplum yaşantısı dışında tutulması temelde, İstanbul’un fethiyle ilişkilendirilir. İnan’a göre, özellikle İstanbul’un fethi ile birlikte, kadın şehirlerde ayrı bir hayat düzenine alıştırılmak istenmiş, İran ve Bizans haremi Türk sarayına örnek olmuş ve 15. yüzyılda saray, haremlik ve selamlık diye ikiye ayrılmıştır. Bu durum vezirlerin ve beylerin konaklarına da yansımıştır. Bu suretle harem ve çok kadınla evlilik (poligami), belli bir sınıf içinde yayılmıştır (İnan, 1982).

Harem hayatının Osmanlı’da, Bizans’ın etkisi ile oluşturulduğu fikrine Tekeli(1982)’ de katılır. Ona göre, Bizans köleci bir devlet ve sınıflı bir toplumdu. Toprağı işleyen köleler ile yönetici sınıflar birbirinden ayrılmıştı ve kentte yaşayan yönetici sınıflardan olan kadınlar hareme mensuptu. Haremi, Osmanlı yönetici sınıfları Bizans’tan aldılar. Harem hayatı muhakkak erkekler lehine olmuştur. Zira harem hayatıyla erkek, kamusal alanla özdeş bir hale gelmiş, siyasal otorite, güç ve yetkinin merkezi olmuştur. Kadın ise, kamusal alanın dışlayıcı kalıplarına maruz kalmıştır. İstanbul’un fethiyle başlayan Bizans etkisi saray hayatının başlamasına, İran etkisi de harem olgusunun Osmanlı’da daha çok kentli kadınlar arasında yaygınlaşmasına neden olmuştur. Buna 16. yüzyıldan itibaren, dini bürokraside etkin olan ulemanın da yorumu eklenince, özellikle yönetici sınıfların yaşadığı kentlerde kadın, toplumsal yaşamdan dışlanmaya başlanmıştır. Kentsel alanda üretimden kopan, kamu yaşamından dışlanan, tüketici konumuna getirilen kadının kırsal kesimdeki

(31)

20

konumu farklıdır. Osmanlı kırsal kesiminde hiçbir zaman harem hayatı görülmemiş ve tarıma dayalı çalışan kadın, geleneksel eşitlikçi konumunu sürdürmüş, erkeği ile aynı karar mekanizmasını paylaşmıştır (Tekeli, 1982). Çeşitli Osmanlı fermanları, kadınların giyimleri ve toplumsal yaşama katılmalarına ilişkin sınırlayıcı kurallar getirmiştir. Bu fermanlar, kadınların erkeklerle sandala binmelerini, ferace biçiminde yenilik yapmamalarını, ince kumaştan ferace giymemelerini, evlerinden belli zamanlarda çıkmalarını istemiştir (İnan, 1992). Feracelerin incelmesi ya da bedeni biraz daha sarmalaması, namusun elden gittiğine ve ayaklanmalara kadar gidebilmiştir (Şeni, 1993). İlk çarşaf 1850’lerde İstanbul’da görülmüş, 1880’li yıllarda ise hızla yayılmaya başlamıştır. 1912‐1913 yılları arasında Balkan Savaşları sonrasında Anadolu’ya Balkanlar ve Kafkaslardan gelen göçmenlerin giyimlerinin farklılığı kıyafet konusundaki tartışmaları yeniden başlatmıştır. Kadınların çalışma hayatı içerisinde etkin rol oynamaya başlamaları ile çarşaf ve peçe kullanımı azalmaya başlarken İttihat ve Terakki Partisi kadın kıyafetlerini yeniden düzenlemek için çalışmalar yapmıştır (Aysal, 2011).

