4 AĞUSTOS 1989
H S V M
-Hayatın boş
yuvasında
K
E R İM E Nadir kuşaklar boyu okuma sevgisi uyandırmış, okuru daha karmaşık eserle re hazırlamış, bir tür romanın iiköğretmeni olmuştur. Ne var kİ Romancının Dünyası adlı anı kitabı Kerime Nadirin edebiyatımızın çerçevesi için de anıl mayışma ne kadar çok yakındığını, üzüldüğünü dile getiren bölüm lerle dolup taşar.Sıradan bir piyasa romancısı gibi değer lendirilişine handiyse ömür boyu kırılmış, gü cenmiş, zaman zaman öfkelenip, zaman za man da apaçık yıkılıp kalmıştır. — Bir kez da ha vurgulamakta yarar var— oysa Kerime Na dir, edebiyatımızda kendisiyle başlayıp ken disiyle sona eren bir okul gibidir.
Henüz çok gençken Hıçkınk’ı yazar, bu ro mandan önce Yeşil Işıklar’ı yazmıştır ama, gün ışığına çıkaramamıştır. On altı yaşınday ken Yeşil İşıklarda romantizmin biraz çarpı tılmış, değeri ancak içtenlikte aranabilecek, şu naif tablolarını çizmektedir:
“Akşam güneşine karşı altın renkli saçla rı omuzlarından aşağıya dağılmış duran bu genç kız nurdan bir heykeli andırıyordu. Be yaz bir elbise vardı sırtında... Mevzun bacak larından birini hafifçe kırmış, kollarını kavuş turmuş, rengini yeşil denizdeki pınltılardan al dığı sanılan güzel gözlerinde saf bir hayretle bana gülümsüyordu.”
Yine ilk gençlik çağında yazılmış Hıçkırık bir gazetede tefrika edilecektir. Gelaelelim ro manı uzun bulan gazete yöneticileri, Kerime Nadir’den habersiz bir kırpma kısaltma işle mine girişirler. Hıçkırık’ı kısaltan ise Nâzım Hikmet'tir. Romancıda ikinci bir kopya olma dığından, bilmem kaç sayfalık bu karasevda romanı orijinal haliyle bir daha yayınlanmaz. Bununla birlikte büyük etki uyandırır.
İşte Hıçkırık. Tan gazetesinde tefrika edilir edilmez, alçakgönüllü edebi eserlere muhtaç Anadolu okurunu adamakıllı sarsacaktır. Genç bir subay, henüz tefrika ederken genç romancıya mektup gönderir.
“Hıçkırık, hepimizin hıçkırığıdır. Anadolu]- nun kara renkli köşelerinde vatan için kendi ni veren askerlerin heyecandan titreyen yü reklerine bir su gibi akan bu Hıçkınk’ınızdır.”
Yıl 1938. Kerime Nadir aşk ve tutku tema larının baş köşeye oturtulduğu bir dolu roma nı, şaşırtıcı, saygı uyandırıcı bir hamaratlıkla yazmaya o tarihten sonra başlar. Doğrusu hay ranları her gün artmaktadır. Bir başka subay da hayranlar arasındadır. Mektuplaşılır, tanış ma günü buluşulacak yer konusunda garip bir karışıklık ortaya çıkar. Kerime Nadir evde, çay sofrası başında bekler, yeni genç subay or manda beklemektedir. Sonra birden bire iliş
ki kopar. ______
BİBLOLAR, RESİMLER, ŞEZLONG
Besbelli hiç de mutlu geçmemiş bir serü vendir karşımızdaki:
“Hayatımın kişisel sorunlan arasında, çok defa acılara gömülmüş durumda kalem işlet mesini öğrenmiştim. Bu felaketin de manevi yıkımı içinde yine tesellimi yazılarımda ara dım.”
Romancı evini, çalışma odasını, Boğazi çi koylarına açılan karanlık balkonunu — balıkçıların şarkı söylediği bir yaz gecesidir ve adeta Madame Butterfly’dan bir koro şar kısı işitilmektedir— tanımlarken "hayal
kafesi” sözünü uygun bulur. Bu hayal kafe
sinde yazarın kendisi de keman çalmakta, hır çın dalgalı deniz peyzajları yapmakta, popü ler operalardan seçme aryalar dinlemektedir. O biraz köhnemiş romantizm gereksindiği de koru kurmuştur kısacası.
“Kenan, ötekiler gibi sen de mi gelmeye ceksin?.. Güzel yüzünü bir daha görmeyecek miyim?.. O çok sevdiğim sesini tekrar duyma dan mı öleceğim?..”
