• Sonuç bulunamadı

Halkla İlişkiler açısından İstanbul ilindeki tekstil işletmelerinin mevcut durumu ve örnek alınan işletmelerde iç ve dış halkla ilişkiler uygulamalarının incelenmesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Halkla İlişkiler açısından İstanbul ilindeki tekstil işletmelerinin mevcut durumu ve örnek alınan işletmelerde iç ve dış halkla ilişkiler uygulamalarının incelenmesi"

Copied!
79
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1. GİRİŞ

Günümüzde dünyanın en büyük halkla ilişkiler şirketlerinden biri olarak değerlendirilen Burson Marsteller tanıtım kitapçığında şu sözlerle başlıyor (Mardin,1987).

“Dünyanın her bölgesindeki merkezlerimizde halkla ilişkiler hizmetini aynı standartta vermeye çalışıyoruz. Büyük şirketlerden hükümetlere, hayır cemiyetlerinden öğretim kurumlarına kadar 400 ayrı müşterimiz var.

Borsalarda İngiltere’deki Avam Kamarasına, moda ve kozmetik firmalarından hükümet temsilcilerinin konuşmalarına kadar her yerde biz varız.

Sorunları çözmek için olaylara daima çok yönlü yaklaşırız. Tüm personelimiz iletişim kuramları, hukuk, medeni kanun, çözümleme, ekonomi, işletme, pazarlama gibi konularda eğitim görmüş yada pratikte bilgilenmiştir. Ayrıca personelimiz tüm bu niteliklerin yanı sıra değişik yapı ve kültürlerden gelmekte, tüm farklı kültürlerle iletişimimizi sağlamaktadır.”

Günümüzde böylesine geçerli bir meslek halini almış olan halkla ilişkilerin gerçek başlangıcı aslında insanlığın başlangıcıyla aynı zamandadır. Ancak son yüzyılda halkla ilişkiler çeşitli iletişim araçlarının kullanıldığı yeni bir bilim dalı haline gelmiştir (Mardin,1987).

“Halkla ilişkiler” kavramı 1807 yılında ABD Başkanı Thomas Jefferson’un Kongreye gönderdiği mesajlarda kullanılmıştır. Bu tarihten sonra ABD’de hızla gelişen “halkla ilişkiler” kavramı 1980’li yıllarda “Japon Yönetim Modeli”nin dünyada sesini duyurmasıyla daha da önem kazanmıştır (Kazancı,1982).

Ülkemizde ise son yıllarda önem kazanan halkla ilişkiler kavramı; kamu kesiminde yeni yeni sesini duyurmaya başlamışken, özel sektörde büyük bir yaygınlıkla uygulanmaktadır.

Özel sektörde daha çok verim amacına dayandırılan halkla ilişkiler kavramı; kamu kesiminde ise kuruluşun tanıtılması ve personelin verimliliğinin artırılması amacındadır.

(2)

Tüm kuruluşlarda ister resmi, ister özel olsun mutlaka “halkla ilişkiler” çalışmalarına ihtiyaç vardır. Her kurum ve kuruluşun ilişki içinde olduğu bir halk kesimi vardır. Bu kesimin desteğini en azından, bir güler yüz olarak almak mecburiyeti her kuruluş için geçerlidir. Her hoşnut insan, her güler yüz, toplum memnuniyetinin simgesi olacak ve bu da kurumun başarısını arttıracaktır.

Halkla ilişkiler son yıllarda gittikçe önemi artan bir uygulama ve disiplin olmak yolundadır. 1980’lerden itibaren ülkemizde kamu ve özel kesim halkla ilişkiler uygulamaları gerek etkinliklerin çapı, gerekse harcamalar bakımından önemli gelişmeler göstermiştir. Kamuoyunu görmezden gelmek mümkün değildir. Kamu olaylardan mutlaka haberdar edilmelidir. Yönetim kamu hizmetlerini sunarken hem halk desteğine gerek duymakta, hem de yakınmaları en az düzeye indirecek bir sistem kurmaya çalışmaktadır. Böyle bir sistemi kurmak ve işletmek, yöneticiler için olduğu kadar, hizmetlerden yararlanan hedef kitleler içinde önem taşımaktadır. Genellikle halk, daha az zaman da sonuç alınan, formaliteden oldukça arınmış, sağlıklı bir yönetsel mekanizmayla karşılaşmayı istemekte; kamu görevlileri ise, bunun sağlanmasında önemli rol oynamaktadırlar. Kamu yönetimindeki yetersizlikler, kimi zaman halkla ilişkilerde ortaya çıkan zorluklarla eş anlama gelmektedir (Kazancı,1982).

Toplumsal ve kurumsal yaşamdaki gelişmeler, daha dinamik bir halkla ilişkiler uygulaması ve felsefesine olan gereksinimi göstermektedir. Gerek hizmetlerden yararlanmak isteyen hedef kitleler, gerek yönetici ve görevliler yönetim-halk ilişkilerinin sağlıklı bir biçimde yürütülmesinde sorumluluk yüklenmişlerdir. Bu sorumluluk duygusunun hizmetle bütünleşmesi; halkı yalnız hizmetlerden yararlanan bir taraf olmaktan çıkaracak, onun yönetim konusunda daha çok bilgi edinmesine ve yönetime katkıda bulunmasına da yol açacaktır.

Halkla ilişkiler kavramında en önemli konu; halkla ilişkiler çalışmalarının yapıldığı kurumun çalışanlarıdır. Halkla ilişkiler, sadece kurumun kendilerine mal veya hizmet sattığı kitleye değil, kurumun içine yani çalışanlarına da dönük faaliyetlerini kapsar (Varol, 1986).

Bu araştırmanın amacı; İstanbul ilindeki, tekstil işletmelerinde mevcut halkla ilişkiler uygulamalarının incelenerek, işletmelerin halkla ilişkiler çalışmalarında hedefleri ile bu hedeflere ulaşmada kullandıkları yöntemlerin değerlendirilmesidir.

(3)

Araştırma yedi bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde yer alan girişte çalışmanın önemi ve amacı anlatılmaktadır.

İkinci bölümde literatür taramasına yer verilmiştir.

Üçüncü bölümde araştırmada kullanılan materyallerin nerelerden ve nasıl toplandığı ve bu verileri değerlendirmede kullanılan yöntemler anlatılmaktadır.

Dördüncü bölümde araştırma alanının bulunduğu bölge genel olarak anlatılmaktadır. İstanbul ilinin Türk sanayideki önemi belirtilerek, özellikle tekstil sanayi içindeki önemi vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra bu bölümde, Türkiye’de tekstil işletmelerinin gelişimi ve mevcut durumu da anlatılmaktadır.

Beşinci bölümde halkla ilişkilerin tanımı yapılarak, halkla ilişkiler kavramının iletişim, reklamcılık ve propaganda gibi çeşitli yöntemlerle benzerlik ve farklılıkları anlatılmaktadır. Ayrıca bu bölümde halkla ilişkilerin tarihsel gelişimine de yer verilmektedir.

Altıcı bölümde İstanbul ilindeki tekstil işletmelerinde iç ve dış halkla ilişkiler uygulamaları incelenmektedir. Bu bölümde ilk olarak halkla ilişkilerde kullanılan yöntem ve araçlar anlatılmakta, incelenen işletmelerdeki uygulamalara yer verilmektedir. Kurum kültürü ve kurum iklimi kavramlarına da yine bu bölümde yer verilmiştir.

(4)

2. KONU İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR

Dünya da ve ülkemizde halkla ilişkiler alanında verilmiş pek çok eser bulunmaktadır. Bu kadar çok yazılı kaynağın bulunduğu bir alanda araştırma yapmak bir anlamda çok kolay bir anlamda da çok zor olabilmektedir. Yazılı kaynakların tamamına ulaşmak, okumak ve yorumlamak çok zor olsa da bu alanda süresiz yada süreli pek çok yayını inceleme imkanı bulunabilmektedir. İletişim Fakültesi Gazetecilik Halkla İlişkiler bölümü mezunu olarak bu alanda teorik bilgilere sahip olmam ve altı yıl Basın Halkla İlişkiler Uzmanı olarak görev yapmam bu araştırma da bana büyük ölçüde yardımcı oldu.

Muharrem Varol’un (1986) “Halkla İlişkiler” eseri; kavramın teorik olarak anlatılmasında önemli bir kaynak olmuştur. Halkla İlişkiler kavramının genel olarak anlatıldığı eserde, halkla ilişkiler kavramının reklamcılık, propaganda gibi kavramlarla benzerlik ve farklılıklarına da yer verilmektedir. Ayrıca dünyadaki tarihsel gelişimi de anlatılmaktadır.

Muharrem Varol’un (1986) “Kurum Kültürü ve Kurum İklimi” eserinde kurum içi halkla ilişkiler uygulamalarının önemi anlatılmaktadır. Kurumlarda oluşturulması gereken kurum kültürünün tüm kurumlar için ne kadar önemli olduğu anlatılarak, bu sayede oluşturulacak kurum ikliminin kurumlarda yaratacağı olumlu gelişmelere yer verilmektedir.

Metin Kazancı’nın (1982) “Halkla İlişkiler” eseri ülkemizde bu alanda yayınlanmış önemli başvuru kaynaklarından biridir. Halkla ilişkiler kavramının genel olarak anlatıldığı bu kitapta yine halkla ilişkiler kavramının karıştırıldığı reklamcılık propaganda gibi kavramlarla benzerlik ve farklılıklarına yer verilmektedir. Ayrıca kamu ve özel sektördeki halkla ilişkiler uygulamalarına da yer verilen kitapta, halkla ilişkiler de kullanılan yöntem ve araçlara da yer verilmektedir. Ayrıca bu kitapta işletmelerdeki halkla ilişkiler uygulamalarının dayandığı temel niteliklere dikkat çekilerek bu alanda yapılan çalışmalarda nelerin dikkate alınması gerektiği vurgulanmaktadır.

Cem Kozlu’nun (1986) “Kurumsal Kültür Amerika, Japonya ve Türkiye: Başarılı Firma Yönetimlerinde Kurumsal Kültürün Rolü” adlı eserinde genel yönetim teorileri incelenerek Amerika, Japonya ve Türkiye’deki başarılı şirket uygulamaları üzerinde

(5)

durulmaktadır. Amerika’da “Mükemmeli Arayış” olarak adlandırılan ve 1980’li yılların ikinci yarısında başarılı bir büyüme temposuna erişen şirketlerin incelendiği ve ortak paydalarının bulunmaya çalışıldığı kitapta “Japon Mucizesi” olarak adlandırılan ve Japon şirketlerinin incelenmesine de yer verilmiştir. Ayrıca Türkiye’den başarılı bulunan bazı şirketlere de eserde incelenmiştir. Amerika, Japonya ve Türkiye’deki başarılı bu şirketlerin kurumsal kültür konusunda firmalarında yaptıkları çalışmalar anlatılmıştır.

Rex F. Harlow’un (1985) “Building a Public Relations Definition” adlı makalesinde halkla ilişkilerin önemi anlatılarak, kurumlarda yaratacağı olumlu etkiler vurgulanmaktadır.