Osmanlı’da kadın giyimi zaman içinde değişkenlik gösterse de özellikle20.yy başlarında önemli bir çeşitlilik göze çarpmaktadır. Ancak Orta Asya’da yaşayan Türkler bu değişimlerin dışında kalmış, bu yaşam tarzı Anadolu’ya gelen göçebe Türkler arasında devam etmiştir. Hatta imparatorluğun son dönemlerinde dahi Yörük kadınların olduğu kadar Alevi ve bazı Sünni köylerinde yaşayan kadınların sahip oldukları hürriyetler ve sosyal hayata erkeklerle birlikte katılmaları batılı yazarlarında dikkatini çekmiştir. Kadın kıyafetine ve yaşam tarzına müdahalelere rağmen kadına yönelik şiddet hiçbir dönemde tasvip edilmemiştir. Hatta bu yönde işlenen fiillerde mahkemeler çeşitli cezalar vermiş, dövme sürekli olması halinde ise boşanmaya hükmetmiştir. Özellikle devlet memurlarının, eşlerine karşı bu tarz şiddet uygulamaları hoş karşılanmamış ve zaman zaman ortaya çıkan münferit hadiseler cezalandırılmıştır (Ortaylı, 2001).

Osmanlı padişahlarının kadın kıyafetleri hakkında bir çok fermanları vardır. Devlet yeniliğe doğru giderken de kadın kıyafetiyle meşgul olmuştur. 3.Selim zamanında çıkarılan yasak fermanlarında feracenin kalın kumaştan yapılmaması emredilmiş ve kadınların tavır ve hareketleri tayin olunmuştur. Kadın taifesinin sokaklarda iştaha çekici tavırlarla dolaşmaları yasaklanmıştır (Domaniç, 2007).

Kadınların kıyafetlerini, sokakta görünmelerini, erkeklerle olan ilişkilerini düzenleyen fermanlarda, onları tümüyle eve kapatmak, toplum yaşantısından dışlamak amacı

(32)

21

gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Ancak kadınlar çıkan fermanları dinlememişlerdir. Osmanlı kentli kadını, fermanlara karşı gelerek devlete karşı sesiz bir mücadele başlatmıştır. Batıda kadınların oy hakkını kazanmak için örgütlü hareketleri başlattığı bir dönemde, Osmanlı’da kadın, her türlü haktan yoksundur. Siyasal hak mücadelesi verme kapasiteleri yoktur. Kızlar için tek öğretim kapısı, çok basit birdin bilgisi veren ilkokullardan (sübyan okulu) ibarettir. Bu okullar sadece kentlerde bulunduğu için kadınlar, ülkenin her tarafında eğitim şansı yakalayamamışlardır (Tekeli, 1982). Görüldüğü gibi Tanzimat Dönemi’ne kadar sözü edilen fermanlarla, kadınlar adeta dört duvar arasına kapatılmaya çalışılmıştır. Eğitim ve çalışma hakları verilmediği gibi, sokağa çıkmaları ve bazı kıyafetleri giymeleri yasaklanmıştır. Kadının toplumsal konumunun tartışılması, ancak 1839 Tanzimat Fermanı’yla başlayan modernleşme süreci ile söz konusu olmuştur. Müslüman kadınları ne ruj bilir ne de far. Takma saç kullanan bir Müslüman kadına nadiren rastlanır. Takma topuz veya bukleyle beraber pudra, krem, bir kelimeyle Avrupalıların tuvaletlerinde çok mühim ve zor olan unsurlar Türklere yabancıdır. Saçlarını doğal halde muhafaza ederler. Ya uzun örgüler halinde omuzlarına dökülür veya başlıklarını teşkil eden muslin sargının üzerine dolanır. Elli, altmış hatta seksen örgüsü olanlara rastlanır. Örgüler umumiyetlerle çiçeklerle ve her çeşit mücevheratla süslenir (Altındal, 2004).