Bütün o köşklerde, yalılarda, kameriye al tında, taflanlı bahçelerde, nilüferli havuzlar da geçen aşk romanları aslında söz konusu hayal kafesinde bir başına tasarlanmış şey lerdir. Yaşantıyla yapıntının bir anlamda böy- lesine özdeşlik kurduğu pek az yazarlık serü veni olsa gerek. Romancı yaşamamakta, ama şiddetle duyumsamaktadır. Bu yazarlıkta ha yata karşı, geçip gitmiş ömürlere karşı içten, garip bir tek başına kalış vardın
“Böylece hayal enginlerinde inleyen hiç- kınklar, hazin bir ninni gibi beni hazlı ve rü- yalı bir uykuya daldırarak, yavaşça mâveraya doğru çekip götürürdü. Maddi hayatla aram da tek bağ noktası olan leylaklann kokusu da artık o hayali arzın bahçelerini sarmıştı. Ve gökyüzünde yıldızlar, dilsiz bir şehrâyinle gizli cennetlerin yolunu aydınlattılar...”
11953
yılında romancı, bir gazeteciye şunla-'
rı
söyler- "Hayatımınen
acı hatırasını banaHıçkırık' mal etmiştir. İlk gençliğimin
terte
miz
ve
saf duygularını ihanete kurban edenve
ömrümü ebedi bir şanssızlığın çıkmazı na sokan bir nişanlıyıo
bana getirmişti” --G ünün birin de B o ğ a z iç i’n deki hayal kafesin den ayrılan Kerime Na dir, şu ıssız, yavan yeryü zünde, onca aşkı dile getir mişken nelere mi tutunur, neler le mi avunuyor; birlikte okuyalım:
“Çalışma masam, kitaplığım bir köşede fotoğraf banyolarımı yap tığım minik atölyem, biblolarım, resim lerfm, sevgili şezlongum, her şey titiz bir düzen içinde insanın yüzüne gülerdi.”
Belki hayat yaşanmamaktadır ama, düş lenen aşkların kitapları yazarına iyi kötü ka zanç sağlamaktadır. Romancı Boğaz’dan ay rılarak, Bostancı taraflarında inşa ettirdiği yeni evine taşınmaktadır, küçük bir villa Ve elbette boyuna yazmak, yeni aşklar düşlemek gerek mektedir. Arada tatsız bir nişanlanma öykü sü. Bu kez düşlenen değil, yaşanan bir öykü. Kerime Nadir nişanlısının kızkardeşim diye ta nıttığı hanımla perisini bir türlü barıştıramaz. Bu kızkardeş hanımın metres olduğu anlaşı lır; nişanlı beyle metres hanımın kırık-dökük aşk romanlarından bin çabayla kazanılmış pa raya göz diktikleri ortaya çıkar.
Öyleyse kimi romanların sonu ayrılıkla bit melidir. Samanyolu, okuyamamış bir gencin harcanmış, sokağa savrulmuş hayat hikâye sidir; dört bir yanda sonbaharın sararmışyap- rakları uçuşur. Gelinlik Kız’da saf ve duyarlı genç kız, beyaz duvak takacağı günü bekler ken bir jigoloyu evinden kovmak zorunda ka lır. Psikolojik.tahlilleri hiç de yabana atılama yacak Solan Ümit, çok genç bir kızın kendi sinden yaşça epey büyük bir bilim adamına duyduğu aşkı ifade ederken, bilimdeki başa rının ruh inceliğine yetmeyeceğini ustaca ro- manlaştırmıştır.
"HAYATIMA KIYMET VERMEDİ"
Yıllar geçmekte, “en çok okunan romancı” sıfatı korunmakta, yazevinln yanı sıra kışları artık Maçka Palas’ta oturulmakta. 1953'te ro mancı bir gazeteciye Hıçkırık şöhretin manevi açıdan kendisine ne kazandırdığını “mazinin
kapkaranlık rüyasına” dalarak söyleyiverin
— Hayatımın en acı hatırasını bana Hıçkı rık mal etmiştir. İlk gençliğimin tertemiz ve saf duygularını ihanete kurban eden ve öm rümü ebedi bir şanssızlığın çıkmazına sokan bir nişanlıyı o bana getirmişti. Hıçkınk’ın ya zarı olduğum için benimle hayatını birleştir mek isteyen bu adam, Hıçkınk’taki leylakla rın hayali kadar bile hayatıma kıymet verme di!
Maçka Palas’ta esin perisi her zamanki gi bi beklenmektedir. Esin perisi kimi zaman ge celeyin gelir, kimi zaman da gündüzleri. Yal nız yaradılışı çok acayiptir. Bir gölge gibi Ke rime Nadir’! takip etmekte, üstüne varılır va rılmaz da kaçmaktadır. Peki, o güne kadar Ke
rime Nadir özlediği eseri yazabilmiş midir?
— Özlediğim eseri henüz yazmış değilim. Halet-i ruhiyemin tereddütü buna mani olu yor. Özlediğim eseri yazmak gayesiyle birçok larına başladım. Fakat istediğim olmayınca geri kaldı... Bu, benim için bile müphemdir. Nasıl bir eser olacağını henüz tayin etmiş de ğilim.