Metin İnceoğlu’nun (1985) “Güdüleme Yöntemleri” eserinde de iletişim, reklamcılık, propaganda ve halkla ilişkiler kavramlarının sosyal ve psikolojik olarak incelenmesinde kullanılacak temel kavramlar anlatıldıktan sonra , algı ve tutumların oluşmasında nelerin dikkate alınacağı anlatılmaktadır.

1986 yılında Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu ile Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nün ortaklaşa düzenledikleri Halkla İlişkiler Sempozyumunda sunulan bildirilerde konu ile ilgili önemli bilgileri içermektedir. M.Alaeddin Asna’nın (1986) sunduğu “Halkla İlişkilerin Türkiye’de Benimsenmesi” konulu bildiride ülkemizde halkla ilişkiler kavramının tarihçesi anlatılmakta, geçirdiği evreler üzerinde durulmaktadır. Haluk Kansı’nın (1986) “Yerel Yönetimlerde Halkla İlişkiler” konulu bildirisinde ise halkla ilişkilerin yerel yönetimler tarafından kullanılmaya başlaması ile oluşan olumlu gelişmeler anlatılmaktadır. Yine aynı sempozyumda Ali Nail Kubalı’nın (1986) sunduğu “Günümüzde ve Yarın Halkla Halkla İlişkilerin doğuşu ve gelişimi anlatılırken günümüzde mevcut halkla ilişkiler uygulamaları ile gelecekte neler olabileceği anlatılmaktadır. Betül Mardin’in (1986) “Halkla İlişkilerin Ameriaka’da Gelişimi ve Avrupa’ya Girişi” bildirisinde de halkla ilişkilerin dünyadaki gelişimi anlatılmaktadır.

(6)

3. MATERYAL VE YÖNTEM

İstanbul ilindeki tekstil işletmelerinin sayısının belirlenebilmesi, araştırmaya konu olabilecek şirketlerin tespit edilebilmesi için ilk olarak Türkiye Tekstil İşverenleri Sendikasının bilgilerine başvurulmuştur. İstanbul ilindeki işletme sayıları ve istihdam ettikleri personel açısından işletme büyüklüklerinin belirlenmesinde bu kuruluşun verileri baz alınmıştır. Bu veriler ışığında personel istihdamına göre büyük, orta ve küçük işletmeler tespit edilmiştir. İşletmeler istihdam ettikleri personel sayısına göre gruplara ayrıldıktan sonra, belirlenen işletmelerle gerekli irtibatlar sağlanmıştır. İşletmelerin bir kısmı böyle bir araştırmada yer almak istemediklerini, bir kısım işletmeler ise bu çalışmada yer alabileceklerini belirtmişlerdir. Tespit edilen otuz işletmeden sadece on sekizi bu araştırmada yer alabileceklerini belirtmişlerdir. Bu işletmeler içinden altı tanesi ise görüşmelerde sağlıklı bilgi vermedikleri için inceleme dışı bırakılmıştır. Şirketlerin halkla ilişkiler uygulamaları ile ilgili bilgiler halkla ilişkiler birimlerinden sağlanmıştır. İncelenen on iki işletmeden üç tanesi büyük ölçekli işletmelerdir. Geri kalan işletmelerden dört tanesi orta ölçekli beş tanesi ise küçük ölçekli işletmedir. Halkla ilişkiler çalışmalarına dönük tüm planlamalar, stratejiler yöneticilerle ve halkla ilişkiler birimi sorumlularınca hazırlanan şirket kaynaklarından sağlanmış, bunun yanı sıra işletme gazeteleri, broşürler, afişler, basın bültenleri incelenerek değerlendirilmiştir.

Araştırmada kullanılan metot işletme yöneticileri ve daha ziyade halkla ilişkiler birimi yöneticileri ile yapılan görüşmelerdir. Bu görüşmelerde şirketin halkla ilişkilerle ilgili uygulamalarında kullandığı araç ve yöntemlerin yer aldığı materyallere dayanmaktadır. İşletmelerin bir kısmı çalışanlarına halkla ilişkiler ve şirket uygulamaları alanında mülakat ya da anket uygulanmasına istekli olmamıştır. Bu nedenle alınan bilgiler şirket siyasaları doğrultusunda sadece mevcut halkla ilişkiler uygulamalarını yansıtmakta, bunun çalışanlar ve çevre üzerinde yarattığı etkiyi kapsamamaktadır.

(7)

4. ARAŞTIRMA BÖLGESİ HAKKINDA GENEL BİLGİLER

4.1. İstanbul İlinin Özellikleri

İstanbul, üç imparatorluğa başkentlik etme özelliğinin yanı sıra, her dönemde ekonomik merkez olma özelliğini de koruyan az sayıda kentten biridir. Nitekim, 1923'te kurulan bugünkü yeni cumhuriyete siyasi anlamda başkent olmamasına rağmen, ekonomik merkez olma özelliğini her zaman sürdürmüş ve ülkenin kaderini belirleyen konumunu asla kaybetmediği görülmektedir.

1980'lerin sonlarında, sosyalist bloğun çökmesiyle birlikte, Karadeniz, Kafkasya ve Balkanlar'da yaşanan değişimler, İstanbul'un etkileyebileceği alanı genişletmiş ve yeniden bir dünya kenti olma şansını sunmuştur.

1945'te 1 milyon 78 bin nüfusu olan İstanbul, 1950 sonrasında yaşanan patlama ile 1955'de 1 milyon 533 bine ve izleyen dönemlerde de, yıllık binde 40- 50 arasında artışla 1990'da 7 milyon 309 bin, 1997'de 9 milyon 199 bine ulaştı ve 2000 yılında yapılan sayımda da 10 milyonun üstünde nüfusa sahip bir kent olmuştur ( İstanbul Büyükşehir Belediyesi web sitesi).

Bugün İstanbul'un Türkiye Gayri Safi Milli Hasılasındaki(GSMH) payı yaklaşık yüzde 23 düzeyindedir. 1980'li yıllardan itibaren Türkiye sanayiindeki önemi nispeten azalmasına rağmen finans başta olmak üzere inşaat, ticaret, konut, tekstil ve diğer hizmet sektörlerindeki katkısı büyüyen İstanbul'un, Türkiye milli gelirindeki payı 1960'lardan beri hep yüzde 20 ile yüzde 22 arasında seyretmektedir. 1980'li yıllara kadar gelişmelerinin temel enerjisini sanayi yatırımlarından alan büyük girişimcilerin, 1970'lerden itibaren İstanbul dışında mekanlar bulmaları ve yeni yatırımlarını İstanbul dışına yapmaları; İstanbul'da kurulu olanların da, yavaş yavaş sökülerek İstanbul dışına taşınması, imalat sanayiinin İstanbul'daki büyümesini bir ölçüde durdurmuştur (İstanbul Büyükşehir Belediyesi web sitesi).

(8)

Ancak, sanayideki bu duruma karşılık para piyasalarının kalbi artan bir tempoyla hep İstanbul'da atmıştır. Bugün mevduatların yüzde 35'e yakını İstanbul'da toplanmakta ve kredilerin yüzde 33'ü İstanbul'da kullanılmaktadır. Sigorta şirketlerinin neredeyse hepsinin merkezi İstanbul'dadır. Serbest Bölge niteliği de taşıyan Menkul Kıymetler Borsası, İstanbul merkezli ve hızla dünyanın sayılı borsaları arasında yükselmektedir. Ayrıca İstanbul’da bir altın borsası da bulunmaktadır. Leasing, factoring, özel finans kurumları gibi finans kuruluşlarının merkezi de İstanbul'dadır. İstanbul, bu kuruluşlar sayesinde bir finans merkezi olma yolunda hızla ilerlemektedir (İstanbul Büyükşehir Belediyesi web sitesi).

• İstanbul'un her yıl devlet bütçesine katkısı yüzde 40 seviyesindedir.

• Özel bankaların hepsinin genel müdürlükleri ve Türkiye'deki toplam banka şubelerinin yüzde 21'i İstanbul'da bulunmaktadır..

• İstanbul hem iç hem de dış ticarette merkezi bir öneme sahiptir. İstanbul'da ticaret sektöründe yaratılan katma değer, il toplam katma değerinin yüzde 26.5'ine ulaşmakta ve ticaret sanayiden sonra İstanbul'un en önemli sektörü durumundadır. Türkiye genelinde ticaret sektöründe yer alan katma değerin yüzde 27'si İstanbul'a aittir.

• İstanbul, aynı zamanda Türkiye'nin en önemli ihracat ve ithalat kapısı konumundadır. İstanbul'un ihracatı Türkiye toplamının yüzde 46'sın ithalatın ise yüzde 40'ını oluşturmaktadır.

• Uluslararası deniz taşımacılığında da İstanbul büyük bir üstünlüğe sahip bulunmaktadır.

• İstanbul, turizmin merkezi olması açısından ve özellikle de kongre turizmi açısında büyük bir öneme sahiptir.

• Gelir dağılımı yönünden ise İstanbul Türkiye'de gelirin eşitsiz dağıldığı bir il durumundadır. Nüfusun en varlıklı kesimini oluşturan yüzde 20, gelirin en fakirini oluşturan yüzde 64 İstanbul ilinde yaşamaktadır.

(9)

• Türkiye’nin tüketime giden gelirinde ise İstanbul'un tek başına payı yüzde 27,5. DİE'nin 1994 gelir dağılımı araştırma sonuçlarına göre, İstanbul'daki hanelerin yüzde 10'u il gelirinin yüzde 52'sini, yüzde 5'i ise gelirin yüzde 42'sini elinde bulundurmaktadır. İstanbul'un yüzde 1'lik azınlığı ise il gelirinden yüzde 29 pay almaktadır (İstanbul Büyükşehir Belediyesi web sitesi).

İstanbul bu özellikleri ile Türkiye ekonomisinin önemli bir merkezi durumundadır. Araştırma konum için oldukça önemli olan tekstil işletmelerinin pek çoğu İstanbul ilinde bulunmaktadır.

4.2. Türkiye’de Tekstil Sektörünün Gelişimi

4.2.1. Dokumanın Yurdumuza Girişi ve Osmanlı Dönemi

Tekstilin ülkemizdeki kısa tarihini incelersek; kaynaklarda pamuklu dokumacılığın Anadolu’ya ilk gelişinin, 1071 yılında Türklerin Malazgirt Savaşını kazanarak Anadolu’ya girmelerine kadar uzandığı bilinmektedir (Anonim,1976).

Osmanlı döneminde ise dokumacılık ekonomide oldukça etkin bir yere sahipti. 1915 yılında devletin 22 sanayi iş yerinin 18’i, 28 anonim şirketin 10’u, 214 özel sektör işyerinin 45’i ve toplam 264 sanayi işyerinin 73’ü dokumacılık alanlarında faaliyet gösteriyordu (Anonim,1976).