Toplumsal temellerini İslam dininden alan ve toplumsal hayatta şer’i hukuku uygulayan Osmanlı’da kadın ve erkek hiçbir alanda eşit bir konumda görülmemekte, kadın ikincil bir konumda tanımlanmaktadır. Din temelinde düzenlenen toplumsal hayatta kadının görünmezliği söz konusudur. Bu bağlamda Osmanlı toplum yapısı daha çok cinslerin ayrılığı ilkesi üzerine kurulmuştur. Bu temel dayanak bağlamında kadın, topluma aktif katılımdan büyük ölçüde soyutlanmış, özel alanda tanımlanan, ev içi rollerle sınırlandırılmış ve kılık-kıyafeti çeşitli padişah fermanlarıyla tanımlanmıştır. Dar bir çerçeve içerisine sıkıştırılmış olan kadının toplumsal yaşamdaki rolü de oldukça sınırlandırılmıştır. Yasaların ve geleneğin öngördüğü cezalardan kurtulmak için çarşaf giymek zorunda kalan kadının, ticari faaliyetlerden alıkonulması, kılık kıyafetlerinin düzenlenmesi söz konusu olmuş, hatta belli günlerde ev dışına çıkışlarını yasaklayan fermanlar çıkarılmıştır. Örneğin III. Osman (1754-1757) döneminde kadınların, padişahın kendisine ayırdığı gezinti günlerinin dışındaki günlerde İstanbul’da dışarıya çıkmaları yasaklanmıştır. Belirlenen günlerde de kadınlar sokağa çıkarken sade ve örtülü giyinmek

(33)

22

zorunda bırakılmışlardır. Bu kurala uymayan kadınlar padişahın emriyle denize atılarak boğdurulmuşlardır (Güzel, 1985).

Ancak, kadının toplum hayatından geri plana çekilmesi Osmanlı Devleti’nin imparatorluk süreciyle birlikte hız kazanmıştır. Öncelikle büyükşehirlerde medrese ve tarikatların etkisi ile cinsiyet ayrımcılığı gelişirken biryandan da İran ve Bizans saraylarındaki harem uygulamaları Türk sarayına tesir etmiştir. 16.yy’dan itibaren ise kadınların giyimleri ve davranışları üzerinde baskılar artmaya başlamıştır.1725 yılında kadınlar giyinme ve süslenmede aşırıya kaçtıkları gerekçesi ile saray tarafından namus ve edebe uygun davranmaları hususunda uyarılmışlardır (Aksoy, 2005).

Avrupa ve Amerika’da kadınlar siyasi haklar için mücadele ederken (Kadıoğlu, 2005). Türk kadınının temel kaygısı ilkönce kapalı hayattan çıkabilmek, eğitim görmek ve iş hayatına katılabilmek olmuştur. Türk kadınının bu dönemdeki en basit arzusu ise serbestçe sokağa çıkabilmek ve eşiyle yan yana bir arabaya binebilmektir. I. Dünya Savaşı sonuna kadar bütün taşıtlarda tramvay vapur gibi kadın ve erkeklerin oturduğu yerler perde ile ayrılmıştır. Boğaziçi ve adalara giden vapurlarda dahi kadınlar güverteye çıkamazken ilk defa güvertede oturma izni verildiğinde bu durum kadın yazarlar arasında coşku ile karşılanmıştır (İnan, 1982).

İlk Milli Eğitim Bakanlığı (Maarifi Umumiye Nezareti)’nın 1857’de kurulduğu düşünülürse, sadece kadınları geri kalmış bir devletten söz edilemeyeceği ortaya çıkar. Böyle bir geçmişten gelen Osmanlı yapısında kadınları tek başına ele almak yanlış olur. Ancak şer’i hükümlerin etkisiyle, Osmanlı kadınının erkekten farklı olarak evine kapatılıp yaşamdan uzaklaştırıldığı hatta yok sayıldığı da eklememiz gerekir. Buna rağmen varlık gösterebilen Osmanlı kadını dilimizde bir deyim olarak kalmıştır. Şerefli, cesur, saygılı hatta biraz da otoriter kadınları tarif etmek için günümüzde de kullanılan bir deyimdir (Altındal, 1994).

1831’de yapılan ilk Osmanlı nüfus sayımında, kadının görünmezliğinin altı çizilircesine yalnızca erkekler sayılmıştır. 1844’te gerçekleştirilen nüfus sayımında ise, erkeklerin boy, sakal, bıyık ve gözlerinin rengi gibi fiziksel özellikleri dikkate alınırken, kadınların ad ve yaşlarının yazımıyla yetinilmiştir. Üstelik bu kadarını bile, onların yakın erkek akrabaları yazdırabilmiştir (Kılıç, 1995).