Kendi kabuğuna çekiliş, çaylar, kahveler, mutlak bir sessizlik içinde yeni aşk ve kara sevda romanları... Fakat bu yazarlık serüve ninde hayalle gerçeklik daima çatışacak, oku run talebiyle — okur ille pembe rüyalar gör mek istemektedir— romancının bu talebi ye rine getirmek çabası birbirine denkken, ger çeklik tuhaf bir egemenlik kurmaktadır. Ha yal teselli yerine geçememiştir. Bir öykü mut lu sonla noktalanırken, adı bambaşka bir şe yi söylen Boş Yuva.
Hayatın boş yuvasında edebiyat çevrele rinin ağır suçlamalarına hedef olmak da içe kapanışı git git beslemektedir. Kerime Na dirin edebiyatçı dostları, Romancının Dünya- sı’nda hepi topu beş on satır tutar
“Bunlann en unutulmaz olanları, kitapçım Garis Fikri Beyin evinde kutlanan yılbaşı ge celeridir. O sofralarda ben, başta rahmetli Re şat Nuri olmak üzere, birçok seçkin insanla yıllarca en güzel sohbetleri idrak etmek şan sını elde ettim. Bundan başka, Park Otel, Ker vansaray, Kordon Blö, Taksim Belediye Ga zinosu gibi, İstanbul’un seçkin lokallerinde, Yahya Kemal’lerin, Necdet Evliyagil’lerin, Behçet Kemal’lerin, Faruk Nafizlerin şiirleriy le, nükteleriyle renk kattıktan sofralarda bu lundum.”
a i i ... ...
D e rk e n g a ze te lerden eski si gibi parl aktef- rika önerileri gel mez olur. Yeşllçam bu romanlarasahipçıkar gö rünürse de, Kerime Nadir eserlerinden alınmış hangi fil mi izlerse izlesin, Yeşilçam’ın senaristlerine, yönetmenlerine iha nete uğramışlığın sancısıyla öfkeler yağ dırır. Birgün filmcilerde kapısını çalmaya- caklardır... ______________________
YILDIZLI GECEDE SON SUBAY
Değişen koşullar, değişen hayat tarzları, yıkıldıkça yıkılan köşkler, hızla yiten roman tizm ve artık bambaşka yaşanan aşklar, o ye ni maddi aşklar Romancının Dünyası’nda Ke rime Nadir’i ne kadar yaralamıştır:
“Aslında bugünün gençlerine bizim anla dığımız manadaki aşkı anlatabilmek de bir so- -un!„ Uzay çağındaki aşk — ne yazık ki— es ki roman türleri gibi, artık çağ dışı kaldı. Ay: çiğneyen insan, birçok kutsal kavramı da ayaklar altına almış bulunuyor. Evet, başta ay olmak üzere, her şeyin manası ve manevi de ğeri yok oldu bugün.”
Neyse ki coşkun hatıralar vardır. Roman cı bir ilkyaz gecesi Çamtıca’da oturan aile dostlarının evinde genç bir binbaşıyla tanışır:
“Uzun boylu, sarışın, mavi gözlü, yakışıklı bir subay...” Binbaşının adı üstelik Kenan’dır, Hıçkınk’taki gibi. “Bu başlangıç, bizi derhal samimi bir hava içine almıştı. Romancı ile okuyucu arasındaki gizli ve sihirli ilişkiyi izah etmek güçtür. Onların ruh bağlantısı, birbiri nin dilinden anlayan insanlann en özlü, en de rin rabıtasıdır.”
Romancıyla okuru Çamlıca gecesinde, leylaklar henüz açmışken, baş başa kalırlar. Birden geçmişe geri dönülür, birden uzun yıl ların “kasırgalan” tamamen uzaklaşır. O edebi söyleşide o genç adam romancının ruhunu alt üst eder. Bahçeden leylakların kokusu gelir. Belki ay ışığı yoktur ama, gece berrak, yıldız lar çok parlaktır. Sonra romancı odasına çe kilir; yaşamını kuşatan manevi boşluğu eski si kadar karanlık bulmamaktadır şimdi. Hiç uy kusu yoktur, ömrünün ilkbaharına sanki geri döner ve son subay Binbaşı Kenan Bey’den aldığı ilhamla Son Hıçkınk’ı yazmaya karar ve rir. Hıçkırıkla veremden ölen Nalan Son Hıç
kırıkla efsunlu bir kimlik, bir hayalet olarak
Kenan’a kavuşacaktır...
Yitik aşklar da öyle değil midir?
“Nalan’ı rüyamda gördüm. Karanlık bir bahçede, üzerine yüksek bir yerden sular dö külen büyük bir havuzda yıkanıyordu. Solgun yüzü, o karanlıklar içinde bir tutam nur gibiy di. Şikâyet dolu bir sesle bana;
— Kenan! dedi. Bak, hep gözyaşların için deyim... Ne olur artık ağlama!..”