4.2.2. Cumhuriyet Dönemi (1923-1950)

1922 yılında ülkedeki toplam 32 721 işyerinin %62,3’ü dokumacılık üzerine çalışıyordu. Bu işyerlerinde çalıştırılan toplam 75 411 işçinin ise 35 316’sı yani % 46,83’ü dokumacılık alanın da istihdam ediliyordu. Dokumacılık 1920’li yıllarda küçük üretim birimlerinde yürütülüyordu. Türkiye bu yılların başında, kendi pamuklu dokuma gereksiniminin yalnızca % 10’unu karşılayabiliyordu. Bu yıllarda kurulu iğ kapasitesinin toplam 82 044 adet olduğu bilinmektedir. Bu kapasitenin ancak %83’ü çalışır durumdaydı (Karluk,1985)

(10)

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde genç Türk devleti, beş tanesi yabancılara ve azınlıklara ait olmak üzere, toplam sekiz pamuklu ve pamuklu dokuma fabrikası devraldı (Karluk,1985).

Cumhuriyetin kurulduğu 1923 yılında İzmir İktisat Kongresinde ise dokumacılığın ülke ekonomisi için taşıdığı önemin altı çizilerek, dokumacılık öncelikli sanayi dalları arasında tutuldu. Bu öncelik ülkedeki dokuma sanayi kapasitesinin hızla artmasını sağladı. Hazırlanmasına 1913 yılında başlanan ancak Birinci Dünya Savaşı nedeniyle yürürlüğe konulamayan Sanayi Teşvik Yasası yeni düzenlemelerle 1924 yılında uygulamaya konuldu. Bu yasaya göre karşılığı devlet kaynaklarından ödenecek her türlü giysinin kumaşının ulusal üretimden olması koşulu getirildi (Anonim,1976).

1925 yılında Sanayi ve Maadin Bankası kuruldu. Bu banka, Bakırköy Bez, Feshane(Defterdar) Yünlü dokuma, Hereke İpekli ve Yünlü Fabrikalarını denetim altına alarak, yönetim ve işletmesini yüklendi (Anonim, 1976).

1927 yılında çıkarılan Teşvik Kanunun da özel sektöre büyük imkanlar verildi. Sanayi Teşvik Yasası uyarınca diğer sanayi kollarına olduğu gibi tekstil sektörüne de, üretim için gerekli yatırım mallarının gümrük vergisi ödenmeksizin dış alımına olanak sağlama, bedelsiz arsa sağlama, bu arsalar üzerine yapılacak üretim birimlerinin her türlü vergiden muaf tutma gibi ayrıcalıklar sağlandı. Yasa ile ayrıca bedeli % 10 dahi pahalı olsa, gideri devlet kaynaklarından ödenen giysi kumaşların yerli olması hükmü getirildi (Anonim,1976).

1929 yılında yürürlüğe giren Gümrük Yasası da, dokumacılığı koruyucu bazı düzenlemeler getirmiştir. Bütün bu destek ve teşviklerden yararlanan Türk ve yabancı yatırımcılar, 1923-1931 döneminde Türkiye’de yeni 12 üretim birimi kurdular. Bu birimlerden ikisi % 100 yabancı sermayeli, biri karma sermayeli geri kalan 9 tanesi ise yerli sermayeli idi (Anonim,1976).

1923-1931 yılları arasında kurulan Türk dokumacılık üretim birimleri incelendiğinde bu üretim birimlerinin merkezlerinin, İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerin dışında kalan kentlerde kurulu olduğu dikkati çekmektedir. 1927 yılı sanayi sayımı sonuçlarına göre maden ve tarım sektöründen sonra Türkiye’nin söz konusu dönemdeki üçüncü büyük sektörü dokuma sektörüdür. 1927 yılı sanayi sayımı

(11)

sonuçlarına göre toplam istihdamın % 18,7’si dokumacılık sektöründen sağlanmaktadır. Bu sonuç 1915 yılında işyeri başına 2 olan işçi sayısının, 12 yıl sonra 5’in üzerine çıktığını göstermektedir (Anonim,1976).

Türkiye, 1930’lu yılların başından itibaren tarım ürünlerini işlemeye dayanan bir devletçi sanayileşme modeli izlemeye başladı. İlk desteklenen sektör de, pamuğun işlenmesi sonucu kurulacak olan tekstil sektörü oldu. 1932 yılında Devlet Sanayi Ofisi kuruldu (Anonim,1976).

1933 yılında bu kurum kaldırılarak yerine aynı işleri görmek amacıyla Sümerbank kuruldu. Sümerbank’ın temel görevleri, yerli girişimcilere her konuda yardımcı olmaktı. Sümerbank özellikle 1938 yılında çıkan İktisadi Devlet Teşekkülleri Kuruluşu Yasası etkisi ile, doğrudan sanayiye yönelmiş üretim birimlerini işletmeye başladı. Bunun ilk örneği Osmanlı döneminden kalan üretim birimlerinin Sümerbank çatısı altında toplanması oldu. Bu amaçla, Cumhuriyetin kuruluşundan beri Sanayi ve Maadin Bankasınca işletilen Bakırköy Pamuklu Mensucat Müessesesi, Sümerbank’a devredildi. Sümerbank Osmanlı zamanında kurulan üretim birimlerini denetim altına almakla yetinmeyerek ayrıca yeni fabrikalarda kurdu. Bu fabrikaların yanı sıra Sümerbank 1937 yılında Ziraat ve İş Bankası ile birlikte , Malatya Bez İplik Sanayi A.Ş. yi açtı. Bu fabrika, kendine bağlı yeni üretim birimleri oluşturduktan sonra 1946 yılında tamamen Sümerbank’ın denetimi altına girdi (Anonim,1976).

1944 yılında 64 708 000 metre pamuklu dokuma üretimi ve 26 212 ton pamuk ipliği üretimi gerçekleştirilmiştir. 1947 yılında 8 508 tona ulaşan Türkiye pamuk ipliği dışalımı bu tarihte toplam ülke üretiminin %29,9’unu oluşturmuştur. Üretim 1948 yılına kadar tamamen kamu sektörü tarafından yönlendirilirken bu tarihten sonra özel sektör yeni yatırımlarla üretimdeki payını artırmaya başlamıştır. 1949 yılında Türkiye iğ sayısı 140 486 adetlik bölümü özel sektörün olmak üzere toplam 266 528 dokuma tezgah sayısı ise 5 517’e ulaşmıştır (Karluk,1985).

4.2.3. 1950 ve Sonrası Dönem

İkinci Dünya Savaşı boyunca büyük ekonomik sorunlar yaşayan Türkiye’de girişimciler devletinde yönlendirmesiyle 1950’li yıllarda dokuma sanayisine büyük

(12)

ölçüde yatırım yaptılar. Bunun en önemli nedenlerinin başında ucuz işgücü gelmektedir. 1950 yılında 16 kamu üretim birimi ve 160 dokuma firması sektörde faaliyet gösterirken 55 bin işçi istihdam edilmiştir. Bunun % 43’ü kamuda %57’si özel sektörde yer almıştır (Anonim,1976).

1950 yıllarında iki yabancı sermayeli firma Türk dokuma sektörüne katılmıştır. Bunlar 1952 yılında kurulan İstanbul Genel Dokumacılık A.Ş. ve 1955 yılında kurulan Santral Dikiş Sanayi T.A.Ş. dir (Anonim,1976).

1949-1963 dönemi içinde, kamu sektörü de özellikle Sümerbank aracılığıyla yeni yatırımlar yapmıştır. 1949 yılından 1962 yılına kadar Sümerbank mevcut iğ ve tezgah sayısını iki katına çıkarmıştır (Anonim,1976).

Türkiye’de iğ sayısı 1962lere gelindiğin de büyük bir artış göstermesine rağmen yapılan üretim iç tüketimi karşılayamamıştır. Ancak bu artışlar ithalata olan talebi giderek azaltmış 1960 yılında pamuk ipliği ithalatı 60 tona kadar düşmüştür (Anonim,1976).

1963-1972 yılları arasında birinci ve ikinci plan döneminde devlet desteklemelerinin de yardımıyla sektör daha da gelişmiştir. 1963 yılındaki imalat sanayideki işyerlerinin %24’ü dokuma sektörüne aitti. Ancak bu işyerleri küçük ve orta ölçekli idi. Yine bu dönemde binden fazla işçi çalıştıran iş yerlerinin sayısı %7 idi. Birinci ve ikinci plan dönem boyunca ülkenin sanayileşme çabaları artınca dokuma sektörünün ( yatırım ve istihdam artmasına rağmen) toplam imalat sanayi içindeki istihdam payı yıllar itibariyle azalma göstermiştir (Anonim,1976).

Pamuklu dokuma işyerleri sayısı 1963 yılında 63 iken, 1971 yılında 85 olmuştur. Bunun 14 adedi kamu kuruluşudur (Anonim, 1976).

Bu dönemdeki bütün bu gelişmelere karşın tekstil sektörünün toplam imalat sanayi katma değeri içindeki payı , izlenen ithal ikameci kalkınma politikaları sonucunda diğer imalat sanayi iş kollarında hızlı bir sanayileşme eğiliminin olması nedeniyle düşmüştür (Anonim,1976).

Tekstil ve konfeksiyon sektörüne yapılan yatırımlar 1977 yılından itibaren dalgalanmaya başlamıştır. Bu yılda yapılan yatırımların toplamı 664,4 milyar lira olurken her yıl düşerek 1981 yılında 160 milyar Türk Lirası seviyelerine kadar

(13)

gerilemiştir. Yani 1977-1981 yılları arasında yatırımlarda % 75’e varan bir düşüş yaşanmıştır (Karluk,1985).

24 Ocak 1980 kararları neticesinde ihracata dönük politikalar neticesinde daha önce gerileyen sektör yatırımları 1982 yılında %70, 1983 yılında ise %108 oranında artmıştır. Sektörün 1981 yılında imalat sanayi içindeki payı % 7 iken 1983 yılında bu oran %25’e yükselmiştir (Karluk,1985).

İhracat bu yıllarda büyük gelişim göstermiştir. 1983 yılında yapılan ihracata 1984 yılına göre % 400 civarında bir artış sağlanmıştır (Karluk,1985).

Sektör 1984-1992 yılları arasında toplam % 35 ortalama yıllık ise %4.4’lük bir büyüme gerçekleştirmiştir. Bununla birlikte sektörün imalat sanayi içinde aldığı pay 1984 yılında % 21’e, 1985 yılında %15’e gerilemiştir (Karluk,1985).

1986 da Avrupa Topluluğu’nun konfeksiyon kısıtlamalarını Türkiye çıkışlı konfeksiyon ürünlerine de uygulamaya başlaması, 1987 ve 1988 yıllarında yatırımlarının azalmasına neden olmuştur (Karluk,1985).

1989 yılına gelindiğinde toplam ihracatımız içinde tekstil ve konfeksiyon sektörünün payı % 38’lere yükselmiştir. 1973 yılından 1989 yılına bakıldığında sektör kendi içinde büyük bir değişim yaşamıştır. 1973 yılında yalnızca ham pamuk, pamuk ipliği ya da pamuklu kumaş ihracatı gerçekleştiren sektör, 1989 yılına gelindiğinde Avrupa’nın bir numaralı hazır giyim ürünü tedarikçisi durumuna gelmiştir. 1973-1989 yılları Türk tekstil ve konfeksiyon sektörünün genişleme ve dışa açılma yılları olmuştur.