Tanzimat’a kadar karanlık bir devir yaşayan Osmanlı kadını, ülkedeki gelişmelere paralel olarak mevcudiyetini göstermeye başlayacak ve Meşrutiyetle birlikte bu aydınlanma

(34)

23

sürecektir. Tanzimat Fermanı’nda kadınlara dair özel düzenlemeler yoktur. Ama Tanzimat’ın getirdiği yenilik hareketleri, dolaylı olarak kadınları da etkileyecektir (Altındal, 2004).

Osmanlı’da 20. yy başlarında yoğun olarak cereyan eden grevlerde de kadınların aktif olarak yer aldıkları görülmektedir. İşçi kadınların yanı sıra, erkek işçilerin eşleri de grevlere destek vermiştir. Kurtuluş Savaşı yılları ise kadınların siyasi bilinçlerinin gelişmesinde hızlandırıcı olmuş, köylü kentli her sınıftan kadın mücadelenin içinde etkin bir şekilde rol almıştır. Özellikle işgalin ardından İstanbul ve Anadolu’da düzenlenen mitinglerde pek çok kadın hatip olarak kürsüye çıkmış ve protestolarda etkin bir şekilde yer almıştır. Halide Edip, Şukufe Nihal ve Nakiye Hanım’ın konuşmaları önemli örneklerdir. Cephe gerisinde ve önünde fiilen de savaşa katılan kadınların bu yöndeki hizmetleriyle birlikte kadının toplumsal, siyasi ve ekonomik hayattaki önemi de ortaya çıkmıştır (Güzel, 1985).

Ünlü Fransız yazar Lamartin Osmanlı Kadınını şöyle tarif eder: “Faziletli, kanaatkâr, namuslu, evine ve eşine çok bağlı, mahcup tabiatlı, yabancı yanında çekingen fakat yakını önünde neşeli, canlı hareketlidir. Saadeti daima evinin çatısında arar. Aile mutluluğunu zedeleyecek hiçbir alışkanlığı yoktur. Çoğu zaman musiki ile ilgilidir. El işlerinde mahirdir. Yaradılışından kopup gelen ileri bir zevki vardır.” (Altındal, 2004).

Osmanlı kadınının “beyaz”lığını sokağa çıkmadığı için güneş yüzü görmemeye bağlar Thevenot ve şöyle der: “Türkiye’de kadınlar, güzel kusursuz ve beyazdırlar, çünkü sokağa az çıkarlar ve dışarıya çıktıkları zaman da örtülüdürler. Onlar tabii güzelliklerine suni ilaveler yaparlar. Kendilerine çekicilik vermek için kaş ve kirpiklerini sürme dedikleri siyah renkli bir maddeyle boyarlar. Tırnaklarına koyu kırmızı renkli kına dedikleri maddeyi sürerler.”(Altındal, 1994).

Ohsson ise Thevenot’a şöyle cevap verecektir:” Türk kadını, Avrupalı kadınların zihnine kabus gibi yerleşen modanın esiri değildir. Türkiye’de daima aynı çeşit başlık, aynı kumaşlardan yapılma, aynı biçimli elbiseler kullanılır. Milletin adet ve ananelerine bu derece bağlı olduğuna da şaşmamak lazımdır. Çünkü İstanbul ‘da imparatorluğun başka şehirlerinde yaptıkları icatların çeşitliliğiyle zihinlerdeki kararsızlığı tahrik eden moda tüccarlarına rastlanmaz.”(Altındal, 2004).

Busbecq, Türk kadınlarındaki yüksek ahlak seviyesinden şöyle bahseder: ”Karılarının iffeti Türkler için o kadar önemlidir ki başka hiçbir millette, ona bu derece önem verildiğini

(35)

24

göremezsiniz. Karılarının iffetini korumak için, güneş ışığının bile erişemeyeceği şekilde onları eve kapatırlar. Mecbur kalıpta sokağa çıktıkları zaman, onları örtülü ve kapalı haliyle bir hayalet zannetmek mümkündür. İnsanlara keten ve ipek peçe arkasından bakarlar fakat kendi ciltlerinin en ufak bir kısmı dahi erkek tarafından görülmez. Birazcık güzelliği yahut gençliği olan bir kadının bile onu gören bir erkekte arzu uyandıracağı dolayısıyla ruhen kirleneceği düşünülür.” (Altındal, 1994).