Tekstil ve konfeksiyon sektörü 1990’lı yıllara ülkenin en büyük sektörü olarak girme başarısını göstermiştir (Karluk,1985).

Türkiye, 1950’lerden itibaren tekstilde, 1970’lerden itibaren de konfeksiyon da ihracatçı konumuna geçmiştir. 1990 yılına bakıldığında ise giyim sanayisinin; 2,9 milyar dolarlık ihracata, toplam ihracatta %22’lik paya, dünyadaki altıncı büyük ihracatçı ülke olma özelliğine, dünya pazarında %2,6’lık paya, Avrupa’da İtalya’dan sonra ikinci büyük tedarikçi olma özelliğine, tekstil sektörü ile birlikte GSMH’nin %7’sini oluşturduğu , toplam sanayi istihdamının %28’ine ve 2 milyon işçi istihdam etme özelliğine sahip olduğu görülmektedir (Karluk,1985).

Tekstil ve konfeksiyon sektörünün 1992 yılı üretim değeri 11,3 trilyon Türk Lirası olmuştur. Yine 1992 yılında, tüketim malları üretiminin % 31,8’ini, imalat sanayi üretiminin %11,5’ini ve toplam Türkiye üretiminin % 8,4’ünü tekstil ve konfeksiyon

(14)

sektörü sağlamıştır. 1992 yılı sonunda dünya kısa elyaf sistemi ring iplik eğirme kapasitesinin %2,4’ü, open-end iplik eğirme kapasitesinin de % 2’si Türkiye’de bulunmaktadır. Yine aynı yıl, dünya mekikli tezgah kapasitesinin %2,5’i ve mekiksiz tezgah kapasitesinin de %1,4’ü Türkiye’de kuruludur. Bu yılda Türkiye open-end iplik eğirme sistemlerine yatırım yapan dünyanın en büyük üçüncü ülkesi olma özelliğini de taşımaktadır (Tekstil İşverenleri Sendikası Dergisi,2001).

1989 yılında 3,83 milyar dolar olan tekstil ve konfeksiyon sektörü ihracatı 1993 yılında 5,38 milyar dolara çıkmıştır. Bu dönemde sektörün en büyük pazarı Avrupa Topluluğudur. Yaklaşık ihracatın içinde % 70’i bu topluluk üyesi ülkelere yapılmaktadır. ABD’nin ikinci, EFTA ülkelerinin ise üçüncü sırada yer aldığı göze çarpmaktadır (Tekstil İşverenleri Sendikası Dergisi,2001).

1995 yılında kesinleşen Gümrük Birliği ile birlikte sektör ciddi bir sıçrama yaparak % 56’lık bir büyüme sağlamıştır. Yine bu dönemde sektöre uygulanan teşvikler artmıştır. <teşvik belgelerinin %60’ı tekstil ve konfeksiyon sektörüne verilmiştir. Yine bu dönemde Türkiye Avrupa Birliği’nin Çin’den sonra ikinci büyük tedarikçisidir. Tekstil ve konfeksiyon sektörü ithalatında ise 1995 yılında % 31 seviyesinde olan AB payı, 1996 da %44’e, 1997 de ise % 45’e yükselmiştir (Tekstil İşverenleri Sendikası Dergisi,2001).

1996 yılı(5Nisan) yaşanan krizin yaralarının sarıldığı yıl olmuştur. Bu yılda hazır giyim ihracatı 6,3 milyar dolar olurken 1997 yılında % 15,2’lik artışla 7,3 milyar dolara ulaşmıştır (Tekstil İşverenleri Sendikası Dergisi,2001).

1997 yılı itibariyle, tekstil ve konfeksiyon sektörünün toplam imalat sanayi içindeki payı % 47, toplam sanayi üretimi içindeki payı % 39, toplam GSMH içindeki payı % 10, toplam istihdam payı % 21 olmuştur (Tekstil İşverenleri Sendikası Dergisi,2001).

1997 yılı sonunda Türkiye’de kurulu ring iplik makinelerin de toplam 5 212 bin adet iğ bulunmaktadır. Bu iğ sayısı ile Türkiye dünyada 6. sırada yer almaktadır. Dünyadaki toplam makinelerin de toplam 390 bin adet rotor yer almakta, Türkiye bununla dünya da 4. sırada bulunmaktadır. Dünyadaki rotor kapasitesinin %5’i Türkiye’de kuruludur. Aynı yıl içinde dünyada satılan O-E makinelerinin %16’sını Türkiye almıştır (Tekstil İşverenleri Sendikası Dergisi,2001).

(15)

5. HALKLA İLİŞKİLER KAVRAMI

5.1. Halkla İlişkilerin Tanımı

Halkla ilişkilerin şimdiye kadar pek çok tanımı yapılmıştır. En basit tanımı ile halkla ilişkiler(Public Relations); kurumun çevresi ile ilişkilerinin incelenmesi ve bu ilişkilerin yönlendirilmesidir ( Varol,1986).

Bir başka tanımda, günümüzdeki anlamı ve kapsadığı etkinlikler açısından şöyledir;

Halkla ilişkiler; kurum ve kamuları arasında karşılıklı iletişimi, anlayışı, kabulü ve işbirliğini kurma ve sürdürmeye yardım eden bir yönetim işlevidir. Problem veya sorun yönetimini kapsar. Yönetimin kamuoyuna karşı sorumlu ve kamuoyundan haberdar olmayı sürdürmesine yardım eder. Bu değişimleri etkili biçimde kullanarak, toplumsal eğilimleri tahmin etmekte ilk uyarıcı sistem olma hizmeti görür. Başlıca araçları olarak anlamlı ve dürüst iletişim ve araştırmayı kullanır ( Harlow, 1976).

Halkla ilişkiler, kişi ve kuruluşların kendilerini topluma tanıtma ve kabul ettirme, toplumdan gelen düşünce, fikir ve eğilimleri bilimsel bir biçimde değerlendirerek kendi davranışlarını yönlendirme amacıyla giriştikleri faaliyetlerdir. Burada görüldüğü üzere, kuruluş, çevre ile toplum arasında iki yönlü bir etkileşim ve iletişim gereği halkla ilişkiler etkinliğinin temeline konulmuş bulunmaktadır. Halkla ilişkiler etkinliğinin başarısı bu etkinliklerin;

Toplumu ve toplumsal değişmeyi iyi izlemeye dayandırılmalarına,

Kuruluşun bugünkü ve gelecekteki amaçları, ülküleri ve toplumsal, ekonomik görevlerinin, toplumca doğru ve net bir biçimde anlaşılmasını sağlayacak biçimde yürütülmesine bağlıdır (Kubalı, 1986).

Halkla ilişkiler etkinliklerinin, uygulamada da iki evrede gerçekleştirilen iki işlevi; tanıma ve tanıtmadır.

Bununla birlikte bu etkinliklerin, bu iki işlevin etkili biçimde yerine getirilmesine büyük katkı sağlayacak olan ve onlarla bir arada yürütülmesi gereken üçüncü işlevi de; kuruluşun içinde toplumun sözcülüğünü bir nevi toplumun ombudsmanlığını yapmaktır. (Ombudsman: Kamu yönetiminin herhangi bir işlem ve eyleminden yakınan

(16)

vatandaşların, bu yakınmaları konusunda soruşturma yaparak sonucu ilgili makamlara ileten devlet görevlisidir.) Gerçektende bu tür bir işlev, kuruluşun halkla ilişkiler etkinliğiyle uyumlu kılma, böylece kendini daha sağlıklı biçimde geliştirerek varlığını sürdürme gereksinimi için büyük önem taşıyabilir. Dolayısıyla halkla ilişkiler etkinliği, kuruluşlarda anlayış değişikliğini, toplumdaki değişmeleri kuruluşa yansıtıp, kuruluş tarafından anlaşılmasını sağlayarak, başlatma türü bir rolü de kapsamış olacaktır (Kubalı, 1986).

Değinilecek bir başka noktada şudur; halkla ilişkiler etkinliklerinden birinci derecede sorumlu olması gereken basamak, halkla ilişkiler biriminden çok karar alma konumundaki yöneticilerdir. Çünkü karar alma konumundakiler bu işin önemini gerektiği ölçüde ve yeterince kavramamışlarsa, halkla ilişkiler biriminin çalışmaları istenilen sonuca götürmez. Belki o zaman bu birim bir makyaj ustasının yaptığı işi yapabilir. Ama kuruluşlardaki bozuk ve çarpık kişiliği hiçbir makyaj örtemez (Kubalı,1986).

Halkla ilişkilerin ilk tanımında kurumun çevresi ile ilişkilerinin incelenmesi ve bu ilişkilerin yönlendirilmesi olarak belirtilmişti. Kurumun çevresi ise, tüm çalışanları, müşteri- tüketiciler, bayiler,kurumun yerel birimleri, kaynak ve hammadde sağlayanlar, denetleme ve yürütme organlarıdır.

Her zaman her dönemde yöneticiler, kurumun içinde yer aldığı çevre ile daha sağlam ilişkiler kurmak gereği duymaktadır. Halkla ilişkiler yönetiminin izlemekte olduğu politikanın halka benimsetilmesi, çalışmalarının devamlı ve tam olarak halka duyurulması, yönetime karşı olumlu bir hava yaratılması, buna karşın halkında ne düşündüğünün ne istediğinin bilinmesi, halkla işbirliği sağlanmasıdır (Varol, 1986).

İyi bir halkla ilişkiler uygulaması kuruluşun duyarlı olduğu kitleler ile inandırıcı, güvenilir, sağlıklı ve iki yönlü bir iletişim kurması demektir. Böyle bir etkinlik ekip çalışması, akılcı yönlendirilen parasal kaynaklar, plan ve program çerçevesinde yürütülen organizasyon-koordinasyon çalışmaları ve geniş boyutlu araştırmaları içerir (Varol,1986).

Halkla ilişkiler de önemli olan kurumun “imajı”dır. Halkla ilişkiler çalışmaları kuruluşa olumlu bir imaj kazandırma çalışmasıdır. Bir kurumun halkın gözünde iyi bir imajı varsa başarılı olacak ve kâra geçecektir. Eğer bir kurumun imajı kötü ise o kurumun ürettiği mal ve hizmetin satılması düşünülemez.

(17)

Halkla ilişkiler, kurum ile kamu arasındaki iletişimin yönetilmesidir. Bu ilişkide iletişim olayları olarak sayabileceğimiz maddeler;

1. Promosyon anlamında tanıtım ve reklam (bir mal yada hizmetin ne olduğunu bildiren iletimler), 2. Propaganda, 3. Satış, 4. Pazarlama ve paketleme, 5. Duyurma, 6. Lobicilik, 7. Sorun yönetimi,

5.1.1. Halkla İlişkiler ve İletişim

Halkla ilişkiler tamamı ile bir iletişim olayıdır. İletişim ise en basit tanımı ile gönderici ve alıcı arasındaki mesaj alış-veriş sürecidir. (Feadback: geri beslemeyi de kapsar. )

MESAJ

KAYNAK KANAL ALICI

GERİ BESLEME

Kaynak: İletişimin başlangıç noktasıdır.

(18)

Kanal: İletişim hattıdır (televizyon, radyo, sinema, toplantı vs.)

Alıcı: Haberleşmenin sonuç noktasıdır. Kaynaktan gelen mesaja olumlu-olumsuz bir tepkisi beklenir.

Geri besleme: Halkla ilişkilerde ve iletişimde en önemli süreçtir. Besleyici tepki, besleyici yankı diye de adlandırılır. Geri besleme gerçekleşmediği sürece iletişimin bir anlamı olmayacaktır. Halkla ilişkiler hedefin (alıcının) yanıtı tüm sürecin anlamını oluşturmaktadır. Feadback kendiliğinden olmaz. Bunun için kaynağın çaba harcaması gerekmektedir (Varol,1986).

Kaynak iletmek istediği mesajı, duyguyu alıp iletebilecek biçim içinde ifade etmektedir. Bu sözcükler veya yazı biçiminde olabilir. Mesaj alıcıya ulaştığında kodun açımlanması gerekmektedir. Mesajın çarpıtılmadan, bozulmadan anlaşılabilmesi için gönderici ile alıcının yaşam deneyimlerinin aynı olması gerekmektedir (Varol,1986). Halkla ilişkiler uygulamasının temelinde iletişim yatar. Her halkla ilişkiler olayı bir yönüyle aynı zamanda bir iletişim olayıdır. Bu nedenle gerek halkla ilişkiler uygulamasını anlamaya çalışanlar, gerekse uygulayıcıların iletişim konusunda köklü, doğru bilgiler edinmesi bu konuda sonuca daha kolay ulaşmalarını sağlayacaktır.

İletişim kaynaktan hedefe mesaj yollayıp ve mesajın hedef tarafından algılanması ile iletişimin bittiği kabul edilir. Ancak sorunun bir ikinci yönü daha vardır ki, halkla ilişkilerde bu ikinci yüz yada aşama özel bir önem kazanmıştır. Halkla ilişkiler uygulaması içinde hedefin yani alıcının cevabı bütün sürecin nedenini oluşturur. Dolayısıyla iletişim süreci, bir haber olarak cevabın gönderene geri gitmesini içermektedir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu yanıtın kaynağa geri dönmesi kendiliğinden olmaz. Bunu elde etmek için kaynağın özel bir çaba harcaması, planlı davranması gerekmektedir (Varol,1986).

İşte bu özelliğinden ötürü uygulamada halkla ilişkilerin iki yönlü bir iletişim olayına dayandığı kabul edilir. Besleyici yankı elde edilmeksizin halkla ilişkilerin iletişim süreci eksik kalmış olur. Yine bu gerekçe iledir ki, halkla ilişkiler tekniklerinin hemen hemen tümü ve uygulamanın amacı besleyici yankıyı ve onu değerlendirmeyi amaçlar (Varol,1986).

Çünkü bir sistemin varlığını sürdürebilmesi için kendi iç yapısı ve süreçlerini dönüştürme yeteneğine sahip olması gerekmektedir (Ünsal, 1980).

(19)

Besleyici yankı (geri besleme) dinamik bir süreçtir. Kitle iletişim araçları, yönetenlerden yönetilenlere ve yönetilenlerden yönetenlere enformasyon akımı sağlar. Bu enformasyonun oluşturduğu geri beslemeleri yerlerine ileterek sistemin dönüşümüne en önemli katkılardan birini sağlar (İnceoğlu, 1985).

5.1.2. Halkla İlişkiler ve Reklamcılık

Reklamcılık ve halkla ilişkiler genellikle birbirine karıştırılan iki komşu uygulayımdır.

Halkla ilişkiler ve reklamcılık etkinlikleri arasında var olan temel benzerlik, amaç ve araçlarının biçimsel düzeyde benzerliğidir. Her ikisi de kamuoyunu etkileme amacına dönük etkinliklerdir ve her ikisi de bu amaca ulaşmak için kitle iletişim araçlarını kullanır veya onlardan yararlanırlar. Buna karşılık;

Her iki etkinlik yöneldikleri hedefleri, ona ulaşma süreleri ve yöntemleri, kitle iletişim araçlarını kullanabilme biçimleri bakımından birbirinden ayrılmaktadırlar (Varol,1986).

Reklamcılık etkinliğinin özü, içeriği bakımından amaç, mal/hizmetin satışını artırmak ve bu amaca kısa sürede ulaşmaktır.

Reklamcılık, çeşitli iletişim araçları yoluyla yapılan ücretli; kişisel olmayan iletişimdir. Bu ücretli oluş, reklam verene mesajın içeriği, yayın yeri ve zamanlaması bakımından denetim yapma olanağı verir. Bu yüzden reklamcılıkta, mesajın iletilebilmesi için seçilen iletişim aracı istenilen biçimde kullanılır (Varol,1986).

Halkla ilişkilerde ise, mesaj iletmek veya bilgi vermek üzere kullanacağınız aracı “istediğiniz gibi hükmetme hakkı sizde değildir.” Gazeteye, radyoya yahut televizyona ancak bir “haber” kimliğiyle girebilmenin yolunu bulmak zorundasınız. O yüzden ortaya mutlaka “haber değeri taşıyan bir mesaj koymak” durumundasınız. O haberin de, iletişim aracının yetkilisi/yetkilileri tarafından içeriğinin denetlenerek yayınlanmasını, “belki de sepete atılmasını” göze alacaksınız. Bir başka deyişle reklamcılık, kitle iletişim araçlarında mesajlara, reklam verenin denetiminde yer sağlama, satın alma etkinliğidir. Halkla ilişkiler etkinliğinde , kitle iletişim aracında mesajın yer alması bakımından bir ölçüde ve hiç olmazsa dolaylı denetim kurma iki biçimde olasıdır; ya

(20)

haber değeri olan bir olayı yönetip sahneye koyarak; örneğin çeşitli tören ya da iletişim aracı yetkilileriyle dostluk türü iyi ilişkiler kurarak. Bu tür farklılıklar şu farklılıkları da doğuruyor:

Her iki etkinlikte mesajların yapısı farklıdır. “Reklamlarınızın metnini kendi görüşlerinize nasıl uygun geliyorsa öyle yazabilirsiniz. Ama halkla ilişkiler elemanı olarak hazırlayacağınız basın bülteninde, önce yazının hacmini olabildiğince kısa tutmak, sonrada haber tekniğine uygun bir hava içinde düzenlemek zorundasınız (Varol,1986).

Etkili olabilmek bakımından ise, reklamlarda, mesajın vurucu olmasına ve olabildiğince yinelenmesine önem vereceksiniz. Halkla ilişkiler mesajında ise, esas olan vuruculuk değil nesnelliktir. Reklamlardan farklı olarak halkla ilişkilerde, gazete okuyucusuna, radyo dinleyicisine, televizyon seyircisine seslenen siz değilsiniz. Gazete yahut televizyon Yani sizinle halk arasında bir “üçüncü şahıs” giriyor. Kendinizi ister istemez o “üçüncü şahsın” ses tonuna, üslubuna, tarafsızlığına, nesnelliğine uydurmak zorundasınız.

5.1.3. Halkla İlişkiler ve Propaganda

Halkla ilişkiler ile propaganda ve bir ölçüde de reklam öylesine iç içe girmişlerdir ki, halkla ilişkileri bu iki teknikten ayırmak için yüze yakın tanım yapıldığı ileri sürülmektedir. Bu denli çok tanımlaması yapılan başka bir teknik yada ilgi alanına rastlamak olanaksızdır.

Devlet-halk ilişkisi açısından yapılacak bir değerlendirme de görülür ki, halkla ilişkilerle propaganda bir tek amaçta üst üste gelmektedir. Her ikisi de devletin topluma düzeni anlatmak ya da mevcut düzeni sürdürmek için kullandığı teknik ya da araçlar arasındadır. Açıkçası çevreyi etkilemek gibi bir amaç, hem halkla ilişkiler de hem de propaganda da ortak özellik, ortak amaçtır. Ancak halkla ilişkiler de çevreyi etkilemenin yöntemleri değişik olduğu gibi, amaca ek olarak kurumun belleğini genişletmek ve halkın sorun çözümünü kolaylaştırmak gibi iki amaç daha bulunmaktadır. Bu amaçlar özellikle yönetsel kurumların ayrı ayrı giriştikleri ve yürüttükleri halkla ilişkiler çabasında belirgindir (Varol,1986).

(21)

Propagandanın totaliter devlet yönetimlerindeki başarılı uygulamasının sonucu olacak ki, çoğulcu toplumlarda “propaganda” sözcüğü kavram olarak ürkütücü olmaktadır. Propaganda bu nedenle önce ad olarak yerini halkla ilişkilere bırakmıştır. Topluma egemen gücün varlığını ve düzeni sürdürebilmesi için zorunlu olan ideoloji de halkla ilişkiler adı altında (yalnızca adı değişmiş olarak) yerine getirdiği ileri sürülmektedir. Çoğulcu yapıya sahip toplumlarda propagandanın uygulanabilme koşulu tümüyle ortadan kalkmış bulunmaktadır. Dolayısıyla aynı işlevi başka bir ad altında yerine getirmek ve belirli bir uygulama biçimi, kullanılan yöntemler çoğulcu toplumlarda geçerli anlayışa ve hukuki düzenlemelere tümüyle uygun düşmektedir. Bu karşılaştırmayı propagandanın belirgin özelliklerini (bir kısım geçmişte kalmıştır) göz önünde tutarak yapılmalıdır.

Önce propagandanın en önemli koşulu olan, topluma yollanan mesajların bir elden yönetilmesi çoğulcu toplumlarda kolaylıkla başarılabilecek bir iş değildir. Artık kitle iletişim olayı, bir merkezden denetlenemeyecek kadar yaygın ve yoğundur. Kitle iletişim olayının etkileri sınır tanımamaktadır. Bu etkiler uluslar arası boyutlara ulaşmıştır. Kitle iletişim araçlarını tek elden denetleyebilmek ve en azından hukuki düzenlemeleri onların tek elden yönetilmesine izin verebilecek biçimde değiştirebilmek için çoğulcu toplumun kimi özeliklerini bir yana bırakmak gerekmektedir. Kuşkusuz kitle iletişim araçları batıda da tekelleşmiştir. Bu tekelleşme özellikle basın alanında yoğundur. Basın alanında özel kesimde olduğu gibi kısa dönemde kazanç elde etmek amacı, uzun dönemde çoğulcu düzenin sürmesini sağlamaya dönük girişimlere üstün gelmektedir. Örneğin; Fransa’da basın özel kesimin elinde bulunmasına ve bu dalın oldukça tekelleşmiş olmasına karşın, düzene, kurulu sisteme olan akımların gazete ve dergileri, bu tekellerin büyük basımevlerinde basılmaktadır (Varol,1986).