2.2.2.3.1.Tanzimat ve Meşrutiyet Döneminde Kadın

Tanzimat dönemi, Türkiye’yi batıya yönelten hareketlerin başladığı bir dönemdir. 1839’da Gülhane Meydanı’nda ilan olunan ve tarihimize “Tanzimat-ı Hayriye” olarak geçen fermanla birlikte imparatorluk için yeni bir dönem açılmıştır. Bu dönem beraberinde birçok gelişmeyi ve demokrasiye yönelik hareketleri getirmiştir. Tanzimat Fermanı’nda doğrudan kadınla ilgili ifadeler olmamakla birlikte, Tanzimat’ın ülkede yaşayan insanlara kazandırdığı yenilik ve batılılaşma anlayışının dolaylı yoldan kadınların her türlü yaşamını etkilediği belirtilebilir.

Tanzimat Dönemi’nde kadınlara ve kadın haklarına yönelik düzenlemeler kendini göstermektedir. Bu düzenlemelerden en önemlisi olan 1856 Arazi Kanunnamesi ile kız çocukların babalarından kalan topraklar üzerinde erkek kardeşleri gibi veraset hakkına sahip olabilmesi imkânı tanınmıştır. Ayrıca evlenen kızlardan alınmakta olan “gelinlik vergisi” kaldırılmış, Osmanlı evlerindeki “cariyelik”e son verilmiştir (Çitçi, 1982). Kadını eve kapatan fermanların yerini daha ılımlı düzenlemeler almıştır. Bundan dolayı Tanzimat’ın başlangıcından II.Meşrutiyete kadar olan döneme kadın hakları yönünden “yeni görüşlere giriş devri” adı verilmektedir (Dinçtürk, 1990). Tanzimat Dönemi ayrıca, kadınlara eğitim kurumlarının kapılarını açmıştır. 1842 yılında Avrupa’dan getirilen ebe kadınların, Tıbbiyede verdikleri kursların başlattığı kadınlara eğitim ve özellikle meslek eğitimi verme girişimleri,1858 yılında ilk kez kız ilkokullarının (iptidai) ve ortaokulların (rüştiyelerin)açılmasıyla devam etmiştir. 1869 yılında İnas Sanayi Mektebi Kız Sanat Okulu ve1870’te ise Darül Muallimat (Kız Öğretmen Okulları) açılarak kadınlardan eğitim alanında faydalanma süreci başlamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonucunda kadınlar evleri dışında okulda yetişerek “ebelik” ve “öğretmenlik” meslekleri içinde yer almışlardır. Kızların eğitimi resmi düzenlemelerle hukuksal bir statüye kavuşturulmuştur. Nitekim

Referanslar

Benzer Belgeler

söylem işim dir!” Fotoğrafı gazetede yayınlandıktan sonra birçok kişinin söylediği bir şey daha vardı: “Madem vücudu bu k ad ar güzelmiş, neden sakladı bunca

Sistemi oluşturan PV panellerinin ve rüzgâr türbininin ürettiği enerji, akım ve güç değerleri anlık, günlük, haftalık ve aylık olarak, akü grubunun da

Terorle Miicadele Kanunu kapsamr iginde agrlan bu davalar da basrn tarafindan yakrndan takip

[r]

Üstâd Peya­ mi Safa’nm cenazesi, bir müd det evel vefat eden oğlu Mer- ve Safa’nm yanındaki ebedî lstirahatgâhma defnedildikten sonra, çelenkler görevli

Şairin vârislerin­ den telif hakları­ nı satın alan can Yayınları, "Cahit Sıtkı Tarancı" ad­ lı kitap nedeni İle Kültür Bakanlığı ­ nı 14 milyon lira

Hiç ol­ mazsa kentin merkezindeki yoğun iş ve ticaret bölgelerindeki cadde ve sokakla­ rın trotuarlarını onarmak, seyyar satıcı­ lardan kurtarmak için özel

Özellikle ABD’de doğan kadınlar için erkeklerin diğer konularla meşgul olması kadınlara Avrupa’da olduğu gibi din ve mitoloji yoluyla ikinci sınıf olduklarını