Çoğulcu toplumlarda kitle iletişim araçlarının “tek” elde olmayışı propagandayı engellemektedir. Bu düzen Hitler türü propagandaya artık kesinlikle izin vermemektedir. İşte halkla ilişkiler; propagandanın bıraktığı bu boşluğu batının çok sınıflı toplumlarını dolduran uygulamalardan biridir (Varol,1986).

Propaganda da, bireye verilmek istenen düşünce biçimiyle ilgili mesajların tek yönlü olması ve tek merkezden yönetilmesi zorunludur. Halkla ilişkiler uygulamasında görülenin tersine, propaganda da tartışma yoktur. Duraksamaya yer verilmez. Çünkü yönetilenlerin tepkisi ve tepki açıklama yolları bilinçli olarak kapalı tutulmuş olduğu

(22)

gibi, mesajların sayısız denebilecek ölçüde tekrar edilmesine de özen gösterilir. Propaganda da kitle iletişim olayı, dolayısıyla araçları çok önemli bir yer tutarken, halkla ilişkiler de yalnızca bu amaçlar değil, en az onlar kadar yüz yüze ilişkiler, örgütsel eylem ve işlemler de önem kazanmıştır. Halkla ilişkiler de kişi toplumsal yaşam içinde etkilenmektedir. Bu nedenle de halkla ilişkiler siyasal propaganda ile eş tutmak yanıltıcı olabilir. Olsa olsa değişik çalışmalarda yalnızca toplumsal propaganda arasında belirtildiği gibi benzerlik kurulabilir (Varol,1986).

Çünkü tıpkı halkla ilişkiler uygulamasındaki gibi toplumsal propaganda da birey önce çevre öğeleri ile denetim altında tutulmakta -burada kuşkusuz kitle iletişim araçlarının bireylere yolladığı ve ideolojik oluşumu kolaylaştırıcı mesajların da payı vardır- daha sonra bu etki ikinci aşamadaki mesajlarla güçlendirilmektedir. Böyle bir düzeye ulaştığında yığınların kurumlarda karar almaya çağrılmaları, kurumların çevreye açılmaları yöneticiler açısından da sakıncalı olmayacaktır. Doğal yaşantının birey üzerindeki etkisinden yararlanarak sapmalar önlenmiş olmaktadır. Rastlanılan önemsiz sapmalar ise kitle iletişim araçları kullanılarak düzeltilmelidir.

Birey belleğine yerleştirilen sembol ve kavramlarla, propagandanın çizdiği amaçlara uygun olarak belirli olaylar ve uyarılar karşısında istenilen biçimde davranmaya hazır duruma getirilmiştir. İnançlarda ortaya çıkacak bir değişikliğin zorunlu koşulları hazırlanmıştır. Ya da aynı inançların sürekliliği için birey algılaması baskı altında tutulmaktadır. Bunlar siyasal propagandada değişmeyen kurallardır. Bunun için kitle iletişim olayından geniş ölçüde yararlanılır. Başlıca dayanak kitle iletişim ağı ve araçlarıdır. Oysa halkla ilişkilerde rastlanılan iletişim olayının siyasal propaganda da görülenden ayrı bir niteliği bulunmaktadır. Kuşkusuz iletişimin kuralları değiştirilemez, ancak siyasal propaganda da iletişim tüm gerekleri yerine getirilmektedir ya da getirilmeye çalışılır. Örneğin, yönetilenlerin tepkilerinden yararlanma halkla ilişkilerde önemli bir yer tutar. Bu özellik, halkla ilişkilerin etkinliğini artırmada önemli bir etkendir.

Yine siyasal propagandada bilerek yığınların üstüne gidilir. Yığınlardan yararlanmak istenilir. Her zaman olmasa bile mesajlarda süzme hemen göze çarpar. Mesajlar doğru olabilir, ama bu arada bir çok ve en önemli gerekçeleri içeren mesajlar ayıklanmıştır. Böylece mesajları oluşturmaktan yığınlara gönderilecek mesajların seçim ve yollanma işlerine dek her şey taraflı bir biçimde yürütülür. Örneğin; yığınlara

(23)

gönderilen mesajlar çoğunlukla gerçeği yansıtırlar. Ancak gerçekler başka gerçekler arasından seçilerek yığınlara iletilir. Buna uymayan tek örnek, savaş sırasında halka verilen bilgilerdir. Yoksa siyasal propaganda da gerçeklerin içinden işe yarayacak olan mesajları süzme ve seçme değişmez kuraldır.

Görüldüğü gibi propaganda, totaliter yönetim düzeninde kolaylıkla uygulanabilecek bir yöntemdir. Demokratik yapıdaki toplumlarda propagandanın işlerliği bulunmaktadır. Kitle iletişim araçlarının belirli ölçülerde de olsa paylaşıldığı ve değişik çıkar kümelerinin ellerinde bulunduğu ya da bulunmasına yasal olarak izin verildiği, haber alma ve yayma özgürlüğünün benimsendiği ülkelerde propagandanın gerekleri yerine getirilemez. Çünkü değişik kaynaklardan doğan mesajlar, birbirlerinin halk üzerinde salt etkilerini azaltıcı, halkın yanılgıya düşmesini önleyici bir işlev görürler. Ancak halkla ilişkilerin propagandadan kesinlikle ayrıldığı ya da demokratik toplumlarda propagandanın olmayacağı yolundaki yorumda oldukça itidalli olmak gerekecektir. Çünkü bir yandan, mevcut duruma göre, batıda yaygın iletişim araçlarının özel kesim elinde tekelleşmesi gibi bir olgu söz konusudur. Öte yandan, her yazı ve mesajda küçük oranlarda olsa, propagandanın izleri bulunmaktadır. Fakat bu özellikler tüm yönetilenleri eyleme geçirmeye ya da yönetilenlerin düşüncelerine kesin bir sınırlama getirmeye yetmemektedir. Bir başka anlatımla, demokratik toplumlarda tartışma, önlenemeyecek düşünsel eylemdir. Yine aynı toplumlarda siyasal partilerin, baskı kümelerinin bilinçli mesajlarını propaganda olarak nitelendirmek, onu çok yalına indirgemek ve düzenli, planlı tek merkezden yönetilen bir ideolojik çalışma olmasını inkar etmek demektir. Bu girişimler olsa olsa yermeli(pejoratif) anlamda propaganda olarak nitelenebilir (Varol,1986).

Bir yönüyle düzeni benimsetme ve düzeni sürdürme gibi işlevi bulunmasına karşın, halkla ilişkilerde bireye karşılaştırma yapması, sonucu tartışması kendiliğinden tanınmış bir haktır. Yığınların etkinliği benimsenmiştir. Gerçekten halkla ilişkilerin, kurumlarda çevreden etkilenme aracı olarak kullanılması bu savı kanıtlamaktadır. Kaldı ki, halkla ilişkilerde başarı, kurumların eylem ve işlemlerindeki başarılar ile kenetlenmiş olmasına karşılık; propaganda da kurumun başarısı ile propagandanın başarısı arasında kesin bir ilişki bulunmamaktadır.

Kısacası halkla ilişkiler demokratik toplumlarda geçerli özgürlük anlayışına uygun çevreyle etkileşim yöntemidir. İdeoloji aşılama gibi bir amacın gerçekleşmesinde

(24)

propagandadan yol, yordam açısından ayrılmaktadır. Bu ayrılığı belirleyen de toplumsal ve siyasal yapıdır. Ayrı sistemlerden kaynaklanmıştır (Varol,1986).

5.2. Halkla İlişkilerin Tarihsel Gelişimi

5.2.1. Amerika Birleşik Devletlerinde Gelişimi

5.2.1.1. İlk Halkla İlişkiler Faaliyetleri

Halkla ilişkiler uygulamasının gelişimi belirli evrelerden geçmiş bulunmaktadır. Bu evrelerin içinde en çok dikkati çekenler de kuşkusuz yirminci yüzyılda ve özellikle Amerika Birleşik Devletlerinde ortaya çıkan gelişmeler ve değişikliklerdir. Amerika Birleşik Devletlerinde tanıtım olayı toplumun tarihinden de daha eskidir. Yapılan araştırmalara göre Amerika’nın tanıtmaya yatkınlığı 1644 yılında Doğu kıyısında yerleşen gruplara dayanır. İlk sistemli bağış toplama veya fon kurma çabaları 1641’de o devirdeki ufak Harvard Üniversitesi’nin İngiltere’ye gönderdiği misyoner ekiple başladı. Bu misyonerler İngiltere’ye ulaştıklarında Harvard hakkında bilgi içeren bir tanıtım mektubuna veya bir kitapçığa ihtiyaçları olduğunu anladılar. Bu kitapçık basılmadıkça yardım toplamaya başlayamayacaklarını bildirmeleri üzerine Harvard yöneticileri Massachussets’de metinleri hazırladılar ve daha ucuz olacağından baskısı Londra’da yapılan kitapçık misyonerler tarafından kullanıldı. İşte adı “İlk Meyveler” olan bu tanıtım materyali halkla ilişkiler tarihinde kabul edilen ilk broşürdür. Günümüzde milyonlarca basılan bu broşürler şirketler aracılığıyla hedef kitlelere gönderilmektedir (Mardin,1987).

Amerika da halkla ilişkiler tekniği ve silahlarının politik anlaşmazlıklarda kullanımı gene çok eski bir geçmişe dayanır. İngiltere'ye karşı yürüttükleri Bağımsızlık Savaşı döneminden öncelerde bile kamunun fikirlerini etkilemek ve yönlendirmek için sürekli olarak kampanyalar düzenlenmiştir. Devrin ileri gelen devlet adamlarından Samuel Adams ve arkadaşları toplum desteğinin ne denli önemli ve etkili olduğunu anladıklarından bunu çeşitli yönlerde değerlendirdiler. Hayal gücüne dayanan, ilgi çekici, cesur hatta acımasız bir üslupla kaleme alınan yazılar, açık ve kapalı yerlerde yapılan ateşli konuşmalar, özel olaylar ve kolay akılda kalacak simgesel sloganlar,

(25)

sızıntı haberler ve fısıltı gazeteleri ile kamuoyu etkilenmektedir. Adams "Toplumun büyük çoğunluğu mantığından çok duygularıyla yönlendirilir" fikrinden yola çıkılarak çalışmalarını sürdürdü. Amacına hizmet edecek bir olay olmadığı zaman bile kendine yeni olaylar yaratan bu ekip bugünkü halkla ilişkiler mesleğinin prensipleri göz önünde tutulursa, ağırlıklı olarak propaganda yapmaktaydı (Mardin,1987).

Halkla ilişkilerin gelişmesinde bir başka dönüm noktası 1787-1788 yıllarında Alexander Hamilton, Madison ve Ray tarafından önce gazetelere gönderilen 85 mektubun sonradan kitap halinde yayınlanmasıdır. "Federalist" adı altında toplanan bu mektuplar anayasanın kabulünde önemli bir rol oynadı. Devrin ünlü devlet adamı, hukukçu ve ekonomist Hamilton'a göre toplumun bir konuda fikri yoksa bu boşluğu gerçek bilgilerle doldurmak gerekiyordu. Dolayısıyla Hamilton yalnız anayasayı sunmakla kalmadı, onun anlaşılması ve kabulü için de büyük çabalar harcadı. Tarihçi Allan Nevins'e göre tarihin en başarılı halkla ilişkiler örneklerinden biri genç Amerika'nın anayasayı bu denli içtenlikle kabullenmesidir (Mardin,1987).

5.2.1.2. Amerika’da 19ncu Yüzyılda Halkla İlişkiler

Başkanlık seçimlerinde halkla ilişkiler kampanyalarının düzenlenmesi ise XIX. yüzyıl başlarında Andrew Jackson döneminde başladı. Halk arasında okur-yazarlığın hızla yayılması politikaya olan ilgiyi de artırdı. Doğan yeni demokrasi bireye güç ve haklar kazandırdı. Kibar sınıfın "ayak takımı" diye nitelendirdiği grup da demokrasi istiyordu. Seçimlerin getirdiği fırtınalı günlerde Başkan adayı Andrew Jackson kendisine bir basın danışmanı tuttu: Amos Kendall... Fikirlerini iletmede pek başarılı olmadığından tüm politik kampanya sırasında ve daha sonrada kamuoyunun mimarisinde Kendall'ın stratejisinden ve uzmanlığından yararlandı (Mardin,1987).

Bu sırada özel sektör bankacıları gazete sahiplerine kredi vererek basını etkileme yollarını aramaya başladılar. Fakat tüm bu faaliyetler Jackson-Kendall çalışmalarının yanında sönük kaldı.

Halkla ilişkilerin çağdaş içeriği ve terimler XIX. yüzyılın genç Amerikasın da henüz bilinmiyordu. Ancak bu yüzyılda "tanıtım" açısından üç olay gelişti:

1. Basın ilişkilerinin önemi kavrandı ve basın sözcüleri işe alındı, 2. Reklamcılık gelişti,

(26)

3. İşveren çevrelerini eleştiren gruplar sayesinde sosyal reformlara gidildi ve tanıtımında yeni yöntemler geliştirildi.

Bu konuda örnekler vermek gerekirse; Amerika'nın efsane kahramanlarından Daniel Boone'un hikayesi Kentucky'e yerleşimini sağlamak amacı ile buradaki toprak sahiplerinden biri tarafından uyduruldu. Dave Crockett ise Başkan Jackson'un muhalifleri tarafından ortaya çıkarıldı. Barnum Sirki'nin kurucusu Phineas Barnum ile başlayan artist ve sanatçı tanımı basın sözcülerinin kudretini bir kez daha kanıtladı (Mardin,1987).

1810-1891 yılları arasında yaşayan Barnum tüm hayatı boyunca halkın isteklerini ortaya çıkmadan önce tasarlayıp halka sunduğunu söylerdi. Denebilir ki, Barnum'un yarattığı her olay halkla ilişkiler mesleğinde bir kilometre taşıdır. "Başarılı iseniz taklitçileriniz çoğalır." diyerek bu sahne adamının başlattığı akımın ardından tanıtım olayları çığ gibi sahne dünyasına ve oradan sosyal yaşama girdi. Kitap satışları için imza günleri düzenlendi. Devlet tahvilleri ünlü yıldızlar tarafından satıldı... Denize indirilen gemilerin burnuna yıldızlar, ünlü kişiler şampanya vurdu... vs.... vs... Ve olaylar basın sözcüleri tarafından gazetelere yansıdı (Mardin,1987).

Çağdaş politik kampanya tekniklerinin gelişmesi de yine XIX. yüzyılın son dönemine rastlar. Yüksek doğum oranı ve göçler yüzünden sürekli artan seçmen sayısı karşısında destek sağlamak amacıyla yeni yollar aranmaya başlandı.

1888 kampanyası süresince gazeteler büyük ölçüde kullanıldı. Seçim propagandası, artan baskı teknikleri ve ucuz kağıt temini ile geniş tirajlı basın organlarında seçim haberleri yayınlandı. Bu kampanya esnasında yalnız bir eyalette, adayın 300 bin litograf baskı portresi yine 300 bin rozetle birlikte seçmenlere dağıtıldı ve aday evinin verandasında Temmuz'dan Kasım'a kadar her gün saatlerce oturarak 200 bin kişiyle konuştu ve sonuçta seçimi kazandı.

İşte 1890'lı yıllarda uygulanan afişli, bültenli, resimli, rozetli, basın sohbetli seçim kampanyası o denli başarı kazandı ki, radyo ve televizyon gibi medyaların eklenmesine rağmen aynı metotlar değişmeden günümüzde de kullanılmaya devam ediliyor (Mardin,1987).

İş çevrelerinin gereksinmelerini karşılamak için halkla ilişkiler yöntemlerinin gelişmesi de gene yüzyılın son döneminde oldu.

(27)

1875-1900 yılları arasında Amerika'nın nüfusu iki katına çıkarak insanları Batıya yöneltti. Artan üretime cevap vermek için seri üretim ve makineleşme hızlandı. Demiryolu ve hat haberleşmesi ülkeyi birleştirdi ve geniş bir basın ağı kuruldu.

Bir yandan güçlü tekellerin doğuşu, diğer yandan büyük servetlerin getirdiği aşılmaz güçler ve fırsatçı iş adamlarının acımasız yöntemleri XX. yüzyıl başlarında bir "itiraz" hareketinin doğmasına neden oldu. Amerika'nın baş döndürücü bir hızla geliştiği bu dönemde karşıt iki tarafın, ezen ve ezilenin meydan kavgasından bugünkü halkla ilişkiler mesleği doğdu (Mardin,1987).

Çağdaş anlamda ilk halkla ilişkiler birimi 1889 yılında George Westinghouse, kendi elektrik şirketi içinde meydana gelen bir kriz esnasında kuruldu. Westinghouse alternatif akımı, rakibi General Elektrik şirketinin kurucusu, mucit Edison ise doğru akımı savunuyordu. İdam cezasında kullanılan elektrikli sandalyede de alternatif akım kullanıyor diyerek Westinghouse'u aşağılayan Edison'a karşılık Westinghouse basın sözcüsü olarak yetenekli bir gazeteci olan Heinrich'i işe aldı. Bu şekilde basın ile bilgi alışverişinin önemi bu olayda tekrar ortaya çıktı (Mardin,1987).

Halkla ilişkiler mesleğinin gelişimi şu beş devre ile özetlenebilir:

1. 1900-1917: Gazetecilikte sorumsuzluk dönemi ve buna karşı oluşan savunma, tanıtma ve geniş kapsamlı reformlar süreci,

2. 1917-1919: (1. Dünya Savaşı) Devlet tahvillerinin satışını hızlandırmak amacı ile yapılan halkla ilişkiler faaliyetleri ve vatanseverliği alevlendirecek kampanyalar.

3. 1919-1933: (Kükreyen Yirmiler) Savaş döneminde halkla ilişkiler deneyimi kazananların ortaya çıkan prensipleri ürün tanıtımında kullanmaları, iktidar kavgaları ve hayır cemiyetlerine bağış toplama kampanyaları sayesinde ortaya çıkan yeni uygulama alanları.

4. 1933-1945: (Roosevelt Dönemi) Büyük kriz ve 2. Dünya Savaşı. Mesleği geliştiren ve uzmanlaşmayı sağlayan deneyimler.

5. Günümüzde: Halkla ilişkiler çalışmalarında büyük patlama ve mesleğin olgunlaşması.

Amerika'nın endüstriyel gelişimi içinde ortaya çıkan topluma ilgisizlik, yasa dışı, ahlaksızlık sonucunda ortaya sansasyon yazarları çıktı. Tanınmış iş adamlarının kirli çamaşırlarını ortaya döken yazılar tirajları yükseltti. Aynı zamanda gerçek sosyal sorunlar da ortaya çıktı.

(28)

1900'lerden en az 50 gazetenin 100 bin tirajı vardı. Ladies Home Journal adlı kadın dergisinin tirajı ise bir milyona ulaşıyordu.

İş adamları savunmaya geçmek zorunda kaldılar. Bir süre her şeyi saklamak ve savunucu konuşmalar yapmak gerektiği zannedildi. Ancak bu işin de nasıl yapılacağını bilmediklerinden reklamcılara ve avukatlara başvurdular. Reklamlarını artırarak basını susturmaya yöneldiler. Bu sırada Amerika Birleşik Devletleri'nin ilk halkla ilişkiler firması kuruldu. Michaels, Small ve Marvin adlı üç kişi basınla ilişkileri düzenlemek amacıyla birleştiler. İlk büyük işleri demiryolları için kongreye sunulan bir kanun tasarısı ile ilgili şirketin görüşlerini basına yansıtmaktı. Ancak devrin başkanı tarafından basında başlatılan daha güçlü bir kampanya faaliyetinin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden oldu. Ama çabaların sonucunda demiryolu şirketi kendi bünyesinde bir halkla ilişkiler departmanı kurdu. Kongreye yakın olmak amacıyla Washington'da kurulan ikinci şirket ise 10 yıl sonra kapandı. Bu sırada ortaklık kuran ancak 4 yıl sonra ayrılan Parker ve Lee adlı iki kişiden Lee daha sonra çağdaş halkla ilişkiler mesleğinin en etkin isimlerinden biri halini aldı (Mardin,1987).

5.2.1.3. Ivy Lee ve Halkla İlişkilerin Meslek Olması

Amerika'da halkla ilişkiler mesleğinin doğuşu ve gelişmesinin özetinin sonunda Ivy Lee ve Bernays adındaki iki dev uzmanın hayat hikayelerine değinmekte de yarar var.

Ivy Lee, Princeton Üniversitesinden mezun olduktan sonra, önce muhabirlik yaptı. 1904'de düzenlenen Başkanlık kampanyasında basın bürosunu idare etti. Bu sırada tanıştığı Parker ile bir halkla ilişkiler firması kuran Lee beraberliklerinden hoşnut olmayarak ayrıldı ve 1908 yılında Pennsylvania Demiryolu şirketine basın sözcüsü olarak girdi.

Lee, antrasit kömür grevinde yayınladığı "Prensipler Bildirisi" ile farkına varmadan halkla ilişkiler mesleğinin temel kurallarını açıkladı. Bildiride şu esaslar yer alıyordu: "Bu gizli bir basın bürosu değildir. Yaptıklarımız ortadadır. Amacımız haber iletmektir. Bu bir reklam firması da değildir. Amacımız kısaca resmi ve özel sektör adına, basına ve kamuya doğru bilgi vererek topluma yararlı olmaktır.

(29)

Lee yaptığı işe "tanıtım" adını verdi. Halkla ilişkiler deyimin ancak 1919 yılında kullandı. 1914 yılında Rockefeller'in özel danışmanı olan Lee'nin ünü bütün ülkeye yayıldı. Çağdaş halkla ilişkiler mesleğinin ana prensiplerinin çoğunu oluşturan ve 31 yılı bu meslekte çalışan Ivy Lee 1934 yılında öldüğünde bir Alman Şirketine danışmanlık yaptığı için eleştirilmekteydi.

Ivy Lee ile birlikte duyulan bir ikinci isim ise Edward Bernays'dır. Ziraat mühendisi olan Bernays önceleri tarımla ilgili bir dergide çalıştı ve bir tesadüf sonucunda halkla ilişkiler çalışmalarına başladı. 1917 ile 1925 yılları arasında, en ünlüsü Bernays'ın "Kamuoyunun Kristalleşmesi" adını taşıyan 28 kitap yazıldı. Bernays üniversitede halkla ilişkiler dersi veren ilk uzmandır.

Renkli bir kişiliğe sahip olan Bernays ünlü tenor Caruso'dan ilaç sanayisine, salamdan sabuna, 2.Dünya Savaşında Seferberlik Komitesine kadar çeşitli kuruluşlarda danışmanlık yaptı. Kendisini "imaj mimarlığına" adayan Bernays kendini "kamuoyunu oluşturma mühendisi" olarak tanıtmaktaydı.(Mardin,1987)

Halkla ilişkiler deyimi ilk kez Amerika Birleşik Devletleri başkanı Thomas Jefferson’un 1807 yılında Kongreye gönderdiği mesajlarda kullanıldığı bilinmektedir. Woodrow Wilson Beyaz Sarayda sürekli olarak basın toplantıları düzenlemiştir.

Halkla ilişkilerin öneminin yönetim ve işletmeler açısından kaçınılmaz olduğunun anlaşıldığı dönem 1929 Büyük Bunalım dönemidir. O güne kadar önemli olaylar, savaş, başkanlık seçimleri, yerel grevler dolayısıyla başvurulan halkla ilişkilerin Büyük Bunalımla birlikte Amerika Birleşik Devletlerinde, özellikle özel kesim içinde, önemli bir yer tutmaya başladığını görüyoruz. Kuşkusuz bu ülke de ekonomik yapı ve örgütlenmenin gereği olarak büyük sorumluluklar yüklenmiş özel kesim halkla ilişkiler konusunda da önemli yükümlülükleri vardır ya da olması gerekiyordu. Bu yükümlülükler Büyük Bunalımla birlikte anlaşılmış oldu (Kazancı,1982).

Büyük Bunalım işçiler, tarımla uğraşanlar kadar öteki tüketici kategorilerini de güç duruma sokmuştur. Ama bu arada büyük sermaye sahiplerinin de durumları pek iç açıcı değildi. Sistemin bir tek öğesinde ortaya çıkan aksaklık kısa sürede öteki öğeleri de etkilemiş, düzeni bozmuştu. 1920 yılından beri ekonomik ilerlemenin yaratıcısı olarak kendilerini gösteren büyük şirketler Bunalımla birlikte bütün sorumluluğu üstlerinden atmaya çalışmışlar. Bu şirketler Bunalım sorumluluğunu kendi dışında olan olay ve örgütlere ve özellikle kamu yönetimine ve dünyadaki gelişmelere yüklemek

(30)

çabası içine girdiler. Sayıları 13 milyona varan işsizler kitlesinin yanında tüm toplum bunalım sorumluluğunu sayıları 200’e varan büyük şirketlere yüklüyordu. Büyük ölçüde ekonomi politikası ile ilgili olan Bunalımın en azından toplumsal sorunlarla uğraşmanın ve bu sorunları görmezlikten gelmenin de izlerini taşıdığını belirtmek gerekir. Halkın sorunlarını ve içinde bulunduğu güçlükleri yadsımanın da yarattığı sakıncalar bir anda Bunalımı büyük şirketlerin sorunu olmaktan çıkarıp bir düzen tartışmasına dönüştürmüştür (Kazancı,1982).

Büyük Bunalımla birlikte özel kesim kardan başka bir şey düşünmemiş olmasının cezasını çekmeye başladı. Bu arada kamu yönetimi de toplumsal sorunların bir bütün içinde ele alınması konusunda kesin yargılara varmış oldu. 1929 Büyük Bunalımının en önemli sonucu bu noktada yatmaktadır. Bunalım, insanı ve özellikle işyerinde çalışanı farklı bir yaklaşımla değerlendirme gerektiği konusunda bir süredir ileri sürülen görüşlere doğruluk kazandırdı. Hemen bilimsel çalışmalara - özellikle toplum bilimleri konusunda- girişildi ve sorunların çözümünde farklı yöntemler kullanılmaya başlandı. Yönetim sürecine yönelik örgütlenme, yönetim ve denetim konularının yaklaşımları ve yerlerini 1930’lardan başlayarak psikolojik , toplumsal ve antropolojik incelemelerin daha geçerli olan sonuç ve tekniklerine bıraktılar. Bir başka anlatımla yönetim olayında odak, örgütlenme ve denetimden insan faktörüne ağırlık veren sosyo-psikolojik sorunlara kaydırıldı. Yine bu tarihlerde yani, 1929 Bunalımını anlatmak için yoğun çalışmaların başlatıldığı 1930’larda, kamu oyu yoklamalarının bugünkü anlamda bulunup uygulamaya başlandı. Taylorizm terk edilmekle birlikte onun ilkeleri üzerine “insan ilişkileri” yaklaşımının ilkeleri eklendi (Kazancı,1982).

1920’lerde Amerika Birleşik Devletlerinde egemen olan “Bilimsel Yönetim Okuluna” göre bir kuruluşun temel amacı kâr elde etmektir. Bunun için olabildiğince verimli çalışmanın sağlanması işçilerin iş başında güdülenmeleri ile olanaklıdır. Bu görüş, işçileri ya da çalışanları yalnızca çalışma saatleri içinde değerlendirmemiş, çalışanların sorunlarını örgüt içiyle sınırlandırarak sonuca gitmeye çalışmıştır. Bireyi edilgen bir öğe olarak gören bu yaklaşımın bir sonucu olarak hem örgüt içindeki insan ilişkileri ve sorunları hem de örgüt- çevre ilişkileri tümüyle bir yana itilmiş, bu tür sorunları yok saymıştır. Bir başka anlatımla Bilimsel Yönetim Okulu bireyin örgüt dışı sorunlarının (ailesel, toplumsal sorunlar, sendikal ilişkiler vb.) örgüt içi davranış ve çalışmalarını etkilediği gerçeğini gözünden tümüyle kaçırmıştır. Ayrıca çalışanın

(31)

toplumsal bir veri olduğu ve çevreyle sürekli etkileşim içinde bulunduğu gerçeği de çoğunlukla inkar edilmiştir. Büyük Bunalıma kadar etkinliğini ve geçerliliğini sürdüren bu akım, doğal olarak uygulamada da Amerikan şirketlerine yön vermiştir. Ancak 1929 Büyük Bunalımından sonra ortaya yeni sorunların çıkması ile birlikte çevre öğelerinin, halkla karşılıklı iyi niyete dayalı ilişkilerin bir örgütün başarısında çok önemli olduğu anlaşılmış ve yine ancak bu tarihlerden sonra çevre ile ilişkilere büyük önem verilmeye başlanmıştır. Halkla ilişkilerin bir toplumsal zorunluluk olarak algılanması da zaten bu tarihlere rastlamaktadır. 1920-1929 arasında büyük saygınlık gören iş sahiplerinin Bunalımdan sonra ve Bunalım sırasında eleştirilmeleri orta büyüklükteki işletmeler açısından yeni sorunlar ortaya çıkarmıştır. Bunları gidermek için yeni girişimler, yeni kampanyalar, kısacası işçi-işveren ve örgüt-çevre ilişkilerine düzenlilik getirmek gerekli olmuştu. Böylece firmalar kâr etme çabalarının yanında onun sürekliliğini sağlamak ve kendilerini korumak amacıyla çevreyi etkileyici yeni çalışmalara gitmek zorunluluğunu duyuyorlardı.

Bunalımla birlikte sanayiciler, örgüt yöneticileri kendilerinin aynı zamanda müşteriler, çalışanlar ve hükümete karşı bazı sorumluluklarının olduğunu anlamış oldular. Bunun bir anlamı, şirketlerin çevreyi etkilemek, onu denetim altında tutmak için girişimlerde bulunmaları zorunlu hale gelirken , aynı zamanda mevcut sistemin sürekliliği için yönetimin bazı yükümlülüklerini paylaşmak gerektiğini anlamış olmalarıdır. Bir başka deyişle özel kesim, iyiliksever yatırımlar olarak nitelenen harcamaları yapmak, enstitüleri kurmak, vakıflar tesis etmek, öğrenciler için burslar vermek suretiyle toplumda kendi lehine olumlu bir imaj yaratırken, yönetimi de kesinlikle yalnız bırakmamaya çalıştı. Özel kesim yönetimin sürdürdüğü toplumla ilişkilere düzenlilik getirme çabalarına yardımcı olmaya başladı. Aynı kesim kitle iletişim araçları ile ilişki kurmak, onlardan yararlanmak ve kamuoyunu kendi yararına sonuç verecek biçimde oluşturmak için büyük paralar harcamaya koyuldu.

Kuşkusuz aynı olaylar kamu yönetimini de etkiledi ve New-Deal programı (Büyük Bunalımın olumsuz sonuçlarını en aza indirebilmek için Beyaz Saray tarafından uygulanmaya konulan ekonomik ve yönetsel özellikleri bulunan yeni bir program) ile birlikte yönetim içinde halkla ilişkiler fonksiyonunun özel bir yer tutmaya başladı. Beyaz Saray da sık sık düzenlenen basın toplantıları halk dileklerini saptama komiteleri ve bunların sürekli bir nitelik kazanması ancak 1929 Bunalımından sonra görülmeye

Referanslar

Benzer Belgeler

• Medya ilişkileri, finansal ilişkiler, kamusal işler, konu/sorun yönetimi, lobicilik bu uygulama alanlarından bazılarıdır.. Ayrıca; kriz yönetimi, itibar

• 1966 yılında, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne bağlı Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nda ilk olarak halkla.. ilişkiler dersleri

• Yönetimin amaçları halkla ilişkilerin gerçekleşme nedeni ve yönetim halkla ilişkilerin uygulama mercii, hedef kitle olarak kamuoyu, halkla ilişkiler uygulamalarının

• Halkla ilişkiler çeşitli kitlelerle ikna, temsil, eğitim, bilgilendirme, imaj oluşturma ve itibar yapılandırma gibi amaçlarla uzun dönemli sağlıklı ilişkiler

• Dış halkla ilişkilerde kullanılan ortam ve araçları; organizasyon faaliyetleri, kitle iletişim araçları ve medya ile ilişkiler olarak.. sıralanabilir (Gürgen,

kurum imajı, kurum kültürü, çalışanlarının kişisel imajları, kurumun gerçekleştirdiği tüm iletişim faaliyetleri, ürün veya hizmetlerinin marka imajları

• Kurum İmajını Desteklemek: Yaptıkları çeşitli sponsorluk faaliyetleri ile firmalar halk kitlelerinde iyi niyet oluşturmakta, bunun yansıması olarak da, firmalar ile ilgili

• Kurumlar, ekonomik sermayenin yanı sıra bilgi sermayesi (kültürel sermaye), sosyal sermaye ve sembolik sermaye gibi sermaye biçimlerinin de kurum.. açısından